POPULARITY
makromusic kurucu ortağı ve CEO'su Ataberk Özaydın'ı ağırladık. Kendisinden makromusic'in hikayesini ilk günden bugüne edindiği tüm tecrübeleri, 15 milyon dolar değerleme ile aldıkları son yatırımla birlikte neler yapacaklarını ve gelecek hedeflerini dinledik.
Herkes bizim unutacağımızı düşünüyor. Boykotun birlikte gerektirdiğini ve bizim bu birliğe sahip olmadığımızı düşünüyorlar. Sesini çıkarmayan Infuencer'dan sanatçılara, gazetecilerden markalara ve şirket sahiplerine herkes 3 güne unutulacağına inanıyor. Oysa öyle olacak mı?Patreon'dan destek olmak için: https://www.patreon.com/c/meraklistesi(0:20) Bir inceleme bile şirket batırabiliyor(1:30) Unutacağımızı sanıyorlar, buna güveniyorlar(3:50) Patiswiss i hatırlar mısın?(4:30) Influencer ve ünlülerin sessizliği(6:10) Boykot'a uğradığımızın farkında mısın?(7:20) Vicdanı sızlamayanlar(8:30) Markalar ses çıkardı diye çalışmayacak mı, paylaşsın o markayı!(10:40) Niyans'a kulak verelim(12:30) Daha kötü olabiliriz, yalnız bırakırsak!(14:30) Kendisinden olmayandan alışveriş yapmıyorlar(15:40) Her markanın, kişinin alternatifi var(17:20) Sevgili seçerken de vicdan önemli
Zekât, beş çeşit malda vaciptir. Bunlar; 1. Saime hayvanlar (koyun, keçi, sığır ve deve) 2. Altın ve Gümüş 3. Ticaret Malları 4. Maden ve Defineler 5. Ekinler ve Meyveler Hanefî fakihlerine göre; mal: İnsan tabiatının meylettiği ve ihtiyaç esnasında kullanılması için biriktirilmesi mümkün olan nesnedir. Velev ki şarap ve hınzır gibi mubâh olmasın. Bir nesnenin mal kâbul edilmesi insanların tamamının veya bir kısmının onu mal olarak kullanmasıyla olur. Semavi dinlerden herhangi birinin değer verdiği nesne mal kâbul edilir. Semavi hiç bir dinin mal olduğunu onaylamadığı bir nesneyi Mecusi ve benzeri semavi olmayan bir topluluk mal kâbul etse de mal olmaz. Bu ifadeye göre bir nesnenin mal kâbul edilmesi için iki şey gereklidir. 1. İnsan tabiatının o nesneye meyletmesi. 2. İhtiyaç esnasında kullanmak için biriktirilebilmesi. Buna göre, kişinin bevli gibi insan tabiatının meyletmediği şeyler biriktirilebilse dahi mal sayılmazlar. Fakat tarlalarda ekin için kullanılan hayvan gübresi maldır. Zira insan tabiatının meyletmesi ile kastedilen; faydalanmak için bir nesneye malik olmayı istemektir. Kendisinden faydalanılması ve biriktirilmesi mümkün olan her şeye “mal” denir. Bir şeyde iki özellik ağır basmadıkça ona mal denmez: Biriktirilme ve mutad bir şekilde faydalanma imkânı. Şafiî, Mâliki ve Hanbelîlere göre, menfaat sağlayan bütün varlıklar maldır. Onlara göre, malın mal olması için, bizâtihi biriktirilir olması gerekli değildir. Belki aslı ve kaynağı bakımından biriktirilme imkânının bulunması kâfidir. (Suâlli Cevaplı İslâm Fıkhı,c.3,s.221-223)
1 Aralık 1946 Pazar günü, 18 yaşındaki Paula Jean Weldon, Vermont - Bennington College'daki işini bitirdi. Yatakhanedeki odasına döndü, kıyafetlerini değiştirdi ve oda arkadaşına uzun bir yürüyüşe çıkacağını söyledi. Kendisinden bir daha haber alınamadı. Tuhaf olan şu ki, aynı bölgede pek çok kişi kaybolmuştu. Bennington Üçgeni'nin gizemi neydi?
1 Aralık 1946 Pazar günü, 18 yaşındaki Paula Jean Weldon, Vermont - Bennington College'daki işini bitirdi. Yatakhanedeki odasına döndü, kıyafetlerini değiştirdi ve oda arkadaşına uzun bir yürüyüşe çıkacağını söyledi. Kendisinden bir daha haber alınamadı. Tuhaf olan şu ki, aynı bölgede pek çok kişi kaybolmuştu. Bennington Üçgeni'nin gizemi neydi?
Fahr-i Âlem (s.a.v.)'in dört müezzini vardı. Bunlar Bilâl-i Habeşî, İbn- Ümmü Mektûm Kureşî, Ebû Mahzûre Semure ve Sa'dü'l-Karaz (r.a.e.)'dir. Hz. Bilâl-i Habeşî (r.a.) ilk müslüman olanlardan biridir. Köle iken İslâm olduğunu açıklayıp müşriklerin ezâ ve cefâlarına tahammül ederken, Hz. Ebû Bekir (r.a.) tarafından satın alınarak, Allâh (c.c.) rızası için azâd edilmişti. Sonra da Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hizmetine devam etti. İlk olarak ezân okuyan ve kâmet getiren odur. İbn-i Ümmü Mektûm (r.a.), Hz. Hatice (r.anhâ)'nın dayısının oğludur. Bilâl-i Habeşî (r.a.) teheccüde kalkanları uyandırmak için fecir vaktinden evvel ezan okuduktan sonra İbn-i Ummu Mektûm (r.a.) de, sabah namazının kılınacağı zaman gelince ezân okurdu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)bir yere giderken, Bilâl-i Habeşî (r.a.) de kendisi ile birlikte gittiği için İbn Ümmü Mektûm (r.a.) mescidde kalırdı. Birkaç defa Hz. Peygamber (s.a.v.) onu Medine'de kaymakam bıraktı. Ebû Mahzure (r.a.), sesi güzel olduğu için pek tesirli ezân okurdu. Resûlullâh (s.a.v.), fetihten sonra onu Mekke'ye müezzin tayin etti. Soyu tükeninceye kadar evlât ve torunları müezzinlik vazifesini yapmış ve bu süre Harun Reşid zamanına kadar devam etmiştir. Sa'dü'l-Karaz (r.a.), Ammar bin Yasir (r.a)'in kölesiydi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) onu Kuba'ya müezzin tayin etmişti. Bilâl-i Habeşi (r.a.) ayrıldıktan sonra Sa'd (r.a.), Medine-i Münevvere'ye Mescid-i Şerif müezzinliğine tayin edildi. Kendisinden sonra evlâdı da uzun zaman mescidde müezzinlik etmişlerdir. (Ahmet Cevdet Paşa, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, s.329-330)
Bâbıâli'nin en renkli şahsiyetlerinden, kalemi son derece işlek fıkra muharrirlerinden biri de, Refi Cevad Ulunay'dı. Onun Milliyet gazetesinde “Takvimden Bir Yaprak” başlığıyla yayımladığı günlük yazıları ben de daha lise yıllarımda büyük bir zevkle okuyordum. Adı geçen gazeteyi de zaten onun için alıyordum. Böyle benim gibi daha başka tiryaki okuyucularının olduğunu da ayrıca biliyordum. Mesela bunlardan biri de kültür dünyamızın önemli isimlerinden merhum Nezih Uzel'di. Kendisinden bu kıdemli gazetecimizle ilgili epeyce hatıra dinlemiştim. Nezih Bey, bunlardan bir kısmını Mehmet Şevket Eygi'nin sahibi olduğu “Yeni Gazete”de ve daha başka yayın organlarında neşretti.
*62 CUM‘A SÛRESİ N110 M062 MEALİ Medine'de nâzil olmuştur. On bir âyettir. Temiz toplumun meydana gelmesi için toplumun Kur'ân eğitiminden geçmesi gerektiği vurgulanır. Yalnız öğretim görenler, öğrendiğiyle amel etmeyenler, sırtında kitap taşıyan eşeğe benzetilmiştir. Cuma namazı ezanıyla birlikte namaza gitmemiz emredilir. Rızk için çalışmamız öğütlenir. Ticaretimizin ibadetimize engel olmaması gerektiği anlatılır. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Göklerde ve yerde olanlar, her şeyin sahibi, tertemiz, her şeye galip ve hakim olan Allah'ı tesbih ederler. 2 O, ümmiler içinde kendilerinden olan ve onlara (Allah'ın) âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten Peygamberi gönderendir. Halbuki onlar bundan önce açık bir sapıklığın içindeydiler. 3 Onlardan henüz kendilerine katılmamış olan diğerlerine de (Kıyamete kadar gelecek bütün insanlara Rasül olarak gönderilmiştir.) O, her şeye gücü yeten, hikmetle hükmedendir. 4 Bu, Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. 5 Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların (amel etmeyenlerin) durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah zalimler topluluğunu hidâyete erdirmez. 6 De ki: "Ey Yahudiler, eğer siz insanlardan ayrı olarak Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız ve eğer doğru iseniz hemen ölümü isteyiniz.” 7 Elleriyle takdim ettikleri (kötülükleri) sebebiyle onu (ölümü) asla istemezler. Allah zalimleri bilir. 8 De ki: "Kendisinden kaçtığınız ölüm size mutlaka ulaşacaktır. Sonra gizliyi ve açığı bilene döndürüldüğünüzde O, size yaptıklarınızı haber verecektir." 9 Ey iman edenler, Cuma günü namaz için çağrıldığınızda hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır. 10 Namaz kılındığı zaman yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (rızkından) arayın. Allah'ı çok zikredin ki, kurtuluşa erebilesiniz. 11 Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde hemen ona fırladılar ve seni ayaküstü bıraktılar. De ki: "Allah katındakiler, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızk verenlerin en hayırlısıdır.” https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/cuma-suresi-tefsiri
7 Haziran 2019 sabahı, 23 yaşındaki üniversite öğrencisi MacKenzie Lueck, Kaliforniyadan Salt Lake City'e gitmek üzere yola çıktı. Uçağı 1:35 civarı Utah'a inmişti. Kısa bir süre valizini bekledikten sonra havaalanından ayrıldı. Dışarıda kendisini bekleyen bir arabaya binip oradan uzaklaştı. Güvenlik kameralarına yansıyan bu anlar, MacKenzie Lueck'in son görüntüleriydi. Kendisinden bir daha haber alınamadı. Peki ona ne olmuştu?Sunan: Sezgi AksuHazırlayan: Sezgi Aksu, Hazal Beril ÇamSes Tasarımı ve Kurgu: Tolgacan BozcaYapımcı: Podbee MediaCanlandıranlar:Ayoola Ajayi: Metin BozkurtPolis: Tolgacan BozcaAshley Fine: Hazal Beril ÇamHeath Canada: Aykut Yüksel------- Podbee Sunar ------- Bu podcast, Garanti BBVA Mobil hakkında reklam içerir. Sen de hemen aşağıdaki linkten Garanti BBVA Mobil uygulamasını indir, GENC2024 promosyon koduyla sana özel fırsatlardan hemen faydalan, 8 bin TL'ye varan ödülü kap. Garanti BBVA Mobil'i indirin. Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir. Hiwell'in klinik psikologlarıyla ücretsiz tanışma görüşmeleri yapmak ve terapi seanslarınızda pod10 koduyla %10 indirimden faydalanmak için Hiwell'i indirin. See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Kendi kilisesinin vaizi Gary Heidnik dışarıdan oldukça mülayim ve dindar bir insan gibi görünse gerçekte tam bir manyaktı. Kendisinden güçsüz gördüğü kadınlara eziyet etmekten zevk alan Gary, sonunda içindeki iğrenç dürtülere yenik düştü ve şeytani planını uygulamaya başladı. Kaçırdığı 6 kadını evinin bodrumuna açtığı devasa bir çukurun içine zincirleyen Gary, zavallı kadınlara yapmadığını bırakmayacaktı. Peki bu 6 kadın bu cehennem çukurundan kurtulmayı başarabilecek miydi?Sunan: Sezgi AksuHazırlayan: Kevser Yağcı BiçiciSes Tasarımı ve Kurgu: Tolgacan BozcaYapımcı: Podbee MediaCanlandıranlar:Sandra: Şevval BalkanJosephina: Hazal Beril ÇamBaba: Metin BozkurtGary Heidnik: Kadir Can Değer------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir. Hiwell'in klinik psikologlarıyla ücretsiz tanışma görüşmeleri yapmak ve terapi seanslarınızda pod10 koduyla %10 indirimden faydalanmak için linkten Hiwell indirin. Bu podcast, ON Dijital Bankacılık hakkında reklam içerir. ON Dijital Bankacılık ile her zaman avantajlı faiz oranları ve farklı bir çok avantaj seni bekliyor! Hemen tıkla, "ONBEE" kodunu davet kodu alanına girerek ON'lu ol, rahat bankacılığın avantajlarla dolu dünyasıyla tanış!See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Herkese merhaba,
