POPULARITY
Amerika “Rusya'yı payına düşeni ödemeyen NATO üyesine saldırması için cesaretlendireceğim” diyen Trump'ın sözlerini tartışıyor. Trump'ın NATO ile ilgili sözlerine Beyaz Saray ve Başkan Biden nasıl tepki gösterdi? Avrupa'da Trump paniği, Trump'ın NATO ile ilgili sözleri Avrupa'yı ayağa kaldırdı. Biden Gazze krizini Beyaz Saray'da Ürdün Kralı ile değerlendirdi. BioNTech'in kanser aşısı 2026'da piyasada
ABD'nin New York şehrindeki “Chabad-Lubavitch sinagogu”nun altında kaçak tüneller inşa edildiği gerekçesiyle başlatılan denetim sırasında polisle Hasidik Yahudiler arasında şiddetli olaylar yaşanmıştı. Tünellerle ilgili olarak pek çok iddia var tabii ama bunlara girmeyeceğim. Chabad-Lubavitch, Amerikan Yahudileri arasında Mesihçi Yahudiliğin en aşırı kesimini temsil ediyor. ABD ve İsrail başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde kolları bulunan bu Yahudi tarikatının kuruluşunun tarihi 18. yüzyıla kadar uzanıyor. Temelleri Beyaz Rusya'da atılan tarikat adını Rusya'nın Smolensk bölgesinde küçük bir kasaba olan Lubavitch'den alıyor. Yahudi tarihçilerin verdiği bilgilere göre Chabad, ‘bilgelik', ‘anlayış' ve ‘bilgi' için kullanılan İbranice kelimelerin ilk harflerinden oluşan bir kısaltma imiş. “Chabad”ın, tarikatin kurucusu olarak bilinen Haham Shneur Zalman'ın “Tanya” isimli kitabından esinlendiği söyleniyor. 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden 20. Yüzyılın başlarına kadar liderleri Lubavitch'de ikamet ettiği için tarikat bu adla anılıyor. 1927'de yeraltı Yahudi eğitimini organize ettiği için Sovyetler Birliği'nden kovularak Varşova'ya yerleşen tarikatin liderlerinden Joseph Yitzchak 1940'da Nazilerin şehri işgal etmeleri sebebiyle ABD'ye kaçmış. Yahudi tarihçilere göre Haham Joseph Yitzchak'ın Avrupa'dan ayrılması Lubavitch Mesihçi hareketinin doruk noktasını oluşturuyor. Tarikat Amerika'da Yoseph Yitzchak Schneersohn ve damadı Haham Menachem Mendel Schneerson tarafından yönetilmiş. Tarikatın önceki liderlikleri de yine haleflik yoluyla aile içinde oğullar veya damatlar tarafından yürütülmüş. Mendel Schneerson'ın 1994'te yerine bir halef tayin etmeden ölmesiyle birlikte tarikat tümüyle Mesihçi bir karakter kazanmış. Tarikat zamanla geleneksel Yahudi Mesihçiliğinin sınırlarının dışına çıkmış. Zira, New York'ta polis tarafından basılan sinagogda faaliyetlerini sürdürürken ölen Mendel Schneerson'ın takipçileri onun ‘beklenen Mesih' olduğuna inanıyorlar. Bu inanış, diğer Yahudilerce kabul edilmiyor. Bazı Ortodoks hahamlar, bu tarikati 17. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun Selanik şehrinde zuhur eden ve etkisini Avrupa'daki Yahudiler üzerinde de gösteren Sabatay Sevi hareketine benzetiyorlar. Kendisini ‘beklenen Mesih' olarak ilân eden Sabatay Sevi ana akım Yahudilerce sapkın olarak nitelenerek Osmanlı Sarayı'na şikâyet edilerek yargılanmıştı. Chabad-Lubavitch Mesihçiliği'ni takip edenlerin bir kısmı Mendel Schneerson'ın ölmediğini, zamanı geldiğince ortaya çıkacağına inanıyorlar. Schneerson'ın, yaşadığı dönemde Mesih olduğuna ilişkin görüşleri bazen reddettiği, bazen de sessiz kalarak kabullendiği söylenir. Karşıt Yahudilere göre Chabad Hasidikleri'nin tamamı Schneerson'ı ‘mesih' olarak kabul ediyorlar ve bu görüşlerini de kamuoyu önünde ifade etmekten artık çekinmiyorlar.
Gazze'de İsrail'in irtikap ettiği soykırım suçu bütün hızıyla ve bütün barbarlığıyla devam ederken bu hafta Perşembe ve Cuma günü bu insanlık suçu Lahey'de Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) görülmeye başlıyor. Böylece dünya soykırım tarihinde de bir ilk yaşanmış olacak. Soykırım devam ederken, hatta hiç hız kesmeden olanca vahşiliğiyle işlenmeye devam ederken bir yandan da yargı sürecinin devam ediyor olması. Soykırım ve yargılamasının aynı anda devam etmesi, neresinden bakılırsa tuhaf bir şey aslında. Uluslararası Adalet Divanı'na götürülen bir soykırım şikayetinin bu kadar hızlı bir biçimde görülmeye başlaması biraz da işlenen suçun yıkıcı etkisinin, suçüstü halinin çok açık olması ve onu durdurmak için hiçbir etkili önlemin alınamıyor olması. Önlem alabilecek durumda olanlar da bu soykırım suçunun ortağı çünkü. Herkes biliyor ki, ABD'den başka şu anda İsrail'i alenen irtikap ettiği insanlık suçlarından alıkoyabilecek bir güç yok, ama o güç de şu anda İsrail'in ateşkese yanaşmasını bile istemiyor. İsrail'i bu suçları işlemeye bizzat kendisi tahrik ve teşvik ediyor, saldırganlığında her türlü yardım ve yataklığı yapıyor. UAD işin bu kısmını da görecek mi, ne kadar görüp ne kadar yargılayabilecek? Bu sorudan önce tabi UAD'nin gerçekten de adil bir yargılamayı yapıp yapamayacağı sorusudur. ABD'nin yardım ve yataklığını yaptığı soykırıma karşı Avrupa'dan da siyasi düzeyde hiçbir ciddi itiraz görülmedi şimdiye kadar. Bilakis hala Gazze'ye destek olanlara, İsrail'i kınayan veya eleştiren ifadelerde bulunanlara karşı Avrupa medyasında, akademisinde ve sokaklarında ciddi kısıtlamalar sözkonusu. Şimdiye kadar davası güdülmüş Avrupa Değerleri adına ne varsa İsrail karşısında feda edilmiş durumda. Böyle bir ortamda Güney Afrika'nın başvurusuyla, kural gereği harekete geçmiş olan Uluslararası Adalet Divanı'nın Avrupa'nın ortasında bu davayı nasıl görüp yöneteceği Avrupa için gerçek anlamda ileri seviye bir imtihan konusu olacaktır. Aslında UAD'de bu sürecin başlamış olmasının kendisi başlı başına önemli olsa da yetki ve etkileri bakımından çok büyük kısıtlılıkları var. Mesela savaş suçları veya insanlığa karşı suçlarla itham edilen kişileri yargılama yetkisi bulunmuyor ve bir ceza mahkemesi olmadığı için yargılama başlatabilecek bir savcısı da olmuyor. Divan'ın kendi inisiyatifiyle bir uyuşmazlığı ele alma yetkisi de bulunmuyor ve Divan, bir uyuşmazlığa ancak bir veya daha fazla devletin talebi üzerine ele alabiliyor. Ayrıca uyuşmazlığa taraf olan devletlerin de Divan'ın yargı yetkisini kabul etmiş olmaları, başka bir deyişle UAD'nin söz konusu uyuşmazlığı ele almasına rıza göstermeleri gerekiyor. İsrail'in UAD'de Güney Afrika'nın başvurusuyla başlamış olan bu sürece katılmaya razı olması sadece Divan'ın kararlarını bağlayıcı görmesinden kaynaklanmıyor. İsrail bu tür uluslararası kurumlara taraf olsa da bağlayıcılıklarını tanıma küstahlığını sergilemekten hiç çekinmiyor. Bu konuda her zaman ABD'ye güvenerek tepe tepe kullandığı bir istisnailiği var. Buna rağmen UAD'nına katılmayı kabul etmesi o zemini yine küstahça ve şımarıkça bir meydan okuma yeri olarak değerlendirme isteğinden. Ama 7 Ekim'den beri İsrail'den görmeye alışık olduğumuz bu şımarıklıklar ne onun ne de onun efendilerinin, hamilerinin istediği sonucu ve fırsatı vermiyor. Varlığını ve haksız meşruiyetini bir soykırım iddiasına dayandırmış olan İsrail ilk defa resmen bir soykırım iddiasıyla yüzleşmek zorunda kalıyor ve neticesi ne olursa olsun bu ilk defa kayıtlara geçmiş olacak.
Yemen'den Endonezya'ya kadar uzanan sahanın muhtemelen büyük bir okyanus ile kaplı olmasının da etkisiyle Filistin için sokaklara dökülen yüz binlerce insanın hangi saiklerle hareket ettiği üzerine çok da düşündüğümüzü zannetmiyorum. Eğer bu hareketlenme sadece okyanus bölgesiyle sınırlı kalsaydı ehemmiyeti üzerinde durmaya gerek kalmayabilirdi. Ne kadar geniş bir saha olsa da bölgesel bir olay denilip geçilebilirdi. Fakat aynı fikirlerin Batı başkentlerinde de yüz binleri sokaklara döktüğü görülüyor. İngiltere, ABD, Fransa ve Almanya'nın “vekil kolonisi” olarak hareket eden İsrail'in hususen Gazze'de ve umumen bütün Filistin'le birlikte Doğu Akdeniz'de tatbik ettiği soykırım ve büyük yıkım neredeyse dünyanın her bir bölgesinde büyük tepkilere yol açtı. Türkiye'de de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çağrısıyla milyonlar meydanlarda toplandı. Bu kadar geniş bir sahada milyonların aynı fikir etrafında birleşmesini bir ilk olarak görebiliriz. Asya'dan Afrika'ya, Latin Amerika'dan Kuzey Amerika'ya ve oradan da Avrupa'dan tekrar Asya'ya milyonları aynı fikir etrafında bir araya getiren önemli olay Gazze'deki muazzam direniştir. Bugün bu direniş, geçmişten farklı olarak ilk defa bütün dünyaya yeni bir şey söylemeyi başardı. Zira İsrail'in yerleşimci müstemlekeciliği yaklaşık yüz yıldır sürekli olarak yayılmacı bir anlayışla yerli nüfus aleyhine genişlemişti ve İsrail her bir dönemde bugünkünden farklı bir politika takip etmemişti. Yerleşimci kolonyalist bir yapı olan İsrail, yaklaşık yüz yıldır ABD ve İngiltere'nin himayesinde (İngiltere'nin kurduğu rejimin adı manda ve himayedir) Filistin'de her türlü kötülüğü irtikâp etmekte bir sakınca görmemişti. Bu açıdan bugün dünyanın her yerinde Filistin lehine milyonların sokaklara dökülmesi ve meydanlarda toplanması bizi yeni fikri anlamaya zorlamaktadır. Kolonyalist bir ideoloji olan Siyonizm geride kalan bunca zamanda kendini Yahudi ilahiyatının bir meselesi olarak takdim etmeyi başarmıştı. Kuşkusuz bunda II. Dünya Savaşı'nın arifesinde Orta Avrupa'da yaşanan hadiseler büyük bir rol oynamıştı. Bu gerekçe ile Siyonist hareket Yahudi ilahiyatını merkeze alarak Filistin topraklarında yeni bir müstemleke- koloni devletin vahşetini gözlerden uzak tutmayı başardı. Hâlbuki daha ortaya çıktığı ilk dönemde bile Siyonizm'in kurucu babaları İsrail'i Avrupa'nın uzantısı koloni yapı olarak tasarlamıştı. Fakat özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra Yahudi ilahiyatı baskın bir ideolojik açıklamaya dönüştü. Bu anlatının Türkiye'deki etkisinin diğer ülkelere nazaran daha ağır olması üzerinde durmamız gerekir. Zira bu yeni koloni-müstemleke yapı kaybedilen Osmanlı toprakları üzerinde inşa edilmekteydi. Buna rağmen Türk kamuoyu da Yahudi ilahiyatına teslim oldu. Muhtemelen bu yöndeki propagandalar Türkiye'de çok güçlüydü. Bunun bir sonucu olarak bu son gelişmeler esnasında bile Ortadoğu'da teopolitik savaşlar gibi tuhaf başlıklar ortaya çıktı.
