POPULARITY
Konunun uzmanları İBB'ye bağlı Medya A.Ş. iştirakindeki sayıları 25-47arasında olduğu iddia edilen gazetecilere para aktarılması ve CHP'li belediyelere açılan soruşturmalar hakkında canlı yayında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ekrem İmamoğlu'nun medya üzerindeki bu etkisinin daha büyük bir soruna yol açacağını ve İmamoğlu'nun, Medya A.Ş. aracılığıyla medyayı fonlayarak kamuoyu üzerinde manipülasyon yapmaya çalıştığı öne sürüldü.
“Bu ordu neden Mustafa Kemal'in ordusu olsun? Bu ordu milletin ordusudur, devletin ordusudur. Mustafa Kemal'e illa bir kült lider olarak bakmak zorunda değil kimse. Bir Osmanlı subayı olarak da bakabilir, bir insan olarak da bakabilir” diyen Aydın Ünal abiye katılmamak mümkün değil. Konunun üzerine şuradan gideyim ben de.
Lübhan'da çağrı cihazlarına yüksek patlayıcı madde yerleştirilerek kitlesel bir saldırı düzenlenmesinin ardından akıllarda birçok soru işareti oluştu. Sosyal medyada ise olaydakinin aksine, “cihazların yazılım desteğiyle pillerinin de patlatılabileceği” yönünde iddialar gündeme geldi. Konunun uzmanları Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Şimşek Demir ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Mehmet Nurullah Ateş ile konuştuk.
Pek de uzak olmayan bir gelecekte bu manyaklardan birinin tepesi atacak yahut tansiyonu düşecek, şekeri çıkacak ve nükleer savaşı başlatacak sanki. Gerginlik gittikçe büyüyor ve o melanet ‘nükleer' kelimesi sıkça telaffuz ediliyor. Manyak kelimesine kimse takılmasın. İkide bir nükleer tehdit savuranlara başka ne diyebiliriz? * Ayrıca o kelime, manya hastalığına tutulmuş kişi anlamına geliyor. Manya'sı olana manyak denir. Anlamına bakarsak şunu görürüz: Abartılı ve aşırı davranışlar sergileyen, maniye yakalanmış hasta. Mecaz: Gülünç, garip, şaşırtıcı davranışları olan kimse. Hakaret yollu söylenince: Aptal, çılgın, dengesiz, deli anlamlarında bir seslenme sözü. * Ülkesinde nükleer füzeleri olanlardan hangisi son bir iki yıl içinde tehdit savurmadı? Çok azdır. Rusya'da bildiğim kadarıyla farklı zamanlarda bu konuda üç kişi konuştu. Putin, Lavrov, Medvedev. Konunun ciddiyetini anlatmak için, ülkelerini en üst seviyede savunacaklarını bildirmek için, her ne için olursa olsun, nükleer güçlerinden bahsettiler. * Elinde basılı menü bulunmayan esnaf lokantasındaki garsonun “Bugün bizde şu yemekler var” diye sayması gibi davranıyor lider bilinen koca koca adamlar. Onlardan biri Kuzey Kore'nin başı Kim oğlu Kim… Diğeri de Baydın elbette. “Giderayak öyle bir şey yapayım ki” diyebilir… “Dünya beni düşmelerimle, boşlukla tokalaşmalarımla hatırlamasın da ülkesini korumak adına üçüncü dünya savaşını başlatan adam olarak tarihe geçeyim.” * Biri düğmeye basınca (Kırmızı olduğunu tahmin ettiğimiz nükleer silahların düğmesinden bahsettiğimiz açık. Fakat mavi olsa ne yazar?) diğer taraftaki hedef ülke, birkaç dakika içinde durumdan haberdar olacak ve o da kendi elinin altındaki düğmeye basarak uzun menzilli füzelerini fırlatacaktır. Orası aşikâr. Nükleer füzeler havada karşılaşınca selâmlaşacaklar ve sonra hedeflerine doğru yola devam edecekler. Gökyüzünde çarpışıp birbirini yok etmeleri söz konusu değil. Ki öyle bile olsa, nükleerin etkisi yayılmaya başlar ve gittikçe genişler. * Komşuda pişer, bize de düşer hesabı, ister istemez biz de etkileniriz. O zaman, şairin dediği gibi, “Gelişimiz teker tekerdi, gidişimiz cümbür cemaat” diyemeden dünyaya veda ederiz. Yeryüzünün bütün keten helvaları yandı demektir. Dünyaya veda etmek mesele değil, er geç olacak da… Nükleere maruz kalıp sakatlanmak, çarpık çurpuk vaziyete gelip sürünmek, hiçbir insanın isteyeceği, makul göreceği, “Olur böyle şeyler, ne yapalım birader” diyeceği bir durum değil. Allah korusun. Bu satırları sıcak havaların etkisiyle durup dururken yazmıyoruz. Baydın, ordusuna “nükleer savaşa hazırlık” talimatı verdi ve bu da “bir şekilde” basına yansıtıldı da ondan.
TAYYİP ANADOLU JET'İ HAM YAPIYOR Anadolu Jet'in ismi değişti, THY'den ayrıldı ve rötarlar, iptaller patladı. Çünkü Erdoğan gözünü dikti. Ajet ismini alan Anadolu JET'i nasıl yemeyi planlıyorlar? Konunun İstanbul Havalimanı ile ne alakası var? Ve asıl önemlisi konumun önümüzdeki seçimlerle ne alakası var? Erdoğan neyin hazırlığını yapıyor?
Send us a Text Message.Bu bölümde konuğum Bugünkü konuğum yönetim danışmanı Yalçın ArsanKendisinin önce Kişisel Bilgi Yönetimi hakkında videoları ile karşılaştım ardından “köyde doğal ev yapma” yazı serisini keşfettim. İnsanların bir konuyu, süreci böyle derinlemesine ve tüm şeffaflığıyla anlatması her zaman beni etkilemiştir. Yabancılarda buna daha çok rastlarız ama bizde daha enderdir.İnsanımızda böyle bir tahammül yok diyor Yalçın, acele yaşıyoruz, hemen işin özetini, kısa cevabı istiyoruz. Oysa bir işin hakkını vermek için yavaşlamak lazım. Konunun detaylarından kendimizle bağlar yakalamamız lazım.Düşünceleri dağınık ve hafızası zayıf bir kişi olarak, hep çok not aldığını ancak bu notlara daha sonra ulaşamadığından yakındı. Son beş yıldır ise farklı yöntemler ve araçlar deneyerek kendi düzenini oluşturmuş. Söyleşimizde bu yolculuktan ve araçları ne şekilde kullandığından konuştuk.Bir bilgi işçisiyseniz, yaratıcı bir işle uğraşıyorsanız, öğrenciyseniz veya hayat boyu öğrencilerdenseniz daha verimli not tutmak için son yıllarda giderek gelişen araçlardan faydalanmanızı öneriyorum. Böylelikle bilgi selini daha iyi yönetip, yaratıcılığınızı beslemek ve stresinizi azaltmak mümkün olabilir.Yalçın Arsan'ın KBY hakkında bloguhttps://www.yalcinarsan.com/tag/kisisel-bilgi-yonetimi/Yalçın Arsan'ın KBY videolarıhttps://youtu.be/y_BkF5spWoY?si=CkLSrXq-8-iovvpSTwitter hesabıhttps://x.com/yalcinarsanSupport the Show.
20 Mayıs 2024 tarihli köşe yazımda Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç'ten emeklilik dilekçesi istenildiğini yazmıştım. Engin Dinç'in ise görevine devam etmek istediğine yönelik talebinin kabul edildiği iddiasının şüphesiz devlet bürokrasisinde çok az rastlanan bir duruma işaret etmesi nedeniyle beklemede kalıp bu konuyu bilahare yazmayı da hedeflemiştim. Ankara Emniyetinde yaratılmak istenen kaos, kargaşa ve bazı bakanlarımıza ve milletvekillerine kurulmak istenen kumpas iddiaları ile ilgili olarak TVNET'te bazı değerlendirmelerde bulundum. İl Emniyet Müdürlerinin emrindeki öncelikle rütbeli personel başta olmak üzere tüm personelin sıralı amirler tarafından denetlenmesi ve kontrol altında tutulması zorunluluğunu dile getirerek 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde İstanbul'da Emniyet Müdürü H.Ç'nın darbe teşebbüsü başladığı sabahın erken saatlerinden darbenin önlendiği geç saatlere kadar görevine gelmediği, darbe önlendikten sonra göreve gelmesi sonrasında açığa alındığına dikkat çekmiştim. FETÖ'cü emniyet müdür yardımcıları ve şube müdürlerinin aylarca yaptıkları darbe toplantılarından haberi olup olmadığı sorgulanmış kısaca zor günler yaşamış kısa bir süre cezaevine kalarak emekli olmuş veya edilmişti. Ancak Ankara Emniyet Müdürlüğünde yaşanan kumpas ve kargaşanın arkasında Ayhan Bora Kaplan suç örgütünün Ankara Emniyet Müdürü üzerinden Cumhur İttifakı'nı, bakanları hedef alması aslında Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç'i etkisiz kılma operasyonu muydu? Konunun bir mafya örgütü üzerinden birkaç polis müdürünün işgüzarlığından çok öte olduğu da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AK Parti Grup Toplantısı'ndaki konuşmasından anlaşılıyordu.
Hazine ve Maliye Bakanı'mız X'ten bir mesaj paylaştı: “Vergi kayıp ve kaçağıyla etkin mücadelemiz devam ediyor. Vatandaşlarımızın daha kolay ve hızlı bir şekilde ihbarda bulunabilmeleri için Gelir İdaresi Başkanlığımız yeni kanalları devreye aldı. İhbarlara yönelik yapılacak vergi incelemesi sonucu ihbarda verilen bilgiye istinaden tespit edilen vergi ve vergi kaybı cezasının yüzde 10'u tutarında ihbar ikramiyesi ödenebilecektir.” Anadolu Ajansı (AA) ekonomi finans servisi de bir iki dakika sonra şöyle bir haber geçti: “Hazine ve Maliye Bakanlığı vergi kaçağıyla mücadelede yeni sistemi duyurdu. Vatandaşların ihbarda bulunabileceği kanallar güncellendi. WhatsApp, X ve Instagram gibi sosyal medya platformlarından da ihbar yapılabilecek. Söz konusu ihbarlara belli kurallar dahilinde ikramiye de verilecek.” Konunun tabii ki iki yanı var… Birinci boyutu, kayıp ve kaçağın, haksız rekabetin, sahtekârlığın engellenmesi. İkinci boyut ise her an ‘fitne' tehlikesini taşıyabilecek, halk arasında ‘gammazlama', ‘muhbirlik yapma', ‘müzevirlik' gibi aşağılayıcı kavramlarla özdeşleştirilebilecek bir ahlaki soysuzluğu tetikleyebilmesi. İkinci ihtimal, yüzde 1 oranında bile olsa çok vahimdir. Flightradar24'e göre, herhangi bir anda gökyüzünde, 8 bin ila 20 bin arasında uçak bulunduğu söylenir. Bunların günde yüzde 1'i düşse 80 ila 200 arasında uçak düşecek demektir… Yani, yüzde 1 çok büyük rakamdır… Bunu engellemenin bir tek yolu vardır. O da ‘asılsız ihbar'a niyetlenenleri caydırmak için ağır cezalar konmasıdır. İhbarın gerçek olmaması durumunda uygulanacak cezanın, Sayın Bakan'ın açıkladığı alınacak yüzde 10'luk ödülün en az 10 katı olması lazım… Sayın Şimşek'in açıklaması ve AA'nın haberinde bu hususa yer verilmemesinin basit bir eksiklik olduğuna inanmak istiyoruz. Yoksa çok majör bir hata olurdu.
