POPULARITY
Aişe (r.anhâ)'dan, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İçlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bir kavim için layık olmaz ki, onun dışındakilerden birini imam yapsınlar.” (Tirmizi) Çünkü imametin medârı, fazilet üzerinedir. O halde kim efdal ise imamete evlâ olan odur. Nitekim fıkıh kitaplarında geniş olarak izah olunmuştur. Ebu Bekir (r.a.) hepsinden efdaldir. Hadisteki imametle; hilâfet mânâsındaki imamete işaret olunmuş olması mümkündür. İşte bundan dolayı Resûlullâh (s.a.v.) hastalığında imamete Ebu Bekir (r.a.)'i tayin etti. Hz. Ömer (r.a.) imam olduğu ve insanlara namaz kıldırdığı zaman, namazlarını Ebu Bekir (r.a.)'in imametiyle iade ettiler. Abdullah Zem'a (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre; Resûlullâh (s.a.v.)'in hastalığı şiddetlendiği zaman Bilâl (r.a.) onu namaza çağırdı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Ebu Bekir'e gidiniz.” Gittiler ki, Ebû Bekir yoktur ve Ömer insanların içindedir. Dedim ki “Ya Ömer! Kalk ve insanlara namaz kıldır.” O da öne geçti ve tekbir aldı. Resûlullâh (s.a.v.) onun sesini işittiği zaman dedi ki: “Ebu Bekir nerededir? Allâh ve müslümanlar buna razı olmaz.” Hz. Ebu Bekir (r.a.)'e haber gönderildi. Ömer (r.a.) namazı kıldırdıktan sonra Ebu Bekir (r.a.) geldi ve insanlara namazı kıldırdı. Bir rivayette de şöyle ilâve edildi: Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Ömer (r.a.)'in sesini işittiği zaman mescidin yanı başındaki hücresinden başını çıkarttı sonra dedi ki: “Yok yok yok, insanlara elbette İbn-i Ebu Kuhâfe namaz kıldırmalıdır!” (Birgivi, Tarikatü'l-Muhammediyye Tercümesi,s.166-167)
Evvela belirtmek isterim ki bu bir savunma yazısı değildir. O ezik ev zencilerinden değiliz çok şükür. Sadece gerçek bilinsin ve herkesin de gerçek yüzü ortaya çıksın diye en başından itibaren tane tane anlatayım izninizle.
mkansız işler denilince aklan gelen o isim Ahmet San ile birlikteyiz. ⭐️ Bu sefer kendisine Diego Armando Maradona'yı ve ünlü Galatasaray - Sevilla maçını sorduk.
Üniversitede sınıf arkadaşıydık. Sadece merhabamız yoktu, bayağı hukukumuz vardı. Nasılsa yolda rastlaştık. “Ne var bunda” demeyin. Adam müsteşar... Çok iyi bildiğiniz gibi “iş arslanın ağzında”. Bir yere 46 kişi alınacak, neredeyse 46 bin kişi müracaat ediyor. Bizim oğlan askerden geldi, aylardır işsiz. Şuna başvurduk, buna başvurduk. I, ıh... Tık yok... Oğlan ha bire sağa-sola hâl tercümesi yazıp yolluyor (şimdilerde sivi deniyor). Ama gittikçe de başı önüne düşmekte, hatta omuzlarının arasında neredeyse kaybolacak. Oğlanın gözümüzün önünde böylesine eriyip gitmesi kahrediyor hepimizi. İşte bu hâllerle eski arkadaşı görüverdim. Ne de olsa ayaküstü bir konuşma bu. Ancak hâl-hatır sorulur o kadar. Önce gerçekten sıcak bir kucaklaşma. Sonra “Ya, görüşemedik, seneler oldu” faslı. Daha sonra “Ee... Ne yapıyorsun bakalım?..” Dedim ya ayaküstü. Adam az sonra çekip gidecek. Bunca yıl semtine uğramamışız, bu kadar makam-mevki sahibi olmuş, telefon açıp bir tebrik bile etmemişiz. Bunları bir yana koydum. Gözümü karartıp makinalı tüfek gibi konuşmaya başladım. — Memleketin,piyasanın vaziyeti malum. Seni bilmem ama biz geçim derdindeyiz. Kızı kocaya verdik, dişten tırnaktan artırıp oğlanı okuttuk. Ona da bir istikbal olsun hani. Askerliğini yaptı, e tabii evlenip yuva kuracak. Bu zamanda kolay mı, kaç zamandır iş arıyoruz, iş arslanın ağzında. Ben kendimi kaybetmişim galiba. Oracıkta dikiliyoruz. Gelip geçenler, trafik, hatta belki ne bileyim iyi duysun diye kulağına eğilip bağıra-çağıra dert yanıyor da olabilirim. Herif “Nereden çıktı şimdi bu eski arkadaş” diyordur içinden. Neden sonra fark ettim, sıkıntıyla etrafına bakıyor. Hık, mık ediyor. Galiba özel şoförü gelmiş, önü ilikli bekliyor, konuşmamız (yani benim konuşmam) bitsin diye bekliyor. Belki bir şeyler diyecek ama ben fırsat vermiyorum. Finale doğru sesimde dramatik bir ton: — Sen şimdi usule aykırıdır falan dersin. Aklından torpil-morpil geçer. Hani arkadaşız ya [Ne arkadaşı oğlum, aradan otuz sene geçmiş], bir kayırma, himaye geçer, devlette böyledir bu işler... — Belki de “Hay, hay” diyeceksin eski mebuslar gibi cebinden bir Yenice paketi çıkarıp arkasına isim-adres-telefon numarası kaydederek “Bu işi olmuş bil” diyeceksin. Arabana atlayıp gideceksin, giderken o Yenice paketini açıp içindeki son sigarayı yaktıktan sonra paketi savurup camdan atacaksın [Yahu koca müsteşar böyle görgüsüzlük yapar mı? Hem Tekel'de Yenice diye bir sigara mı var?]. Bütün bunları bir bir sıralayıp içimi boşalttıktan sonra sözümü şöyle bağladım: — İster yap, ister yapma, senin bileceğin bir iş. Kapında benim gibi binlerce adam bekliyor. Ama hani, mektep arkadaşıyız, aramızda bir hukuk var. Hem sen meşgul adamsın, ben de seni çok tuttum ayaküstü, kusura kalma. [Böyle mi dedim acaba?] O ayrılmadan, ben atılıp iki yanağından öptüm. “Hadi eyvallah” deyip yürüdüm. Müsteşar beyi konuşturmadım. Gıkını bile çıkaramadı. İyi mi ettim acaba? İş arslanın ağzında.
Cumhurbaşkanımız sıkça tekrarlıyor: “Dünya beşten büyüktür”. Ne yazık ki, dünya düzeni “adalet, hak, hukuk yerine güç ve korku dengeleri üzerinde” durduğu için iki yüz civarındaki devlet içinden beş tanesinin dediği oluyor. Bu beş tanesi de kendi çıkarları ve bağlantılarından başka bir şey düşünmüyor, kime dokunmuş olursa olsun zulmü engellemek için hareket etmiyor, edenleri de engelliyorlar. Peki bu kalabalık niçin direnip adaleti gerçek kılamıyorlar? Çünkü güçleri yetmiyor(!) Benim bu kabule itirazım var. Güç silah gücünden ibaret değil ki! Bu beş devletin, diğerleriyle mesela ekonomik, mesela jeo-stratejik, politik... menfaatleri var. Bu menfaatleri kısarak, çeşitli ambargolar ve boykotlar yaparak da etkili olabilirler. Bunu da niçin yapamıyorlar? 1. İman, vicdan, merhamet eksik. 2. Devletler olarak çeşitli yerlerinden öyle bağlanmışlar ki hareket edemiyorlar. Bu bağlanmaların başında, gerçek manada demokratik olmayan yönetimlerin, iri devletlerin kölesi haline gelmiş olması var. Bırakın başkalarının zulmüne başkaldırmayı, kendileri, sözde değil özde bağımsız olmak istediklerinde darbeye, suikasta, ambargoya… maruz kalıyorlar. Yakınlarda Çin, Filistin'in bağımsız bir devlet kurma haklarını teyit etti. Koca dünyada ancak üç beş devlet Filistin'i tanıdı. Bunlara da şükür. Lakin arkası gelmiyor, bir hafta içinde iki yüze yakın devlet tanıyıvermiyor. Ve beş iri devletin veto hakkı Demokles'in Kılıcı, yerinde duruyor. Dedim ya: 2 “…mesela ekonomik, mesela jeo-stratejik, politik... menfaatleri var. Bu menfaatleri kısarak, çeşitli ambargolar ve boykotlar yaparak da etkili olabilirler”. İşte bunun, halka düşen tarafını/kısmını onların yapmasının önünde engel yok. Halklar, esir yönetimleri de bir şekilde etkileyebilirler. Her ülkede Tahrir Meydanı ve eli baltalı katiller yok ya! Hele şu gençlerin, daha çok Batı'da yaptıkları protesto yürüyüş ve toplantıları yok mu, gözlerim yaşarıyor ve “Ey yaşlılar, bunlardan şikayet edip duruyoruz ama kendimizden utanalım” diyesim geliyor! Gelin size, Sevgili Peygamberimizin (s.a.) vahye muhatap olmasından önce katıldığı “örnek birleşmiş milletler mayası saydığım” bir oluşumdan söz edeyim:
İbn-i Abbâs (r.a.) rivâyetiyle Resûlullâh (s.a.v.): “İstiğfarı kendisine lâzım bilen kimseyi, Allâhü Teâlâ, darlıktan kurtarır, üzüntüsünü giderir, ummadığı yerden onu rızıklandınr” buyurmuştur. İstiğfar eden kimsenin malı hattâ evlâdı da artar. Keşşaf Tefsiri'nde şöyle açıklanmıştır: “Dedim ki Râbbinize istiğfar edin. Çünki o çok mağfiret edicidir. Size gökden yağmur indirir. Size çok mal ve evlâd ile yardım eder. Size bağlar, bostanlar verir, ırmaklar akıtır” (Nûh s. 10-12) Buradan, istiğfar edince mal ve evlâdın çoğalacağı anlaşılmaktadır. Hasan-ı Basrî (r.âleyh) kendisine kıtlıktan şikâyet eden birisine, istiğfar etmesini tavsiye etti. Başka birisi fakirlikten şikâyet etti. Ona da istiğfar etmesini tavsiye etti. Neslinin azlığından, toprağının verimsizliğinden şikâyet eden kimselere de aynı şekilde istiğfar etmesini emretti. Nihayet Rebî' bin Sabîh (r.âleyh), Hasan-ı Basrî (r.âleyh) hazretlerine, “Sana çeşidli konularda birçok kimseler gelip suâl ettiler. Hepsine istiğfar etmelerini emrettin. Bunun hikmeti nedir?” diye suâl etti. Hasan-ı Basrî (r.âleyh) yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okudu. Bir kimse Ashâb-ı Kiram (r.a.e.)'den birine: “Benim malım çok, fakat çocuğum olmuyor. Bana bir şey öğret. Umulur ki Allâhü Teâlâ bana bir evlâd ihsan eder” dedi. Ashâb-ı Kiram (r.a.e.)'den olan zât istiğfara devam etmesini söyledi. Suâl soran istiğfarı çoğalttı. Hattâ günde yedi yüz kere istiğfar ederdi. Sonra bu şahsın on çocuğu oldu. Resûlullâh (s.a.v.) gündüz ve gecede yüz kere istiğfar ederdi. Huzeyfe (r.a.) anlatıyor: “Çoluk çocuğuma karşı dilim rahat durmaz, hakaret eder, söylenirdim. Resûlullâh (s.a.v.)'den sordum. “Nerdesin? Neden istiğfar etmiyorsun Ey Huzeyfe! Ben günde yüz kere istiğfar ederim. Ümmetimin seçilmişleri, iyi bir şeyle karşılaştıklarında sevinirler, kötülükle karşılaştıklarında hemen istiğfarda bulunurlar” buyurdular.” (Muhammed b. Ebû Bekir İmamzade, Şir'atü'l-İslâm, s.162-163)