Zor, içinden çıkılamaz zamanlarda yaşıyoruz. Modern çağda Müslüman olmak ağır mesuliyetler istiyor. Batılı devletler, Gazze'de yaşayan bir avuç Müslüman halkı yok etmek için birleşmiş durumda ve kimse onları durdurmuyor. Birlikte, ‘Hafıza' isimi programı yaptığımız İbrahim Ufuk Kaynak Hoca son yayında “Haçlılar bu kez Yahudi kılığında geldiler” tespitinde bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da İstanbul'daki Filistin mitinginde Batı'ya seslenerek “Siz yeniden hilal-haçlı mücadelesi mi istiyorsunuz?” demişti. Bu, sadece soru değil. Bir tespit de değil, tam olarak teşhis etmektir. “Sizi görüyoruz, asıl amacınızı biliyoruz” saptamasıdır. Batılı devletler bir aydır bu teşhisi onaylıyor. Evet bu kez, Hristiyan orduları olarak değil de “Yahudi kılığında birleşmiş ordular” olarak geldiler ve Gazze Şeridi'ni hep birlikte abluka altına aldılar. Bu nedenle de İsrail'in Gazze'de katlettiği her sivilin, her bebeğin, her kadının kanlarının; Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kanada ve Belçika devletlerinin üzerine sıçradığından, liderlerinin elinin kana bulandığından “adımız kadar” emin olmalıyız. ‘Medeni Avrupa' tüm değerleriyle çöktü, Batı Gazze'de battı. Yasaklara, engellemelere rağmen ayağa kalkan ve meydanlara dökülerek “biz bu vahşetten beriyiz” diyen kendi halklarına hesap veremeyecekler. Onların bu baskıcı ve yasakçı tavırları protestoları besliyor, göz göre göre yalan söylemeleri, yalan haberler üzerinden algı yapmaları ilgisiz insanların bile ilgi duymasına, bilgi sahibi olup tepki vermesine neden oluyor. Diğer yandan kendi halkları zor durumdayken İsrail'e bebek öldürmesi için sınırsız kredi açılması büyük itirazların kapısını da açacak yakın zamanda. Bu açıdan dünyadan, özellikle Avrupa'dan gelen kitlesel gösteriler ve yayınlanan görüntülerin önemi çok büyük. Bu görüntüler bizi umutlandırıyor, insanlık adına mutlu ediyor, büyük bir kazanım olarak önümüzde duruyor. Ama diğer yandan bugüne dek Filistin konusunda ‘eylem' denilince, ‘tepki' denilince ilk akla gelen halkın Türkler olmasına rağmen dünyaya istediğimiz görüntüyü verebildiğimizden emin değilim. AK Parti'nin düzenlediği milyonluk Büyük Filistin Mitingi dışında meydanlarda istenen hareketlilik yok gibi. Bunda ne zaman bir Filistin eylemi söz konusu olsa polisle çatışmak niyetiyle gelmiş provokatörlerin derli toplu bir görüntü verilmesini engelleyen çıkışlarının da etkisi var kuşkusuz. Bunu değiştirmek için bir şey yapmalı diye düşünürken, insani yardım çalışmaları denilince akla ilk gelen isimlerden olan Yönetmen Tülay Gökçimen aradı bir sabah. “Bir şey yapalım artık, ne zamana kadar seyredeceğiz, neden evlerimizdeyiz, neden sürekli hareket halinde değil meydanlarımız” diye dert yandı. Nasıl bir şey yapabiliriz derken aklıma en masum, en etkili, en unutulmaz sivil eylemlerimizden biri olan ‘el ele' eylemi geldi. “Tülay abla, gel Edirnekapı'da buluşalım kaç kişi olursak olalım insan zinciri oluşturalım ve adına da ‘Gazze Şeridi' diyelim” dedim. Bu konuşma salı günü gerçekleşti. Sonrası bir maraton... Günlerdir hemen her ortamda ‘biz de bir şeyler yapmalıyız' diyen isimlerle WhatsApp grubu kuruldu. Tam olarak ne yapacağımıza karar verildi. Sözcümüz Tülay Gökçimen'in öncülüğünde; Bekir Develi, Ümit Sönmez, Esra Elönü, Nuriye Çakmak Çelik, Demet Tezcan, İsmail Halis, Sertaç Güngör, Süleyman Ragıp Yazıcılar, Merve Safa Likoğlu, Merve Gülcemal ve Mehmet Ali Aslan gibi temsiliyeti olan, etkileşimi yüksek isimler davetçi oldu.
“Yahudileri imha edin! Sinagoglarını yakın! Avrupa'dan sürün!” Yedi maddeden oluşan bu talimatlar, sıradan birine ait değil. Protestanlığın kurucusu ve sonuç itibariyle sekülerliğin ve dolayısıyla modern dünyanın ve tasavvurunun icadında en kilit rollerden birini oynayan Martin Luther'e ait. Büyük çalkalanmaların ve transformasyonların kasıp kavurduğu 16. yüzyıl ‘'Avrupa''sında yaşayan Luther'in, “Yahudilere ve Yalanlarına Karşı” (Against the Jews and their Lies) başlıklı bir kitabı olduğunu biliyor muydunuz? Luther, 7 maddeden oluşan Yahudileri imha planını bu kitabında açıklıyor ve Avrupa'da Yahudilerin nasıl bir hayat sürdüklerine dair ilginç bilgiler veriyor. Avrupa'da Yahudilere karşı ne denli büyük bir kin, nefret ve öfkenin kolgezdiği ve Yahudilerin nasıl bir hayat sürdükleri bu kitaptan ve Luther'in Yahudileri imha planından çok net bir şekilde anlaşılabiliyor. Luther'in Yahudileri imha planı, piyanist, psikanalist, uygarlıklar ve düşünce tarihi araştırmacısı Georg Frankl'ın “Civilisation: Utopia and Tragedy” (Uygarlık: Ütopya ve Trajedi) başlıklı kitabında ayrıntılı olarak yer alıyor. (Burada, Zihnin Arkeolojisi üst başlığı ile iki cilt olarak yayımlanan Frankl'ın bu nefis kitabını Pınar Yayınları bünyesinde kurduğumuz Açılım Kitap'ın “uygarlıklar ve düşünce tarihi” dizisinin ilk kitabı olarak yayımladığımızı haber vermiş olayım). George Frankl, iki ciltlik kitabında şimdiye kadar yapılmamış bir şeyi yapıyor: İlk ciltte, insanlık tarihinin başlangıcından Antik Yunan uygarlığına kadar gelmiş geçmiş kültürlerin ve uygarlıkların bilinçaltlarının tarihini yazıyor. Bu metni keşfedince, Frankl'ın izini sürdüm ve hatta Londra'dayken bu ilginç adamın Elizabeth Hall'de verdiği bir piyano konserini izledim. Luther'in Yahudileri imha planını Frankl'ın kitabının ikinci cildinin 97. ve 98. sayfalarından aynen aktarıyorum. Bu metnin Ermeni sorunu ile nasıl başa çıkacağını bilemeyen zavallı devlet ricalimizin işine de fazlasıyla yarayacağını şimdiden söylemiş olayım. İşte size Luther'in 7 maddeden oluşan Yahudileri imha talimatnamesi: “1-Yahudiler'in sinagoglarını yakın. Sinagoglardaki Yahudilerin üzerine de sülfür ve katran dökün. Ve yakılan Yahudilerin cesetlerinin üzerini, hiçbir iz kalmayacak şekilde toprakla örtün. 2-Yahudiler'in evlerini yıkın. Tüm Yahudileri sürüler hâlinde ahırlara doldurun. Böylelikle Yahudiler, bu dünyanın efendileri olmadıklarını, sadece sürgüne mahkûm edilen mahpuslar olduklarını öğrenmiş olsunlar. 3-Kutsal kitaplarını ve metinlerini ellerinden alın. Böylelikle Yahudiler, Tanrı'ya ve İsa'ya lanet okumaktan alıkonulmuş olsunlar. 4-Yahudiler'in hahamlarının çocuklarını eğitmelerini, kamusal mekânlarda Tanrı'ya ibadet etmelerini yasaklayın. Yasağa uymayanları ölüm cezasıyla cezalandırın. 5-Alman İmparatorluğu'nun sınırları içinde seyahat etmelerini yasaklayın. 6-Yahudiler'in faiz peşinde koşuşturmalarını yasaklayın. Ellerinden paralarını, altınlarını, gümüşlerini ve tüm mallarını, mülklerini alın. Çünkü Yahudilerin, elde ettikleri her şey hırsızlık ve faiz yoluyla elde edilmiştir. 7-Yahudiler'in çocuklarını ve gençlerini en zor işlerde çalıştırın. Böylelikle, alınteriyle ekmek kazanmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş olsunlar. Ama en iyi yöntem, bunların hepsini Almanya'dan, İspanya'dan, Fransa'dan, Bohemya'dan ve diğer Avrupa ülkelerinden sürmektir.”
1920'li yıllarının sonlarından itibaren Ankara'daki yeni hükümet, ülkenin ve özellikle yeni kurulan başkentin ihtiyacı olan altyapının, binaların, planların Avrupa'dan gelen uzmanlarca yapılması stratejisini benimsedi ve böylece Bruno Taut, Clemens Holzmeister, Ernst Arnold Egli, Hermann Jansen, Carl Christoph Lörcher, Paul Bonatz gibi mimar, şehir plancısı, mühendisler görevlendirilerek 1940'lı yıllara kadar birçok proje ürettiler. Nahid Sırrı Örik'in 1937 yılında Ülkü'de yayımlanan "Amerikalı Büyük Mimarla Şarklı Prenses Olan Karısı" isimli öyküsü, tam da bu ortamda geçiyor. Öyküde "büyük mimar" Herald Hopinas'ın yeni kurulan başkentin imarında rol alıp köprüler, antrepolar, fabrikalar yapmak amacıyla Ankara'ya gelişi, kendisine gösterilen ilgi ve dönemin Ankara'sı oldukça canlı biçimde anlatılıyor. Bu programda Nahid Sırrı Örik'in aktarımları ile 1937 yılının Ankara'sına ve mimarlık ortamına gidiyoruz.
1920'li yıllarının sonlarından itibaren Ankara'daki yeni hükümet, ülkenin ve özellikle yeni kurulan başkentin ihtiyacı olan altyapının, binaların, planların Avrupa'dan gelen uzmanlarca yapılması stratejisini benimsedi ve böylece Bruno Taut, Clemens Holzmeister, Ernst Arnold Egli, Hermann Jansen, Carl Christoph Lörcher, Paul Bonatz gibi mimar, şehir plancısı, mühendisler görevlendirilerek 1940'lı yıllara kadar birçok proje ürettiler. Nahid Sırrı Örik'in 1937 yılında Ülkü'de yayımlanan "Amerikalı Büyük Mimarla Şarklı Prenses Olan Karısı" isimli öyküsü, tam da bu ortamda geçiyor. Öyküde "büyük mimar" Herald Hopinas'ın yeni kurulan başkentin imarında rol alıp köprüler, antrepolar, fabrikalar yapmak amacıyla Ankara'ya gelişi, kendisine gösterilen ilgi ve dönemin Ankara'sı oldukça canlı biçimde anlatılıyor. Bu programda Nahid Sırrı Örik'in aktarımları ile 1937 yılının Ankara'sına ve mimarlık ortamına gidiyoruz.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan tarım hamleleri çok önemli. 1923 yılında henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Atatürk İzmir İktisat Kongresi'ni topluyor ve orada alınan kararlar cumhuriyetin ilk yıllarının çizgisini belirliyor. Çünkü orada “Siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlıkla gerçekleşebilir ve ancak ekonomik bağımsızlık olursa yeni Türkiye Cumhuriyeti siyasi bağımsızlığına kavuşabilir” diyor. İthalata bağlı kalmamak temel ilke olarak benimseniyor. Temel ihtiyaçlardan biri de şeker. Osmanlı döneminde önce 1517 yılında Mısır, sonra 1571 yılında Kıbrıs Osmanlı topraklarına katılıyor. Şeker kamışından yapılan şeker Mısır ve Kıbrıs'tan geliyor. Fakat 1800'lü yıllarda yaşanan toprak kayıpları sonucunda 1882 yılında Mısır, 1878 yılında Kıbrıs Osmanlı topraklarından ayrılıyor. Böylece Osmanlı şekere muhtaç hale geliyor. Avrupa'dan şeker pancarı şekeri ithal ediliyor. İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararlardan sonra 1926 yılında Uşak'ta ve Trakya'da Alpullu şeker fabrikaları kuruluyor. Şekerin öyküsünü çayın öyküsü izliyor. Çay 1924 yılında çıkan 407 no.lu kanun ile hayatımıza giriyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan tarım hamleleri çok önemli. 1923 yılında henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Atatürk İzmir İktisat Kongresi'ni topluyor ve orada alınan kararlar cumhuriyetin ilk yıllarının çizgisini belirliyor. Çünkü orada “Siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlıkla gerçekleşebilir ve ancak ekonomik bağımsızlık olursa yeni Türkiye Cumhuriyeti siyasi bağımsızlığına kavuşabilir” diyor. İthalata bağlı kalmamak temel ilke olarak benimseniyor. Temel ihtiyaçlardan biri de şeker. Osmanlı döneminde önce 1517 yılında Mısır, sonra 1571 yılında Kıbrıs Osmanlı topraklarına katılıyor. Şeker kamışından yapılan şeker Mısır ve Kıbrıs'tan geliyor. Fakat 1800'lü yıllarda yaşanan toprak kayıpları sonucunda 1882 yılında Mısır, 1878 yılında Kıbrıs Osmanlı topraklarından ayrılıyor. Böylece Osmanlı şekere muhtaç hale geliyor. Avrupa'dan şeker pancarı şekeri ithal ediliyor. İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararlardan sonra 1926 yılında Uşak'ta ve Trakya'da Alpullu şeker fabrikaları kuruluyor. Şekerin öyküsünü çayın öyküsü izliyor. Çay 1924 yılında çıkan 407 no.lu kanun ile hayatımıza giriyor.
