POPULARITY
#KöşedekiKitapçı'da bugün
Bölümün Youtube videosu;https://youtu.be/-OgRK224g8sDestek vermek isterseniz;Youtube linki: www.youtube.com/@yasinacarpodcasttInstagram linki: www.instagram.com/yasinacar50
#fotoğraf
Bir İç Anadolu deyimidir: “Yaram dokunulmaya en yakın yerdir.” Küçük ya da büyük olsun öyle bir büyür ki yara, değen ona değer, soğuk önce onu vurur, sıcak önce onu etkiler. Bu yüzden sürekli sızlar ve kanar yara; kendi hassasiyetine havale edilmez, kapanmasına ve unutulmasına fırsat verilmez. Yaranın bir sembole, mecaza, analojiye, teşbihe… konu olması hem kadimliğinden hem de “burada, hep var” oluşundandır. Böyle böyle kültürleşir yara; fertleri aşıp beldelerde, şehirlerde, coğrafyalarda… hayati problemlerin ortak adı haline gelir. Bu yanıyla Filistin, Doğu Türkistan, Hindistan, Keşmir, Myanmar… o yaranın -kendi zamanımızda- en çok bilinenleridir ve son yüz yıldır açık yaramız olan Filistin, şimdi Gazze şeridinde, “birleşmiş dünya kafirleri”nin yeni saldırısı altında vicdanları uyandıran en sıcak gündemimizdir. Filistin demek, süreklileştirilmiş bir Nekbe / Büyük Felaket demektir. Osmanlı'nın tebasını koruyamayacak kadar güçsüzleşmesi ve kendisini ilgilendirmeyen bir sömürgenler savaşının içine çekilmesiyle birlikte açılmıştır Filistin yarası; İngilizlerin 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs'ü işgal ederek Mezopotamya'nın işgalini tamamlamalarıyla tarihsel planda resmiyet kazanmıştır. İngilizler tarafından büyük maddi vaatlerle dünyanın çeşitli yerlerinden getirilip Filistin'e getirilen Yahudilerin, Siyonizm ideolojisi eşliğinde devletleşmeye azmetmeleri üzerine, 14 Mayıs 1948'de İngiltere eliyle -güvenliği bilahare ABD özelinde Batı devletlerine havale edilecek olan- İsrail devleti kurulduğunda, zaten daha öncesinde başlamış olan Nekbe'de yeni bir şiddete ulaşmıştır. İngiltere'nin teşvik ettiği Yahudiler, irili ufaklı terör grupları oluşturarak Filistinlilerin mülklerini pervasızca gasp ederlerken, İsrail de bu durumdan vazife çıkartarak gasp hareketini daha planlı olarak yürütmüştür. 1950 yılında çıkardığı bir yasayla İsrail, göçmen olarak Filistin'e gelecek Yahudilere vatan, ev, iş, zenginlik ve refah vaat ederek, onların bu minvalde yerleşmelerini sağlamak için Filistinlileri silah zoruyla göçe zorlayarak Nekbe sürecini süreklileştirmiştir. Bugün itibariyle 15 milyon nüfusa sahip olduğu tahmin edilen Filistinlilerin on milyonu Ürdün ve Lübnan başta gelmek üzere dünyanın çeşitli yerlerine zorla göç ettirilmişlerdir. Kalan 5 milyon Filistinlinin 2,5 milyonu 360 km. karelik Gazze şeridinde İsrail tarafından karadan ve deniden abluka altında alınmış, diğerleri ise giriş ve çıkış denetimleri yine İsrail tarafından yapılan birkaç şehirde ve kampta toplanmışlardır. On milyon insan işgalci Siyonist İsrail'in silah zoruyla gasp ettiği evlerini bırakarak, bir valize, bir çıkına, bir heybeye… sığdırdıkları eşyalarıyla, imamesi kopmuş bir tespihin taneleri gibi dağıtıldılar dünyaya.
Yeni turistik tren hattı Mezopotamya Ekspresi, seferlerine 19 Nisan'da başlayacak. Altın Plaj Ödülü'nün sahibi Bora Bora adası olurken, Avrupa'nın en iyi plajı İzlanda'da yer aldı. Bu bölüm Mey|Diageo hakkında reklam içermektedir. Sanatın birleştirici ve iyileştirici gücüne inanarak faaliyetlerini yürüten Mey|Diageo, kültür ve sanatın sürdürülebilirliğini daim kılmak için bir adım daha atarak İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın (İKSV) koordinasyonunu üstlendiği Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu'nun destekçileri arasında yer almanın mutluluğunu paylaşıyor. Aposto Bülten'e buradan ulaşabilirsiniz.
Hz. İbrahim'in soyu olarak Hanîf milletinin ve Hanifî şeriatının Peygamberimiz Aleyhisselam'a bağlanmasıyla, onun “Arapların hepsi İsmail'dendir. Ancak şu dört kabile hariçtir: Sülef, Evzâ, Hadramevt ve Sakîf” haberi de, Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'i, Hicaz'dan göç eden atalarının yerlerine getirerek eski kavmini diriltmediğine, bilakis Hz. İsmail'den türeyen yeni bir kavme atalık ettiğine yorulabilir. Buna göre Amorî - Akkad - Amâlika ayrımları ortadan kalkar ve Araplar Hicaz'ın tek hakimi olurlar. Ancak tarihçilerin ilgili rivayetlerine göre Amorî-Amâlika'nın Araplaşması ve dolayısıyla Hz. İsmail'in yeni milletinden (Araplardan) sayılmaları için Peygamberimiz Aleyhisselam'a kadar uzun bir sürenin geçmesi gerekecektir. Bu uzun süre aynı zamanda Yahudilerin Hicaz ve Filistin'deki Amâlika ile ilişkilerinin ve onlara duydukları derinin kinin de Tevrat'a belli safhalara göre işlemelerinin süresidir. Bunların ışığında yapılan her inceleme ise bizi söz konusu Yahudi kinin ilahi olmadığına, ancak planlı bir siyasetin neticesi olduğuna götürecektir. Şöyle ki, yukarıda ana hatlarıyla zikrettiğimiz üzere Amâlika dendiğinde, ilk yurtları olması bakımından Güney ve Orta Arabistan öncelikli olmak üzere üç Sami göçüyle kolları Mezopotamya, Suriye, Filistin, Irak, Anadolu ve Mısır'a uzanan bir kavimler topluluğundan söz ediliyor demektir. Böylece Amâlika iki ayrı kol halinde (sonradan içinde eriyecekleri) İsmailoğulları'yla Hicaz'da ve İsrailoğulları'yla ise Hicaz ve Filistin'de karşılaşırlar. Bu karşılaşmalarının merkezinde ise, o zamanki kavimlerin -müşrik de olsalar- çok büyük bir kısmınca mukaddes kabul edilen Mekke'deki Beytullah ile Kudüs'teki Süleyman Mabedi (Peygamberimiz Aleyhisselam'ın adlandırmasıyla: Beytülmakdis) vardır. “Başlı başına bir ümmet / kâne ummeten” (Nahl 16/120) olan Hz. İbrahim'in atalığında Beytullah'ın da koruyucuları olarak İsmailoğulları'yla; Beytülmakdis'i asıl yerlileri (ve kimi tarihçilerce Amâlika'nın bir boyu olan) Yebusilerin elinden alan İsrailoğulları'nın Amâlika ile ilişkilerine Müslümanların kayıtlarından baktığımızda çok ilginç rivayetlerle karşılaşırız. Örneğin, İbn Zebâle (ö. 199/814) Ahbar'u-Medine'sinde, “Amâlika çeşitli yerleşim yerlerine dağılıp Mekke, Medine ve Hicaz'ın tamamına yerleştiler ve aşırı derecede büyüklenip kibirlendiler” dedikten sonra Hz. Musa'nın Şam'da Kenanlıları öldürüp ardından Amâlika için Hicaz'a bir elçi (askeri birlik) gönderdiğini onların da “büluğa ermiş hiç kimseyi bırakmaksızın” Amâlikalıları öldürerek Medine'ye yerleştiklerini bildirmiştir. (Medine Tarihi, trc.: Fatih Mehmet Yılmaz, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2018) Ezrakî (ö. 250/864) Ahbar'u-Mekke'sinde, “Kabe'nin ilk banisi melekler, sonra Âdem (as.), sonra Şît (as.), sonra Amâlikalılar…” kaydını düşmekle kalmayıp, Hz. İbrahim'in Cebrail'in rehberliğinde karısı Hz. Hacer ile oğlu Hz. İsmail'i Mekke'ye getirdiğinde “Mekke'nin civarında Amâlikalılar denilen bir kavim oturmaktaydı. Beyt o zaman yüksek kırmızı topraklı bir yerdi” bilgisini ileterek, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'den sonra Kabe'nin üçüncü defa Amâlikalılar tarafından “yeniden inşa” edildiğini kaydetmiştir. (Mekke Tarihi, trc.: Yunus Vehbi Yavuz, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2020) El-Hasen el-İsfahanî de (ö. 360/971), Tarihu Sinî'sinde, “(Fars hükümdarı) Ferîdûn zamanında İbrahim aleyhisselam, Minuçehr zamanında Musa aleyhisselam peygamber olarak gönderildiler. O dönemde Yemen Meliki Şimr b. el-Emlûk, Minuçehr'in yönetimi altındaydı. Aynı şekilde oğlu da Fars Hükümdarları'na bağlıydı. (Şimr) Yemen'de Zuffâr şehrini inşa etti ve Amâliklilerin tamamını Yemen'den çıkardı.” bilgisini iletmiştir. (Hükümdarlar Tarihi, Trc.: Habip Demir, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2021).