NUH SÛRESİ MEALİ N071 M071 Mekke'de nâzil olmuştur. 28 âyettir. İnkârcı ve alaycı olan Nuh kavminin helâki anlatılırken, bizim de aynı onlar gibi, Kur'ân'a kulak tıkamamamız, istiğfar etmemiz istenir. İman eden, istiğfar eden toplum üzerine dünya nimetlerinin de artacağını haber verir. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1 Kendilerine acıklı bir azap gelmeden önce, "Kavmini uyar" diye Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. 2 Dedi ki: "Ey kavmim, ben size apaçık bir uyarıcıyım. 3 Allah'a ibadet edin, O'ndan sakının ve bana itaat edin ki, 4 Günahlarınızın bir kısmını afvetsin ve belirli bir zamana kadar ertelesin. Şüphesiz Allah'ın belirlediği zaman gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz!" 5 (Nuh) Dedi ki: "Rabbim, ben kavmimi gece gündüz da'vet ettim. 6 Benim da'vetim ancak kaçmalarını artırdı. 7Senin onları afvetmen için, ne zaman onları da'vet ettimse, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerini başlarına bürüdüler,(inkârda) ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler." 8 Sonra onları açıktan da'vet ettim. 9 Sonra ben, hem açıktan ilan ettim, hem de gizli gizli söyledim. 10 Dedim ki: "Rabbinize istiğfar edin. Çünkü O afvedicidir." 11 Size gökten bol bol yağmur indirsin. 12 Sizi mallar ve oğullarla desteklesin ve sizin için bahçeler versin, size ırmaklar akıtsın. 13 Size ne oluyor ki, Allah için vakar(saygı uyandıran büyüklük) ummuyorsunuz. 14 Halbuki O sizi değişik tavırlarda yarattı. 15 Allah'ın gökyüzünü yedi kat nasıl yarattığını görmediniz mi? 16 Orada (gökyüzünde) Ay'ı bir nur, Güneş'i bir kandil kıldı. 17 Allah sizi yerden, bitki bitirir gibi bitirdi. 18 Sonra sizi oraya (toprağa/kabre) döndürecek ve sizi (kıyamet günü) yeniden çıkaracaktır. 19 Allah sizin için yeryüzünü yaygı kıldı. 20 Geniş yollarından gidebilesiniz diye. 21 Nuh dedi ki: "Rabbim, onlar bana isyan ettiler. Malı ve çocuğu, onun hüsranını artırdığı kişiye uydular." 22 Büyük büyük tuzaklar kurdular. 23 (Kâfirler) dediler: "Sakın ilâhlarınızı terk etmeyin. Vedd, Süva' Yeğus, Yeuk ve Nesr (ilâhlarınızı) terk etmeyin." 24 (Böylece) onlar gerçekten çok sapıttılar, zalimlerin sapıklığını artır! 25 Hatalarından dolayı suda boğuldular, hemen ateşe sokuldular ve o zaman Allah'tan başka yardımcı bulamadılar. 26 Nuh dedi: "Rabbim, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bırakma. 27 Eğer bırakırsan, kullarını sapıtırlar ve ancak günahkâr kâfir doğururlar. 28 Rabbim! Beni afvet, anne ve babamı, mü'min olarak evime gireni, bütün mü'min erkekleri ve mü'mine kadınları afvet. Zalimlerin ise helâkini artır.” https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/nuh-suresi-tefsiri-ali-kucuk
Üzerine güneşin vurmadığı bir düşünce ve onun ifadesi olan bir söz yoktur denilmiştir. Buna göre insan lisanıyla bugün söylenen her şey aslında önceden söylenmiştir, hatta söylenilebilecek olanlar da söylenmiştir ve her zamanki gibi yenilik sanılan şey tekrarlanan söz ile kurulan ilişkideki yenilikten ibarettir. Bu sebeple “toplayan” anlamıyla Kur'an ayetleri (İlahî kelam) ve cevâmiu'l-kelim ile gönderilen Peygamber Aleyhisselam'ın hadisleri inananlar açısından çok özel bir hat oluşturur. Bundan mülhem olarak bugün İmam Taberânî'nin (ö. 360/971) el-Mu'cemü's-sagîr'inden şu hadisleri paylaşmak istiyorum: -Selman-ı Farisî'den rivayet edildiğine göre Rasulûllah (sav) şöyle buyurdu: “Günah vardır, bağışlanmaz; günah vardır, kişinin yanına bırakılmaz ve günah vardır, bağışlanır. Bağışlanmayacak günah Allah'a ortak koşmaktır. Kişinin yanına bırakılmayacak günah, insanların birbirlerine zulmetmesidir. Bağışlanacak olan günah ise, Allah Teâlâ ile kul arasında kalan günahtır.” -Câbir bin Semure'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum, yıldızlardan yağmur istemeleri, idarecilerin zulmetmeleri ve kaderi yalanlamalarıdır.” -Âmir bin Sa'd, babasının şöyle dediğini rivayet etti: “Dedim ki: “Ey Allah'ın Rasûlü, kişi kavmini savunur ve arkadaşlarını müdafaa ederse, onun sevaptaki payı diğerleri gibi olur mu?” Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Annen seni kaybetsin ey İbni Ümmü Sa'd! Siz, zayıflarınızdan başka bir vesile ile mi rızıklanıp yardım görüyorsunuz ki!” -İmran bin Hittân'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Müminlerin annesi Âişe: “Sizinle akrabalığı olmadığı halde köylerden gelip de aranıza girip yerleşen kişilere ne isim veriyorsunuz?” diye sorunca, ben: “Biz, onları inleyenler ve zavallılar diye isimlendiriyoruz” karşılığını verdim. Bunun üzerine Âişe: “Biz, onlara Rasûlüllah (sav) zamanında hicret edenler (Muhacirler) ismini veriyorduk.” dedi. -Cabir bin Semure'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ömer, Câbiye'de bize şöyle bir konuşma yaptı: “Rasûlullah (sav) aramızda iken, benim şu durduğum yerde durdu ve şöyle buyurdu: “Ashabıma hürmet edin. Sonra onların ardından gelenlere, sonra onların ardından gelenlere. Sonra yalan yaygınlaşır. Öyle ki, kişi şahitlik etmesi istenmediği halde şahitlik eder, yemin etmesi istenmediği halde yemin eder. Her kim cennetin en güzel yerini istiyorsa, cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan tek kişi ile beraberdir, iki kişiden daha uzaktır. Dikkat edin, hiçbir erkek, bir kadınla yalnız kalmasın. Çünkü üçüncüleri şeytandır. Dikkat edin, kimin iyilikleri kendisini sevindiriyor, kötülükleri de üzüyorsa, o kimse mümindir.” -Sehl bin Sa'd es-Sâidi'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Şüphesiz İslam garip olarak başladı, başladığı gibi yine garip hâle gelecektir. Gariplere müjdeler olsun.” “O garipler kimlerdir, ey Allah'ın Rasûlü?” diye sorulunca, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “İnsanların bozulduğu zaman onları ıslaha çalışanlardır.” -Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim kendisinden istenen bir bilgiyi gizlerse, kıyamet günü ateşten bir gemle gemlenmiş olarak gelir.” -Abdurrahman bin Ebu Bekre babasından rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Benden sonra dönüp birbirinizin boynunu vuran kâfirler (gibi) olmayın.” -Abdullah bin Ebu Katâde, babasından rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetimin helâkı şu üç şeydedir: Kaderi yalanlamak, ırkçılık davası gütmek ve araştırmadan dini konuları nakletmek.”
Sap ile samanı birbirine karıştırmamak lazım. En önemlisi de ilkeli ve tutarlı olmak lazım. DEM Parti'yi PKK'nın partisi olduğu için muhatap kabul etmemeyi anlarım, lakin DEM Parti'ye şu veya bu nedenle oy veren vatandaşları hiçbir şekilde muhatap kabul etmemeyi anlamam. Hele herkese açık olması gereken belediye kapısının bir tek DEM'lilere kapalı olacağının söylenmesini zinhar anlamam. Bu, sap ile samanı karıştırmak anlamına gelir. En fenası da bu ülkenin anayasa gereği eşit olan vatandaşlarının bir kısmını ötekileştirmek anlamına gelir ki bunu tasvip etmek hem anayasa ihlalidir hem de sosyal barışı bozan tehlikeli bir düşmanlaştırma siyasetidir. CHP'nin aynı zamanda TBMM'de grup başkanvekili olan Afyon belediye başkan adayının bu meyandaki sözleri aynı zamanda kendi partisinin DEM Parti ile geliştirdiği ittifak ilişkileri göz önüne alındığında ilkesiz ve tutarsızdır. Madem kazanmanız halinde DEM'lilere belediyenin kapılarını kapatacaksınız, o zaman sormazlar mı DEM ile kurumsal düzeyde ittifak içinde olan CHP'de ne işiniz var? Nereden baksanız tutarsızlık ve ilkesizlik… DEM'lileri belediyeden içeri sokmayacak iseniz o vakit mecliste olmalarına niçin itiraz etmiyorsunuz? PKK'nın partisi DEM'in mecliste olmaması gerektiği söylendiğinde niçin kalkıp bunu diyenlere “DEM, tıpkı başka partiler gibi yasal partidir. Her yasal partiyle olduğu gibi DEM ile de görüşür iş birliği yaparız!” deyip durdunuz? Madem öyle, DEM'e oy veren vatandaşları dışlamak bu söyleminizle çelişmez mi? Önceki ve şimdiki genel başkanlarınız, Demirtaş'a selam gönderirken siz o partinin vekili olarak niçin itiraz etmediniz? Ne yani DEM'in genel başkanı veya vekili iseniz sorun yok ama DEM'e oy veren bir vatandaş iseniz sorun var anlayışı, ne menem bir anlayıştır? DEM Parti, Kılıçdaroğlu için çalışırken, üstelik karşılıksız cansiperane çalışırken, DEM'liler de Kılıçdaroğlu'na oy verirken iyiydi de belediyeyi kazandığınızda kapı dışarı edeceğiniz kadar kötücül nasıl oldular? Madem belediye kapısından dahi içeri sokmayacağınız kadar zararlılar, peki o halde niçin cumhurbaşkanlığı seçiminde onların oylarını almak için onlarla ittifak yaptınız? Dedim ya, nerden baksanız tutarsız. CHP'de grup başkanvekili olacaksınız, genel başkanınızın DEM ile geliştirdiği derin dostane ilişki ve ittifak sistemine tek laf etmeyeceksiniz, sonra Afyon gibi dindar-muhafazakâr-milliyetçi bir şehirde belediye başkan adayı olduğunuzda DEM'e oy veren vatandaşları, daha açık bir ifadeyle DEM'in Kürtlerini düşmanlaştırma yoluna gideceksiniz, olacak şey mi bu? Bu kadar ilkesiz ve tutarsız bir davranış bence sadece Burcu Köksal'a özgü değil. CHP'nin asıl ideolojik- siyasi genleriyle alakalı bir durum bu. Hiç kuşku yok: CHP'nin DEM'in oylarına ihtiyacı olmasaydı Burcu Köksal'ın dediklerini CHP genel başkanı ve parti yetkilileri derlerdi.