Dekolonizasyon çağının sonuna mı geldik yoksa yeni bir kolonizasyon döneminin başında mıyız? Kuşkusuz bu soruyu cevaplamadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile bir görüşmesinde jeopolitiğin dönüşünden bahsettiğini hatırlamalıyız. Stratejik önemi yüksek topraklarda hâkimiyet kurmaya dayalı yeni bir kamplaşmanın veya savaşın tekrar ortaya çıkması eski konuları yeniden gündeme getirecektir. Kuşkusuz bu da aslında “tarihin tarih olmadığını” bize tekrar hatırlatmaktadır. İsrail, Anglosakson kolonyalizminin eseridir. Bu yapıyı ve onunla birlikte ortaya çıkan sorunları sömürge kavramı ile zihnimizde canlandırmamız mümkün değil. Evet, İsrail bir koloni devlettir fakat sömürge değildir. Bu koloni devletin ortaya çıkma sürecinde en önemli tamamlayıcı unsurlardan biri özellikle doğu Avrupa'dan getirilen yerleşimci kolonyalistlerdir. Türk düşünce hayatında kavram karmaşasının açtığı tahribatın boyutlarını hadiselerin gerçekliğini kavramak istediğimiz zaman daha iyi görebiliyoruz. Anglosaksonların eseri olan İsrail koloni yapısının nihaî bir aşamaya geldiğini yaşayarak görmüş olduk. Hamas'ın ve Gazzelilerin bütün dünyayı şaşkına çevirmesinin sorumlusu şaşkına çevirenler mi yoksa şaşkınlık gösterenler midir? Bu sorunun cevabı önemli fakat entelektüel anlamda inanılması çok güç bir kayıtsızlığın bütün dünya için geçerli olduğu da görülebilir. Çünkü ne İsrail Hamas'ı antikolonyal ve antiemperyalist bir hareket olarak kabul etmeye niyetli ne de dünya kamuoyunda bu yönde bir kavrayış genişliği var. Fakat yine de bütün dünyanın üzerinde uzlaştığı kavramlar kullanıldığında yeni fikrin kendini kabul ettirme kabiliyetinin yüksek olduğu anlaşılıyor. İtiraf etmek gerekirse Filistinlilerin de kendi içlerinde Anglosakson imzası taşıyan kolonyal yapının çözülmesi karşısında şaşkınlık yaşadığını söyleyebiliriz. Bugünküne benzer bir durum birinci intifada sırasında yaşanmıştı. Arafat ve ekibi taş atan çocukların gücünü fark edememişti. İsrailliler, bugünkü Filistinlilerin ve özellikle de Hamas'ın ortaya çıkardığı yeni gerçeklik karşısında ne yapacağını şaşırmış durumda. İsrailli Siyonist kişilerin sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlar bu şaşkınlığı ele verecek niteliktedir. Örneğin Eylon Levy adlı kullanıcı “Eskiden İslam imparatorluğu olan toprakların tamamını geri alma davasının nasıl olup da ‘kolonyalizm karşıtı” bir mücadelenin parçası hâline geldiğini asla anlayamayacağım” diyor. İlgili hesapta verilen bilgiye göre bugünkü yönetimin sözcüsü olarak görev yapan sosyal medya kullanıcısı, ikinci mesajında düşüncesini daha da geliştirerek şunu söylüyor: “Hamas ‘kolonyalizm karşıtı' değildir, siz katıksız aptallarsınız. Onlar bir imparatorluğun enkazında çıktıkları hâlde egemen bir unsur olarak eşitlik ve haysiyet hakkını savunabilmek için Ortadoğu'da kelimenin tam anlamıyla hilafetin kendilerini azınlığı kuşatması çağrısında bulunuyorlar. Sizler dangalaksınız.” Eylon Levy, hem birinci hem de ikinci mesajında Hamas ve kolonyalizm karşıtlığının bir araya getirilmesine tepki göstermiş. O, Hamas'ı açıkça eski bir İslam imparatorluğu ve hilafet hareketi ile ilişkilendirmeye çalışmış. İsrailli sözcünün Hamas'ın ve doğal olarak Filistinlilerin antikolonyal vasfından aşırı derece rahatsız olduğu anlaşılıyor. O, Hamas'ı hilafet ve İslam imparatorluğu kavramları ile tanımlamak istediğini göstermiş.
Filistin'de 75 yıldır bitmeyen katliam ve soykırıma bir yenisi daha eklendi. Terör devleti İsrail, Hamas'ın haklı ve meşru direnişini bastırmak için milyonlarca sivili, yüz binlerce kadını ve on binlerce çocuğu hedef alan yeni bir soykırım harekâtı başlattı. Terör devleti İsrail, bir haftadır Gazze'yi korkakça ve alçakça bombalıyor. Yüzlerce kadın ve çocuğu katletti. Şehirde bomba atmadığı bina kalmadı. Buna cami ve kiliseler dâhildir. İşgalci Yahudilerin etkilenmeyeceğini bilse nükleer silah kullanmayı düşünecek kadar cani bir toplulukla karşı karşıya Müslümanlar. Hamas'ın güya sivilleri hedef aldığı gerekçesiyle, Amerika ve sözde medeni dünya, İsrail'in çocukları öldürmek dâhil her türlü hakka sahip olduğunu dillendirecek kadar insanlıktan çıktı. İsrail Savunma Bakanı “İnsanımsı hayvanlar” diyerek, bütün Filistinlileri hatta Müslümanları hedef alan ve öldürmeyi hak gören bir yaklaşım sergiledi. AMERİKA VE AVRUPA 75 YILDIR TERÖRİST İSRAİL'İ DESTEKLİYOR İsrailli diğer bakan ve yöneticiler, aynı insanlık suçunu gönüllü bir şekilde işlemenin yarışı içindeler. İsrailli yetkililer bu cesareti, 75 yıldır yaptıkları bütün katliamlarda arkalarında duran Amerika ve Avrupa'dan alıyor. Evet, Amerika ve Avrupa, 75 yıldır terörist İsrail'in arkasında duruyor. Çocukları ve kadınları öldürmesi için cesaret veriyor. Bütün insan haklarını ayaklar altına alması için teşvik ediyor. Her türlü insanlık suçunu işlemesine onay veriyor. Filistinlilerin malının, mülkünün gasp edilmesi için dünyanın her yerindeki Yahudilerin yerleşimci olarak İsrail'e göç etmesi için maddi-manevi destek sağlıyor. Bütün bunları dünyanın gözünün içine baka baka yapıyor Batı. Çünkü meseleye din açısından yaklaşıyor. ABD Başkanı Biden, “Siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek yok” diyor. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, “Ben burada bir Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak bulunuyorum” diyor. Ömrünü Yahudilere adayan Senatör Lindsey Graham, meseleye yine Yahudilik açısından yaklaşıyor ve Filistin'in yerle bir edilmesini istiyor. Batılılar İsrail terörünün arkasında 75 yıldır dururken, ne yazık ki İslâm dünyası direnen Filistinlilerin yanında 75 dakika duramadı. Kimi “Filistinliler toprak sattı” deyip Siyonistlerin safında yer aldı. Kimi başka bahanelere sığındı... Filistin yardıma muhtaçsa sebebi terör devleti İsrail'dir. Filistinliler çalışıp üretmediği için yardıma muhtaç değiller. Aksine bütün emekleri İsrail saldırılarına kurban gittiği için yardıma muhtaçlar... Ekilen tarlalar bombalanıyor, su kuyularına beton dökülüyor, balıkçı tekneleri fosfor bombasıyla yakılıyor, üretim atölyeleri son model ABD bombalarıyla vuruluyor... IŞİD İLE İSRAİL KARDEŞTİR İKİSİNİN DE BABASI AMERİKA'DIR
Günaydın. Memur-Sen, hükümetin zam teklifi hakkında "bize doğru düzgün bir teklifle gelinmesi gerek" dedi. TÜRMOB, mali sistemin geliştirilmesine yönelik kapsamlı raporunu hazırladı. Soros'un Açık Toplum Vakfı, Avrupa'dan çekileceğini açıkladı. Bugünün bülteni Migros Sanal Market ile birlikte ulaşıyor. Bu bölüm Vestel hakkında reklam içermektedir. Tarzını yansıtmak isterken nostaljiden de vazgeçemeyenleri heyecanlandırıcak Vestel Retro serisi ürünlerin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Günaydın. Erdoğan, Körfez gezisi kapsamında Birleşik Arap Emirlikleri'ne gitti. Avrupa Birliği, mevcut şartlarda Türkiye'nin üyelik sürecinin ilerleyemeyeceğini belirtti. Avro Bölgesi'nde enflasyon 17 ayın en düşük seviyesine geriledi. Bugünün bülteni QNB Finansbank ile birlikte ulaşıyor.
Tek gündemimiz var: Avrupa'dan Türkiye'deki seçime yorumlar.
ICRYPEX Araştırma Uzmanı Atakan Kaplan, ABD'den ve Avrupa'dan gelecek olan verilerin dolar ve riskli varlıklar üzerindeki etkisi, Dolar, Bitcoin ve riskli varlıklar için olası negatif ve pozitif senaryoları ICRYPEX Podcast kanalında sizler için değerlendirdi.
Yurtdışında yaşayan ve deprem bölgesinde yakınları bulunan on binlerce insanın hissettiği manevi külfet gün geçtikçe ağırlaşıyor. Köln'de yaşayan Halise Özdal ve Hasan Acar çifti o ailelerden biri. Kahramanmaraşlı aile, çocukluklarının geçtiği ve halen çok sayıda akrabalarının bulunduğu Pazarcık ile Küpelikız köyü için teyakkuz halindeler. Hasan Acar, Köln'den yola çıktığı yardım malzemeleriyle bölgeye ulaşırken, Almanya'da organize olmaya çalışan Halise Özdal podcast Cosmo Türkçe'nin konuğu old Von Aydin Isik.