Nesebimizin ve insanlık seferimizin peygamberlerle başlaması Hz. Nuh'un oğullarından birinin şirkte inat ederek gemiye binmeyip suda boğulmasına ve Hz. Nuh'un üzüntüyle bu evladını da ailesine etmesi üzerine -Peygamberimiz Aleyhisselam'ın ümmetini de kapsayan- şu haddi beraberinde getirmiştir: “Allah, ‘Ey Nuh! O, asla senin ailenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O halde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim' dedi.” (Hud 11/45) Bu had nedeniyledir ki, Peygamberimiz Aleyhisselam, (Hz. Nuh ile Hz. İbrahim arasında) “Ad ve Semud kavimlerini, Ress halkını ve bunların arasında pek çok nesilleri de helak ettik.” (Furkan 25/38) mealindeki ayete işaret ederek, nesep bilginlerinin yalan söylediklerini haber vermiş (Belazurî), böylece onun terbiye edişiyle bizim tarih anlayışımız insanlığın taksiminde nesebe, bağında tevhide, tasnifinde ümmete/şeriata, üstünlükte takvaya göre şekillenmiştir. Mezkur haddi ve tarih anlayışını takip ederek, şimdi Kur'an'da insan neslinin devamı ve dolayısıyla boyların ve kabilelerin taksiminde zikredilen ikinci peygamber olarak o Hz. İbrahim'i konuşabiliriz. İbnü'l-Esîr' göre Hz. İbrahim'in şeceresi İbrahim b. Tarâh b. Nâhur b. Sâruğ b. Erğû b. Fâlağ b. Gâbir b. Şâlâh b. Kaynân b. Erfahşed b. Sam b. Nuh'tur. Modern zaman araştırmacıları –örneğin, Mendenhall- Hz. İbrahim'im Amorî olduğunu belirterek şu tarihleri, kavimleri ve soyları zikreder: Yıllar: M.Ö. 2600 – 1800 Topluluğun adı: Amorîler. Hareketi: Orta Arabistan'dan göç; Akad Hanedanlığı (Eski Akad), Anarşi devri, Ur III Hanedanlığı, Amori Handanlığı ile Sumu-Abu ve Sumu-İlu hakimiyeti; Hammurabi'nin Sumu-Abu'ya varisliği. Ahmet Susa da Tarihte Araplar ve Yahudiler adlı kitabında (Trc.: D. Ahsen Batur), Kenaniler, Amoriler, Akkadlar ve Heksoslar'ın Arap Yarımadası'ndan Bereketli Hilal'e göç ettiklerini; bunların Suriye, Lübnan, Filistin, Irak ve Mısır'a yöneldiklerini, Suriye ve Irak'a gidenlerin Fırat'ı hedef aldıklarını; “Amâlik-Amorî” şeklindeki kullanımıyla bunları Akkad kralı Sargon'un imparatorluğuna katarak, bu imparatorluğun yıkılmasıyla Mezopotamya'da küçük devletlerin kurulduğunu, sonra bunların birleşmesiyle I. Babil sülalesinin kuruculuğunda Eski Babil Krallığı'nın doğduğunu; bu sülalenin ise ikinci Sami göç dalgasındaki Amâlik-Amorîler'e mensup olduğunu belirtir. Benzer ve farklı çok sayıdaki başka rivayetleri de gözeterek, Hz. İbrahim'in kavmi hakkında şu sonuca ulaşmamız mümkündür: Amâlik, Amorî ya da Akkadlar'ın bir kısmı kıtlık, taun vb. nedenlerle ana yurtları olan Orta Arabistan'dan Mezopotamya, Anadolu ve Mısır'ı da içine alan geniş bir coğrafyaya göç etmiş, burada Amorî, Babil vb. adlarla çeşitli imparatorluklar kurmuşlardır. Muhtemelen M.Ö. 1800'lü yıllarda Harran'da doğan Hz. İbrahim, Amorî devletinin zayıflamasıyla birlikte Filistin'e göç ederek, bugün kendi adıyla anılan el-Halil'e yerleşmiştir. Kur'an'da Hz. Nuh'un müşrik oğluyla ilgili haddin, bu kez Hz. İbrahim'in müşrik babasıyla ilgili olarak tekrar tahkim edildiğini görüyoruz: "Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla.' Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor. O gün başlarını dikerek (çağırıldıkları yere doğru) koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri de bomboştur.
Zaman nedir diye başladık, ardından Mezopotamya'dan Ege kıyılarına yol gidip bir serencam izledik hep beraber takvimin nasıl ilk defa oluşturulduğuna dair. Bu hafta bizim takvime geleceğiz. Yani dünya vatandaşlarının kahir ekseriyetinin kabulünü görerek bir arada yaşamanın önemli bir enstrümanı olan namı diğer Gregoryen takvime gelene kadar aldığı şekilleri şemailini tasvir, teşbih, telakki edeceğiz. uzun bir yolun son dönemecinde ilginç öyküler sizlerle iyi dinlemeler
evlerimizdeki -az sayıda ama özenle seçilmiş kitaplardan oluşan- şahsi kitaplıklarımızda bir Kudüs / Filistin rafının bulunması gerektiğini ısrarla söylüyor ve kimi yazılarımızda oraya eklenmesi gereken değerli yeni kitapların bilgisini paylaşıyorum. Bu bağlamda bilgisini paylaşacağım yeni kitabın adı: “Medine'den Kudüs'e – Hz. Peygamber'in (sav) Beytü'l-Makdis'i Fetih Stratejisi.” Abdullah Maruf Ömer'in imzasını taşıyan kitabın dilimize Mualla Zeyrek tarafından tercüme dilmiş olması bizi yanılmasın, müellifi yakınımızdadır. Beytü'l-Makdis çalışmaları uzmanı olan Abdullah Maruf Ömer, 1979 Ürdün doğumludur ve el'an 29 Mayıs Üniversitesi İslam Tarihi Bölümü öğretim üyesidir. Yazar, Ketebe Yayınları arasından çıkan çalışmasının maksadını ve vaadini şu kelimelerle vermiştir: “Bu çalışma, Hz. Peygamber'in (sav) Beytü'l-Makdis fethinin planlayıcısı olarak gerçek mimarı ve ilk önce Hz. Ebû Bekir'in, ardından Hz. Ömer'in bu planı hayata geçirmeye yardımcı olduğu tezine dayanmaktadır. Buna paralel olarak Müslümanların o bölgenin fethine yönelik tüm askeri teşebbüsleri planın uygulama safhasını teşkil eden uzantılarıdır. (...) Bu nedenle kitabımızda Hz. Peygamber'in (sav) Beytü'l-Makdis'e yönelik hedeflerini çok yönlü bir bakış açısıyla detaylandırabilmek için fetih planına ilişkin farklı tezler incelenmektedir. Başka bir açıdan, Beytü'l-Makdis merkeze alınarak Hz. Peygamber'in (sav) hayatı (sireti) incelikleriyle tekrar ele alınacaktır.” Bu çerçevede yazar, “Beytü'l-Makdis'in Fethine Dair Önceki Çalışmaları”ı da ele alarak, kitabını ekler ve kaynakça ile birlikte şu dört ana bölümden oluşturmuştur: Tarihi Arka Plan; Beytü'l-Makdis'in Fethine Dair Vesikalar; Askeri Harekât ve Son Değerlendirme. Coğrafi yönden Mısır, Anadolu, Mezopotamya ve Arabistan'ın giriş kapısı hükmündeki Kudüs'ün bu niteliğiyle pagan Mısır, Fenike, Hitit, Helen ve Roma iktidarlarının; hem coğrafi önemi hem de peygamberiyle (H. Musa, Hz. İsa ile) tanımlı olarak Davut- Süleyman Krallığının, Romalılarla Bizanslıların; Hz. Muhammed (sav) yoluyla da Müslümanların iktidarlarına girdiği malumdur. Öyle ki, yüzyıllara yayılan ve büyük savaşlara yol açan bu hâkimiyet çabası, Kudüs'ü “büyük imparatorluk olmanın” en değerli moral nesnesi haline getirmiş, Perslerin, Osmanlıların hâkimiyetleri de minvalde gerçekleşmiştir. Bugünkü hakimiyet savaşlarının temelinde de aynı moral etkinin yattığına hükmedilmekte ve Kudüs / Filistin'in 1917'den beri İngiltere, 1948'den beri ABD-İsrail tarafından kan gölüne çevrilmesindeki ilk maksat da yine bununla izah edilmektedir. Hz. Musa ile Hz. İsa'da olduğu gibi Kudüs'ün İslam tarihine mal oluşu da peygamber Efendimizin (sav) risaletiyle birliktedir. Peygamber Efendimiz ilk ibadetinden itibaren -Beytullah'ı araya alarak- Beytül'l-Makdis'i kıble edinmiş; Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ile Müslümanlar arasındaki ilk savaş olan Mute'den (629) itibaren de Kudüs bir dizi küçük ve büyük harekata konu olarak hem onun hem de halifelerinin en sıcak gündemi haline gelmiştir.
Pelin Batu ile bu bölüm Astrolojinin Kökenini konuşuyoruz. Astroloji, burçlar, haritalar gerçek mi ve bu kavramlar nereden geliyor? Mezopotamya'da, Antik Yunan'da ve Osmanlı Devleti'nde astrologlar, müneccimler ve yıldız gözlemcileri nasıl bir hayat sürüyordu? Hristiyanlıkta ve Müslümanlıkta bulunan örnekleri neler? En önemlisi de, aslan erkekleri gerçekten bu kadar çekilmez mi? Tüm bu sorular ve daha fazlası bu bölümde sizlerle. İyi dinlemeler.
ABD-İsrail ile HAMAS arasındaki savaş iki ayı aştı. Görünen odur ki, ABD'nin uzman-danışman askerlerinin denetiminde, sınırsız ve şartsız olarak İsrail'e verdiği çok çeşitli ölüm araçlarıyla süren bu savaş, yine ABD'nin ufuktaki seçimlerinde yeniden başkan adayı olan Biden'ın aleyhine dönme riskine kadar sürecek. Muhtemelen bu risk belirdiğinde ancak ABD tarafından bitirilecek olan savaşı hangi menfur planların ve uygulamaların beklediği ise tamamen meçhul. Gazze Savaşı'nda bugün itibariyle katledilen Filistinli sayısının yirmi bine ulaşması, yaklaşık iki buçuk milyon kişinin evsiz, aç ve biilaç olarak üç yüz altmış üç kilometre karelik bir alanda sıkışıp yardımsız ve yapayalnız kalması karşısında vicdanları kanayanların “Sadece laf üretiyoruz. Kimse Gazze'nin yaşadığı vahşete dur diyemiyor” şeklindeki haklı sızlanmaları ise giderek genel bir teamüle ve buna bağlı bir suçluluk, çaresizlik psikolojisi içinde ilgisizleşmeye doğru evriliyor. Elbette ABD-İsrail'in hunharca bombaları altında parçalanmış çocuklarını kucaklarında taşıyan kadınların ve erkeklerin medyadaya düşen görüntülerini, hiçbir bilgi, vaaz, nasihat ve uzak geleceğe mahsus hiçbir vaat unutturma kabiliyetine sahip değil. Ve elbette ölen can, perişanlık içinde yardımsız ve yapayalnız kalan olan insan olunca, söz cinsinden söylenile bilebilecek her şey de kendiliğinden zait, gereksiz hatta absürt hâle geliveriyor. Ancak bu fiili durum yine de ilgili Yahudilik-Hıristiyanlık ile İslam literatürleri arasındaki şu önemli farkı ortadan kaldırmadığı gibi sözün, konuşmanın ve yazmanın gerekliliğini de ortadan kaldırmıyor. Şöyle ki, Mezopotamya'ya hükmedebilmek için Müslümanların varlığını ortadan kaldırmaya mahsus olan bu kesintisiz savaşta, katil ABD-İsrail ihtiyaç duyduğu meşrulaştırmayı, moral-motivasyonunu, önceki yazılarımızda da işlediğimiz üzere Antik-Tevrat'ın ve Hz. İsa mesellerinin planlı ve son tahlilde siyaset tanımlı tahrifinden elde ettikleri kutsal nitelemeli ve geçmişteki acıların hatırlanmasına göre kodlanmış metinler üzerinden sağlıyorlar. İslam'daki ilgili literatür ise salt bir zaman kaydı olarak öne çıkarken, asıl yeni zamanların değerlendirilmesine, yeni şartların, olgu ve olayların doğru anlaşılmasına mahsus bir kapı değeri yükleniyor. Diğer bir ifadeyle Müslümanların kültüründe geçmiş ya da tarih gelecek için bir ağıt mekanizması üzerine kurulmuyor, bilakis geçmişi asıl geleceğin doğru inşası için bir laboratuvar olarak gören bir anlayışa göre şekilleniyor. Bu farka göre ABD-İsrail'in vahşetlerini haklılaş-tırmaları için yeni bir şey söylemelerine gerek yok, onların yeni zamanı söz üzerinden değil katliam planlarının ve araçlarının iletilmesi üzerinden yürürken, Müslümanların yeni zamanı hem gerekli sözlerin pekişmesinden hem de onların zulümlerini bertaraf edebilmenin stratejik, teknik ve teknolojik yollarını aramaktan, oluşturmaktan geçiyor. O halde, Müslümanlar için -yukarıda zikrettiğimiz minvaldeki- yaşanan mevcut acılar karşısında konuşmak pratikte bir yarar sağlamamakla birlikte, ilgili hafızanın harekete geçirilmesi, güncellenmesi ya da yeniden işaretlenmesi bakımından bir zorunluluk olarak beliriyor ve bu bağlamda oluşan şu haklı soru da doğru bir cevaba muhtaç bulunuyor: Yahudiler ve Hıristiyanlar, Kudüs'te miladi 70 yılındaki Titus yıkımını bir intikam ve kan davasına dönüştürterek Ağlama Duvarı sembolizmiyle asla ve asla unutmayacaklar da Müslümanlar mı, -hadi uzak geçmişi de aşarak söyleyelim- onların son yüzyılda Filistin toprağındaki işgallerini, hırsızlıklarını ve daha genel bir söyleyişle menfur Siyonist planlarını hemen unutacaklar?