Ne Gezdin Be ! podcast serimizin 9uncu bölümü , konuğum Ablam Ece Gökdeniz Instagram'da size kapı vizesi ile birçok şey anlatıldı. Kendisinden en yalın haliyle tecrübelerini dinliyoruz. Şimdi koltuklarınızı dik konuma getirin, emniyet kemerlerinizi bağlayın ve podcastin tadını çıkarmaya bakın :)
Rum bir arkadaşım, “Benim hangi iltifatla büyüdüğümü biliyor musun?” diye sormuştu. “En entelektüel arkadaşlarımın, ‘Ben Rumlarla büyüdüm' demesiyle…” (Rumları senden iyi tanırım iç sesiyle). Ben de ona, “Benim teyzem de başını örterdi ama...” iltifatına hayli mazhar olduğumu söylemiştim. (Sadece yaşlı kadınların başörtülerinin mazur görüldüğü iç sesiyle...) Kendisinden olmayanı onaylanmak için nasıl olması gerektiğini öğütleyen ifade biçimlerinin içinde mizah taşıdığını düşünmüşümdür hep. Hayatımda hiç seküler birine nasıl seküler olması gerektiğini söylemedim. O, seçtiği yolu zaten benden iyi biliyordur diye düşünürüm. Fakat bizim kaderimiz mi böyle, yoksa kimliğimizi yeterince ifade edemiyor muyuz bilmiyorum ama daima bizim seçtiğimiz yoldan gitmeyenlerin bize nasıl inanmamız gerektiğini öğretmelerine muhatap olmuşuzdur. Ertuğrul Özkök; Sibel Eraslan ve benim yazılarımızla ilgili yazdığı yazıda onlardan biri olmaya devam ettiğini gösterdi. Ertuğrul Özkök bu ülkenin yakın tarihinde “başbakan seçebilecek” kadar büyük bir gücün sahibi olarak tanınır. Gerçekte öyle değildiyse bile en azından bu algının yerleşmesine bizzat kendisi yardımcı olmuştur. İyi bir örnek verebilirim; 1998 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bir gazeteci grubuyla yurt dışına çıkmıştı. Seyahat boyunca Ertuğrul Özkök'ün fotoğrafları her zamanki gibi Cumhurbaşkanı'ndan çok daha fazla ilgi çekmişti. Heyet döndüğünde Yeni Yüzyıl gazetesinin manşeti şöyleydi: “Ertuğrul Özkök yurda döndü.” Zamanın Başbakanı Tansu Çiller istediği için bıyığını kesen ve aynı zamanda Tansu Çiller istemediği halde mayolu fotoğraflarını yayınlayan şakacı birinden söz ediyoruz. Tıpkı Ertuğrul Özkök gibi ben de zaman zaman çeşitli sorular sorarım kendime? Ahmet Kaya yaşıyor olsaydı ve zaman zaman Kürt şarkıcılara ilgisini yazan bugünkü Ertuğrul Özkök'ü görseydi, ona ne sorardı? Özkök hiçbir şeye kızmaz, kin tutmaz, yeni şartlara kolayca uyum gösterir. Ve her zaman iyi yerler edinir. İktidar değiştiğinde AK Parti Genel Merkezi'nin önünde Erdoğan tarafından kabul edilebilmek için gece çok geç saatlere kadar usanmadan beklediğini hatırlarım. Bu arada Özkök'ün yazısında en hoşlandığım bölüm, kuşkusuz Eraslan'ı ve beni kahraman bulduğu satırlardı. Bizi kahraman olarak tanımladığı için değil, bu takdirden hiç haberimiz olmadığı için… Çünkü sözünü ettiği dönemde Özkök'ün değil bizi kahraman bulmak, bir insan hakları mücadelesi verdiğimizi düşündüğünden bile haberimiz yoktu. Zamanın ruhuna uyarak, bu düşüncesini kamuoyundan titizlikle saklamıştı. Çok merak ediyorum; acaba AK Parti bu kadar güçlü bir iktidar olmasaydı yine aynı iltifatlara mazhar olacak mıydık?
Talha b. Ubeydullah, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in kabilesi olan Temimoğulları kabilesindendir. Talha kelimesinin sözlük anlamı kerem sahibi olmaktır. Talha b. Ubeydullah (r.a.) o kadar ikrâm etmekle meşhur olmuştu ki ikrâm etmek mânâsına olan “Talha” kendisine ad ve lakap olmuştur. Kubeysa b. Câbir (r.a.) onun keremi hakkında şöyle diyor: “Talha b. Ubeydullah ile bir süre beraber oldum. Kendisinden istekte bulunulmadığı halde Talha'dan başka bol bol veren bir başkasını görmedim.” Fakir bir adam, Hz. Talha (r.a.)'e gelerek akrabası olduğunu söyledi. Talha (r.a.) ona şöyle dedi: “Senden önce böyle bir akrabalıktan söz eden olmadı. Ben böyle bir akrabalık bilmiyorum. Bununla beraber bir arazim var. Hz. Osman (r.a.) bu araziye fiyat olarak 300.000 dirhem verdi. Dilersen araziyi al; dilersen Hz. Osman (r.a.)'a git parasını al.” Bir keresinde Hz. Talha çok değerli bir pelerin giymişti. Talha (r.a.) bir an için pelerinini çıkararak yanı başına koymuştu. Bir adam yerinden fırlayarak pelerini kaptığı gibi gitti. Bazı kimseler adamın peşine düşerek pelerini getirdiler. Fakat Talha (r.a.) adama pelerini hediye ederek şöyle dedi: “Bir kimse benden bir şey umar da ben o adamın ümidini boşa çıkarırsam Râbbimin huzurunda utanırım.” Hz. Talha, Temimoğulları'ndan kim varsa, hepsinin ihtiyacını karşılardı. Bu kabilenin dullarını evlendirir, borçlarını öder, ihtiyaçlarını giderirdi. Talha (r.a.) bir keresinde ihtiyaç duymadığı bir arazisini satmıştı. Arazi karşılığında aldığı para gerçekten çok bir para idi. Bunun üzerine: “Bir adam yanında bu para dururken geceler, lâkin başına Allâh (c.c.)'dan ne geleceğini bilmez. Böyle bir adam, ahmaktır” diyerek muhtaçlara bu parayı dağıtmaya başladı. Gece yarısı olduğu zaman Hz. Talha (r.a.)'in elinde bu paradan bir şey kalmadı. (Muhammed Mütevelli Şaravî, Cennetle Müjdelenen On Sahâbî, s.138-139)
Ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadele programı kapsamında uygulamaya aldığı "Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi" Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından açıklandı. Kayda Değer'de bugün "itiraf" niteliğindeki paketin detaylarını konuşacağız. Şimşek'in tasarruf paketi lükse son verir mi? Şimşek'in açıkladığı paket tasarruf getirir mi? Tasarruf dönemine geçiş mümkün mü? Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ve Prof. Dr. Aziz Konukman ile konuşacağız. Bir diğer konumuz ise Soma. Bugün Soma maden katliamının 10. yılı. CHP lideri Özgür Özel, kurmaylarıyla bütün gün Soma'da. Edanur Tanış, tüm gün Soma'da gelişmeleri takip edecek. Kendisinden gün boyu yaşananları dinleyeceğiz. Ben Senem. Gelin, bugünkü yayını birlikte yapalım. Görüşleriniz bizim için çok önemli! Editör: Aliye Altınışık 00:00 Bugün gündemde neler var? 04:09 İktidarın kamuda tasarruf paketinde neler var? 11:18 Soma faciasının 10. yılı & Özgür Özel Soma'da 13:46 Edanur Tanış Soma'dan aktarıyor 20:03 Hayri Kozanoğlu'nun tasarruf paketine ilişkin yorumları 35:54 Aziz Konukman tasarruf paketine dair ne düşünüyor? 52:24 Barçın Yinanç'ın kulis bilgisi - Erdoğan Paris'e "küçük heyet" yüzünden gitmeyecek 55:09 Ayşegül Karagöz'ün İmamoğlu izlenimleri 58:14 Kapanış
Herkese selamlar
“Kaderin işi çeşit çeşittir. Kimini düzünden kimini tersinden işlese de netice değişmez” denilmiştir ve doğru denilmiştir. Genç çömlekçinin işini her zamankinden iki, hatta üç kat hızlı yapıyor olmasından huzursuz olan ustası ve babası “Emir, daha yapacak dört tane çömleğin var. Ne kadar uğraşırsan uğraş o güreşe yetişmen zor” der ve ekler: “Hem zaten ne anlıyorsun şu güreşten anlamıyorum. Buharalıların çoğu burun kıvırıyor güreşe. Hem sana da hiç yakıştıramıyorlar. Efendimiz (s.a.v)'in soyundan gelen bu delikanlı niçin malayaniyle, boş işle meşgul oluyor ki diye soruyorlar.” Emir, çömlek yapım hızını hiç değiştirmeden cevaplar soruyu: “Büyük dedem bunca sevdikten sonra Buharalılara ne ki benim güreşmemden? Hem sen merak etme. Çömlekler vaktinde bitecek Allah'ın izniyle. Ben de Suhar'dan Buhara'ya bir şekilde yetişeceğim.” Çömlekçide bunlar olurken, Buhara'ya yakın sayılabilecek bir köyde ismi Muhammed olan bir avcı “kuşanın, ava çıkıyoruz” diye emir buyurur huzurundaki gençlere. Henüz yolda olmanın önemini pek kavrayamayan gençlerden biri, yanındaki arkadaşının göyneğini hafif çekiştirerek “av mı?” diye sorar, “av nedir yahu? Asker olmak istesem orduya yazılırdım?” Emir yetişir tabii ki Buhara'ya. Kendisinden hem yaşça hem de cüsse bakımından büyük olan bir pehlivanın karşısına çıkar o gün. İşin burasını şöyle hayal ettim ben hep. Meydana çıktığında Emir, kendisine güreş öğreten hocasının sözlerini getirmiştir hatırına. Peşrevi biraz uzun tutarken rakibinin açıklarını araştırmıştır. Ayağında, belinde, ensesinde, kollarında bir boşluk aramış, hırtadak tek dalsa bu ağır rakibi devirip deviremeyeceğini, hızla şaşırtıp ayı kilidi vursa künde atıp atamayacağını düşünmüştür. Altta kalırsa yerinmemeyi, üste çıkarsa sevinmemeyi öğretmiştir ona hocası. Asıl olanın oyunu doğru düzgün, hilesiz hurdasız oynamak olduğunu belletmiştir. O bakımdan Emir, daha o yaşında yenmenin de yenilmenin de önemsizliğini kavramış, oyunu oynamanın derdiyle dertlenmenin dertlerin en güzeli olduğuna ikna etmiştir kendini. Rakibi iyi başlamıştır güreşe. Gücünü kullanıp Emir'i sert bir hareketle belinden kavramış, bir çuval kaldırır gibi kaldırmış, fakat Emir öğrendiği en önemli hamlelerden birini yaparak kollarını rakibinin kilidinin arasına sokup kurtulmayı başarmıştır. Nefes nefese süren müsabaka Emir, galibiyetin pek de mümkün olmadığını fark edip “olacaksa öyle olsun” diyerek iki adım geriye çekilir. Rakibi bu geri çekilmeyi fırsata dönüştürüp biraz da temkinsizce hücum edince Emir, bütün esnekliğiyle rakibinin bacaklarına çift dalıp dağ gibi adamı yıkar meydana. Buharalıların hayhuyu, tezahüratı arasında sırtını yere serer rakibinin. Güreş bittikten sonra Emir'in yanına kendisine pek de yakıştıramadığı belli olan bir avcı kisvesiyle biri yanaşır. Emir'e ilerdeki tepeyi gösterip “bir büyük avcının yareniyim. Avcı der ki ‘Emir bizim avımız olmak isterse Semmas'a gelsin. Okunu da yanında getirsin, bizi yormasın.”