Dünyanın bir çok tanınmış insanı, Gazze ile ilgili duyarlılık gösteriyor ama bizim meşhurlar ortada yok diyoruz ya, vazgeçelim bundan. Balık olmayan göle olta atmak gibi bir şey bu. Bekleriz ama bir şey çıkmaz. Asıl biz bunu beklemekle abesle iştigal ediyoruz belki de. Konunun kapıları tartışmaya fevkalade açık... Meşhurlarımızın neden meşhur olduğunu sorarak başlayabiliriz düşünmeye. Fikirleriyle mi? Ben bugüne kadar işe yarayacak pek bir fikir serdettiklerine şahit olmadım. Gece hayatlarıyla, evlenip boşanmalarıyla, yaz kış kombinleriyle, estetik operasyonlarıyla, önemli gün ve haftalarda ortalığa bıraktıkları klişenin klişesi paylaşımlarıyla, rüzgarın estiği yöne doğru kurguladıkları üfürükten duyarlılıklarıyla... Yeni başlayan ve final yapan kimin eli kimin cebinde belli değildir tarzı dizileriyle... Okyanusun bilmem neresinde bir adada kendilerini zora koştukları abuk ötesi yarışmalarıyla... Birbirlerine laf çakmaları, samimiyeti kuşkulu agresyon gösterileriyle, reklam çırpınmalarıyla... Sahilde okunamayacak hiçbir şeyi okumazlar, kafa yormayı gerektirecek herhangi meselenin kapağını açmazlar. Acayip de fenomendirler fakat, ne demekse! Şov işindedirler, şov yaparlar, harala gürele, lay lay lom! Medya onların çiftliğidir, en ciddi, en beklemeyeceğiniz yerlerde baş köşededirler. Onları oralara boca edenler, ciddi insanları da bu sayede görünmez hale getirmiş olurlar. Ha biraz daha ciddi olanları vardır, onların bazı konularda ön aldığını görürüz. Ama sadece içinde İslam, Müslüman, Arap, ümmet, zulüm, mazlum gibi kelimelerin geçmediği konularda... Gizliden, hatta kendilerinden bile saklayarak ırkçı takılanları vardır. Kimisi de açıktan ırkçıdır sonuna kadar, şunu istemeyiz, bunu istemeyiz diye diklenip dururlar kendi çöplüklerinde...
REİS YAŞLANDI: YİNE AYNI TUZAK Tayyip Erdoğan, seçim sonrası ilk tuzağını kurdu ama bu tuzak bildik tuzak. İlk kurşunu Sabah Gazetesi üzerinden attı. AKP'nin seçim toplantısında alınan kararın detayları... İsrail'le ticareti hükümet kabul etti. Hangi gazeteciler ters köşe oldu. İsrail'le ticaret sadece gıda, çelik ve inşaat malzemelerinden mi ibaret? Yoksa silah da var mı? Kılıçdaroğlu, Uğur Dündar'a neden yüklendi? Hatta onu bir çeşit ajan ilan etti? Konunun detayları...
Türkiye'nin teröre yönelik müstakbel Irak operasyonu ve olası komplikasyonlar dahil ‘muhtemel sonuçları' geniş çaplı tartışılıyor… Terör örgütünü ‘bitirici/ezici' boyutuna ilişkin güçlü açıklamalar kadar, geniş bir alanın jeopolitiğini de değiştirme kapasitesi bulunan adımın alenen ilanı, ‘duyduk duymadık demeyin' ve ‘sonradan kimse ağlamasın' anlamına geliyor. Aynı zamanda ‘tartma'dır ve dikkat, şu ana kadar herhangi bir ülke açıktan itiraz etmedi/edemedi! Yerel seçimler, Cumhurbaşkanı'nın nisan ayında gerçekleşecek Irak ziyareti, ardından da harekât sıralaması yapılıyor. Ancak siz günlük gazetelerle, akşam ekranlarının hararetine çok bakmayın. Çünkü devlet yönetenler daha soğukkanlı ve ölçülü açıklamalar yapıyorlar… Konunun stratejik boyunu, jeopolitiğini anlamak için uzun uzadıya analizlere gerek yok. Tartışmanın ilk 20 dakikası içinde konuyla direkt ilgili en az 20 ülkenin adı zikrediliyorsa bu sadece askeri bir harekât değildir! CEVAPLARINDAN DAHA TEHLİKELİ SORULAR… Somali'den Ukrayna cephesine, Karadeniz, Balkanlar ve Doğu Avrupa dahil, Azerbaycan-Ermenistan'dan Basra'ya, İran'dan Çin'e, Körfez ülkelerinden Kızıldeniz'e, İsrail'den Cebelitarık'a, Mısır'dan Yunanistan'a, Suriye'den ABD-Rusya'ya dalgaları vuracak bir adımdan bahsediyoruz… Kimileri çıkıp Irak'ta gerçekleşecek operasyonun bu çapta etkisini abartılmış jeopolitik diye tarif edebilir. Allah'tan Türkiye artık belli çapın altına konuşmuyor. Kaldı ki, daha Türkiye-Irak sınırının birinci santiminde işin nerelerden izlendiğini anlıyorsunuz… En “sıkıştırılmış” haliyle 3-5 basit soru dahi, işin ne kadar gıllıgışlı olduğuna sizi ikna eder; Bir, İran bu işe ne diyor ve Tahran'la konuşuldu mu?
Irmak Akman özel yayınında İstanbul'da kentsel dönüşüm tartışmalarını mercek altına alıyor. İstanbul'da riskli konutların yenilenmesi için açıklanan 'yarısı bizden kampanyası' yeterli mi? Alternatif finansman kaynakları bulunabilir mi? Kentsel dönüşüm konusu nasıl çözülür? Konunun uzmanları gayrimenkul iktisatçısı Dr. Ahmet Büyükduman, akademisyen Prof. Dr. Ali Hepşen ve Kiptaş Genel Müdürü Ali Kurt konuyu tüm boyutlarıyla anlatıyor.İyi dinlemeler...
Bugün Gazze'de İsrail'in uyguladığı barbarca soykırımın 150. günü. Tam beş aydır dünyanın gözü önünde insanlığın bütün değerlerini ayaklar altına alarak uyguladığı insanlık suçlarını pervasızca, şımarıkça uygularken kendisine karşı duracak hiçbir gücün olamayacağına güvenerek yapıyor yaptıklarını. Bu vesileyle meşhur Mısırlı filozof Abdülvehhap el- Messiri'nin İsrail'in aslında yeni ve sürpriz olmayan bu azgınlığının dayandığı gücü tekrar hatırlayalım: ABD'nin sınırsız desteği ve Arap-İslam ülkelerinin sınırsız tepkisizliği. ABD'nin sınırsız desteğini geçelim. O da kendine yakışanı yapıyor, ki İsrail'in soykırım suçlarının ortağıdır kendisi. Ancak Arap-İslam dünyasının suskunluğuyla ilgili gerçeğin bir yanını hatırlamak ve irdelemek için önemli bir tarihin içindeyiz. Arap ve İslam dünyasından Müslümanları ilgilendiren uluslararası meselelerde bir Müslüman aktör olarak devreye girmesi için gerekli iradenin ve inisiyatifin bariz yoksunluğu ile karşı karşıyayız. Gazze'deki ölçüsüz şiddet ve soykırım sadece Filistinlilere karşı yapılmıyor. Başta bütün Araplara, sonra bütün Müslümanlara yönelik bir aşağılama halini alıyor saldırılar. Ardından gelen klişe soru: 300 milyon Arap veya 2 milyar Müslüman 6-7 milyonluk İsrail karşısında hiçbir şey yapamıyor mu? Neden yapamadığı aslında çok açık ve bu şartlara Müslümanları mahkûm eden bir tarihsel süreci her vesileyle irdelemek gerekiyor. Evet, bugün hiçbir İslam ülkesi Müslümanları ilgilendiren bir hususta uluslararası planda inisiyatif alarak hareket etmemektedir. O yüzden Müslümanların başına, Müslüman olmaları dolayısıyla gelen bütün musibetleri her grup, her topluluk kendi başına çekmek zorunda kalıyor. Konunun elbette bundan tam yüz yıl önce dünya Müslümanlarının siyasi birliğinin, yani hilafetin ilga edilmesiyle veya “TBMM'nin manevi şahsiyetinde mündemiç ve mahsur” hale getirilmesiyle ilgisi var. Cumhuriyetin kuruluşundan sadece 4 ay sonra (3 Mart 1924) Türkiye'yi bütün Müslüman dünya üzerinde söz sahibi ve sorumlu kılan, ama aynı zamanda dünyadaki bütün Müslümanların da ilgili olduğu bir siyasi kurum olarak Hilafet Türkiye'nin tek taraflı kararıyla lağvedildi. Hilafetin kaldırılması her ne kadar münhasıran Türkiye'nin kendi içinde girdiği yeni laikleşme, modernleşme sürecinin içinde ele alınıyorsa da her şeyden önce bütün dünya Müslümanları adına sonuçları olan bir karar olmuştur. İkincisi bu karar Türkiye için bir devrim, hatta bir zafer gibi sunulmuşsa da sonuçları itibariyle Türkiye'yi sahip olduğu siyasal güç açısından alabildiğine daraltan, uluslararası nüfuzundan ve iktidarından bir çekilmeye denk gelmiştir. Nitekim bu karar Osmanlı açısından bakıldığında, Osmanlı'nın galip geldiği bir sürecin sonunda değil, mağlup olduğu ve parçalanmış olduğu bir sürecin sonunda gelmiştir.
Biden yönetimi İsrail konusunda iyice köşeye sıkışmış durumda. Gazze'de 4 bini çocuk olmak üzere 10 binden fazla sivil hayatını kaybetti ve İsrail'in sivil ayırt etmeyen saldırıları devam ediyor. Bu durumun İsrail'in istediği üzere terörle mücadele olarak savunulacak bir tarafı kalmadığı için Biden yönetimi sivillerin korunmasına daha fazla vurgu yapmaya başladı. Ancak retorik değişikliğinin işe yaramayacağı belli zira Biden Netanyahu'yla samimi poz vermekle kalmamış, yönetim yetkilileri İsrail'e herhangi bir kırmızı çizgi çekmeyeceklerini söylemişlerdi. Netanyahu da son iki haftadır Washington'dan gelen sivillerin korunmasına özen gösterilmesi yönündeki uyarıları dinlemeyeceğini gösterdi. Biden hem ulusal hem de uluslararası tepkiler karşısında çaresizlik görüntüsünden kurtulmak için adeta Netanyahu'nun merhametine kalmış durumda. 7 Ekim saldırısının hemen sonrasında ciddi bir Amerikan başkanı tavrı koymak yerine İsrail yanlısı lobinin etkisiyle hareket eden bir senatör refleksi veren Biden, Netanyahu'yu sıkı kucaklayarak kontrol edebileceği hesabında yanılmış görünüyor. Hamas'ın 7 Ekim saldırısına İsrail'in çok sert cevap vereceğini tahmin etmek zor değildi. Konunun uzmanları daha o günlerde büyük bir güvenlik açığı verdiği için Netanyahu hükümetinin çok daha hırçınlaşacağını da tahmin edebiliyordu. Barış sürecini akamete uğratmayı siyasi kariyerinin en büyük başarısı sayan Netanyahu liderliğinde kurulmuş olan ve İsrail tarihinin en sağcı hükümeti kabul edilen kabinede geçmişte Filistinlilere karşı katliam çağrısı yapmış aşırı sağcı bakanların varlığı da biliniyordu. İsrail'in Filistin meselesinin artık bittiği iddiasında olduğu ve Suudi Arabistan'la da normalleşip Filistinlilerin egemenlik taleplerinin sonunu getirme çabasında olduğu da aşikardı. Mescid-i Aksa'ya karşı gitgide artan baskılar da İsrail'in kendine özgüveninin ne kadar arttığının bir göstergesi olmuştu. Batı Şeria'da işgal yeni yerleşimler üzerinden genişlemeye devam ederken Gazze adeta büyük bir mülteci kampına dönmüştü. İç siyasette büyük sorun yaşayan Netanyahu'nun çatışma ortamından siyasi fayda sağlamaya çalışan bir lider olduğu da biliniyordu. Bütün bunlar İsrail'in Hamas'ın saldırısına ağır bir cevap vermeye çalışacağını garantilerken, Biden'ın İsrail'in ‘kendini savunma hakkına' destek vereyim derken Netanyahu'nun stratejisine eklemlenmesi en kritik hatası oldu.