HAMAS'ın, ABD-İsrail ablukasını yarmak için Gazze'de başlattığı harekata karşı Batı koalisyonunca başlatılan savaşın planlanmış ve kurgulanmış sonuçlarına ilişkin çeşitli görüşleri günlerdir dinliyor ve okuyoruz. HAMAS'ın harekatını takiben ABD, İngiltere ve AB gemilerinin Doğu Akdeniz'de Gazze, Lübnan ve Suriye'yi vurmaya uygun bir konumda yerleşmelerine karşılık, “Bu HAMAS'ın harekatından ibaret bir durum değil. ABD ve Batı koalisyonu ya durumdan vazife çıkartarak Mezopotamya'nın enerji hatlarına hakim olacak ya da bunların askeri üssü olarak İsrail'in varlığını pekiştirilecek” şeklinde yorumlar yapılıyor. Hatta savaşta nihai amacın İsrail gazının ABD şemsiyesi altında Avrupa'ya ihracından ve Gazze açıklarındaki muhtemel gaz yataklarıyla bu ihracın sürekliliğini sağlayacak bir ABD limanının kurulmasından dem vuruluyor. Bunlardan bakıldığında HAMAS'ın harekatı kendiliğinden talileşmekte, Gazze ile Batı Şeria'nın yaşadığı büyük yıkım ve soykırım mazlumların yanlarına kalan tek şeye; daha açık bir ifadeyle harekatın normal bedeline dönüşmektedir. Batı koalisyonun Gazze'ye adeta yağmur gibi yağdırdığı bombalara rağmen HAMAS'ın hiçbir yardım almaksızın iki aya yaklaşan arslanlar gibi direnişi de son tahlilde bir kahramanlık fantezisine konu olmaktan öteye geçmemektedir. Bu görüşleri ileri sürenler, konuşanlar ve politik kuşkuları, askeri komploları daha daha derinleştirmek için yırtınanlar gökten zembille inmediler; onlar buradalar, içimizden ses veriyorlar. Diğer bir söyleyişle bunların büyük çoğunluğu Filistin direnişine güya destek veren Müslümanlardan oluşuyor. Hoş, bu topraklardaki düşünen ve ağızları laf yapan Müslümanların seküler bir dil ile materyalist, kuşkucu, komplocu ve kumpasçı bir aklın tutsağı oldukları zaten artık yadsınmıyor. Ama yine de hem Müslüman olduğunu söyleyip ya da öyle görünüp hem de böylesi bir durumun taşıyıcısı olmak başlı başına bir çelişkinin, akıl sürçmesinin, gayba inandığını unutmanın, hayatı salt ölümsüzlük rahatlık ve güç ilişkileri içinde algılamanın bir sonucu değil midir? Örneğin, Filistin'de önceleri kısmen plansız ama 1917'den bugüne kadar İngiltere'nin kontrolünde planlı olarak yürütülen Siyonist işgalin, oradaki hak ehlinin ya da asabiyetleri sahiplerinin canlarına tak ettiği; Siyonistlerin gündelik bir itiyat haline getirdikleri baskıların, tutuklamaların, cinayetlerin, gaspların onların haysiyetlerini kırıp, vicdanlarını kanattığı ve HAMAS'IN tam da bu yüzden yüzyılın birikmiş bir öfkesi olarak ABD-İsrail'e karşı, bunların güçlü ve vahşi olduklarını bile bile isyan ederek, tetiğe tekrar bastığı neden dile daha çok getirilmiyor? Örneğimizi dini terimlere daha çok başvurarak genişletecek olursak: Filistin'de cihat idrakiyle kurumlaşan HAMAS'ın, zikrettiğimiz nedenlerle cihada yeniden karar verdiğini ve bunun da onun için hak olduğu, salt bu nedenle bile harekatında isabet ettiği neden söylenemiyor?
Hatay doğumlu müzisyen Arzu Yuvarlak, 4 Haziran'da hayatının en anlamlı konserinde Mezopotamya ezgilerini seslendirecek. Konserin geliri deprem kurbanlarına gönderilecek.
Diğer alemlerde yaşam var mı? Amerika, diğer ülkeleri sömürmek için nasıl kullanılıyor? Yeryüzündeki oksijen miktarı neden düşürülmeye çalışılıyor? “Uzaylılar tarafından kaçırıldıklarını söyleyen insanlar” doğru mu söylüyor? “Uzaylı” nedir, kime denir? Uzaylılar bizden ne istiyor? Kimler uzaylılarla iletişim kurabilir? “Ay” kimler tarafından üst olarak kullanılıyor? “Dünyanın kontrolü” nereden sağlanıyor? “Ozon tabakası” neden delinmeye çalışılıyor? Âdem Babamızdan önce, yeryüzünde kimler yaşıyordu? “Cinniler” hangi maddeden yaratıldı? Azazel'in (iblis, şeytan) Levh-i Mahfuz'da gördüğü neydi? “Anadolu ve Mezopotamya toprakları” neden bu kadar önemlidir? Bir insanın, başka alemlerdeki varlıklardan çocuğu olabilir mi? Kimler insanlarla birleşip yeni bir ırk oluşturmaya çalışıyor? Cinnilerin kanatları var mı? Uzaylıların maddesel bedenleri var mı? Cinnilerin “dinleri” var mıdır? Piramitler kimler tarafından yapıldı, amacı nedir? “Uzaylıların teknolojileri” bizden ileride mi? “Kendinize göre değil de Rabbimin vereceğine göre isteyin” lafzının açılımı. Dua ederken “hayırlısı” demek neden bu kadar önemlidir? “Mitolojik Tanrılar” nasıl ortaya çıktı? “Reptilianlar, Anunnakiler” hangi ırkları temsil eder? Atalarımızın bıraktığı destanlar, farklı ırktaki varlıklardan nasıl bahsetmiştir? Teknoloji, Nuh Tufanından önce hangi seviyedeydi? “Zülkarneyn Aleyhisselam” kimlerin önüne set çekti? “Yecüc Mecüc” yeryüzüne nereden gelecek? “Dünyanın kıyameti” ile “evrenin kıyameti” aynı anda mı gerçekleşecek? Azrail Aleyhisselam, ne zaman kendi canını kabz edecek? Kabir hayatının yönleri nelerdir? Ahiret hayatına nereden, nasıl geçilecek? “Kara delikler” ve “ölüm” arasında nasıl bir ilişki vardır? “Mahşerde” yaşam var mı? “Ölüm” nedir? Kabir hayatında da ölüm var mı? Kâinat ne zaman yok olacak? Nefsimiz, cennette ne işe yarayacak? Bu ve buna benzer bir çok sorunun cevabını alacağınız ses kaydımızı sonuna kadar dinlemenizi tavsiye ediyoruz. #synergykendiyas #kainat #ölüm #kabir #sıratköprüsü Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
“Mustafa Kaya” kimdir? Bu ilimle nasıl tanıştı? Şeytanı neden tanımalıyız? Şeytandan korkmalı mıyız? “Metafizik saldırılar” sadece saldırıya maruz kalan bireyi mi etkiler? Bu kayıtları neden yapıyoruz, amacımız nedir? “Hizmet yolu” ve “şeytan” arasında nasıl bir ilişki vardır? Neden “cincilikle” suçlanıyoruz? Metafizik saldırılardan korunmak mümkün mü? “Zamanda yolculuk” mümkün mü? “Hastalık tespiti” nasıl yapılır? “Bilen söylemez, söyleyen bilmez” mi? İlim insanı nasıl zehirler? Bizim mükellefiyetimiz nereye kadar? “Kabalacılar” bizden ne istiyor? Gençlerimizi neden kaybediyoruz, ne yapmalıyız? Şeytani hatta kimler bağlanıyor? Neden “cinni” demek yerine “elementer” deniyor? İbadetlerimizi düzgün ve zamanında yapmak neden bu kadar önemlidir? “Sadaka” ve “hastalıklar” arasında nasıl bir ilişki vardır? “İstihare” nedir, neden bu kadar önemlidir? Bu ilim kimlere verilir? Hinduizm'in temeli nereye dayanır? Ledün İlmi neden unutturuldu? “Yıldızname” hak mıdır? Hastalıkların iyileşme süresi ne kadardır? Manevi tedaviyle, ileri seviye kanserin iyileşmesi mümkün mü? Teknolojik icatların ilham kaynağı neresidir? Bu ilmi kendi menfaatimiz için kullanabilir miyiz? “Türbe ziyareti” neden bu kadar önemlidir? Manevi dijital kütüphanede hangi bilgiler var? Doktor tedavisi neden önemlidir? Şeytan, üzerimizde nasıl ruhsat sahibi oluyor? “Soydan sirayet” nasıl gerçekleşir? Kişiler “Kur'an'ı Kerim” okudukları halde neden iyileşemiyor? Tarihi eserlerdeki hayvan figürleri neyi temsil ediyor? İfritler hangi kılıklara bürünebilir? Cinnilerin “dinleri” var mı? “Musallatlar” kişiden nasıl uzaklaştırılır, hangi yöntemlere izin verilmez? “Besmele çekmek” neden bu kadar önemlidir? “Manevi ordular” kimlere yardım etmez? “Hak helalliği” neden bu kadar önemlidir? “Ayetel Kürsi” ve “manevi mahkeme” arasında nasıl bir ilişki vardır? Şeytan, neden imanlarımızın peşinde? Müslümanlar neden özünü kaybetti? Hazreti Kur'an'ın yönleri nelerdir? Müslümanların teknolojiyle ilişkisi nasıl olmalıdır? “Ahit sandığı” hakkındaki rivayetler ne kadar gerçeği yansıtıyor? Yunan Mitolojisindeki Tanrıların çıkış kaynağı neresidir? İnsanların DNA sarmalı ne zaman düşürüldü? Kutsal kitapları, Suhufları kimler, neden değiştirdi? Ayasofya'nın altındaki tüneller nereye uzanıyor? “Mezopotamya” kim tarafından kuruldu? “Ayasofya” neden bu kadar özel? “Suyun hafızası” var mıdır? Sudan nasıl bilgi alınır? Dünyamız kaç yaşında? Cinniler, yeryüzünde ne zaman yaşamaya başladı? Cinnilerin teknolojileri var mı? “Homo Sapiens” türünden geldiğimiz doğru mu? Bu soruların cevabını bulabileceğiniz ses kaydımızı istifadenize sunuyoruz. #synergykendiyas #tarsuskazısı #göbeklitepe #ayasofya Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