“Sayın Başhekimim, bana yardımcı olmak zorundasınız. Ailemizin acısı büyük. Hastanenizdeki bir doktor hatası yüzünden ailemiz perişan. Kendisinden şikâyetçiyim. Siz benim şikâyet dilekçemi ciddiyetle takip etmezseniz emin olunuz ki hakkımı en üst mercilere kadar taşıyacağım. Müge Anlı mı? Elbette, neden olmasın. Neticede Türkiye'deki pek çok hasta yakınının sesi olacak bir davanın savunucusuyum. Bakınız artık Türkiye, eski Türkiye değil. Dünya, eski dünya değil. Önümüzde yepyeni bir gelecek var. Hasta yakınları olarak bizler artık haklarımızın farkındayız. Hasta hakları bütün dünyada hukukun şemsiyesi altındadır. Ha, bu arada zannetmeyin ki şikâyetimiz Türkiye sınırları içinde kalacak. Yani siz benim dilekçemi ciddiyetle takip etmediğiniz takdirde demek istiyorum... Sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacak hak arayışımız. Her şey birkaç İngilizce cümle ile tweet atmaya bakar. Bendeniz, söylemesi ayıp bir sosyal medya fenomeniyim. Sadece ben değil, bütün geniş ailemizin takipçilerini üst üste koyduğumuzda emin olun gezegen sallanır.” “...” “Geniş ailemiz demişken benim yeğenlerin bir kısmı Avustralya'da, bir kısmı Almanya'da, bir kısmı da ABD'de. Yani dünyaya yayılmış bir aileyiz ve birbirimize çok bağlıyız.” “Tehdit!?” “Tehdit mi? Ne münasebet. Şikâyetimizi bir aile dilekçesi olarak kabul etmeniz için sizi ailemin sınırları konusunda bilgilendiriyorum. Bu bilgilendirme sizin için kıymetli değilse siz bilirsiniz elbet. Tercih sizin Sayın Başhekim. Biz manevi tazminat davası açacağız. Ama önce sizden ve ekibinizden maddi olarak alacağımızı alalım. Bunu siz istediniz!” “Bir dakika ne oluyor ya hu! Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz! Güvenlik!” II- “Arkadaşlar öğlen yemeği için ara verelim mi, yoksa bu moral ile yenilen yemekten bir fayda olmaz deyip bütün şikâyetleri dinleyelim mi? Yine mi onkoloji bölümü… Bu defa şikâyet edilen konu nedir?” “Biraz önceki şikâyetin tam tersi hocam.” “Tam tersi derken...” “Biraz önceki hasta yakını, babama hastalığının ciddiyetini söylemeliydiniz diye şikâyet ediyor ya hekimi, biraz sonra görüşeceğiniz hasta yakınıysa anneme kanser olduğunu söylediğiniz için hayat kalitesi, hayatını düzene sokma kapasitesi düştü diye şikâyet ediyor.” “Yurdum insanı, yurdum hasta yakını ne ara ömür acentesi kimliğine büründü! Alalım içeri, dinleyelim. Savunma yok. İkna etme gayreti yok. Sadece kaliteli bir şekilde dinleyeceğiz. Yalnız şiddet gösterisi için bu defa daha tedbirli olalım. Etrafta kırıcı, delici, keskin bir alet olmasın. Zarf açacağı, kâğıt ağırlığı başımıza bela olacaktı az kalsın.”
MÜDDESSİR SURESİ N004 M074 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 14 Ona (her şeyi önüne) serdiğimi (bana bırak). 15 Sonra (verdiklerimi) artırmamı umar, 16 Hayır. Çünkü o âyetlerimize karşı çok inatçıdır. 17 Onu sarp bir yokuşa sardıracağım. 18 Çünkü o (nasıl inkâr edeceğini) düşündü ve bir ölçü koydu. 19 Kahrolası nasıl ölçtü biçti? 20 Sonra kahrolası nasıl ölçtü biçti? 21 Sonra baktı, 22 Sonra surat astı, kaş çattı. 23 Sonra geri dönüp büyüklük tasladı. 24 Ve şöyle dedi: "Bu (Kur'ân) açık bir sihirden başkası değildir. 25 Bu, insan sözünden başka bir şey değildir." 26 Onu Sakar'a yaslayacağım. 27 Sana Sakar'ı kim öğretti? 28 (O Sakar cehennem) Bırakmaz ve vazgeçmez. 29 Derileri kavurur. 30 Üzerinde on dokuz (zebani) vardır. (Bak:Tahrim 6) 31 Cehennem bekçilerini (on dokuzu) kâfirlere imtihan kıldık ki, kitap verilenler kesin bilgi edinsin, iman edenlerin imanı artsın. Kitap verilenlerle mü'minler şüphe etmesin ve kalplerinde hastalık olan (münafık)larla, kâfirler: "Allah bununla neyi murad ediyor" desinler. İşte Allah böylece dilediğini sapıtır, dilediğini hidâyette kılar. Rabbinin ordularını O'ndan başka kimse bilemez. O, insanlara öğütten başka bir şey değildir. 32 Hayır, Ay'a yemin olsun ki, 33 Dönüp geldiği zaman geceye. 34 Ağardığı zaman sabaha (yemin olsun ki)! 35 Şüphesiz o (Cehennem) büyük (olaylardan) biridir. 36 İnsanlığı uyarmak içindir. 37 Sizden öne geçmek veya geride kalmak isteyene, 38 Herkes kazandığı karşılığında rehindir. 39 Ancak (kitabını) sağdan alanlar müstesna. 40 41 Onlar cennetlerde, Suçlulara, sorarlar: 42 Sizi Sakar'a (Cehenneme) iten nedir? 43 Dediler: "Biz namaz kılanlardan değildik, 44 Fakiri doyurmazdık, 45 (İnkâra) dalanlarla beraber biz de dalardık, 46 Biz, ceza gününü yalanlardık. 47 Yakîn (ölüm) bize gelinceye kadar. 48 Şefaatçıların şefaati onlara fayda vermez. 49 O halde onlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar? 50 Sanki onlar ürkmüş eşekler gibiler. 51 Aslandan (ürküp) kaçan (eşekler gibiler). 52 Hayır, onlardan her bir kişi yazılmış sahifeler verilmesini ister. 53 Hayır, belki onlar âhiretten korkmazlar. 54 Hayır, o bir öğüttür. 55 Dileyen öğüt alır. 56 Ancak Allah'ın diledikleri öğüt alır. Kendisinden korunmaya ehil olan O'dur, affetmeye layık olan da O'dur. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/muddessir-suresi-14-56-tefsiri
Kissenger 100 yaşında hayâta vedâ etti. Son zamanlarına kadar, muvazzaf olduğu zamanlarla elbette kıyaslanamaz ama o yaşta bir insandan beklenmeyecek derecede faal idi. En son Rusya-Ukrayna savaşı husûsunda açıklamalar ve görüşmeler yapmıştı. Hâsılı emeklilik rehâvetine kapılmamıştı. Kissinger, son temsilcilerini Soğuk Savaş devrinde gördüğümüz modern devlet adamları neslindendi. Artık siyâsal elitler açısından bu tarz figürlerin çok uzağındayız. Bu durumu çeşitli vesilelerle ifâde ediyoruz. Bugünün idârecileri siliklik, vasıfsızlık ve ucuz popülist gösterilerin showman'leri olarak tezâhür ediyor. Meselâ sâbık Fransa Başkanı François Hollande'ı düşünelim. Kendisinden ne kaldı geriye? Tam bir silik başkan profiliydi Hollande. Olaf Scholz da ondan farklı değil. Ne, ne dedikleri anlaşılıyor ne de yaptıkları. Vasıfsızlık mevzû edilecek olursa aklıma ilk gelen sâbık Finlandiya Başbakanı Sanna Mirella Marin ilk aklıma gelen figür. Sanki Finlandiya'da başbakanlık yapacak kimse bulunamadı da o sırada arkadaşlarıyla çılgın bir partiye katılmak üzere otobüs bekleyen Marin apar topar başbakanlık koltuğuna oturtuldu gibi. Showman'ler ise mebzûl miktarda. İtalya bu noktada hakikaten de çok mümbit. Silvio Berlusconi herhalde bu ligde şampiyonluğu kimseye bırakmaz. Sarkozy ve Macron da bu hususta az değildir. Sanna Mirella Marin, II. Umûmî Harp sonrasında Finlandiya'yı hiçbir kampa sokmayan, tarafsızlık siyâseti üzerinden Baltık gibi son derecede nâzik bir coğrafyanın barışına katkı sağlayan Urho Kekkonen'in uzak ara da olsa halefi. Bu kadarı bile yeter. Finlandiya ne NATO ne de Varşova Paktına dâhil oldu. Finlandiya bir barış diyârı olarak, vasıflı, eğitimli ve medenî bir işgücü ve yatırımlarla göz kamaştırıcı bir kalkınmayı başardılar. Dahası, hukuk ve demokrasi gibi ilkeler üzerinden zenginliğin âdil paylaşımının nasıl sağlanabileceği husûsunda dünyâya timsal oldu. Ak Zambaklar memleketi olarak tanındı. Şimdi artık her nev'i belâyı çekecek bir kararla NATO'ya dâhil olan Finlandiya'nın hâline bir bakalım, neler göreceğiz. Marin Hanım, katıldığı narkotik yüklü çılgın partilerden kalan aklını bu yola koymuştu. Muhtemelen Kekkonen'in kemikleri sızlıyordur..
Yapımcı Çiğdem Mater, hayata geçirmediği bir belgesel fikrinden dolayı “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” suçuyla yargılandığı Gezi Parkı davasında 18 yıl hapis cezası aldı.Kendisinden bu program için bir şeyler yazmasını istediğimizde önceki programları izlememişti ve maalesef izleme imkanı da yoktu. Ve yaşadıkları üzerinden sinemada hapishaneleri yazısı bir süre sonra bize ulaştı.Not: Çiğdem Mater, bu videonun metnini Yargıtay tarafından cezası onanmadan önce kaleme almıştı. Metin: Çiğdem MaterSeslendirme: Ece DizdarKurgu: Gizem BayıkselMüzik: Kaan Karsan
Mustafa Sarıgül'e “Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu arasında ne yaşanıyor?” diye soruldu! Sarıgül'ün gülümseten cevabı şu oldu: “Bu sabah İmamoğlu ile konuştum... Tarkan'ı Erzincan'a getirmesini rica ettim. O da, dedi ki: ‘Ben Tarkan'ı 29 Ekim'de İstanbul'da çıkarmak istiyorum!' Evvela, Tarkan'ı Erzincan'a getirmesi lazım!” FENA HARCADI Sarıgül, bu sözlerle inceden doğradığı Ekrem Müdafa'dan bir tür “çoban salata” yaptı! Ekrem İmamson'u hiç tanımayan biri... Sarıgül'ün bu laflarını duyduğunda, onu “müzik organizatörü” zanneder, yahu! Bir de şu var: Muhalefetin seçimlerdeki yenilgilerinden sonra... Erzincan'da veyahut İstanbul'da; Siyasi Angaje Tarkan'ın Geç-çek'i söylemesi, hayli komik kaçar! MAZİ, KALBİNDE YARADIR Mustafa Sarıgül, kısa süre önce Ekrem kardeşi için şöyle demişti: “Benim hatalarımı yapmaması lazım! Sarıgül acele davrandı!” Kendisinden “üçüncü şahısmış gibi söz etmeyi seven” Mustafa Bey, bu sözleriyle... 2005'te Deniz Baykal'a karşı kaybettiği fevkalade gerilimli kurultayı hatırlatıyordu! “Genel Başkan adaylığı için bir dönem daha beklemeliydim!” derken; İmamson'a da “Erken çıkış hatası yapma!” uyarısında bulunuyordu. Erzincan'dan milletvekili seçilip partisini CHP'ye katan Sarıgül, ilerisi için “kendi ağını geriyor” da olabilir! Amma velakin... -Bugünkü konumuz o değil, İmamson! BOŞ ÇUVAL AYAKTA DURMAZ Seçimin hemen ardından “Değişim de, değişim!” diyen Ekrem Bey, bu söyleminin içini dolduramıyor. Açıkça “Adayım!” diyemeyip adaylığını biteviye dolaylı ifade eden İmamson... Genel Başkanı Kılıçdarson'a “Sen kalk, oraya ben oturayım!” demeye getiriyor. Mister Kemal'in ise koltuğunu bırakmaya hiç mi hiç niyeti yok! Sonbahardaki kurultayı kazanıp, CHP'yi yerel seçimlere götürmeyi; orada 2019'daki gibi bir neticeyi tekrarlamayı, böylece 2028 için yolunu açabilmenin hesabını yapıyor. Partisindeki delege yapısı lehinde/elinde olduğu için; evladı İmamson'u, aday olması halinde “kolayca yeneceğini” düşünüyor. “Kemal Baba ile Oğlu Ekrem!” önceki gün Ankara'da üçüncü kez görüştüler. Garp Cephesinde değişen bir şey yok! -İkisi de “bildiğini okumayı” sürdürecek. “TİPİTİP” NE İŞ?
