Podcasts about efendim

  • 22PODCASTS
  • 139EPISODES
  • 17mAVG DURATION
  • 1MONTHLY NEW EPISODE
  • Feb 5, 2025LATEST

POPULARITY

20172018201920202021202220232024


Best podcasts about efendim

Latest podcast episodes about efendim

Yeni Şafak Podcast
HÜSEYİN LİKOĞLU - Teğmenleri gösteren cambaz bizden neyi gizledi!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 5, 2025 4:49


Tuzla Piyade Okulu'nda 2023 yılında patlak veren ‘proje teğmenler' vakasının ardından, 2024 yılında bu kez Kara Harp Okulu'nda daha büyük bir skandal yaşandı. Her iki olayın birbirinin devamı olduğu, savunmalardan ve taktıkları maskelerden belli. Tuzla'daki teğmenler de Kara Harp Okulu'ndaki gibi Atatürk maskesi takmış, provokasyonlarını bu maskeyle yapmıştı. Savunmaları da aynı: “Efendim biz AK Parti döneminde bu okulları kazandığımız için eğitim hayatımız boyunca bize ‘AK Subay' dediler, ‘Bize cemaatçi' dediler. Öyle olmadığımızı göstermek için böyle yaptık.”

Mehmet Baba'nın Gül Bahçesi 2

Bekledin bekledin canım sen hep bu günü Bugün Cân Ahmet'in canım kutlu düğünü Çabuk unuttular canım muhteşem dünü Bugün Cân Ahmet'in canım kutlu düğünü. *** Geldi dediler de canım gitti dediler. Hem arkandan neler canım neler dediler Her bir günahını canım temizlediler (1). Çokça hurma dağıt canım onlar yesinler. (2). *** Gelmişini bilmez canım hem geçmişini Gelecekte ne var canım söylesen hani Çürür zannedersin canım sen bu bedeni Ezel satın aldım canım değildir yeni. (3) *** Bende insanım be canım bunlar ne böyle Kul Ahmet'im sende canım üzülme öyle Ne derlerse densin canım ziyadesiyle Eden bulur hemi canım sen hayır söyle . *** Bu hayatta neler canım neler yaşandı Kaf dağında vezir canım şimdi uyandı Diler idi her dem canım rengi boyandı Mehmet Baba'sının canım rengine döndü. (ATIF 1) Bir kimse birinin hakkında âleyhinde konuştuğunda, dedikodu yaptığında; KUL HAKKIna girer. Dedikodusunu yaptığı kişi ALACAKLI olur. Bu Dünya'da helâlleşirse ne âlâ, yok helâlleşemez ise öbür dünyaya kalır. Öbür dünyaya varanda dedikodusu yapılan kişi, alacağını ister. Dedikodu yapan ise öbür dünyada âmel olmadığı için borcunu ödeyemez. Bu durumda ise, dedikodu yapanın ya kazandığı SEVAPlardan borcu kadarı alınıp dedikodusu yapılan kişiye veriler, veyahut sevabı az ise borcu bu durumda da ödeyemiyor ise dedikodusu yapılan kişinin GÜNAHlarından alacağı kadarı dedikodu yapan kişiye yüklenir. Böylece dedikodusu yapılan kişinin GÜNAHları temizlenmiş olur. Her iki durumda da dedikodusu yapılan kişi KÂRdadır. Her iki durumda da dedikodu yapan kişi ZARARdadır vesselâm. (ATIF 2) Şeyh Hasan Basri Hz. lerine bazıları gelip "Efendim falanca kişi sizin âleyhinizde konuşuyor, dedikodunuzi yapıyor" dediklerinde hemen 1. ATIFta anlatılan olaya ATIFta bulunup bir tepsi HURMA gönderirmiş. Biz burada bu HURMA olayına bu nedenle ATIFta bulunduk. (ATIF 3) Boynunu cehennemden azad ettirmek için ve nefsini Allah (c.c.) Hazretlerinden sakındırmak için 70,000 defa (Lailaheillallah) oku. O zaman Allah (c.c.) Hazretleri seni cehennemden azad eder. Yahut kimin için okursan onu azad eder (Gavs'ül Vasıliyn Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi Hz.) İşte bu anlatına ATIFta bulunduk. Zira biz ezelden 70.000 tevhidi okuyup cebimize koymuş idik. Neler oldu bu hayatta neler yaşandı Bunlara bir hurma dağıt hemen yesinler. Hem senin arkandan canım neler dediler Ne de çabuk unuttular muhteşem dünü

Mevlana Takvimi
PAPAZLARI HAYRAN BIRAKAN İSLÂM ADALETİ-2 - 24 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Oct 24, 2024 2:37


(Dünden devam) Sultan Fatih'in memleketi teftiş için görevlendirdiği iki papaz dolaşmaya devam ederler: İznik'te bir adam, kendisine bir tarla satan şahsı, şöyle bir sebepten dolayı dâvâ etmektedir. Der ki: “Efendim, ben bu adamdan bir tarla satın aldım. Ekin için sürerken bir yerinde bir define çıktı. Götürdüm verdim. Almadı. “Bu, benim hakkım değil” dedi. O da “Ben tarlanın sadece üstünü değil, altını da sattım, define senindir” dedi. Ben de “Senden tarla aldım, fakat altından çıkan defineyi alamam, o senin hakkındır” dedim ama bir türlü kabul etmedi. Ben de aramızda geçen anlaşmazlığı çözüme kavuşturmak için size geldim” deyince hâkim hayretler içinde kalır ve şöyle karar verir: “Öyleyse aranızda yarı yarıya taksim edin.” Tarlayı alan adam bu hükümden memnun olmamıştır. Zira tarlayı satan şahsın bunu tamamen almamasından muzdariptir. Ama şeriatın hükmü de böyledir der ve karara boyun eğer. Papazlar yine birbirlerine şaşkın şaşkın bakarlar. Nereye gitsek adalet böyle tecelli ediyor. Yeter, daha ne diye dolaşalım. Hemen gidip yeni padişahımıza haber verelim deyip İstanbul'a varırlar. Huzûra çıkıp gördüklerini teker teker anlatırlar. Nereye gittiysek hep adaletle karşılaştık. Eğer memlekette adalet devamlı böyle uygulanırsa daima ilerlersiniz, derler. (Süheyl Ünver, 29.05.1953 Yeni Sabah Gazetesi. Nakil: Dursun Gürlek) YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ Ömer İbn-i Hattâb (r.a.)'in rivayetine göre; Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) üzerine yetmiş (70) def'a Fâtiha ve yetmiş (70) def'a Âyete'l-Kürsî ve yetmiş (70) Kulhüvellâhü Ehad ve yetmişer (70'er) def'a da Mu'avvizeteyn'i (Felâk ve Nâs Sûreleri'ni) okursa, nefsim yed-i kudretinde olana yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün sabahları içerse, muhakkak Allâh Sübhânehü ve Teâlâ, o suyu içen kimsenin cesedindeki bütün hastalıkları defeder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün âzâlarından (hastalığı) çıkarır.”

Mevlana Takvimi
PAPAZLARI HAYRAN BIRAKAN İSLÂM ADALETİ - 23 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ

Mevlana Takvimi

Play Episode Listen Later Oct 23, 2024 2:18


Fatih Sultan Mehmet Hân, İstanbul'u aldıktan sonra bir gün şehirde dolaşırken mahzen gibi bir yerden inilti sesleri duyuyor. Adamları oraya gidince perişan vaziyette iki papaz ile karşılaşıyorlar. Niçin hapsedildiklerini soruyorlar. Papazlar, “Biz İmparator Konstantin'e müracaat ederek, memleketin gerilemesine ve bu hale düşmemize sebep hep adaletsizliktir. Adaleti tesis et” dedik. O da kızdı ve bizi hapsetti. Bizimkiler papazlara, “Artık buradan çıkın” dediklerinde, “Biz yerimizden memnunuz. Adalet olmayan yerde artık bizim işimiz yok, bizi rahat bırakın” diye cevap verdiler. Durum Fatih'e bildiriliyor. Padişah, “Onları huzuruma getirin” emrini veriyor. Papazları temizleyip yanına getiriyorlar. Fatih, önce bunların böyle doğru konuşmalarından memnun olduğunu söylüyor. Daha sonra memleketi dolaşmalarını ve adalete aykırı bir durumla karşılaşırlarsa, derhal bildirmelerini emrediyor. İki papaz yola revan oluyor. Evvelâ Bursa'ya gidiyorlar. Ne yapalım diye düşünürken, mahkemeye gidip dâvâ dinleyelim diye karar veriyorlar. Şöyle bir dâvâ dinliyorlar. Bir dâvâcı diyor ki: “Efendim, bu adam bana bir at sattı. Fakat solungandır, demedi. Sık sık hastalanıyordu. Durum böyle olunca alışverişi bozmanız için size koştum. Fakat siz makamınızda yoktunuz. Döndüm, baktım ki at ölmüş. Ben şimdi hakkımı arıyorum.” Hâkim şöyle hüküm veriyor: “Ben yerimde olsaydım bu alış-verişi bozacaktım. Fakat yerimde bulunmamam dolayısıyla adaleti hemen yerine getirme imkânı olmadı. At da öldü. Dolayısıyla suçlu olan benim. Atın bedelini ben ödeyeceğim.” Hâkim, kaç para ise verir ve dâvâyı halleder. İki papaz bir süre birbirine baktıktan sonra oradan ayrılır. Şimdi ne yapalım, dedikten hemen sonra İznik'e gitmeye karar verirler. (Devamı diğer yaprakta) (Süheyl Ünver, 29.05.1953-Yeni Sabah Gazetesi. Nakil: Dursun Gürlek)

Yeni Şafak Podcast
MAHMUT AY - Efendim'e (sav) arzuhâlim

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Sep 20, 2024 7:41


Ey benim Cânım Efendim! Her ne kadar dünyevî kirlerin izlerini ruhumda lekeler halinde taşımanın manevî yükünü çekmekten iki büklüm olmuş olsam da, Sana “Cânım Efendim” diyebilmemin süruru, içimi ferahlatmaya yetiyor. Seni bana, bize ve tümüyle kâinâta “Efendi” olarak seçen ve gönderen âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a nâmütenâhî hamd olsun.

Yeni Şafak Podcast
MUSTAFA KUTLU - Kültüre ihtiyacımız var mı? (2)

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Sep 18, 2024 5:06


“Kültüre ihtiyaç” meselesini geçen haftaki yazımızda irdelemeye çalışmıştık. Bu defa devletin dahlini dile getirerek konuyu işlemeye devam ediyoruz. Efendim enteresandır, devlet müzik alanına çok yatırım yapmış; Cumhuriyet ideolojisi tiyatroyu öne alarak Devlet Tiyatroları'nı kurmuş; bu yolda Anadolu'nun bazı şehirlerinde taş binalar ile tiyatro salonları inşa etmiştir. Buna mukabil sinemaya hemen hiç yatırım yapılmadı. Sinema “halkın ucuz eğlencesi” olarak kendi kendini yapılandırdı (Yeşilçam); Devlet Televizyonu (TRT kurumu) devreye girince gelişimini hızlandırdı. MEB Yayınları ve her şehrimizdeki kitabevleri de önemlidir. Lakin devlet son yıllarda bu işten çekildi, kitabevleri kapandı.

Çağlayan Dergisi

efendim
Yeni Şafak Podcast
ALİ SAYDAM - NATO kafalar…

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 11, 2024 6:25


Çocukluğumdan beri duyarım; argoda ‘taş kafa' ya da ‘beyinsiz' yerine kullanılır: “NATO kafa, NATO mermer!” Uzun yıllar, bu deyişin NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı) ile ne ilgisi olabilir diye düşünüp durmuştum. Yine de NATO sözcüğünün pejoratif anlamda kullanılması hiç rahatsız etmiyordu… Öyle ya, NATO'ya, CENTO'ya ve ABD dümen suyunda hareket eden bilumum uluslararası kuruluşa karşıydık!.. Hele de NATO'ya! Tabii şimdi ‘arama motorları' imdada yetişiveriyor… Efendim, Yunanca'dan geliyormuş. Orijinali; “Na to kefali, na to mermari” (İşte kafa, işte mermer) imiş… Bu sözü ilk defa bir Yunanlı milletvekilinin Parlamento'da kullandığı iddia ediliyor. Trakya üzerinden de bize, NATO diye intikal etmiş… Bu gerçeği bilmeme rağmen, ne zaman “Nato kafa, nato mermer!” sözünü duysam, olayı NATO'ya bağlamak gelir içimden… NATO'ya hâlâ inanan bir beyin, ancak mermer gibi taşlaşmış, kıvrımsız ve lobsuz olabilirdi çünkü… Geçmişe oranla sanki bu sefer durum farklı… Türkiye, “NATO Liderler Zirvesi”ne çok daha farklı bir algıyla katılıyor. Genellikle ülkemiz aleyhine yanlı analizlerine rastladığım Alman vakfı SWP'de (Stiftung Wissenschaft und Politik - Bilim ve Siyaset Vakfı) yayınlanan bir makaleye göz atalım isterseniz… 4 Temmuz'da Yaşar Aydın imzasıyla yayınlanan yazıda; NATO meselesine ‘Türkiye'nin Avrupa için önemi' açısından yaklaşılıyor. Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan'ın Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, İran, Mısır, Etiyopya, Birleşik Arap Emirlikleri'nin ortak olduğu BRICS'e bizim de her an üye olabileceğimiz açıklamasına dikkat çekilmiş. Gelin buna bir de Astana'daki “24'üncü Devlet Başkanları Zirvesi” vesilesiyle Türkiye'nin “Şanghay İşbirliği Örgütü”ne katılabileceğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ima edilmesini, Türk Devletleri Teşkilatı'nın hızla gelişmesini, ülkemizin “İslam İşbirliği Teşkilatı”nı sürekli motive ederek harekete geçirmeye çalışmasını ekleyin…

Tarih 101
"Oyunu Değiştirenler: Kızıl Devrim" III | Balkan Bunalımı (1876)

Tarih 101

Play Episode Listen Later Jun 29, 2024 27:59


Efendim selamlar. 1. Dünya Savaşı'nın en önemli hadiselerinden Rusya'da yaşanan Kızıl Devrim'i anlatacağımız serinin 3. bölümünde, dünyayı savaşa götüren en kritik olaylardan Balkan Bunalımını anlattık. Aynı zamanda Otto von Bismarck'ın inşa ettiği Alman İmparatorluğu'nun güvenliğini sağlamak için aldığı önlemleri, uyguladığı "Reelpolitik" politikasının gelişim sürecini ele aldık. Osmanlı ve Türk tarihinin en ağır savaşlarından 1877-1878 Osmanlı - Rus Harbi de (93 Harbi) bu günlerde yaşandı. Bütün bu hadiseleri anlattığımız bölümü umarım beğenirsiniz. Bir dahaki bölümde Çarlık Rusya'yı, Kırım Harbi sonrasındaki gelişmeleri ele alarak 1890'lı yıllara götüreceğiz. Keyifli dinlemeler dilerim, sevgiler. Kanalımızı desteklemek ve ek içeriklere ulaşmak için; https://buymeacoffee.com/tarih101 https://www.youtube.com/channel/UCPlTdUoi8jAjEdk1wf5cQug/join --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/tarih101/message

Yeni Şafak Podcast
İSMAİL KILIÇARSLAN - Bu Da Bizim Mutluluğumuz

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 10, 2024 5:47


Türkiye'nin en büyük medya gruplarından biri olan, çalışmaya başladığım ilk günden beri de bir parçası olmaktan büyük mutluluk duyduğum Albayrak Medya Grubu'nun sosyal sorumluluk projelerinden birini daha hayata geçirdiğini mutlulukla beyan etmek üzere kaleme alıyorum bugün yazımı. Önce biraz geriden alayım her zamanki gibi. Albayrak Medya Grubu'nun Türkiye'nin en önemli “bütünleşik medya markalaması” olduğuna hiç şüphe yok. Grubun amiral gemisi Yeni Şafak'a yıllar içerisinde öyle önemli markalar eklendi, bu markalarla öyle önemli sonuçlar elde edildi ki hani anlatmakla bitmez denilecek bir “medya başarısı” elde edildi. TVNET televizyonunun kurulması ve “ciddi bir haber mecrası” olarak kurumsallığını tamamlamasının ardından neredeyse paralel bir ilerlemeyle hem büyük bir dergi açılımı hem de taraflı-tarafsız herkesin “abi, siz ne yaptınız öyle” diyeceği bir dijital medya açılımı gerçekleştirdi grup. Cins'ten Derin Tarih'e, Post Öykü'den Skyroad'a, Bilge Minik'ten Genç Motto'ya kadar genişleyen dergi açılımı ile birlikte medya bölümlerinde ders olarak okutulacak denli başarılı bir dijital medya açılımı da gerçekleştirildi. Bugün hem Yeni Şafak dijital hem de GZT ve tüm alt markaları “kendi mecralarının yıldızları” olarak yol alıyor. Tabii burada, kuruluşunun bir parçası olmaktan da büyük mutluluk duyduğum, kısa sürede Türkiye'nin en saygın yayınevlerinden biri haline gelen ve en son Londra yapılanmasını da tamamlayarak uluslararası açılımını da tamamlayan Ketebe Yayınları'na “pozitif ayrımcılık” yapacağım izninizle. Koca koca bankaların, koca koca kurumların “nasılsa parayla oluyor bu işler” yanılgısına düşerek ellerine yüzlerine bulaştırdığı yayıncılık işini, Ketebe, “bu iş birikimle, ilgiyle, çabayla yapılır” diyerek ortaya koyuyor. Ben bir şey kaçırmadıysam grubun son medya açılımı TVNET Radyo oldu. “Bir şey kaçırmadıysam” diyorum çünkü o arada yeni bir dergi çıkarmış, yeni bir dijital medya mecrasını hayata geçirmiş olabiliriz yani. Bu hususta bir not daha bırakmam lazım buraya. Albayrak Medya Grubu tüm markalarını aynı zamanda “Yeni Şafak kafası” diyebileceğimiz bir zihinsel anlam dünyasının içinden sunuyor. Bu iç tutarlılık zaten beraberinde hem söylem birliğini hem de kaliteyi getiriyor bence. Gelelim “bu da bizim mutluluğumuz” dediğim yere. Efendim, geçtiğimiz cumartesi, Albayrak Medya Grubu'nun Osman Turhan kaptanlığında yoluna devam eden şahane çocuk dergisi Bilge Çocuk “Uzayda Hayat Kısa Hikâye Yarışması”nın final törenini tam altı bin çocuğun katılımıyla Vialand Tema Parkı'nda düzenledi. Ne yalan söyleyeyim, program görüntülerini görünce hem son anda bir işim çıkıp da programa gidemediğim için üzüldüm hem de o güzel etkinliği, o şahane atmosferi görünce “senelerdir fırsat bulup da hayata geçiremediğimiz Bi Cins Festival işini “nasıl yapsak da yapsak” dedim kendi kendime. Gıpta ettim bildiğiniz.