Atlantis'in hikâyelerine hoş geldiniz! Bu videoda kadim bir öğreti ve ilim olan Astrolojinin kökenlerine doğru yolculuğa çıkacağız. Tarihçesine değindiğimiz bu yolculukta İlk uygarlıklara rastlanan Mezopotamya'ya gidecek bilgeliğimize derinlik kazandıracağız. Büyük İskenderiye'nin kurduğu kütüphanenin tozlu raflarında Yunan ve Roma medeniyetinin Astroloji'ye olan ilgisini ve mitolojik değerlerine değinirken sarsıcı bir karanlık çağın ardından Astroloji'nin Arap Müslümanların elinde nasıl gelişip, derinleştiğine tanık olacağız. Eğer benimle sohbet etmek ve “Bende buradayım ve seni keyifle dinliyorum” demek isterseniz, sosyal ağ adreslerimden bana ulaşabilirsiniz dostlarım! Youtube: Atlantis'in Hikayeleri Twitter: @astro_tarology Instagram: @astro_tarology Spotify: Mitolojik Hikayelerim --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/mitolojik-hikayeler00/message
Mezopotamya; Fırat ile Dicle nehirleri arasında kalan bölgeye verilen isimdir. Birçok medeniyetin doğuşuna ve yıkılışına ev sahipliği yapmış olan Mezopotamya, bu özelliği sebebiyle medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılmaktadır. Dünya kültürünün ...
Dünyanın en eski uygarlıklarından birisi olarak kabul edilen Sümerler; Mezopotamya'da kurulan uygarlıkların en önemlilerindendir. Kendisinden sonra gelen medeniyetlerin ve dünya kültür tarihinin temeli olarak sayılan merkezi bir imparatorluk yerin...
Sami ırkına mensup olan Asurlular; öne çıkan İlk Çağ Mezopotamya uygarlıklarından bir tanesidir. Zaman içinde sahip oldukları ticaret kolonileriyle sınırlarını genişleten Asurlular nerede kuruldu? Yazıyı Anadolu'ya getiren ilk uygarlık olarak tari...
Akad İmparatorluğu; Sümerlerin zayıflamasının ardından Mezopotamya bölgesini hâkimiyet altına alan büyük bir devlettir. Mezopotamya medeniyetinin gelişmesi ve yerleşmesi adına önemli etkileri olan Akadlar kimdir? Şehir devletlerinden ziyade merke...
Babil İmparatorluğu; Mezopotamya'nın önemli bir şehri olan Babil'in etrafında kurulan ve geniş bir alanda hüküm süren bir devlettir. İlk yıllarında Akadlara bağlı olarak varlıklarını sürdüren Babiller nerede kuruldu? Bin seneden uzun bir süre hükü...
Elamlar; Mezopotamya'nın güneydoğusunda hüküm sürmüş olan önemli bir uygarlıktır. Bölgedeki kentler üzerinde hakimiyet kurarak tarih sahnesinde yerini alan Elamlar kimdir? Mezopotamya'daki Sümer varlığına son vererek tarım alanlarının denetimini e...
İnsan uygarlığı nasıl doğdu? İlk medeniyetler nasıl yükseldi? Pelin Batu ile Sapien Tarihi'nin 5. bölümünün devamında uygarlığın yükselişine Mezopotamya ile devam ediyoruz.
Evliya Çelebi'mizin Anadolulu bir sincabın orman imkânlarından bahsederken; Van'dan İskenderun'a, ya da Erzurum'dan Antalya'ya ve yahut Diyarbakır'dan İstanbul'a gibi sonradan çeşitlendirildiği anlaşılan birkaç rotada hiç toprağa basmadan yol alabileceğini kaydettiği söylenir. Gerçekten ilginç görülebilecek bir tespit ama aslında öyle değil. Her ne kadar Mezopotamya'ya, büyük ihtimalle Şattülarap'a, verilen bir paye olsa da Anadolu tarımın başkenti sayılabilecek kadar belirleyici bir coğrafyadır. Dünyada tarım alanlarının ise ormanlar kesilerek açıldığı bilinir. Gılgamış Destanı'nda askeri bir tehdide muhatap olmamak için pusuya müsait koca ormanların ordu güvenliği için yakıldığı ifade edilir. Nemrut'un, Hz. İbrahim'e kıymak için yaktığı ateşle ilgili rivayetler dikkate alınırsa ya Urfa'daki bütün ağaçlar kesilmiştir yahut da Urfa zaten ormanlık bir yerdir. Buna göre Göbeklitepe, Karahantepe ya kel tepelerdir ya da buraları da Aztek yerleşimleri gibi yemyeşil ormandır. Dünyanın 7 harikasından birisi sayılan İskenderiye Feneri'ni yanar tutmak için Lübnan'ın sembolü olup bayrağına da giren fakat zor bulunan sedir ağaçlarının büyük bölümünün eski Mısır zamanında kesilerek fenerde yakıldığı tespit edilir. Amerika'da tahsilim sırasında şahit olduğum bir diyalogdan bahsetmek isterim; bir ortamda insanlar tanışırken Amerikalı biri diğerine nereli olduğunu sordu; diğeri eski Amerikan başkanlarından birisinin de kökenlerinin geldiği yer olan “Kenya” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Amerikalı kişi rahatsız edici ve rahatsız edici olduğu kadar çarpıcı olan şu tepkiyi verdi; “oo, biz sizin ormanlarınızı kesip kendilerimizinkini koruyoruz, hahaha.” Şöyle ya da böyle dünyanın gelecekte de ihtiyaç duyacağı kaynaklarından birisi, yer açmak, ısınmak, aydınlatmak, mamul üretmek veya ne sebeple olursa olsun tarihten bugüne hızla tüketildi. Endüstriyel kaynakların en gözle görünürü olduğu için ağaçtan örnek verdim. Fakat tıpkısı tüm diğer kaynaklar için işliyor. İnsanlık dünya kaynaklarını, maalesef biraz da israf iştahını tatmin için sömürüyor. Bunu yaparken de dünyayı kirletiyor. Sonuçta elde hem yetersiz hem de elverişsiz bir gezegen kalacak. Üstelik bu sömürü şu geri planla gerçekleştiriliyor; madem dünya bizi öldürecek bir sürü silaha sahip, gerçekte yaşam için elverişsiz bir yer olduğu anlaşılabilir, onu yaşama elverişli hale getiriyoruz. Burada sunduğum okuma orijinal olsa da işte, bu geri planın yanlışlığını dünya artık anladı. Sürdürülebilirlik (dünyanın gelecek nesiller için yeterli ve elverişli olması) etrafında tüm süreçler ve iş dünyası yeniden formatlanmaya başlandı. Bu bağlamdaki gelişmeler iki motivasyondan besleniyor. Birincisi oto-farkındalık ikincisi ise finansal dayatma. Türkiye sıfır atıkta pilot ülke olarak sürdürülebilirlikte önü çekse de işletmelerin farkındalığı yeterli değil gibi geliyor. Bu durumda finansal dayatmayla karşı karşıya kalması beklenebilir. Ben de konuyu bu yüzden gündeme aldım. Dünyada artık işletmelerin karbon ayak izi ve diğer sürdürülebilirlik kriterleri kredi değerliliklerini belirliyor. Finansal kesim çevre duyarlılığı olmayan işletmelere ya kredi vermeyerek ya da daha maliyetli vererek bir disiplin oluşturmaya çalışıyor. Şimdilik belli “ticket size” (kredi projesi büyüklüğü) üzerindeki işlemler için uygulansa da yakında KOBİ'lere kadar bu tutum inecektir. Çünkü sürdürülebilirlik başlığında 2030 ve 2050 karbon emisyonu azaltma ve sıfırlama (net sıfır) için kararlaştırılmış tarihler ve ülkeler adım atmaya başladı. Türkiye de karbon borsasını kurduktan sonra tutumunu daha güçlü belli edecektir.
Tarihin Sümer'de başladığı düşüncesinin aslı astarı nedir? Tapınak Sosyalizmi terimiyle kastedilen Tapınak Stalinizm'i olabilir mi? Çivi yazısı neden gözden düştü? Mezopotamya bir bölge mi yoksa bir kültürel alanı mı kastediyor? Sümerler Türk mü? Şemsiye sözcüğü Sümerce mi Akadça mı? Geri Dönüyoruz'un bu bölümünde Mahir Ünsal Eriş ve Töre Sivrioğlu, yalnızca bir coğrafi bölge değil bir kavram olarak da Mezopotamya'yı konuşuyor.
Tarihin Sümer'de başladığı düşüncesinin aslı astarı nedir? Tapınak Sosyalizmi terimiyle kastedilen Tapınak Stalinizm'i olabilir mi? Çivi yazısı neden gözden düştü? Mezopotamya bir bölge mi yoksa bir kültürel alanı mı kastediyor? Sümerler Türk mü? Şemsiye sözcüğü Sümerce mi Akadça mı? Geri Dönüyoruz'un bu bölümünde Mahir Ünsal Eriş ve Töre Sivrioğlu, yalnızca bir coğrafi bölge değil bir kavram olarak da Mezopotamya'yı konuşuyor.