Tartışma kültürünü ve eylemini tartıştığım yeni bir podcast serisi ile karşınızdayım. İnsanların birbirini dinlemediği, empati yapma gereği duymadığı ve bir konu hakkında tartışmayı kavga etmek olarak algıladığı tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Zıt görüşlere dair korku eşiğini aşıp farklı fikirlerden beslenmek, kavgasız gürültüsüz tartışmak hatta tartışma eylemini bir çözüm bulma yolu olarak görebilmek için insanlarda tartışma kültürünün yerleşmiş olması gerekiyor. Bu minvalde seriyi, tarihi olaylardan esinlendiğim bir metafor üzerine inşa edeceğim. Julius Caesar'ın “Rubicon Nehri'ni geçerek” Roma ve insanlık tarihini değiştirdiği olay, serinin metaforu olacak. Konunun iskeletini bu metaforla kurduktan sonra serinin ilk bölümünde tartışma eylemi nedir, argüman bizim için neden önemlidir sorularına cevap arayacağız. Bu bölümün son dönemecinde ise insan tartışmaya niye ihtiyaç duyar, bunu detaylandıracağız. Kısacası bu bölüm, tartışma eylemi üzerinde duracağız. Bölüm Kapağı: Hans W. Schmid - Cicero's Speech Attacking Catilina in the Roman Senate 08:00'daki müzik: R. Strauss - Zarathustra, Op. 30 TrV 176 - Prelude (Sonnenaufgang) 17:00'daki müzik: Franz Schubert - 5 Minuets & 6 Trios D. 89 III. Minuet in A Minor 22:04'teki müzik: George Enescu - Serenade Lointaine 27:40'taki müzik: Gabriel Faure - Pavane op.50
Konunun ekseni iletişim boyutunda pek değişmez aslında: Hakikat ve gerçeklik hiçbir zaman üst üste gelmez, özdeş olmaz... Ortada Doğu'da sahnelenen trajedide de durum değişmemektedir... Hakikat; binlerce yıldır bölgenin gerçek sahibi olan Filistinlilerin içine Batı tarafında Orta Doğu'nun kalbine bir kama gibi saplandırılan yayılmacı, agresif İsrail devletinin, topraklarını sürekli genişletmek ve başta ABD olmak üzere Batı'nın bölgedeki egemenliği sağlamak adına bir savaş suçlusu gibi davrandığıdır... Gerçeklik ise bunun tam tersidir... ABD ve Avrupa basını, yıllarca Gazze'de ve Batı Şeria'da Filistin halkına zulmetmiş, Hitler rejiminin kendi milletine uyguladığı kıyımın süre bazında çok daha fazlasını, tam 70 yıldır topraklarını genişletmek adına Müslüman halka yaşatmış olan İsrail değilmiş gibi; Gazze katliamı haberlerini “Önce terör kuruluşu Hamas saldırdı” diye vermektedir... Hemen durumu “Savaş nedeni” (Casus Belli) ilan edip Gazze'yi yok etme operasyonu başlatan ve hemen ardından, yine bir gerekçe yaratarak Suriye'deki hava alanlarını bombalayan ‘terör devleti İsrail' ve bölgedeki çıkarları nedeniyle onun arkasında duran Hristiyan batı, yine iletişimi yönetmede ve algıyı dilediği yöne çekmede, çarpıtılmış gerçeklik resmini amaçlarına göre çizmekte hayli başarılı bir yol izliyor... Sadece son birkaç haftadır mı? Tabii ki hayır... Eskiler 1960 yapımı, Otto Preminger'in yönettiği Exodus adlı filmi hatırlarlar... Yahudilerin İsrail adını verdikleri topraklara bir devlet kurmak üzere göç etmelerinin hikâyesi anlatılır filmde... Exodus, Yahudi mültecileri taşıyan ve 1947'de Filistin'e girmesine izin verilmemiş göçmenleri taşıyan geminin adıdır... Aslında Yahudilerin sözüm ona onlara vadedilmiş topraklara ulaşmak üzere Mısır'dan kaçışlarına verilen addır... Daha öncesi de vardır mutlaka, ancak benim hatırladığım, Hollywood'u ele geçiren Yahudi sermayesinin de girişimiyle binlerce filmde Yahudilerin bu toprakları nasıl hak ettikleri, başta Mossad olmak üzere Yahudi devletinin tezlerini tüm dünyaya kabul ettirmek için nasıl bir iletişim savaşı verdikleri ortadadır... Peki, onca yıldır İsrail'in saldırgan politikalarını ‘izleyen' Arap Ligi, ya da Orta Doğu'da Filistinlilerin haklı mücadelesini desteklediğini söyleyen ülkeler, gerçekliği hakikate yaklaştırmak, iletişimi usulü veçhile yönetmek için hangi stratejik ve taktik politikaları hayata geçirmektedir... Batılı entel dantellerin kimsenin izlemediği festivallerde ödüllendirdiği bir entelektüel Filistin yanlısı film dışında etkili olabilen herhangi bir strateji gözlemlemiş olanınız var mı?... Yani olay, Hamas'ın bir Cumartesi günü 5 bin füze atarak başlattığı, dünyanın başına hangi çorapları öreceği önceden hesaplanmamış, İran destekli saldırısı değildir... Hesabın kapsamı çok daha büyüktür... Sadece Hamas operasyonun başlayacağının birkaç gün önce İsrail devletine bildirilmiş olmasına rağmen Mossad ve İsrail askerî güçlerinin harekete geçmeyerek tarihi fırsatı değerlendirmek istemeleri de değildir... ABD'nin hedefi, Orta Doğu'nun tamamına kendi çıkarları doğrultusunda yeni baştan çeki düzen vermektir... İsrail de üstüne düşen rolü oynamaktadır... Bu oyunu bozma olanağına sahip tek ülke Türkiye'dir. Sayın Cumhurbaşkanı'nın yönetip yönlendirdiği ve aklı başında herkesin desteklediği dış politika hamleleri, Türkiye'nin rolünün altını bir kez daha çizmiştir... Halit Refiğ üstadın kitabının adından burada sık sık söz ederiz. Bir kez daha analım: “Tek Umut Türkiye...” Gözümüze takılanlar...
IMF'in 11 Ekim'de yapılan toplantısında iklim değişikliğine karşı yenilenebilir enerji yatırımlarına ayrılması gereken kaynakların yaratacağı milli borcun yönetilmesi hakkındaki görüşler ön plana çıktı. Her ne kadar gündemimizde çok yer etmese de en büyük ihracat pazarımız olan AB'nin sıfır emisyon kriterlerine uyum için gösterdiği yüksek dikkat bizlerin de ilgisini bu yöne çekmesine sebep olmalı. Zira pek yakın zaman içinde karbon sınırlarını aşan ürünlerin AB'ye ihracı mümkün olmayacak. IMF'e göre; dünya genelinde borç seviyelerinin genel olarak yüksek olması ve borçlanma maliyetlerinin artması, ülkelerin iklim eylemine yeterli bütçe ayırmasını zorlaştırıyor. IMF'in Mali İşler Departmanı Direktörü Vitor Gaspar verdiği demeçte, “Mevcut ulusal hedefler ve politikalar, potansiyel olarak yıkıcı sonuçlarla birlikte net sıfır emisyon sağlamada başarısız olacaktır” dedi. IMF toplantısının olduğu bu hafta enerji sektörüne dair raporlar üreten Ember'in sene ortası raporunu yayınladığı haftaya denk geldi. Konunun ön plana çıkması nedeniyle ilgili raporun bazı noktalarını süreci görmek adına inceleme gereği vardır. Rapora göre; Küresel elektrik talebi 2023'ün ilk yarısında sadece %0,4 artarak ortalama artışın bir hayli altında kalmış. 2012-2022 yılları arasındaki yıllık ortalama büyüme %2,6'dır. Yüksek gelirli ekonomilerdeki talep düşüşü buna sebep olmuş. Tüketimi düşen ana ekonomiler; Japonya (-%5,6), AB (-%4,6), ABD (-%3,4) ve Güney Kore'de (-%1,4) ve bu durum fosil yakıtlarla üretimde genel bir düşüşe yol açmıştır. Küresel ticaretin yavaşlaması bu tüketimin azalmasında ana etkendir. Yenilenebilir tarafta ise; küresel hidroelektrik üretiminde tarihi düşüş yaşanmış. Buna sebep olarak küresel kuraklık olmuş. Yılın ilk yarısında önemli ölçüde; %8,5 oranında su kaynaklı elektrik üretimi gerilemiş. Bu nedenle fosil kaynaklardan üretim hidroliğin yarattığı açığı karşılamak için biraz artmış. Hidroelektrik üretimi geçen yıl ile aynı seviyede kalsa emisyonların bu yıl %2,9 azalması hesaplanmış. Yani yenilenebilir kaynaklardan üretim fosil yakıt tüketimine engel olma yolunda ilerliyor. 2023'ün ilk yarısında 50 ülke yeni güneş enerjisi üretim rekorları kırmış. Çin'in bu rekorun kırılmasında payı büyük, 2023'ün ilk yarısında rüzgâr enerjisindeki küresel büyümenin yüzde 91'ini ve güneş enerjisi üretimindeki küresel büyümenin yüzde 43'ünü oluşturmuş. Küresel elektrik talebindeki düşüş, kömür enerjisinde önemli düşüşlere yol açarken, AB'de kömür ile enerji üretimi yüzde 23 düşmüş.
20. yüzyılın başlarında imparatorluklar ve milliyetçilikler arasındaki karşıtlık Birinci Dünya Savaşı'nı tetikleyen esas amillerden biriydi. Bu karşıtlığın yoğunlaştığı alanda ise Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları vardı. Büyük Savaş, tahmin edilen sürede bitmedi ve atalarımızın savaş meydanlarında gösterdiği olağanüstü gayret Fransa ve İngiltere gibi büyük devletleri yerlerinden etti. Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltere ve Fransa'nın müstemlekelerden topladığı maddi kaynaklar savaşın sürdürülmesi açısından hayatî öneme sahipti. Fakat savaştan sonra tahmin edilmeyen asıl hadise ise bu ülkelerin müstemlekelerden topladıkları askerlerin Fransa ve İngiltere anavatanına yerleşmiş olmasıdır. İkinci Dünya Savaşı'nda müstemleke askerleri Avrupa kıtasındaki savaşlara da katıldı. O zamana kadar geçen yaklaşık dört yüzyıllık dönemde Avrupalılar Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi kıtaların ve ülkelerin demografik açıdan altını üstüne getirmişti. Göç yoluyla ülkeleri istila etmişler ve medeniyetlerin kendilerine olan inancını yok etmişlerdi. Fakat zamanla onlar da benzer sorunlar yaşamaya başladı. Fransa ve İngiltere anavatanına getirilen “yabancılar” bir türlü ortadan kalkmıyordu. Şimdi onlar tehdit edildiklerini düşünüyor. Bugünün göç olgusunu anlamak için Avrupalıların diğer kıtalara gitmesini ve diğer kıtaların Avrupa'ya taşınmasını birlikte düşünmek gerekir. Her iki olayın bağlamı kolonyalizmdir. Bugün Fransa'da meydana gelen olaylar kabaca 19. yüzyıl kolonyalizminin neticesidir. Konunun doğru anlaşılması ve anlam belirsizliğinin ortadan kaldırılması açısından tekrar edelim: Sömürgecilik kavramı, kolonyalizmi karşılamaz. Müstemleke, müstamere, manda gibi rejimlerin anlaşılması içim sömürgecilik kavramı doğru bir tercih değildir. Bu vesile ile kolonyalizmin liselerde hususi bir ders olarak okutulması yönündeki öneriyi de tekrar etmiş olalım. Fakat bundan önce basınımızın kolonyalizm üzerinde derinlemesine durması gerektiği de çok açıktır. Zira bu cenahta Fransa'da meydana gelen olaylar üzerinde durulurken asimilasyon ve entegrasyon gibi kavramlar
Türkiye'de yeni bir milliyetçilik akımı doğuyor: Seküler Milliyetçilik. Peki bu ne demek? Konunun uzmanına sorduk. Konuğumuz Boğaziçi mezunu, Sciences Po Paris'te konuyla ilgili tez yazarı Mehmet Yaşar Altundağ.
Men-E-Men Stüdyo tarafından hazırlanan yüz yirmi ikinci bölüm sizlerle. Popüler kültür dünyasından haftanın en son gelişmelerini hızlıca değerlendirdikten ve bunların arasında “bi de buna bak” dedikten sonra, ana konumuz Oscar Ödülleri'ne geçiş yaptık. Ama ödüllerden bahsetmeden önce, Oscar ödüllerine aday olanlar için, bir pazarlama ajansı tarafından hazırlanan hediye çantalarını konuştuk. Bu niş pazarlama aktivitesini markalara satan ajansın sahibi bunu bir piyango olarak konumlandırıyor. Ardından sahiplerini bulan 95. Oscar Ödülleri'ne değindik. Oyunculuk kariyerleri sekteye uğramış, hatta bitme seviyesine gelmiş iki oyuncunun yıllar sonra geri dönüş rollerindeki performanslarıyla ödüle layık görülmelerini değerlendirdik. En sonda, Oscar'ın yasaklılarını da hatırladık. Amerika'da yaşayan Çinli bir göçmen ailesini merkezine alan film 7 Oscar kazanırken ve bu filmde oynayan 51 yaşındaki Vietnam kökenli Amerikalı oyuncu milyonlarca kişiye hikayesini göz yaşları içinde anlatırken, Atlantik'in öbür tarafında, Avrupa'da göçmenlerle ilgili yaşanan apayrı bir konuyla bu bölümü sonlandırdık. Konunun merkezinde İngiltere tarihinin en büyük futbol yıldızlarından biri var. Bi de Buna Bak https://www.iheart.com/podcast-awards/
Sosyal medyada gündem olan bir konudan bahsedeceğiz. Bir kadın programında sekiz yıldır evli bir çifttin yaşadıkları. Karısının kendini kızıl ötesi varlıklarla aldattığını iddia eden adamın duvarda gördükleri. Konunun manevi açıklaması nedir gelin birlikte dinleyelim. #synergykendiyas #kızılötesi #cinni #ifrit #aldatılma Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
Alman meclisi, IŞİD'in 2014'te Irak'ın Şengal bölgesinde Ezidilere yönelik başlattığı ve tahminen 5.000 kişinin öldürüldüğü sistematik yok etmeyi resmen soykırım olarak kabul etti. IŞİD'in kadın ve kız çocuklarına yönelik uyguladığı cinsel şiddet "savaş silahı" olarak nitelendirildi. Kararla, Almanya Ezidiler konusunda hukuki ve siyasi olarak uluslararası alanda daha fazla sorumluluk üstlenmeyi taahhüt ediyor. Konunun ayrıntılarını podcast WDR Cosmo Türkçe araştırdı. Von Celik Akpinar.