Yeni Şafak Podcast
ÖMER LEKESİZ - Dindarlık Ve Sanat

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 5, 2024 5:06


Sanat iyi - kötü, güzel - çirkin, faydalı – faydasız, olumlu - olumsuz ayrımlarına düşülmeksizin, en genel şekliyle nefsin tezahürlerinden olan hevâ ve heves ile irtibatlandırıldığında, insan ve sanat meselesinin bu irtibatlandırmanın kendisinden değil, hevâ ve heves kelimelerine yüklenen anlamlardan, bunların ruhsal ve toplumsal planda sevk ve idaresinden diğer bir ifadeyle inançlar, kültürler, alışkanlıklar… esasında terbiyesinden kaynaklandığı görülecektir. Bunu güncel olanın içinden konuşmak yani kolay anlatmak ve anlaşılmasını sağlamak tahtında, en sığ düzeyde şu sorunun içinden düşünmeyi teklif edebiliriz: Günümüzde nefs ile hevâ ve heves dahil sanata ve edebiyata değen sair tezahürleri harekete geçirmek için mi, yoksa salt insanı tanıma esasında verilen yoğun mesainin sonucunda bir tür taşmaya ve dolayısıyla yaparak / yazarak konuşmaya maruz kalındığı için mı sanatçı / yazar olunur? Bu sorudaki her iki husus da son tahlilde yukarıda zikrettiğimiz terbiye tarzlarıyla ilgilidir. Zira “al eline kalemi yaz başına geleni” sözüyle özetleyebileceğimiz ilk husus, herkesin değerinin madde (para, mal ve mülk) ile ölçülmede eşitlendiği şu modern zamanda -yeni bir kültürel tutum olarak- bu eşitlikte farklılaşmanın diğer bir söyleyişle sıradanlaşmayı aşmanın bir yoluna işaret ederken, ikinci husus çok uzun vadede fayda sağlayan ve bu nedenle pratik bir yarara acilen dönüştürülemediği için zihni bir konfor olmaktan –başında kavak yelleri esmekten- öteye gitmeyen -talibi de son derece az- bir eğilimi ifade etmektedir. Sabah en erken kalkanın ressam, romancı, öykücü, şair oluşuna, heykel, tablo, kitap enflasyonunun iktisadi enflasyonu sollayışına bizzat tanık olmamız nedeniyle ilk hususu örneklendirmemiz gereksiz. “Efendim, fictional reality bağlamında kurgunun ve kurmacanın karakterde neden olduğu kaçınılmaz dönüşümlerden doğan gerilim…” vb. şeklindeki söyleyişlerde ağızı dolduran ama içerikte sadece yeni bir manasızlığı üreten sözüm ona entelektüel salvoların, dijital kurgunun sonsuzluk hissi veren imkanları karşısında saman alevi gibi sönüp gitmesi bile sanatın ve dolayısıyla edebiyatın konuşulmasını tek başına zait hale getirmekte; insanın insanlık vasatını hayvanlığı yönünde eksiltmek suretiyle yeni bir yazınsal tarz (ve edebi şöhret) elde edebileceklerini sananların, yazımızın girişinde zikrettiğimiz ayrımsızlıkta ikinci şıkları zorlamaları da ruhunu zaten teslim etmiş olan sanat ve edebiyatın tabutuna yeni bir çivi çakmaktan ibaret bulunmaktadır. Bu durumda bizim sanat ve nefs(in tezhürleri) ilişkisi planında insanı tanıma gayretinden kaynaklanan zorunlu taşmayı konuşmamız gerekmektedir. Bunun için “Sanatın nedeni hevâ ve hevestir” önermemize tekrar dönmemiz, hevâ ve hevesi yok etmeye çalışmanın son tahlilde onlarda dizginsizleşmekle benzer bir sonucu üreteceğini bilmemiz; bu bilgi sayesinde İslami vasatı gözeterek hevâ ve heves başta gelmek üzere sanata ilişen nefsî güçlerin terbiyesine zihin yormamız gerekir. Sanat ve edebiyatın ölümü konusundaki bugünkü mevcut uzlaşma gerçekte bu mefhum ve amele değil Batılı normlardaki sanat ve edebiyatın ölümüne dairdir. Sanat ve edebiyat insanın hakikatine bitişik olduğuna, insan bitmedikçe bunlar da bitmeyeceğine göre, maalesef son üç yüz yılımızı işgal eden Batılı sanat ve edebiyatın ölümünden doğan boşluğu yeniden ve layıkıyla doldurmak da Batılılara değil bizlere düşmektedir. Çünkü bizler o ölüm selinin içinde değil, -zorunlu modernler olarak maruz bırakıldığımız onca kültürel tahribe rağmen- dışındayız ve bu sele

Yeni Şafak Podcast
Ali Saydam - i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Apr 18, 2024 6:31


Bizim okuldan Meral Kuraş kardeşimiz, sosyal medya tartışmasına ufaktan ışık tutacak, ebadı küçük fakat anlamı büyük birkaç satır yollamış bizim gruba… Peter White (Holbrook, Derbyshire) imzalı metinde şöyle deniyor: “Kendi sosyal medyam… Efendim; bir bilgisayarım yok, ama bana Facebook ve Twitter'dan söz edildi ve ben de Facebook ve Twitter'ı hiç kullanmadan, oradaki prensiplerin aynısını uygulayarak arkadaşlar edinmeye çalışıyorum. Her gün sokaklarda yürüyor ve yanımdan geçenlere o gün ne yediğimi, kendimi nasıl hissettiğimi, önceki gece ne yaptığımı ve günün geri kalan kısmında neler yapacağımı anlatıyorum. Onlara eşimin, kızımın, köpeğimin ve benim bahçeyle uğraşırken, tatildeyken, havuz başında vakit geçirirken çekilmiş fotoğraflarımızı veriyorum. Ayrıca onların ne konuştuklarına kulak veriyorum ve konuştuklarını beğendiğimi söylüyorum; konuştukları konular içinde ilgimi çeken olursa, bunların hepsi hakkında onlara, merak etseler de etmeseler de fikrimi sunuyorum…

Yeni Şafak Podcast
AYDIN ÜNAL - Kaybetme Korkusuyla Kaybetmek

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Apr 8, 2024 5:18


Bugüne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çehresinde insana ait her ifadeyi gördük: Sevinç, hüzün, şaşkınlık, kararlılık, hayranlık, kızgınlık, kırgınlık, dalgınlık, coşku, öfke, şefkat ve daha nicesi. Görmediğimiz tek bir ifade var: Korku. 17 Aralık sabahını hatırlıyorum. Bütün dünya Erdoğan'ın yüzündeki ifadeyi görmek istiyordu. Korkmuş muydu? Bitkin miydi? Ümitsiz miydi? Tedirgin miydi? Hayır. Kameraların karşısına çıktı, kararlı, dirayetli, cesur bir yüz ifadesiyle görüntü verdi. Suikast ihbarları artıp, Emine Hanım, “Güvenliği biraz artırsak mı acaba?” dediğinde Erdoğan kısa bir süre durmuş, “Ayete'l-Kürsi'yi okudum. Güvenliği artırdık” deyip tebessümle yola çıkmıştı. Gezi olayları sırasında her an yanındaydım: Çevresindeki hemen herkes “Efendim biraz geri adım atsak mı” pısırıklığı içindeyken zerre taviz vermemiş, zerre korku, kaygı ifadesi göstermemişti. Ya da 15 Temmuz gecesi… Uçaklar havadayken, suikast timi oteline yaklaşırken, ailesiyle birlikte hedefte iken, en küçük bir korku emaresi göstermemişti. 31 Mart gecesi balkondan partililere hitap ederken de yüzünde aynı kararlılık, rahatlık, sabır, dirayet ve en önemlisi cesaret ifadesi vardı. Erdoğan sıkça “Biz kefenimizi giyerek bu yola çıktık” sözünü tekrarlarken, başına gelebilecek en kötü ihtimalleri biliyor, bunlardan asla korkmadığını gösteriyordu. Korkuyu da, ölümü de öldürmüştü. Erdoğan bugünlere “yenilgi yenilgi” geldi. Geçmişte darbelere maruz kaldı. Partileri kapatıldı. Sürekli engellendi. Hapis yattı. Hep ölüm tehditlerinin gölgesinde yürüdü. AK Parti öncesinde, seçimlerde, kazandığından çok kaybetti. Erdoğan da, AK Parti'yi kuran o kadro ve ruh da, yürüdükleri yolun dikensiz gül bahçesi olmadığını biliyorlardı. Erdoğan ve AK Parti şimdi iktidardaki 22'nci yıllarını dolduruyorlar. 2028'de 26 yıl dolacak. Dile kolay: 26 yıl iktidar. Siyasi tarihimizde, hem tek partili dönemde, hem demokratik dönemde örneği yok. Hatta demokratik dünyada başka bir örneği yok. Hepimiz şunu çok iyi biliyoruz: Belki daha uzun yıllar da devam edebilir bu iktidar ama ebedi devam etmeyecek. Bir yerde bitecek. Hiçbir uçak havada kalmaz. Er ya da geç sona erecek. Peki, nedir bu “bitecek” korkusu? Bitince her şey bitmiş mi olacak? AK Parti iktidarının ilk yıllarında nice darbe kurgusu yapıldı. İktidar o zaman da bitebilirdi. AK Parti kapatılabilirdi. 17-25 Aralık başarılı olup yargı darbesi iktidarı götürebilirdi. Gezi hükümeti devirebilirdi. 15 Temmuz başarıya ulaşıp iktidarı devirebilirdi. O zaman bitecek miydi her şey? Tükenecek miydik?

Tarih 101
Futbol Asla Sadece Futbol Değildir: Eva Peron'un Acı Hikayesi

Tarih 101

Play Episode Listen Later Mar 29, 2024 17:00


Efendim selamlar. Tarih 101'e hoş geldiniz. Bu bölümümüzde siyaset, futbol, ekonomi, darbe, mevlit ve Latin Amerika'yı iç içe geçmiş halde bulacaksınız. 1950'lerin başlarından bir hadiseyle karşınızdayım. Arjantin'in diktatörü Juan Peron ve eşi First Lady Eva Peron'un hikayesini, Buenos Aires'te başlayan elim bir hastalığın İstanbul'a uzanış hikayesini ve devamında gerçekleşen birbirinden ilginç olayları sizler için anlatmaya gayret ettim. Keyifli dinlemeler dilerim. Video olarak izlemek isterseniz; https://youtu.be/O_hsBVt06Ec?si=RbjH_WGZsduOSIN9 --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/tarih101/message

Yeni Şafak Podcast
HAYRETTİN KARAMAN - Gelin Şu Zekâtı Bir Düzene Koyalım!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 18, 2024 5:23


Geçen hafta sonu çıkan yazımı şöyle bitirmiştim: “Birinci maddede belirtilen değerlerin zekâta tabi olacak kısmının toplamı 1 trilyon 102 milyar dolar. Bu tutarın %2,5'i, yani 27 milyar 550 milyon dolar, yoksullara dağıtıldığında kişi başına 2.822 dolar düşer. Bu, Türk lirası ile 85.281,91 TL yapar. Aylık olarak hesaplandığında kişi başına 7.206 TL olur. Asgari ücretlilerin maaşına 7.206 TL ilave edilirse, aylık maaşları 24.226 TL olur. İşsizlik sigortasından maaş alanların aylık maaşları, 7.106 TL ilave ile 15.139 TL olur” (Bir iki rakam tashihi yapıldı). Böyle bir sonucun Türkiye'mizde hâsıl edeceği ekonomik, sosyal, psikolojik, ahlâkî... müspet sonuçlarını bir düşünelim! Aklı, vicdanı, millet ve memleket sevgisi olan bir kimsenin böyle bir sosyal adalete, sosyal refaha, adil ve makul paylaşıma razı olmaması, böyle bir sonuca ulaşmayı cânıgönülden istememesi mümkün olmamalı. Mümkün oluyorsa, “kendine iyi bakmak” ve “öteki cehennem” felsefesini hayat düsturu edinmiş ise onu yeniden “insan” haline getirmek için sil yeni baştan bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız var demektir. Evet, dediğim gibi, ya hep beraber mutlu olacağız veya hep beraber bir dizi sosyal problemi beklememiz kaçınılmaz olacaktır. Hep beraber mutlu olmak için servet ve refahın eşit olması gerekmez ve böyle bir sonuç insanlık tarihinde olmamıştır, olamaz. Ama maddi ihtiyaç ve eksiklik yüzünden mutsuz olanları, ihtiyaçlarını karşılayarak mutlu kılmak mümkündür. “Efendim devlet yapsın, sadaka vermek insan onurunu zedeliyor” şeklinde bir itiraz hep dile getiriliyor. Önce devlete bakalım: “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, aile bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahın artırılması yönünde çalışmalar yürütüyor. Bu kapsamda ‘aile, engelli-yaşlı, barınma-gıda, sağlık, eğitim ve proje destekleri' olmak üzere 6 ana başlıkta, ihtiyaç sahiplerine destekler sağlanıyor. Hükümetin doğum yardımı, öksüz ve yetim yardımı, afet-acil durum yardımları, Sosyal Ekonomik Destek (SED), gıda ve barınma yardımı, aşevleri, doğal gaz ve elektrik tüketim desteği, yaşlı ve engelli aylığı, kronik hastalık yardımı, şartlı eğitim yardımı ve anaokulu yardımının da aralarında olduğu yaklaşık 49 kalemde sosyal destek paketleri bulunuyor...”.

Yeni Şafak Podcast
MUSTAFA KUTLU - GÜVERCİN AVLAYAN MARTI

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Feb 13, 2024 4:12


Martıyı nasıl bilirsiniz, diye sorulsa, sanırım büyük bir çoğunluk; sevimli, saf, romantik, duruşu ve uçuşu, beyaz kanat vuruşuyla denizlerin süsü şeklinde cevap verecektir. El-hak biz de öyledir diyoruz. Bu, balıkla beslenen deniz kuşunu biz de sever idik. Ne zamana kadar? Efendim anlatayım. Dergâh Yayınları'nın Cağaloğlu'ndaki yerinde benim çalışma odam bir terasa, büyükçe bir terasa bakıyordu. Uzun yıllar –tam on yıl– bu terası gözledim durdum. Üst katlardan, yandan yöreden bazı yüreği yufka bayan çalışanlar kuşlar yesin diye terasa ekmek kırıkları atarlardı ara sıra. Serçeler, bazen de güvercinler gelirdi terasa. Önce Hürriyet'in matbaa binasının bir çıkıntısında toplanır, sonra teker teker, ürkek kanat vuruşları, tedirgin boyun büküşleriyle inerlerdi... Bet sesli, iri bir martıyı gözlüyordum. Bu yiye yiye biçimini yitirmiş, fazla kilolu güzellik kraliçesini. Ve bir gün olanlar oldu. Terasta yemlerini yiyen güvercinlerden biri aniden başının üzerinde kurşundan bir gölge hissetti. Hürriyet'in matbaasının o mahut çıkıntısında tüneyen martı, şişmanlığından umulmayan bir çeviklikle güvercinin tepesine zıpkın gibi inmiş, zavallıyı yerden iki metre yüksekte vurmuştu. Galiba sivri gagasıyla karnını deşmişti. Bütün bunlar gözlerimin önünde olupbitti. Bir an, sadece bir an çıkıp şunu taşla mı olur, kurşunla mı olur vurayım diye geçti içimden, o kadar. Hınçla dolmuştum. Küfredip duruyordum. Güvercin darbeyi yedikten sonra sendelemiş, başının üstüne betona çakılmıştı. Yerde sürünmeye başladı. O zaman martı yeni bir dalış yaparak ikinci bir darbe ile güvercinin iç organlarını dışarı çıkardı. Oracıkta küçük küçük kan kırmızı izler oluşmaktaydı. Çıkıp martıyı kovaladım, güvercine şöyle bir baktım, iş işten geçmişti, can çekiyordu zavallı hayvan. Az sonra kediler sökün edeceklerdi... Güvercin artık onlara mı kalır, yoksa muzaffer avcı martıya mı? Yapacak bir şey yoktu... Ama tabiatın kanunu değildi bu... Âdetullah değildi... İsyanım bunaydı, bu sapkın şeyeydi.... Bu çizgiden çıkmış gidişataydı... Niçin martılar güvercin avlıyor? Balıkla beslendiğini bildiğimiz bu güzelim hayvanlar neden yoldan çıktı böyle? Herhalde cinsleri, organik yapıları, genetikleri bozulmadı... Bir araştırma mı yapılsa acaba? Bozulmuş mu, bozulmamış mı diye... Bana kalırsa araştırmaya falan gerek yok... Şöyle durup etrafımıza bakalım biraz. Neler oluyor oralarda diyerek... Neler göreceğiz, neler?... Ama ne durmaya, ne de etrafımıza bakmaya zamanımız yok... Basiretimiz bağlanmış sanki... Bu kuşlar çöp yiyorlar azizim çöp... Marmara'da balık mı kaldı ki yesin fukaralar. Plastik yiyorlar, kâğıt yiyorlar, leş yiyorlar... O görkemli çöp yığınlarının üzerine bulut gibi iniyorlar. Sokak aralarında dolaşıyorlar, çöp bidonlarını karıştırıyorlar, insanlara ve hayvanlara ters ters bakıyorlar, gak gak ötüyorlar...