Bakan Nebati son yılın isminden en çok söz ettiren bakanı oldu. Ne Sağlık Bakanı, ne Çevre Bakanı, ne İçişleri ne de Dışişleri onun kadar gündemde kalamadı. Kimi zaman sözleri, kimi zaman icraatları nedeniyle ilgi hep üstünde oldu. Bu süreçte herkesin aklında bir Bakan Nebati profili oluşmuştur mutlaka. Ben de bu dönemde herkesle beraber tanıma fırsatı bulduğum Bakan Nebati'ye dair tarihe kayıt düşmek isterim. Bakan yardımcılığı döneminde tanışmıştım ilk defa. Kendisinden randevu isteyen kimseyi geri çevirmeyen, Türkiye için anlamı olacak hiçbir talebi başından savmayan kucaklayıcı bir devlet adamı olarak karşıma çıkmıştı. Açık söyleyeyim ilk defa böyle bir devlet yaklaşımı görüyordum. Sonra Bakan olduğunda görüştük. Görüşmemiz benim Ürdün seyahatimin hemen akabindeydi. Petra'daki Nebati Restoran önünde seyahat arkadaşlarımla çekildiğimiz fotoğrafı göstermiştim. “Son Nebati benim,” deyip, gülümseyerek karşılamıştı. İlk söyleyeceklerim bunlar. Sonraki söyleyeceklerime geleyim. Çok stresli dönemlerde en ciddi sorumluluğu aldı. Rahip Bronson olayından hemen sonra bakan yardımcısı oldu. Akabinde pandemi geldi. Bakanken de savaş ve deprem oldu. Resmen harmana girdi. Ekonomi yönetimi ile ilgili tüm sorumluların paylaşması gereken muhalefet motivasyonlu tepkinin hedefine tek başına yerleşti. Sadece muhalefet değil, kim varsa onu eleştirirken adeta yapayalnız kaldı. Ama pozitif yaklaşımını ve güler yüzünü hiç eksik etmedi. Sabrının sonuna kadar zorlandığını da herkes takdir edecektir. “Karamsarlık Müslüman tavrı değildir,” dediğini hatırlıyorum. Dünyaya karşı rahattı. Tenezzülü de yoktu. “2030'a kadar zekâtımı verdim,” demişti bir seferinde. Özgüvenini ve teslimiyetini eyleme dökmüş bir duruştu bu. Gerçekten onun duruşunun bir eşi daha olduğunu sanmam. Sanırım bu yüzden kimse onu, o da kimseyi üzmemek için hassastı etrafında. Dervişane bir karakteri vardı desem onu tanıyanlar bana hak verecektir. Şimdi Nebati Bakan Mersin Milletvekili ve Plan Bütçe Komisyonu Başkanı olacağı konuşuluyor. Üstlendiği ve üstleneceği görevleri layıkıyla yapacağına hiç şüphem yok. Hatta Mersin'i şanslı buluyorum. Diğer taraftan Bakan Nebati yeni unvanlar alsa da ben onu bu yazımda seçim kazandıran Bakan olarak anacağım. Böylece asıl söyleyeceklerime gelmiş oldum. Neredeyse herkesin ona baktığı pencerenin tam tersinden bakacağım. Hani biraz önce dedim ya son dönem ekonomi politikalarına getirilen muhalif motivasyonlu tepkiyi tek başına göğüsledi diye, işte seçim kazandıran sırrı burada görüyorum. Bakan Nebati tam anlamıyla bir krizi yönetti. Onun performansı bana Taner Yıldız'ın Soma faciasındaki kriz yönetim performansını anımsatıyor.
Bugün YouTube içerik üreticisi olarak bildiğiniz Japon Hamza'yı ağırladık. Kendisinden yeni markası Goofie Studio'nun hikayesini ve bu süreçte neler yaşadığını dinlediğimiz girişimcilik üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. İyi seyirler!
İlker Gumusoluk ve Kemal Ayca iftiharla sunar...
Kendisinden şüphe edip herkesten emin olan insan cahil midir bilmem ama herkesten şüphe edip kendinden emin olan insan kesinlikle ahmaktır! Mevzunun bilgi olduğu yerde de bu böyledir iman olduğu yerde de! Akıllı insan doğruluğundan emin olduğu hususlarda bile bir 'acaba' payı bırakır ama ahmak yanlışından bile ölesiye emindir. Hakiki mümin hiçbir zaman âkıbetinden emin olmaz, nazarını kendisine çevirir, kendi hata kusuruyla meşgul olur ve bu suretle her geçen gün daha iyiye daha güzele biraz daha yakınlaşır ama ahmak kendisini bırakıp el âlemle meşgul olur, herkesin hata kusurunun ardına düşer, onları yaftalamaktan kendisiyle meşgul olmaya vakit bulamaz, her geçen gün daha berbata doğru gider de bunun farkına bile varmaz. İlginçtir ahmaklık; bilgiyle geçmez, diplomayla örtülmez, parayla kurtulunmaz, makam mevki ardına saklanmaz, sarık ve cübbeyle gizlenmez, tabîb-i hâzık elinden şifası yoktur. Deliler sevimlidir, avanaklar birisinin gölgesine sığınır zarardan kurtulur, budalaların kendisinden başkasına pek zararı yoktur, cahiller biraz çabayla eğitilebilir ama ahmaklar için yapılabilecek hiçbir şey yoktur! Deli, aklı olmadığını idrak edecek kadar akıldan yoksun olduğu için, vur patlasın çal oynasın yaşar bu hayatı. Avanak halinin farkında olduğu için tedbirlidir; başkasına zarar verecek kadar cinliği de yoktur, zarar görmeyecek kadar aklı da. Budala saftır, saflığının bedelini kendisi öder ekseriyetle. Cahil, bilmediğinin farkındaysa öğrenme yolunu tutar, değilse bilmediğini de bilmez oturur oturduğu yerde. Ama ahmaklar zarardır; kendisine, bulunduğu çevreye, temsil etme iddiasında olduğu değere, duvara astığı diplomaya, meşgul olduğu sahaya, giydiği kıyafete, gidip geldiği mekâna, konuştuğu kürsüye, yumurtladığı hikmete; hülâsâ temas ettiği her bir şeye zarardır! Delinin deliliğini, avanağın avanaklığını, budalanın budalalığını, cahilin cehaletini kendisi bilmese de halk bilir, ona göre muamele yapar. Bu sebepten hiçbir deli üniversitede profesör olamaz, hiçbir avanak vaaz kürsüsünde arz-ı endam edemez, hiçbir budala konferans veremez, konu futbol ya da siyaset değilse hiçbir cahil, bir bilen olarak ekrana çıkamaz. Ama ahmağın ahmaklığını kalabalıklar fark etmediği, kendisi de zaten halinin farkında olmadığı için; o ahmaklık ancak irfan sahiplerince sezilip, basiret ehlince görülüp, kalp ehli tarafından tarif edilemese de tefrik edebildiği için durum değişir. Bu gibi meseleler söz konusu olduğunda âriflere, ehl-i basirete ve kalp sahiplerine danışmak gibi bir mecburiyet olmadığından dolayı ahmaklar bazen bir vaaz kürsüsünde, bazen profesörlük koltuğunda, bazen mikrofon başında, bazen ekranda, bazen bir kitabın satırlarında karşımıza çıkar. Sadece buralarda mı? Hayır! Bazen bir ölünün arkasından sabah atıp akşama kulağı çekildiği için silmek zorunda kaldığı bir tweetle mevcudiyetini izhar eder ahmaklık, bazen bir telefon konuşması yahut bir whatsapp mesajının gölgesinden terennüm eder o berbat şarkısını, bazen bir youtube vaazının orta yerinde tükürükle karışık lafazanlık suretinde fırlar meydan yerine, say sayabildiğin kadar! Yollarında yürümeyeni yol vuruculukla itham ederler, sözlerini dinlemeyeni cehaletle yaftalarlar, kendileri gibi inanmayanın imanına laf etmekte beis görmezler; cennetin anahtarlarını ceplerine koyar içeri kimin girip kimin giremeyeceğinin otoritesi olduklarını ilan eder, Allah'tan korkmaz, kuldan utanmaz, kul olamadıklarını unutur -hâşâ ve muhalfarz- Allahcılık oynarlar! Bir tek cümlenizle cehennemlik olursunuz bunlar nezdinde, bir tek hatanızla müşrik ilan edilirsiniz, durdukları yerde durmadığınız an ehlisünnet dairesinden dışarı atılırsınız, baktıkları yerden bakmadığınız an reddiye yersiniz, bir itirazınızla imanınız tehlikeye girer, bir tek günahınızla cehennemlik olursunuz; her şeyi bir tek bunlar bilir hadlerinden başka!
Dünyanın en eski uygarlıklarından birisi olarak kabul edilen Sümerler; Mezopotamya'da kurulan uygarlıkların en önemlilerindendir. Kendisinden sonra gelen medeniyetlerin ve dünya kültür tarihinin temeli olarak sayılan merkezi bir imparatorluk yerin...
Kendisinden sonra tüm yazarları etkilemiş, oyun yazarlığında gerek dil gerek biçim bakımından olağanüstü metinler ortaya çıkartmış Shakespeare'in oyunlarından söz edeceğiz bu bölümde. İki bölüm halinde sunacağımız oyunların ilki sizlerle. Keyifli dinlemeler.