Şaban Kuzgun'un TDV DİA'ya yazdığı Hanif maddesinden önceki yazımızda yaptığımız alıntıdan sonra şu bilgileri de iletelim: Mendel-hall'in, Hz. İbrahim'in Amurru (Amori ya da Akat) olduğunu, adını aynı dilden (Abraham olarak) aldığını, Babil hanedanının kurucusu Hammurabi'nin büyük babasının, Sumu-abu bir Amori ismini taşıdığını; her büyük Mezopotamya şehir devletinin Amori sanında bir kralının bulunduğunu, İsrail peygamberlerinden Samuel'in adının da asılında Sumu olduğunu zikredişine (Antik İsrail'in İnancı ve Tarihi, Trc.: Pelin Özdoğru, İnsan Yayınları, İstanbul 2016) ve kelimenin ilk kaynağı olan Amarna Tabletleri'nin M.Ö. XIV. yüzyıl ortalarına ait oluşuna bakarak, Hz. İbrahim'in muhtemelen M.Ö. XVI. yüzyılda yaşadığına ve Hanîf kelimesinin ondan iki yüz yıl sonra da tedavülde bulunduğunda hükmedebiliriz. Velev ki, Hz. İbrahim'in dini olarak Hanîflik nitelemesi ondan iki yüz sonra yapılmış da olsa, onun ilk devir Mezopotamya kültürüne dahil olduğu, Hz. İbrahim'in dini olması bakımından Hanifliğin tevhit esasında ayırıcı, sanat planında ise Hz. Adem ile başlayan Nebevî silsilenin devamlılığı bakımından toplayıcı karaktere sahip bulunduğunu ileri sürmek hiç de zor olmasa gerektir. Konunun bu yanıyla Müslümanlar'ın Hanîfleri muvahhit olarak tanımladıklarını; ilgili ilâhî bilgiler gereğince her Müslüman'ın muvahhit olduğunu ancak her muvahhidin Müslüman olmadığını belirtmeliyiz. Delil olarak ise, Bakara Sûresi'nin 62. ayetini verebiliriz. Buna göre Müslümanlar, aynı zamanda Hanîfler olarak, Hz. İbrahim'den Peygamber Efendimiz'e intikal eden tevhit akidesinin ve ona tabi olarak yapılan -İslam şeriatına uygun sanat ve sair- maddi işlerin tamamının tartışmasız olarak mirasçısıdır. Mezkûr üç terimle neyi kastettiğimizi bu şekilde arz ettikten sonra artık ilgili başlığın genel hükmüne göre konuşabiliriz: Sanatı merkeze aldığımız için daha baştan oryantalizmin siyasi-ideolojik-entelektüel tanımına girmeyeceğimizi ifade etmeliyiz. Zira oryantalizm iyi planlanmış bir ideoloji olarak İslam'a mahsus inanışı, bilgiyi, siyaseti, edebiyatı vb. top yekûn kuşatma eylemidir ve sanat bunun sadece bir cüzüdür. Bu nedenle oryantalizmin mahiyeti, işleyişi ve eleştirisi için okurlarımızı Edward Said'in -değerini daha uzun yıllar koruyacağına inandığımız- aynı adlı kitabına yönlendirerek, İslam sanatlarının Batı'da sevilme ve oryantalist faaliyetin içine çekilme nedenlerine bakacağız. Oleg Grabar'ın ilgili tespitlerinden de yararlanarak bunu şu beş başlıkta toplayabiliriz: n Müslüman halkların hayatını, maddi ve manevi değerlerini bizzat yerinde inceleyerek, bu bilgiler yoluyla onları nifaka düşürmek ve dolayısıyla asıl kendi işgallerini kolaylaştırmak, n İşgalde rütbeli askerlerinin, büyükelçi, koleksiyoncu, galerici ve simsarlarının yağmaladıkları nadide eserleri, Avrupa sosyetesine yüksek bedellerle satabilmeleri için İslam sanatlarının farkından, değerinden sözlü ve yazılı -kaydî / bilimsel- olarak söz etmek zorunda kalmaları, n Batılı müze, kütüphane vb. kurumların hırsızlık ve yağma neticesinde sahip oldukları nadide eserlerin ortaya çıkmasını geciktirmek için onları kataloglama yoluna gitmemeleri, bunu yapmışlarsa bile bilgilerini araştırmacılarla paylaşmamaları nedeniyle, kendi içlerinde bilimsel düzeyde İslam sanatlarıyla uğraşmayı seçen ahlak sahiplerini ve sanatçıları daha çok tahrik etmeleri, n Egzotik yerleri görmek, ilginç dilleri keşfetmek için seyahat etmek isteyen bilim ve sanat adamlarının giderek sayıca çoğalması, bunların bir kısmının Müslüman coğrafyada ikamet etmeyi seçmesi.
“İnsan sevilmekten çok, anlaşılmak istiyordu belki de.”George Orwell Bu 14 Mart arifesinde yazmaya karar verdim bu yazıyı. İnsanlık tarihinin en eski mesleklerinden biri olan hekimliğe, 21. yüzyılın dünyasında hangi pencereden bakılıyor? Hekimin toplumdaki rolü nedir, hekim-hasta ilişkisi üzerine modeller ve son yıllarda ülkemizde yapılan bazı çalışmalar ışığında “hasta gözünden hekim” imajına değinmeye çalışacağım. Doktor, Tabip, Hekim, İatro, Atasagun İlk olarak mesleğimizi tanımlayan bu kelimelerin kökenlerine değinelim1. Bu isimler arasında en sık kullanılanlardan biri Latince “docere” kelimesinden köken alan doktor'dur. Docere “öğretmek” anlamına gelmektedir. Tabip ise Arapça kökenli bir kelime olup tıbbı uygulayan kişi anlamına gelir. Hekim kelimesi de yine Arapça kökenli olup; hakem, hakim kelimeleri gibi h,k,m seslerinden köken alır. Daha güçlü bir anlam taşıyan hekim kelimesi, sağlıkla ilgili konularda yargıya varabilen demektir. Bizim kendisine iatrojenik kelimesi içerisinde aşina olduğumuz iatro ise eski Yunanca'da iyileştirici anlamında kullanılmıştır. Günümüzde kullanımını yitirmiş olan atasagun ise Türkçe kökenli bir sözcük olup “çok saygın kişi” anlamına gelmektedir. Tüm bu tanımlamalar hekimin toplumsal rolüne ve yerine de ayna tutmakta, hekimlerin sağlık konularını öğreten, uygulayan, bu konuda son kararı veren ve şifa dağıtan olarak toplumda saygı duyulan bireyler olduğunu göstermektedir. Hekimliğin tarihsel gelişimi Hekimliğin tarihi insanoğlu kadar eskidir. Milattan önceki çağlarda deneme yanılma yöntemi ile insan doğayı tanımış; fizyolojik farklılıklardan kaynaklı erkeklerin daha çok avcı, kadınların daha çok toplayıcı olmasından mütevellit, kadınların tıbbi bilgilerinin daha iyi olduğu düşünülür. Belki de “koca karı ilacı” tanımı da buradan gelir2. Tıp ile ilgili en eski bilgilerin M.Ö. 3000'lerde Sümerliler döneminde yazıldığı gözlenir. Mezopotamya'da hekimlerin büyücülerden sonra en itibarlı ikinci meslek grubu oldukları ve bir prens kadar maaş aldıkları bilinmektedir2. Uygarlık gelişiminin en önemli toplumlarından olan eski Mısır'da, tıbbın en gelişmiş olduğu şehrin totemi yılan olan Teb şehri olması, Arapçadaki “tıp” kelimesinin ve yılan simgesinin kökeninin burası olduğunu düşündürür. Eski uygarlıklarda tıp ve din her zaman iç içe olmuştur. Antik Yunanda otuzdan fazla sağlıkla ilgili tanrı bulunmakla birlikte Asklepios mitolojide hekim olarak adı geçen ilk tanrıdır2. Tıbbın hurafelerden uzak, kanıta dayalı ve profesyonel biçimde ilk ele alınması ise Hipokrat ile başlar. Bu dönemlerde toplumsal sınıflaşma kavramı ile sağlık ve hekime ulaşmak üst sınıfların faydalanabildiği bir ayrıcalık olmuştur3. Orta çağa geldiğimizde bilimin Avrupa'da en karanlık çağıdır diyebiliriz. Feodal toplumlarda sağlık sorunları dini kurumlarca çözülmeye çalışılmıştır. Ancak aynı dönemde İslam dünyasında tıp, İslam tarihinin en parlak dönemini yaşamaktaydı. Batıda kilisenin üstlendiği iyileştirme rolü, veba salgını ile etkisini yitirecekti. Köklü tıp okullarının temelleri de bu dönemde atıldı. Rönesans sonrasında hız kazanan bilimsel gelişimlere, son yüzyılda teknolojinin de katkısıyla, günümüzde tıp muazzam bir noktaya gelmiştir. Tıpta gelişmeler olumlu yönde devam ederken, maalesef ki sağlık hizmetinin sunumu kapitalizmden payını almıştır. Sağlığı her zaman müşterisi olan bir pazar olarak tanımlayan, “kar” odaklı kapitalist düzende, nitelikli sağlık hizmetine ulaşım her geçen gün zorlaşmaktadır3. Yine yeni düzende hekim, hasta ile ilgili tüm süreçlere tek başına karar veren tam hâkimiyet pozisyonundan, sağlık sunumunun bir parçası olan daha edilgen bir pozisyona geçmiştir3. Hekimin 7 temel rolü Hekimin en temel rolü tabi ki hasta bakmak ve iyileştirmektir, ancak hekimin sahip olması gereken roller sadece bu başlığa indirgenemez. Kanada modeli olarak tanımlanan modelle, hekimin merkezi rolünü tanımlayan yan rolleri şu şekilde tanımlanmıştır4:
Mezopotamya ve Mısır dans stillerinden esinlenerek oluşturduğu modern dans programı ile Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde gösteriler yapan Leïla Bederkhan, ilkleri gerçekleştirmiş bir dansçı: İlk Kürt kadın modern dansçı. Kürt kültürünü dünyaya tanıtan ilk Kürt kadın dansçı. Mısır'da Sfenks önünde dans eden ilk modern kadın ve Atlantik'in her iki tarafında da alkışlanan ilk Kürt kadın dansçı. İlk Kürt-Yahudi dansçı. La Scala'da 23 Ocak 1932 tarihinde prömiyeri yapılan ve koreografisi Léonide Massine'e ait, Ottorino Respighi'nin Belkis, Regina di Saba (Saba Melikesi Belkıs) balesinde başrol oynayan dansçı, La Scala'da İstanbul doğumlu ilk kadın sanatçı Leyla Gencer'den önce sahne almıştı.Bir Osmanlı Kürt ailesinden gelip sahneye solo dansçı olarak çıkmak başlı başlına bir devrim. Her koşulda Kürt olduğunu belirten, Kürt kültürünü tanıtan sanatçı, Abdürrezzak Bedirhan ve Romen Yahudisi eşi Osmanlı toprakları dışından gelen ilk kayıtlı diş hekimi Henriette Hornik'in kızı. Ayrıca Abdülhamit ve İttihat Terakki dönemini yaşamış, faili meçhul bir cinayete kurban giden, yönetime başkaldırmış bir babanın ve her şeye rağmen ayakları üstünde durarak örnek olan bir annenin kızı.Avesta'nın yayımladığı üç farklı kitap Leïla adının gün ışığına çıkmasında, yurtdışı yayınlarda da yeniden adının geçmesinde ve Mezopotamya Dans Topluluğu tarafından sahneye taşınmasında etken oldu. Kitabın yazarı Leylâ Safiye'yi Abdullah Keskin moderatörlüğünde evimize konuk ettik. Konumuz tabii ki Leïla Bederkhan'dı.