Yıllardır bir çözüm bekleyen EYT'liler için müjde yeni yıldan 3 gün önce 28 Aralık'ta geldi. Peki yıllardır düzenlemeye sıcak bakmayan Erdoğan, neden seçimlerden 6 ay önce bu aksiyonu aldı? Konunun içinden geçtiğimiz sert iklimle yakın bağlantıları var.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Neden Popüler Oldu'nun yeni bölümünde Alara “Alışveriş problemim var,” demek yerine kullanmaya başlayacağı bir terimi mercek altına alıyor: sneakerhead'lik. Bu hayran grubunun 40 yıllık vazgeçilmezi ve Nike'ın en çok satan ikinci ayakkabısı Air Force 1'lar neden popüler oldu acaba? Konunun şehir ve sokak kültürüyle ne ilgisi var? Organik mi reklam ajansı başarısı mı bu? Soruların cevaplarını alırken 2000'lerde patlayan Nelly şarkılarına da değiniyor bu bölüm.
Men-E-Men Stüdyo tarafından hazırlanan yüzbeşinci bölüm sizlerle. Podcast'imize yaptığınız fikir, içerik ve eğlence katkılarınıza küçük bir teşekkürle başladıktan sonra, geçenlerde okuduğumuz ilginç bir yazı hakkında konuştuk. Konunun ana teması herkesi ilgilendiriyor ama yazı iş dünyasından bakıyordu konuya. Emojiler... Hislerimizi aktarmamızı sağlayan minik karakterler... Gülücükler, gülmekten gözyaşı döken suratlar, öpücükler, uzaylı tipler, kediler
Ceviz ağacı Anadolu'nun kadim yemişi. Bir zamanlar demiryollarının açılmasıyla Anadolu'nun ceviz ağaçları ciddi bir darbe yemiş. Bunu uzun bir zaman önce kaybettiğimiz tarım ve ekonomi yazarı Bülent Yardımcı yazmıştı. Osmanlı döneminden itibaren yurdun dört bir yanına tren hatlarının açılması ceviz ağaçlarının ciddi oranda kıyımına neden olmuş. Ceviz ağacı özellikle mobilya yapımında çok kıymetli. İtalya'da bir gelenek var. Bir kız çocuğu doğunca bir ceviz ağacı dikiliyor. Kız gelinlik çağa gelince o ağaçtan gelin yatağı yapılıyor. Erken hasat henüz iç kabuğu oluşmamış meyvelerinden ise Nocino denilen karanfilli tatlı bir içki yapılıyor, düğünde konuklara ikram ediliyor. Konunun demiryoluyla ilgisi ne demeyin. Bu gelenek cevizin ağacı mobilyacılık için önemini gösteriyor. İşte bu Anadolu'nun derinliklerine ulaşan demiryolu hattıyla İtalyanlar ceviz ağaçlarını hep kestirip satın almışlar.
Ceviz ağacı Anadolu'nun kadim yemişi. Bir zamanlar demiryollarının açılmasıyla Anadolu'nun ceviz ağaçları ciddi bir darbe yemiş. Bunu uzun bir zaman önce kaybettiğimiz tarım ve ekonomi yazarı Bülent Yardımcı yazmıştı. Osmanlı döneminden itibaren yurdun dört bir yanına tren hatlarının açılması ceviz ağaçlarının ciddi oranda kıyımına neden olmuş. Ceviz ağacı özellikle mobilya yapımında çok kıymetli. İtalya'da bir gelenek var. Bir kız çocuğu doğunca bir ceviz ağacı dikiliyor. Kız gelinlik çağa gelince o ağaçtan gelin yatağı yapılıyor. Erken hasat henüz iç kabuğu oluşmamış meyvelerinden ise Nocino denilen karanfilli tatlı bir içki yapılıyor, düğünde konuklara ikram ediliyor. Konunun demiryoluyla ilgisi ne demeyin. Bu gelenek cevizin ağacı mobilyacılık için önemini gösteriyor. İşte bu Anadolu'nun derinliklerine ulaşan demiryolu hattıyla İtalyanlar ceviz ağaçlarını hep kestirip satın almışlar.
Önceki yazımı, “Tanpınar'a gelince” diyerek bitirmiştim. Sezai Karakoç'un “Bozgunda bir fetih düşü” kuran adam olarak nitelediği Yahya Kemal'in, önceki yazımızda ana hatlarıyla zikrettiğimiz medeniyet anlayışında Avrupa medeniyetiyle ilgi ve ilişki düzeyini belirlemek oldukça zordur, çünkü mesele benzer birçok konuda olduğu gibi cesaretli bir hüküm vermeye dayanınca Yahya Kemal'i orada bulmak zorlaşır. Yahya Kemal'in öğrencisi Tanpınar'ın (v. 1962) bu konudaki duruşu hocasınınkinden çok daha nettir. Onun, bugüne kadar aynı muhteva ve yetkinlikte bir benzeri yazılmamış olan On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi söz konusu duruşu hakkında tek başına delil olarak kullanılabilecek bir ibret levhasıdır. (Dergâh Yayınları, İstanbul 2012) Yine bu bağlamda Orhan Okay'ın Tanpınar'la ilgili kitabındaki Ankara'da Çok Cezerî Bir Garpçı ve Politika Batağında Bir Şair başlıklı metinlerine de başvurulabilir. (Dergâh Yayınları, İstanbul 2010) Hemen her cihetten Garplılaşarak medenileşmenin bir zaruret olduğuna inanan Tanpınar, muhtemelen bu gidişatı sekteye uğratanlar olarak gördüğü Menderes ve arkadaşlarına karşı duyduğu derin kinini 1960 yılı günlüklerinde kesin bir dille ifade etmiştir. Tanpınar'ın medeniyetçilik tahtında Yahya Kemal'den farkı, tarihî yapılarla ve kitâbî eserlerle ilgili hissiyatını, ifade ettiği an ve zeminde sabit tutmaktır; başka bir an ve zeminde eyleme dönüşme ihtimaline ket vurmaktır. Örneğin, üniversite yolundaki sultan kabirlerinden geçerken, onların ruhlarına kazara bir Fatiha okumuşsa, bu okuyuşunu o an ve o kabirlerle sınırlandırmaya, hayatının diğer anlarına ve alanlarına yaymamaya özen göstermiştir. Onun camilerle, türbelerle, tekkelerle ilişkisini daha iyi değerlendirmek isteyenler, Mustafa Kutlu'nun son derece etkili kısa tespitlerine başvurabilirler. Bu yanlarıyla Tanpınar'ın medeniyetçiliği laikçi bir medeniyetçiliktir. Din ve din kültürü ferdî planda kalmalı, hissiyatı aşmamalı, Avrupaî yeni hayata yansıtılmamalıdır. Kendi zamanımızdan baktığımızda Sezai Karakoç ve İsmet Özel'in şair ve münevver kimlikleriyle Tanpınarvâri medeniyetçilikten şiddetle uzak durdukları kadar, medeniyet kavramını kullanma konusunda da, Filibeli Ahmed Hilmi ve Mehmet Akif çizgisine çok uzak olmaksızın temkinli davrandıklarını görürüz. Tanpınar'ın vefat yılına göre, Müslüman münevverlerin medeniyet muhasebeleriyle ve Sağcılık fikriyatı içinde yaşayan medeniyetçilik ideolojisiyle geçen bir yarım asırdan sonra nereye evrildiklerine gelince... Henüz ilgili pratikleri tamamlanmamış olan bu yakın zaman tarihini doğru değerlendirebilmek için, FETÖ bağlantılı köşe yazarlarının planlı olarak 2012 yılında İslamlığın ölümüyle ilgili başlattıkları tartışmaya tekrar bakmamız gerekir. Aslında, söz konusu tartışma kendi doğallığıyla başlatılmadığı ve sahiden doğruyu aramak yerine, FETÖ'den alınmış bir talimatın yürürlüğe koyulmasından ibaret olduğu için fikrî bir kıymete sahip bulunmamaktadır. Yine de ilgili tartışmanın öncelikle AK Partili seçmenler arasında fitne üretme maksadı unutulmaksızın, İslamcılıktaki değişim, farklılaşma, muhafazakarlaşma ve hatta medeniyetçilik ideolojisini üstlenme iddiaları yeniden değerlendirilebilir. Uzlaşma esasıyla toplumun tamamını kuşatacak köklü, yaygın bir değişim ve gelişme vaadiyle 2002 yılında iktidar olan AK Parti'nin bu vaadine uygun moral bir hareketi de başlatması gerekiyordu. Bu moral hareket, öncelikle uzlaşmayı gerektirdiği için, toplumun çok büyük bir kesiminin dahil olacağı İslam ve Türk vurgulu şanlı medeniyet ve buna tabi olarak erişilebileceği öngörülen muasır medeniyet söylemiyle başlatıldı. Bu yönelimin tam adı, dindar muhafazakarlıktan başka bir şey değildi ki bu da Sağcılığın uhdesindeki medeniyetçiliğin aynı zamanda AK Parti seçmeni olan İslamcılar tarafından da devralınması demekti. Konunun asıl düğümü buradaydı ve o düğüm hâlen çözülmeyi bekliyor.
Şaban Kuzgun'un TDV DİA'ya yazdığı Hanif maddesinden önceki yazımızda yaptığımız alıntıdan sonra şu bilgileri de iletelim: Mendel-hall'in, Hz. İbrahim'in Amurru (Amori ya da Akat) olduğunu, adını aynı dilden (Abraham olarak) aldığını, Babil hanedanının kurucusu Hammurabi'nin büyük babasının, Sumu-abu bir Amori ismini taşıdığını; her büyük Mezopotamya şehir devletinin Amori sanında bir kralının bulunduğunu, İsrail peygamberlerinden Samuel'in adının da asılında Sumu olduğunu zikredişine (Antik İsrail'in İnancı ve Tarihi, Trc.: Pelin Özdoğru, İnsan Yayınları, İstanbul 2016) ve kelimenin ilk kaynağı olan Amarna Tabletleri'nin M.Ö. XIV. yüzyıl ortalarına ait oluşuna bakarak, Hz. İbrahim'in muhtemelen M.Ö. XVI. yüzyılda yaşadığına ve Hanîf kelimesinin ondan iki yüz yıl sonra da tedavülde bulunduğunda hükmedebiliriz. Velev ki, Hz. İbrahim'in dini olarak Hanîflik nitelemesi ondan iki yüz sonra yapılmış da olsa, onun ilk devir Mezopotamya kültürüne dahil olduğu, Hz. İbrahim'in dini olması bakımından Hanifliğin tevhit esasında ayırıcı, sanat planında ise Hz. Adem ile başlayan Nebevî silsilenin devamlılığı bakımından toplayıcı karaktere sahip bulunduğunu ileri sürmek hiç de zor olmasa gerektir. Konunun bu yanıyla Müslümanlar'ın Hanîfleri muvahhit olarak tanımladıklarını; ilgili ilâhî bilgiler gereğince her Müslüman'ın muvahhit olduğunu ancak her muvahhidin Müslüman olmadığını belirtmeliyiz. Delil olarak ise, Bakara Sûresi'nin 62. ayetini verebiliriz. Buna göre Müslümanlar, aynı zamanda Hanîfler olarak, Hz. İbrahim'den Peygamber Efendimiz'e intikal eden tevhit akidesinin ve ona tabi olarak yapılan -İslam şeriatına uygun sanat ve sair- maddi işlerin tamamının tartışmasız olarak mirasçısıdır. Mezkûr üç terimle neyi kastettiğimizi bu şekilde arz ettikten sonra artık ilgili başlığın genel hükmüne göre konuşabiliriz: Sanatı merkeze aldığımız için daha baştan oryantalizmin siyasi-ideolojik-entelektüel tanımına girmeyeceğimizi ifade etmeliyiz. Zira oryantalizm iyi planlanmış bir ideoloji olarak İslam'a mahsus inanışı, bilgiyi, siyaseti, edebiyatı vb. top yekûn kuşatma eylemidir ve sanat bunun sadece bir cüzüdür. Bu nedenle oryantalizmin mahiyeti, işleyişi ve eleştirisi için okurlarımızı Edward Said'in -değerini daha uzun yıllar koruyacağına inandığımız- aynı adlı kitabına yönlendirerek, İslam sanatlarının Batı'da sevilme ve oryantalist faaliyetin içine çekilme nedenlerine bakacağız. Oleg Grabar'ın ilgili tespitlerinden de yararlanarak bunu şu beş başlıkta toplayabiliriz: n Müslüman halkların hayatını, maddi ve manevi değerlerini bizzat yerinde inceleyerek, bu bilgiler yoluyla onları nifaka düşürmek ve dolayısıyla asıl kendi işgallerini kolaylaştırmak, n İşgalde rütbeli askerlerinin, büyükelçi, koleksiyoncu, galerici ve simsarlarının yağmaladıkları nadide eserleri, Avrupa sosyetesine yüksek bedellerle satabilmeleri için İslam sanatlarının farkından, değerinden sözlü ve yazılı -kaydî / bilimsel- olarak söz etmek zorunda kalmaları, n Batılı müze, kütüphane vb. kurumların hırsızlık ve yağma neticesinde sahip oldukları nadide eserlerin ortaya çıkmasını geciktirmek için onları kataloglama yoluna gitmemeleri, bunu yapmışlarsa bile bilgilerini araştırmacılarla paylaşmamaları nedeniyle, kendi içlerinde bilimsel düzeyde İslam sanatlarıyla uğraşmayı seçen ahlak sahiplerini ve sanatçıları daha çok tahrik etmeleri, n Egzotik yerleri görmek, ilginç dilleri keşfetmek için seyahat etmek isteyen bilim ve sanat adamlarının giderek sayıca çoğalması, bunların bir kısmının Müslüman coğrafyada ikamet etmeyi seçmesi.