İster jeopolitik olarak ister jeoekonomik olarak okuyalım. Dünya yeni bir şekil alıyor. 1970'lerden sonra hızlanan haliyle “küreselleşme” müesses nizamın sahiplerince (ABD ve İngiltere) kenara atılıyor. ABD'nin Çin ile Trump döneminde başlattığı ekonomik savaş ve İngiltere'nin Brexit kararıyla Avrupa'dan ayrılması yeni düzenin ana işaretleridir. 2022 yılında başlatılan Rusya Ukrayna harbi ile bu ayrışmanın ileri bir adımı daha atıldı. Baltıklarda yaşanması
ÇKP lideri Şi Cinping, berâberindeki kalabalık bir heyet ile Suudî Arabistan'a geldi. Son zamanların en mühim hâdiselerinden birisiydi bu. Cinping, bu vesileyle Kuveyt ve BAE başta olmak üzere KİÖ'nün diğer aktörleriyle de buluştu. Ticâret ve enerji alanında düzinelerce yatırım anlaşması imzâlandı. Son senelerde Çin ile Suudlar arasındaki ticâret hacminin zâten %200'lük bir artış sağlamış olduğu dikkate alınırsa, bu yeni anlaşmaların bu hacmi nerelere taşıyacağını tahmin etmek zor olmasa gerekir. Çin bununla da kalmadı. Benzer anlaşmaları Suudların can düşmanı olan İran ile de yaptı. Bu gidişât en başta ABD'nin canını sıkmış olmalıdır. Biden'ın son derecede sönük geçen Suudî Arabistan ziyâreti ile mukayese edildiğinde manzara berraklaşıyor. ABD'den gelen açıklamalar hayli yumuşak olsa da bu gelişmelerden rahatsızlık duyduğunu kestirebiliriz. ABD'nin Afganistan'ı apar topar terk etmesinden ve İran ile yumuşama sinyalleri vermeye başlamasından sonra Suudî Arabistan-ABD ilişkilerinin artık eskisi gibi seyretmediği ortadadır. Buna bir de Biden'ın seçim kampanyası esnâsında Kaşıkçı cinâyetini gündeme getirmesi ve Veliaht Prensi doğrudan suçlaması iki devlet arasındaki ilişkileri iyice sarsmıştı. Anlaşıldığı kadarıyla Suudlar parayı devreye sokarak ABD'deki muhtemel soruşturmaların önünü aldı. Ama Biden idâresine karşı alabildiğine bilendi. Rusya-Ukrayna savaşında yürürlüğe konulan yaptırımlara uzak durdu. OPEC üzerinden Rusya ile berâber hareket etti ve ABD ve Avrupa'dan gelen ısrarlı çağrıların hilâfına petrol üretimini arttırmadı. Çin ile büyüyen ticârî ilişkilerini arttırdı. Dahası, artık ödemeler rejimin ABD Dolar'ı üzerinden değil, Çin Yuan'ı üzerinden yapılabilmesine yeşil ışık yaktı. Çin-Körfez Arapları arasındaki ilişkilerin henüz stratejik bir muhteva kazanmış olduğu söylenemez. Suudlar ve BAE hâlâ başta ABD olmak üzere Batı devletlerinden ve şirketlerinden silâh alımını devâm ettiriyor. Bu da Batı-Körfez devletleri arasındaki çevrimlerin can damarını oluşturuyor. Ama istikbâlde ne olur, bilinmez. Eğer Çin-Körfez ilişkileri stratejik bir derinlik kazanırsa her şey alt üst olacaktır. Çin her ne kadar ekonomik olarak bir kapanma sürecine girdiyse de dünyâ açılımını gözden çıkarmış değil. Bâzı değerlendirmelere göre –meselâ bizim Akıl Odası'nda Doç. Dr. Fahri Erenel'in dile getirdiği üzere– bu adım Çin'in Avrupa ve Afrika açılımını daha güneye kaydırdığına işâret ediyor. Yâni Asya'da planladığı, Türkiye'yi de içine alan Rusya, Türkistan, Hazar hatlarını hafif tertip dışarıda bırakan bir karar bu. Elbette bunun bir açıklaması var. Bir defâ bu hatlar, hem içindeki sayısız bölgesel çatışma potansiyelleri hem de her türlü müdahaleye açık olması itibârıyla siyâseten hayli netameli görünüyor. Rusya-Ukrayna savaşının Çin'in Avrupa ile olan bağlantısını zora soktuğu ortada. Türkistan hattı, Çin'e Uygur meselesinde çok güvenilir gelmiyor. Çin'in bu coğrafyadaki yerleşik Rusya ve gelişen Türkiye tesirinden rahatsız olduğu âşikâr. Eğer Türkler ve Ruslar Türkistan'da anlaşarak işbirliği geliştirirlerse, bu Çin'in işine gelmeyecektir. Türkmenistan ve Kazakistan ile Çin arasında döşenmiş ve işlerlikte olan doğal gaz boru hatları Çin'in işini görüyor. Çin bununla yetinmek istiyor. Yâni Asya'daki Tek Yol hatlarını sâdece enerji akışı için değerlendiriyor. Körfez ve İran hamlesi ise bundan farklı. Devâsa yatırımları ihtivâ ediyor.
Cemil Meriç, izm'lere menşelerinin itibar kazandırdığını yazmıştı. Avrupa'dan gelen fikirlerin sorgusuz sualsiz kabul gördüğünü ve bu sebeple idrakimiz üzerinde ciddî bir tahribata yol açtığını düşünen bu büyük fikir insanı, Batı'dan kalkarak Doğu'ya ulaştığını teslim etmekten de çekinmedi. Cemil Meriç'in bu tespitinin belirli ideolojilerle sınırlı tutulduğunu ve bu sebeple de sınırlı düzeyde anlaşıldığını söyleyebilirim. İdeoloji kavramı fikrî akımlarla sınırlı tutulduğunda birtakım yargıların kaynağı önemini tamamen yitiriyor. Hatta “fikrî akımlar” gündelik hayatta etkisini yitirdikçe veya hayatiyetini kaybettikçe onlara itibar kazandıran kaynaklara yönelik dikkat de azalıyor. Hâlbuki menşe tek başına itibar kaynağı ise o kaynağa hükmedenlerin bir otorite olarak varlık kazanması kaçınılmaz bir hâl alır. Bugün dahi Cemil Meriç'i haklı çıkarmak istercesine Batılı kaynakların herhangi bir sorgulamaya tabi tutulmadan birer otorite olarak kabul edildiğini görüyoruz. Bunların özellikle basın dünyasında çok daha fark edilir bir düzeyde olması fikir insanları açısından sorunun yaygınlığına işaret eder. O hâlde, herhangi bir konuda Batılı kaynakların otorite seviyesinde kabul görmesi neden sorundur, sorusuna odaklamak gerekiyor. Mühür ve otorite kavramlarının ayrı ayrı tartışılması gerekir. J. M. Balut, “Sömürgeciliğin Dünya Modeli” adlı kitapta Doğu ve Doğulularla ilgili çalışmaları değerlendirirken “kanıttan yoksun ama seçkin olan kuram” ifadesini kullanır. Blaut'nun oldukça etkileyici kitabından, işaret edilen kuramların herhangi bir elemeye tabi tutulmadan yaygın kabul gördüğü anlaşılır. Edward Said daha önce hem “Oryantalizm”de hem de “Kültür ve Emperyalizm”de bu geniş kabulün gerekçeleri üzerinde durmuştu. Her iki yazarın eserlerinde ortak bir kavram vardır: otorite. Aslında bir yazarın mührünü de bu çerçevede düşünebiliriz. Said, Doğu ve Doğulularla ilgili bir tanımın kanıttan yoksun olduğu hâlde seçkinliği dolayısıyla kabul görmesini, bu görüşleri ileri sürenlerin tartışılmaz otoritesi ile açıklamıştı. Blaut da otorite kavramının altını çizer. Alıntıladığımız ifadede olduğu seçkinliği otorite olarak düşünmemizde bir sakınca yok. Her iki yazarın bu çok önemli tespitlerinden sonra geriye “o dedi” ifadesiyle başlayan cümleleri tahlil etmek kalır. Basın hayatımızın çok önemli tartışmalarını “o dedi” ile başlayan cümleleri merkeze alarak değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Özellikle de liberal muhafazakâr yazarların Türkiye ve genel olarak Doğu hakkındaki yargılarını Said'in bakış açısıyla tespit ve tahlil ettiğimizde “o dedi” ile başlayan cümlelerin aşırı derecede fazla olduğunu görebiliriz. Bu, herhangi bir otoritenin yargılarını ve teorilerini kanıttan yoksun olduğu hâlde seçkinliği sebebiyle kabul etme alışkanlığına bir örnektir. Tabiatıyla “o dedi” ifadesinde konuşan kim sorusunun cevabı da çok önemlidir. Çünkü bu bizi otorite sahibiyle tanıştıracaktır.
Mert Aydın ve Alp Ulagay, dünya spor gündemini Londra'dan yorumluyor. 1. KISIM: DÜNYA KUPASI'NIN ANLAMI: Kupa niye önemli? İkonik anlar. Avrupa'dan tersine göç. Sürpriz oyuncular. 2. KISIM: KATAR'DAKİ SORUNLAR 3. KISIM: FAVORİLER VE SÜRPRİZLER: Finalde sürpriz ihtimalinin azlığı, geleneksel favoriler, sürpriz adayları.
Frankfurt Kitap Fuarı kitabın okuyucularının değil ama üreticilerinin, özellikle de içerik üreticilerinin, yayıncıların, editörlerin buluşma noktası. Bu yıl 74'üncüsü yapılan fuar aynı zamanda kitap dünyasının ana akımları ve dünya siyasetinin de ipuçlarıyla dolu. Fuardan okuduklarım... Avrupa'dan ve Batı dünyasından kovulduğu gibi Rus sanatçıları, kültür insanları, bilim adamları, yazılımcılar fuardan kovulmuş. Ama Rusya cismen olmasa da ruhen var ve fuarda gölge gibi dolaşıyor. Diğer taraftan yayınlara bakıldığında Ukrayna üzerine hemen hemen her yayınevi bir pozitif kitap basmış. Rusya ve Putin'in karanlık yönleri hakkında da kitaplar var. Özetle Rusya çok konuşulmasa da fuarın en cazip konusu Ukrayna. İkinci önemli siyasi konu İran ve Mahsa Amini'nin başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmesi üzerine başlayan başörtüsü protestoları. İranlı yayıncılar son anda fuara katılmaktan vazgeçerken, fuar önünde İran'a karşı eylemler yapıldı. Bilim kitapları, teknoloji, etik, sağlık, transhumanizm, sanat, uzayda yaşam, biyogenetik gibi konularda çokça yeni kitap gördüm ki okuyucu eğilimleri bu yönde demek ki... Selman Rüşdi kitapları da halen çok satanlar listesinde...
Avrupa Konseyi'nden 'Dezenformasyon yasası'na sert eleştiriler geldi, Meclis'e onaylamayın çağrısı yapıldı…/ Dünya Kız Çocukları Günün'de vahim istatistik: Türkiye'de 866 bin kız çocuğu eğitime erişemiyor… / Meksika'dan Ambarlı'ya gelen gemide 1.5 ton uyuşturucu yakalandı… / Bakan Koca'dan koronavirüs açıklaması: Vaka sayıları yükselecek… / Bakan Bilgin'den asgari ücret tahminlerine yanıt: Ortaya atılan rakamlar doğru değil… Gündemin önemli gelişmeleri Demet Bilge Erkasap'ın hazırladığı bültende
Alman caz triosu #Triosence'in müzikleri, Avrupa'dan caz festivali haberleri... Hakan Rauf Tüfekçi ile #CazınBüyüsü
Bir zamanlar başta DHKP/C terör örgütü olmak üzere komünist militanların eğitildiği terör kampı olan Lavrion bu kez Türkiye düşmanı olan PKK/YPG ve FETÖ terör örgütlerinin eğitildiği bir kamp olarak karşımıza çıkıyor. Sözde mülteci kampı denilen Lavrion'da PKK'ya silah eğitimi veriliyor. Maket uçak yapımı ve kullanımı öğretiliyor. FETÖ teröristlerinin, Avrupa'ya geçişlerini ve sığınma talebi almalarını sağlayan sahte belgeler de yine burada yapılıyor. Çoğunlukla deşifre olmuş PKK ve FETÖ mensuplarının yanı sıra MLKP, MKP, DHKP-C, TKP/ML mensuplarının da Lavrion Kampı'nda barındığı, örgütsel eylem ve etkinliklere katılım sağladıkları ifade ediliyor. YURT İÇİNDE BİTME NOKTASINA GELEN ÖRGÜT, EYLEMLERİNİ SÖZDE MÜLTECİ KAMPINDA LAVRİON'DA PLANLIYOR Yıllardır terör örgütü PKK'nın Avrupa'ya giriş kapısı olarak bilinen ve hâlâ aktif olarak kullanılan Atina yakınlarındaki Lavrion Kampı, istihbarat raporlarına yansıyan bilgilerle yeniden gündeme geldi. Sınır ötesinde ve yurt içinde bitme noktasına gelen terör örgütünün, artık eylemlerini sözde 'mülteci kampı' olarak bilinen Lavrion'da planladığı belirtildi. PKK'DAN KAÇAN TERÖRİST İTİRAF ETTİ: LAVRİON KAMPI SEVK KARARGAHI PKK'dan kısa bir süre önce kaçıp teslim olan terörist S.D. Yunanistan'ın inkar ettiği Lavrion Kampı'nı anlattı. Kampın aktif şekilde 'Avrupa sevk karargahı' olarak kullanıldığını belirten S.D., örgüte katılmak için Avrupa'dan gelenlerin burada 6 ay eğitim alıp Irak'a geçtiğini söyledi. Yunanistan'da PKK'lıların kaldığı Lavrion Kampı'yla ilgili itiraflar, hem kampın varlığını sürekli inkar eden Yunanların, hem de AB'nin maskesini düşürdü. Kampın aktif olarak kullanıldığı, kısa bir süre önce PKK/KCK'dan kaçıp güvenlik güçlerine teslim olan “Rojhat Amed” kod adlı S.D.'nin verdiği ifadelerle ortaya konuldu. KAMPTAKİ SORUMLULARI KANDİL iLE BİRLİKTE YUNAN İSTİHBARATI EYP BELİRLİYOR Kamp içerisinde her terör örgütü adına bir sorumlunun bulunduğu, sorumlular Kandil'den atama yoluyla ve EYP'nin onayı sonrasında belirleniyor. Lavrion Kampı'nın sadece PKK üyelerinin askeri eğitim aldıkları yer olmasının dışında en büyük özelliği; 20 yaş altı PKK teröristlerinin ideolojik, siyasi ve tarih eğitimlerini aldıkları yer olmasıdır. Teröristler, ortalama 2 yıl süren bu eğitime kadar çok fazla askeri eğitim almamaktadır. Bu aşamanın tamamlanmasından sonra el yapımı bomba, kundaklama, militan düzeni savaş stratejileri, 7'li – 9'lu – 11'li bölgesel baskınlar, doğal şartlarda hayatta kalma, istihbarata karşı koyma gibi daha düzenli eğitimlere geçilmektedir. Lavrion Kampı aynı zamanda PKK teröristlerinin Avrupa'ya açıldıkları resmi kapıdır. Bu anlamda da önemi çok büyüktür. PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın yargılanması sırasında vermiş olduğu ifadelerden de Yunanistan'ın PKK ile ilişkileri açıkça görülmüştür. YUNANİSTAN İSTİHBARATI EYP'NİN TÜRKİYE'Yİ HEDEF ALAN TERÖR