Barcelona'da 8 – 10 Kasım tarihleri arasında Science and Cooking World Congress, yani Mutfak'ta Bilim Dünya Kongresi düzenlendi. Türkiye'den davet edilen ekipte yer alan Aylin Öney Tan dünyaca ünlü şeflerin katıldığı kongrede “çöven” bitkisi sunumu yaptı, yanında götürdüğü bu bitkiden örnekleri şeflere verdi. Çöven, bizim koz helva, lokum ve bazı şekerlemelerde yumurta akı yerine kullandığımız köpürme özelliği olan bir bitki. Köpüklü lezzetler yaratan İspanyol şeflerin ilgiyle not ettiği çöven, Mezopotamya'da bulunan ve dünyanın en eski yemek tarifi olarak bilinen kil tablette geçiyor. Yale Üniversitesi adıyla kaydedilen bitkinin peşine düşen Harvard'dan uzmanlar, sonunda ancak “sabun” yapımında kullanılan bir bitkiye ulaşmıştı. Oysa, Anadolu'da yetişen bir bitkiydi. Aylin Öney Tan “mutfakta bilim” kongresinden, dünya mutfaklarından notlarını ve çöven hikayelerini anlatıyor, ayrıca Türk ve İspanyol mutfağından benzerliklere dikkat çekiyor, tarifler veriyor.
Barcelona'da 8 – 10 Kasım tarihleri arasında Science and Cooking World Congress, yani Mutfak'ta Bilim Dünya Kongresi düzenlendi. Türkiye'den davet edilen ekipte yer alan Aylin Öney Tan dünyaca ünlü şeflerin katıldığı kongrede “çöven” bitkisi sunumu yaptı, yanında götürdüğü bu bitkiden örnekleri şeflere verdi. Çöven, bizim koz helva, lokum ve bazı şekerlemelerde yumurta akı yerine kullandığımız köpürme özelliği olan bir bitki. Köpüklü lezzetler yaratan İspanyol şeflerin ilgiyle not ettiği çöven, Mezopotamya'da bulunan ve dünyanın en eski yemek tarifi olarak bilinen kil tablette geçiyor. Yale Üniversitesi adıyla kaydedilen bitkinin peşine düşen Harvard'dan uzmanlar, sonunda ancak “sabun” yapımında kullanılan bir bitkiye ulaşmıştı. Oysa, Anadolu'da yetişen bir bitkiydi. Aylin Öney Tan “mutfakta bilim” kongresinden, dünya mutfaklarından notlarını ve çöven hikayelerini anlatıyor, ayrıca Türk ve İspanyol mutfağından benzerliklere dikkat çekiyor, tarifler veriyor.
Mezopotamya'da bulunan, Yale adıyla kaydedilen kil tablette dünyanın en eski yemek tarifi gizli. Öne çıkan, köpürme özelliği olan bir bitki. Harvard'dan araştırmacılar titiz bir çalışma sonunda “sabun” yapımında kullanılan bitkiye ulaştı, ama yemekte kullanılamıyordu. İşte o bitki, Türkiye'de yetişen ve yıllardır koz helva, lokum, şekerleme başta olmak üzere pekçok alanda yumurta akı yerine kullanılan çöven. Barcelona'daki “Mutfakta Bilim” konulu uluslararası kongrede çöven bitkisiyle ilgili sunum yapan, Türkiye'de çöven bitkisini keşfeden, özelliklerini ortaya koyan Türk bilim insanlarını tanıtan Aylin Öney Tan'dan dinleyin.
Mezopotamya'da bulunan, Yale adıyla kaydedilen kil tablette dünyanın en eski yemek tarifi gizli. Öne çıkan, köpürme özelliği olan bir bitki. Harvard'dan araştırmacılar titiz bir çalışma sonunda “sabun” yapımında kullanılan bitkiye ulaştı, ama yemekte kullanılamıyordu. İşte o bitki, Türkiye'de yetişen ve yıllardır koz helva, lokum, şekerleme başta olmak üzere pekçok alanda yumurta akı yerine kullanılan çöven. Barcelona'daki “Mutfakta Bilim” konulu uluslararası kongrede çöven bitkisiyle ilgili sunum yapan, Türkiye'de çöven bitkisini keşfeden, özelliklerini ortaya koyan Türk bilim insanlarını tanıtan Aylin Öney Tan'dan dinleyin.
Üzümün anavatanı Mezopotamya, yaşadığımız topraklar. Burada binlerce yıldır üzüm hasadı şenliklerle, törenlerle, eğlenceyle kutlanıyor. Neler yok ki bu eğlencede? Tanrı Dionisos ve Osiris, Nuh Peygamber, kuyruklu yıldızlar, Ömer Hayyam, Romalılar, Bektaşiler... Eray ve Özgür'ün Elazığ Alpagut Bağları'nı ziyaretiyle başlayan bir bağbozumu hikayesi...
Akdeniz; iklimi, bitki örtüsü, kendisini kuşatan kara parçalarının üzerinde yaşayan insanların kültürel cümbüşü ile hakikâten de yekta bir coğrafya.. Akdeniz'i genellikle, biraz da târihsel tecrübelerin ışığı altında “Mağrip” ve “Maşrık” olarak iki haneli düşünmeye şartlanmışızdır. Dahası, Adriyatik, İyon Denizi, Ege veyâ Adalar Denizi olarak zihnimizde bölmeyi de çok defâ ihmâl etmeyiz. Akdeniz, antik dünyâlarda yapısal olarak iki farklı veçhesiyle tezâhür etti. Canlı bir ticâret hayâtı küçük toplulukları, elde ettikleri zenginlikleri paylaşmaya yanaşmayan bir hırsa itti. Kendi içinde mütemâdiyen rekâbet eden ve çatışan mini sistemler bunu anlatır. Grekler bunun en çarpıcı numunesini teşkil eder. Sayısız site, aynı dil, din, aynı veyâ akraba etnik kökler, hattâ her dört senede bir tertip edilen olimpiyatlarda yükselen Helenlik bilincine rağmen asla bir araya gelmedi. Sürekli savaşıp birbirlerini helâk ettiler. Büyük İskender, ilk defâ “dışarıdan” gelen bir Makedonyalı barbar olarak târif edilse de kıt'a Yunanistan ve Küçük Asya'nın birliğini sağladı. Ama onun hedefleri Asya içlerine ulaşıyordu. Işık Doğu'dan geldiğine göre, yapılması gereken onun kaynağının feth edilmesiydi. Çok saygı duymasına rağmen hocası Aristo'yu dinlemedi. Belki de târihin görmediği bir cesâretle İran üzerinden Asya içlerine büyük, dramatik bir mâcerâya atıldı. Çok zafer kazandı. Ama projesini tamamlayamadan göçtü. Kendisinden sonra gelenler bu ağır coğrafyayı ayakta tutabilecek kudretten yoksundu. Kurduğu birlik iskambil kâğıtlarından oluşan bir kule gibi yıkılıverdi. Tekrar mini sistemler kuruldu.. Taa ki Roma'ya kadar. Romalı fâtihler İskender gibi değildi. Daha gerçekçi düşünüyorlardı. Birleşik bir yapının Akdeniz ve onun hinterlandı ile sınırlı olabileceğini gördüler. Evet, Sasaniler başta olmak üzere İran ile savaştılar. Ama bu “nâfile” savaşlar iki taraf için de bir coğrafî değişim doğurmadı. Roma, Balkanlar, Anadolu, Mezopotamya, Levant bölgesi, Mısır, Kartaca ile ilgilendi. Evet, bugünkü Avrupa'ya da seferler yaptı. Ama Roma'nın bugünkü Fransa, hattâ Britanya'daki varlığı, ağırlıklı olarak güvenlik endişesinden kaynaklanan garnizonlar seviyesindeydi. Roma medeniyetine âit, Perge, Petra, Zeugma, Palmira vb. muhteşem şehirlerin benzerlerini Avrupa'da bulmak mümkün değildir. Ha, Roma şehri diyeceksiniz, onu kadim kökleriyle Akdeniz hânesine yazsak iyi ederiz. Kanaâtimce Roma'nın, Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılması, onun brüt coğrafyasından net coğrafyasına, yâni Doğu Akdeniz'e çekilmesini ifâde eder. Osmanlılar ise çöken Roma'nın yerini aldı. Osmanlılar, Oğuz kökenli Rûmî Türklerdi. Fâtih Sultan Mehmed'i insanlık târihinde büyük kılan Roma'yı çökertmesi değil, tam aksine Müslüman bir ruhla, çok daha medenî temeller üzerinde yeniden inşâ etmesiydi. Kendisini “Kayser-i Rûm” olarak sıfatlaması da buna işâret eder. O büyük bir restoratördü...
instagram.com/yasinacar50 İnstagram hesabımdan beni takip edip destek olabilirsiniz.