Bir önceki yazıda bıraktığımız yerden Filistinli şair Murîd-el Bergûsî'nin hikâyesine devam edelim. Bergûsî 1963 yılında, 19 yaşında bir delikanlı olarak Ramallah'tan ayrılıp İngiliz dili ve edebiyatı tahsili almak üzere Mısır'a gidiyor, 1967'de 23 yaşına girdiğinde Arap-İsrail savaşının başlaması sebebiyle ülkesine girişi yasaklanıyor. 1996'da genç bir talebe olarak geride bıraktığı memleketine ancak 52 yaşında, ömrünün büyük bir kısmını sürgünde geçiren Filistinli bir şair olarak geri dönebiliyor. Uzun hasret dolu ve fazlasıyla çileli o otuz yılın ardından Ramallah'a dönerken; Ürdün'ü Filistin'e bağlayan ‘Köprü'de Ürdün nehrine bakarak Filistin'i düşünüyor: “Kendi kendime sordum, onu kaybetmemiş olsaydık onu bizim için özel kılan başka ne olacaktı? O da her memleket gibi bir memleket. Bizden koparılıp alınışını unutmamak için ona şarkılar yazıyoruz. Bu ihanet kalbi kırılanların hayatlarını daha da çekilmez hale getiriyor. Geçmişte kalmış bir kutsallık için değil şarkılarımız, bugünkü haklılığımız için ve işgal her gün bu haklılığımızı yalancı çıkardığı için. İşte karşımda, yaratıldığı günden beri yerinde duruyor. Dedim ki kendime: ‘Yer hiçbir yere gidemez.' Henüz ulaşamadım ona. Ama direkt olarak görebiliyorum. Büyük bir ödül kazandığı söylenen ancak ödülünü henüz eline alamamış biri gibiyim.” Bergûsî geri döndüğü memleketinde geçirdiği her dakika, bir kavuşma heyecanı ile içinde yeni baştan büyümeye başlayan bir gurbeti birlikte yaşadığını hissediyor: “Şimdi sürgünümden dönüyorum. Onların vatanına? Kendi vatanıma? Batı Şeria ve Gazze'ye? İşgal altındaki topraklara? Belli bölgelere? Yahuda ve Samiriye'ye? Özerk hükümete? İsrail'e? Filistin'e?” “Ne yeni burada? Buraların hâkimi hâlâ onlar. Geçiş iznini onlar veriyor. Dosyalarınızı onlar inceliyor. Onlar adınıza dosya açıyor ve sizi onlar bekletiyorlar. Ben kendi hudutlarım olmasına mı teşneyim? Sınırlardan nefret ederim. Bedenin, yazmanın, davranışların ve devletlerin sınırlarından.” “Ebû Saci'ye Temim'in izninin çıkması için takriben ne kadar bekleyeceğimizi sordum. Gençlere izin verirken ağırdan aldıklarını, yaşlılara ve elli yaşın üzerindekilere kolay izin verdiklerini söyledi. Misafirin daha eli bile değmeden mermere düşüp paramparça olan bir kahve fincanının sesi gibi kulaklarımda çınladı durdu elli kelimesi. Ne çok yaşadığımı ve ne az yaşadığımı hissettim. Sanki aynı anda hem çocuktum hem de yaşlı bir adam.” “Bu yerleşim yerlerinin sakinleri kim? Buraya gelmeden önce neredeydiler? Duvarların ardında çocukları top oynar mı? Pencerelerin ardında sevişir mi erkek ve kadınları? Silahları hep yanı başlarında mı? Dolu tüfekleri asılı mıdır yatak odalarının duvarlarında? Onları televizyonda silahlı görüyoruz hep. Bizden korkuyorlar mı gerçekten, yoksa biz miyiz korkan?”
Büyük kitabiyat bilginimiz Ali Emiri Efendi sevdiği ve hoşlandığı bir insanı tarif ederken “Gül yaprağıdır nüsha-i Kur'an arasında” diyor, böyle orijinal bir cümleyle dostuna duyduğu muhabbeti dile getiriyor. Bilindiği gibi gül Peygamberimiz'i temsil ediyor. Kur'an ise Allah kelamıdır. Kâmil bir insanın, muhabbet ehli bir zatın, ilahi kitabın sayfaları arasında daha da güzelleşen gül yaprağına benzetilmesi son derece isabetli bir söyleyiş tarzı olarak karşımıza çıkıyor. Gözlerin nuru, gönüllerin süruru olan Mushafı Şeriflerin okuna okuna, bir nevi kudsiyet kazanan İslami eserlerin, kadim kitapların sararmış yaprakları arasında arz-ı endam eden güller saçtıkları güzel kokularla, o canım eserleri de gül kokulu kitaplar haline getiriyorlar. İyi komşu, kötü komşuyu bile iyileştiren kimsedir. Gül de böyledir efendim, beyazıyla, sarısıyla, pembesiyle, kırmızısıyla bütün güller, bulundukları mekanları şenlendirirler, kendilerini koklayan insanları dinlendirirler. Gül, asık suratları güldürür, ruhları okşar, gönüllere ferahlık verir. Koku alma duygumuzu coşturur. Cansız eşyayı bile tesiri altına alır. Çevresine ışık saçar. Dalındaki dikenleri bile munisleştirir. Ve siz gülü sevmek için dikenine katlanırsınız. Sadi'nin Gülistanı'nda yer alan şu anekdot; gülün güzelliğini ve özelliğini canlı bir tablo gibi yansıtıyor: “Bir çiçeklikte otla bağlanmış, birkaç demet taze gül gördüm. Dedim ki: Naçiz, basit otun ne değeri var ki, gül ile birlikte bulunuyor. Ot, ağlayarak dedi ki: Sus! Kerem ehli, sohbeti, dostluğu unutmaz. Her ne kadar yüzümde letafet yoksa da ben de gül yetiştiren bahçıvan tarafından beslendim” Evet, gülün her rengi güzeldir. Fakat kırmızı gül hepsinden güzeldir. Bu mübarek çiçek kırmızı rengiyle, maşuku remz etmektedir. Bundan dolayı kırmızı gül çiçeklerin şahıdır. Peki maşuk kimdir. Hiç şüphe yok ki, Peygamber Efendimiz'dir. Kırmızı gül Resulullah'ı temsil ettiği için büyük bir ilgi görmüştür. Edebiyatımız bu sevginin canlı örnekleriyle doludur. Bu remizden, bu işaretten yola çıkan eski insanımız gül koklarken salavat getirir, gül suyu kullanırken Efendimizi hatırlayarak “neşveyab” olur. Gül ile dostluğu kendisini Peygamber Aleyhisselam'a daha fazla yaklaştırır. Hilye-i Şerifler bile eskiden gül şeklinde hazırlanıyordu. Gül sevgisiyle Peygamberimiz'e duyulan muhabbeti en güzel şekilde dile getiren hükümdar şairlerden biri de, Sultan Birinci Ahmed idi. Aziz Mahmud Hüdayi'nin rahle-i tedrisinde azizliğin sırrına eren bu genç padişah bir dörtlüğünde şöyle diyor: N'ola tâcım başımda götürsem dâim Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Rüsül'ün Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir Bahtiyâ, durma yüzün sür kademine o gülün Âşık hükümdar, maşukuna, yani Efendimize duyduğu muhabbeti, saf ve temiz sevgiyi bu dörtlüğüyle dile getirip diyor ki: “Ah ne olurdu o resuller resulünün, nebiler sultanının tertemiz ayağını tacım gibi daima başımda taşısaydım. Nübüvvet bahçesinin gülü, o ayağın sahibidir. Ey Bahti, hiç durma, o gülün ayağına yüzünü sür!” Biraz da “Mevlânâ gülleri”nden söz edelim mi?
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Berber tecrübelerimizi konuşuyoruz. Türkiye'de berberlerde yaşadığımız ilginç anları ve berberlere dair tespitlerimizi paylaşıyoruz. Berber ve kuaför arasındaki farkı anlamaya çalışırken, Avrupa'da popülerleşen Türk berberleri takdir ediyoruz. Interactive Transcript and Vocab Helper Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership Transcript Intro Müzik Haftanın Konusu Emin: [0:20] Herkese merhaba. Easy Turkish Podcast'in yeni bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin. Bugün yine her zamanki gibi Cihat'la beraberiz. Nasılsın Cihat? Cihat: [0:30] İyiyim Emin. Teşekkür ederim. Geri aldın sunuculuk işini. (Beğenmedim seni.) Geçen bölümden sonra... O yüzden mi oldu? Tüh. Emin: [0:35] Şaka yapıyorum tabii ki. Sadece... Yani beş saniye önce sormam üzerine sen dedin ki "Sen yap.". Ben de yaptım. Cihat: [0:47] Evet, doğru. Ya bunun arka planını bilmedikleri için, bunun hakkında bir rekabet olması fikri çok komik gelmişti bana. Emin: [0:53] Evet, sanki ben böyle çok hırslı biriymişim, ben başlatmalıymışım gibi bir izlenim oluşturma lütfen. Cihat: [0:59] Tamam. Dinleyicilerimizi yanlış yönlendirmeyelim. Zaten lise hayatımız bu yanlış yönlendirmelerle geçti. Emin: [1:05] Aynen öyle. Eee, ne yapıyorsun bugün? Cihat: [1:09] Bugün... Ya bugün çalıştım. Sonra gittim tıraş oldum. Yani günün en önemli noktası benim çalışmayı bırakıp "Ben tıraş olacağım." dediğim andı. Heyecanla bu anı bekledim. Çünkü... Gerçi sen uzun zamandır görmedin. Saçım ve sakalım uzamıştı yani bir miktar. Saçım değil de sakalım çok uzamıştı. (Geçen görüştük ya?) Ondan sonra da uzadı işte. (E yani.) İki hafta falan oldu yani. Uzadı, uzadı, uzadı. Dedim ki "Benim bu karmaşıklıktan kurtulmam lazım. Bir berbere gideyim.". Support Easy Turkish and get interactive transcripts and live vocabulary for all our episodes: easyturkish.fm/membership
Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer, bu hafta Biri Bir Gün'de "Abdülehad Nuri Hazretlerini ve Hikayelerini" anlatıyor... Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı: Selamın aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler ve dahi erenlere gönül vermenin bir bedel icap ettirdiğini bilenler hatta bi ötesini de söyleyelim, erenlerin dünyadan alem-i cemale göçmeleriyle kabirlerinin toprakta değil de aşıklarının gönlünde olduğunu bilenler... Ölüm, Şeb-i Arus... Hayatı öyle yaşayana ölüm düğün gecesi. Mübarek olsun... Öyle yaşayana mübarek olsun, öyle göçene mübarek olsun. Gelirdi Tuğrul Bey Hocam, otururdu buraya... Göçtü... Mevla mekanını cennet eylesin, derecâtını âlî eylesin, ahirette bizi beraber eylesin inşallah, burada yarım yalan mevzular orada devam etsin kaldığı yerden... Derler ki; Ehlullah kındaki bir kılıç gibidir. Vefat ettiği vakit kılıç kından çıkar. Bu sözü böyle bilirdim de bu sözün şu manaya denk düştüğünü bilmezdim; Evliya-i Kiram Hazeratı yaşarken onu sevenler kındaki kılıcı bağırlarında taşıyorlar fakat kılıç kından çıkıyor ya çıkınca bağırda saplı taşınıyormuş... Cenazede bir derviş baba Muzaffer Efendi Hazretlerini sırlamış, Safer Efendi Hazretleri sırlamış, Tuğrul Efendi Hazretlerini de sırlıyor. Dedim ki siz bilirsiniz nasıl oluyor bu işler? Baktı böyle bir halim, selim gayet vakur bir ateş düşüyor dedi. Geçiyor mu peki dedim? Geçmiyor dedi. Bi ateş düşer ve geçmez... Mevla kalanlarına, sevenlerine, bağlılarına sabr-ı cemil versin inşallah... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Her hafta birbirinden farklı hikayelerle izleyicilerini kıssadan hisse almaya davet eden Serdar Tuncer, bu hafta Biri Bir Gün'de "Kanuni Sultan Süleyman Ve Hızır (a.s)" hikayesini anlatıyor... Serdar Tuncer bu bölümde başlıca şunları anlattı: Selamın aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler, hiç olmazsa onlara laf ettirmeyenler ve dahi hakkın esrarına talip olduğunu bulmanın pek zor bir şey olduğunu bilenler... Bu ne demek? İnsan bir şeyleri ister, arzu eder. Bu dünyaya dair bir şey de olabilir, ukbaya dair bir şey de olabilir fakat bedelini ödemeye gelince iş çok az insan isteğinin arkasında durabilir. Biz isteriz ki armut piş, ağzıma düş... En ufak meseleden en girift hadiseye kadar, en küçük talepten en ulvi murada kadar her şeyin hemen oluvermesini isteriz de öyle üç kuruda beş köfte yoktur. Adetullahta böyle bir şey yok. İlle bir bedel isterler. Adamın birisi bir gün çıkmış gelmiş bir Allah dostunun huzuruna; Efendim demiş, ben Hakk'ın esrarına talibim. Bak sen :) Çok bir şey de istemiyor. Hakk'ın esrarına talibim... Efendi Hazretleri bakmış; Evladım demiş şimdi çok müsait değiliz sonra bi gel bakalım... Böyle yaparlar. Geldim, istedim, al yavrum yok. İlle bir sonrası vardır. Hani diyor ya Neşet Baba; "Dedim sende buldum halis gevheri, dedi yok bir mihenge vurmalı" İlle bir mihenge vururlar, bir tartarlar kaç kilosun bakayım... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Tükenmez kalemle yazılmış, imlaya dikkat edilmemiş, kağıdının ucu özlemle yakılmış acemi aşk mektuplarını yazan adamlarla o yazılmış mektuplar üzerinden romantizm üreten sümüklüler arasındaki fark üzerine konuşmayı geçirdim aklımdan. Sonra vazgeçtim bundan. Hayatı boyunca o büyük soruya bir kez bile yakalanmamış, o büyük soruya bir kez bile temas etmemiş, meseleyi dil oyunlarından, parlak cümlelerden ibaret saymış, güzeli iyiden ayırarak zihnini birbirinden bütünüyle kopuk kompartımanlara ayırmış ve bunun üzerine bir tek kez bile düşünmemiş adamları dert etmeye değmez, o yüzden. “Ama onlar kazanıyor” dedi biri. “Onlar kim?” diye sordum. “Bir şairin cenazesine fotoğraf makinesiyle giden o yırtlaz kalabalıktan mı söz ediyorsun?” Dedim ve ekledim: “Tevazudan yapılma maskelerinin altına kocaman kibirler saklamayı alışkanlık haline getirmiş adamlardan mı açıyorsun bahsi? Onlar mı kazanıyor?” Biliyor olmak için bilmenin kendisini putlaştıran putpereste “bilgin” denilen günlere eriştik tastamam. Önemli olanın bildiğini bilmek olduğunu düşünen adamların o saftirik kibirlerinin arasından bildiğinin bilinmesini isteyen sofistike ahmakların cehennemine sürüklendik. Bir kâbusa dönüşmesini beklediğimiz her şey bir oyuna dönüştü ve asıl kâbusun bu olduğunu fark edemedik. “Morfoloji yaraya yaraya amorflar üretmeye mi yaradı diyorsun yani?” diye sordu biri. Dişlerimi sıktım yahut gülümsedim, aynı şey sayılırdı çünkü. “Bildiğiyle eylemeyenin yeri cehennemdir abi, onu diyorum” dedim, “bunu süsleyince durum değişmeyecek. Bildiğini eylemezsen cehenneme gideceksin.” Bir dağın üzerine bir bulutun gölgesi inse ve zifirî karanlığa kesse her şey, sorarım sana, karanlığa inanmaya başlamamız için bir gerekçe vermiş olur mu bize o bulut? Bildiğinin bilinmesini isteyen putperestler, bulutu ve dağı aynı anda ve aynı şey olarak anlayabilecek bir müphemliğe erişebilirler mi? Işığın ve karanlığın birer kesinlik olmadığını anlatmanın bir yolunu bulabilir miyiz onlara? “Kesin mat yoktur, iyi oyun vardır sadece” dizesinin müphemliğinin oluşturduğu kesinlik üzerine bir saniye düşünseler putperestliklerinden vazgeçme cesareti bulurlar mı kendilerinde? Tekrarlayalım: “Bir şairin cenazesine fotoğraf makinesiyle gidilmez. Çünkü şairlerin fotoğrafları değil gölgeleri vardır.” “İşte sen de bir aforizma patlattın be abi” dedi biri. Gülümsemedim. “Kimde ne yoksa en çok onu satar be reis” deyiverdim, “gölgem yoktur belki benim, o yüzden fotoğraflarım yakışıklı çıksın istiyorumdur.” Uzun bir geceydi. Kemiklerim ağrıdı biraz. Biraz baharın gerektiğine o yüzden karar verdim. Çok sevilen güzel bir kızın hiç kimseyi sevememesine benzeyen bir şey hissettim kalbimde. Öylece, dümdüz, üzerine bir şey düşünmeye vakit bile bulamadan hissettim. Kemiklerimin ağrısı arttı. Telefonum çaldı sonra. Hiç tanımadığım bir ses “uzayan gecelerin tek tesellisi yalnızlıktır” deyip kapattı. “Kendini tekrar edip duran bir Selçuklu motifinin müphemliği üzerine düşünmeye başlasam beni de onlardan sayarlar mı?” endişesi ile birlikte bir nefes çektim ciğerime. Amorf bir gecenin içinde “ne kadar az bilirsen o kadar mutluluk” dedim. Bir çorbacının ışıkları yarıyordu geceyi. Bir masaya oturup “mercimek” dedim, “her zaman en garantisi odur.”
Bu video 16/10/2016 tarihinde yayınlanan " MEHDÎ, MESÎH VE KÂİNAT İMAMI (!)" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Dünya çapındaki Hizmet faaliyetlerinde sevk-i ilahiyi ve Allah'ın inayetini görmezden gelerek muvaffakiyetleri sebeplere ve bazı şahıslara vermek ancak gafillerin işi olabilir. Ben o talebelerin yemeklerinden birine bir kaşık çalmadım. Banyolarında, “suları bana haram olur” diye, banyo yapmadım. Abdest alırken, onların bastıkları terliklere ayağımı basmadım. Altı seneye yakın orada günde altı saat derse girdim, beş kuruş para almadım. Mütalaada başlarında bulundum, beş kuruş almadım. “Haram olur” diye almadım. Ağzıma koymadım; eminim, arpa kadar şeyi ağzıma koymadım. Orada yetişen bazı arkadaşların gerçekten adanmışlık ruhuna kendilerini adayacaklarını, yaşatmak için yaşama duygusuna bağlanacaklarını, hiç hesap edemezdim ben. Bir gün geldi, arkadaşlar Bozyaka'nın avlusundan arabalarla Türkiye'nin değişik yerlerine gitmeye başladılar. İki araba.. “Aman, ne büyük fütuhat!” falan diyorduk. Antep'e gidiyor, onlara diyorlardı ki: “Yurt yapın da içine talebe koyun! Dört başı mamur insan yetişsin. Sigara içmesinler, uyuşturucu kullanmasınlar, beş vakit namazlarını kılsınlar, kimsenin ırzında-namusunda gözleri olmasın. Mesâvîye karşı, me'âsîye karşı mesafeli dursunlar; Hazreti Gazzalî'nin ifadesiyle “münciyât”a açık bulunsunlar, “mühlikât ve mûbikât”a karşı da bütün kapılarını kapasın, arkasına da sürgüler sürsünler!..” Bu mülahaza ile iki araba, üç araba gidiyorlardı; “Aman ne büyük iş!” diyorduk ona. Aklımız ancak o kadarına eriyordu. Sadece Türkiye'nin içinde böyle birkaç yere giden insanlar, gün geldi “Daha uzak yerlere de gidebiliriz!” dediler. Bir gün, Rus İmparatorluğu yıkıldı; “Yahu onlar (Türkî Cumhuriyetlerin halkı) bizim Asya'dan kardeşlerimiz; biz oradan gelmişiz, Oğuz boylarındanız biz. Atalarımız, o Devlet-i Aliyye'yi kuranlar da oradan gelmiş. Gidip onlara karşı vefa borcumuzu edâ edelim!..” dedik. Denedik yani. Üç beş tane insan, kuralarını çektiler, dünyanın değişik yerine gittiler. Coğrafyada o yerlerin nerede olduğunu Kıtmîr, bilmiyordu. (Yine “Kıtmîr” diyorum ben, onlara rağmen.) Kıtmîr bilmiyordu, gidecek insanlar da bilmiyorlardı. Belki hava meydanında “Falan yere nereden gidilir?” diyorlardı. Öyle çantalarını ellerine aldı, öyle gittiler. Bir yerde, iki yerde bu iş tutunca, “Yahu oluyormuş!” dediler. Onlar da ifade ediyor bunu her yerde. Alkışlarla Pennsylvania'ya selam gönderenlerin, buraya kadar gelenlerin, tebrik edenlerin sayısı az değildir, yüzlerce… Otuz sene bu meseleyi öyle görmüş insanların, bugün kalkıp aleyhte bulunmalarına, “aldanmışız!” demelerine karşılık “ahmaklık etmişler” derim ben; “ahmaklık etmişler!..” Bütün dünya aptal da sadece onlar akıllı değil. İki-üç senedir tahribatlarına rağmen, herkes “Yeni okul açın!” diyor. Bu sene onların tahribat adına gelip-gittikleri yerler, on beş tane okul ruhsatı veriyorlar, on beş tane. Bunların hiç biri bizim aklımızın köşesinden geçmezdi. Ben size yemin ederim, rüyasını bile görmemiştim ben bunların.
“Onlar cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı olarak onların üzerine yaslanırlar. Çevrelerinde, ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar. Kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.” Hayır. Size bunu ispat edemem. İkna da edemem sizi. Hatta “inanıp inanmamak size kalmış” diyerek konuyu kapatabilirim kendi adıma. Ama size yemin ederim ki orada, sıcaklığın belki kırk dereceyi gördüğü o Akdeniz şehrinde, şehrin ekabirinin o standart nezaket ziyaretinde zaman durdu benim için. Yemin ederim durdu zaman ve ben tam olarak şöyle hissettim: Zaman bir daha akmasa, bu durduğu yerde dursa ve ben buradan doğruca hesap vereceğim güne gitsem gözüm hiçbir şekilde arkada, dünyada, geride bıraktıklarımda kalmaz. Anlatamayacağımı bile bile anlatmayı deneyeceğim size. “Şuraya da bir uğramanızı çok isteriz” dediler şehrin ekabirine. Ben de Allah biliyor ya, “bakalım orada ne varmış” diye merak ettiğimden değil, şehrin sıcağından klimalı bir ortama geçebilmenin derdiyle takip ettim kalabalığı. Anlatamayacağımı bile bile anlatmayı deneyeceğim size. Onu gördüğümde aslında çok da etkilendiğimi söyleyemem. Ben onu gördüm ama o beni görmedi bu arada. Dedim ya, ben de onu gördüğümde çok etkilenmedim. Kalbim ısındı birden ama işte o kadar. Sonra bir şey oldu. Sesini duydum onun. Anlatamayacağımı bile bile anlatmayı deneyeceğim size. Sesini duyduğumda şöyle hissettim. Elinde bir ok olsaydı ve beni tam kalbimden, tam alnımın ortasından vursaydı da olurdu. Dahası eline incecik bir neşter alsa ve ciğerimi yavaş yavaş kanasın diye yaralasaydı da olurdu. Beni oracıkta teslim alsa ve ilmeği boynuma geçirseydi de olurdu. Ama bütün bunlardan çok daha önemli bir şey oldu. Sesini duydum onun. Dağların karını eritecek sesini duydum. Savaş başlatacak ve bütün savaşları bitirecek sesini. Zaman, tam orada durdu işte. Gelip boynuma ustura misali dayanan sesiyle zamanı durdurma gücünü elinde bulunduran bir süper kahraman gibi durdurdu zamanı. Bunu size ispat edemem ama Hacer annemizin suya “akma, akma” demesine benzer bir etki vardı sesinde. Zamanı durdurma gücü vardı sesinin. Anlatamayacağımı bile bile anlatmayı deneyeceğim size. Şöyle oldu. Öğretmeni “son çalıştığımız yeri oku bakalım” dedi Ecrin'e. Ecrin, önündeki beyaz sayfalı, kabartmalı kitaba parmağını yerleştirdi ve okumaya başladı. Cevherle işlenmiş bir tahta dönüştü sırası, o okumaya başlayınca. Breille alfabesiyle yazılmış Kur'an'da parmakları ilerleyen Ecrin, Vakıa Suresi'ne sesiyle can verirken durdu zaman. Zaman tekrar akmaya başladığında yani Ecrin Vakıa'dan okumayı bitirince aklıma gelen ilk kelime “ruşendil” oldu. Ruşendil, yani kalbiyle gören. Görme engelli, kör, âmâ değil. Ruşendil. Görmek için bir çift göze ihtiyaç olmadığının ispatı olarak oradaydı ve zamanı durdurma gücü vardı Ecrin'in. “Ya hepimizin kalbini gördüyse” diye endişe ettim birden. “Ya benim kararmış, yıpranmış, tükenmiş kalbimi gördüyse” diye endişe ettim.