“Eski zamanda bir sıbyan mektebinde çocuklar yaramazlık yapmışlar. Muallim de kızıp bağırırken yoldan geçen bir ârif-i billah hazret bunu duymuş. Sıbyan mektepleri mâlumunuz fevkânî olur, yani sıfır kotunda olmaz. Altta çeşme falan olur, üst kata çıkılır, tek sınıftır zaten. Bakmış hoca asabî, küçüklere elif cüzü okutuyor. Onu yatıştırmış “ne yaptılar?” demiş. Çok yaramazlık yaptılar, ders çalışmıyorlar diye mukabele etmiş hocaefendi. Hazret Bismillah demiş, hocanın gözünü mesh etmiş. Hoca bakmış ki istikbali görüyor. “Bunlar kömürcü, külhanbeyi, arabacı olacak çok zorlama, hepsinin kaderi belli. Fatiha'yı bilsinler yeter. Bu, imam olacak, üzerinde dur. Kıraatini düzeltsin. Kader öyle yazılmış.” demiş. Ben bu hikayeyi işittim, kırk sene akademide tatbik etmeye çalıştım. Çok da güzel oldu.” Öyle şey olur mu, istikbali nasıl görmüş, bu haksızlık değil mi gibi sorularla meşgul olmaktan hisseden behredar olmaya imkan bulamayan akıllılara, akıl ihsan eden Allah'tan aşk niyaz eder, kıssanın içindeki hikmeti idrâk ile inceden bir âh çeken gönüllere muhabbetle selam ederiz. Prof. Dr. Sa'düddîn Ökten Bey Hocam bir sohbetinde anlatıyorlar bu menkıbeyi. Duydum, yüzümde bir tebessüm, içimde bir sızı, kalakaldım öyle. Pek çok meselede olduğu gibi maarif mevzuunu da batıdan ithal çarelerle hale yola koymaya çalışıyoruz ve ne yapsak olmuyor. Öyle yirmi sene, yüz sene filan değil, Tanzimattan bu yana deva bulamadık bu derde. Nasıl bulacağız ki? Burada kaybettiğimizi iki buçuk asırdır orada arıyoruz. Nasıl anlatacağımıza kafa yormaktan neyi anlatmamız gerektiğine gelemedik bir türlü. Finlandiya'da eğitim sistemi şöyle, Japonlar da böyle, Avrupalılar şöyle yapınca böyle oldu, bunlarla meşgul oluyoruz. Batının iyi yaptığını almayalım mı? Hayır mevzu o değil! Hikmet müminin yitiği, alırız, alalım elbet. Ama dönüp bir mazimize, kendimize, kalbimize de bakalım. Ölüme ve hayata bakışımız, hâdisâtı yorumlayışımız, liyakatimiz olmasa da teklif ve iddiamız, tefekkürümüz; iyiyi, güzeli ve doğruyu tarif edişimiz batı insanından farklı bizim. Biz ve öteki kavgası değil ifade etmeye çalıştığım. Bize öteki yok zira! Bütün medeniyetler birbirlerinden bir şeyler alırlar, verirler, yorumlarlar, kendilerinden katar, kıvam tuttururlar, bu alışveriş olmadan olmaz, bilirim. İtirazım, antik Yunan çiçeğinin Roma sütunlarına işlenmesine değil; Avrupa resminin birebir ve kötü bir kopya ile evimizin duvarına asılmaya çalışılmasına! Başkasının kelimesiyle kendimizi tarif etmeye, kavramıyla tefekkürümüzü inşâ etmeye, elin kurduğu gök kubbenin altında kendimiz olmaya çalışıyoruz ama olmuyor. O şapka ne yapsan bu kafada durmuyor. Balıkları uçurmaya çalışıyor eğitim sistemimiz, kuşlara yüzme öğretemediği için hayıflanıyor. Katmerli yanlışlar kumpanyası! Denizi bizim eylemenin çarelerini bulmakla, gökyüzünü bizim mavimize boyamanın derdine düşmekle başlamalı işe. Sonra arkası gelir. Kuşu tarif ederiz ve balığı. Kimin kuş kimin balık olduğunu fark etmeye başlarız. Kuşun işinin uçmak balığın marifetinin yüzmek olduğunu anlarız. Hangi kuş nereye yuva yapar, hangi balık hangi suda yüzer öğreniriz. Sonrası gelir. Merhum Seyyid Ahmed Arvâsî Hoca Van'ın bir köyüne öğretmen olarak atandığı vakit köyün ileri gelen ihtiyarları, hocaya 'müellim bey' diye hitap ediyorlarmış. Muallim değil, müellim. Muallim talim eden demek malum; müellim, elem veren. Hoca hüsn-ü zan sahibi, güzel adam, dilleri dönmediği için böyle diyorlar diye düşünmüş. Birkaç ay sonra aynı ihtiyarlar kendisine 'muallim bey' demeye başlayınca işin aslı anlaşılmış. Kendisinden önce o köye gelen öğretmenlerin yanlışlarını görüp bezen ihtiyarlar bir elem veren daha geldi hesabına inceden bir alayla 'müellim' diyorlarmış meğer. Hocayı tanıyınca, farkını görünce, hakkı teslim edip 'muallim' demeye başlamışlar.
Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşünü (1980) sağlayan Orgeneral Kenan Evren'i “kim” ikna etmiş? El Cevap: Dönemin MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık! « Bu bilgi, Emekli Büyükelçi Daryal Batıbay'ın “Diplomasi Koridoru” adlı sitedeki yazısında yer alıyor. Batıbay, 12 Eylül darbesinden sonra kurulan Ulusu Hükümetinde Dışişleri Bakanı olan İlter Türkmen'in “özel danışmanı” o dönemde... Kendisinden dinlemiş; vetonun kalktığından Dışişleri Bakanı Türkmen'in de haberi olmamış! « Haliyle, İlter Türkmen istifasını vermiş ama Ulusu kabul etmemiş... Vaziyeti öğrenen Evren Paşa, Türkmen'le baş başa görüşmek isteyip, onu çağırtmış... Evren Paşa, işte bu görüşmede “Rogers Planını kabule Haydar Saltık tarafından ikna edildiğini” söylemiş! Neticede, Türkmen istifadan vazgeçirilmiş! « Tam da burada, İlter Türkmen'in TBMM'de Darbeler Komisyonuna 2012'de söylediklerini hatırlayalım: “12 Eylül darbesinde ABD parmağı, tam bir şehir efsanesidir!” Komprador Burjuvazinin mutemet elemanı Mister Türkmen; “Rogers Planı ile refüze edilen bir Dışişleri Bakanı” sıfatıyla, 12 Eylül'ün derin arka planına ait gerçeği -işbu kendisinin dahi inanmadığı cümleyle- örtmeye çabalamıştı! TARİH: 17 EKİM 1980 O gün, Brüksel'deki NATO Merkezinin Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Osman Olcay ile Ankara arasında bir şifreli telefon görüşmesi gerçekleşti. Ankara'dan arayan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral Haydar Saltık'tı! Saltık, Olcay'a “Orgeneral Rogers size gelecek ve Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşüyle ilgili bazı açıklamalar yapacak. Onun istediği çerçevede hareket edin” diyordu! « Bu bilgiler de, o dönemde Brüksel'de Olay Yeri'nde bulunan diplomatlardan Büyükelçi Ümit Pamir'in tanıklığına dayanarak Sedat Ergin'in Hürriyet'teki köşesinde (21 Mayıs '22) yer aldı. « Bu emrivaki karşısında Dışişleri'nin yaşadığı büyük hayal kırıklığını söylemeye gerek var mı? 12 Eylül 1980 öncesindeki Demirel ile Ecevit hükümetleri döneminde Yunanlıları veto etme kararlılığı, Askeri Rejim tarafından bir kalemde çöpe atılıyordu! ABA ALTINDAN SOPA Sedat Ergin “Evren'in Yunanistan'a vetonun kalkacağını ABD Başkanı Carter'a Org. Rogers kendisine gelmeden iki hafta önceden taahhüt etiğini” de yazdı. (1 Haziran '22) « 12 Eylül darbesinden üç hafta sonra (4 Ekim 1980) Başkan Carter'ın Evren'e yazdığı mektup, 6 Ekim günü dönemin ABD'nin Ankara Elçisi James Spain tarafından Evren'e takdim edildi. « Spain “General Rogers sizi ziyaretinde veto olayını başaramazsa, Başkan Carter konuyla şahsen ilgilenmek zorunda kalacaktır” diye bir uyarı da yaptı! Evren, Spain aracılığıyla Jimmy Carter'a “Yunanistan'a vetoyu kaldıracağının” sözünü (aslında garantisini) verdi... 17 Ekim'de (1980) Rogers Ankara'yı ziyaret etti... Kısa bir süre sonra da (20 Ekim), resmen “yok pahasına” Yunanistan'a veto kaldırıldı.
Televizyon stüdyolarının her geçen gün çeşitlenerek artan yayım temalarına göre çoğaldığı; geçmişte haber, sohbet ve eğlence için tek stüdyo yeterliyken, bugün talk ve reality showlar; müzik-eğlence; sohbet, tartışma, yarışma, yemek vb. birçok program için özel stüdyoların yapıldığı malumdur. Stüdyodaki bunca çeşitlenme ve bunca emek boşuna değildir, çünkü bir programın kimliği hakkındaki ilk bilginin üretildiği ve seyirciye iletildiği, programa uygun atmosferin ve gösteri üslubunun oluşturulduğu ilk yerdir stüdyo. Bu bakımdan özel bir planlamayı, kreatif çabayı, mekân ve dekoratif obje düzenlemesini gerektirir. Daha özet söyleyişle stüdyo işi, uzmanlık işidir artık. Bu uzmanlığın hem ehlince tesliminde hem de halk beğenisine indirilmesinde dinî programların katkısını özellikle belirtmemiz gerekir. Nitekim yakın zamanda idrak ettiğimiz Ramazan ayındaki iftar-sahur programlarının her ekranda farklı oluşu, hatta aşırı bir iddia olmayacaksa bu farkın asıl stüdyo üzerinden sağlanmaya çalışılması da söz konusu katkıyı teyit etmektedir. Programın kimliği, atmosferi, üslubu da bir yana –çünkü bu köşemizin taşıyamayacağı uzun analizleri gerektirir– bu stüdyolarda kullanılan dinî objelerden söz edeceğim ama bundan önce, kendimi ilmî açıklamalar yapma zahmetinden kurtarmak ve bilahare tekrarlayacağım kavramların doğru anlaşılmasını sağlamak için bir uzman görüşüne başvurmak istiyorum. Uzmanımız: Prof. Dr. Mete Çamdereli. Kitabının adı: Din Ekranda Nasıl Durur? - Medyada Dinin Popüler Temsilleri (Ketebe Yayınları, 2018) “Medyanın Dini ve Dinsel Uzamı: Medyanın dini öncelikle kendi dinidir. Kendisinden başka din tanımaz. Kendi dinsel atmosferini kurar. Kendisi gibi başka bir araca ve aracıya ihtiyacı da yoktur. İşleyiş düzeni kendi kutsallarını üretmeye, kendi ritüellerini kurgulamaya yeterlidir. Gazetesini her sabah düzenli okuyan, akşam ajansı kaçırmadan dinleyen, prime time programları hemen her gün izleyen (...) biri medyanın atmosferini derinden yaşamaya çalışmaktan başka bir şey yapıyor değildir. Yaptığı, medyanın dinsel gereklerini yerine getirmekten, açıkçası medyatik kulluktan ibarettir. Medya kendisine itaat edilmesini ister, her dinin istediği gibi. Medya kendi katedraline cemaat, ilahlarına ibadet ister. Dinin ne olduğu değil medya dininin ne olduğu medya için tek geçerliliktir. Tek gerçek medyanın dinidir. Gerçek din medyada medyatikleşmekten öteye geçemez. Medyanın kurallarına biat ettirilen bir din, medyatik temsil biçimlerini mubah gören, medyanın ritüelleri arasında yerini almaya çalışan bir dindir artık; bugüne dek müntesiplerine önermediği bidatlerini üretmeye hazırdır. Çünkü medya gerçek dinin tüketilmesiyle sıradan bir peynir parçasının –örneğin, reklam vasıtasıyla– tüketilmesini ayırt edecek duyarlılıktan yoksundur ve salt müntesiplerden beslenmek başat ilkesidir.
Kendisinden pek hazzetmediğim, bunun böylece biliniyor olmasından da epeyce memnuniyet duyacağım eski siyasetçi Bülent Arınç, AK Partili bazı isimlerin açıklamalarına istinaden doğru bir laf etmiş: “Yani ben 2 kilo et yiyeceğime yarım kilo et yerim diye göğsünü gere gere dolaşıyor. Ulan 2 kilo et kaç para biliyor musun sen? 300 lira. Kim verecek bu parayı?” Ekonomideki sıkışmayı -hele vatandaş kısma sırasını boğazına getirmişken- önemsememek, hatta bu daralmayı “beka meselesinden daha mı önemli yani?” gibisinden laflarla savuşturmaya çabalamak kelimenin gerçek anlamıyla “ahmakça” geliyor bana. Bu tavrın, ekonomik daralma ve hadi adını adam gibi koyalım, yaşadığımız ekonomik krizle mücadele eden Recep Tayyip Erdoğan'a da, AK Parti'ye de bir gram faydası yok üstelik.