Hizmetten
Lütfunda da Hoş, Kahrın da! | M. Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 17, 2023 5:55


Bu video 04/03/2018 tarihinde yayınlanan " MUSİBETLERİN EKŞİ ÇEHRESİ VE HİKMETİN GÜZEL YÜZÜ" isimli bamtelinden alınmıştır. Yayının tamamını buradan izleyebilirsiniz :http://herkul.org/bamteli/bamteli-mus.... Bela ve musibetler, dış yüzleri itibarıyla çirkin, sevimsiz, iç bulandırıcı ve aynı zamanda insanın nöronlarına, Hipofiz bezine, Talamus bezine gelip çarpan şeytanî şerâreler mahiyetinde duyulur, hissedilir. Fakat meselenin sonucuna/neticesine bakmak lazımdır. Bu bakış açısı da aslında size, bize ait değildir, Kur'ân'ın fermanıdır: وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ “Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da o şey hakkınızda hayırlıdır; bir şeyi seversiniz ama o şey de hakkınızda şerlidir.” (Bakara, 2/216) Mesela, i'lâ-i Kelimetullah istikametinde çekilen çileler.. o mevzuda bir yönüyle duygu-düşünce açısından kıvamın önemli bir unsuru olan manevî cihadlar, mücahedeler, manevî savaşlar.. Allah Rasûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) “cihâd-ı ekber” dediği şey… Antrparantez arz edeyim: “Günümüzde maddî kılıç, kınına girmiştir; Kur'an'ın elmas düsturları, elmas prensipleri hükümfermadır.” Küreselleşen bir dünyada o türlü şeylere gitmek, katliamlara sebebiyet verir, ardı arkası kesilmeyen savaşlar fâsid dairesine sebebiyet verir, vuruşmalar kısır döngüsüne sebebiyet verir. Hele günümüzdeki o korkunç silahlarla?!. 1945'lerdeki, 50'lerdeki Japonya'nın başına patlayan silahlar değil; bunlar, bugün bir yerde patladığı zaman, Amerika'nın yarısını alıp götürecek kadar korkunç silahlar!.. Bir Batılı düşünürün dediği gibi: “Bir üçüncü cihan savaşında, maktûl mezara, kâtil de yoğun bakıma kalkar!” Şimdi buna karşı sizin kalkanınız, sütreniz, siperiniz, insanî değerleri öne çıkarma, sevgiyi öne çıkarma, kucaklaşmayı öne çıkarma olmuştur/olmalıdır. Burada bir şey soracağım, vicdanlarınızla cevap verin: Sizler ve sizin arkadaşlarınız dünyanın değişik yerlerine açılırken, bunun (sevgi, kucaklaşma ve insanî değerlerin) dışında ne götürdünüz? Efendim, “Biz renk körüyüz!” dediniz. Efendim, “Duyma sağırıyız!” dediniz. Dolayısıyla elin-âlemin değişik anlayışsızlıklarına karşı, anlayışlı davrandınız. Duymaları gerekli olan “mesmûât”ın yanında farklı duyuşları duyucu oldunuz. Elin-âlemin farklı dil kullanmasına karşılık, siz, gönülleri yumuşatacak bir dil kullandınız. Kalbiniz gül gibi oldu; gezdiğiniz caddeler, sokaklar, çarşı-pazar da ıtriyat çarşısına döndü. Bağırlarını açtılar. Size yol verdikleri zaman da eşrârın şerrinden emniyet adına yol verdiler: “Gidin, koruyamayacağız sizi!” dediler ama zannediyorum yüreklerine kan damlıyordu. Evet, bir gün şartlar/konjonktür müsait olduğu zaman dönüp gideceğinizi/geleceğinizi bekleme sevdası ile zannediyorum bir intizar içindeler şu anda da. İnşaallah, Cenâb-ı Hak, o günleri de gösterir; eşrârın er geç akîm kalacak o hâinâne gayretlerini, sa'ylerini, himmetlerini akîm bırakır, inşaallah teâlâ. Evet, bazen dış yüzü itibarıyla, kabuğu itibarıyla çirkin görünen şeyler vardır; fakat iç yüzü itibarıyla çok lâtiftir. Başta, konuya başlarken, Alvar İmamı'nın sözüyle ifade ettik: Seyyidinâ Hazreti Âdem'in yaşadığı, bir zelle idi. Bir zelle idi ki, ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى “Ama sonra Rabbisi O'nu seçti de, tevbesini kabul buyurdu ve O'nu hidayetine mazhar kıldı.” (Tâhâ, 20/122) Sonra Allah, onu seçti, seçkinlerden yaptı ve arkadan gelen nesiller “Mustafeyne'l-Ahyâr”dan saydılar. Ne dediler? “Âdem, Safiyyullah!” dediler. “Hakikî şecerenin hikmeti / Dünyaya gele Muhammed Hazreti.” Hazreti Âdem, Cennet gibi bir güzellikler otağından ayrıldı fakat bir yönüyle, o otağa insanlığı çağırabilecek, Hazreti Rûh u Seyyidi'l-Enâm gibi bir “İnsan”a baba olma şerefi ile taçlandırıldı. ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَى Cenâb-ı Hak, öyle eylesin, inşaallah!..

M. Fethullah Gülen
Sultan-ı Rûsül Şâh-ı Mümeccedsin Efendim | Kutlu Geceler

M. Fethullah Gülen

Play Episode Listen Later Sep 25, 2023 31:07


Sultan-ı Rûsül Şâh-ı Mümeccedsin Efendim | Kutlu Geceler by Çınar Medya

Kerem Önder
Allah gaybı bilmez mi? - Mektubat, 100. Mektup / Kerem Önder

Kerem Önder

Play Episode Listen Later Aug 24, 2023 33:24


Allah gaybı bilmez mi? – Mektubât, 100. Mektup Bu mektûb, yine molla Hasen-i Kişmîrîye yazılmışdır. Şeyh Abdülkebîr-i Yemenînin, Allahü teâlâ gaybı bilmez sözüne cevâb vermekdedir: “Okşayıcı, kıymetli mektûbunuzu okumakla şereflendik. İhsân ederek yazdıklarınızı anladık. Şeyh Abdülkebîr-i Yemenî, Hak teâlâ gaybı bilmez demiş. Bunu soruyorsunuz. Efendim! Bu fakîr, bu gibi sözleri dinlemeğe dayanamıyorum. Elimde olmıyarak, Fârûkî damarım kabarıyor. Bunlardan, islâmiyyete uygun bilgiler çıkarmağa vakt bırakmıyor. Böyle sözleri söyleyen kimse, ister şeyh Kebîr-i Yemenî olsun, ister şeyh Ekber-i Şâmî olsun, hiçbirini duymak istemiyorum. Bize Muhammed-i Arabînin buyurduğu sözler lâzımdır “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”. Muhyiddîn-i Arabînin ve Sadreddîni Konevînin ve Abdürrezzâk-ı Kâşînin sözleri lâzım değildir.[1] Bize (Nass) lâzımdır. (Fuss) [ya'nî Füsûs kitâbı] lâzım değildir. Fütûhât-i Medeniyye varken, (Fütûhât-i Mekkiyye) kitâbına bakmayız. Hak teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde, gaybı bildiğini söyliyerek kendini övüyor. (Âlim-ül-gayb) olduğunu bildiriyor. (Hak teâlâ gaybı bilmez demek), çok çirkin, pek iğrenç bir sözdür. Doğrusu, Hak teâlâya inanmamakdır. Gayb kelimesi, başka şeyi de göstermekdedir demek, insanı bu alçaklıkdan kurtaramaz. Ağızlarından çıkan sözün büyüklüğünü, kulakları duymuyor. İslâmiyyete uymıyan böyle sözlerle ne demek istediklerini keşki bilseydim. Hallâc-ı Mensûr (Enel Hak) dedi ise ve Bâyezîd-i Bistâmî (Sübhânî) dedi ise “rahime-hümallah” suçlu olmakdan kurtulabiliyorlar. Kendilerini hâl kapladığı zemân, şü'ûrları, aklları örtülmüş iken, söylemişlerdir. Fekat, bunların sözleri, hâl bildirmiyor. Bir ilm, bilgi anlatıyor. (Bu kelimenin te'vîl edilmesini istemişdim) demeleri, onları suçlu olmakdan kurtarmaz. Böyle kelimelerin te'vîli makbûl değildir. Çünki, yalnız sekr hâlinde söylenmiş olan uygunsuz sözlerden, başka şey anlamağa çalışılır. Aklı başında olan kimsenin sözünden başka şeyler anlamağa çalışılmaz. Böyle şeyler söyliyen kimse, eğer (Melâmet) yolunu tutarak, kendini herkesin gözünden düşürmek istemiş ise, bu da çok çirkin ve utanılacak birşey olur. İnsanları kendinden soğutmak, yanından kaçırmak için, yapılacak çok şey vardır. Bunları bırakıp da, kâfir olmağa yaklaşmağa ne lüzûm vardır? Bu sözün ne demek olabileceğini soruyorsunuz. Her süâle cevâb vermek lâzım olduğundan, burada birkaç şey bildireceğim: Gaybı ancak Allahü teâlâ bilir. Gayb, yok demek olursa, yok olan şeyler bilinmez demişlerdir. Gayb, her bakımdan yok demek olunca, onu bilmek düşünülemez. Eğer, bilineceğini düşünürsek, her bakımdan yok olmakdan ve hiçbir şey olmamakdan kurtulmuş olur. Bunun gibi, Hak teâlâ, kendi şerîkini, ortağını bilicidir denilemez. Çünki, Allahü teâlânın şerîki hiç yokdur. Böyle birşey hiç olamaz. Evet, gayb kelimesinin ve şerîk kelimesinin bildirdikleri şeyler düşünülebilir. Fekat biz bu şeylerin kendilerini söylüyoruz. Bu kelimelerin ne bildirdiklerini söylemiyoruz. Var olamıyacak şeylerin hepsi de böyledir. Bunların neler oldukları düşünülebilir. Fekat var olmaları düşünülemez. Çünki, varlıkları bilinirse, bunlara var olamıyacak denilemez. Hiç olmazsa, zihnde var olmaları lâzım gelir. Mevlânâ Muhammed Rûhînin yukarıdaki sözden anladığını beğenmemekde haklısınız. Yalnız bir varlık olan o mertebede ilmin bağlılığı yokdur demek, ilm yok demekdir. Yalnız gaybın ilmi yokdur demek, değersizdir. Mevlânânın o sözden anladığının doğru olmadığını şu da gösteriyor ki, o (Ehâdiyyet-i mücerrede mertebesi)nde ilmin bağlantısı yok ise de, Hak teâlânın âlim olması değişmez. Çünki, o mertebede kendisi âlimdir. İlm sıfatı ile âlim olmaz. Çünki, o mertebede, ilm sıfatı yokdur. Sıfatlara inanmayan kimseler de, Allahü teâlânın âlim olduğunu bildirmekdedir. İlm sıfatının var olduğuna inanmadıkları hâlde, bu sıfatda olan bilmenin, zâtda bulunduğunu bildirmekdedirler. Yukarıdaki sözden sizin anladığınıza gelince, gayb kelimesinden zât-i ilâhîyi anlıyorsunuz.

Hizmetten
Ne diye zalimin işini kolaylaştırıyorsun? | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jun 2, 2023 8:38


Bir yerde Nemrutlar üzerinize geldiği zaman oradan çıkıp gidebilirsiniz; Hazreti İbrahim'in yoludur bu. Selefleriniz, seleflerinizin selefi öyle yapmıştır. “Orada duralım da bunlar bizi arama rahatsızlığına düşmesinler. Gidip boş evlere baskın yapmasınlar, şurayı burayı kurcalama zahmetine girmesinler. Veya ayaklarına gidip ‘Efendim beni arıyormuşsunuz, onun için geldim!..' diyelim!..” Bu doğru düşünce değildir. Mü'minin kendisine zulmeden birisinin işini kolaylaştırması Allah'a karşı terbiyesizliktir. Ne diye zalimin, hainin işini kolaylaştırıyorsun?!. *Hazreti İbrahim zalemenin, fecerenin, fesekanın, ehl-i nifakın baskılarından, tazyiklerinden dolayı ayrılıp gitmiş; başka yerlerde bağlar, bahçeler oluşturmuş; kurumaya yüz tutmuş ve dikenler tarafından işgal edilmiş yerleri bostan ve bağistan haline getirmiş; nice hâristanları gülistana çevirmiştir. Tarih boyu Firavunlar aksini iddia etseler de insanın kendi milleti için var olan müesseselere girmesine “sızma” değil, “hakkını arama” denir. *Bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya. Bir insan kendi ülkesinde bir yere giriyorsa, hayatın değişik birimlerinde yer alıyorsa, buna “sızma” denmez. Buna sızma diyen kimseler, kendileri sızmışlardır da ondan dolayı öyle diyorlardır. “Âlemi nasıl bilirsin? Kendin gibi!..” Ona “sızma” denmez; ona,” hakkını arama” denir, ona “kendi olma” denir, ona “ülkesini yabancılara, sızmışlara kaptırmama” denir. *Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُونِي أَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يُبَدِّلَ دِينَكُمْ أَوْ أَنْ يُظْهِرَ فِي الْأَرْضِ الْفَسَادَ Bu âyet-i kerime, Firavun ailesi içinde neş'et edip, Hazreti Musa'ya en kritik anda destek veren bir mü'minin (Mü'min-i âl-i firavn) adının verildiği Mü'min Sûresi'nde geçmektedir. Firavun'un “Bırakın, ben Musa'yı öldüreyim; varsın o da Rabb'ine yalvarsın. Doğrusu ben onun, sizin dininizi değiştirmesinden ve bu yerde, bu ülkede fesat çıkarmasından korkuyorum.” dediğini anlatmaktadır. *Mekke müşriklerinin Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) için, “Ailelerimizi bölüyor, bizi atalarımızın yolundan döndürmeye çalışıyor.” dedikleri gibi; Firavun da kendi kavmine, “Dininizi, sisteminizi değiştirmesinden, sizi birbirinize düşürüp, bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum.” diyor ve kendi müfsitliğini gizleme gayreti içinde, eskiden beri bütün tiranların, diktatörlerin, tağutların yaptığı gibi davranıyordu. *Evet, hak karşısında yenilince ya kuvvete ya da demagojiye başvuran, dünyanın kaderine hâkim bütün mütekebbirler, despotlar gibi, Firavun da kuvvet gösterisinde bulunmak istiyor, bunun için halka sığınarak kamuoyu oluşturma gayretleriyle demagojiler yapıyor ve “Onun, dininizi/sisteminizi değiştirmesinden veya ülkede fesat çıkarmasından korkuyorum.” diyordu; diyor ve sanki o âna kadar her şey yolundaymış, toplum da müreffeh ve mesutmuş da Hazreti Musa her şeyi karıştırmış, halkı kargaşaya sürüklemiş gibi bir imaj uyarmaya çalışıyordu. Günümüzdeki misallerine de bakarsanız, bütün tiranların aynı kuvvet, şiddet ve demogojiye sığındıklarını görürsünüz. Bu video 20/12/2015 tarihinde yayınlanan “Mihneti Zevk Edinmişlerin Yolu” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz!...'' | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Mar 6, 2023 9:00


Bu video 24/01/2016 tarihinde yayınlanan “ŞEFKAT YÂ HÛ!..” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... *Ciğerini heva-i nefsine ısırtmış insanlar öyle çaresiz bir hummaya tutulmuşlardır ki, o marazın dermanı yoktur!.. *Bütün yalanları, iftiraları, saygısız lafları söylettiren ve bütün merhametsiz, şefkatsiz, insafsız fiillere sebebiyet veren, heva-i nefistir. Muzaffer el-Kirmanşahî der ki: “Hevâ yılanı akıttı gönlüme zehirini / Ne tabib var derdime ne bir nefesi kuvvetli / Sadece delicesine sevdiğim o Yar var ki / Ondadır efsunum, Ondadır kalbimin merhemi.” Evet, ciğerini heva-i nefsine ısırtmış insanlar öyle çaresiz bir hummaya tutulmuşlardır ki, o hummanın dermanı yoktur. *Hep “saray.. saray.. saray..” veya “para.. para.. para..” diyenler, kalbini hevâ-i nefse ısırtmış kimselerdir. Onlar kendilerine şöyle ya da böyle muhalefet edenlere değişik ad ve unvanlar takmak suretiyle konuyu değiştirerek kendi mesâvîlerini kapamak isteyen densizlerdir. Bağışlayın, o vandallar, mesâvîlerini setretmeye matuf hiç olmayacak şeyler söylerler. Böylece isyan deryasına yelken açan ve filosuyla, gemisiyle, sarayıyla, servetiyle, kaçırdığı paralarıyla, dolarlarıyla, riyalleriyle, altınlarıyla, gümüşleriyle mesut yaşayacağını zanneden hevaperesler katiyen huzur yudumlayamazlar. Kafalarını saran, nöronlarına gelip oturan istikbal ve akıbet endişesi onları öyle kıvrandırır ki gafletle kendilerini eğlenceye verirler. *Hadis olarak rivayet edilir: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz öyle diriltilir ve haşredilirsiniz.” Nasıl, hangi duygu ve hangi anlayışla yaşıyorsanız, o hal üzere ölür, öyle dirilir ve o muameleyi görürsünüz. *Sultan İkinci Ahmed, alev alev peygamber aşkıyla yanarak şunları söyler: “İftirakınla Efendim bende takat kalmadı!” Efendim kim? Mutlak zikir kemâline masruftur, İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Yahpâre oldu bu dil, aşkta muhabbet kalmadı / Şol kadar ağlattı ben bîçarei hükm-i kaza / Giryeden hiç Hazreti Yakub'a nevbet kalmadı.” *Sultan Ahmed Camii yapılırken, Efendiler Efendisi'nin (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) kadem-i pâkini sorguç gibi tacına takan Sultan Ahmed cennetmekan aleyhir-rahmetü ve'l-gufran hazretleri de eteklerine taş doldurup işçi ve ırgatlarla beraber taş taşımaktaydı. Amele gibi çalışırken şöyle diyordu: “Allahım, Ahmed kulunun günahlarını mağfiret eyle; bu hizmetini de kabul buyur!” Ceddiniz buydu sizin. Onlar, cihana hükmettikleri dönemde neyin mahkûmu, neyin bendesi, neyin kulu olduklarının da farkındaydılar.