Pandemi nihayet bitiyor, maskesiz bahara merhaba diyeceğiz diye sevinirken Whatsapp gruplarından birine gelen bir mesajla irkildim: Sonbaharda yeni bir virüsün dünyayı kasıp kavurma ihtimali var. İnsanın bütün vücudunu saran bir enfeksiyonla... Böyle uzayıp gidiyor mesaj. Olur mu? Olur. Sonbaharda olmaz kışın olur, vücudu saran enfeksiyon olmaz başka türlü olur, ama olur. Nasıl bu kadar kesin konuşuyorsun diyebilirsiniz. Niyetim asla felaket tellallığı yapmak değil, arz edeyim. Covid 19 ya laboratuvar ortamında üretilip servis edildi, yahut istenmeyen bir kaza sonucu laboratuvar dışına taşınıp yayıldı, ya da tamamen doğal bir şekilde ortaya çıktı. Eğer üretilmişse bu işi yapanların bir niyeti vardı ve bu kişiler dertleri her ne ise onun uğrunda yenisini, farklısını üretmekten çekinmeyeceklerdir. İstenmeyen bir kaza ile yahut tamamen doğal yollarla ortaya çıktı ise dünya nüfusunu azaltmak isteyen evangelistlere, ekonomiyi istedikleri gibi şekillendirmek isteyen derin yapılara, birbirlerine düşmanlık besleyen ülkelere, modern sömürgeciliğin ağa babalarına yeni ve kestirme bir yol ve yöntem öğretti. Öyle ya, ilerleyen bilim ve tıbbın ışığında, çözülmeye gayret edilen DNA bilgileriyle, ırklara göre farklılık gösteren insan kimyasının detay bilgileri, genetik yapı ve kromozom analizleri kullanılarak bir virüs üretebilir; mevsim şartlarına, ten rengine, coğrafî yapılara uyarlanarak dünyanın istenilen noktalarında istenilen kişilerine hazırlanan virüsle ölüm saçılabilir. Konunun uzmanları bunun yapılıp yapılamayacağını kuşkusuz çok daha iyi bilirler ama adım gibi eminim ki bunun nasıl yapılabileceğinin çalışmaları şu anda pek çok laboratuvarda pek çok farklı sebeple araştırılmaktadır. Üstelik Covid 19 bu niyeti bozuk güruha müthiş bir veri tabanı sundu: Virüs nerede başlayınca nerelere gidiyor, hangi ülkeye hangi yolla giriyor, hangi mevsimde hangi coğrafya enfekte olmaya daha yatkın, temas ve nefes yolundan hangisi ne kadar bulaş sebebi, hangi mekanlarda daha çok artış gösteriyor v.b.? Sayın sayabildiğiniz kadar. Birilerinin şu anda ellerini ihtirasla ovuşturduğundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Kıyamet alametlerinin sayıldığı hadis-i şeriflerde salgın hastalıkların artması zikrediliyor. Pandeminin başında bunu hatırlattığımız zaman bağzı çok bilmişlerimiz kara vebadan, koleradan, İspanyol gribinden dem vurarak bu nevi salgınların hep olduğundan bahisle, salgın hastalık ve kıyameti irtibatlandıran hadis-i şerife kendilerince laf etmişlerdi. Biz Müslümanız ve iman ediyoruz ki O s.a.s. bir konuda bir şey diyorsa o şey O'nun dediği gibidir. Allah Rasulü salgınların kıyamete yakın artmasından bahsediyorsa bu dünya tarihinde daha evvel görülmemiş, öncekilerle kıyas kabul etmeyecek ve 'ne oluyor yahu!' dedirtecek cinsten bir artıştır. Artmazsa ne diyeceksin diyenler bilsin ki bu; hadis sahibinin -haşa- yanıldığını yahut hadisin zayıf olduğunu değil henüz o vaktin gelmediğini gösterir. Temenni değil tespit olarak ifade etmek isterim ki günü geldiğinde olması gereken, vaktiyle O'nun s.a.s. haber verdiğinin, aynıyla olacaktır. Whatsappta o mesajı okuyunca eğer bu haber doğruysa mutlaka fidan dikmeliyim dedim kendi kendime. Hatırlayalım hadis-i şerifi: “Kıyamet kopacağını bilseniz dahi elinizdeki fidanı dikiniz” Dinimizin yeşile ve doğaya ne kadar önem verdiğinin, Peygamberimizin ne kadar çevreci olduğunun -ihtiyaç varmış gibi- ispatı için okunan bu hadis-i şerif aslında başka bir şeyden haber veriyor olabilirdi zira.
Kuzey İrlanda'daki parlamento seçimlerini, İngiltere'den ayrılıp İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmeyi savunan Sinn Fein kazandı. Konunun detaylarını Anadolu Ajansı Londra muhabiri Hasan Esen'le konuştuk.
Toplam nüfusları 430 milyonu bulan Güney Kore, Endonezya, Mısır, Montserrat Adası ve Ekvator Ginesi'nin, başkentlerini taşıma kararına siyasi veya askeri nedenler değil, artan nüfus, iklim ve doğa şartları sebep oluyor. Konunun detaylarını Anadolu Ajansı muhabiri Behlül Çetinkaya aktardı
Rusya-Ukrayna Savaşı nasıl sonlanacak? Barış olur mu? Savaş yayılır mı? Nükleer tehdit konuları savaşı ne tarafa sürükler? NATO müdahil olmadan bu savaş biter mi? Bu ve benzeri sorular hakkında maalesef henüz güven verici bir cevabımız yok. Taraflar kendi çıkarlarını, kazanımlarını elde edene dek sahadaki baskılarını artırmayı sürdürüyorlar. Konunun önemine binaen, burada sizlerle şu soruyu tartışalım: Eğer bir nükleer savaş riski somutlaşırsa seçenekler neler olur?
“Zamlar geri alınıncaya kadar faturayı ödemeyeceğim.” Böyle söyleyen biri vardı. Evinin elektriğinden bahsediyordu. Görüyorsunuz, nasıl bir kararlılık! Herhangi biri değil, malûm. Sayın Genel Başkan. « Konunun muhatapları da kararlıydı.
Sıkılmadan keyifle izleyebileceğiniz film tadında bir belgesel; Honeyland (Bal Ülkesi). Uzak bir dağ köyünde yatalak annesiyle yaşayan bir yaban arısı arıcısı olan Hatice Muratova'nın doğayla uyumlu yaşamı, yüksek kazanç peşinde koşan göçer arıcı komşunun gelmesiyle bozuluyor. Belgesel tadındaki film, hırs ve haz merkezli küresel ekonomik sistemin yıkıcılığının da hikayesi aynı zamanda. 2019 yılında çekilen ve çok ödüllü Makedon belgesel filmi Honeyland'ı (Bal ülkesi) izlemediyseniz izleyin derim. «« Geçtiğimiz günlerde bal sektörünü konuşmak için bir araya gelen sektör temsilcileri mevzuattan tağşişe, ihracattan markalaşmaya birçok konuda çözüm önerilerini sundular. Konunun uzmanlarından öğrendiklerimizi paylaşalım. Türkiye doğal zenginliği ile tam bir bal ülkesi. 6,6 milyon arı kovanı, 102 bin ton bal üretimi ve 57 bin profesyonel arıcısıyla arıcılığı, üretim ve kovan sayısı bakımından dünyada Çin'den sonra ikinci sırada yer alıyor. 2020 yılı itibarıyla 458 bin ton ile Çin birinci, İran 80 bin ton ile üçüncü. «« Üretimde birinci ülke olan Çin, yaptığı taklit ve tağşişler ile meşhur. Tağşiş, Türk Dil Kurumu TDK'da şöyle yer alıyor; “Bir şeyin içine başka bir madde karıştırma, katıştırma.” Yani üretilen bir gıda ürününün içine daha ucuz maddeler karıştırma yoluyla hile yapmanın, aldatmanın adıdır tağşiş. Çin'in sahte ballarından en çok şikâyetçi olan ülke ise ABD. Çin'in taklit ballarıyla baş edemeyince Çin'den ithalatı yasaklamışlar. Bu sayede balda yüksek talebi olan ABD pazarı bizim için iyi bir fırsata dönüşmüş. «« Türkiye bal üretiminde ikinci ama ihracatta 22. sırada. Sektör temsilcilerinin verdiği bilgilerden Türkiye'nin özellikle çam balı konusunda ne kadar güçlü olduğunu da öğreniyoruz. Türkiye dünya çam balı üretiminin yüzde 92'sini tek başına yapıyor. Üretimin yüzde 90'ından fazlası ihraç ediliyor. Ve çam balı Türkiye'nin her yerinde yetiştirilebiliyor. Ticaret Bakanlığı, Türkiye İhracatçılar Birliği ve bal üreticileri çam balında kaliteyi artırmak için ortak çalışmalar yapıyorlar. İstanbul'un sadece bir bal pazarı değil, dev şirketleri ve 76 bin kovanıyla aynı zamanda bir üretim üssü olduğunu öğrenmek şaşırttı. «« Balda nasıl bir sistem kurulması gerektiğini dile getiren sektör temsilcilerinden biri; “Arı, bal, çiçek ve insan dairesel bir döngüdür. Eğer çevre sağlıklı değilse, arıların oradan sağlıklı bir ürün üretmesi mümkün değil. Bal ticaretinin dört paydaşı vardır; arıcı, paketlemeci, tüketici ve kamu. Tüketiciyi bilinçli hale getirmeden kaliteli bal talebi oluşmaz.” diyor. Tüketici denilen vatandaşın bilinçli olması ekonominin sağlıklı işlemesinin en önemli faktörü ama bunu bir tek tüketici denilen vatandaş bilmiyor. «« İstanbul Bal Üreticileri Birliği, balda katma değer ve eğitim sorununa el atmış ve bir yazılım çalışması yapmış. Bu yazılım sayesinde, Türkiye çapında tüm vasıflarıyla, hangi kovanda nasıl bal üretildiği bilinecek. Örneğin manuka balının 250 gramı 85 euro. Bizim kestane ve meşe ballarımız manuka balından vasıflı olmalarına rağmen o fiyatlara satılamıyor. Yani birçok üründe olduğu gibi balda da katma değer sorunumuz var. Bal üreticilerinin eğitimsizliği de çok büyük sıkıntı.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, niçin ayrıştırmacı bir dil kullanıyor? Dini inanç, ahiret korkusu, iyi ahlak gibi konularda söylediklerinde, içerik bir yana, kurumsal kimliğinin rolü ne? Ali Erbaş'ın söylediklerinin niçin şimdi ve mevcut kurumsal kimlikle (ilahiyat uzmanından ziyade Diyanet İşleri Başkanı olarak) söylendiği de önemli. Konunun bu tarafını anlamak için konuğumuz Ayşe Çavdar, dini pratikler ve duygular üzerinden bir okuman yapıyor.