Dört beş gün önce Yetim Vakfı yararına bir yetim mezatı yaptım instagramdan. Bu seferki mezatta toplanan 35 bin lira paranın tamamı vakfın “Okullar Açılıyor İyilik Zili Çalıyor” kampanyasına gitti. Kampanya kapsamında Türkiye dahil 24 ülkede 10 bin yetime kırtasiye yardımı yapılacak. Hatta dağıtımlar başlamış olmalı şu günlerde. Kampanyada ağırlık Türkiye'den sonra korkunç bir sel felaketiyle sarsılan Pakistan ve bir toz toprak ülkesi haline gelmiş Afganistan'da olacak. O gün instagramda yaptığımız mezatın gelirini bu kampanyaya aktaracağımızı duyan bir iş adamı arkadaşım “ben bin adet kırtasiye paketi vereyim kampanyaya” dedi. Siz bu yazıyı okurken o paketler Yetim Vakfı'nın deposuna doğru yola çıkmış olacak. Mezatın ertesi günü Yetim Vakfı Başkanı Murat Yılmaz beni aradı. Dedi ki “kırtasiye paketleri çantalı mı gelecek, çantasız mı?” “Çantasız” cevabını alınca dedi ki “o zaman iki çantacı var. Onları bir arayayım. Birinden biri bize bin çanta bağışlar belki.” Akşam saatlerinde tekrar döndü Murat Yılmaz. Dedi ki “abi müjde, iki çantacı abi de biner adet çanta bağışladı. Yalnız küçük ve tatlı bir sorunumuz var şu an. Bize bin paket daha kırtasiye malzemesi lazım.” Dedim ki “abi, o bin paketi ben kampanya yoluyla toplayayım istersen.” “Olur muydu olmaz mıydı” diye konuşurken bir bağışçıya daha ulaşıldı ve o bin paket kırtasiyeyi de temin ettik. Sevinçli bir şey oldu elbette. Türkiye'nin dört bir yanında 2.000 yetim çocuk okullarına başlarken birinci sınıf kırtasiye malzemeleri ile başlayacaklar. Küçük gülümsemeleri yetecek de artacak bize. Sevinçli bir şey olmaz olur mu? Tam o sevinçli günde geldi Faris Muhammed Al-Ali'nin Hatay'da öldürüldüğü haberi. 5 yıldır IHH'nın misafir edip okuttuğu bir yetimdi Faris. Bu sene tıp fakültesini kazanmıştı. Küçük bir tartışmada bıçakladılar Faris'i. Nesebi gayrısahih ırkçılar, Faris kendilerine benzemiyor diye, kendilerinden zayıf diye, öteki diye, mülteci diye öldürüp geçtiler onu. IHH Başkanı Bülent Yıldırım'ın sözleriyle söyleyelim: “17 yaşındaki bir gencimizi daha kaybettik. Kendisi şehit evladıydı. Koca adamlar şiddet ve ırkçı söylemleri yaygınlaştırdılar. Bu söylemler yüzünden bu yetim çocuğumuz aramızdan ayrıldı. Çocuklar ölüyor, okula gidemiyor ve hepimiz kaybediyoruz.” Bir yanda iki bin yetime, yirmi bin yetime, yüz bin yetime; okullar açılırken mahzun kalmasınlar, omuzları düşmesin, kendilerini yenilmiş hissetmesinler diye yetişmeye çabalayan adamlar var. Bir yanda da kendilerini benzemeyeni yok etmeye ant içip yemin etmiş pislikler topluluğu. Hikayemiz bu ve şair dostum Muzaffer Serkan Aydın'ın da dediği gibi “gerçek, bir hikayeden alınmıştır.” Gördünüz değil mi Ümit Özdağ isimli kendisini tavsif etmek için sözlüklerde uygun hakaret kelimesi bulamadığım faşistin yazdıklarını. Şöyle dedi: “IHH, Suriyeliler tarafından öldürülen bir tek Türk genci için başsağlığı yayınlamadı. Bunların nüfus cüzdanlarından başka hiçbir şekilde Türklükle ilgileri yok. Aslında Türk düşmanı bunlar.” Faris'in öldürülmesi yine yetmemiş bu kan emici vampirlere. Mutlaka yeni kanlar aksın ve o kanlar kendi aşağılık çıkarlarına hizmet etsin istiyorlar. Öyle normalleştiriyorlar ki bu yıl tıp fakültesini kazanmış bir şehit evladının, bir yetimin öldürülmesini, kanımız donuyor, insanlığımızdan utanıyoruz artık. “Bırak konuşsun, bırak havlasın” diyerek atlatamayız bu vartayı. İşte İngiltere'de en önemli vaadi “göçmenleri yollayacağım” olan bir vampir Muhafazakar Parti'nin başına geçti, yakında da başbakan olacak. Biz bir yandan Ukrayna'daki yetimlerin derdiyle dertlenmeye devam edeceğiz, bir yandan da bu vampirlerin, bu kan sevicilerin, bu aşağılık heriflerin seslerini kesmenin bir yolunu bulacağız.
“Biz” dedi, “ateş taşırız” dedi. “Nasıl hocam” dedim, “anlamadım”. “Bu alimler var ya alimler” dedi, “bu alimlerin” dedi, “dünyaya gider ateşini alır, bu tarafa getiririm” dedi. “Benim işim o” dedi. Dedim “hocam bizim ateşimiz var mı?” Hani bir an sordum. Baktı şöyle doğru; geride yanmış, bitmiş, küllenmiş külleri gösterdi. #synergykendiyas #ateş #cehennemateşi #alim #türbeziyareti Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
Kureyş kabilesinin Benî Cumah koluna mensuptur. Hz. Ebû Bekir (r.a.) vasıtasıyla on üçüncü kişi olarak İslâmiyet'i kabul etti. Yine ilk müslümanlardan olan oğlu Sâib ve kardeşleri Kudâme, Abdullah ve Sâib (r.a.e.) ile beraber Birinci Habeşistan Hicreti'ne katıldı. Mekkeliler'in İslâm'ı kabul ettiğini duyunca yakınlarıyla birlikte Mekke'ye döndü. Haberin asılsız olduğunun anlaşılması üzerine Velîd b. Mugīre'nin himayesine girmek zorunda kaldı. Müşriklerin Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Ashâbı (r.a.e.)'e işkence yaptığını gören Osman (r.a.), Velîd b. Mugīre'nin himayesini terkedip Allâh (c.c.)'un himayesine girdiğini açıkladı. Daha sonra da kardeşleriyle birlikte Medine'ye hicret etti. Sahihayn'de, Sad b. Ebi Vakkas (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v.), Osman b. Maz'un'un bekar yaşama isteğini reddetmiştir. “Şayet izin verseydi elbette kendimizi hadım ederdik” demiştir. İbn Şahin (r.âleyh) şöyle rivâyet ediyor: “Dedim ki: Ey Allâh'ın Resûlü (s.a.v.)! Bana savaşlarda bekar kalmak zorluk veriyor. Hadım olmam için bana izin ver. Kendimi hadım edeyim mi?” Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Hayır! Lâkin ey İbn Maz'un, sana oruç tutmanı tavsiye ederim.” Bedir Gazvesi'ne de oğlu ve iki kardeşiyle beraber katıldı. Osman b. Maz‘ûn (r.a.) bu savaşın ardından vefat etti ve Medine'de ilk vefat eden muhacir oldu. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun ölümüne üzülüp ağladı ve naaşını öptü. (Ebû Dâvûd), “Bu bizim âhirete ilk gidenimizdir” diyerek onu Bakī‘ mevkiine defnetti, daha sonra burası kabristan haline getirildi. Osman (r.a.)'ın defninden sonra Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in bir sahâbîden büyükçe bir taş getirmesini istediği, sahâbî taşı kaldıramayınca Resûlullâh (s.a.v.)'in onu alıp kabrin başucuna koyduğu ve “Böylece kardeşimin kabrini bulur, tanır ve ailemden ölenleri de artık buraya gömerim” dediği belirtilmektedir. (İbn Mâce) (İbn Hacer el-Askalânî, el-İsabe (Seçkin Sahabeler), s.385-386)
"Konuş” diyor, “anlat da, insan anlata anlata.” Unutuyor adaşım. Hâlbuki daha önce defalarca oturduk. Defalarca çay, börek, simit, kola ısmarladım ben ona. Defalarca “20 liraya ihtiyacım var” dedi ve defalarca verdim o 20 lirayı. “İşin ne?”, “nerede oturuyorsun?”, “evli misin?”, “çocuğun var mı?” ve elbette “nerelisin?” Beypazarlı olduğumu öğrenince ilgilenir her seferinde. Ankara'ya defalarca gittiğini, Maltepe'de, Yenimahalle'de, Keçiören'de halaları, dayıları, amcaları olduğunu anlatır. Sonra durur ve şöyle der: “Hepsi eldi.” Bilirim her seferinde “öldü” dediğini ama ölmekle el olmak arasında bir ilişki kurmaya çabalarım zihnimde. “Şunu bir aç” diyor elindeki ucuz puroyu uzatarak. Gerçi o da ucuz değildir ya artık. Açıp geri veriyorum. “Yanına çay söyleyeyim mi, iyi gider” diyorum. Duraksıyor, beni tartıyor. Hâlbuki daha önce defalarca oturduk. Ama unutuyor adaşım. Ardından bana güvenebileceğine, kalbini kırmayacağıma ikna ediyor kendini. Görüyorum bunu gözlerinde. Sonra o cesur cümle çıkıyor ağzından: “Çayla iyi gitmez, kola söyle bana.” Biraz öyledir onun “tatlı”lığı. Durun. Anlatacağım. Ama önce şu mucizeye birlikte düşelim. Anadolu'da adaşım gibi adamlara “tatlı” derler. Vaktiyle bir dervişe sormuştum böyle söylenmesinin nedenini. “Bilene Allah'ın ikramıdır onlar da, ondan” demişti bana. Biraz öyledir onun tatlılığı. Kolanın, çayın, simidin, verdiğiniz 20 liranın karşılığını anlatarak öder. “Mustafa vardı” diye başladı anlatmaya. Bizim köyde. Mustafa. Bana dedi ki, “senin mezarına edeceğim sen elince.” Oğa dedim ki “sana yedi gün mühlet veriyorum. Yedi gün içinde sen öleceksin.” Orada arkadaşlarım dedi ki “Mustafa, bunun duası tutar. Kalbini kırma.” Mustafa dedi ki “itin köpeğin duası kabul olsa ha buraya kemik yağması gerekir.” Rahmetli anamla inşaata kalfalık ediyoruz o ara. Ertesi sabah baktım bizim arkadaşlar dedi ki “Mustafa'yı kaldırmışlar hastaneye.” Ben de gittim hastaneye. Dedim oğa ki “Mustafa, al sözünü geriye.” Güldü bana. “İtin köpeğin duasıyla hasta olacak adam mıyım ben?” dedi. Dedim oğa ki “Mustafa, böyle edersen geberip gidecesun.” Aradan altı gün daha geçti. İpi hazırlamışım ha. İntihar edeceğim o gün. İnşaata bir kalas var. Ona bağlayacağım ipi. Baktım bir cayırtı koptu ilerden. Dedim anama ki “ben gidip de bir bakayım.” Cayırtı Mustafa'nın evinden geliyor. Dediler ki “eldi Mustafa.” Anası bayılmış, karısı perişan. O gün gömdüler. Ben de gittim mezarına ha. Ağladım da. Zaten ağlarım ben hep. Güldüğümüzü gören yok. Akşam oldu. Gecenin karanlığında gittim Mustafa'nın mezarına. Dedim oğa ki “Mustafa, inat ettin. Kalbimi kırdın. Bağa dedin ki “mezarına edeceğim.” İnsan insanın mezarına eder mi? Beğendin mi yaptığını? Eldin gittin. Gene de bi Fatiha okudum ona biliyor musun? Allah affetsin günahlarını. Demeyecekti bağa o lafı. Kalbimi kırdı. Tabii ki adaşımın yalan söylediğini biliyordum ama mesele o değildi ki. Adaşım, 58 yıldır kalbini kıranların mezarına gidip onları “tek kıstırmış” olsa bile arkalarından Fatiha okumayı, kalbinin kırıklığını unutup gitmeyi seçiyordu anlattığı bütün hikâyelerde. Bazen Mustafa ölüyordu. Bazen Hayriye hala ölüyordu. Bazen Hızır dayı ölüyordu ve adaşım, bütün mezar başlarında bütün kırgınlıklarına Fatiha'yla şifa buluyordu.