MyMecra Podcast
Usul Esastan Önce Gelir - İbrahim Kalın | Kendi Gökkubbemiz

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Mar 2, 2023 20:35


İbrahim Kalın ile “Kendi Gökkubbemiz” kendine has üslubuyla farklı ufuklara yelken açtırmaya kaldığı yerden devam ediyor. Her hafta farklı konulara değinerek izleyicilerine yeni fikir kapıları aralayan İbrahim Kalın bu bölümde "Aşk" kavramı üzerinde duruyor. Kendi Gökkubbemiz'in yeni bölümde başlıca şunlar konuşuldu; Serdar Tuncer: Hocam hoş geldiniz, safa getirdiniz. Efendim hem ümmet-i muhammed hem MyMecra çalışanlarının ekserisi diyorlar ki: "Hocam bu kadar geldi gitti ve onunla bir defa bile aşka dair konuşmadınız. Aşk deyince İbrahim Kalın'ın gönlüne neler gelir, biz onu merak ederiz." diyorlar. Elçiye zeval olmaz. İbrahim Kalın: Belki bunun en iyi cevabını İbn Arabî Hazretleri vermiş. "İlâhî Aşk" kitabında aşkın üç türünden bahseder ama bunları ayırmaz kesin kategorilerle birbirinden. Tabî aşktan bahseder. Bir anlamda eşyanın birbirini cezbetmesidir bu. İkincisi insânî aşktır. İnsanın insana duyduğu ve insanın diğer varlıklara duyduğu aşk, bağlanma duygusu. Üçüncüsü de ilâhî aşktır. Bütün bunların üzerinde hepsinin kaynağı, membaı olan aşktan bahseder. Devamı videomuzda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Evleneceklere Altın Tavsiyeler - Reçete | Saliha Erdim

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Mar 2, 2023 23:22


Saliha Erdim'in insanı, aileyi ve toplumu ele alacağı bu programda ayrıca toplum için önerileri ve reçeteleri olacak. Gerek gözlemleri, gerekse danışanlarının ortak dertleri Saliha Erdim'in bu programda kendisine ilham kaynağı oluyor... Saliha Erdim, insanın kendisini keşfetme ve potansiyelini harekete geçirmesinde gerekli olan yol haritalarını bu programda anlatıyor... Saliha Erdim yeni bölümde başlıca şunları söyledi; Efendim bugün iki soru üzerine bu konuşmayı organize etmeyi düşündüm. İnşallah hakkınca bu soruların cevaplarını verebilirim... Birincisi insan niçin evlenir? Günümüzdeki gençlerin evlilik algısı, evlilik düşüncesi nedir? Bir de gençler geçinebilir miyiz endişesi taşıyorlar... Gerçekten geçinebilirler mi? Bu endişeyi gençler anne babasının yaşama biçimine bakarak, çevresindekilerin evlilikle ilgili algısına bakarak mı söylüyor yoksa nişanlıysa eğer nişanlısının, ailesinin kendisine yönelttiği sorularla mı ya da onların beklentileriyle mi ilişkilendiriyor buna bi bakacağız inşallah... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Gördü, Sordu, İman Etti! - B91 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Mar 2, 2023 21:59


Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer, bu hafta Biri Bir Gün'de "Ateşperest Komşu" hikayesini anlatıyor. Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı: Selamın aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler ve dahi erenlerin ölmekle ölmediğini bilenler, bilebilenler... Hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Ahmed Bin Harb Hazretlerinden bahsedeceğim bugün size Biri Bir Gün'de... Onun bir komşusuyla yaşadığı enteresan bir hadise var o hadise çok hikmet barındıran bir hadise onu paylaşayım içinden de nasihatlar çıkaralım... Ahmed Bin Harb, Horasan'ın Büyük Fakih ve Şeyhlerinden. Büyük bir muhaddis. Bir takım telif eserler vermiş fakat o eserler günümüze kadar gelmemiş maalesef. Büyük bir zat-ı şerif, bir abid, bir zahid... Dermiş ki; 50 yıl ibadetle meşgul oldum. 50 yıl ibadetle meşgul oldum. 50 yıl! Geceleri uyumaz sabaha kadar otururmuş Ahmed Bin Harb Hazretleri. Efendim niye uyumuyorsunuz? Altımızda cehennem kaynıyor, üstümüzde cennet donatılıyor ben böyle bir durumda nasıl uyuyabilirim dermiş. Erkekler bunlar! 50 yıl ibadetle meşgul oldum diyor; şu üç şeyi terk etmedikçe üç şeyin lezzetini alamadım... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Bilginin Amacı Doğrultmak Değil Doğrulmaktır - Reçete | Saliha Erdim

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Mar 2, 2023 24:09


Saliha Erdim'in insanı, aileyi ve toplumu ele alacağı bu programda ayrıca toplum için önerileri ve reçeteleri olacak. Gerek gözlemleri, gerekse danışanlarının ortak dertleri Saliha Erdim'in bu programda kendisine ilham kaynağı oluyor... Saliha Erdim, insanın kendisini keşfetme ve potansiyelini harekete geçirmesinde gerekli olan yol haritalarını bu programda anlatıyor... Saliha Erdim yeni bölümde başlıca şunları söyledi; Merhabalar efendim. Rabbim bugün de hayır konuştursun ve yüreklere dokundursun. Bugün de kendisinin razı olacağı ve kullarının işine yarayacağı şekilde meseleleri ele almayı ve sizin yüreklerinize dokunmayı Rabbim nasip etsin inşallah. Efendim bugün de yine çok sorulan ve hepimizin zaman zaman yaşadığımız bir durumdan söz edeceğim. Can sıkıntısı, moral bozukluğu, kendisini çok iyi ve performansı yüksek hissedememe, yapacağı işleri yapabilmek için bir coşku hissedememe ve bunun içinden çıkamama gibi psikolojimizin değişme durumunu hemen hemen hepimiz yaşayabiliriz... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
"Akıl Şuurla, Kalp Muhabbetle Yürür" - Sadettin Ökten | Süleyman Aşk Dilin Bilir Dediler

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Mar 2, 2023 34:02


Türkçe yazılan mevlid manzumelerinin arasında özel bir yere sahip olan, Süleyman Çelebi'nin aşkla kaleme aldığı Vesîlet'ün Necât (Mevlid-i Şerif) eserini Prof. Dr. Sadeddin Ökten'le birlikte "Süleyman Aşk Dilin Bilir Dediler" programında hem okuyup hem de şerh ediyoruz… Süleyman Aşk Dilin Bilir Dediler'in yeni bölümünde başlıca şunlar konuşuldu: Serdar Tuncer: Efendim merhabalar. Süleyman Çelebi Hazretleri'nin Vesîlet'ün Necât'ını şerh etmeye gayret ettiğimiz programın maalesef son bölümüyle huzurlarınızdayız. Sadeddin Ökten Bey hocamla on iki bölümlük bir seri boyunca hem Vesîlet'ün Necât'ı hem Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.v)'ı hem ona nasıl muhabbet etmemiz gerektiğini hem Vesîlet'ün Necât'ı nasıl okumamız gerektiğini hülâsa etmeye gayret ettik. Bütün bu programlar boyunca bendenizin fark ettiği ve merak ettiği bir şey oldu onu sorarak başlayacağım programa. Efendim söz aynı söz ama o sözü hangi dudağın söylediği hem tesirini fark ettiriyor hem o sözün sizdeki kalıcılığını değiştiyor. Bizim yeni sözlere mi ihtiyacımız var, pak dudaklara mı ihtiyacımız var? Sadeddin Ökten: Yoksa her ikisine mi? Bu vesileyle tekrar ifade edelim Elhamdulillah bu yaşımızda Vesîlet'ün Necât'ı tekrar yâd etmek nasip oldu. Cenab-ı Allah vesileler lütfeder, inâyet buyurur kullarına. Bizim büyüklerimiz buyurmuşlardır ki: "Âkil adam vesileyi kaçırmaz, ârif vesile icat eder." O çok mühim bir şeydir. Âkil ile akıllıyla ârifin farkı, irfan sahibinin farkı orada ortaya çıkar. Tabi gafil zaten vesileyi fark etmez. Onu hiç bahs mevzu etmezlerdi eskiler ama akıllı adam vesileyi kaçırmaz. Vesile üzerinde ısrar eder ama ârif vesile icat eder. İşte bir vesile icat oldu, fakir de burada konuştu. Pak dudaklar dediniz, tekrar dediniz, irfan dediniz. Şöyle söyleyeyim, ben kendimi lu noktada görüyorum: Bir imkan olmuş, bir lütuf olmuş, bir inâyet olmuş kudemâyla tanışmışız. Kudemâyı dinlemişiz ve dinlemekten de zevk-i manevi sahibi olmuşuz. Kudemâ derken eskiliği methetmiyorum. Bana bu soruyu çok soruyorlar. Eskiler diyorsunuz, büyükler diyorsunuz, kudemâ diyorsunuz, kadîm diyorsunuz nedir? Çok net ifade edeyim görebildiğim kadarıyla... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Deprem Ulusal Güvenlik Sorunudur - Savaş Şafak Barkçin | Bi' De Buradan Bak

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Mar 2, 2023 25:02


Bi' De Buradan Bak yine çok çarpıcı, yine çok gerçekçi! Savaş Şafak Barkçin, Bi' De Buradan Bak programında, tarihte iz bırakan olayları, kendine has üslubu ve tüm gerçeklikleriyle enine boyuna anlatıyor... Savaş Şafak Barkçin yeni bölümde başlıca şunları söyledi: Biz, insanlar olarak yeryüzünün altını kontrol edemeyiz ama yeryüzünün üstünü kontrol etmemiz gerekir. Bizim işimiz yeryüzünün üstünde. Dolayısıyla iki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Allah'ın takdiri ile kulun tedbiri iç içedir. Tedbir ile takdir oluşur, takdir ile tedbir oluşur. Bir kere bu itikadımızı düzeltmemiz lazım. Ben pek çok yorum dinliyorum, dindar olduğunu söyleyenlerin bile bunları yerli yerine koyamadığını görüyorum. Çok yanlış bir şey, çok da tehlikeli bir şey iman açısından, bu bir. İki, bizim yerin altını ve yerin üstünü, bu memleket olarak, kendi toplumumuz, memleketimiz olarak çok iyi tanımadığımız ve tanzim edemediğimiz açık. Efendim deprem ülkesiyiz, tamam, yapılabilecek bir şey var mı? Depremi kontrol edebilir misin, edemiyorsun. Neyini kontrol edeceksin? Depreme hazırlık, deprem anı, deprem sonrası insanların refahı, sağlığı ve emniyeti. Aynı şekilde insanların içinde yaşadığı binalar. bu binalar sadece evleri değil. Okullar, fabrikalar, hastaneler, havaalanları, aklınıza gelen her şey. Üçüncüsü, altyapılar... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Turkish Stories
Turnayı Gözünden Vurmak / Turkish Stories C1

Turkish Stories

Play Episode Listen Later Feb 2, 2023 7:04


Turnayı Gözünden Vurmak Herhangi konuda uzun süre suskun ve hareketsiz kalındıktan sonra gerek tesadüfen, gerekse bilinçli olarak büyük bir başarı elde edildiğinde "Durdu, durdu da turnayı gözünden vurdu." deriz. Tecrübeyle değil de zamanın akışıyla ölçülen hemen hemen bütün başarılar bu deyimin değişik zaman kiplerindeki bir versiyonu ile açıklanmaya çalışılır. Deyimin ortaya çıkışı bir avcı mübalâğasına dayanmaktadır. Avcılığın yaygın olduğu yörelerde genellikle avcılar kulübü gibi işleyen bir mekân bulunur. Bütün avcılar buraya gelip bol palavralı hikâyeler anlatırlar. Anlattıkları da konuştukları da saçma olan bu tip avcıların yalanlarına ve mübalâğalarına diyecek yoktur. Pek çoğu hayal ürünü olan bu hikâyelerden birisi şöyledir: Avcılar meclisinin en yaşlı ve güngörmüş üyesi olan Şikarizade Sayyad Ağa bu mecliste anlatılanların hepsini sessizce dinler, hepsine aferinler okur; ama kendisi hikâyesini anlatmazmış. Bu hâl diğer avcıların dikkatini çekince aralarında karar alıp demişler ki: -Sanatına aşk olsun ey büyük avcı! Bunca yıllık bir ömrün ve av peşinde geçen bir hayatın var. Lütfeyleyip, bir hatıra da sen anlatsan da dinleyip faydalansak... Hep bizler konuşuyoruz ve hep senin sustuğunu görüyoruz. Şikarizade bir süre nazlanmış, " Olmaz, bunu benden istemeyin lütfen!" gibi mazeretler ile geçiştirmeye çalışmış. Nihayet ısrar ve merak iyice artınca şöyle derinden derine bir iç geçirip: -Aaaah!... demiş. Ne olursunuz beni konuşturup meclisinizi yasa boğmayın ve beni gençliğimin en hazin hatırası ile yeniden yüzleştirerek derdimi tazelemeyin. Zaten ne zaman bu yürek parçalayan hatıra aklıma gelse ciğerimdeki ateş çevremdekileri yakıyor. O gençlik günlerinin utancı beni boğuyor... Şikarizade Sayyad Ağa'nın bu sözleri meclise bir alev topu gibi düşmüş. Herkes merak ve heyecan içerisinde "Demek ki ortada çok duygusal ve acıklı bir av hikâyesi var." diye geçirmişler içlerinden. Ona bu hikâyeyi anlattırmak için ısrarları artırıp bin dereden su getirmişler, teselli sözleri söylemişler. Avcılar meclisinde herkes tek kulak olup Seyyad Ağa'nın ağzına dayanmış. Çıt yok. Bizimki önce bir yutkunmuş, eski meddahlar gibi oturuşuna yeni bir çeki düzen katarak başlamış anlatmaya: -Efendim, avcılığımın ilk günlerindeydi. Toy bir delikanlı sayılırdım. Bir gün tüfeğimi omzuma, tazımı gölgeme alıp şöyle tek başıma ava çıktım. Bir sigara çekimlik mesafe gittikten sonra gökte bir turna gördüm. Baktım yolu doğrultmuş; aheste aheste süzülüyor. İçimden "Şunu, dedim, zararsız bir yerinden, ayağından vurayım." Ben bunları düşünürken turna biraz uzaklaşır gibi oldu. Tam sağ ayağına nişan alıp çektim tetiği. İşte ne olduysa o anda oldu. Zavallı turna, gagasıyla ayağını kaşımaya yeltenmez mi?!.. Ciğerim yandı gitti; ama elden ne gelir!?.. Kuşcağız şöyle iki yüz - üç yüz metre kadar ileriye düştü. Tazım aldı getirdi. Baktım, tam da düşündüğüm gibi zararsız bir atış idi. Saçmalarımdan yalnızca biri, ayağına isabet edecek yerde, başı siper olduğu için sağ gözünden girip, sol gözünden çıkmış? Kuşcağızın başka hiçbir şeyi yok. Fakat iki gözü iki çeşme kanıyor. Ben hayatımın en büyük pişmanlığı ile ne yapacağımı şaşırdım. Tabi biraz toyluk da var. Kan tutmuş gibi donakalmışım. Kuş çırpınıyor, benim içim sızlıyor. Böyle ne kadar zaman geçti bilmiyorum; asıl hazin sahne o zaman yaşandı... Sayyad Ağa sözün burasında bir ara verip önce iki kez bağrını yumruklar ve ağlamaklı bir eda ile iç geçirerek bir bardak su içer; sonra da acıyla yutkunup anlatmaya devam eder: -Nasıl geldiler, nereden geldiler, ne kadar zamanda geldiler, bilemiyorum, baktım çırpınan kör turnanın üstünde bir bölük turna dolanıp durmakta. Bana doğru öyle kanat çarpıyorlar ki hayatımda öyle dehşeti başka bir gün yaşamadım. Af dilesem, hangisinden dileyeceğim. Konuşsam ne diyeceğim!... Tam bir şaşkınlık hâli sizin anlayacağınız. Birden onların kendi dillerinde anlaştıklarını gördüm. Hayret ki hayret! Kör turnaya bir şeyler anlatıyorlardı. Sonra onu aralarına aldılar ve yıldırım gibi havalandılar. Dinleyenlerin şaşkın ve hayret dolu bakışları arasında Sayyad Ağa sözlerini bitirdi: -İşte yârenler!... Turnalar, katar halinde uçmaya o günden sonra başladılar. Aralarına aldıkları kör turnaya ses vererek istikametine yöneltmeyi o gün keşfettiler. Şimdi turnalar sırf o uğursuz günü bana hatırlatmak ve benden intikam almak için katar halinde uçmayı alışkanlık haline getirdiler. Hatta bu haber dünyadaki bütün turnalar arasında yayıldı ve onlar benim yüzümden katar teşkil eder oldular. Böylece bir yerde anadan doğma bir kör turna var ise seslerine gelip yollarını bulabilsin. Geçenlerde o kör turna ki, epey yaşlanmış, rüyama girdi ve bana dedi ki: -Ey bütün zamanların en büyük üstadı! Biz senden sonra bu cihanda böyle nazik düşünceli ve hassas bir üstad avcı görmedik. İki gözüm senin sanatına feda olsun! Şikarizade Sayyad Ağa'yı dinleyenlerden biri hayretinden patlar ve: Ehh!.. Üstat, der. Durdun, durdun; ama sonunda turnayı da gözünden vurdun. Pes doğrusu!..