Her ne kadar genelde kabul görmese de Trabzonspor'un bu akşam oynayacağı Kopenhag maçı bir ülke meselesidir. Ama gelin görün ki ülke meselesi olan bu konu, bazıları tarafından ülke sorunuymuş gibi servis ediliyor. Ve bu kesim ülke gerçeklerini bir kenara bırakıp, sadece şoven duygularla bordo-mavili camianın ülke meselesi olarak gündeme getirmeye çalıştığı mücadeleyi yok saymaya kadar getiriyor işi. Onların penceresinden bakarsak; onlar için her şeyden önemlisi Trabzonspor, Şampiyonlar Ligi'ne kalırsa son yıllarda uyguladığı ekonomik politikalarla bu kalemde Türkiye'nin en önemli kulüplerinden biri olur. Yetmedi. Devler Ligi'nde prestij kazanmanın yanı sıra Türkiye'nin amiral gemisi olarak Avrupa'dan geri kalmaz. Şampiyonluklara ambargo koyar, istediği transferleri yapar anlı şanlı rakipleri(!) irtifa kaybeder... Bu örnekleri çoğaltmak sadece laf-ü güzaf olur... “Rüzgarsız havada dönen fırıldağın bir üfleyeni vardır” diyerek konumuza dönelim. MOTİVASYONDA SIKINTI YOK Trabzonspor, çok da başarılı bulunmayan hazırlık maçlarından sonra lige İstanbulspor galibiyeti ile başladı. Ardından evinde Hatayspor'u mağlup etti ve Kopenhag maçının ardından deplasmanda Antalyaspor karşısına çıktı. Bu dört karşılaşmanın skorundan bağımsız, oyun formasyonuna baktığımızda Abdullah Avcı'nın yeni formasyonlar geliştirmeye çalıştığını örnekleriyle görürüz. Bugün tarihi bir maç var ve bu maç bize göre ülke futbolunun, ama başta da belirttiğim gibi bazıları için sadece Trabzonspor'un olmazsa olmazı. Edirne'den ötesini angarya gören ve sadece popülist yaklaşımlarla camiasına sevimli görünmeye çalışan, bu nedenle tek hedefleri Süper Lig şampiyonluğu olan anlı şanlı yöneticilerin beslenmeye çalıştığı kavga ortamına çekmeye çalıştığı Trabzonspor, 5-2 kaybedince iştahları açıldı. Trabzonspor'un, bu maçta belki oyuncu seçimi ve formasyon konusunda eksikleri vardı ama 2-2'ye gelen oyundaki direnci ve inadı bu akşam için bana ümit verdi. Çünkü; Trabzonspor'un umudu olmadığı yerde inadı başlar ve bu akşam bu inadı sonuna kadar sahaya yansıtacaktır... Antalya'nın nemli ve sıcak havasında özellikle ikinci yarının ilk 20 dakikası ortaya koyulan direnç ve inat, bu akşam taraftarının da desteği ile 90 dakikaya yayıldığında, o gruplara kalınması için yeterli olacaktır. Bir başka güvencem de Volkan Bayarslan ile Serkan Tokat gibi eyyamcılar sahada olmayacak. KASKETLİLER GERİ DÖNMELİ Geçen yılı şampiyon olarak tamamlayan Trabzonspor, aslında en önemli kırılmayı transfer döneminde yaşadı. Uğurcan, Abdulkadir Ömür ile Bakasetas'ın Avrupa kulüplerine transfer öyküleri günlerce manşetlere taşındı ama giden genç Ahmet Can Kaplan oldu. Geride kalan yaklaşık iki aylık süreçte birçok oyuncu transferlerle ilgili bu ikilemi yaşadı. Yaşamaları da doğal. İnanıyorum ki Avrupa'ya transfer olamayan bu oyuncular, Trabzonspor takımıyla birlikte Avrupa'da oynamaya herkesten daha fazla hazır ve istekli olacak.
ABD ve Avrupa'dan gelen faiz artışları kararları küresel ekonomiyi etkilemeye devam ediyor. Dünyadaki enflasyonist dalga etkisini artırıyor. Türkiye'de faiz oranları sabit tutuluyor, enflasyon artıyor. Uygulanan ekonomi politikalarından sorun ne? Muhalefetin krize çözüm önerisi gerçekçi mi? Toplum ekonomik kriz karşında ne yapmalı? Ekonomi Sohbetlerinde Mühdan Sağlam bu soruları ekonomi uzmanı Dr. İlhan Döğüş'e sordu.
İskoçya bağımsızlık referandumu yolunda. İspanya'da gençlere cinsiyet belirleme hakkı. Trans yüzücüler için önemli karar.
Britanya'da demiryolu işçilerinin grevi. Ahtapot üretim çiftlikleri.
Bugün Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov Türkiye'de olacak ve Ankara ile Ukrayna krizi, tahıl koridoru, bir de Suriye'ye harekâtı masaya yatıracak... Moskova resmi ağızlarından Suriye konusunda zıt açıklamalar geldiğini biliyoruz. Bizzat Lavrov, 'Türkiye yaşananlara kayıtsız kalamaz' derken, diğer sözcüler içinde, 'hedeflediğiniz alanlara Şam birlikleri konuşlansın' diyenler var... Önemi yok. Şunun önemi var; Lavrov, Türkiye'ye gelmeden evvel aşağılandı. Tam da Fransa lideri Macron'un kaygılandığı gibi; 'savaş bittiğinde barışı inşa edebilmek için Rusya'yı küçük düşürmemeliyiz'. Sırbistan'a diplomatik ziyaret gerçekleştirmesi gereken Rusya Dışişleri Bakanı'nın uçağına, Bulgaristan, Karadağ ve Kuzey Makedonya izin vermedi. Böylece, nadir görülür biçimde bir süper gücün yüksek temsilcisi kapıdan döndürüldü... Adı geçen ülkeler bunu Batı'nın isteği/teşviki ile yaptılar. Üçü de zaten NATO üyesidir. Şimdi Lavrov bir başka NATO üyesi ülkeye geliyor. Sıradan bir üyenin evine de değil; ikinci en büyük askeri güce, birinci stratejik değere sahip ülkeye... Bu yüzden Rusya'nın Suriye harekâtını kolaylaştırıcı davranacağına inanan çok. Yine de... Türk-Rus ilişkilerinin ne denli kritik ve değerli olduğunun üzerinden geçmek gerekebilir!.. Kime sorsanız size, doğalgazdan nükleer santrale enerji ilişkileri, Suriye, Karadeniz, Kafkasya, Kıbrıs, Türk cumhuriyetleri, ticaret, turizm, ortak para arayışları, Astana-Soçi deneyimleri, 15 Temmuz ihanetinin mirası, vs.'den bahsederek 'ikili' bağları anlatır. Hepsi çok değerli. Anlaşmadığımız konuların çoğu bu hukuka dayanarak aşıldı. 'Birbirimizi dirsekleyerek kolkola yürümek' gibi bir diplomasi türü hediye ettik dünyaya... Ama hepsi 'ortak bakıştan' ilişkiyi kıymetlendiren okumalar... Bizzat Rusya'nın ve küresel şartların gözünden Türk-Rus ilişkilerine baktığımızda,-ki hiç yapılmadı Türkiye'de-o zaman Rus Dışişleri Bakanı'nın Ankara'da, “nasıl isterseniz öyle olsun” diyerek ve 'sızlanmadan' ayrılmasını bekleyebiliriz... ««« Savaşın ilk günlerinde, “en büyük/tepedeki neden', Rusya'nın Çin ve ABD ile eşit üçüncü güç olarak hayatta kalması için” yazmıştım. Ratinglere uygun süsü yoktur, salt stratejik gerçektir, yerli yerinde duruyor. Alt başlıklara dilediğinizi yazabilirsiniz, her gün izliyor, okuyorsunuz; hepsi altındadır. Bu yüzden Ukrayna savaşı Rusya'nın yenilgisiyle sonuçlanmayacak. Çin-ABD küresel rekabetinin jokeri Rusya'ydı. Pekin ve Washington'dan hangisi bu kartı çekerse diğerine avantaj sağlayacaktı. Şimdilik Çin'in elinde görünüyor. Finans Çin'den güvenlik Rusya'dan diyebiliriz... Moskova, takvimden bağımsız olarak hedeflerine ulaşacak ve hızlı olursa ABD de yenilmiş sayılacak. Avrupa, bütün o yaptırım gösterilerinin arkasına askeri güç koyamadığı için jeopolitiği 'fasulyeden' olmayı sürdürüyor. Düşünün ki, Batı'ya toz kondurmayan CHP bile Genel Başkanı'nın ağzından, “Türkiye'nin Avrupa'nın yeniden inşası sürecinde rol alıp katkı sağlaması gerektiğini düşünüyoruz” diyor. Avrupa enkazını onlar bile görüyor... Esasen Avrupa da görüyor. Almanya ve Fransa'nın atlaması mümkün olmadığı gibi, ABD kazansa da Rusya kazansa da kendi durumlarını iyi bulmuyorlar. Birinde NATO köleliği devam edecek, diğerinde.. ABD, Avrupa'dan çekilecek!.. Böyle bir ihtimal var, üstelik, 'Ukrayna'da yenilse de kazansa da ABD'nin Pasifik'e gitme ihtimali' görmezden gelinemez.
Dünya; ABD ve Avrupa'dan baktığımızda gördüklerimizden çok daha büyüktür. İnsanlık; Batı'nın zihin dünyamızda kodladığı algılardan, sınırlardan çok daha geniştir, güçlüdür, engindir. Dünyanın geleceği; Atlantik'ten uzaklaşınca çok daha aydınlık, üretkendir. Çok daha insandır. İster coğrafya ölçekli bakın, ister insan kaynağına bakın, ister medeniyet/tarih eksenli bakın, ister tarihsel güçler mücadelesi açısından bakın, ister bugüne isterseniz geleceğe bakın.. ABD ve Avrupa'nın dışında zengin bir geçmişi, ezici bir dünyanın yeniden yükselişi'ni göreceksiniz. İNSANLIK YÜZYLLARDIR BATI'NIN KÖLESİDİR... BATI ŞEYTANİ BİR “DİN”DİR İnsanlık yüzyıllardır Batı'nın sömürgesidir. Kandırılmış, rehin alınmıştır. Milletler yüzyıllardır Batı'nın kölesidir: Zihnen, yaşam tarzı olarak, dünya görüşü olarak, insanlığa bakışı olarak, ekonomik refah ve siyasi kimlik olarak, değerler olarak Batı'nın ağır baskıları altındadır. Dünyalarımız onların rengiyle boyandığı için, zihinlerimiz onların doğruları ile kodlandığı için, bütün değerlerimiz onların kriterleriyle formatlandığı için, iradelerimiz onların gücüyle kırıldığı için bu kölelik düzeninden kurtulup özgür zihinlere ulaşmak çok zordur. Batı şeytani bir “din”dir, “inanç”tır, mecbur bırakılan, mahkum olunan bir hayattır, yaşam formatıdır. YÜZ MİLYONLAR ÖLEBİLİR. TOPLU YOKOLUŞ YAŞANIR. Bizler bir daha Batı'nın iç savaşlarına mahkum olmamalıyız. Milletler Batı'nın çıkar ve saltanatları için ülkelerini, kendilerini kurban vermekten vazgeçmeli. Birinci ve İkinci dünya savaşlarında 90 milyon insan öldü. ABD ve Avrupa'nın hırsından, açgözlülüğünden, güce tapınmasından insanlık böyle bir bedel ödedi. Yeni bir dünya savaşı çıkarsa belki yüz milyonlarca insan hayatını kaybedecek. Yeryüzünün büyük bölümü yaşanmaz hale gelecek. İnsanlık toplu yok oluşa sürüklenecek. Eğer böyle bir gelecek varsa önümüzde bu yine Batı'nın açgözlülüğü ve doyumsuzluğundan, güce tapınmasından, insana ve dünyaya bakışındaki vahşiliğinden kaynaklanacak. İNSANLIK BATI'YI DURDURMALI Dünya Batı için yeni bir felakete sürüklenmemeli. Çıkar ve refahı için, imtiyazlarının devamı için, “seçkin insan” hastalığı için, kendisini yeryüzünün sahibi sandığı için, başka ulusların canı ve kanı üzerinden yürüttüğü tuzakları için yok oluşa razı gelmemeli. İnsanlık Batı'yı artık durdurmalı. Başka milletlerin kanı üzerinden sahip olduklarını kaybetmemek için teşebbüs edeceği çılgınlıkları engellemeyi bilmeli. Doğu yükselmeli. Güney yükselmeli. Baskı altındaki medeniyetler ayağa kalkmalı, geri dönmeli. İnsanlığın ezici çoğunluğu, yeryüzünün büyük bölümü harekete geçmeli. “Büyük Yokoluş”u durdurmalı.