Çok farklı dillerde ve farklı türlerde şarkılar söylemesiyle ünlü Kölnlü sanatçı Mehmet Akbaş, yine sahneye çıkacak. Bu seferki konserinde Akbaş, ilk kez dinleyicilerle buluşacak bazı şarkılar için yeni bir Saound da deneyecek. Bu konser ile sanatçı bir ilke daha imza atıyor ve canlı konseri albüm kaydı olarak da kullanıyor. Akbaş, albümünde Anadolu ve Mezopotamya ezgileri, avangart, bel canto, geleneksel halk ezgilerine yer verdiği gibi, ana dili olan Zazaca'nın yanısıra, Kurmanci, Sorani ve Kelhuri gibi yerel diller ile Türkçe'ye de yer veriyor. Audio: Müzisyen Mehmet Akbaş ile söyleşi
Süryanilerin kökenine ilişkin tartışmalar, milliyetçilik akımlarının şiddetlendiği 19. yüzyılda ortaya çıktı. Bugün özellikle diasporada, tarihlerini Asurlulara götürenlerle, ilk Hıristiyan topluluklarından Aramilere götürenler arasında ateşli bir tartışma sürüyor. Asurlular en eski yazılı belgeleri MÖ 2000 yıllarına ait olan Mezopotamyalı bir şehir devleti halkı. Mezopotamya kavimlerinin karışımı olduğu iddia edilen Aramiler ise tarih sahnesine MÖ 1400'lerde çıkmışlar. Tevrat'a göre, Aramiler ile Asurlular Nuh'un oğlu Sam'ın beş oğlundan ikisinin neslinden geliyorlar, ama MÖ 1000'li yıllarda birbirlerine düşman olmuş bu iki kardeş. Aramilerin en azından bir bölümü, 30'lu yıllarda Hıristiyanlığı kabul ederek 38 yılında Antakya Patrikliğini kurdular. Hıristiyanlığı kabul etmeyen Aramilerden ayırt etmek için, bu gruba Süryani denildi. Yani Süryani adı, kökeni Asur veya Arami olan bir halkın dinsel adı. Bu yüzden de bugün Süryani denince akla etnik vurgusuna göre dinsel vurgusu ağır basan etno-dinsel grup geliyor.
29 NİSAN 2021 DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1991 - Bangladeş'te meydana gelen kasırga, en az 138.000 kişinin ölümüne ve 10 milyon kişinin evsiz kalmasına neden oldu. 2011 - Birleşik Krallık'ta Galler Prensi William, Kate Middleton ile evlendi. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1916 - Kut'ül Ammare Kuşatmasında, Halil Kut Paşa komutasındaki 6. Ordu, Irak cephesinde Kut'ül Ammare kasabasında İngiliz Mezopotamya ordusunu teslim aldı. 1920 - TBMM, Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu onayladı. 1939 - Avrupa Güreş Şampiyonası'nda, Türk güreşçileri Yaşar Doğu ve Mustafa Çakmak, 66 ve 87 kilolarda Avrupa ikincisi oldu. 2017 - Türkiye'de Vikipedi'ye erişim engellendi. BUGÜN DOĞANLAR 1892 - Türk romancı Müfide Ferit Tek, doğdu. 1943 - Türk orgeneral ve 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, dünyaya geldi. BUGÜN ÖLENLER 1951 - Kazak direniş lideri (Doğu Türkistan'ın bağımsızlığı için Çinlilere karşı mücadele veren halk kahramanı) Osman Batur, hayatını kaybetti. 1954 - Türk diplomat ve siyasetçi Zekai Apaydın, vefat etti.
Kıyametin kopması, vaadedilmiş topraklar, şeytanın aldatmacası, Yahudilerin saldırması, siyonistler... Yahudilerin nüfusu düşürmek istemeleri, iblis ve askerleri şeytanlar ne yapmak istiyorlar? Güneş tersten doğduğunda , dünyada zulümler bitecek. Neden? Şeytan ; Zebur, Tevrat ve İncil 'i nasıl değiştirtti? Müslümanlar ,Filistin , Mezopotamya, ahit sandığı, vaadedilmiş topraklar ve kabala .... Dünya da neler oluyor? #maneviyat #ayet #allahdostu #kuran #maneviyat #tarikat #ilahiyat #ledün #ledünilmi #ilim #tarikatehli #şeyh #ilmiledün #anlamak #meal #halife #budizm #uydurulmuşdin #şizofren #bipolar, #şizofreni #şirk #musalla #ifrit #manevihat #kendiyas #synergykendiyas #mustafakaya #rab #habil #kabil #tevrat #zebur #musa #kabala #turdağı #davut aleyhisselam #filistin #ayasofyacamii #mescidiaksa #vaadedilmiştoprak #mustafahoca Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ
Aydınlanma düşüncesi ve 1789 Fransız İhtilali’nin yarattığı özgürlük ortamından diğer gruplar gibi Yahudiler de yararlanmıştı. 1799’da Napolyon, Mısır Seferi sırasında Yahudilere Akka’nın dışında bir yerde yerleşim kurma sözü verdi, ancak bölgeden kısa sürede çekilince bunu gerçekleştiremedi. 1840’ta, Kudüs’teki Britanya temsilcisi Lord Palmerston “Britanya İmparatorluğu’nun yüksek çıkarlarını korumak üzere” bir Avrupalı Yahudi Yerleşim Kolonisi kurma fikrini ortaya attı ama arkası gelmedi. Başlangıçta II. Abdülhamid Rusya, Romanya ve Yunanistan gibi ülkelerde zulüm gören ve bu yüzden ülkelerinden kaçmak zorunda kalan Yahudileri sahiplenmiş ve onların ülkenin çeşitli vilayetlerine yerleştirmişti. Fakat bu ailelerin Filistin’e yerleşmeleri istenmiyordu. Bâbıâli’nin ısrarını kırmak üzere 1878’de “Şark Meselesi” başlığıyla bir makale yazan ve makalesinde İngiltere hamiliğinde bir Yahudi Devleti’nin kurulması fikrini atan iş adamı Edward Cazelet, İstanbul’a planını görüşmeye gitti. Ancak yanıt değişmedi. Yahudi göçmenler için Adana, Halep ve Mezopotamya’da geniş topraklar vardı. Ancak Filistin’e göç mümkün değildi! Osmanlı ülkesine hicret edecek Musevilerin hükümet tarafından bir işaret verilmeden kabule aykırı hareket eden memurlar şiddetle cezalandırılacaklardı. Bu arada Yahudiler kendi aralarında “Siyon Aşıkları” adlı bir dernek kurmuşlardı. Böylece Yahudilerin Filistin ve Kudüs’e yerleşmesini amaçlayan Siyonizmin de ilk adımı atılmış oldu.
Kış mevsiminde yeteri kadar yağış alamadıktan sonra baharda da yağmur yağmayan Mezopotamya ovası kuraklıktan adeta kırılıyor. Diyarbakır Yenişehir Ziraat Odası Başkanı Süleyman İskenderoğlu ve Diyarbakır Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Abdülsamet Uçaman, kuraklığa ilişkin Ferit Aslan’ın sorularını yanıtladı. Süleyman İskenderoğlu, “Kuraklığın kapıda olmadığını, kapıyı kırıp içeri girdiğini” söyledi. Abdülsamet Uçaman ise Diyarbakır, Mardin ve Şanlıurfa’da yaşanan ciddi kuraklığa dikkat çekerek bölgede afet ilan edilmesi gerektiğini belirtti.
Ülkemizin sayılı değerlerinden Sümerolog Veysel Donbaz ile, Türkiye'de sümerolog olmak ve Mezepotamya tarihine damgasını vuran tabletler hakkında konuştuk. Röportajın devamı haftaya yayınlanacaktır. İyi seyirler. #sümercetabletler #mezopotamya #sümeroloji Hazırlayanlar: Konuk İletişim ► Hediye Şevval ARTAN Kamera ► Dilan BIYIK Röporter ►Esat Canberk ÖZÇELİK İçerik Hazırlık ► Yavuz AYDIN, Seher Elif MEKİK , Esat Canberk ÖZÇELİK, Hediye Şevval ARTAN Yayın Teknik/Reji ► Gamze ŞAHMAN, Buse KULOĞLU, Arzu AYDIN Sosyal Medya/ İletişim ► Mert ÇIKLA ve Ekibi –––––––––––––––––––––––––––––– İçindekiler ► 00:00 - Açılış 00:12 - Çocukluk Yılları 05:38 - Üniversite ve Gençlik Yılları 23:42 - Günümüzde Sümeroloji Eğitimi 30:00 - Sümerlerde Pandemi ve Tanrılar 37:05 - Kapanış –––––––––––––––––––––––––––––– ► Gelecek Bilimde kanalımızda, bilimin her alanından özgün canlı yayınlar bulabilirsiniz. Fizikten biyolojiye, yapay zekadan psikolojiye, müzik analizinden astronomiye, satrançtan teknoloji haberlerine kadar bir çok içeriği her gün kaçırmamak için kanalımıza abone olun! ► https://youtube.com/gelecekbilimde?su... ► Bize destek olmak için: https://youtube.com/gelecekbilimde/join ► Yayınlarımızı izlemek için: YouTube Kanalı ► https://youtube.com/gelecekbilimde Twitch Kanalı ► https://twitch.tv/gelecekbilimde Podcast ► https://podcast.gelecekbilimde.net ► Bizi takip edin! Twitter ► https://twitter.com/gelecekbilimde Instagram ► https://instagram.com/gelecekbilimde ► Diğer Bağlantılarımız: Gönüllü Olmak İçin ► https://birlikte.gelecekbilimde.net Kaynaklar ► https://bit.ly/gb-kaynak İngilizce Kelimeler ► https://quizlet.com/Gelecek_Bilimde Discord ► https://discord.gelecekbilimde.net Kitaplık ► https://goodreads.com/gelecekbilimde
Asırları Aşan Bir Lezzet Mirası BOZA BOOOOOOOOOOOOOOOOOOOZA! Soğuk kış günlerinde sokaktan gelen bir ses! Eskiden ellerinde güğümlerle gezen boza satıcıları mahalle aralarında dolaşarak nara atmaktaydı. Şimdilerde git gide azalan bu sesi duymasak da, tadı, lezzeti ve besin değeri bakımından geleneksel fermente içecekler arasında boza önemli bir yere sahip. Ayrıca bu benzersiz lezzet, değerbilirliği sağlamak için koruma altına alınan ve Türkiye Ulusal Somut Olmayan Envanter Listesine giren miraslarımız arasında yer alıyor. İçeceklerin mevsimle ilişkilendirilmesinde ezber bozan bir gelenek olan boza, soğuk havalarda soğuk içilen bir içecek olarak karşımıza çıkıyor. Boza kelimesi, Farsça “buze” (darı) kelimesinden geliyor. Yazılı kaynaklarda, kökeninin Anadolu ve Mezopotamya'da yaşamış topluluklara dayandığı belirtiliyor. 16. Yüzyıldan itibaren de Osmanlı Devleti ile birlikte dünyaya yayılıyor. Fermente tahıl bazlı bir içecek olan bozanın yapımında darının yanı sıra mısır, pirinç, buğday gibi tahıllar da kullanılıyor. Tatlı- ekşi mayhoş bir tada ve açık sarı bir renge sahip olan ve doğal maddeler kullanılarak üretilen bozayı yapıldıktan sonra hızlı tüketmek gerekiyor. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