MyMecra Podcast
Âşinalıktan AŞK Doğar - B57 - Dinle Neyden | Ömer Tuğrul İnançer

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Nov 3, 2022 37:21


Ömer Tuğrul İnançer Dinle Neyden'in bu bölümünde Serdar Tuncer ile birlikte sizlere Bosna'dan sesleniyor. Dinle Neyden'in bu bölümünde başlıca şunlar konuşuldu: Serdar Tuncer: Efendim merhabalar. Bazı diyarlar var orası mesafe olarak ne kadar yurdunuza uzak olsada aslında kalbinize kalbiniz kadar yakındır. Yani ben Türk'üm diyen bir insan için şu an içinde bulunduğumuz mekan diyelim ki İstanbul'da yaşıyor olsun, Üsküdar'dan daha uzaksa onun Türklük şuurunda bir problem var demektir. Saraybosna'dayız, Baş Çarşı'dayız ve Dinle Neyden'i Evlad-ı Fatihan diyarından selamlayarak başlatıyoruz. Efendim hoş geldiniz. Ömer Tuğrul İnançer: Teşekkür ederim. Hoş geldik, hoşa geldik her zamanki gibi... Serdar Tuncer: Çok güzel değil mi burada olmak?... Ömer Tuğrul İnançer: Çok güzel, çok da sıkça Allah imkan verdiği müddetçe gelme imkanına kavuşuyoruz, ihsan buyuruyor. Hakikaten çok güzel. Hatıralar canlanıyor, tarih canlanıyor, şuur kazanılıyor... Serdar Tuncer: Şuur nasıl kazanılır efendim? Ömer Tuğrul İnançer: Aşinalık ve bilgi üzerine inşa edilir şuur. Bilgi de hadiselere ve kişilere, mekanlara aşinalık kazanmak için elde edilir. Bu aşinalıktan da (aradaki durakları söylemeden en uç noktasını söyleyeyim) aşk doğar... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Hakk'ın Esrârına Talip Olan Adam - B76 - Biri Bir Gün | Serdar Tuncer

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Nov 3, 2022 22:33


Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer, bu hafta Biri Bir Gün'de "Kanuni Sultan Süleyman Ve Hızır (a.s)" hikayesini anlatıyor... Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı: Selamın aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler, hiç olmazsa onlara laf ettirmeyenler ve dahi hakkın esrarına talip olduğunu bulmanın pek zor bir şey olduğunu bilenler... Bu ne demek? İnsan bir şeyleri ister, arzu eder. Bu dünyaya dair bir şey de olabilir, ukbaya dair bir şey de olabilir fakat bedelini ödemeye gelince iş çok az insan isteğinin arkasında durabilir. Biz isteriz ki armut piş, ağzıma düş... En ufak meseleden en girift hadiseye kadar, en küçük talepten en ulvi murada kadar her şeyin hemen oluvermesini isteriz de öyle üç kuruda beş köfte yoktur. Adetullahta böyle bir şey yok. İlle bir bedel isterler. Adamın birisi bir gün çıkmış gelmiş bir Allah dostunun huzuruna; Efendim demiş, ben Hakk'ın esrarına talibim. Bak sen :) Çok bir şey de istemiyor. Hakk'ın esrarına talibim... Efendi Hazretleri bakmış; Evladım demiş şimdi çok müsait değiliz sonra bi gel bakalım... Böyle yaparlar. Geldim, istedim, al yavrum yok. İlle bir sonrası vardır. Hani diyor ya Neşet Baba; "Dedim sende buldum halis gevheri, dedi yok bir mihenge vurmalı" İlle bir mihenge vururlar, bir tartarlar kaç kilosun bakayım... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Hoşça Kalın Demem Hoş Kalın! - B58 - Dinle Neyden | Ömer Tuğrul İnançer

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Nov 3, 2022 40:22


Ömer Tuğrul İnançer Dinle Neyden'in son bölümünde Serdar Tuncer ile birlikte sizlere Novi Pazar'dan sesleniyor. Dinle Neyden'in son bölümünde başlıca şunlar konuşuldu: Serdar Tuncer: Efendim merhabalar. Dinle Neyden'de sizleri yine Rumeli'den, pek güzel bir diyardan, pek safalı bir mekandan selamlıyoruz. Novi Pazar'dayız. Biz yine genelde, ekseriyetle Anadolu insanı Bosna Hersek'i bilir, Makedonya'yı, Arnavutluk'u, Kosova'yı nispeten bilir fakat Novi Pazar oralardan çok ayrısı, gayrısı olmayan yalnız bizim pek bilmediğimiz bir diyardır. Fakir ilk defa geldim ama defaatle gelen bir ev sahibimiz var. Safalı mekan derken kastım da Novi Pazar'a hakim bir tepenin üstünde manasına da uygun bir şekilde Halveti Tekkesi'nin hemen önündeyiz... Efendim hoş geldiniz, safa getirdiniz. Ömer Tuğrul İnançer: Teşekkür ederim, siz de hoş geldiniz. Serdar Tuncer: Eyvallah. Buralar olunca tabi biz hoş gelmiş oluyoruz her türlü... Ömer Tuğrul İnançer: Buralara benim sıkça gelmem benim Rumelili olduğum zannına sebep oluyor ama bir yeri sevmek için oralı olmak şart değildir. Maddi bağlantılara kendimizi bu kadar hapsetmeye lüzum yok. Gönül bağları hem daha hürdür hem daha geniştir. Kainat bile gönüle sığmaz daha doğrusu gönül kainatı bile kapsar. Dolayısıyla benim buraya gelişim sevdiğimden, buralı olduğumdan, sıla-i rahim yaptığımdan falan değil. Buraları sevmek demek tabi her şeyin başı insan, buranın insanını çok sevmem demek. Burada hiç yabancılık hissetmiyorum... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

MyMecra Podcast
Çocuk Ailenin Kuklası Değildir - Reçete | Saliha Erdim

MyMecra Podcast

Play Episode Listen Later Nov 3, 2022 22:02


Saliha Erdim'in insanı, aileyi ve toplumu ele alacağı bu programda ayrıca toplum için önerileri ve reçeteleri olacak. Gerek gözlemleri, gerekse danışanlarının ortak dertleri Saliha Erdim'in bu programda kendisine ilham kaynağı oluyor... Saliha Erdim, insanın kendisini keşfetme ve potansiyelini harekete geçirmesinde gerekli olan yol haritalarını bu programda anlatıyor... Saliha Erdim yeni bölümde başlıca şunları söyledi; Efendim bugün size çocuk, anne-baba, ailede çocuğun anlamı, çocuğa nasıl davranmalıyız, çocuğun yaptığı hareketleri nasıl değerlendirmeliyiz, nasıl bakarsak, nasıl yaklaşırsak çocuk için daha iyi olur, kabaca süremizin el verdiği ölçüde bunlardan söz etmeye çalışacağım fakat bunlardan önce fotoğrafın bütününe bakarak bizim nasıl davranmamız gerektiğine dair asıl bakmamız gereken bilgi kaynaklarımıza, örneğimize ve bizi düşündüren kadim kültürümüzün, kadim değerlerimizin bize bu konuda ne dediğine bir bakalım... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...

Hizmetten
“El-pençe divan durma”nın bir manası vardır" | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Sep 28, 2022 4:11


Bu video 23/10/2016 tarihinde yayınlanan " İRTİDAT, DİN ŞÛRASI (!) VE HİZMET HAREKETİ" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Ezher Üniversitesi'nde “Sonsuz Nur”u Ders Kitabı Olarak Okutan Âlimin Hizmet Hakkındaki Çarpıtmalara Dair Verdiği Bir Misal Fethi Hicâzî, büyük Arap âlimi, birilerinin hakkında tenkitler hazırladığı “en-Nuru'l-Hâlid”i (Sonsuz Nur kitabını) Ezher Üniversitesi'nde ders olarak takrir ediyormuş. Geçen gün, onu eline alarak veya onların çıkardıkları şeyleri eline alarak, bir kısım densiz insanların uydurma ortaya attıkları, sizin hakkınızda söylenen nâ-sezâ, nâ-becâ şeylere cevap veriyor. Bir yabancı.. bilen, kitap okuyan birisi.. kitâbî, kitaptan haberi olan birisi.. okuduğu şeyleri sırtında “şey” gibi taşımış değil; okumuş, okuduğunu anlamış ve “Elimden bırakmıyorum!” demiş. Orada hoş bir misal verdi: Dedi ki: Böyle cümleleri sağından-solundan keser, biçer, yarısını söyler, yarısını söylemezseniz şayet, kendiniz komik duruma düşersiniz. Mesela, Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor: فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ “Yuf olsun, veyl olsun o namaz kılanlara!..” (Mâûn, 107/4) Şimdi meseleyi burada bıraktığınız zaman, “Namaz kılanlara veyl olsun!” Ama arkasını kesiyorsunuz. Devamında الَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلاَتِهِمْ سَاهُونَ الَّذِينَ هُمْ يُرَاءُونَ “Namazlarını, namaz gibi kılmıyorlar; sehv ile, gafletle, uyuyarak, aradan çıkarma nev'inden, âlem görsün diye… İşte yuf olsun bunlara, veyl olsun bunlara; Cehennemin en derin deresi mekan olsun bunlara!..” (Mâûn, 107/5-6) deniyor. Bir sözü, bir cümleyi başından sonundan bir parça kopardığınızda aynı şey olur. Türk toplumunda yaygınca benzer bir vakıa vardır; bir hadise, bütün âlemin vird-i zebanıdır: Bir laubaliye demişler ki, “Niye namaz kılmıyorsun?!.” Cevap vermiş: “Ee niye kılayım ki?!. Cenâb-ı Hak, Kur'an'da buyuruyor ki: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَقْرَبُوا الصَّلاَةَ “Ey iman edenler, zinhar, namaza yaklaşmayın!..” (Nisâ, 4/43) (Efendim, bir de “len” ile deseydi, لَنْ تَقْرَبُوا الصَّلاَةَ “Asla, zinhar, ebediyyü'l-ebed namaza yaklaşmayın!”) “Ee onun gerisi de var!” diyorlar: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَقْرَبُوا الصَّلاَةَ وَأَنْتُمْ سُكَارَى حَتَّى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ وَلاَ جُنُبًا إِلاَّ عَابِرِي سَبِيلٍ حَتَّى تَغْتَسِلُوا “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye, cünüp iken de -yoldan geçmeniz dışında- gusledinceye kadar mescide yaklaşmayın.” (Nisâ, 4/43) Aklınız başınızda değilse, sarhoş iseniz, kendinizi uyuşturmuş iseniz, namaza öyle yaklaşmayın! Namaz, Allah'a karşı şuurun remzi bir ibadettir. Namazlaşarak yapıldığı zaman ibadet olur. “El-pençe divan durma”nın bir manası vardır; “rükû”nun bir manası vardır; “kavme”nin bir manası vardır; “secde”ye kapanmanın bir manası, “ka'de”nin bir manası, “teşehhüd”ün bir manası vardır.. ve “teşehhüd”le âdetâ bir insan, namazını, miracın noktalanması gibi noktalar. “Namaz, mü'minin miracıdır, nurudur / Sefine-i dini, namaz yürütür.” İşte böyle… “Namazı öyle bil ki, o, mü'minin miracıdır!” diyor İmam Rabbânî Hazretleri. Ama لاَ تَقْرَبُوا الصَّلاَةَ deyince, “Ee gerisi yok mu bunun?!” diyorlar, وَأَنْتُمْ سُكَارَى ve devamını hatırlatıyorlar; o zaman laubali adam, “Hafız değilim!” diyor.

Turkish Stories
Elma Çekirdeği / Turkish Stories C1

Turkish Stories

Play Episode Listen Later Sep 22, 2022 3:37


Elma Çekirdeği Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ülkelerden birinde bir Keloğlan varmış. Günün birinde, bir kibrit çubuğu çalmış. Tutup hapishaneye atmışlar. Keloğlan gardiyanı çağırmış: “Beni hâkime götürür müsün?” “Niçin?” “Kendisine çok değerli bir hediye vereceğim.” Gardiyan, Keloğlan'ın isteğini kabul etmiş. Birlikte hâkimin huzuruna çıkmışlar. Hâkim, gardiyanı dışarı çıkarmış. Keloğlana, “Konuş!” demiş. Keloğlan, sırıtarak: “Efendim, size güzel ve değerli bir hediye getirdim.” demiş. Hâkimin ağzı kulaklarına varmış: “Gerçek mi söylüyorsun Keloğlan? Göster hele şu hediyeni!” Keloğlan, avucunun içini açmış, bir elma çekirdeği göstermiş. Hâkim çok öfkelenmiş. Ağzına geleni söylemiş. Fakat Keloğlan çok pişkinmiş. “Hâkim efendi, hemen kızma bana. Bu çekirdeği dikeceksin, büyüyecek ve sana altın elmalar verecek…” Hâkim, hemen Keloğlan'ın avucuna sarılmış ve haydi ver bakalım.” demiş. Ama Keloğlan çekirdeği vermeden önce şöyle demiş: “Bu çekirdeğin büyüyünce altın vermesi için, elinizin hiç harama değmemiş, boğazınızdan da hiç haram lokma geçmemiş olması gerekir.” Hâkim efendinin sevinci kursağında kalmış: “İşine git Keloğlan!” diyerek onu huzurundan kovmuş. Keloğlan, kapıdan çıkarken, polisle karşılaşmış. Adam, Keloğlan'ı yaka paça tutup yeniden hâkimin huzuruna çıkarmaya kalkmış. Keloğlan, biraz korkmuş ve şöyle demiş: “Beni oraya götürme, şu elma çekirdeğini sana vereyim.” Polis, Keloğlan'a çıkışmış: “Benimle dalga geçiyorsun öyle mi? Şimdi sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösteririm.” demiş. Keloğlan, bakmış durum tehlikeli: “Dur hele, dur polis efendi. Önce beni dinle. Bu çekirdeği ekeceksin, büyüdüğü zaman sana altın elmalar verecek. Ama hiç haram yememiş olacaksın.” Polis: “Ben küçükken komşunun bir yumurtasını çalmıştım.” diyerek elma çekirdeğini almamış. Keloğlan, bu sefer baş hâkime gitmiş. Ona da aynı teklifi yapmış. Ama o da ötekilerin söylediğini söylemiş. Boğazından haram lokma geçtiğini söyleyip, Keloğlan'ı başından kovmuş. Keloğlan usanmamış, şehrin valisine gitmiş. Aynı şeyleri söyleyerek elma çekirdeğini vermek istememiş. Vali: “Oğlum, sen haram yememiş birini zor bulursun. Hiç boşuna dolaşıp durma.” diyerek Keloğlan'ı başından savmış. Keloğlan, varmış bir göl kenarına, elma çekirdeğini atmış suya. Bir yandan da: “Adaletin bu mu dünya? Ben, bir kibrit çubuğu çaldım diye hapse atıldım. Ülkenin başındakiler, ülkenin insanını soyarlar. Bu nasıl iştir…” diye kendi kendine söylenmiş. Onlar ermiş muradına. Biz çıkalım kerevetine. Türk Masalları

Hizmetten
“İstemez misin yâ Ömer, dünya onların, ahiret de bizim olsun!” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Sep 8, 2022 7:17


Bu video 04/12/2016 tarihinde yayınlanan " ÂHİRET YÖRÜNGELİ HAYAT" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... “Tercihimiz Sensin, Senden vazgeçmeyiz ya Rasûlallah!..” İnsan bu… Mal-mülk, dünyalık geliyor, geliyor; ezvâc-ı tâhirâta bir damla, başkalarına -bir yönüyle- derya. “Azıcık bize de olsa!” diyorlar. Allah Rasûlü, bu talep karşısında hiçbir şey demiyor. Mübarek cumbasına çekiliyor, -canım çıksın- ve bu haber dışarıya da sızıyor: “Mübarek annelerimiz hafif bir şey istemişler, O (sallallâhu aleyhi ve sellem) da bu istekten hoşlanmadığı için, cumbaya çekilmiş!” Tabii bu mevzuda, yine en hassas olan Hazreti Ebu Bekir'dir, Hazreti Ömer'dir. Ömer radıyallahu anh, daha heyecanlı. Kızı da o hânede, Hafsa validemiz. “Benim kızım, Efendim'e ne yaptı ki, benim Efendim darıldı, bir yönüyle, i'lâ yaptı!..” Kapıya geliyor, “Ben Efendimiz ile görüşmek istiyorum!” diyor. Hazreti Bilal perdedâr, “İzin yok!” diyor. Çok ısrar ediyor; O'na (aleyhissalâtü vesselam) haber gidince, “Gelsin!” buyuruyor. Gidiyor Hazreti Ömer; yukarıya, cumbaya çıkıyor. Döşeği yok -canım çıksın-, hasırın üzerinde yatıyor; kalkınca, hasır yanlarında izler bırakmış. “Ya Rasûlallah, Bizans şöyle.. Persler şöyle.. Sen cihanın sultanısın, bu haline bak!..” Efendimiz şöyle buyuruyor: أَمَا تَرْضَى-يَا عُمَرُ- أَنْ تَكُونَ لَهُمُ الدُّنْيَا وَلَنَا اْلآخِرَةُ “Razı olmaz mısın, istemez misin yâ Ömer, dünya onların olsun, ahiret de bizim olsun!” Sonra, Allah Rasûlü, şu ayet-i kerimenin emri mucebince eşlerine bir teklifte bulunuyor: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لأَزْوَاجِكَ إِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ أُمَتِّعْكُنَّ وَأُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحًا جَمِيلاً * وَإِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الآخِرَةَ فَإِنَّ اللهَ أَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ أَجْرًا عَظِيمًا “Ey (Nübüvvetin en büyük temsilcisi olan) Peygamber, eşlerine şöyle de: Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle serbest bırakayım. Yok, eğer Allah'ı, Rasûlü'nü ve Âhiret yurdunu istiyorsanız, o takdirde bilin ki Allah, içinizden O'nu görüyormuşçasına dikkatli davranan ehl-i ihsan için çok büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/28-29) Efendimiz diyor ki: “Ey peygamber kadınları, gelin; şayet dünyayı istiyorsanız, sizi bırakayım, gidin, ne istiyorsanız alın onu. Yok, Allah'ı, âhireti istiyorsanız, halinize razı olun!” İlk defa en sadık arkadaşının kerimesi, Âişe validemize meseleyi arz ediyor; “Allah böyle buyuruyor! İstersen, sen bu meselede kendin karar vermeden bir babanla annenle de görüş!” diyor. Onun önemini de vurguluyor. “Ya Rasûlallah!” diyor anam!.. Benim anam!.. Sana kurban olayım!.. “Ya Rasûlallah! Bunu anama-babama mı danışacağım!.. Ben Seni tercih ediyorum!” diyor. Evet, üç ay ocak yanmamış, su kaynamamış; soğuk su ve hurmayla geçinmişler; içlerinde hafif bir talep belirmiş.. ve Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) öyle bir tavır içine girmiş. Buyuruyor ki annemiz: “Vallahi benim dediğim gibi, hepsi de öyle dedi!” Bu ne büyüklüktür, bu ne inceliktir, bu ne nezâkettir!..