Midas ile Piyasa Turu başlıyor! 5 Nisan Salı günkü bölümümüzde; piyasa ve endekslerdeki son durum, piyasa gündemine dair kısa başlıklar ve gündeme dair diğer haberler var. Podcastimizin detaylı akışı ise şu şekilde: (0.33) / Borsa endekslerindeki son durum (1.17) / Dünün hareketli hisseleri ve bu hareketlenmenin nedenleri (2.44) / Analistlerin hedef fiyat tahminleri (3.30) / Piyasaya dair gündem başlıkları Piyasa Turu'nda bahsi geçen haberleri okumak isterseniz, getmidas.com/midasin-kulaklari adresindeki Piyasa Öncesi bültenimize ve diğer haberlerimize göz atabilirsiniz. Midas'ın Kulakları: https://www.getmidas.com/midasin-kulaklari Twitter: https://twitter.com/getmidas Instagram: https://www.instagram.com/get_midas/
Ahkâm-ı islâmiyyenin hepsi Kur'ân-ı kerîmden çıkmakdadır. Kur'ân-ı kerîm, bütün Peygamberlere “salevâtullahi aleyhim” gönderilmiş olan, bütün kitâblardaki ahkâmı ve dahâ fazlasını kendisinde toplamakdadır. Kur'ân-ı kerîmdeki bu ahkâm üç kısmdır: Birinci kısm ahkâmı, ilm ve akl sâhibi, (İbâret-i nass) ile ve (İşâret-i nass) ile ve (Delâlet-i nass) ile ve (Mazmûn-i nass) ile ve (İltizâm-i nass) ile ve (İktizâ-i nass) ile kolayca anlıyabilir. Ya'nî, her âyet-i kerîmede, ibâret, delâlet, işâret, iltizâm, iktizâ ve tazammün bakımından çeşidli ma'nâlar ve hükmler vardır. (Nass), ma'nâları açık ve meydânda olan âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere denir. Kur'ân-ı kerîmdeki ahkâmdan ikinci kısmı açıkca anlaşılmaz. İctihâd ve istinbât yolu ile meydâna çıkarılabilir. Ahkâm-ı ictihâdiyyede, Eshâb-ı kirâmdan biri, Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” uymayabilirdi. Fekat bu ahkâm, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında hatâlı ve şübheli olamazdı. Çünki, Cebrâîl “aleyhisselâm” gelerek, yanlış olan ictihâdlar, Allahü teâlâ tarafından hemen düzeltilir, hak ile bâtıl birbirinden hemen ayrılırdı. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” âhırete teşrîfinden sonra meydâna çıkarılan ahkâm ise, böyle olmayıp, doğru ile yanlış ictihâdlar karışık kaldı. Bundan dolayıdır ki, vahy zemânında ictihâd olunan ahkâmı, hem yapmak, hem de inanmak lâzımdır. Kur'ân-ı kerîmde bulunan ahkâmdan üçüncü kısmı, o kadar derin ve gizlidir ki, bunları anlayıp çıkarmağa insan gücü yetişemiyor. Bunlar, Allahü teâlâ tarafından bildirilmedikçe, anlaşılamaz. Bu da ancak Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” gösterilmiş, bildirilmişdir. Başkasına bildirilmez. Bu ahkâm da, Kur'ân-ı kerîmden çıkarılıyor ise de, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” tarafından açıklanmış olduklarından, bunlara (Sünnet) denir. Birinci ve üçüncü kısm ahkâmda kimse, Peygamberden “sallallahü aleyhi ve sellem” ayrılamaz. Bütün müslimânların, bunlara inanması ve tâbi' olması lâzımdır. Ahkâm-ı ictihâdiyyede ise, her müctehidin kendi çıkardığı hükme tâbi' olması lâzımdır. Başka müctehidlerin ahkâmına tâbi' olamaz. Bir müctehid, başka müctehide, ictihâdından dolayı yanıldı, doğru yoldan ayrıldı diyemez. Zîrâ, her müctehide, kendi ictihâdı hakdır ve doğrudur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” uzak memleketlere gönderdiği Eshâb-ı kirâma, karşılaşacakları mes'elelerde, Kur'ân-ı kerîmin hükmü ile hareket etmelerini, Kur'ân-ı kerîmde bulamazlar ise, hadîs-i şerîflerde aramalarını, burada da bulamazlar ise, kendi re'y ve ictihâdları ile amel etmelerini emr buyururdu. Kendilerinden dahâ âlim, dahâ yüksek olsalar bile, başkalarının fikr ve ictihâdlarına tâbi' olmakdan men' ederdi. Hiçbir müctehid ve Eshâb-ı kirâmdan hiçbirisi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în” başkalarının ictihâdlarına bozuk demedi. Kendilerine uymıyanlara, fâsık ve sapık gibi kötü şeyler söylemedi. Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în” sonra gelen müctehidlerin en büyüğü, imâm-ı a'zam Ebû Hanîfedir “radıyallahü anh”. Bu büyük imâm, her hareketinde, vera' ve takvâ üzere idi. Her işinde Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” tâm ma'nâsı ile tâbi' idi. İctihâd ve istinbâtda, öyle yüksek bir dereceye ulaşmışdı ki, buraya kimse varamadı. [Kendisinden dahâ önceleri, dahâ âlim ve dahâ yüksek kimseler geldi ise de, onların zemânında sapıtmalar yayılmamış olduğundan, doğruyu ayıracak mi'yârlar hâzırlamamışlar, diğer dahâ kıymetli işlerle uğraşmışlardır.] Tam İlmihal Se`âdet-i Ebediyye | Sayfa : 48 - 49
Uzun süre PKK'da üst düzey yöneticilik yapan, 2004 Eylül ayında örgütten ayrılan, Abdullah Öcalan'ın kardeşi Osman Öcalan koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti. Kendisinden geriye, son yerel seçimler öncesi AKP lehine propaganda yapması için TRT'ye çıkmış olmasından başka bir şey kaldı mı, kalacak mı?
Esmiyor Podcast'in ikinci sezonunun dördüncü bölümünde konuğumuz Beyhan Budak ve kendisine "Sen de kaygılı mısın?" diye soruyoruz. Öncelikle söyleyelim, iklim krizi bizim gerçekten sinirimizi bozuyor. İşte Beyhan Budak ile de bunu konuşmak için toplandık. Biraz derinlemesine baktıkça anladık ki küresel iklim değişikliğinin psikolojimizle çok yakın bir bağı var. Sadece eko-anksiyete değil, bu çok ama çok daha derin bir bağ. Beyhan Budak ile iklim krizinin kitlesel ve klinik düzeyde insan psikolojisi üzerindeki etkilerini konuştuk, eko-ansiyetenin ne olduğuna ve nasıl üstesinden gelebileceğimize değindik. Pratik önerilerini aldık, bohçamıza ekledik ve sizlerle paylaşıyoruz. Kendisinden öğrendiklerimiz ile 2022 yılında bir kaç proje fikrini de hayata geçirmeyi düşünüyoruz! Keyifli dinlemeler.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Akdeniz; iklimi, bitki örtüsü, kendisini kuşatan kara parçalarının üzerinde yaşayan insanların kültürel cümbüşü ile hakikâten de yekta bir coğrafya.. Akdeniz'i genellikle, biraz da târihsel tecrübelerin ışığı altında “Mağrip” ve “Maşrık” olarak iki haneli düşünmeye şartlanmışızdır. Dahası, Adriyatik, İyon Denizi, Ege veyâ Adalar Denizi olarak zihnimizde bölmeyi de çok defâ ihmâl etmeyiz. Akdeniz, antik dünyâlarda yapısal olarak iki farklı veçhesiyle tezâhür etti. Canlı bir ticâret hayâtı küçük toplulukları, elde ettikleri zenginlikleri paylaşmaya yanaşmayan bir hırsa itti. Kendi içinde mütemâdiyen rekâbet eden ve çatışan mini sistemler bunu anlatır. Grekler bunun en çarpıcı numunesini teşkil eder. Sayısız site, aynı dil, din, aynı veyâ akraba etnik kökler, hattâ her dört senede bir tertip edilen olimpiyatlarda yükselen Helenlik bilincine rağmen asla bir araya gelmedi. Sürekli savaşıp birbirlerini helâk ettiler. Büyük İskender, ilk defâ “dışarıdan” gelen bir Makedonyalı barbar olarak târif edilse de kıt'a Yunanistan ve Küçük Asya'nın birliğini sağladı. Ama onun hedefleri Asya içlerine ulaşıyordu. Işık Doğu'dan geldiğine göre, yapılması gereken onun kaynağının feth edilmesiydi. Çok saygı duymasına rağmen hocası Aristo'yu dinlemedi. Belki de târihin görmediği bir cesâretle İran üzerinden Asya içlerine büyük, dramatik bir mâcerâya atıldı. Çok zafer kazandı. Ama projesini tamamlayamadan göçtü. Kendisinden sonra gelenler bu ağır coğrafyayı ayakta tutabilecek kudretten yoksundu. Kurduğu birlik iskambil kâğıtlarından oluşan bir kule gibi yıkılıverdi. Tekrar mini sistemler kuruldu.. Taa ki Roma'ya kadar. Romalı fâtihler İskender gibi değildi. Daha gerçekçi düşünüyorlardı. Birleşik bir yapının Akdeniz ve onun hinterlandı ile sınırlı olabileceğini gördüler. Evet, Sasaniler başta olmak üzere İran ile savaştılar. Ama bu “nâfile” savaşlar iki taraf için de bir coğrafî değişim doğurmadı. Roma, Balkanlar, Anadolu, Mezopotamya, Levant bölgesi, Mısır, Kartaca ile ilgilendi. Evet, bugünkü Avrupa'ya da seferler yaptı. Ama Roma'nın bugünkü Fransa, hattâ Britanya'daki varlığı, ağırlıklı olarak güvenlik endişesinden kaynaklanan garnizonlar seviyesindeydi. Roma medeniyetine âit, Perge, Petra, Zeugma, Palmira vb. muhteşem şehirlerin benzerlerini Avrupa'da bulmak mümkün değildir. Ha, Roma şehri diyeceksiniz, onu kadim kökleriyle Akdeniz hânesine yazsak iyi ederiz. Kanaâtimce Roma'nın, Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılması, onun brüt coğrafyasından net coğrafyasına, yâni Doğu Akdeniz'e çekilmesini ifâde eder. Osmanlılar ise çöken Roma'nın yerini aldı. Osmanlılar, Oğuz kökenli Rûmî Türklerdi. Fâtih Sultan Mehmed'i insanlık târihinde büyük kılan Roma'yı çökertmesi değil, tam aksine Müslüman bir ruhla, çok daha medenî temeller üzerinde yeniden inşâ etmesiydi. Kendisini “Kayser-i Rûm” olarak sıfatlaması da buna işâret eder. O büyük bir restoratördü...