Türkiye'nin atık ithalatı sorunu canlı yaşamını tehdit ediyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre günlük kanser vakası sayısı 400. Türkiye'nin atık ithalatı sorununu İngiltere Parlamentosu'nda dile getiren Greenpeace Akdeniz Biyoçeşitlilik Proje Lideri Nihan Temiz Ataş "Türkiye'ye en çok çöp gönderen ülke İngiltere" dedi. Füsun Sarp Nebil'in sorularını yanıtlayan Nihan Temiz Ataş, dünyada plastik atıkların ancak yüzde 9'unun geri dönüştürülebildiğini söyleyerek Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı "plastik çöplüğü" tehlikesine dikkati çekti Ataş, plastik atıklarının hava ve suya karıştığını bu nedenle bütün canlıların yaşamını riske ettiğini söyledi. Türkiye'nin Avrupa'dan atık ithalatında birinci olduğunu vurgulayan Ataş, poşetin ücretlendirilmesinin insan davranışını değiştirmediğini, plastik poşet tüketiminin hala yüksek olduğunu aktardı. 6 Nisan 2022 yayını
AVRUPA'DAN KRİPTO UYARISI - TÜM PARANIZI KAYBETME İHTİMALİNE HAZIR OLUN
Alper Kaliber Avrupa Günlüğü‘nde bu hafta, 18. gününde devam eden Rusya-Ukrayna savaşının Avrupa'dan nasıl göründüğünü ve Rusya'ya uygulanan yaptırımların etkisini değerlendirdi.
Osmanlı sultanlarının otuz birincisi olan Sultan Abdülmecid Hân, II. Mahmud Hân'ın oğludur. Abdülmecid Hân'ın devlet idaresinde yeterli tecrübesi yoktu. Buna karşılık devlet erkânına güvendiğini, babasının başlattığı ıslâhat hareketlerini devam ettireceğini ilan etti. Sultan Abdülmecid Hân, devleti bu zor durumdan kurtarmak için çareler aradı. Bu sırada Avrupa'dan yeni dönen Mustafa Reşid Paşa, Sultan'a Avrupa'nın yardımını sağlamak gibi bir bahaneyle Tanzimat Fermanı'nı yayınlatmaya muvaffak oldu. Daha sonra ise Batılı devletler yaptıkları yardımların karşılığı olarak Osmanlı ülkesinde Hıristiyanlara yeni haklar verilmesi için 1856 Islahat Fermanı'nı yayınlattılar. Görünürde Osmanlı toplumunu ırk, din ve dil ayırımı gözetmeden kaynaştırmayı hedef alan Islahat Fermanı azınlıkların bağımsızlık hareketlerini hızlandırıp, devleti yıkılmaya doğru götürmekten başka bir işe yaramamıştır. Nitekim Ferman'ın yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra Suriye ve Cidde'de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çarpışmalar başladı. Abdülmecid Hân'ın genç yaşta tahta çıkışı ile saf ve temiz kalpli olması onun saltanatının hemen başında büyük bir hata yapmasına sebep oldu. Bu hata, Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası olmuş ve bu muhteşem İslâm devletinde bir yok olma devrinin başlamasına yol açmıştır. Bu hata; azılı ve sinsi İslâm düşmanı olan İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak İskoç masonlarının yetiştirdikleri cahilleri iş başına getirmesi ve bunların devleti içerden yıkmak siyasetlerini hemen anlayamamasıdır. Diğer taraftan Abdülmecid Hân devrinde başarılı işler de yapıldı. 1840'ta ilk kağıt para çıkarıldı. Galata Köprüsü, Küçük ve Büyük Mecidiye Camii'leri yapıldı. Şirket-i Hayriyye denilen Boğaziçi vapurları işletilmeye başlandı. Ayrıca İstanbul'un pek çok yerinde çeşmeler yaptırıp, eski eserler tamir ettirildi. (Rehber Ansiklopedisi, c.1, s.37-39)
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı ve futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse, Avrupa'nın beş büyük ligi olarak adlandırılan Premier Lig, Serie A, Bundesliga, LaLiga ve Ligue 1'e ışık tutmaya devam ediyor. 11. bölümde, Karim Benzema'nın PSG karşısındaki performansı, City'nin Manchester derbisinde gülen taraf olması ve Galatasaray'ın UEFA Avrupa Ligi son 16 turunda karşılaşacağı Barcelona maçı konuşuldu.
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı ve futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse, Avrupa'nın beş büyük ligi olarak adlandırılan Premier Lig, Serie A, Bundesliga, LaLiga ve Ligue 1'e ışık tutmaya devam ediyor. Dokuzuncu bölümde, Harry Kane'in Manchester City karşısındaki performansı, Pierre-Emerick Aubameyang'ın tarihi hat-trick'i ve Atletico Madrid-Manchester United karşılaşması konuşuldu.
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı ve futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse, Avrupa'nın beş büyük ligi olarak adlandırılan Premier Lig, Serie A, Bundesliga, LaLiga ve Ligue 1'e ışık tutmaya devam ediyor. Sekizinci bölümde, Olivier Giroud'un Inter maçındaki golleri, Barcelona'nın Atletico Madrid galibiyeti ve Enes Ünal'ın yükselen performansı konuşuldu. #MedyascopeSpor #EnesÜnal #MilanInter #SerieA #LaLiga
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı'nın sunumuyla futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse, ara transfer döneminde Avrupa'nın beş büyük ligi olarak tabir edilen Premier Lig, Bundesliga, LaLiga, Serie A ve Ligue 1'deki oyuncu hareketliliğini değerlendirdi.
Avrupa'dan Futbol: Dusan Vlahovic'in Juventus Transferi
Savaş Şafak Barkçin Çağrışımlar'ın bu bölümünde "İngiltere ve Siyonizm" üzerinde duruyor. Savaş Şafak Barkçin bu bölümde başlıca şunları anlattı: Serdar Tuncer: Geçen programda biraz Amerika'dan bahsettik, sosyal medya sallandı. Biz böyle bilmiyorduk, "Aa bu da mı vardı? Biden hakikaten öyle miydi?" filan ve şu manada talepler geldi abi; Savaş abinin perspektifinden bi de İngiltere'yi okumak isteriz. Savaş Şafak Barkçin: Ya biraz kendimize baksak daha iyi değil mi? :) Hep ellere baka baka kendimizden olduk :) Serdar Tuncer: Ama önceki programlar boyunca hep kendimizi konuşmaya gayret ettik. Aslında bu da kendimize daha doğru bakabilmek için orayı doğru okumak istiyoruz abi... Mesela İngiltere için derler ki; dünyanın aklıdır. İngilizler yönetir. İmparatorluk bakiyesi olmanın hakkını hala verirler filan... Kuruluşundan başlayarak İngiltere'den bahsedelim mi abi? Savaş Şafak Barkçin: Olur. Tabi şimdi İngiltere, dünyada bir sıralama yapsak, insanlık tarihinde bilenen tarihte en önemli devletler, dünya çapında egemen olmuş devletler gerçekten ilk onda yer alan bir devlet, öyle ufak tefek bir şey değil. Tarihleri geç yani. Osmanlı'ya göre geç bir tarih sahnesine çıkmaları olsa bile bugün bile devam eden etkileri var. Finansta, siyasette, bilimde, düşüncede, batı dediğimizin aslında bi nevi akıl merkezi... Şimdi ona geliriz ama İngiltere'nin başlangıcı şöyle; İngiltere aslında çok karışık bir toplum. Neresi karışık değil ki diyeceksin tabi ki yani bütün toplumlar göç ile oluşur, dünyada öyle saf bir toplum yok o yüzden bu ırkçılık işte gerçekten çok ahmakça bir şeydir, hiç bir gerçekliği olmayan bir şeydir. Dünyada öyle bir ırk yok yani zaten ırkın kendi başına bir kıymeti yok çünkü kendi kendini yaratmıyorsun, Allah yaratmış. Kıymet başka bir yerde. Kanında değil de yolunda daha çok... Neyse... Şimdi bu İngilizler'de çok ilginç bir coğrafya çünkü şöyle düşün Avrupa fakat Avrupa'nın açığında yani Avrupa ile direkt karasal bir teması olmadığı için Avrupa'dan gelen akıncılar, göçler özellikle Alman kökenli kavimler orayı işgal ediyor, Fransa üzerinden gelen kelt gruplar işgal ediyor... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı ve futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse, Avrupa'nın beş büyük ligi olarak adlandırılan Premier Lig, Serie A, Bundesliga, LaLiga ve Ligue 1'e ışık tutmaya devam ediyor. Beşinci bölümde, Manchester City'nin Chelsea galibiyeti, Milan-Spezia maçındaki hakem hatası ve Cengiz Ünder'in yükselen performansı konuşuldu.
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse ile birlikte, Avrupa'nın beş büyük ligi olarak adlandırılan Premier Lig, Serie A, Bundesliga, LaLiga ve Ligue 1'e ışık tutuyor. Dördüncü bölümde, Karim Benzema'nın Real Madrid tarihine geçişi, Juventus'un Roma zaferi, yılın futbolcusu ve teknik direktörü adayları konuşuldu.
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse ile birlikte, Avrupa'nın beş büyük ligi olarak adlandırılan Premier Lig, Serie A, Bundesliga, LaLiga ve Ligue 1'e ışık tutuyor. Üçüncü bölümde, Chelsea'deki Romelu Lukaku süreci, Enes Ünal'ın Real Madrid maçındaki performansı ve Puskas Ödülleri finalistleri konuşuldu.
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse ile birlikte, Avrupa'nın beş büyük ligi olarak adlandırılan Premier Lig, Serie A, Bundesliga, LaLiga ve Ligue 1'e ışık tutuyor. İkinci bölümde, Atletico Madrid'in yaşadığı formsuzluğu, İtalya Serie A'daki liderlik mücadelesini, Yusuf Yazıcı'nın Lille'deki geleceğini ve koronavirüs salgınının ligler üzerindeki etkisi konuşuldu.
Türkiye'ye savaş açtılar. TL'ye savaş açtılar. Ekonomiye savaş açtılar. Erdoğan'a karşı yeni bir savaş açtılar. Dolar silahı ile terör estirdiler. Bir ülkenin kendini koruma, varlığını daha da güçlendirme atılımlarını sabote etmeye kalkıştılar. Sermaye güçlerini kullandılar. Lobi güçlerini kullandılar. Medya güçlerini kullandılar. Muhalefet açlığını kullandılar. Uluslararası beklentileri, ayrıcalıkları, baskıları kullandılar. Açgözlülüğü, doyumsuzluğu kullandılar. KAN EMİCİ SÖMÜRÜ ÇARKLARI, GELECEK KORKUSUNU KULLANDI. Milletin korkusunu, zaaflarını, zayıflıklarını kullandılar. Onlarca yıldır amansız şekilde insanımızın kanını emen sömürü çarklarını kullandılar. Dışarıda ve içeride ortak yürütülen siyasi dayanışmayı, ittifakları kullandılar. Toplumsal psikolojiyi çökertmeye, ticari matematikle zihinleri karıştırmaya, devlete güveni yok etmeye, gelecek korkusu oluşturmaya, infial uyandırmaya, ABD doları üzerinden siyaseti formatlamaya, yeni müdahale için ortam oluşturmaya çalıştılar. BU SEFER FİNANSAL TERÖRLE VURDULAR. Devletin milli akla dönüşünde, sistemin ve kurumların yerlileşmesinde, güvenlik stratejilerinin Türkiye'ye göre yeniden tanımlanmasında, yeni Türkiye'nin yükselişine, coğrafyanın dönüşüne ne kadar direndilerse bu defa da öyle direndiler. Tam bir finansal terör estirdiler. Tam bir yıkım fırtınası estirdiler. Türkiye'nin felaketini sevinç naralarıyla pazarladılar. ABD doları yükseliyor diye utanmazlıklarını arsızlıklarını bile gizlemediler. “TÜRKİYE BATSIN, BİZE İŞ ÇIKSIN” DİYEN ARSIZ SİYASETÇİLER! Vatan düşünceleri, millet düşünceleri, ülke sevgileri sıfırdı. Türkiye'nin felaketinden mutlu olan “yerli yabancılar”ı, “iç işgalci”leri bir kez daha not ettik. İntikam ve öfkeden gözü dönmüşlerin, Türkiye'ye içeriden saldırılarını bir kez daha not ettik. “Türkiye batsın da bize fırsat çıksın” diyen arsız siyasetçileri bir kez daha not ettik. Millet batsın ki, ayağa kalkıp sokaklara dökülsün diye ellerini ovuşturan siyasileri bir kez daha not ettik. Yalan ve sahtekarlık üzerine hesap yapan siyasetçilerin sevinçlerine bir kez daha tanık olduk. TÜRKİYE DEVRİMİ TAMAMLAYACAK... DURDURULAMAZ! Ama bilmiyorlardı. Türkiye bu devrimi tamamlayacaktı. Türkiye artık Batı başkentlerinden yönetilen, içerideki Truva Atları ile yönetilen, ABD ve Avrupa'dan gelecek talimatları bekleyenler tarafından yönetilen bir ülke olmayacaktı. Siyasi dönüşümünü tamamladıktan, jeopolitik dönüşümünü tamamladıktan, “cephe”den “merkez”e dönüştükten sonra ekonomide yılların sömürü çarkları da kırılıyordu, kırılacaktı. Her on yılda bir milletin biriken zenginliklerini toplayıp götürenlerin kazanç kapılarını kapatıyordu, kapatacaktı. İçeride kurdukları talan düzeni yıkılıyordu, yıkılacaktı. Milletin birikiminin belli merkezler tarafından hortumlanmasının önüne geçecek adımları atılıyordu, atılacaktı.