Hizmetten
"Bundan sonra ne olacak?" | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 25, 2022 4:05


Bu video 18/12/2016 tarihinde yayınlanan " ŞERBET" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... İnsan, ebed için yaratılmıştır; ebedden ve ebedî Zât'tan başka hiçbir şeyle de tatmin olamaz. Evet, “şerbet” demiştik. “Fenâ fillah”, Allah'ta fani olma… Allah'ta fâni olunca, sonra “bekâ billah” olur insan, bekâ'ya mazhar olur; ebediyetini -Allah'ın izni ve inayetiyle, bir yönüyle- garantilemiş olur. İnsan, ebed için yaratılmıştır; ebedden ve ebedî Zât'tan başka hiçbir şeyle de tatmin olmaz. Hazreti Pîr'e ait.. (Evet, “Pîr”den de rahatsız oluyorlar, niye bilemiyorum?!.) Bediüzzaman hazretlerine ait: “İnsan, ebed için yaratılmıştır. (Ebed'den ve ebedî Zât'tan başka hiçbir şeyle de tatmin olmaz!) Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umûr-i ebediyededir.” “Al, sana bin sene ömür!” dense de… Nitekim hadis-i şeriflerde nakledildiği üzere, Hazreti Mûsâ ile Zât-ı Ulûhiyet arasında geçen mükâlemede söz konusu oluyor: Azrail aleyhisselam geldiği zaman, Hazreti Mûsâ “Daha!” diyor. Peygamberler, himmetleri âli olduğundan, misyonları adına isterler bunu: “Ya Rabbî, bakıyorum da önümde daha yapılacak çok şey var. Getirdik işte, kubbede taşları çatacaktık! Şimdi siz, bize ‘Dönün!' diyorsunuz. Evet, zaten size müteveccihtik biz!” Yavuz Cennet-mekan'ın Hasan Can'a dediği gibi, “Sultanım, Allah'a dönüş var!”; “Sen, şimdiye kadar bizi kiminle sanırdın?!” Peygamber, zaten O'nunla (celle celâluhu) idi. (Evet, Peygamberler uzun ömrü sadece vazifeleri açısından isterler. Hadis-i şerifin devamı -mealen- şöyledir: “Melek Rabb'ine döndü ve ‘Ya Rabbî, beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin!' diye hâlini arz etti. Allah, Azrail'e, ‘Sen yine Mûsâ'ya dön de ona, elini bir öküzün sırtı üzerine koymasını ve elinin örttüğü her bir kıla mukabil bir yıl ömrü olacağını söyle.' buyurdu. Hazreti Mûsâ bunu duyunca ‘Bundan sonra ne olacak?' diye sordu. ‘Bundan sonra yine ölüm vardır.' buyuruldu. Hazreti Mûsâ, ‘Öyle ise ölüm şimdi gelsin!..' niyazında bulundu.”) Efendim, “fenâ-fillah” ve sonra “beka-billah ma‘allah”. Esasen bekâya mazhariyet de şerbetlerden bir tanesi oluyor. Evet, ondan sonra, “Seyr anillah”, “seyr ma‘allah” mülahazası geliyor ki, bu son şerbet. O da, Cenâb-ı Hakk'ın bilerek-bilmeyerek size/sizlere yaptırdığı ve inşaallah gelecek nesillere de onu yaptıracağı “yaşatma duygusuyla yaşama!” Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) miraçta, görülünce başın döndüğü, bakışın bulandığı şeyleri gördükten sonra, “Duyduğum-tattığım şeyleri başkalarına da duyurayım-tattırayım!” deyip insanların arasına döndü. Abdulkuddüs hazretlerinin ifade ettiği gibi, “Öyle zirveleri ihraz buyurdu ki, vallahi, billahi, tallahi ben o zirveyi ihraz etseydim, geriye dönmezdim!” Fakat O (sallallâhu aleyhi ve sellem) döndü gördüğü şeyleri gördürmek için, o şerbeti içirmek için. O şerbet, zirve şerbeti. O şerbeti içirmek için, daha çoklarının elinden tutmak için, sırat-ı müstakîm üstü sırat-ı müstakîmi göstermek için, hidayet ötesi hidayeti göstermek için…

42 Dakika
Nihan Çumralıgil ile Yaz Sonu Kitap Önerileri

42 Dakika

Play Episode Listen Later Aug 23, 2022 42:01


Efendim, Yaz aylarının sonuna geldik. Şimdi bu dönemde Kurtuluş Harbi'nin sonunu birlikte konuşsak, kandan, savaştan ve gözyaşından bahsetsek elbette pek nahoş olurdu. Şöyle tatlı, güzel şeylerden bahsedelim dedik, Niyans sağolsun kendisine yakışan bir fikirle gelip "Hayatım" dedi "Madem herkes okuduğumuz kitapları çok soruyor neden bunlar üstüne konuşmuyoruz." Vallahi pırlanta gibi fikir. Stüdyoyaya girip sadece kitaplardan konuştuk. Tam liste aşağıda. 42 Dakika'nın bu bölümünde sohbet külli tavsiye listesi.   1- Matt Haig, Gece Yarısı Kütüphanesi 2- Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa 3- Stephanie Storey, Yağ ve Mermer 4- Falih Rıfkı Atay, Çankaya 5- George Orwell, Paris ve Londra'da Beş Parasız 6- George Orwell, Papazın Kızı 7- Reşat Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar 8- Reşat Ekrem Koçu, Kafes Arkası Günahkarları 9- Ahmet Rasim, Fuhş-i Atik 10- Murat Menteş, Fink 11- Alper Canıgüz, Kıyamet Park 12- Ray Kurzweil, İnsanlık 2.0

Hizmetten
“Yahu tercih edilmeyecek gibi de değil!” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 16, 2022 4:59


Bu video 01/01/2017 tarihinde yayınlanan " CEBR-İ LÜTFÎ VE HASANÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer efendilerimizin halife tayininde birbirini tercih etme tavrı îsâr ve istiğnanın güzel bir misalidir. Özür dilerim; bir imamete geçme mevzuunda bile, “Falan kardeşim varken, bu hak ona daha fazla düşüyor!” demek lazımdır. Oysaki o da o hakkı ona vermiş; “O, benden daha elyak!” demiş. Sen de diyorsun ki “O benden daha elyak!..” Muhtarlıkta “O, benden daha elyak!”; müdürlükte “O, benden daha elyak!”; kaymakamlıkta “O, benden daha lâyık/elyak!” Tafdil sigasıyla diyorum, “çok daha layık” manasına “elyak”. Efendim, valilikte “O, benden daha elyak!”; milletvekilliğinde “O, benden daha elyak!”; devlet başkanlığında, “Yahu bana Çankaya'nın yolu göründü veya bir sarayın yolu göründü; fakat falan olsaydı, daha iyi olurdu. O, benden daha elyak!” Mülahazayı çevirip şöyle de diyebiliriz: “Benim intihabıma bedel, falan seçilseydi, o benim yerimde olsaydı, ülkemin çehresi çok farklı olacaktı! Benim ülkem böyle problemler sarmalı içinde bulunmayacaktı. Demek ki ben, meseleyi yüzüme-gözüme bulaştırdım! Bazı şeyleri yemeye-içmeye durdum, önlüğümü kirlettim.. çocuklar gibi, önlüğümü kirlettim.. ve gelecek nesiller tarafından önlüğü kirli bir insan olarak yâd edileceğim! Keşke îsâr ruhuyla hareket edip de “Falan olsaydı!” deseydim, “Falan!..” Kim yani?!. Kulübesini değiştirmeyen bir insan.. yeme-içmesini değiştirmeyen bir insan.. halkın orta sınıfının -en fazla, orta sınıfının- hayat standartları içinde geçimini temine çalışan bir insan… “Öyle birini yerime intihap etseydim!.. Îsâr ruhuyla, Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ömer arasındaki müdaveleye benzer bir müdavelede bulunsaydım!” Orada ilk defa eli sıkılan kim? Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer'in elini sıkıyor; “Bu babayiğide ben biat ediyorum!” Açık.. Ashab-ı re'yin huzurunda.. Sâbikûn-u evvelûn, o ilk Muhacirler, o ilk Ensar, gökteki meleklere denk insanlar… Onlar, bu iki insanın gözünün içine bakıyorlar. “O, Hazreti Ömer'e biat ettiyse, demek Ömer'e biat etmek lazım!” Neden? “Çünkü Hazreti Ebu Bekir öyle bir insan ki, biz onun Efendimiz'in hayatındayken bile yanıldığına şahit olmadık!” Hazreti Ebu Bekir, onun elini sıkınca, birden gözler Hazreti Ömer'in üzerine dönüyor. O, ondan evvel davranıyor: “Allah Rasûlü'ne en önce inanan, Sevr sultanlığında O'na refakat eden, falan yerde filan yerde O'nunla beraber bulunan Ebu Bekir'in olduğu yerde Ömer'e biat edilmez, ben Ebu Bekir'e biat ediyorum!” İnsanca davranış, bu!.. Gerçek îsâr ruhuyla hareket etmek, bu!.. Ve böyle olduğu zaman, nizâ' olmuyor.. böyle olduğu zaman, münakaşa olmuyor.. böyle olduğu zaman, küfür sıfatı “hazımsızlık” hortlamıyor, “hased” hortlamıyor, ülke sarmallar içinde olmuyor, bela ve musibet sağanağına maruz kalmıyor, bir ülke bitirilmiyor, parçalanma sath-ı mâiline düşmüyor! Aksine öyle bir biat sonucunda, Güneydoğu'daki hadise gibi on bir hadise kısa sürede ve en az zayiatla hallediliyor.

Hizmetten
Yalan söylemesinler!.. Allah'tan utansınlar... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 15, 2022 7:35


Bu video 01/01/2017 tarihinde yayınlanan " CEBR-İ LÜTFÎ VE HASANÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer efendilerimizin halife tayininde birbirini tercih etme tavrı îsâr ve istiğnanın güzel bir misalidir. Özür dilerim; bir imamete geçme mevzuunda bile, “Falan kardeşim varken, bu hak ona daha fazla düşüyor!” demek lazımdır. Oysaki o da o hakkı ona vermiş; “O, benden daha elyak!” demiş. Sen de diyorsun ki “O benden daha elyak!..” Muhtarlıkta “O, benden daha elyak!”; müdürlükte “O, benden daha elyak!”; kaymakamlıkta “O, benden daha lâyık/elyak!” Tafdil sigasıyla diyorum, “çok daha layık” manasına “elyak”. Efendim, valilikte “O, benden daha elyak!”; milletvekilliğinde “O, benden daha elyak!”; devlet başkanlığında, “Yahu bana Çankaya'nın yolu göründü veya bir sarayın yolu göründü; fakat falan olsaydı, daha iyi olurdu. O, benden daha elyak!” Mülahazayı çevirip şöyle de diyebiliriz: “Benim intihabıma bedel, falan seçilseydi, o benim yerimde olsaydı, ülkemin çehresi çok farklı olacaktı! Benim ülkem böyle problemler sarmalı içinde bulunmayacaktı. Demek ki ben, meseleyi yüzüme-gözüme bulaştırdım! Bazı şeyleri yemeye-içmeye durdum, önlüğümü kirlettim.. çocuklar gibi, önlüğümü kirlettim.. ve gelecek nesiller tarafından önlüğü kirli bir insan olarak yâd edileceğim! Keşke îsâr ruhuyla hareket edip de “Falan olsaydı!” deseydim, “Falan!..” Kim yani?!. Kulübesini değiştirmeyen bir insan.. yeme-içmesini değiştirmeyen bir insan.. halkın orta sınıfının -en fazla, orta sınıfının- hayat standartları içinde geçimini temine çalışan bir insan… “Öyle birini yerime intihap etseydim!.. Îsâr ruhuyla, Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ömer arasındaki müdaveleye benzer bir müdavelede bulunsaydım!” Orada ilk defa eli sıkılan kim? Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer'in elini sıkıyor; “Bu babayiğide ben biat ediyorum!” Açık.. Ashab-ı re'yin huzurunda.. Sâbikûn-u evvelûn, o ilk Muhacirler, o ilk Ensar, gökteki meleklere denk insanlar… Onlar, bu iki insanın gözünün içine bakıyorlar. “O, Hazreti Ömer'e biat ettiyse, demek Ömer'e biat etmek lazım!” Neden? “Çünkü Hazreti Ebu Bekir öyle bir insan ki, biz onun Efendimiz'in hayatındayken bile yanıldığına şahit olmadık!” Hazreti Ebu Bekir, onun elini sıkınca, birden gözler Hazreti Ömer'in üzerine dönüyor. O, ondan evvel davranıyor: “Allah Rasûlü'ne en önce inanan, Sevr sultanlığında O'na refakat eden, falan yerde filan yerde O'nunla beraber bulunan Ebu Bekir'in olduğu yerde Ömer'e biat edilmez, ben Ebu Bekir'e biat ediyorum!” İnsanca davranış, bu!.. Gerçek îsâr ruhuyla hareket etmek, bu!.. Ve böyle olduğu zaman, nizâ' olmuyor.. böyle olduğu zaman, münakaşa olmuyor.. böyle olduğu zaman, küfür sıfatı “hazımsızlık” hortlamıyor, “hased” hortlamıyor, ülke sarmallar içinde olmuyor, bela ve musibet sağanağına maruz kalmıyor, bir ülke bitirilmiyor, parçalanma sath-ı mâiline düşmüyor! Aksine öyle bir biat sonucunda, Güneydoğu'daki hadise gibi on bir hadise kısa sürede ve en az zayiatla hallediliyor.