T24 ve Podbee Media ortak yapımı Yayınlanması Kaydıyla'nın iki bölüm halinde yayınlanan Yiğit Karaahmet söyleşisinin ikincisi.Magazin, dedikodu ve parti yazarı Yiğit Karaahmet ile hapisten çıktıktan sonra medyadankısa süreli aforoz edilişini; Cüneyt Özdemir ile Dipnot.tv'de çalıştığı süreci; Vogue ve GQ ile devam eden dergicilik kariyerini; Gezi Direnişi ile iyice alevlenen kendini ifade etme isteğini; Taraf'ı ele geçirme planlarını ve gazeteden ayrılışını; 2010'ları ve benim yılım dediği 2021'de yayınlanan ilk romanı Deniz Ne Kadar Güzel'i konuştuğumuz söyleşi, yayınlanması kaydıyla, bu bölümde.Yiğit Karaahmet söyleşisinin tek seferde aldığımız kaydını, uzunluğu nedeniyle ikiye bölerek yayınladık. İlk bölüm:Yiğit Karaahmet: Parti yazarıyım, uyuşturucudan değil de vergiden tutuklansaydım tuhaf olmaz mıydı?----------------------------------------------------Bu podcast, Disney+ hakkında reklam içerir.Disney+ hakkında detaylı bilgi almak ve Disney+ Day'e özel %30 indirimle 23.99 TL'ye üye olmak için tıklayınız.See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Böyle geri vites hamlesini arabada yapsan şanzıman dağılır... iktidar birleşir :)
Çocukluğunda ona “Ahtapot” lakabını takmışlar. Doğrusu, kehanet gibi bir lakap! ê Nasıl mı? Baronsal Gladyo'nun medya masasında yıllardır teknik direktörlük yapıyor. Bu gizli görevinin “Ahtapot'un Kolları” misali bir işlevi var! ê İşbirliği yaptıkları, devraldıkları, yetiştirdikleri ve devşirdikleri saymakla bitmez... Candaş'ın da, Truva Yandaş'ın da kuklacısıdır! Nagehan ile ROK'u pışpışlamadan duramaz. “Muhafazakâr” mahalleden ilk devşirdiği şahıs, günümüzde Hürriyet'i yönetiyor. Bir diğeri, vaktiyle Mister “Dedi Ki” rolündeydi; yatay geçiş sonucu “şanlı muhalif” takılan gazetenin köşe kadılığını yapıyor, epeydir... ê Ahtapot, kaçak vaziyetteki Paralel devşirmelerini bile boş bırakmaz... T24'teki röportajda “Londra'ya her gittiğimde görüşüyorum” dediği, Eyüp John Sağlık mesela... Hani şu, Doğan Medya'sında prenslik yaparken iki gazete birden batıran kifayetsiz muhteris! OMERTA YAHUT SUSKUNLUK YASASI Onun “aslında ne yaptığını” çözemeyen... Turkish Media'yı “doğru okuyamaz!” Hürriyet ile yollarının ayrılmış olması da, sizleri zinhar yanıltmasın... Şöyle ki... Tam 12 yıl önce Hürriyet'in yayın yönetmenliği görevinden alınması, asli vazifesinde bir değişikliğe yol açmamıştı! Tersine: Ahtapot'un Kolları daha ziyade yayıldı! “BEŞ YÜZ METREDE BİR ESPRESSO” İki haftadır ekranlarda “Cengiz ile Ahtapot” adlı programın Espresso'cu Ahtapot'u sıfatıyla boy gösteriyor. Mister Ahtapot, kendisini İnsan-at Bahçesi'ndeki “Bukalemun” olarak tanımlıyor... “Dansözlük yaptım ve bu gocunacak bir şey değil” cümlesi de ona ait! Ahtapot Bey, derin medya vazifesi gereği bazen Nesrin Topkapı'ya dönüşür; bazen de Cambaz Carl Wallenda olur! ONA HER YER ŞANZELİZE Hedonist Ahtapot, nereden koştuğunu şöyle anlatıyor: “Paris'te yaşarken, 1974'te 'Venedik'te Ölüm' filmini seyredince o gün karar verdim... Dedim ki: İzmir Kahramanlar'da bir matbaa işçisinin çocuğu olarak doğdum. Bir burjuva olarak ölmek istiyorum. Bunu başarabilirsem kendimle gurur duyacağım...” ê Peki, ne oldu? Mister Ahtapot, “hedeflerini bile aştı!” “Burjuva” ne kelime; gün geldi, Komprador Burjuvazi'nin medya karargâhını ona teslim ettiler. Daha doğrusu, gurusu Güneri Nicholson'dan devraldı! “Sonradan Görme” Burjuva, nihayetinde şu istasyona vardı: “Tansu'ya da söyledim. Cenaze törenimin Kilisede yapılmasını istiyorum...” Dahası: Papa Muhibbidir... Deistleri de çok seviyor... LGBTİ propagandasını ise günlük spor niyetine yapıyor.
Rabbim dedim hani; şu anda çok zulümler oluyor, sıkıntılar oluyor, düşmanın parası yükseliyor gidiyor diye hani buna benzer dualar ettim. Biraz sonra hocam geldi. Dedi ki ‘duan reddedildi, kabul edilmedi'. Yani biran hani mahsunlaştım hani. Dedim ne günahım var acaba kim bilir ne halt ettim yine? ‘Yok evladım dedi. Bu insanlar bu günahlarla, işledikleri bu hatalarla dedi af edilmiyor dedi. Af edilmediği için cezaları da böyle olsun dedi. #synergykendiyas #dolar #euro #döviz #döviznedenyükseliyor #dövizneolacak #dolarneolacak #günah #af Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikToc: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=09
Pazar günkü köşe yazısında Ahmet Hakan iki ilginç bilgiyi paylaştı. Birincisi, Dünya Bankası'nın performans endeksiyle ilgiliydi. Diğeri de TÜİK'in bir uluslararası kuruluş tarafından sürekli denetlenmesi... TÜİK'in hangi kuruluş tarafından denetlendiğini merak edip kurumun Basın Müşavirliğini aradık. Sağ olsunlar anında geri döndüler. Kurum, Avrupa standartlarına uyumluluk konusunda 2005 yılından beri her yıl Avrupa Birliği'nin İstatistik Ofisi (Eurostat) tarafından denetleniyormuş. Bu iki hususu hepimizin zaman zaman içinde bulunduğu yankı odalarından birindeki (Echo Chamber) arkadaşlarla mizahi bir tonla paylaştım. Dedim ki “Bu yazıda verilen iki bilgi de yalandır muhakkak da, yine de Echo Chamber'dan kafayı bir nebze olsun dışarıya uzatmaya yardımcı olur belki...”
Dediler ki: Aşk, yirmili yaşların bir oyuncağı olmalı Vitrinden indirirsen eğer, kırarsın. Yana yakıla, parçaları toplarsın. Dedim ki: Beni saran, bakışlarının sıradanlığı. Herkes vitrine çıkmak isterken hayatta Gizlenmiş yaprakların altında. Deseler ki: Süpürüp tertemiz edince her yeri En son fark edelim Yapraklar altında gizlenen elleri En sıradan mevsimin, En sıradan ayında sevdim seni. Sen de bu eylül akşamında İhmal etme, özle beni. Söz - Müzik: Oktan Erdikmen Düzenleme - Gitar: Mehmet Ali Yıldırım
Ahmet Kurucan | Dedim, dedi… Keşke demeseydin be hoca! by Tr724
Benim, Sayın Erdoğan ve kadrosunun iktidarı hakkındaki yaklaşım, görüş ve yazılarımı eleştiren bazı kimseler ile son günlerde WhatsApp'ta yaptığım yazışmalardan bir karşılıklı konuşma tertip ettim: -Taliban hakkında içeriden bazı kimseler aleyhte/içyüzlerini ortaya koyan açıklamalar yapıyor, siz ise daha yumuşak yaklaşıyorsunuz. Niçin? H.K. -Taliban Nusayrî Esed'den kötü mü? Esed ile iyi ilişki kurmadığı ve muhalefeti desteklediği için iktidarı tenkit eden ulema ve ukala var. Şimdi siyaset gereği, cephe aldığımız kötülerle ilişki kurmaya döndü hükümet. Taliban şudur budur, onları Çin'e Rusya'ya, İngilizlere... kaptırmak Afganistan halkına refah ve hürriyet mi getirecek? Türkiye Taliban ile ticari, stratejik, savunma gibi alanlarda anlaşmalar ve işbirliği yaparsa belki onların ifratlarını yumuşatma imkânı da bulunabilir. Şunu unutmayalım: Biz birkaç adaydan birini seçme durumunda değiliz. İktidara gelmiş bir kadro ile ilişkiyi konuşuyoruz. -Şeriat düzeninde şûrâ kararı mı, başkanın kararı mı uygulanır? Bunu tartışalım. H.K. -Şeriat düzeni uygulanırsa bu konular
Nur Ç. seslendirdi. Yalnız Yürümeyeceksin platformuna gönderildi. "Ben size 'Başörtüsü takmak istemiyorum' dedim; 'Allah'ı sevmiyorum, dinden çıktım, şuna buna inanmıyorum' demedim" hikayesinin seslendirilmesinden.
Savaş Şafak Barkçin ile 'Çağrışımlar'... Bir ayağı bu topraklarda, diğer ayağı ile dünyayı ve medeniyetleri gezip bize oralardan haber verecek olan program bundan böyle My Mecra'da Pazartesi günleri yayında olacak. Zengin birikime sahip ve Cumhurbaşkanı eski başdanışmanlarından olan Savaş Şafak Barkçin tadına doyulmaz anlatımlarıyla her hafta farklı mevzuları derinlemesine ele alacak. Çağrışımlar'ın ilk bölümün başlıca şunlar konuşuldu; Serdar Tuncer: Savaş abi hoş geldin. Savaş Şafak Barkçin: Hoş bulduk merhabalar. Serdar Tuncer: Abi güzel bir seriye başlıyoruz nasipse. 'Çağrışımlar' diyeceğiz adına MyMecra'da. Öncelikle bizimle yürüdüğün için teşekkür ederiz. Savaş Şafak Barkçin: Rica ederim. Ben teşekkür ederim dostlarla bizi buluşturduğun için. Serdar Tuncer: Allah razı olsun ve nasılsın? Savaş Şafak Barkçin: Elhamdülillah... Yani hamd her hal ve şartta Allah-u Teala'ya aittir. Biz Allah-u Teala'ya bi kere var olduğumuz için şükrediyoruz yani o yüzden şu anda sevincim, kederim, sıkıntım, ferahlığımdan ziyade gerçekten ben var olmanın neşesini biraz yaşıyorum sanki yani elhamdülillah bu varlığı bize ikram eden, ihsan eden Allah'tır. Allah bizimle beraber de, biz de inşallah Allah'la beraber oluruz. Şu imanımıza bi dikkat etsek, Allah'la aramızı bi bulsak yani o araya çok çer-çöp döşemesek iyi olur. Benim çok sevdiğim bi arkadaşım var. Bu biraz tasavvufa falan mesafelidir. İşte aracılar der, tefeciler der falan ama tabi çok severiz birbirimizi... Bir gün beni aradı, bir makama atanmak istiyor Ankara'da. "Ya dedi Savaş dedi şunu arattırdım, bunu arattırdım, ona dedi söylettirdim, buna söylettirdim ula dedi hala olmadı benim işler." Dedim bana diyordun aracılar, tefeciler işe girdin diye bak dedim sen Allah'ın takdiriyle kendi arana kaç tane aracı dizdin. Bırak kardeşim bi kere de yani tamam gayretini yapmışsın, torpili de yapmışsın maşallah bırak bundan sonrası Allah'ın işi, olacaksa Allah takdir eder fakat biz sanki Allah-u Teala'ya haşa ve kella onu da bırakmaya pek güvenemiyoruz yani dimi?... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
"Kendime hiç, sana çok baktığım bir yanılgıdan geldim ve buradayım." -selam!
"Bir damla dedim, sen bana derya verdin. Her anıma renk, ömrüme mana verdin."