https://youtu.be/9NxkR1-FKWM 12 Mart 2009'da Konuğun Yaşar Nuri Öztürk Konunun da Evrim ve İslam olduğu Fatih Altaylı ile Teke Tek Programının İkinci Kısmınının Özeti Programda İsmi Geçen İslam Literatüründeki Evrim Düşünürleri ve Evrimle İlgili Eserleri: - İbni Miskeveyh (d.940 - ö.1030) - *El-Fevzü'l-Asğar Kitabı (Türkçe Çevirisi Var) - İbrahim Hakkı Erzurûmî (d.1703 - ö.1780)- *Marifetname - Mevlana (d.1207 - ö.1273)- Mesnevi (Yaşar Nuri *Mevlana Celaleddin Rumi ve İnsan Kitabı'nın 188. ile 201. sayfaları arasındaki Mevlana ve Evrim Bölümünden bakılabilir.) *Başında Yıldız işareti olan kitaplar ile Yaşar Nuri Öztürk Kur'an meali program esnasında Yaşar Nuri Öztürk'ün önünde sıralı duran kitaplardır. Program İçeriği: Yaşar Nuri Öztürk Din Bilim Darwin İlişkisini ve Evrim Teorisiyle ilgili İlahiyat Çevresindeki Yanlış Tutumu Ağır Eleştiriyor. Tubitak Kapağındaki Darwin resminin neden senelerce durduktan sonra 2009 yılında o dönem neden kaldırıldığını soruyor ve cevap olarak da bu işin planlı bir şekilde yapıldığını vurguluyor. Ancak burada stratejik hata yapıldığını Darwinden Yüzyıllar önce İbni Miskevey'in Kurandan Yola çıkarak Evrimle İlgili kitap yazdığını yani buradaki puan hakkının doğu medeniyeti olduğunu söylüyor. Yaşar Nuri Öztürk eğer evrim teorisi fikrine gerçekten karşılarsa fikrin sahibine sövün diyerek rest çekiyor ancak müslüman dünyasındaki önemli bir ilim adamına kimsenin laf atamayacağını söylerek burada kahpelik yapıldığını ortaya koyuyor. Bu açıklamaları yaptıktan sonra, Yaşar Nuri hoca İbni Miskeveyh - *El-Fevzü'l-Asğar Kitabı'ndaki Evrim Teorisini (Tekamülünü) izleyicilerle paylaşarak önce bitkiler oluştuğunu, sonra hurma ağacı aracılığıyla tekamül ile hayvanlar oluştuğunu hayvanlardan da maymun aracılığıyla insanların hayvansal bedeni oluştuğunu; bu noktadan sonra ise Allah'ın ruhundan üfleyerek insanların iç benliklerini ruhlarını oluşturduğunu ve bu sırada Cebrail ile Peygamberlerin devreye girdiğini açıklıyor. Daha sonra programda 19. yy'da da İbrahim Hakkı Erzurûmlu'nun İbni Miskevey'in bu mirasını geliştirerek Darwinden daha gelişmiş bir evrim teorisi oluşturduğundan bahsediliyor. Ayrıca Mevlana'nın da bedensel tekamülü dile getirildiğinden bahsediliyor ve hoca kendi kitabında Mevlana ve Evrim bölümünde Mevlana'nın eserinde Tekamül görüşünü derlediğini söylüyor (yukarıda sayfa ayrıntısı var). Son olarak programın birkaç yerinde Karafi'nin oluşturduğu Güçler Ayrılığı ilkesi de örnek gösterilerek batının kaynak göstermeden aşırmış olmasından dem vuruluyor. NOT: 12 Mart 2009 Tarihli Teke Tek Videosunun ikinci kısmı özetlenerek Yaşar Nuri Öztürk'ün Evrimle ilgili düşünceleri derlenip haber yapılmıştır. İçerikten habercilik maksatıyla yararlanılmış olup Youtube'da İçeriğin sahibi olan HaberTürk Tv Kanalında bu Videonun bozulmamış tek parça tam olarak orijinal halini izlemek için tıklayınız: https://youtu.be/aGT7sAepDcc?t=3418 #yaşarnuri #darwin #evrim #teketek #fatihaltaylı #şirkkarşıtı --- Send in a voice message: https://anchor.fm/sirkkarsiti/message
Kanada, Fransa, Finlandiya, Danimarka, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, İsveç ve Amerika Birleşik Devletleri Ankara büyükelçiliklerinin 18 Ekim'de yaptıkları ortak açıklamanın, ABD Başkanı Biden tarafından bizzat organize edildiği, açıklama metninin bizzat onun tarafından kaleme alındığı gün gibi aşikar iken, muhalefetin ve fondaş medyanın konuyu –aslî yanını özellikle göz ardı ederek– Erdoğan'ın inadına indirgeme gayretine, yeni bir ibret örneği olarak tanık oluyoruz. Konunun aslî yanı, on büyükelçinin istenmeyen adam (Persona non grata) ilan edilmesiyle doğacak sonuçların, aynı zamanda bir tehdit listesi halinde sıralanmasında mevcuttur. Buna göre, Türkiye'nin muhtemel girişimine karşılık olarak, ilgili ülkelerdeki on büyükelçisi istenmeyen adam ilan edilecek; büyükelçi düzeyinde sonlandırılacak ilişkiler cümlesinden Türkiye ticaret başta olmak üzere büyük zarara uğratılacak ve buna bağlı olarak döviz girişinde
Farkındamısınız bilmem insanları uzaya göndermek artık sosyal sorumluluk projesi gibi görülüyor, ya da gösterilmeye çalışılıyor. Konunun o kısmını sizin engin düşünme kabiliyetinizle sentezleyip, sonuçları yorumlamanıza bırakıyorum. Sanki herkes uzaya çıkmaya can atıyor da çıkamıyor. Ne biliyim orada bi yaşam kurulsunda oraya taşınalım, burada kiralar yüksek felan diye düşünüyor sanki herkes. Tamam… bilime katkı, işte isteyen herkesi, parantez içinde milyarderleri uzaya göndermek. Orada araştırmalar yapmak felan, e bunlar güzel şeyler. Sonuçta insanlığa zerre kadar faydası dokunan herkese minnettarız orada sıkıntı yok. Ama artık bu iş bir yarış haline dönüştü. Özellikle Richard Branson'un başı çektiği uzay şirketi Virgin Galaktic ile başlayan sonra jeff bezos ve Elon musk'ın takip ettiği uzay şirketi kurma olayı artık ayağa düştü. Bizim Otobüs firmalarından hallice olacak yakında. Önümüzdeki yüzyılda Uzay istasyonlarında abi nereye diye soranlar çıkacak ortalığa. İşte en son bu şirketler kervanına Apple'ın kurucu ortağı steve wozniak'ta katılıyor. Bu uzay şirketine Privateer adını vereceğini duyurmuş. işte bu bölümde bu konu hakkında konuşuyoruz.
Almanya'da yaşanan sel felaketinde hayatını kaybedenlerin sayısı 170'e yükseldi. 175 kişinin ise hala kayıp olduğu bildiriliyor. Bir gecede binlerce insanın evsiz barksız kaldığı felaket, birçok konut sahibinin aklına "Doğal afetlere karşı hangi sigortayı yaptırmalıyım?" sorusunu da getirdi. Konunun ayrıntılarını Köln Radyosu ekibinden Ceyhun Kara araştırdı. Ceyhun Kara ile söyleşi
Yeni bir seriye başlıyoruz! DDT, yani ''Doğa Dostu Tercihler''. Bu seride çevre sorunları ve sürdürülebilirliğe dair konular hakkında konuşacağız. DDT'nin ilk bölümünde 2011'den bu yana temmuz ayında dikkat çekilen plastik kirliliğini ele alıyoruz. Konunun temeli, sorunlar ve çözümler bölümde mevcut. Keyifli dinlemeler! Bölümde bahsi geçenler: Plastic Free July Resmi Sitesi https://www.plasticfreejuly.org/ Caretta Caretta Videosu https://www.youtube.com/watch?v=4wH878t78bw --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/birdebendendinleyin/message
“Nadir” olarak adlandırılsa da Türkiye'de toplam 2,5 milyonu çocuk, 5 milyon kişinin muzdarip olduğu nadir hastalıklardan muzdarip milyonların sağlık hakkı için ne yapılmalı, ne yapılmıyor?… Konunun uzmanı Prof. Dr. Hilmi Uysal ile konuştuk.
Tao & Kognitif Zeka Sanatının İkinci Yaşını Kutlama Bölümüdür. Sonraki Bölümde Görüşürüz.
Aposto Yuvarlak Masa podcast serisinin yeni bölümünde Spektrum editörümüz Bartu Özden, Hayata Destek Derneği'nden Fatih Kıyman, Politik Atmosfer bülteninin hazırlayıcısı Rıfat Özcan ve Res Publica bülteninin hazırlayıcısı Şeyma Nazlı Gürbüz'le göçmen krizine dair sohbet etti. Konunun politik ve ekonomik boyutunun yanı sıra medyanın sorumlulukları da ele alındı.