Hizmetten
Sokak, kirlerden arınmayınca… | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 7, 2022 10:13


Bu video 08/01/2017 tarihinde yayınlanan " TÜRKİYE PERSPEKTİFİNDEN İÇTİMÂÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Soru: Muhterem Efendim! Cuma hutbesinde, “içtimâî ruh” tabiri geçti. Bir makalenizde ona “vicdan genişliği veya inkişâfı” da denebileceğini ifade buyuruyorsunuz. “İçtimâî ruh” nasıl anlaşılmalıdır? Onun önündeki engeller nelerdir ve inkişâfı hangi hususlara bağlıdır? Bir toplumda genişlik ve kuşatıcılık fertten başlar; fert, engin ruhlu ve geniş vicdanlı ise, toplum da aynıyla o mükemmeliyeti aksettirir. Bildiğiniz gibi, “ictimâ” Arapça bir kelime. Türkçe'de “toplanma” sözcüğüyle karşılıyoruz onu. Tam ifade eder mi, etmez mi? Çünkü o kelime Arapça'da esasen “bir ve beraber olma”yı ifade ediyor; Ebu Davud'un, Sünen'inin mebdeinde namazı anlatırken dediği gibi, “topuk topuğa, diz dize, omuz omuza, birbirini zorlarcasına, kubbedeki taşlar gibi kenetlenmiş bir yapı”yı işaretliyor. Sonra kelimenin geldiği kip/bab itibariyle meseleyi ele aldığınız zaman da o “bir araya gelme”yi ve “bir toplum olma”yı tabiatlarının bir derinliği haline getirmiş kimselere imada bulunuyor. Efendim, “ce-me-a” (جمع) değil, “icmâ” (إجماع) değil, “ictimâ” (اجتماع) deniyor: Bu, “toplu yaşama”yı, bir yönüyle “birbirine dayanma”yı ve aynı zamanda “birbiri için olma”yı tabiatlarının bir derinliği haline getirmişler demektir. Böyle bir ruh hâleti vurgulanıyor. Böyle bir ruh hâletini kazanma, bir yönüyle hayvaniyetten çıkmaya, cismâniyeti bırakmaya, kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselmeye bağlıdır; orada ifade edildiği gibi, “vicdan enginliği”ne bağlıdır. Bu da herkese açık olma demektir. Ama “alâ merâtibihim”; herkese kendi konumuna göre bir alaka göstermektir. Mesela, sizinle beraber usulü/ümmühâtı paylaşan insanlarla münasebetiniz, kenetlenmeniz ve alakanızda, birbiriyle imtizaç etme ve yan yana geldiği zaman âdeta mıknatıs gibi birbirini çekme şekli söz konusudur. Bir de kendinizi zorlayarak birileriyle bir araya gelme vardır. Onlarla, bütün değerleri paylaşmıyor olabilirsiniz ama paylaşabileceğiniz ortak bir kısım değerler de vardır; bu defa onların etrafında bir araya gelirsiniz. Ama önceki çok farklıdır; orada Uhuvvet Risalesi'nde bahsedildiği gibi, “Allah bir, Peygamber bir, din bir, diyanet bir, mefkûre bir, gaye-i hayal bir, bine kadar bir, bir…” Onu çoğaltabilirsiniz. O, “bin” tane fasl-ı müşterek etrafında bir araya gelme, kenetlenme, bir çeşit kenetlenmedir. Bir de diğer bir şey diyor: İşte millî mefkûre bir, vatan bir; aynı zamanda belki bir düşman birliği var; ülkenize gözlerini dikmişler ve siz onlara karşı bir ve beraber olma mecburiyetindesiniz. Bu türden şeyleri de “yüze kadar bir, bir…” diyebilirsiniz. Bir fasla gelir ki, “ona kadar bir, bir…” diyebilirsiniz. Bir fasla gelir ki, “onda iki” filan fasl-ı müşterek vardır. Şimdi bunların hepsi çok farklı bir daire içinde, başkalarıyla beraber olma, bir şeyleri paylaşma demektir. Şimdilerdeki sade ifadesiyle “ortak paydalar” sözcüğüyle ifade edebilirsiniz onu. “İctimâî ruh” dediğimiz zaman da, Frenkçe ifadesiyle, “sosyal ruh” falan diyebilirsiniz. Dolayısıyla psiko-sosyolojiye giren bir konu olur bu. Belki çok üzerinde durulmamış bunun ama Uhuvvet Risalesi açısından bu meseleye bakabilirsiniz. Bir de kendi duygularınızdan sıyrılarak, daha ziyade Cenâb-ı Hakk'ın muradını hedeflemek suretiyle İhlas Risalesi açısından meselenin üzerinde durabilirsiniz. Yani, Allah için işler, Allah için başlar, Allah için görüşür, Allah için konuşur ve Allah için düşünürseniz şayet, böyle bir kenetlenme olur. İçtimâî ruha, insanın yuva, sokak, mâbed ve mektep kurnalarından geçerek her türlü bencilce tavırdan sıyrılıp isminin özündeki ünsiyete yönelmesi de denebilir.

Hizmetten
Ehl-i dünya da kat'iyen buna inanmayacaktır! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 28, 2022 10:18


Bu video 22/01/2017 tarihinde yayınlanan "İTİRAFÇI KILIKLI MÜFTERÎLER VE MEDRESE-İ YÛSUFİYE" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Durması gerekli olan yerde duran ve hep sâbit-kadem olanlar sonunda mutlaka kazanacaklardır!.. Bazıları böyle sarsılabilirler ama sâbit-kadem olanlar kazanacaktır. Kur'an-ı Kerim beyhude demiyor: رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ “Ey bizim kerîm Rabbimiz, bize hidâyet verdikten sonra kalblerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı bol olan vehhâb Sensin Sen!” (Âl-i Imrân, 3/8) “Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra, zeyğ'e uğratma, kalbimizi kaydırma, hidayette sâbit-kadem eyle!” demenin yanı sıra, günde nafilelerle kırk defa, teheccüd namazıyla kırk sekiz defa, evvâbîn namazıyla elli küsur defa, kuşluk namazıyla altmış defa, اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ “Allah'ım, bizi, dosdoğru yola (nebîlerin, sıddîklerin, şehitlerin, salihlerin yoluna) hidayet eyle! O yolda sabitkadem eyle! O yolda derinleşmeye muvaffak eyle!” niyazını tekrarlıyoruz. O hidayetin değişik konumda olan insanlara göre manaları bunlar: “Hidayet eyle! Hidayette sâbit-kadem eyle! Hidayette derinleştir! Muzaaf hidayetten mük'ab hidayete, mük'ab hidayetten mük'ab der mük'ab hidayete ulaştır! Huzuruna kirlenmiş olarak çıkma fırsatı verme bize!..” Günde elli defa, altmış defa böyle diyen bir insan, onda sâbit-kadim olmalı ve başa gelen o şeylere de katlanmalı!.. Ashâb-ı Uhdûd, katlanmış. Benim canım Efendim, Hazreti Ruhu Seyyidi'l-enâm, en-Nuru'l-Hâlid katlanmış. Kâinat, O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış. Biz bunu söylerken, bazıları, bazı densizler buna itiraz edebilirler. Hadis olur-olmaz, ayrı mesele fakat manası, mazmunu doğrudur onun. أَوَّلُ مَا خَلَقَ اللهُ نُورِي “Allah'ın ilk yarattığı, benim ruhumdur (veya nurumdur).” diyor. Bir yönüyle, أَوَّلُ مَا خَلَقَ اللهُ الْعَقْلُ “Allah'ın ilk yarattığı, akıldır.” “Akl-ı küll”, O (sallallâhu aleyhi ve sellem). İlm-i İlahîde ilk defa, taayyüne eren esasen, O'nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) ruhudur. Dolayısıyla O'nun varlığı, bir “ille-i gâiyye”dir. Nizamî ifadesiyle, “Peygamberlik manzumesi, O'nun adına bestelenmiştir; hükmü, -kafiye gibi- sonunda gelmiştir.” Taayyün-i evveldeki durumu itibariyle, seyyidina Hazreti Mesih'in ifadesine göre," benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olan… “ (Saff, 61/6) Sallallâhu aleyhi ve sellem. Bin canımız kurban olsun. “Ahmed” kelimesi, “gayr-ı munsarıf”; aktivitesini henüz icrâ buyurmuyor, dolayısıyla “tenvin”den münezzeh. Tenvinden münezzehiyet, bir yönüyle henüz aksiyon durumuna geçmemiş demektir. Ama “Muhammedun”, o munsarıf bir kelime; dünyaya geldikten sonra dedesi, farkına varmadan belki, O'na “Muhammed” ismini koyuyor. مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ Çünkü O (sallallâhu aleyhi ve sellem) artık gökten gelen mesajları temsil eden, imandan sonra aksiyonun bir numaralı temsilcisi, bir numaralı “hâl kahramanı”dır. Peygambere “kahraman” denmez fakat bir evsaf olarak söylenebilir.

Hizmetten
“Ey İbrahim! Bir kalbde iki sultan olmaz!..” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 20, 2022 6:45


Bu video 29/01/2017 tarihinde yayınlanan "HİZMET'İN ALTI ESASI" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Terk-i ukbâ; yaptığı ibadet u tâati cennet, havuzlar, kevserler, akan ırmaklar gibi uhrevî mükâfata bağlı yapmayı da gönülden terk etmek. Terk edilecek şeyleri terk etmezseniz şayet, elde etmek istediğiniz şeyleri elde edemezsiniz; tutmak istediğiniz şeyleri tutamaz ve tutunmak istediğiniz şeylere tutunamazsınız. Terk-i dünya ve terk-i ukbâ… Nedir esas hedef?!. اَلْإِخْلاَصَ، وَرِضَاكَ، وَخَالِصَ الْعِشْقِ وَاْلاِشْتِيَاق İhlas, Allah rızası, hâlis aşk u iştiyak. Menkıbe… İbrahim Ethem hazretleri, tacını-tahtını terk etmiş. Efendim, tâçdâr, çullu sultan, çullara bürünmüş. Mücâvir olmuş; Kâbe'yi tavaf etmekle, esasen, orada doygunluk peşinde koşuyor, itminan peşinde koşuyor. O sene nasılsa, evlâdı da hacca gelmiş. Aradan kaç sene geçmişse, hâlâ unutmamış çehresini. Evlâdını görünce, evlâdı ona koşuyor, sarılıyor. (Menkıbe… Olmuş da olabilir, olmamış da olabilir. Fakat ifade ettiği mana önemlidir. Menkıbelerin aslı değil, faslına bakmak lazım.) Çocuğunu bağrına basınca, az kalb kayması yaşıyor, “Evladım!” diye. O anda, kendi duyabileceği şekilde, kendisinin irtibatlı olduğu frekansla hemen bir sinyal alıyor: “Ey İbrahim! Bir kalbde iki sultan olmaz!..” Hemen, “Allahım! Sen'in muhabbetinin yanında kalbime oturanı al!..” diyor. Oğlu, metâfta, dizlerinin dibine yığılıyor. Böyle bir terk-i ukbâ… Terk-i dünya, terk-i ukbâ ve üçüncüsü; “terk-i hestî”: Terk-i hestî”, kendini terk etmek, kendi ile çok meşgul olmamak. Dünya adına belalar ve musibetler sağanak sağanak başından aşağıya yağdığı zaman, sadece çevresine bakacak, “Acaba bir başkasının başına da bir dolu düştü mü?!.” diye bakınacak ve işte o zaman “Oofff!” diyecek kadar… Öyle bir terk-i hestî, kendini terk etmek. Kendi evini yangın almış, cayır cayır yanıyor; bir insan olarak orada bir ihtizaz sergileyebilir. “Ben usanmam gözümün nuru cefadan, amma / Ne kadar olsa, cefadan usanır, candır bu!..” (Keçecizade İzzet Molla) Evinin yandığını gören, eşyasının yandığını gören bir insanın, hafif bir sarsıntı geçirmesi, gayet normaldir. Amma, öyle değil!.. O yangını, “Yangın/ateş, nereye düşerse düşsün, beni yakar!” mülahazasıyla karşılamak fazilettir; bunun, mesleğinizde de bir esas olması lazımdır. “Ateş, düştüğü yeri yakar!” düşüncesi, bencilce bir mülahazadır. “Ateş, nereye düşerse düşsün, beni yakar!” Falanın evine, filanın devletine, falanın saltanatına… Hepsi benim bağrıma düşmüş gibi beni yakar. Öylesine kendinden sıyrılma!.. Öylesine “başka”laşma, umumileşme!.. Öylesine umumun canı olma, umumun sinir sistemi olma!.. Kime dokunulursa, âdeta kendi sinir sistemine dokunulmuş gibi, içine kan damlayacak şekilde, bir “terk-i hestî”. Üç tane büyük terk; dünya, ukbâ ve kendini terk. Sonra da “terk-i terk”: “Terki terk”, bütün bu terkleri de terk etme, unutma onları. Ona gelip diyorlar ki; “Yahu dünya senin umurunda değil!” “Farkında değilim, onu umurumda zannediyorum.” “Yahu, sen hiç, اَللَّهُمَّ أَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ falan demiyorsun; hep diyorsun ki, اَللَّهُمَّ اَلْإِخْلاَصَ، وَرِضَاكَ، وَخَالِصَ الْعِشْقِ وَاْلاِشْتِيَاق وَمَعِيَّتَكَ، وَمَعِيَّةَ رَسُولِكَ “Allahım, her amelimde ihlaslı olmayı, rızana ermeyi, Sana halis aşk u iştiyakla teveccühte bulunmayı ve maiyetini, Rasûl-i Ekrem'inle beraberliği istiyorum!..” Fakat öyle bir terk-i terk ki, o, “Allah Allah, öyle mi, siz öyle mi görüyorsunuz?!.” falan, diyecek kadar, kendinde değil; o kadar. Muhammed Bahâuddin Nakşibendi'nin yolu… Kimlere kalmış bu yol, yolu yürüme… Hazreti Pîr'in nasıl ızdırap içinde olduğunu anlayabilirsiniz: “Ben nasıl bir yol bıraktım arkada? Kimlere kaldı o mübarek yol, güzergâh, şehrâh; şimdi kimlerin ümidine metruk?!.” Evet, “terk-i terk”; öyle bir terk edecek ki, ona dünyayı, ukbâyı, aynı zamanda cennet arzusunu terk ettiğini hatırlattıkları zaman, hatırlamayacak onları. Öyle bir şey.

Turkish Stories
Hz. Yusuf'un Rüya Tabiri / Turkish Stories

Turkish Stories

Play Episode Listen Later Jul 18, 2022 3:19


Turkish Stories for Learner Turkish Hz. YUSUF'UN RÜYA TABİRİ Bir gece Mısır Hükümdarı bir rüya gördü. Rüyasında Nil nehrinin kenarına oturmuş dinle­niyordu. Ansızın sudan yedi tane semiz inek çıktı. Zayıf ve cılız inekler besili ineklere saldıra­rak onları bir çırpıda yedi. Hükümdar yatağın­dan sıçrayarak kalktı. Bu acayip rüyasına bir yorum getiremedi. Tam bu sırada Hz. Yusuf'un zindan arkadaşı olan hizmetçi ortaya atıldı: Efendim, beni Yusuf'un yanına gönderiniz. Rüyayı en iyi O'nun tabir edeceğini sanıyorum. Hükümdar teklifi kabul etti. Bunun üzerine hiz­metçi, Hz. Yusuf'un yanına giderek ondan rü­yayı yorumlamasını istedi. Hz. Yusuf rüyayı şöyle yorumladı: - Tam yedi yıl büyük bir bolluk içinde yaşayacaksınız, tedbir olarak yiyeceklerinizin bir kısmını saklayın. Çünkü bolluk içinde geçireceğiniz bu yıllardan sonra korkunç kıtlık yılları yaşayacaksınız. Bu durum yedi yıl sürecek. Bu kıtlık yıllarında sakladığınız buğdayları yiyerek perişan duruma düşmekten kurtulabilirsiniz. İşte rüyanın yorumu budur. Hizmetçi hükümdara koştu. Hz. Yusuf'un anlattıklarını bir bir krala söyledi. Kral rüyayı dikkatle dinledi. Söylenenler çok hoşuna gitti. Hemen hizmetçisini görevlendirerek Hz. Yusuf'un zindandan çıkarılmasını emretti. Fakat Hz. Yusuf teklifi kabul etmedi. Krala iletilmesi için şu sözleri söyledi. - Benim suçsuz olduğumu kabul etmezlerse bu teklifi asla kabul edemem. Hükümdara dön, kadınlar niçin ellerini kesmişler, sorup öğrensin. O zaman ne kadar suçsuz olduğum ortaya çıkacaktır. Hizmetçi dönüp durumu anlatınca hükümdar kadınları çağırdı. Onlara Hz. Yusuf'un söylediklerini sordu. Kadınlar: -Gerçekten Yusuf suçsuzdur. Hiçbir kötü teklife aldırış etmedi. Vezirin karısı durumun açığa çıktığını görünce gerçeği itiraf etmek zorunda kaldı. Hükümdar doğrular karşısında Yusuf'u zindandan çıkararak huzuruna aldı ve şöyle dedi: -Artık kıymetli misafirimizsin. Hz. Yusuf: - Eğer devlet hazine ve depolarının idaresini bana verirseniz kıtlık için gerekli önlemleri alabilirim. Kral memnuniyetle kabul etti, Hz. Yusuf artık Mısır'ın en büyük veziri olmuştu. Bereketli ve bolluk seneleri gelip geçti. Alı­nan tedbirler sayesinde Mısır halkı korkunç teh­likeden en az zararla kurtulmuştu. This channel has been prepared to help people practice Turkish whether it's their mother language or second language while having fun listening to stories that are designed to improve their language. By following these podcasts, you can improve your Turkish language. Equip your headphones and listen to these podcasts in your free time, even while walking, sleeping, driving, cycling, and more. These podcasts will be beneficial in your understanding of the Turkish language. We advise all who learned Turkish at the basic level. 

Hizmetten
“Niye bütün bütün kıramadık?“ | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 11, 2022 5:45


Bu video 19/02/2017 tarihinde yayınlanan "DERİN VE CANLI MÜSLÜMANLIK" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Gerçek Müslümanın terörist olamayacağını ve terörün her çeşidinden fersah fersah uzak bulunduğumuzu bütün dünyaya anlatmalısınız!.. Meselenin bir diğer yanı: Esasen, Müslümanlığın bir kavga dini olmadığı çok iyi anlatılmalıdır. “Ebedî Risalet”te ifade edildiği gibi, O'nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) savaşları/harpleri bile, müdâfaa savaşıdır. Bütün dünyaya bunu göstermek lazımdır. Kavganın karşısında olduğunuzu, anarşinin karşısında olduğunuzu, terörist örgütlerin karşısında olduğunuzu ifade etmeniz, İslam'ın güzelliğini anlatma adına çok önemli bir husustur. Yığın yığın günümüzde terörist var. Müslümanlığın/Müslümanların terörizm ile katiyen alakalarının olmadığını anlatmak çok mühimdir. Yirmi sene evvel mi demiş Kıtmîr: “Müslüman, terörist olmaz; teröriste de ‘Müslüman' denmez!” Olmaz!.. Belki de burada, bu kulelerin tahrip edildiği zaman mıydı, neydi; evet, belki o zaman. O da yine on-on beş sene herhâlde oluyor. Başka zaman belki başka şekilde de mesele ifade edilmiştir. İslam'ın mübarek adını, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enam'ın emanetini, Cenâb-ı Hakk'ın mesajının -esas- hayat tarzı şeklinde hayatımıza hayat olmasını -bence- o türlü şeylerle karartmamak lazım. “Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası.” (Sözler, s.717) İhyâ-yı din ile olur dünyanın ihyası… İhyâ-yı din ile olur dünyanın ihyâsı!.. Ne çapta olursa olsun, inandırın! Bir seviyede inansın. Dolayısıyla bu, sizi -bir yönüyle- omuz omuza getirecek; diz dize, topuk topuğa getirecek; âdeta bir safın insanları haline getirecek. İsterseniz siz sonradan ona “kültürler diyalogu” dersiniz; isterseniz “anlayışlar diyalogu” dersiniz; isterseniz “inançlar diyalogu” dersiniz. Fakat esası bunun, “kavgasız bir dünya” demektir; “birbirini canavar gibi öldürmeyen insanların dünyası!” demektir. Kâfî derecede -zaten- insanlar ölüyor. Efendim, buna Darwin mülahazasıyla “natürel seleksiyon” demeyeceğim de ben; bir yönüyle şöyle-böyle, değişik yaygın/sârî hastalıklarla veya işte başkalarının şöyle-böyle zarar vermesiyle insanlar ölüyor. Buna da isterseniz “iradî seleksiyon” diyebilirsiniz; “Natural seleksiyon” yerinde “iradî seleksiyon”. Yok öyle bir tabir. Evet, bu açıdan da varsın olsun, insanlar. Efendim, “Bir ekmek bulamıyorsam ben, yarım ekmek ile geçinirim, yarısını başkasına veririm!” Ve böylece kimsenin canına kıymam.