Kızını K-Pop akımından çekip alan annenin tecrübelerini çok fazla detaya girmeden aktarmıştım. Yazı çok ses getirdi. Yüzlerce mesaj aldım. Anne ve babalar konuya devam etmemizi talep ederken, bir dönem K-Pop akımına kapılmış ve o büyülü dünyayı en iyi bilen gençler de tecrübelerini yazmaya başladılar. Bana gençlerin dilini yakalamak için tavsiyelerde bulunanlar da oldu, şu mesele de var diyerek yeni başlıklar açanlar da. Ben işin yazı kısmına devam edeceğim. Dosya Haber editörümüz Tuğba Çakıroğlu da yenisafak.com'da video serisine başladı. Hem aileler ile görüşecek hem de bir dönemin K-Popçu gençleri ile konuşacak. Temel amacımız aileleri bilgilendirmek. Durumun ve tehlikenin farkında olmalarını sağlamak. Asıl önemlisi ise gençleri dışlamadan, ötelemeden, “siz zaten Z kuşağısınız” ayrımcılığı ile köprüleri atmadan, “bak işte K-Pop dinliyorsunuz, yoldan çıkmışsınız zaten” demeyen bir üslup inşa etmek. İnternet çağının çocukları, yani bizim evlatlarımız çok hassaslar. Kabul etmekte zorlanıyoruz ama çok farklı bir dünyada yaşıyorlar. En büyük yanlış da kendi çocukluk, gençlik yıllarımızın sosyolojik ve teknolojik düzenini göz önüne alarak değerlendirmeler yapıyoruz. Çocuklarımızı kendimizle kıyaslıyoruz. Bunun üstüne bir de; YouTube, Instagram, TikTok, Snapchat ve Twitch gibi mecralardan haberimiz yok. Çocuğuna kötü örnek oluyor diye sokaktaki, okuldaki kötü arkadaşı dert edinen anne-babalar, sanal alemin dehlizlerinde neler olup bittiğini bilmiyor. Zaten sokakta kötü arkadaşlık yapacak akranları da yok çocukların. Fakat ebeveynlerin sanal dünyadaki kötü arkadaştan haberleri yok. Çocuk kimin fanı olmuş, kimi idol bellemiş, kimin ürettiği içerikleri soluksuz izliyor bilmiyor. Çocukların zihin dünyalarını işgal eden ve neredeyse ele geçiren K-Pop benzeri akımlara kapılmasının önüne ancak bilinçli anne ve babalar geçer. Çok sayıda mesaj aldığımdan bahsetmiştim. Sabahlara kadar uyumayan çocuklar, cinsiyetsiz kıyafetler giymeler, hemcinsine ilgi duyanlar, anne babaları yok sayma, kendi kültürünü beğenmeme, sosyal çevresinden utanma ve aşağılama... Ebeveynlerden gelen şikayetleri bu serzenişler üzerinde özetleyebiliriz. İzmir'de yaşayan bir genç ile hem yazıştık hem de ses kayıtlarını gönderdi. “Abi yıllardır isyan edip duruyorum. Bu akımın tehlikesi görünenin çok ötesinde” diye başladı. On yıl önce, 16-17 yaşlarındayken Kore dizileri izlemeye başlamış Korece'ye merak sarmış. Kore konsolosluğunun daveti ile dil kursuna başlamış. Kendisinden ücret istememişler. İlgi alaka had safhada. Hem dil hem de yeni bir kültüre aşina olmanın heyecanı hayranlığa dönüşmüş ve bir süre sonra sınıftaki arkadaşlarının teklifi ile Koreli hocalarının evine gitmişler. Gittiği evin, ev değil de apartman katındaki bir kilise olduğunu anlayınca nasıl bir ortama çekilmek istediğini anlamış. Korece ile yolunu orada ayırmış. Korece merakını ve Kore dizilerini bırakmış. Uzun uzun yazıştık, video haberimize de konuşacak.
Tutturulmuş bir Kapitalizm türküsüdür gidiyor. Kendisinden hep asla memnun olunmayan ama onsuz da yapılamayan bir oluşum olarak bahsediyoruz. Sebebi gerçekten de öyle bir yapı olması olabilir mi? Buna cevap verebilmek ve çağımızı çok daha iyi yorumlayabilmek için Kapitalizm kavramını öğrenmek çok önemli. İşte size insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar şekillenerek gelen Kapitalizm hakkında geniş ama mini bir özet. Şimdiden iyi dinlemeler! İlginizi Çekebilecek Türkçe Videolar: Haluk Tatar - Kapitalizm Nedir? https://www.youtube.com/watch?v=pqtWo-T8Iw0 49W - Kapitalizm Nedir?https://www.youtube.com/watch?v=_6czA7hsn0Y&t=337s --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/birdebendendinleyin/message
#mizan #hocaefendi #fethullahgulen Bu video 06/08/2017 tarihinde yayınlanan "SÜFYÂNİYET ÇAĞI, TOPLUMSAL CİNNET VE HUKUK MÜCADELESİ" isimli bamtelinden alınmıştır. Yayının tamamını buradan izleyebilirsiniz:https://herkul.org/bamteli/bamteli-su... Hiç durmadan iste!.. Öyle bir kapıdan istiyorsun ki, O (celle celâluhu), Kendisinden isteyenleri geriye boş döndürmüyor. Evet, Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyuruyor: يُسْتَجَابُ لِأَحَدِكُمْ مَا لَمْ يَعْجَلْ “Acele etmezse, (sizden) herkesin duasına icabet buyurulur.” “Acele” nasıl oluyor? يَقُولُ: دَعَوْتُ (دَعَوْتُ) فَلَمْ يُسْتَجَبْ لِي “Der ki: Yalvarıyorum, yalvarıyorum, bir türlü arzu ettiğim şeye nâil olamıyorum!” Menkıbe ya, o büyüklere ait; Hazreti Cüneyd-i Bağdâdî bir şey için tam altmış sene Cenâb-ı Hakk'a yalvardı. Tam altmış sene… “Altmış sene sonra verdi bana onu!” diyor. Ama o yalvarmalar, dua olarak -Allah kapısında, o kapının tokmağına dokunma şeklinde, (أَجِبْ (اِسْتَجِبْ “İcabet buyur Allah'ım!” şeklinde- onun defter-i hasenâtına kaydoldu. Öbür tarafta, o defter teşhir edilince bir meşher-i a'zamda, “Allah Allah! Ne kadar çok istemiş, hiç durmadan! Hiç ümitsizliğe kapılmamış, ye'se düşmemiş; ümitsizliği mâni-i her-kemal bilmiş, bataklık görmüş; uzağında durmuş ye'sin/ümitsizliğin.” Çünkü yeis, kâfir sıfatıdır. وَلاَ تَيْئَسُوا مِنْ رَوْحِ اللهِ إِنَّهُ لاَ يَيْئَسُ مِنْ رَوْحِ اللهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ “Allah'ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyin. Şurası bir gerçek ki, O'na inanmayan kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yûsuf, 12/87) Evet, ümitsizlik kâfir sıfatıdır ama bazen mü'minde de bulunabilir. Çünkü her mü'minin her sıfatı mü'min değildir, bazı sıfatları kâfir olabilir; bazı kâfirlerin, mü'min sıfatları bulunduğu gibi. Bunu da o çağın bülbülü/andelib-i zîşânı söylüyor. Duamız: اَللَّهُمَّ لُطْفًا مِنْ لَدُنْكَ تُغْنِينَا بِهِ عَنْ أَلْطَافِ مَنْ سِوَاكَ “Allah'ım! Ulu Dergâhından bizlere öyle bir lütufta bulun ki, Sen'den gayrı bütün mâsivâdan gelebilecek iyilik ve lütuflardan bizleri müstağni kılsın!” Falandan/filandan utûfet bekleme, lütuf bekleme!.. Farkına varmadan, peylenmiş olabilirsin. İnsan hiç farkına varmaz, satılmış olur, peylenmiş olur. Sonra bu defa onların borazanı haline gelir. Onlar ne derlerse, onu yapar. Ama bir insanın eli hep Hak kapısının tokmağında ise, o asla satılmaz. “Subhânallah!..” ile, “Elhamdülillah!..” ile, “Allahu Ekber!..” ile o tokmağa dokunuyorsa… Fakat hadis-i şerifte önce “Allahu Ekber” ifade ediliyor: اللَّهُ أَكْبَرُ كَبِيرًا، وَالْحَمْدُ لِلَّهِ كَثِيرًا، وَسُبْحَانَ اللَّهِ بُكْرَةً وَأَصِيلًا İşte o tokmak, o; o dil, bu. Bununla o kapıda olduğunu ifade edeceksin!.. O'nun kapısı, her yerde, herkese açık.. O (celle celâluhu), mekandan münezzeh.. ne cisim, ne araz, ne cevher, ne mütehayyiz.. ne yer, ne içer, ne zaman geçer. Cümlesinden berîdir Allah! “Ne cism ü ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir / Yemez, içmez, zaman geçmez, berîdir cümleden Allah. // Tebeddülden, tagayyürden dahi elvân ü eşkâlden / Muhakkak ol müberrâdır budur selbî sıfâtullah.” (Erzurumlu İ. Hakkı Hazretleri) Densizler, nâdanlar, vandallar, birilerinin direktifi ile bazı şeyleri çarpıtarak, -hâşâ- Zât-ı Ulûhiyete zaman, mekan, tahavvül, tebeddül, tagayyür isnad ediyor gibi gösterseler bile, o türlü şeylerin rüyasına dahi “Bin defa estağfirullah!” deriz; rüyasına bile bin defa estağfirullah!..
Yesevilik, Haydarilik, Vefailik ve Kalenderiliği kaynaştıran Babai hareketi kökenli Abdalan-ı Rum (Abdallık) hareketinin devamı olan Bektaşiliğin kurucusu olarak kabul edilen Bektaş'tan dönemin resmî kronikleri, hatta sûfî kaynakları bile bahsetmez. Ancak ne Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ne Yûnus Emre ne de Anadolu'da yaşamış başka hiçbir sûfî onun kadar güçlü bir kutsallaştırmanın konusu olmuştur. Kendisinden söz eden kaynakların en eskisi 1240'daki Babailer Ayaklanması'nın manevi lideri Baba İlyâs'ın torunu Elvan Çelebi'nin aile tarihidir. Ama burada çok kısa bir bilgi vardır. Hacı Bektâş-ı Velî hakkında ikinci kaynak, vefatından yaklaşık yüz yıl sonra, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin torunu Ulu Ârif Çelebi'nin emriyle Ahmed Eflâkî tarafından kaleme alınan Menâḳıbü'l ârifîn adlı Farsça eserdir. Bu eserde de Hacı Bektâş-ı Velî hakkında kısa bir pasaj vardır. XV. yüzyılın sonlarına ait bir başka önemli kaynak ise yine 1240'ta Selçuklu'ya karşı ayaklanan Baba İlyâs'ın soyuna mensup bir sûfî tarihçi olan Âşıkpaşazâde'nin Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eseridir.
“Yâ Ali Mü'minin üç alâmeti vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermektir. Münâfıkta da üç alâmet olur: 1. Herkesin yanında namâz kılarken rükû, secde ve diğer rükûnları tam olarak yapar, yalnız kılarken bunların hiç birine dikkat etmez. 2. Kendisini methettikleri zamân işlerini seve seve, zevkle yapar. 3. Allâhü Te‘âlâ Hazretlerini başkalarının yanında zikredip, yalnız kalınca unutur. Yâ Ali! Münâfıkta üç alâmet daha bulunur: Söylediği söz yalandır, emânete hiyanet eder, verdiği sözde durmaz. Zâlimde de üç alâmet vardır: Kendisinden aşağı olanlara baskı yapar, Gücü yeterse başkalarının malını zorla alır, Nereden yiyip nereden giyeceğini hiç incelemez, üzülmez. Tövbe eden kimsenin de üç alâmeti vardır: Harâmlardan sakınır, İlim öğrenmeğe hırslı olur, Göğüsten çıkan sütün tekrar girme ihtimâli olmadığı gibi, tövbe ettiği günâha bir daha dönmez. Yâ Ali! Allâhü Te‘âlâ'nın dergâhında, insânların en iyisi herkese menfaati olandır. En kötüsü kinli, gammâz ve kötü işli olandır. Allâhü Te‘âlâ'nın en sevdiği kimse, ömrü uzun, ameli iyi olandır. En çok buğz ettiği kimse, dıştan iyi görünüp, içi bozuk olandır. Zâhiri salâh ile süslü, bâtını günâh ile doludur. Yâ Ali! Bundan daha kötüsü şerrinden kurtulmak için kendisine ikrâm olunan kimsedir. Bundan daha kötüsü, zenginlere ikrâm edip, fâkirleri aşağı tutandır. Zenginlere çeşitli, renkli nimetlerle cömertlik eder. Fakirlere bir parça ekmek vermez. Bundan daha beteri, yalnız başına yiyip, kimseye bir şey vermeyendir. Bundan daha kötüsü, bir müslüman kardeşine dostluk gösterip, sonra onu felâkete sürükleyen kimsedir. Yâ Ali! Evinde bal, zeytinyağı ve çörekotu bulunan kimseye melekler istiğfâr eder. İçinde sûret, şarap, köpek bulunan eve melekler girmez. Melekler, hiç misâfir girmeyen ve ana-babaya isyân edilen eve de girmezler.” (İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibü'l-âliye, c.10, s.675-676)
Business Channel Tv'de yayınlanan BEN SAVAŞ KALAFAT programına CENGİS ASİLTÜRK konuk oldu. Hem yönetmen, hem roman yazarı hem de akademisyen... Cengis Asiltürk. Kendisinden söz ettikten sonra sinemanın önemi, yönetmen olmak, akademik çalışmalar, sinema öğrencilerinin neler yapması gerektiği, film projeleri sinemaya dair tüm merak edilenleri değerli bilgilerinin ışığında bizler için anlattı. #sinema #yönetmen #yazar #sinemakuramı
İnsanın varoluşu, Allâh'ın dilediği şekilde meydana gelmiştir, her birimiz O'nun dilediği gibi meydana geldik. Abdullah ibn Mes'ud (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: – Sizin birinizin ana-baba maddeleri 40 gün anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içerisinde bir çiğnem ete tahavvül eder. (120. günde) ona bir melek gönderilir de bu melek ona ruhu nefheder. Ve melek dört kelime ile yani rızkını, ecelini, amelini, saîd ve şakî olduğunu yazmakla emrolunur. Kendisinden başka Hak ilâh olmayan Allâh'a yemin ederim ki: Sizden biriniz cennet ehlinin ameliyle amel etmekte devam eder. Nihayet kendisi ile cennet arasında bir zirâ'dan başka mesafe kalmaz!.. Bu sırada yazı o kişinin önüne geçer!.. Bu defa o kişi cehennem ehlinin ameliyle amel etmeye devam eder. Ve yine sizden biriniz cehennem ehlinin ameliyle amel eder, nihayet kendisiyle cehennem arasında ancak bir zirâ mesafe kalır. Bu sırada yazı önüne geçer!.. Bu defa da o kimse cennet ehlinin ameliyle amel eder ve cennete girer!