Taliban yeniden Kabil'de. Uluslararası ajanslara bakarsanız, Taliban yüzünden Kabil başta olmak üzere Afganistan'da büyük bir kaotik ortam var. Türk matbuatını da dün neredeyse baştan sona takip ettim, birkaç istisna dışında onlar da Amerika'nın çekilmesine ve Taliban'ın yeniden yönetimi ele geçirmesine Batılı gözlüğüyle bakıyorlar. Ama durum çok da öyle değil. Dedim ya birkaç istisna var. Bu istisnaların başında elbette gazetemiz Yeni Şafak geliyor. TORA BORA'DA BİN LADİN'İ BULMAK İÇİN İŞGAL ETTİKLERİ AFGANİSTAN'DA REZİL OLUP GİTTİLER Afganistan dediğimizde, 1979'dan bu yana işgale uğramış bir ülkeden söz ettiğimizi bilmemiz gerekiyor. En son 2001 yılında Tora Bora'da Usame Bin Ladin'i bulmak için yola çıkan Amerikan askerinin işgal ettiği ve bu işgal ile zaten kırılgan olan devlet otoritesinin de yerle bir olduğunu hatırlayalım. Bakmayın siz “ulus inşa ettik” diyen Amerikalılara ve onların işbirlikçilerine. Kabil ve merkez şehirlerde “yeni bir zümre” oluşturmak için trilyon dolar harcadılar. Afganistan ordusunu donatıp eğittiler. Ama hepsinin fiyasko olduğu ortaya çıktı. Çünkü doğal bir süreç değildi Afganistan gerçeğinden çok uzak bir “proje”yi dayattıkları. TALİBAN İLE DİĞER GÜÇLER ANLAŞIRSA KAZANAN AFGAN HALKI OLUR 2016'dan bu yana önce gizli gizli sonra açıktan görüştükleri Taliban'a Afganistan'ı bırakıp çekip gittiğinde Amerika, onun beslediği kim varsa bir kurşun bile atmadan teslim oldu. Aslında iyi de oldu..!
Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyuruyor: “Gecelerini namaz kılarak gündüzlerini oruç tutarak fakat ilim sahibi olmaksızın ibâdetle geçiren bir kimsenin ölümü, Allâh (c.c.)'un haram ve helâllerini bilip farzlardan başka ibâdet yapmayan bir âlimin ölümünden daha hafiftir.” Rebî' (r.a.) şöyle dedi: “Âlimler zamanların kandili, ışığı ve aydınlatıcılarıdır. Her âlim kendi zamanının kandili, aydınlatıcısıdır. O zamanda yaşayan insanlar onun ilmiyle aydınlanır.” Şeytan kişinin ilmin üstünlüğünü böyle gösterip, şu hadîs-i şerîfleri unutturmaya çalışır: “Bir kimse ilmini artırdığı halde hidâyetini / Allah'a bağlılığını ve ibâdetini artırmazsa, o kimse sadece kendisinin Allah'tan uzaklığını artırmış olur.” (Deylemî) “Kıyâmet gününde insanlardan en şiddetli azâba uğrayan kimse, ilmiyle Allâh (c.c.)'un kendisine fayda vermediği (ilmiyle amel etmeyen) âlimdir.” (Beyhakî) Peygamberimiz (s.a.v.), ümmetine işin aslını öğretmek için çokça şöyle duâ ederdi: “Allâhümme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfeu ve min kalbin lâ yahşeu ve amelin lâ yürfeu ve düâün lâ yüsmeu (Allahım! Faydasız ilimden, haşyet duymayan (senin zikrine eğilmeyen, kelamını duymayan, katı) kalpten, (riyakârca, ihlâssız yapılıp) kabul olunmayan amelden, icabet (kabul) edilmeyen duadan sana sığınırım)” (Müslim) Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya götürüldüğüm gece, (mîracda) bazı kimseler gördüm. Onların dudakları ateşten makaslarla kesiliyordu. Onlara “Siz kimsiniz? Dedim. “Biz insanlara hayır yapmalarını söyler fakat kendimiz yapmazdık, başkalarına kötülük yapmayın dediğimiz halde kendimiz kötülük yapardık” dediler.” (Müslim) (Huccetül İslâm İmâm Gazâlî (r.âleyh), Nasıl İyi Bir Kul Olunur?, s.52-54)
Estamos felizes e com um sentimento de gratidão, de "dever cumprido", afinal, esse será o último podcast da temporada do "Dedim" de Prosa com a Psicologia, no spotify. De antemão, gostaríamos de agradecer a todos você por nos acompanharem até aqui, pelos incentivos, comentários e feedbacks e dizer que vocês foram peça fundamental nesse trabalho, afinal, o intuito era justamente esse... levar conhecimento e informação para a comunidade! Sintam-se todos abraçados por nós, estudantes do sétimo período de psicologia noturno. Vocês já ouviram alguém dizer que sonha em encontrar a “metade da laranja “, a “tampa da panela” ou até mesmo idealizar uma “alma gêmea” ? O amor é uma questão essencial para o ser humano, caracterizado por uma busca constante e desejo de ser amado. O desejo de encontro de outro indivíduo que nos complete e garanta o nosso bem estar é a base do amor romântico. Nas nossas vidas existem os tipos de contatos, que será primeiramente consigo mesmo, com o outro e o mundo conosco. Esses tipos de contatos resultam da subjetividade que o sujeito tem da forma como se relaciona com o outro. Mas será que existe mesmo essa tal “metade da laranja”? Bora lá, clica no play!! Vocês não vão querer perder esse episódio. E ah, nos siga no Instagram, @PSICOUNIARAXA.
Afinal, como funciona o processo de luto após perdas importantes em nossas vidas? Há uma noção comum de que o luto é algo ruim, algo que deve ser evitado, mas quando entendemos mais profundamente sobre o assunto, na verdade, o luto é um processo natural do ser humano frente a mudanças ou perdas significativas em suas vidas. É um fenômeno que todos nós experienciamos durante a vida, entretanto, cada pessoa se sente de uma forma, já que temos diferentes visões acerca da perda. Apesar de ser uma etapa dolorosa, é através do luto que conseguimos superar as perdas e encerrar os ciclos de forma saudável. Nesse episódio do "Dedim de Prosa com a Psicologia" aprofundamos um pouco mais no conceito, explicando as manifestações emocionais, os estágios do luto, e aproximando o assunto à nossa realidade atual frente a pandemia. Por isso, se aqueça nessa manhã fria, com um cafezinho e solte o play! Nos siga no Instagram, @PSICOUNIARAXA!
Axel Çorlu: Bırakın soykırımı midye dolma Türk yemeği değildir dedim diye ölümle tehdit edildim by Ahval
É sobre isso que vamos conversar com você pai e mãe, que são chamados na escola com essa historia de que: Seu filho precisa passar por uma avaliação, achamos que ele tem TDAH, pois ele não para quieto, levanta o tempo todo, atrapalha os colegas, não consegue se concentrar nas aulas e nem realizar as atividades. Para a Gestalt Terapia , o homem é um ser relacional, com infinitas potencialidades para crescer e se desenvolver, estando diariamente em construção a partir de se “contato” com o mundo e com o outro. Mas se as funções de contato estiverem “ bloqueadas” , certamente o contato com o mundo, com o outro e consigo mesmo se apresentará diminuído. Essas e outras questões você só encontra aqui, no podcast do "Dedim" de prosa com a Psicologia!
Sizlerden gelen en ilginç, hayata bakış açımızı değiştiren ve benzersiz yaşanmış gerçek hikayeleri animasyon videolara dönüştürüyor. Bu hikayeler şu ana kadar duyacağınız en garip, en duygusal, en eğlenceli, en üzgün ve hatta en utanç verici hikayeler olacak! Siz de bizimle iletişime geçmek veya hikayelerinizi paylaşmak isterseniz omgstoriesfromyou@gmail.com adresinden bize ulaşabilirsiniz.
Nesse primeiro podcast da "Dedim" de prosa com a Psicologia, gostaríamos de convida-los para esse papo super interessante e didático sobre as emoções. Você sabe o que são e como elas influenciam nossa forma de ser e a nossa relação com o outro? Vem que a gente traz uma reflexão muito bacana, você não pode ficar fora dessa! Lembrando que qualquer sugestão ou dúvida, você pode nos seguir no Instagram, @psicouniaraxa. Obrigado por nos acompanhar até aqui.
É uma nova roupagem ao curso de Psicologia do Uniaraxa/MG e vamos falar de vários assuntos pertinentes, como por exemplo o luto, o adoecimento no trabalho, a depressão, as emoções... Você não pode ficar fora dessa! Lembrando: é todo domingo, às 11:00, esperamos vocês!!! ❤️
Umay T. seslendirdi. Yalnız Yürümeyeceksin platformuna gönderildi "'Ben Açılmak istiyorum' dedim, babam o sırada bir şey yiyordu ve durdu, yediği şeyi yüzüme fırlattı" hikayesinin seslendirilmesinden.
Ömer Tuğrul İnançer ile Dinle Neyden yoğun ve anlaşılır içeriğiyle devam ediyor... 'Tevazu nedir?' bu bölümün temel sorusu oluyor. Mütevazi mi? Mütevazı mı? doğrusu nedir? Yanlış kullansak ama derdimizi anlatabilsek yine de olmaz mı? Bir kavramı tam anlamanın yöntemi nedir? Tevazu sahibine mütevazı denir, doğrusu budur. Bizim algılamamız sadece bedenimize ait beş duyu ile sınırlı değildir. Sanatçı ne ile o eserleri ortaya çıkarıyor. İç itici kuvveti vardır ve ona ilham denir. İlhamı beş duyusuyla algılamaz. Beş duyu dışında kalan alanlarda biz olayları seziyoruz. Beş duyu organ dışındaki algılama, zihnin - idrakin değil kalbin algılamasıdır. Ömer Tuğrul İnançer Dinle Neyden programının devamında şunları da ilave ediyor. Kavramları yanlış kullansak da aramızdaki anlaşmayı temin edebiliriz. Ama bunu bedenin anlar, Sen anlamazsın. Alçak gönlülüğe gelince, gönül çok yüksek bir mevkidir. Başka bir lisanda bunun karşılığı yok. Kalp başka, gönül başka. Doğru anlamak için kalbi anlamak lazım. Gönül öyle yüce ki, yanına alçak kelimesini koysan 'alçak gönüllü' diye yükseltmiş olursun. Çünkü; Kabe bünyadı Halil-i azer'est Dil nazargah-ı Celil-i Ekber'est Gönlü tamir etmeden Kabe'ye gidersen mukallit olmaktan yukarı çıkamazsın ve taklit tefekkürü yok eder. Alçak gönüllü olmak Allah'ın en sevmediği kibir, gurur belasından halas olmak demektir. Kibir öyle bir derttir ki... Alçak gönüllü olmak hakikati gizlemek demek midir? Hayır! Peygamber efendimiz bir takım meziyetler sahibi olduğunu söylemeseydi biz nereden bilecektik... Ama bunu hemen şu sözle tamamlardı, "büyüklenmek için söylemiyorum." biz bilelim diye söylerdi. Biz Muhammed (s.a.s) tapmıyoruz, biz Onun tapın dediğine tapıyoruz. Hz. Mevlana; Seçilmiş Muhammed (s.a.s) yolunun toprağıyım demiş, tevazu da ki güzelliği görüyor musunuz? Hürriyet Allah'a kul olmakla, yükseklik Muhammed (s.a.s.) tabi olmakla elde edilir. Taş kalpli olma, toprak gibi ol. Baharda dünyanın güneşi yer yüzüne vurduğu zaman taş değil toprak yeşerir. Sana da bir gün güneş gibi biri vurduğu zaman toprak gibi olursan nice çiçekler açar. Tevazunun karşıtı, kibrin bir özel şubesi ucubtur. Muzaffer Ozak Efendi: Ucub kendini alim zannedenlerde olur. İnsanların ayakları altında ezilmek tevazu değildir. Her eyvallahın bir illallah noktası vardır. Bursa kadısı Aziz Mahmud Hüdayi'ye Mürşid'i sırtında ciğer satırdı. Ama bu Onun zati terbiyesiydi. diyerek satır satır birbirinden kıymetli bilgiler verdi. O zaman son cümle yine Ömer Tuğrul İnançer 'den... Hoşçakalmayın hoş kalın. Gelin, Beraber Yürüyelim...
Yalnız Yürümeyeceksin platformuna gönderildi "'Olmak istediğin güçlü kadın profili sen değilsin' dedim kendime" hikayesinin seslendirilmesinden.