Mitler ve Efsaneler serisinin yeni bölümü yayında !! Bu bölüm bir efsane hakkında konuşan Şimal ve Umut, Mezopotamya mitolojisinin önemli bir kahramanı ve MÖ 2. binyılın sonlarında Akadca yazılan epik şiir Gılgamış Destanı'nın bir tableti hakkında konuştukları bölüm yayında. Öneri ve yorumlarınız için ; denetimsizmikrofon@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. instagram : denetimsizmikrofon Twitter : @dntmsizmikrofon
Kültür Tarih Sohbetleri: Dr. Harun Küçük ile Bilim Tarihi - II Mezopotamya- Yunan by Medyascope
Orta Doğu'nun yani uygarlıkların beşiği Mezopotamya'nın İdeyası Mısır'dı. Sfenx Antik Mısır Ruhu için bir simge olarak görülebilir: Hayvan bedeninden dışarıya bakan insan kafası başlangıçta kendini doğal olandan yükselten, kendini ondan koparan ve daha şimdiden çevresine daha özgürce bakan ama gene de kendini zincirlerinden bütünüyle kurtarmamış olan Ruhu temsil eder. Doğa tanrısallaştırılmaz ama henüz anlaşılmış olması da söz konusu değildir. Mısır ruhunun aradığı şey görkem değil, oyun değil, haz vb. değildir; tersine, onu harekete geçiren şey kendini anlama dürtüsüdür, ve düşüncelerini taşa islemekten başka hiçbir yolu, onlardan başka hiçbir gereç ve zemini yoktur; ama taşa yazdıkları ise bilmeceleri, Hiyerogliflerdir. Ruhun ölümsüz olduğu görüşü onun Doğadan başka birşey olması, ruhun kendi için bağımsız olması demek olmalıdır. Bu kendini insanlara ilkin ölmüşlerin krallığı olarak, Mısırlılara Ölüler Ülkesi olarak sunar. Ansiklopedik Felsefe Şeması http://bit.ly/ansiklopedi Facebook Grubumuz https://www.facebook.com/groups/gercegeyolculuk/ Bu videoyu beğendiyseniz sosyal medyanızda paylaşarak katkıda bulunabilirsiniz. Ayrıca şunlar da ilginizi çekebilir: Tarih https://youtu.be/m3TDh1vgmL4 Doğu https://youtu.be/dJrVW1WEcBQ Mezopotamya https://youtu.be/Xi0bHWqVa3Q Gerçeklik Nedir https://youtu.be/Ll998IISxnE Felsefe Nedir https://youtu.be/PMC7QH9CYD0 Nereden Başlamalı https://youtu.be/yLQ4X5RzTDA Spekülatif Felsefe https://youtu.be/Wbpm7WBKl_o Kaynakça http://bit.ly/felsefikaynakca
Doğu'nun ideyası Mezopotamya'da doğar. Işık, fiziksel ve ruhsal anlamda alındığında, yükselmeyi, doğal olandan özgürlüğü işaret eder. Birlik buna göre ilk kez bir ilkedir. Işık Lama değildir, Brahmanlar değildir, dağ, hayvan, şu ya da bu kısmi varoluş değildir; tersine, duyusal Evrenselliğin kendisidir; yalın sergileniştir. Pers Dini böylece bir puta tapınma değildir, tekil Doğa şeylerine değil, ama Evrenselin kendisine tapınır. Ormuzd Işık krallığının, İyinin Efendisidir: Abriman karanlığın, Kötününki… Bu İkicilik genellikle Doğu düşüncesinin bir eksikliği olarak görülür ve karşıtlıkta mutlak birşey olarak diretilmesi ölçüsünde, ona sıkı sıkıya sarılan hiç kuşkusuz dinsiz anlayıştır… ancak bu karşıtlığın üstesinden gelme yoluyla ruh ikinci kez doğandır. (135) Persler ilk tarihsel Ulus, Pers imparatorluğu geçip gitmiş ilk İmparatorluktur. Batı eğimi üzerinde Persia (Farsistan), daha yukarıda kuzeye doğru Med Diyarı sonra Ermenistan yatar. Buradan güneybatı yönünde Dicle ve Fırat'ın nehir bölgeleri uzanır.- Pers imparatorluğunun öğeleri Zerdüştlerdir — eski Farsiler; ve sonra sözü edilen bölgede Asur, Med ve Babil İmparatorlukları; ama Pers İmparatorluğu bunlardan başka Anadolu'nun bir kısmını, Mısır ve kıyı şeridi ile Suriye'yi kendi içine alır ve böylece Yüksek Bölgeleri, Nehir Ovalarını ve Kıyı Bölgesini kendi içinde birleştirir. Ansiklopedik Felsefe Şeması http://bit.ly/ansiklopedi Facebook Grubumuz https://www.facebook.com/groups/gercegeyolculuk/ Bu videoyu beğendiyseniz sosyal medyanızda paylaşarak katkıda bulunabilirsiniz. Ayrıca şunlar da ilginizi çekebilir: Tarih Nedir https://youtu.be/m3TDh1vgmL4 Doğu Medeniyetleri https://youtu.be/dJrVW1WEcBQ Hint Uygarlığı https://youtu.be/XcihHON-SmY Gerçeklik Nedir https://youtu.be/Ll998IISxnE Felsefe Nedir https://youtu.be/PMC7QH9CYD0 Nereden Başlamalı https://youtu.be/yLQ4X5RzTDA Spekülatif Felsefe https://youtu.be/Wbpm7WBKl_o Kaynakça http://bit.ly/felsefikaynakca
Eğer destekte bulunmak istiyorsanız, lütfen Patreon sayfamı ziyaret edin, link - https://www.patreon.com/amanov" Bu bölümde kısaca sanat nedir, ne zaman ortaya çıkmıştır, Mısır ve Mezopotamya'da ne gibi örnekleri vardır, ve s. konularında konuştum. Bu podcast'de Mısır piramitleri, ikonografya, Mastabalar, Theben Nekropolundaki yer altı mezarları, Nefertari mezarı, Sümer ve Asur eserleri, Ziggurat mimarisi, Babil Kulesi ve s. konuları yer almaktadır. Art of ancient Egypt and Mesopotamia Kaynak: "Kısa Sanat Tarihi" Hazırlayan: Tuğrul Kurt Danışman: Prof. Dr. Kürşad Demirci Seslendiren: Amanov Shamsaddin --- Send in a voice message: https://anchor.fm/amanov-shamsaddin/message
Ugarit’!in en büyük tanrısı El diğer tanrılarda görülen aktif mücadeleyi sevmez, pasif sükûneti tercih eder. Salim’dir, Selim’dir. Fakat her şeyi taşıyan, idare eden odur. Tüm Tanrıların varlığı da ona bağlıdır. O, değişen dünyadan sonra gelen kutsal dünyadır. Tüm tanrılar içinde hükümdarlık unvanı sadece El için kullanılır. Ezeli hükümdar odur. El bu hükümdarlığını Baal gibi sonradan kazanmış değildir. Ebedî hâkimdir. El, Yaratıcılığın ifadesi Boğa ile sembolize ediliyordu. El bütün insanların yaratılmışların hakimidir, yaratıcısıdır. Bunun için ona insanlığın atası, yaratılmışların yaratıcısı da denir. Tanrılar meclisindeki tüm ilahların atası sayılır. Yaratanların en güzeli… Enok’un Kitabı’nda da tüm İlahi varlıklar Tanrı oğulları olarak geçer, bunun orijinali “Beni Elohim”.Ugarit metinlerde El açıkça tüm ilâhların üstünde ve ilâhlar meclisinin başında görülür. Diğer ilahlar ona gelir, önünde secde eder ve yüceltirler.Kenâniler, ya da tüm Levant bölgesinde, "El" ya da "İl", Ra’s Şamra yani Suriye’de bulunan tabletlere göre tanrıça Aşera’nın kocasıydı. Evet, Tanrı El’in karısı Ugarit metinlere göre Asirat’tır. Bu tanrıça Hitit rivayetlerinde Elkunirşas’ın karısı Aşertu’dur. Kelime Arapçaya aşara olarak geçmiştir. (on) sözcüğünün anlamı muhtemelen “grup, deste, on parmaktan oluşan birim” olarak buradan alınmıştı.Aşera Mezopotamya’da Amurru’un karısı olarak geçer. Genellikle bütün tanrıların annesi olarak tanımlanır. Diğer tanrılardan Asirat oğulları olarak bahsedilir. Ve Aşera, El’in karısı olarak, onların dilinde Ellat ismiyle anılır. El emri verir tüm aşiret uygular.Video anlatım içinhttps://www.youtube.com/watch?v=M2vO73xSRdk
Ömer Faik Anlı ve Tansel Erdem Yılmaz'ın ses verdiği Hayatın Denklemlerinde Bilim Teorisi, Gayrisafi Fikirler'in 2. bölümünde "Bilim Ne Zaman Başladı?" konusunu konuştuk.Bölümden Başlıklar:-Başlangıç izi sürülen bilimsel yöntem hangisi, başlı başına bir ilerleme mi yoksa sadece yardımcı niteliğiyle bir bilgi birikimi mi?-Bilimin tarihsel olarak kırılımlarından biri, Mısır ve Mezopotamya bilimi neden "modern" bilim sınırları içinde değildir?-Bilimsel yöntemin başlangıcını aramak beyhude bir çaba mıdır? Bilim icat etmediğimiz fakat insanlığın serüveni boyunca sadece yardım aldığı bir yöntem olabilir mi?
Ejderhalar Nefesinde Ateş Var! Bu haftaki lezzetli sohbetimizin başlığı,Korku ve Fantastik dünyalarının en kadim ve gizemli devleri, Ejderhalar. Tarihte ve edebiyattaki izlerini özenle inceleyip sizlere Gerisi Hikaye filtresinden sunmaya çalıştığımız, korkunun bu görkemli canavarları nereden çıkmış ve anlatı evreninde nasıl bir yol kat etmiştir gelin beraber bakalım. Çin, Orta Asya, Mezopotamya, İskitler ve Anadolu derken […] The post Ejderhalar – s02e012 – Gerisi Hikaye appeared first on Gerisi Hikaye Korku Konuşmaları.
KOKU'da bu hafta: Enkidu ile fahise Sambat'in sevismesi kac saat surdu? 1? 5? 24? 2 gun? 3 gun? 4 gun?; Mezopotamya ne demektir? Yilanlar koku alir mi?; Sedir agaci Mezopotamya'da neden onemliydi?; Muraqqitu nedir/veya kimdir?; Babil, Asur ve Sumer'lerde parfum yapim teknikleri; Mezopotamya uygarliklarinda parfum lojiistik zincirinin isleyisi; Utanapishtim'in tufani, Enkiduânun cennetten kovulmasi...Hoop, ne oluyoruz yahu??; Katran nedir?; Mezopotamya'da neden herkes vucuduna yag surerdi?