Özellikle atletik performans antrenörleri ile benim yapabileceğim en büyük tavsiye; bu tarz beslenme ve diyetetik konularını kesinlikle bizlerle ya da kişisel koçlarla konuşmamanız. Çünkü bizim uzmanlık alanımızda spor var. Diyetisyenler ise; bir insanın / bir sporcunun beslenmesi ile ilgilenir. Bu konuya farklı bir yaklaşımla geldim. Sporcu beslenmesi uzmanı olan Bi'bilen Zehra Bora hocam ile karşılıklı bu konuyu konuştuk. Kendisinden sizler için çok elzem bilgileri alarak, bu soruyu cevaplayacağım. Sporcu kahvaltısının vazgeçilmez şeyleri olmalı. İlk olarak güne başlarken; yumurta tüketin. Haşlanmış yumurtanın sayısını sizler belirleyebilirsiniz. Yağ ve tuz oranı düşük olan lor peyniri kahvaltıda tüketilebilir. Taze limon sıkılmış mevsim sebzeleri, yeşillikleri yine kahvaltıda tüketilebilir. Avokado ve cevizi de kahvaltımdan eksik etmem. Bu ikisi de kesinlikle sporcu kahvaltılarında bulunmalı. Zeytin sevenler için özellikle; tuzsuz yeşil zeytin bulundurabilirsiniz. Bitki çayı tüketmiyorsanız; mevsiminde olduğumuz narenciye sularını sıkıp, tüketebilirsiniz. Topluluklarımızda daha fazlasına ulaşmak için: https://www.erkeklersoruyor.com/spor-beslenme/sporcu-kahvaltisi-nasil-olmalidir-q3995578
Yerin bütün hazineleri Resûlullâh (s.a.v.)'e verilmiştir. Ülkelerin anahtarları ona teslim edilmiştir. Kendisinden önce hiçbir peygambere helâl olmayan ganimetler ona helâl kılınmıştır. Fethedilen ülkelerin cizyesinden, vergilerinden, humuslarından (beşte birlerinden) hiçbir krala toplanmayan mal toplanıp kendisine getirilmiştir. Çevre hükümdarlarından birçokları da ona hediyeler göndermiştir fakat O (s.a.v.), bu mal ve hediyelerden hiçbirini kendi nefsi için almamıştır. Hepsini yerli yerince harcamış, dağıtıp başkalarının ihtiyaçlarını gidermiş, Müslümanları güçlendirmiştir. Kendi nefsi için bir dirhem bile alıkoymamıştır. Ve şöyle buyurmuştur: “Uhud dağı kadar altına sahip olsam, ondan bir dinarın yanımda gecelemesinden bile hoşlanmam. Yalnız borcumu kapatacak kadar tek dinar müstesna.” (Müslim) Bir defasında kendilerine birçok dinar geldi. Hepsini taksim etti, yanında altı dinar kaldı. Onu da hanımlarından birinin yanına bıraktı. Fakat o gece mübarek gözleri uyku tutmadı, kalkıp onları da taksim etti. Ve şöyle buyurdu: “İşte şimdi içim rahat etti.” (Suyutî) Vefât ettiklerinde silâhı (zırhı) çoluk çocuğunun nafakasına karşılık aldığı bir şey karşılığında, rehindeydi. (Buhâri) Resûlullâh (s.a.v.) yemek, içmek, giymek gibi hususlarda zaruretin gerektirdiği ölçü ile yetinirdi. Fazla hiçbir şey edinmezdi. Bulduğunu giyerdi. Genellikle her tarafını örten ucuz bir kumaş, kaba bir giysi ve kalın bir çizgili elbise giyerdi. Resûlullâh (s.a.v.) her şeyde olduğu gibi elbise hususunda da orta olanı seçmiştir. Çünkü böyle bir giyinme tarzı insanı kişiliğinden uzaklaştırmaz. Orta yolu seçmekle ne çok eski giyip de dikkati üzerine çekmiştir ne de çok pahalı giyinip de şöhret hastalığına yakalanmıştır. Yani her iki yönden de teşhir edilmesini yine kendisi bizzat önlemiştir. (Kadı İyaz, Şifâ-i Şerîf, 95-96.s.)
Akrabaya sıla etmelidir, vâciptir. Ömrün bereketli olmasına sebeptir. Çok büyük sevâptır. Sıla demek, unutmayıp yakınlık göstermektir. Ziyaret ile hediye göndermekle eliyle veya diliyle yardım etmekle olur. En aşağı derecesi selâm vermek veya selâm göndermek ile olur. Sıla için muayyen bir zaman yoktur. Nikâhla alması haram olan akrabaya sıla etmek, herhalde vâciptir. Fakat evlenmesi caiz olan akrabaya sıla etmek, vâcib değildir. Bazı âlimler buyurdular ki, gün aşırı ziyaret etmeli yahut haftada bir yahut ayda bir kere ziyaret etmelidir. Dostluğu, ziyaret ve yardımı kesmemelidir. Çünkü haramdır. Büyük günâhdır. Allâhü Te'âlâ sıla-ı rahmi kesen kimseden, râhmetini keser ve onu helâk eder. Hadîs-i şeriflerde geldi ki, bir kavmin içinde sıla-i rahmi terkeden bulunsa, üzerlerine rahmet inmez. Duâları kabul olmaz. ÜSTÂD HÂKKI Üstâdlarına tazim etmelidir. Kendisinden ilim öğrendiği üstâd ile, diğer âlimler ta'zîm hususunda beraberdir demişlerdir. Hz. Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) buyurdu ki: “Bana bir harf öğreten üstadın kölesi olurum.” Üstadın hakları çoktur. Yol göstermek hariç önünden yürümemelidir. Ondan önce söze başlamamalıdır. Yanında sesini yükseltmemelidir. Yanında çok konuşmamalıdır. Üzüntülü zamanında suâl sorup, ağırlık vermemelidir. Hastalanınca evine gidip hâl ve hatırını sormalıdır. Ziyaret etmeyi terk etmemelidir. Rızâsını almaya uğraşıp, duâsını istemelidir. Bedduâ etmesinden çok sakınmalıdır. Hizmetini severek yapmalıdır. Hizmet edip saadete kavuşmalıdır. Hayır duâsını alıp, din şerefine kavuşmalıdır. Talebesinin nesebi, malı, makâmı, şöhreti, yaşı ve salâhı üstâdlarından çok olsa da, yine üstâdlanna karşı tevazû, ta'zîm ve hizmet etmelidir. Nasihâtini kabul etmelidir. Velhâsıl, her yerde rızâsını gözetmelidir. İyi zamanlarında ve duâ vakitlerinde hayırlı duâsını niyaz etmelidir. (Ahmed Kadızade, Bîrgîvî Vasiyetnamesi, Kadızâde Şerhi, 226-227.s.)
Sadaka cehennemden korur: **“Velev bir hurma parçasını sadaka olarak vermekle ateşten sakının. Eğer bunu da bulamazsanız güzel kelime tatlı dil ile o ateşten korunun.”** Sadaka gadabı söndürür: **“Sadaka muhakkak Rabb'ın gazabını söndürür, kötü ölmeyi önler.”** Nafaka da sadaka hükmündedir: “Kişi sevâbını umarak ailesinin nafakasının temin edince bu onun için sadaka olur. (Yani ona sadaka sevabı yazılır.)” Sadakayı geciktirmemeli: “Sadaka vereceğin zaman geciktirme?” Sadaka-i Câriye: “İnsan ölünce ameli kesilir. (Yani sevap ve günahtan yapacağı bir şey kalmaz.) Ancak şu üç neviden olanlar müstesnadır: **1. Dâima akan (öldükten sonra da devam eden) sadaka.** **2. Kendisinden fayda görülen (talebe yetiştirmek, hayırlı eser te'lif etmek gibi) ölünün arkasından da durmayıp feyzi devam eden ilim,** **3. Kendisine -âhirete göçtükten sonra- dua edecek hayırlı evlat”** Sadaka-i cariyeden su hayrı: **“Sadakanın en faziletlisi (üstün derecelisi) su içirmektir (Su vermek, su hayrı yapmaktır)”** Sağlıkta yapılan hayır: **“Kişinin hayatında bir dirhem sadaka vermesi ölürken yüz dirhem sadaka vermesinden hayırlıdır.”** Sadaka ömrü uzatır: **“Müslim kimsenin sadakası ömrün uzamasına sebeb olduğu gibi, kötü sondan muhafaza eder”** Sadaka belâyı def eder: **“Sadaka yetmiş çeşit belâyı men eder. Bunların en hafifi cüzzam ve baras illetidir.”** Veren el alandan üstündür: **“Yüksek (yani sadaka ve hayır veren) el alçak (yani sadaka ve hayır alan) elden hayırlıdır”** **(Mahmud Sami Ramazanoğlu(K.S.), _Musahabe 5_, s.91)**
O ziyaretçilerin içinde bir doktor da vardı:Necdet Bey. Bu eğitim hareketi çok hoşunagitti ve bizden ayrılmaz oldu. O yaşındaarabayla bizimle beraber dolaşıyor, sohbetlerimizekatılıyordu. Bir gün “Ben, bu anlattıklarınızıbir yerden hatırlamaya başladım”diyerek söze başladı: “Biz İzmir Tire lisesindeöğrenciyken pazar günleri bize KireççiHafız lakaplı biri gelirdi, benzer şeyler anlatırdı.İslamiyet, vatan, millet ve aile hakkındaçok güzel mevzular üzerinde dururdu. Bizondan çok şey öğrendik. Hatta diyebilirim kibenim aile hayatımın sağlam kalması onunibret verici nasihatlerinin neticesidir. Çünkübenim kıymetli eşim kolej mezunudur. 52 kızarkadaşının hepsi de eşlerinden ayrıldı, amabiz ayrılmadık. Şimdi iki evladım da benimgibi doktor ve Amerika'da bulunuyorlar.”Sonra bir gün 1946'da arkadaşları veKireççi Hafız'la beraber çektirdikleri fotoğraflarınıgetirdi. Baktım, Kireççi Hafız dediğikişi Ahmed Feyzi Kul. Kendisinden kalankitaplarının ve el yazılarının arasında madenarama ile ilgili bakanlıklara yazdığı dilekçelerive gelen resmî yazıları görmüştüm. Herhalde kireç kuyuları ilgili de çalışmaları davardı ve halk arasında o lakapla anılıyordu.Hatta Mustafa Birlik Ağabey bir hatırasınıanlatırken şöyle demişti: “Ahmed Feyzi Ağabeyile ben sanıktık. O zaman, Doğu MenzilKomutanı General Faruk Güventürk gazetelere,‘Memleketimizde tehlike sadece kızılkomünistlerden gelmiyor. Bir de yeşil komünistlervar. Onlar Nurculardır.