Medyascope Spor Servisi'nden Kubilayhan Kavrazlı futbol yorumcusu Bülent Kaan Köse ile birlikte, Avrupa'nın beş büyük ligi olarak adlandırılan Premier Lig, Serie A, Bundesliga, LaLiga ve Ligue 1'e ışık tutuyor. İlk bölümde, Sergio Agüero'nun vedası, Hakan Çalhanoğlu ile Inter'in yükselene performansı, koronavirüs salgınının İngiltere'deki futbola etkisi ve Erling Haaland'ın 50 maçta 50 gollük rekoru konuşuldu. #EPL #SergioAgüero #SerieA #LaLiga #Bundesliga #Ligue1
“Brüksel Kafası” programının 72. bölümünde Kenan Erer ve Demir Murat Seyrek, Avrupa'dan bakıldığında Türkiye'nin nasıl görüldüğünü, Türkiye'nin iç dinamiklerinin Avrupa Birliği'nin (AB) başkenti Brüksel'den nasıl yorumlandığını ve AB'nin nasıl bir yer olduğunu tartıştı.
12 TEMMUZ 2021 DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1806 - 16 Alman Prenslik Devleti, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'ndan ayrılarak Ren Konfederasyonu'nu kurdu. Konfederasyon, Ren Birliği'nin yeniden canlandırılmış versiyonu idi. 1935 - Romanya Krallığı'nda, antikomünist faaliyetler çerçevesinde Romanya Komünist Partisi liderleri tutuklandı. Bu kişiler daha sonra 1936 Craiova Duruşması olarak bilinen siyasi duruşmada yargılandılar. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1932 - Türk Dil Kurumu kuruldu. 1947 - Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye arasında askeri ve ekonomik yardımı öngören ilk ikili anlaşma imzalandı. 2016 - Hürkuş, Avrupa'dan sertifika alan ilk Türk uçağı oldu. BUGÜN DOĞANLAR 1891 - Türk şair, gazeteci, oyun yazarı ve öğretmen Halit Fahri Ozansoy, dünyaya geldi. 1904 Şilili şair ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Pablo Neruda, doğdu. 1960 - Türk şair ve yazar Ahmet Ümit, dünyaya geldi. BUGÜN ÖLENLER 1804 - ABD'nin ilk partisi olan Federalist Parti'nin kurucusu ve teorisyen Alexander Hamilton, hayatını kaybetti. 2002 - Türk şair Ece Ayhan, vefat etti.
Uluslararası ilişkiler uzmanı Alper Kaliber, Avrupa Günlüğü'nde bu hafta, Avrupa Konseyi'nden Türkiye hakkında Osman Kavala davası ile ilgili verilen kararı, AB-Polonya çekişmesinde yaşananları, Macaristan'da muhalefetin ortak adayının belirlenmesini ve Avrupa'da artan koronavirüs vakalarını ele aldı.
Basit Türkçe ile Haberler / News in Simple Turkish by skypeturkish.com Bugün 22 Ekim 2021 Cuma. Basit Türkçe ile Haberler'in bu haftaki bölümüne hoş geldiniz. Güney Kore İlk Yerli Roketi Nuri'yi Uzaya Gönderdi Güney Kore, ilk yerli roketini başarıyla fırlattı ve uzaya gönderdi. Bu proje 12 yıl sürdü. Güney Kore proje için 2 milyar dolar harcadı. Roketin adı Nuri. Nuri Korece "Dünya" anlamına geliyor. Nuri, başkent Seul'ün 500 kilometre güneyindeki Goheung Üssü'nden fırlatıldı. Roketin ağırlığı 200 ton, uzunluğu 47 metre. Nuri, içinde 1 buçuk ton ağırlığında bir uydu taşıyor. Bu uydu uzayda deneyler yapacak. Nuri ve uydusu yerden 800 kilometre mesafede yörüngeye oturacak. Nuri'nin 6 adet motoru var. Güney Kore böylece Dünya'nın yörüngesine başarıyla roket gönderen 7. (yedinci) ülke oldu. Diğer ülkeler ABD, Rusya, Çin, Japonya, Hindistan, İsrail ve İran. Güney Kore, 2030 yılına kadar Ay'a gözlem aracı yollamayı hedefliyor. Alec Baldwin Film Setinde Görüntü Yönetmeninin Ölümüne Neden Oldu Ünlü aktör Alec Baldwin, bir kovboy filminde hem başroldeydi hem de filmin prodüktörüydü. Film çekimi sırasında yanlışlıkla ateş açtı. Olay, ABD'nin New Mexico eyaletindeki "Rust" filminin çekimlerinde meydana geldi. Bu olayda görüntü yönetmeni Halyna Hutchins hayatını kaybetti. Yönetmen Joel Souza yaralandı. Joel Souza'nın tedavisi yoğun bakımda sürüyor. Polisler olaydan sonra Baldwin'i sorguladı. Ancak polis sözcüsü, resmi bir suçlama olmadığını söyledi. Before we continue, here are our usual reminders: Please share our episodes with other Turkish learners and follow our show on your podcast platform. For the best private Turkish lessons out there that you can take literally anywhere in the world on Skype or Zoom, please visit skypeturkish.com. Maybe you already understand Turkish but you want to practice your conversational skills. Or maybe you can talk fluently, but you want to be able to understand the grammar behind it and write! We know that your needs are different, and the best way to improve your level can be an online private lesson. In any case, just take a look at skypeturkish.com! ABD, Tayvan'ı Savunacak ABD Başkanı Joe Biden, bir soru üzerine "ABD'nin bu yönde bir taahhüdü bulunuyor" dedi. Çin Tayvan'a saldırırsa Tayvan'ı savunacaklarını söyledi. Açıklamanın ardından konuşan bir Beyaz Saray sözcüsü, politikada bir değişim olmadığını belirtti. ABD yönetimi, bu konuda bilinçli olarak muğlak açıklamalar yapıyordu. Muğlak; belirsiz, kesin olmayan demek. ABD'nin bu politikasına "stratejik muğlaklık" deniyordu. Vikingler Amerika Kıtasına Kristof Kolomb'dan 471 Yıl Önce Gitti Yeni bir araştırmaya göre, Vikingler Kristof Kolomb'dan 471 yıl önce Kuzey Amerika'da bir yerleşim kurdu. Bilim insanları yeni tekniklerle ağaç halkalarını inceledi. Bu incelemeler sonucunda, Vikinglerin Kanada'daki Newfoundland'da 1021 yılında bir yerleşim kurduklarını anladılar. Aslında Avrupa'dan bazı grupların Amerika kıtasına Kristof Kolomb'dan çok daha önce gittikleri zaten biliniyordu. Fakat bu kez araştırmacılar tam tarihi verebiliyorlar. Araştırmacılar Norveç'ten gelen Vikinglerin kurduğu yerleşimde kullanılmış üç ağaç parçası üzerinde çalıştılar. Bu üç tahta parçasının 1021 yılında kesildiğini keşfettiler. Bu araştırmayı Nature adlı bilim dergisinde yayımladılar. Dinlediğiniz için teşekkürler! Lütfen bu bölümü Türkçe öğrenen diğer kişilerle de paylaşın! Yeni bölümde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın!
Fransa Katolik Kilisesi'nde 1950'den bu yana 216 bin çocuğun cinsel istismara uğradığı ortaya çıktı. Facebook kesintisine Avrupa'dan ve Rusya'dan yorumlar geldi. Üç atık kağıt toplama işçisi tutuklandı. Bugünün bülteni Kolektif House destekleriyle ulaşıyor. Fotoğraf: REUTERS/Siphiwe Sibeko
26 Ağustos 1071... Asya'dan gelen Müslüman bir ordunun, Müslüman bir komutanın, yeryüzünün en büyük gücünü dize getirdiği, tarihi ve coğrafyayı değiştirdiği, zamanın küresel güç haritasını altüst ettiği bir tarih bu. Alparslan ve ordusu Malazgirt Zaferi ile; İstanbul'un fethinin ve çağ değişiminin ilk adımını atıyor, İstanbul'un fethi ile aynı şeyi yapıyordu. Dünya tarihi için coğrafyayı yeniden tanımlıyor, Doğu-Batı kavramını yeniden şetillendiriyordu. Malazgirt sadece askerî bir başarı değildi. O dönem dünyanın merkezi olan coğrafyanın bütün jeopolitik eksenini değşitiriyor, sadece coğrafyanın değil, Batı'nın tarihini de yeniden yazıyordu. ALPARSLAN ANADOLU'DAN SÜRDÜ. FATIH AVRUPA'DAN SÜRECEKTI. Çünkü Malazgirt, Batı'yı bizim bulunduğumuz coğrafyadan çıkartan, İstanbul'un fethi ise, Avrupa'yı Avrupa kıtasından çıkarmaya dönük zaferlerdi. Tam üç yüz seksen iki yıl sonra Fatih, Alparslan'ın başlattığı tarihin, siyasi güç değişiminin ikinci aşamasına geçiyordu. Devletler sürekliliği dediğimiz şey; şekil, format, rejim biçimi değildir. Akıldır, ruhtur, milletlerin kaderidir. Tarih yapan, coğrafya inşa eden siyasi genetiktir. Batı; “Coğrafi Keşifler” adı altında sömürgecilik dönemini bu yüzden başlattı. Avrupa'yı gözden çıkarmış, kendilerine yeni yurtlar aramaya başlamışlardı. Alparslan, Batı'yı bizim coğrafyadan sürdü. Fetih ise Avrupa'dan sürüyordu!
İstanbul'un kent içi ve kentler arası yolcu ve yük naklini sağlayan ulaşım sacayaklarından birini teşkil eden demir yolu sistemi ile tanışması 19. yüzyılın son çeyreğine denk gelir. Şehrin topografyasının düz satıhlı hareketlere pek fazla imkân vermemesi ve demir yolunun uygun bir eğim izleyerek devam edebileceği alanların da son derece kısıtlı olmasından dolayı, Marmara sahillerine paralel şekilde uzanan kıyı kesimleri kentte tren işletilebilmesine en uygun bantlardı. Bu noktadan hareketle İstanbul'un Rumeli ve Anadolu yakasında, aralarındaki deniz yolu engelinden ötürü birbiriyle bağlantısız olarak hizmet verecek iki ayrı tren yolunun inşası için girişimler başlatıldı. Fakat Osmanlı hükûmetince 1855 yılından itibaren birbiri peşi sıra açılan İstanbul odaklı demir yolu ihaleleri, o dönemin şartlarında çözümsüz kalarak iptal edildi ve İstanbul-Belgrad aksının seksiyonlarının hayata geçirilmesi 1869'a kadar gecikti. Nihayet 4 Haziran 1870 günü törenle Yedikule'de ilk çalışmalara başlandı. Ancak aynı sene kıta Avrupa'sında alevlenen çatışmalar ve bölgesel harplerden dolayı demir yolu serimi yeterince hız kazanamadı. Çünkü teknik personelin neredeyse tamamı, inşaat için Avrupa'dan İstanbul'a gelen yabancılardan oluşmaktaydı. Çalışanların büyük bölümünün ülkelerine geri dönmek zorunda kalmaları ve Fransa'dan İstanbul'a malzeme naklinde yaşanan ciddi aksaklıklar nedeniyle, 1870'in sonlarında ana hattın sadece 15 km'lik bir kısmı tamamlanmıştı. Söz konusu yol, Theodosius surlarının batıdaki kara kesimiyle deniz kıyısı boyunca uzanan sahil surlarının kesiştiği köşe noktasında, Yedikule'de Altınkapı yakınlarında açılan gedikten şehri terk ederek dışarı çıkmaktaydı. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
Tottiler Messiler yeni bölümüyle yayında! Fritz Fassbender, Hüseyin Kıyıcı ve Koray Gök hem STSL hem Avrupa gündemini değerlendirdi, menümüz ise şöyle: (1:00) Morutan'a bakış, GS-Hatay, GS'nin oyunu toparlanıyor mu? Hatay nasıl bu kadar geri gitti? (22:00) TS-Sivas, haftanın en iyi maçına övgüler (31:00) FB-Antalya, Vitor Pereira'nın oyunu oturuyor mu? FB'nin hücum derdi nası çözülür? (56:00) BJK-Antep, geçmiş olsun N'Sakala, BJK'deki yaratıcı oyuncu eksikliği, Ghezzal övgüsü (1:10:00) Altay, Karagümrük, ADS, Hikmet Karaman soslu Anadolu'dan Notlar (1:15:00) Messi, Serie A ilk hafta, Ronaldo ve Mbappe'nin ayrılık ihtimalleri ile Avrupa'dan notlar
Euroleague yaz gündemi, Fenerbahçe transfer analizleri ve basketbola dair güncel konuları konuştuk. İyi dinlemeler, 00:00 Giriş 02:20 Fenerbahçe Transfer Analizleri 44:11 Aziz Yıldırım 53:39 Avrupa'dan Transferler 01:02:27 Shane Larkin ve Milli Takım --- This episode is sponsored by · Anchor: The easiest way to make a podcast. https://anchor.fm/app
“Nature Sustainability” adlı bir çevre dergisinde, Avrupa'daki 42 nehirden okyanuslara giden çöplerin incelendiği araştırmadan elde edilen veriler yayınlandı. The Guardian ve Der Spiegel'in de yer verdiği araştırmaya göre nehirlerden denize sürüklenen çöpün yüzde 16'sı Türkiye kaynaklı. Kaynak ülke sıralamasında Türkiye'nin ardından İtalya yüzde 11,3 ile ikinci, İngiltere yüzde 8,4 ile üçüncü ve yüzde 8,21 ile İspanya dördüncü sırada yer alıyor. Daha az kıyı şeridinin bulunduğu Almanya ise nehirlerden denizlere sürüklenen çöplerin yaklaşık yüzde 2'sinden sorumlu. Greenpeace Akdeniz, Nisan 2021'de açıkladığı raporunda, Türkiye'nin 2020 yılında da Avrupa'dan en çok plastik atık alan ülke olduğuna dikkat çekmişti. Rapora göre geçen seneye kıyasla plastik atık ithalatı yüzde 13 arttı ve her gün 241 kamyon dolusu plastik atık Türkiye'ye geldi. Son 16 yılda ise Avrupa'dan Türkiye'ye gelen plastik atıklar 196 kat arttı. Greenpeace Akdeniz Biyoçeşitlilik Projeleri lideri Nihan Temiz Ataş araştırma sonuçlarını Medyascope yayınında yorumladı.