Berlin Eyalet Meclisi, geçen yıl Sonbahar'da okullarda yaşanan sorunlar için bağımsız bir "Polis ve vatandaş sorumlusu"nun atanmasını karalaştırdı. Ancak o tarihten bu yana Berlin hükümeti bu konuda somut bir adım atmadı. Konunun en yakın takipçisi ise Berlin Göçmenler Konseyi. Konsey böyle bir kurumun biran önce hayata geçirilmesini talep ediyor. Berlin Göçmenler Konseyi üyesi Koray Yılmaz-Günay, yeni kurulacak şikayet merkezinin en çok ayrımcılığa karşı mücadelede gerekli olduğunu söylüyor. Koray Yılmaz-Günay söyleşi
Herkese merhaba, aşı konusu ile ilgili devam ediyorum. İkinci bölüm. Konunun tek aşı olmadığını anlayacağınız bir bölüm olduğunu dinleyince anlayacaksınız :) Sağlıcakla kalın, Asena
Herkese merhaba, çok sorulan bir konu ile ilgili konuşmak istedim. Oda aşı.... Bu bölümü ikiye böldüm... Konunun tek aşı olmadğını dinleyince anlayacaksınız.... Sağlıcakla kalın, Asena
Serinin bu yayınında Ögetay KAYALI ile birlikte , bir önceki yayında bahsettiğimiz "ışık hızını aşan" durumlarda ortaya çıkan ve pek az bilinen, şaşırtıcı bir fenomenden bahsedeceğiz. Aslında her şey şu soruyla başlıyor: Eğer önümüzden ışık hızından daha hızlı geçen bir şey olursa, onu ne şekilde/nasıl görürüz? #ışıkhızıdeneyi #fizik #ışıkhızıaşılırmı İçindekiler 00:00 - Açılış 0:07:00 - S1B3'de İşlenen Konunun Özeti 0:12:40 - Işık Hızından Hızlı Olunduğunda Gerçekleşen Zımbırtılar 0:57:50 - Soru-Cevap 1:03:00 - Kapanış Serinin önceki yayınlarına linkten ulaşabilirsiniz : https://www.youtube.com/watch?v=qDSBJ... Hazırlayanlar: Sunucu ► Ögetay KAYALI Konuk İletişim ► Yavuz AYDIN Yayın Teknik/Reji ► Ahmet GÜVEN Sosyal Medya/ İletişim ► Mert ÇIKLA –––––––––––––––––––––––––––––– ► Gelecek Bilimde kanalımızda, bilimin her alanından özgün canlı yayınlar bulabilirsiniz. Fizikten biyolojiye, yapay zekadan psikolojiye, müzik analizinden astronomiye, satrançtan teknoloji haberlerine kadar birçok içeriği her gün kaçırmamak için kanalımıza abone olun! ► https://youtube.com/gelecekbilimde?su... ► Bize destek olmak için: https://www.youtube.com/gelecekbilimd... ► Yayınlarımızı izlemek için: YouTube Kanalı ► https://youtube.com/gelecekbilimde Twitch Kanalı ► https://twitch.tv/gelecekbilimde Podcast ► https://podcast.gelecekbilimde.net ► Bizi takip edin! Twitter ► gelecekbilimde Instagram ► https://instagram.com/gelecekbilimde ► Diğer Bağlantılarımız: Gönüllü Olmak İçin ► https://birlikte.gelecekbilimde.net Kaynaklar ► https://bit.ly/gb-kaynak İngilizce Kelimeler ► https://quizlet.com/Gelecek_Bilimde Discord ► https://discord.gelecekbilimde.net Kitaplık ► https://goodreads.com/gelecekbilimde Gelecek Bilimde canlı yayınlarında konuklarımızın sözlerinden sadece kendileri sorumludur. Gelecek Bilimde ve gönüllüleri hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Serinin bu yayınında Ögetay KAYALI ile birlikte , ışık hızını aştığı görülen bazı gözlemleri ve etkileri inceleyecek, bunların nasıl mümkün olabileceğini ele alacağız. #fizikbilimi #ışıkhızı #ışıkhızıdeneyi İçindekiler ► 00:00 - Açılış 0:01:30 - Bir Önceki Bölümde İşlenen Konunun Özeti 0:14:20 - Işık Hızından Hızlı Görünen Zamazingolar Hakkında 0:16:00 - V838 Monocerous Gözlemi 0:35:50 - Süperlnüminal Hareket 0:51:30 - V=0.5c Hızda İlerleyen Parçacığın Gözlemlenmesi Deneyi 0:57:45 - Soru-Cevap 1:06:20 - Kapanış Hazırlayanlar: Sunucu ► Ögetay KAYALI Konuk İletişim ► Yavuz AYDIN Yayın Teknik/Reji ► Ahmet GÜVEN Sosyal Medya/ İletişim ► Mert ÇIKLA –––––––––––––––––––––––––––––– ► Gelecek Bilimde kanalımızda, bilimin her alanından özgün canlı yayınlar bulabilirsiniz. Fizikten biyolojiye, yapay zekadan psikolojiye, müzik analizinden astronomiye, satrançtan teknoloji haberlerine kadar birçok içeriği her gün kaçırmamak için kanalımıza abone olun! ► https://youtube.com/gelecekbilimde?su... ► Bize destek olmak için: https://www.youtube.com/gelecekbilimd... ► Yayınlarımızı izlemek için: YouTube Kanalı ► https://youtube.com/gelecekbilimde Twitch Kanalı ► https://twitch.tv/gelecekbilimde Podcast ► https://podcast.gelecekbilimde.net ► Bizi takip edin! Twitter ► gelecekbilimde Instagram ► https://instagram.com/gelecekbilimde ► Diğer Bağlantılarımız: Gönüllü Olmak İçin ► https://birlikte.gelecekbilimde.net Kaynaklar ► https://bit.ly/gb-kaynak İngilizce Kelimeler ► https://quizlet.com/Gelecek_Bilimde Discord ► https://discord.gelecekbilimde.net Kitaplık ► https://goodreads.com/gelecekbilimde Gelecek Bilimde canl yayınlarında konuklarımızın sözlerinden sadece kendileri sorumludur. Gelecek Bilimde ve gönüllüleri hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
"14 yıl önce Ermeni gazeteci-yazar Hrant Dink, genel yayın yönetmenliğini yaptığı AGOS gazetesinin İstanbul'daki binasının önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Zanlı olarak yakalanan, o zaman 19 yaşında olan Ogün Samast, suçunu itiraf etti. Hrant Dink cinayeti Türkiye'de derin devlet ve milliyetçilik olgularını gündeme taşıdı. Dink'in cenazesinde on binlerce kişi ellerinde Türkçe, Kürtçe ve Ermenice ""Hepimiz Hrant'iz, Hepimiz Ermeniyiz"" yazan dövizler taşıdı. Hrant Dink suikastıyla ilgili dava 14 yıldır devam ediyor. Konunun ayrıntılarını Alman-Ermeni Derneği Başkanı Dr. Raffi Kantian ile konuştuk. Audio: Dr. Raffi Kantian ile söyleşi"
Konunun başlığı adalet olması lazım ama bu konu ile ilgili yazdığım üçüncü blog ve hala tam olarak nasıl yazmam gerektiğini bilemedim. Adalet adalet diyip adil olduğunu ve adaleti savunduğunu düşünenler var etrafımızda ama adaletin a'sından bile haberi olmayan bir adalet. --- This episode is sponsored by · Anchor: The easiest way to make a podcast. https://anchor.fm/app
Nabızsız elektriksel aktivite (NEA), kalbin organize veya yarı organize elektriksel aktivitesi devam etmesine rağmen sol ventrikül atım hacminin nabız alınabilecek seviyede olamamasıdır. Elektriksel defibrilasyon sonrasında en sık karşılaşılan durumdur. İleri kardiyak yaşam desteği algoritmaları NEA durumundaki yaklaşımda göğüs basısına devam etmek ve 3-5 dakikada 1 mg epinefrin verilmesi şeklindedir. Göğüs basısına devam edilirken geri döndürülebilir nedenler araştırılır. Erişkin İleri Yaşam Desteği - ERC Resuscitation 2015 KılavuzuBu yazıda, 2015 yılının merakla beklenen kardiyak arrest rehberi “Kardiyopulmoner Resusitasyon ve Acil Kardiyovasküler Bakım Kılavuzu” nun temel başlıklarından biri olan Eriskin İleri Yaşam Desteği konu edilecektir. 11 bölümden oluşan ERC 2015 kılavuzunun 3. bölümünü oluşturan bu konu, referanslarıyla beraber 48 sayfada anlatılmıştır. Konunun büyüklüğü sebebiyle, sizlere aktarım sırasında kolay anlaşılma ve vurgulama açısından şeklinde … Gerçek Nabızsız Elektriksel Aktivite (NEA) Nedir? Nabızsız Elektriksel Aktivite (NEA) klasik tanımı ile 'organize kardiyak elektriksel aktivite olmasına rağmen hastada nabız alınamaması' durumudur, ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda tüm NEA’lerin aynı olmadığı görüldü. POCUS (Point Of Care Ultrasound) her alanda olduğu gibi resüsitasyonda da kullanılmaya başlandı. Gerçek NEA, monitörde ritm görülmesine rağmen USG'de kardiyak aktivite olmaması olarak tanımlanıyor. Gerçek NEA: Usg'de kardiyak aktivite olmaması Psödo Nabızsız Elektriksel Aktivite (P-NEA) Nedir? Psöde-NEA, monitörde ritm görülmesi ile birlikte USG'de kardiyak aktivite görülmesine rağmen nabız alınamaması olarak tanımlanıyor. Psödo-NEA: USG'de organize kardiyak kasılmaların görülmesine rağmen nabız oluşturabilecek kadar kardiyak debi sağlanamaması FEEL (Focused Echocardiography evaluation in Life Support) Almanya'da yapılan ve 51 NEA hastasının dahil edildiği çalışmada hastaların yalnızca 13'ünün gerçek NEA, 38 hastanın ise P-NEA durumunda olduğu tespit edilmiş ve P-NEA tespit edilen hastaların %55’inde rosc sağlanmış.1 Buraya kadar her şey güzel, ancak KPR esnasında yapılmaya çalışılan POCUS işleminin bir çok zorluğu mevcut. Bunların başında göğüs basısını geciktirmesi geliyor. İleri kardiyak yaşam desteği algoritmalarına göre KPR esnasındaki duraksamalar mümkün olduğunca minimalize edilmeli. Resuscitation dergisinde yayınlanan başka bir çalışmada KPR esnasında POCUS yapılmayan hastalarda duraksama süresi 13 sn iken POCUS yapılan hastalarda duraksamalar 21 saniye kadar uzamış.2 Göğüs basının 8,4 saniye kadar daha uzun sürmesi Kabul edilebilecek bir durum değil tabiki. Peki bu duraksamalar kısaltılamaz mı? KPR’e başlaRitm kontrolü esnasında subksifoid bakı ile 6 saniyelik görüntü kaydetKPR'e devam etKaydedilen görüntüleri incele Bu sıralama ile hastanın resüsitasyonu devam ederken ritm kontrol duraksamalarında hızlıca görüntü kayıtları alınarak , pocus inceleme yapılabilir. Yapılan POCUS görüntülemesinde P-NEA tespit edilen hastalarda göğüs basısı sürdürülürken 2 dk’da bir yapılan ritm kontrolü aşamalarında pocus işlemine devam edilir. Kardiyak arrest durumunda yapılacak kardiyak aktivite değerlendirmesi için geliştirilen bir algoritma da mevcut. Resuscitation dergisinde 2018 yılında yayınlanan makaledeki algoritma CASA olarak biliniyor.3 CASA (Cardiac Arrest Sonographic Assesment) İlk ritim kontrolü esnasında tamponadı değerlendir İkinci ritim kontrolü esnasında sağ ventrikülü gerilme açısından (RV Strain) değerlendirÜçüncü ritim kontrolü esnasında kardiyak kasılmayı değerlendir CASA protokolü uygulanmadan yapılan resüsitasyonlarda göğüs basısı duraksamaları 19.8sn sürerken CASA protokolü ile pocus uygulandığında süre 15.8sn’e gerilemiş.4 Göğüs basısı duraksaması için 15sn hala uzun bir süre ancak bu protokol ile yaklaşık 4sn kazanılması da etkileyici. Sonuç Nabızsız elektriksel aktivite saptanan hastalard...
Nabızsız elektriksel aktivite (NEA), kalbin organize veya yarı organize elektriksel aktivitesi devam etmesine rağmen sol ventrikül atım hacminin nabız alınabilecek seviyede olamamasıdır. Elektriksel defibrilasyon sonrasında en sık karşılaşılan durumdur. İleri kardiyak yaşam desteği algoritmaları NEA durumundaki yaklaşımda göğüs basısına devam etmek ve 3-5 dakikada 1 mg epinefrin verilmesi şeklindedir. Göğüs basısına devam edilirken geri döndürülebilir nedenler araştırılır. Erişkin İleri Yaşam Desteği - ERC Resuscitation 2015 KılavuzuBu yazıda, 2015 yılının merakla beklenen kardiyak arrest rehberi “Kardiyopulmoner Resusitasyon ve Acil Kardiyovasküler Bakım Kılavuzu” nun temel başlıklarından biri olan Eriskin İleri Yaşam Desteği konu edilecektir. 11 bölümden oluşan ERC 2015 kılavuzunun 3. bölümünü oluşturan bu konu, referanslarıyla beraber 48 sayfada anlatılmıştır. Konunun büyüklüğü sebebiyle, sizlere aktarım sırasında kolay anlaşılma ve vurgulama açısından şeklinde … Gerçek Nabızsız Elektriksel Aktivite (NEA) Nedir? Nabızsız Elektriksel Aktivite (NEA) klasik tanımı ile 'organize kardiyak elektriksel aktivite olmasına rağmen hastada nabız alınamaması' durumudur, ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda tüm NEA’lerin aynı olmadığı görüldü. POCUS (Point Of Care Ultrasound) her alanda olduğu gibi resüsitasyonda da kullanılmaya başlandı. Gerçek NEA, monitörde ritm görülmesine rağmen USG'de kardiyak aktivite olmaması olarak tanımlanıyor. Gerçek NEA: Usg'de kardiyak aktivite olmaması Psödo Nabızsız Elektriksel Aktivite (P-NEA) Nedir? Psöde-NEA, monitörde ritm görülmesi ile birlikte USG'de kardiyak aktivite görülmesine rağmen nabız alınamaması olarak tanımlanıyor. Psödo-NEA: USG'de organize kardiyak kasılmaların görülmesine rağmen nabız oluşturabilecek kadar kardiyak debi sağlanamaması FEEL (Focused Echocardiography evaluation in Life Support) Almanya'da yapılan ve 51 NEA hastasının dahil edildiği çalışmada hastaların yalnızca 13'ünün gerçek NEA, 38 hastanın ise P-NEA durumunda olduğu tespit edilmiş ve P-NEA tespit edilen hastaların %55’inde rosc sağlanmış.1 Buraya kadar her şey güzel, ancak KPR esnasında yapılmaya çalışılan POCUS işleminin bir çok zorluğu mevcut. Bunların başında göğüs basısını geciktirmesi geliyor. İleri kardiyak yaşam desteği algoritmalarına göre KPR esnasındaki duraksamalar mümkün olduğunca minimalize edilmeli. Resuscitation dergisinde yayınlanan başka bir çalışmada KPR esnasında POCUS yapılmayan hastalarda duraksama süresi 13 sn iken POCUS yapılan hastalarda duraksamalar 21 saniye kadar uzamış.2 Göğüs basının 8,4 saniye kadar daha uzun sürmesi Kabul edilebilecek bir durum değil tabiki. Peki bu duraksamalar kısaltılamaz mı? KPR’e başlaRitm kontrolü esnasında subksifoid bakı ile 6 saniyelik görüntü kaydetKPR'e devam etKaydedilen görüntüleri incele Bu sıralama ile hastanın resüsitasyonu devam ederken ritm kontrol duraksamalarında hızlıca görüntü kayıtları alınarak , pocus inceleme yapılabilir. Yapılan POCUS görüntülemesinde P-NEA tespit edilen hastalarda göğüs basısı sürdürülürken 2 dk’da bir yapılan ritm kontrolü aşamalarında pocus işlemine devam edilir. Kardiyak arrest durumunda yapılacak kardiyak aktivite değerlendirmesi için geliştirilen bir algoritma da mevcut. Resuscitation dergisinde 2018 yılında yayınlanan makaledeki algoritma CASA olarak biliniyor.3 CASA (Cardiac Arrest Sonographic Assesment) İlk ritim kontrolü esnasında tamponadı değerlendir İkinci ritim kontrolü esnasında sağ ventrikülü gerilme açısından (RV Strain) değerlendirÜçüncü ritim kontrolü esnasında kardiyak kasılmayı değerlendir CASA protokolü uygulanmadan yapılan resüsitasyonlarda göğüs basısı duraksamaları 19.8sn sürerken CASA protokolü ile pocus uygulandığında süre 15.8sn’e gerilemiş.4 Göğüs basısı duraksaması için 15sn hala uzun bir süre ancak bu protokol ile yaklaşık 4sn kazanılması da etkileyici. Sonuç Nabızsız elektriksel aktivite saptanan hastalard...