Hizmetten
“Ulemâ kalmayınca, halk, cühelâyı “âlim” diye intihap eder" | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 7, 2022 7:35


Bu video 19/02/2017 tarihinde yayınlanan "DERİN VE CANLI MÜSLÜMANLIK" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Günümüzün cahil ve laubali teologlarını değil, her konuda kılı kırk yararak eserler yazmış ve örnek bir hayat ortaya koymuş selef-i sâlihîni takip etmek lazım!.. Gece, teheccüdü kaçırdığından dolayı, gündüz onu kaza ederken, “Bu esas, gece namazıydı ve berzah hayatını aydınlatacak bir projektör idi; ben nasıl oldu da bu geceyi böyle ölü geçirdim?!.” diye ağlayan/üzülen kaç insan vardır, o camileri lebâleb dolduran insanlar içinde?!. Bırakın onları, kaç imam vardır, kaç müezzin vardır, kaç vaiz vardır, kaç merkez teşkilatındaki ekâbir vardır, kaç Horasanlı Taylasanlı vardır?!. “Evvâbin'i kılamadım! Cebren li'n-noksan; farzımda, revâtibimde kusur etmiş olurum. Onu da kılayım ben!..” diyen kaç insan vardır?!. Kütüb-i fıkhiye'de anlatılan esaslar bunlar. Ezbere bir şey değil ki, alın bakın. Burada bunların hepsi de yine müşterek “Fethü bâbi'l-İnaye” ile beraber müzakere edildi. Yirmi eser var mıydı? Belki, yirmi ayrı fıkıh kitabı mütalaa edildi. Ben en âli mektepte meseleye bu şekilde yaklaşıldığını bilmiyorum; çünkü oralarda bile iş, geçiştirmeye bağlanmış. “Fihriste bak, işle, fişle, doktora yap, doçentlik yap, profesör ol; tamam, allâme-i cihansın!” O değil!.. O, müktesebatın bütününe vâkıf olma, esastır. O, Kütüb-i Sitte'yi birkaç defa baştan sona okumamışsa; “Falan şöyle diyor, filan böyle diyor!” Ben ona katiyen hadisçi demem. Efendim, o olsa olsa, “hüdeys”çi olur; muhaddis değil, “müheydis”!.. Yok öyle bir kelime. Evet.. Derin olma mecburiyetindeyiz. Dürer'e bakın, Gurer'e bakın; Fatih döneminde yazılan eserler. Yine o döneme ait İbrahim Halebî'nin “Mülteka'l-Ebhur”una bakın; sadece namaza müteallik, Haleb-i Sağîr'ine bakın. Belli bir dönemde yazılmış (Nuru'l-Îzâh şerhi) Merâki'l-Felâh'a bakın; onun haşiyesi, Tahtâvî'ye bakın… Onlara göre bir Müslümanlık… Selef-i sâlihînin dediği şeyleri süzmüş, değerlendirmiş, takdirlerde-tercihlerde bulunmuş, ortaya koymuşlar; “Müslümanlık budur!” demişler.

Politik Merkez - Robot Okuyucu Yayını
Suriye, Esad ve Türkiye'nin Operasyonu

Politik Merkez - Robot Okuyucu Yayını

Play Episode Listen Later Jun 3, 2022


Efendim, pek çok ağdalı anlatıcıya, bir ifadeyi kırk satıra yayarak bilimselmiş havası verene rastlarsınız, burada ben size Suriye, Esad, ilgili tüm ülkeler, güç odakları ve teröristleri de kapsar mahiyette, öz bir açıklamada bulunacağım, sonuçta neden Türkiye bir operasyon yapıyor, açıkça ortaya çıkacak. Bu mesele zaten bilinmiyor mu? Neden insanlar bu meseleyi karıştırmakla veya değiştirerek sunmakla uğraşıyorlar dersiniz? Politika ve çıkar!

Hizmetten
Kemalde noksan imiş / İncinen, incitenden!.. | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later May 5, 2022 10:03


Bu video 19/03/2017 tarihinde yayınlanan "UKBÂ BUUDLU HAYAT" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hayatı anlamlı kılan, gaye-i hayaldir; dine, imana, insanlığa hizmet edebileceksek, yaşamaya değer!.. Antrparantez; siz de öyle düşünmez misiniz? Ülkenizin, ütopyalarda bile tasvirine rastlayamayacağınız şekilde, hakkaniyetin, adaletin, istikametin, mürüvvetin, insanî derinliğin, re'fetin, şefkatin, birbiriyle kucaklaşmanın, birbirine saygı duymanın, anlayış farklılıklarına rağmen, farklılıkları ayaklar altına alarak sevgide buluşmanın ülkesi olmasını arzu etmez misiniz?!. Zannediyorum, herhalde kendini öyle bir yanlışlığa salanların dışında, onu arzu etmeyen tek bir fert yoktur. Öyle bir dünya… Herkesin birbiriyle kucaklaştığı, hatta düşmanlarıyla bile “Yıkanlar hâtır-ı nâşâdımı -yâ Rab- şâd olsun / Benimçün ‘Nâ-murâd olsun!' diyenler, bermurâd olsun.” (Nailî-i Kadim) anlayışıyla kucaklaştığı bir dünya!.. Çok defa tekerrür eden bir söz: “Âşık der, inci tenden / İncinme, incitenden / Kemalde noksan imiş / İncinen, incitenden!..” (Alvarlı Efe Hazretleri) İncinmeyenlerin ülkesi.. incitmeyenlerin ülkesi.. ezkaza incinmişse şayet, “mukabele-i bi'l-misil kaide-i zâlimâne”sinde bulunmayanların ülkesi… Öyle bir ülke ve öyle bir toplum olsun.. herkes birbirini kabul etsin.. kimse “Ben!” demesin, şirke girmesin.. herkes “Hû”ya yürüme adına, evvela, ilk basamak olarak, “Biz!” desin, “Biz!..” Mübarek milletimiz, analarla lebalep dolu olan ülke… Milletimiz, mutlu olsun.. o, mesut olsun.. orada herkes birbiriyle kucaklaşsın.. herkes, birbirini davet etsin.. birbirine çay içirsin.. kahveler sunsun.. yemekler yedirsin.. kendi saadetinden daha ziyade başkalarının mutluluğunu düşünsün.. saraylarını satsın, başkalarına bahşiş dağıtsın.. filolarını satsın, başkalarına bahşiş olarak kullansın… Böyle bir ülke, istemez misiniz? Size rüyanızda deseler ki, “O, yarın oluyor!” Size düşen şey şu mülahazadır: “Artık bundan sonra benim yaşamamın anlamı yok! Vazifem, misyonum bitti. Benim de bu oluşumda şöyle-böyle, küçük bir dahlim olduğundan dolayı, karınca kadar, bir termit kadar… Sonradan birileri tarafından ‘Sen de epey bir hizmette bulunmuştun!' demelerini duymamak için, mezarı tercih ediyorum. Allah'ım! Bana, ülkemi öyle ütopyaları aşkın hale getirdiğin günü gösterme! Elin-âlemin parmak kaldırıp ‘Bu da bu mevzuda bir şeyler yapmıştı!' demelerini duyurmadan, emanetini al!..” Efendim, bu, Hazreti Musa'nın ahlakı; bu, ahlak sultanı İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (sallallâhu aleyhi ve ala ihvânihi mine'n-nebiyyîne ve'l-mürselîn) كَانَ خُلُقُهُ الْقُرْآنَ “Ahlakı Kur'an olan” Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın ahlakı. O, ruhunun ufkuna yürüdüğü zaman, üç tane irtidat hadisesi, yalancı peygamberler, zuhur etmişti. Ruhunun ufkuna yürüdükten sonra çoğaldı, on bir tane oldu. Fakat geriye dönüp Hazreti Ebu Bekir'in arkasında, Hazreti Ömer'in arkasında, Hazreti Osman'ın arkasında, Hazreti Ali'nin arkasında kenetlenmiş o toplumun, Allah karşısında duruyor gibi kemerbeste-i ubudiyetle, en ağır vazifeleri, en ağır misyonları edâ etmeye âmâde ve teşne olduğunu görünce, tebessüm ederek öbür âleme yürümüştü. “Artık bundan sonra Benim yaşamamın bir anlamı yok! Nasıl olsa bu misyon edâ edilecek!”

Hizmetten
Öyle şirk ifadelerine ve çirkin laflara göz yumdular ki | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Apr 13, 2022 10:04


Bu video 30/04/2017 tarihinde yayınlanan "ÜFLEMEKLE SÖNMEZ, SÖNDÜRÜLEMEZ!.." isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Öyle şirk ifadelerine ve çirkin laflara göz yumdular ki, sonunda “Falanların eşleri bize helaldir!” diyebilen ahlaksız vandallar türedi!.. Geriye dönüyorum: İmtihan. وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ Öldürürler; nefislere de tecavüz ederler. İslam hukukunda ve aynı zamanda Modern Hukuk'ta “usûl-i hamse” (canı, dini, namusu, aklı, nesli korumak) esastır; “hürriyet” ile beraber, “usul-i sitte” esastır. -Bilmiyorum, usûl ilmini biliyorlar mı?- Fakat وَالْأَنْفُسِ “Enfüs” kaydının da ifade ettiği üzere, nefislere/canlara da kastedebilirler. Bakın, bir vandal kalkıp bir şey dedi. Hani daha önce bir vandal, “Falan, Allah'ın evsâf-ı âliyesiyle muttasıf…” dedi. Yani, Sübutî sıfatlar; Hayat, İlim, Sem', Basar, Kudret, İrade, Kelam, Tekvin sıfatlarıyla muttasıf demek bu. “Allah'ın evsâfıyla muttasıf!” demek, ne demek bu?!. Zâtî sıfatlar: Vücûd, Kıdem, Bekâ, Vahdaniyet, Muhalefetün Li'l-havâdis, Kıyam binefsihi. Ef'âl sıfâtı: Halk, İbda', İnşâ, İhyâ, İmâte, Terzîk. “Bütün bu evsâf-ı âliye-i İlahîye ile ittisaf etmiş!” Buna sadece “küfür” denmez; buna, Ziya Gökalp'ın ifadesiyle, “mük'ab küfür” denir, “mük'ab”. Cephe hatırına kimse, “Yahu, sen biraz ayıp ettin, ileriye gittin!” demedi. Allah'a karşı mük'ab terbiyesizlik irtikâp edildiği halde, sesini kesen “dilsiz şeytan”lar!.. Dünyanın dört bir yanında dinlerini, diyanetlerini, iffetleriyle, ismetleriyle temsil eden insanlara karşı savaş ilan ediyor gibi, umumî harp ilan ediyor gibi, cihada gidiyor gibi yola çıkan insanlar!.. Onların, neyin peşinde oldukları belli!.. Efendim, biri öyle dedi; biri de “Bakara-Makara!” dedi. Gördünüz mü, o cepheden ona itiraz eden bir insan! Bir kişi kalktı sadece, bir câmi vaizi veya hatibi; sadece o, bu mevzuda bir şey söyledi. Belki bir-iki ceridede de çıktı. Fakat cephe hatırına Allah'a sövüldüğü zaman bile ses çıkarılmadı. Koskocaman bir yurdun masum çocukları tecavüze uğradığı halde, örtbas edildi. Efendim, uyuşturucu, onların kutsadığı mekteplere kadar indi; ilk mektep talebelerine kadar indi, seslerini çıkarmadılar. Bütün me'âsîye, mesâvîye “evet” dediler, “Olsun! Madem bizim cephemizde; biz affettik, Allah da affeder!” Allah'a inanıyorlar mı, bilmiyorum; tabiî onu, Allah bilir. Bakın bu denen şeylere!.. Daha neler dendi neler?!. “Elini sürmek ona, ibadettir!”; bu da ayrı bir küfür. Bütün bunlara karşı sessizlik, dilsiz şeytanlık ve sesini çıkarmayan insanların hali, bu mevzudaki cüretkâr bir kısım saygısız ve terbiyesizleri daha da cesaretlendirdi. “Bu, yurt dışına kaçan insanların veya bizim içeriye attığımız insanların kadınları/kızları bize helaldir!” dediler. Biri dedi; ser-münâfıktan hâr-münafığa kadar, kimse sesini çıkarmadı. Cesarete geldi, bir başkası da aynı şeyi söyledi. Kim bilir kapalı kapılar arkasında daha niceleri aynı şeyleri tekrar ediyorlar?!. Ne olursa olsun, sarsılma; “Gamı, tasayı bırak, iraden canlı ise / Ümit kaynağı ol, olabilirsen, herkese!”

42 Dakika
Türkiye'de Çağdaşlaşmanın Tarihi: Büyük Zafer

42 Dakika

Play Episode Listen Later Mar 25, 2022 41:35


Efendim biraz beklettim ama sonunda bölüm bitti. Bu bölümde 1922 yılına dönüyoruz. İngiltere İrlanda ve Hindistan'daki isyanlarla, Fransa ve İtalya iç sorunlarıyla uğraşıyor. Amerika'da Roaring Twenties tüm hızıyla sürerken, Rusya'da iç savaşın sonu geliyor. Yunanistan ekonomik krizle, Ankara'da Mustafa Kemal ise Meclis'te muhalefetin kurduğu bir ateş çemberiyle karşı karşıya. Yaşanan gelişmeleri ve 30 Ağustos'ta elde edilen büyük zaferi birlikte değerlendireceğiz.  Patreon: Patreon.com/42dakika Instagram: 42Dakika

Turkish Stories
Şişmanlığın Tedavisi

Turkish Stories

Play Episode Listen Later Mar 21, 2022 3:27


Turkish Stories for Learner Turkish Şişmanlığın Tedavisi Memleketin birinde, Ahmet adında çok zengin bir adam yaşarmış. Fabrikaları, apartmanları, iş merkezleri ve hesabını bilmediği paraları varmış. İştahı da yerindeymiş. Kısa sürede şişmanlamış. Zayıflamak için gitmediği doktor kalmamış. Avrupa ülkelerine ve Amerika'ya gidip binlerce dolar harcadığı hâlde, bir türlü zayıflayamıyormuş. Bu duruma çok üzülüyor, üzüldükçe stresi artıyor, stresi arttıkça iştahı açılıyor ve şişmanlıyormuş. Dolayısıyla hiç mutlu değilmiş. Bir gün bir işçi gelip, “Efendim!” demiş. “Ben size zayıflatabilirim. Ancak bunu yapabilmem için, bir geceliğine benim misafirim olmanız gerekiyor.” “Tamam!” demiş adam. “Eğer beni zayıflatırsan sana istediğini veririm.” O akşam işçinin evine yalnız giden adam, çok zengin bir sofra ile karşılaşmış. Yiyip içtikten sonra da hemen uyuyuvermiş. Çünkü işçi, yemeklerin içine uyku ilacı koymuş. Uyuttuğu zengin adamın elbiselerini çıkaran işçi, önceden hazırladığı madenci elbiselerini ona giydirmiş. Sabah uyanan adam kendini tahta bir barakada bulmuş. İçeri giren birisi: “Haydi bakalım! Neden hâlâ buradasın? Çabuk madene!” demiş. Adam kendini tanıtmak istemiş; ama dinletememiş. Aldığı sert cevaptan sonra, çaresiz madene inmiş. Aşağıda ise bir başka adam bağırmış: “Orada bekleyeceğine, çabuk şu kazmayı alıp çalış!” Bir dağ başında olan bu maden aslında kendisine aitmiş; ancak bunu kimseye anlatamıyor, kimse de onu dinlemiyormuş. Çünkü herkes harıl harıl çalıştığından, kimsenin kimseyi dinleyecek vakti yokmuş. Kendisini buraya getiren işçi de ilgilenmiyormuş onunla. Madenden dışarı çıkması yasakmış. Köleler gibi durmadan çalışıyormuş. Çok yorulduğu için her gün tıka basa yemek yiyormuş. Ama şişmanlamak bir yana, gittikçe zayıflıyormuş. Bu madende tam bir ay çalışan zengin adam, sonunda incecik bir adam olup çıkıvermiş. Aradan bir ay geçtikten sonra kendisini buraya getiren işçi ile karşılaşmış. Akşam olunca beraber yiyip içmişler. Zengin adamın yemeğine bir kez daha uyku ilacı koyan işçi, onu uyuttuktan sonra, üzerindeki madenci elbiselerini çıkarıp önceki elbiselerini giydirmiş. Sabah olunca uyanan adam, kötü bir rüya gördüğünü düşünüyormuş; ama uykuda nasıl zayıfladığını bir türlü anlayamıyormuş.