Bu etkinliğimizde Yapay Zekanın Avrupa Birliğinde ve diğer Avrupa ülkelerinde nasıl düzenlendiğinden bahsettik, konuğumuz Burçak Bey'in lisans öğrencilerine tavsiyelerini dinledik. Selçuk Üniversitesi Hukuk Akademisi Topluluğu olarak hukuk fakültesi öğrencilerinin entelektüel bilgi birikimlerini artırmak, hukuki bakış açılarını geliştirmek ve sosyalleşmelerini sağlamak amacıyla çeşitli hukuki konularda alanında uzman konuklarla birlikte içerik üretmeye hız kesmeden devam ediyoruz. 0:00 Giriş 2:10 Avrupa Birliğinde yapay zeka ne zamandan beri ve nasıl ele alınıyor? 6:40 İnsan merkezli yaklaşım ne demektir? 7:04 Etik standartlar ne gibi konulara yoğunlaşıyor? 13:00 Avrupa Birliği'nin Amerikan şirketleri bakımından AB bölgesinde hizmet verebilmesi için yapılan düzenlemeler nelerdir? 14:15 AB'de yapay zeka ittifakı sonucunda çıkarılan kanunlar ve mahkeme kararları nelerdir? 23:18 Otonom araçlar ile girilen sorumluluk meselesi nedir? 44:10 Burçak Ünsal'ın gerçekte yapay zeka ile ilgili yapmak istediği ilginç planları var mı? 48:34 Türkiye'de daha Bilişim Kanunu oturmamışken yapay zeka çalışması yapılması isabetli midir? 57:25 Bilişim Hukuku - Yapay zeka alanında lisans öğrencilerine verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir? Neler yapılabilir?
TÜRKİYE VE DÜNYA TARİHİNDE YAŞANANLARTarihte bugün yaşanan olaylar arasında; Türkiye'de ilk kez matbaada kitap basılması, Osmanlı-Rus ateşkesi, DYP Milletvekilinin TBMM'de ölümü, YTL ile ilgili kanun var…DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN1747 - İlk zührevi hastalıklar kliniği, Londra'da açıldı.1876 - ABD'de ülkedeki tüm Kızılderililer, Kızılderili rezervasyonu olarak adlandırılan, kendilerine ayrılmış özel bölgelerde yaşamaya zorlandılar.1953 - Kuzey Denizi taşkınlarında sadece Hollanda'da 1800'den fazla kişi öldü.1958 - İlk başarılı Amerika Birleşik Devletleri uydusu Explorer 1, Dünya çevresindeki yörüngesine oturdu.2020 - Birleşik Krallık Avrupa Birliği'nden ayrıldı.TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜNTürkiye'de İlk Kez Matbaada Kitap Basıldı (1729)Osmanlı Devletinde matbaa Avrupa'dan yaklaşık 275 yıl sonra İbrahim Müteferrika tarafından 1727 yılında kurulmuştu. Bu matbaa da basılan ilk eser ise 31 Ocak 1729'da basılan Vankulu Lügatı'dır. Bu eser Vankulu Mehmet Bin Mustafa'ya aittir. Bu kitaptan 1000 adet basılmıştır.Osmanlı Devleti İle Rusya Arasında Ateşkes İmzalandı (1878)1965 - Sağlık Bakanlığı bir açıklama yaptı; Türkiye'de ortalama insan ömrü 33 yıl.TBMM'de Ölümcül Kavga (2001)TBMM'de 31 Ocak 2001 tarihinde kürsü işgali tartışması nedeni ile iktidar milletvekilleri ile muhalefet milletvekilleri arasında kavga çıktı. Kavgayı ayırmaya çalışan DYP Şanlıurfa Milletvekili Fevzi Şıhanlıoğlu aldığı darbeler sonrası kalp krizi geçirerek öldü. Yeni Türk Lirası İle İlgili Kanun Yürürlüğe Girdi (2004)Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabulünün arkasından Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan Yeni Türk Lirası'nın kabulüne ait 5083 kanun 31 Ocak 2004 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu kanun ile Türk Lirası'ndan altı sıfır atılmıştı.BUGÜN DOĞANLAR1936 - Fenerbahçeli efsanevi Türk futbolcu Can Bartu dünyaya geldi.1981 - Amerikalı pop şarkıcısı ve aktör Justin Timberlake, doğdu.BUGÜN ÖLENLER1914 - Türk edebiyatçı Recaizade Mahmud Ekrem hayatını kaybetti.Türk pop müziği sanatçısı Barış Manço, 31 Ocak 1999'da kalp krizi sonucu vefat etti.
►►Kanada'ya ilk geldiğinizde bazı şeylere alışmanız zaman alacak. Kanada hem ABD'den hem de Avrupa'dan izler taşıyan bir ülke. Bazı şeyler başta oldukça karışık gelecek ya da ilk kez karşılacağınız şeyler olacak. Peki bunlardan bazıları neler? ►Bize Destek Olmak İster Misiniz? : https://www.patreon.com/kanadageyikleri ►Bizi Takipte Kalın http://instagram.com/KanadaGeyikleri http://facebook.com/KanadaGeyikleri http://twitter.com/KanadaGeyikleri
Haftanın genel değerlendirmesi, günlük ortalama 501 bin yeni olgu. Avrupa'dan birçok ülke kısıtlamalara gidiyor. İstanbul Tabip Odası ekim ayı raporu. Kapalı ortamlarda birkaç dakikalık temas dahi virüsün bulaşmasına neden olabiliyor.
Avrupa'dan futbolu konuştuğumuz podcastimizde şampiyonlar ligi yarı final maçlarını,Bayern'in mükemmel yönetilen sistemini,Barcelona'nın sıkıntılarını ve final tahminlerimizi paylaştık.Keyifli dinlemeler.
▶ Bu bölümde Trabzonspor'a UEFA tarafından verilen Avrupa'dan men cezasını, işin TFF'ye kadar uzanıp uzanmayacağını, Nihat Özdemir'in Fenerbahçelileri kızdıran açıklamalarını konuştuk. İletişim: ▶ E posta: kesinofsayt@gmail.com ▶ Twitter: twitter.com/kesinofsayt ▶ www.kesinofsayt.com Podcast yayınlarımızı ▶ Spotify üzerinden open.spotify.com/show/4esjFYIeOZeFJDF0JRlKAa veya ▶ Spreaker üzerinden www.spreaker.com/show/kesinofsayt veya ▶ ITunes üzerinden itunes.apple.com/tr/podcast/kesin…d1448305424?mt=2 dinleyebilir, ▶ Youtube üzerinden https://youtu.be/ri31E621cl8 izleyebilirsiniz
Başlıca temsilcilerini Rene Guenon, Martin Lings, Frithjof Schuon, Titus Burckhardt, Seyid Hüseyin Nasr gibi isimlerin oluşturduğu; Avrupa'dan İslam dünyasına doğru seyreden birçok ihtida hikâyesini barındıran, sadece İslam'a değil kökleri batînî bir mahiyeti olan her dine ulaşan ve dünyada özellikle modernlik karşıtı duruşuyla ilgilere mazhar olan 'Gelenekselci Ekol'e dair...
Rıza Çalımbay: "Avrupa'dan bir teklif aldım" by Milliyet
Teşekkür: Podcast yayınlarımızı siteleri üzerinden paylaşarak bize destek veren medyascope.tv/ ekibine teşekkür ederiz. Bu bölümde: ▶ Fenerbahçe 1998 - 2019: Neredeydi, neler oldu, bundan sonra ne olabilir? Timecode: ▶ 02:15 Metin Aşık'a Allat'tan rahmet diliyoruz ▶ 03:17 1-Aziz Yıldırım İlk Dönem ▶ 09:11 Celal Doğan'ın açıklamaları http://www.hurriyet.com.tr/futbolda-tekeli-kirmak-sart-38560022 ▶ 09:53 Fenerbahçe M. United'ı geçti https://www.haberler.com/fenerbahce-futbol-para-ligi-ne-giren-ilk-turk-haberi/ ▶ 10:48 2009 Deloitte futbol para ligi https://www2.deloitte.com/content/dam/Deloitte/global/Documents/Audit/gx-deloitte-football-money-league-2009.pdf ▶ 11:07 L'Expansion Dergisi haberi https://www.haberler.com/fransiz-ekonomi-dergisinden-fenerbahce-ye-buyuk-2718212-haberi/ ▶ 12:20 2- 3Temmuz Darbesi ▶ 16:20 3 Temmuz Kronolojisi https://fenerleaks.wordpress.com/2012/01/27/3-temmuz-operasyonu-kronolojisi-1-temmuz-2011/ ▶ 21:59 10 Temmuz 2011 Gerekirse gerçek mermi kullanabilirsiniz https://www.vidivodo.com/gerekirse-mermi-kullanabilirsiniz-anonsu ▶ 22:46 İlk UEFA açıklaması https://www.dw.com/tr/uefadan-kritik-fenerbah%C3%A7e-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4%B1/a-15211684 ▶ 24:20 Fenerbahçe'yi Avrupa'dan kim men etti? https://fenerleaks.wordpress.com/2012/01/23/unlu-turk-yalanlari-2-fenerbahceyi-sampiyonlar-liginden-uefa-men-etti/ ▶ 28:30 3.- Aziz Yıldırım'ın hapisten çıkışı ve sonrası ▶ 33:00 12 Mayıs 2012 https://12mayis-blog.tumblr.com/ ▶ 37:05 Deniz Gökçe'nin yazısı http://www.futbolekonomi.com/index.php/haberler-makaleler/ekonomi/189-deniz-gokce/1691-ekonomi-fenerbahce.html ▶ 41:13 4.- Ali Koç'un seçilmesi ▶ 50:34 The Independent Comolli yazısı https://www.independent.co.uk/sport/football/european/champions-league-final-2019-liverpool-fc-tottenham-hotspur-damien-comolli-interview-profile-a8932816.html ▶ 1:01:07 5.- Bundan sonra ne olacak? Müzikler: https://www.youtube.com/audiolibrary/music?feature=blog ▶ Dan Lebowitz - Tiptoe Out the Back İletişim: ▶ E posta: kesinofsayt@gmail.com ▶ Twitter: twitter.com/kesinofsayt Podcast yayınlarımızı ▶ Spotify üzerinden open.spotify.com/show/4esjFYIeOZeFJDF0JRlKAa veya ▶ Spreaker üzerinden www.spreaker.com/show/kesinofsayt veya ▶ ITunes üzerinden itunes.apple.com/tr/podcast/kesin…d1448305424?mt=2 dinleyebilirsiniz.