Covid-19 pandemisi, sağlık sektöründen hizmet sektörüne, üretim zincirinden tüketim alışkanlığına, sosyal ilişkilerden uluslararası ilişkilere kadar her alanda etkisini gösterdi. Küresel sistemde önemli dönüşümlere ve kırılmalara sebebiyet veren Covid-19 salgını, Türkiye’nin ekonomisini de derinden etkiledi. Yeşim Özdemir, pandeminin Türkiye ekonomisine ve ekonomi ile bağlantılı olarak siyasi hayatına olası etkilerini araştırdı, esnafla, evden çalışmak zorunda kalanlarla konuştu. Konunun uzmanları Dr. Erhan Akdemir, Doç. Oğuz Demir ve Sözcü yazarı Murat Muratoğlu'nun görüşleri ile birlikte...
Bu bölüm bonus olsun, şu anki gündemden takıldığım rahatsız olduğum konuları değerlendirdim , Ozan Güven olayına Melis Alphan'ın attığı tweet beni rahatsız etti, içimdekileri dökmek istedim, keyifli dinlemeler yorumlarınızı bekliyorum. Konunun başında bahsettiğim yazılımcı bayanın tweeti : https://twitter.com/ozgebarbaros/status/1277705163126513667?s=20 Melis Alphan'ın tweeti: https://twitter.com/melisalphan/status/1278618670089089025?s=20 Konuda bahsettiğim Semina Hanım ile ilgili haber: https://t24.com.tr/haber/hapistan-cikarsa-benim-yasama-sansim-yok-demisti-saldirgan-eski-es-ilk-durusmada-tahliye-edildi,888324 Konuşmada kulandığım Mindmap: https://atlas.mindmup.com/mrtttalks/kad_na_iddet/index.html# Ve bana ulaşmak için; e-mail: mrtttalks@gmail.com Twitter: https://twitter.com/MrTT_Talks https://anchor.fm/mr-tt-talks --- Send in a voice message: https://anchor.fm/mr-tt-talks/message
Hürriyet'te yer alan bir habere göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan son Yüksek İstişare Kurulu toplantısı, Ermeni Soykırımı'na ilişkin gelişmelere yanıt vermek ve strateji geliştirmek için ‘özerk ve sivil bir yeni yapı’ oluşturulması konusunda verilen karar ile sonuçlandı. Toplantıda MGK’nin takip ettiği bu konunun 2015’te yapılan yasa değişikliği Başbakanlık Yakın Tarihi Araştırmalar Merkezi’ne verildiği, bu kurumun da Başbakanlığın lağvedilmesi ardından işlevsiz kaldığı ifade edildi. Konunun sadece siyasi değil, kültür, tarih, propaganda, hukuk gibi boyutlarına bir bütün olarak bakacak ve tek işi bu olacak bir kuruma ihtiyaç olduğu dile getirildi. Bu kurumun direkt hükümetle ve devletle ilişkisi olmayan özerk, bağımsız bir sivil yapı olması kararlaştırıldı. Akademik çalışmalarını ABD'de sürdüren araştırmacı Ohannes Kılıçdağı, bu kararın perde arkasını Ahval podcast dizisinden 'Dersimiz Tarih'te, Yavuz Baydar'a anlattı. Kılıçdağı, 'Bu sivil denen kurum kim tarafından finanse edilecek ne işe yarayacak merak ediyorum'' diyor.
Hürriyet'te yer alan bir habere göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan son Yüksek İstişare Kurulu toplantısı, Ermeni Soykırımı'na ilişkin gelişmelere yanıt vermek ve strateji geliştirmek için ‘özerk ve sivil bir yeni yapı’ oluşturulması konusunda verilen karar ile sonuçlandı. Toplantıda MGK’nin takip ettiği bu konunun 2015’te yapılan yasa değişikliği Başbakanlık Yakın Tarihi Araştırmalar Merkezi’ne verildiği, bu kurumun da Başbakanlığın lağvedilmesi ardından işlevsiz kaldığı ifade edildi. Konunun sadece siyasi değil, kültür, tarih, propaganda, hukuk gibi boyutlarına bir bütün olarak bakacak ve tek işi bu olacak bir kuruma ihtiyaç olduğu dile getirildi. Bu kurumun direkt hükümetle ve devletle ilişkisi olmayan özerk, bağımsız bir sivil yapı olması kararlaştırıldı. Akademik çalışmalarını ABD'de sürdüren araştırmacı Ohannes Kılıçdağı, bu kararın perde arkasını Ahval podcast dizisinden 'Dersimiz Tarih'te, Yavuz Baydar'a anlattı. Kılıçdağı, 'Bu sivil denen kurum kim tarafından finanse edilecek ne işe yarayacak merak ediyorum'' diyor.
Kadın Viking savaşçılar gerçekten var mıydı? Dizi ve filmlerdeki gibi erkekleri peşlerinden sürükleyip savaş meydanlarında korku salıyorlar mıydı? Çoğumuz Vikings dizisinin Lagertha'sı ya da The Last Kingdom'un Brida'sı gibi Viking kadınlarının savaş meydanlarında cenkleştiğini hayal ediyoruz. Fakat tarihi gerçekler popüler kültürün bize sunduklarıyla örtüşüyor mu? Bu konu üzerinde son dönem bilimsel çalışmalar çok etkileyici ve şaşırtıcı nitelikte. Konunun çözümlemesini aşağıdaki sırayla yapıyorum: - Viking kadınlarının gündelik hayattaki rolleri - Paganların dini ritüellerinde kadın figürü - Tarihi kaynaklar - Arkeolojik bulgular Kapak resmi: Valkyrian - Peter Nicolai Arbo (1869) 05:40'taki müzik: Fólkvangr - Nordic Viking Music 10:50'deki müzik: Danheim - Berserkir
NOT: Bu bölümü ilk defa 7 Şubat 2019 tarihinde yayınlamıştım. Konunun önemi ve yenid inleyicilerimin de dinlemesi amacıyla yeniden yayınlıyorum.…
Edebiyat, kimi zaman en yaşanılası dünyanın kapılarını açıp cömertçe bizi içeri alıyor; kimi zaman yaşadığımız dünyanın katlanılmaz yanlarını gözler önüne seriyor. Konunun ağırlığı hafifleyecek diye bir şart yok, ama okunduğu an yazarla okur bir araya geliyor, yükü birlikte sırtlıyor. Okurken, omuzlarımızda olduğu kadar yüreklerimizde ve aklımızda bir ağırlık bırakan, ama bunu birlikte kaldırmaya davet eden bir kurmacayla karşınızdayız bu kez: Beni Afiyetle Yemelerine. Biz okurken düğümlendik. Siz de dinlerken neler hissettiğinizi yorumlarda paylaşın. Keyifli dinlemeler!
Lozan bir hezimettir...'' ''Gizli maddeleri var...'' ''Bize toprak kaybettirdi...'' ''2023'te geçerliliği kamayacak...'' Bu ve benzeri iddialar, Lozan Antlaşması'nın yıldönümü vesilesiyle hem İslamcı hem de Milliyetçi kesimlerde yeniden dile getirildi. Lozan'ı iki yıl önce eleştiren Erdoğan ise bu yıl onu yere göğe sığdıramayan bir açıklama yaptı. Konunun en önde gelen uzmanı sayılan Prof Baskın Oran, 'şehir efsanesi' dediği iddiaları, 'Dersimiz Tarih'te tek tek yanıtlıyor.
AKP çevrelerinden Ekrem İmamoğlu'ya yönelik 'Pontuslu' söyleminin ve çete lideri Topal Osman'a atıflı ifadelerin ardı arkası kesilmiyor. Nedir bu Pontus meselesi? Pontus Soykırımı ne zaman gerçekleşti? Kimler öldü, kimler kaldı? Topal Osman AKP'lilerin öne sürdüğü gibi bir halk kahramanı mıydı, yoksa eli kanlı bir katil mi? Konunun en önde gelen uzmanlarından, araştırmacı Tamer Çilingir, tarihin karanlık sayfalarını aralıyor.
Alice Harikalar Diyarında kitabından alınan iki baskı, William Blake’in 1795 tarihli Enitharmon’un Mutluluk Gecesi (eski ismiyle ‘Büyü Tanrıçası’), Fatma Bucak’tan bir video, Erinç Seymen’in Büyücü’nün Karısı, yanı sıra Madame Yvonde, Grayson Perry ve daha pek çok Biritanyalı sanatçının işleri Cadılarla Dans Etmek başlıklı dijital sergide bir arada görülebiliyor. Konunun ayrıntılarını sergiye ödüllü platformaları Duvarları Olmayan Müze’de ev sahipliği yapan British Council’den sanat müdür Su Başbuğu ve serginin küratörü Mine Kaplangı ile konuşuyor; 20. yüzyıl sanatında cadılar ve cadılık temsiline, sanata ulaşmanın koşullarına değiniyoruz.
2019'un şanslı burçları? 2019'da hangi burcu neler bekliyor? Türkiye ve dünyada ne gibi gelişmeler olacak? Ekonomi nasıl etkilenecek? Önümüzdeki bir yıla dair tüm tüyoları bu Podcast yayınında bulabilirsiniz. Konunun uzmanı; astrolog Mevlüde Emiroğlu ile keyifli sohbetimizi kaçırmayın.*Başlığın hemen yanında yer alan (Bu Kez Güldürmedi) ibaresi, bu içeriğin biraz ciddi olduğunun ön bilgisidir:) Aslen "Komedi" statüsünde olan Podcast yayınlarımda, bundan böyle sizlerden gelen talepler doğrultusunda, zaman zaman farklı ilgi çeken konulara da değineceğim. Parantez yoksa gülmeye tam gaz devam demektir:)Konuk: Mevlüde Emiroğlu (Astrolog, reiki terapisti, EFT uzmanı)arkafonhikayeleri.podcast@gmail.comhttps://www.instagram.com/nilufer_sasmaz/Support the show (https://open.spotify.com/show/7y3wrODRJ3L9ZxctFV84zC)
Bu hafta Deniz, Burak ve Berker, yaklaşmakta olan Avengers: Infinity War filminin şafağında süper kahramanlık olgusunu, kültürünü ve bu olgunun genel ve popüler kültüre etkisi tartışıyor. Konunun köküne inebilmek için çocukluklarına inen üçlü, çiğ köfte ve mahallenizin dostu Spiderman arasında ki bağlantıları eşeliyorlar. Acaba Berker evde gerçekleştirdiği sayısız başarısız deneylerden sonra süper kahraman olabilecek mi? Burak'la Kaptan Amerika arasındaki münasebet ne? Deniz konuşulan konuları hiç araştırıyor mu? Bunlar ve daha pek çok sorunun cevabı Lafın Gelişi'nin 3. bölümünde...
Ev İstilası: Evli Evine Köylü Köyüne mi? Yeni bölümde Haneye Tecavüzü anlat anlat bitiremedik. Konunun insanlık tarihindeki psikolojik ve ekonomik kökenlerinden girdik, sinemadaki iyi ve kötü örnekleriyle devam ettik. Korku Sineması’nın en lezzetli konularından olan bu başlığı tüm yönleriyle tartıştık. Otomatik Portakal ile Stanley Kubrick, Straw Dogs ile Sam Peckinpah, Funny Games ile Michael Haneke […] The post Ev İstilası – s03e07 – Gerisi Hikaye appeared first on Gerisi Hikaye Korku Konuşmaları.
Kişisel gelişim uzmanı Sefer Yeşil ile, "Günümüz İnsanının Kur'an Hakikatleriyle Buluşamamasının Nedenleri" konusu işlenmeye devam edilmektedir. Konunun 2. bölümü olan bu söyleşide; egemen güçlerin ve yanlış eğitim sistemlerinin, günümüz insanının Kur'an hakikatleriyle buluşmasına nasıl engel oldukları hususu üzerinde durulmaktadır.