Eğer mü'min olsalardı Allâhü Te'âlâ diğer milletlerin onların üzerinde herhangi bir hakimiyet kurmalarına izin vermezdi. Bunun delili Allâhü Te'âlâ'nın şu âyetidir: “Allâh (c.c.) kâfirlerin mü'minlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisâ s. 141) Eğer mü'min olsalardı Allâhü Te'âlâ onları bu hor ve hakir durumda bırakmazdı. Bunun delili Allâhü Te'âlâ'nın şu âyetidir: “Allâh (c.c.) mü'minleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.” (Âli İmran s. 189) Eğer mü'min olsalardı Allâhü Te'âlâ her durumda onlarla beraber olurdu. Bunun delili Allâhü Te'âlâ'nın şu âyetidir: “Muhakkak ki Allâh (c.c.) mü'minlerle beraberdir.” (Enfal s. 19) Fakat onlar Müslümanlık aşamasında kaldılar, mü'minlik aşamasına yükselemediler. Allâhü Te'âlâ buyuruyor ki: “Onların çoğu mü'min değildirler.” (Şuarâ s. 8) “O halde müminler kimlerdir?” dedi. Dedim ki: “Buna da Kur'ân-ı Kerîm şöyle cevap veriyor: Onlar: “Günâhlarından uzaklaşan tövbekârlar, ibâdetlerine devam eden âbidler, Allâh'a hamd edenler, lezzetlerden uzaklaşarak oruç tutan zahitler, rükû ve secdeleriyle Râblerine boyun eğenler, iyiliği emredip, kötülüğü engelleyenler ve Allâh'ın belirlediği sınırları aşmayanlardır.” (Tevbe s. 112) Yani Allâhü Te'âlâ zaferi galibiyeti, hâkimiyeti ve yüksek bir durumda bulunmayı müminlere vaat etmiştir, Müslümanlara değil... “Mü'min nasıl olunur?” denilirse; müminler ancak o kimselerdir ki Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)'e imân etmişlerdir, yani dilleriyle ikrar verdikleri gibi kalpleriyle de sağlam inanmışlardır. Sonra da şüpheye düşmemişlerdir. Demek ki imân etmek için önce kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi ileride devamı için şüpheden uzak olmak da şarttır. Onlar mallarıyla, canlarıyla Allâh (c.c.) yolunda cihad etmektedirler, yani Allâh (c.c.)'a itaat yolunda her türlü zahmet ve sıkıntıya göğüs germektedirler. (İmâm Şaravî ile Yapılan Bir Röportajdan)
Mısırlı âlim Şeyh Şa'ravi (r.aleyh) şöyle der: “Ben ABD'de San Francisco'da iken bir müsteşrik bana sordu: “Sizin Kur'ân-ı Kerîm'inizde bulunan şeylerin tamamı doğru mu?” Cevap verdim: “Kesinlikle evet.” Tekrar sordu: “O halde Allâh (c.c.) niçin kâfirlerin müminlere galip gelmesine imkân veriyor? Hâlbuki Kur'ân diyor ki: “Allâh (c.c.) kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisâ s. 141) Dedim ki: “Çünkü bizler Müslümanız, mümin değiliz de ondan.” “Müminlerle Müslümanlar arasındaki fark nedir?” dedi. Şöyle cevap verdim: “Günümüzde Müslümanlar namaz, zekât, hac ve Ramazân orucu gibi İslâm'ın ibaâdet cinsinden şiarlarını yerine getiriyorlar fakat onlar tam bir sıkıntı ve yokluk içindedirler! İlmi, iktisadi, sosyal ve askeri sıkıntılar…” “Bu yokluk ve sıkıntıların sebebi nedir?” dedi. Dedim ki: “Kur'ân-ı Kerîm'de geçen bir âyette şöyle denilir: “Göçebe Araplar biz imân ettik, diyorlar. Onlara de ki: Siz imân etmediniz. Fakat Müslüman olduk, deyin. Çünkü îmân henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurat s. 14) Bana sordu: “O halde onlar niçin sıkıntı ve yokluk içindedirler?” “Bunu Kur'ân-ı Kerîm açıklıyor. Çünkü Müslümanlar müminler merhalesine yükselemediler. Şunları iyi düşün: Onlar gerçek mümin olsalardı Allâh(c.c.) onlara mutlaka yardım ederdi. Bunun delili Allâh (c.c.)'un şu âyetidir: “Biz müminlere yardım etmeyi üzerimize borç kıldık.” (Rum s. 47) Eğer mü'min olsalardı diğer ümmetler ve halklar arasında daha önemli ve saygın bir konumda olurlardı. Bunun delili Allâhü Te'âlâ'nın şu âyetidir: “Gevşemeyin, yılgınlık göstermeyin ve üzüntüye kapılmayın. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âlî İmrân s. 139) (Devamı yarınki yazıda)
Yalnız Yürümeyeceksin platformuna gönderildi "Babama 'Ben hafızlık yapmak istemiyorum' dedim" hikayesinin seslendirilmesinden.
Salgın vesilesiyle işsiz kalanlar, mecburen çalışanlar anlattı, ama bu günlere iş ararken yakalanmak da ayrı tecrübe. 40 yaşında bir kadın anlatıyor. Dönemsel işsizlik yanında, neredeyse 20 yıla yayılmış bir derdi daha var, kocasından şiddet görüyor. Karantina tüm dünyada kadınlara yönelik şiddeti katmerledi. Salgının ilk zamanları, hakaret ve şiddet dolu geçen on günden sonra evi terk etti, son bir aydır üç çocuğuyla kendi evine çıktı. İnanılmaz bir direnç hikâyesi…
Uyghurlarning naxsha-muzikiliri
Uyghurlarning naxsha-muzikiliri
*71- NUH SÛRESİ Mekke'de nâzil olmuştur. 28 âyettir. İnkârcı ve alaycı olan Nuh kavminin helâki anlatılırken, bizim de aynı onlar gibi, Kur'ân'a kulak tıkamamamız, istiğfar etmemiz istenir. İman eden, istiğfar eden toplum üzerine dünya nimetlerinin de artacağını haber verir. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile 1- Kendilerine acıklı bir azap gelmeden önce, "Kavmini uyar" diye Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. 2- Dedi ki: "Ey kavmim, ben size apaçık bir uyarıcıyım. 3- Allah'a ibadet edin, O'ndan sakının ve bana itaat edin ki, 4- Günahlarınızın bir kısmını afvetsin ve belirli bir zamana kadar ertelesin. Şüphesiz Allah'ın belirlediği zaman gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz!" 5- (Nuh) Dedi ki: "Rabbim, ben kavmimi gece gündüz da'vet ettim. 6- Benim da'vetim ancak kaçmalarını artırdı. 7-Senin onları afvetmen için, ne zaman onları da'vet ettimse, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerini başlarına bürüdüler,(inkârda) ısrar ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler." 8- Sonra onları açıktan da'vet ettim. 9- Sonra ben, hem açıktan ilan ettim, hem de gizli gizli söyledim. 10- Dedim ki: "Rabbinize istiğfar edin. Çünkü O afvedicidir." 11- Size gökten bol bol yağmur indirsin. 12- Sizi mallar ve oğullarla desteklesin ve sizin için bahçeler versin, size ırmaklar akıtsın. 13- Size ne oluyor ki, Allah için vakar(saygı uyandıran büyüklük) ummuyorsunuz. 14- Halbuki O sizi değişik tavırlarda yarattı. 15- Allah'ın gökyüzünü yedi kat nasıl yarattığını görmediniz mi? 16- Orada (gökyüzünde) Ay'ı bir nur, Güneş'i bir kandil kıldı. 17- Allah sizi yerden, bitki bitirir gibi bitirdi. 18- Sonra sizi oraya (toprağa/kabre) döndürecek ve sizi (kıyamet günü) yeniden çıkaracaktır. 19- Allah sizin için yeryüzünü yaygı kıldı. 20- Geniş yollarından gidebilesiniz diye. 21- Nuh dedi ki: "Rabbim, onlar bana isyan ettiler. Malı ve çocuğu, onun hüsranını artırdığı kişiye uydular." 22- Büyük büyük tuzaklar kurdular. 23- (Kâfirler) dediler: "Sakın ilâhlarınızı terk etmeyin. Vedd, Süva' Yeğus, Yeuk ve Nesr (ilâhlarınızı) terk etmeyin." 24- (Böylece) onlar gerçekten çok sapıttılar, zalimlerin sapıklığını artır! 25- Hatalarından dolayı suda boğuldular, hemen ateşe sokuldular ve o zaman Allah'tan başka yardımcı bulamadılar. 26- Nuh dedi: "Rabbim, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bırakma. 27- Eğer bırakırsan, kullarını sapıtırlar ve ancak günahkâr kâfir doğururlar. 28- Rabbim! Beni afvet, anne ve babamı, mü'min olarak evime gireni, bütün mü'min erkekleri ve mü'mine kadınları afvet. Zalimlerin ise helâkini artır.” https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/355-nuh-suresi-tefsiri Rasûlullah ﷺ şöyle buyurdu: “Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.” (Müslim, Birr 69)
Dönüm Noktası'nda 10. bölüm konuğumuz, Düğün.com dahil 40'tan fazla girişimin kurucusu Emek Kırbıyık! Emek bu bölümde, 160 çalışanı ile 11 ülkede düğün planlama sürecini dijitalleştiren girişimi düğün.com'u kurmadan önce neler yaptığını, deneyimlerini düğün.com'a nasıl aktardığını anlattı. Emek'le hem diğer girişimlerini, hem de sektörde Düğün.com dışında neden bir ikinci oyuncu duymadığımızı da konuştuk: rakipleri neden düğün kadar başarılı olamadı, düğün'ün başarısının sırrı neydi? Tüm bu başarının yanında, tek kurucu olmanın hem avantaj hem dezavantajlarını yaşayan Emek, girişimciliğin stresli yolcuğunda dinginliğini nasıl korudu? Hepsi ve daha fazlasını bu keyifli sohbette dinleyebilirsiniz! Dönüm Noktası'na kısa bir dönem ara vereceğiz. Bu süre içinde birbirinden harika 10 konuğumuzun hiç duymadığınız hikayelerini dinleyebilirsiniz. Sağlıklı günlerde yeniden görüşmek üzere!
Evrim Kuran'ın anlatımı ve Gül Çetin'in illüstrasyonları ile... Kafamın içinde bir dükkan açtım. Duvarlarında uyduruk şiirler yazmayan, fonda akla zarar müzikler çalmayan, tahta masalı, sade, şatafatsız bir lokanta. Tek süsü, masada her daim taze papatyalar. Bazen haftalarca açmadığım oluyor dükkanı; bazen de günlerce kapatmadığım. Dedim ya mekan kafamın içinde. Ben nereye, mekan oraya. Misafirlerimin en önemli özelliği çoğunlukla coğrafya ve kuşak itibariyle birbirlerine teğet bile geçmemiş kişiler olmaları. Geçenlerde, misal, 1900’de Almanya’da doğmuş psikanalist Erich Fromm ve 1957’de Malatya’da doğmuş müzisyen Ahmet Kaya oturuyorlardı aynı masada. Sofralarına bir büyük açtım; sohbetlerine iliştim. İki gözüm Erich diye lafa girdi Ahmet. Büyük adamsın vesselam. Sevme sanatının kitabını yazmışsın. Ne mene bir şey bu sevgi dediğin üstad? Eskiden yabancı olan iki insan dedi Erich; birden aralarındaki duvarın yıkılmasını sağlar ve birbirlerini keşfetmeye ve hissetmeye başlar; bu yaşamlarının en heyecan verici deneyimi olacaktır. Bir sigara yaktı, ve mırıldandı Ahmet: Bir gece sevgi duvarını aştık Düştüğüm yer öyle açık seçik ki Bir kaç dakikalık sessizliği Erich’in fısıltıya yakın sesi bozdu. Sevmek bir eylemdir kardeşim dedi Ahmet’e; sadece güçlü bir duyguya kapılmak değildir. Gözlüklerini burnuna düşürerek devam etti: Bir karardır, bir yargıdır, bir söz vermedir. Sevmek, sorumluluk almaktır. Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var demez. Sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum der. İhtiyaca dayanan sevgi olmaz; o patolojik bir durumdur. Vay canına yandığım dedi Ahmet Kaya ve duble yudum aldı rakısından. Erich Fromm devam etti: Sevmek bir tavırdır, kişinin sadece bir nesne ya da kişiyle değil bütün olarak dünyayla ne tür bir ilişkisi olduğunu belirleyen karakter rehberidir. Sevmek bir şeyin ‘içinde olmaktır’, bir şeye ‘kapılmak’ değil. Sevmek almak değil, bir şeyler vermektir. O zaman herkes sevemez diyebilir miyiz gözüm? diye sordu Ahmet Kaya. Kafasını yukarı aşağı salladı Erich Fromm; bak bu içtiğimiz şey gibi, sevmek de âdâb ve sorumluluk gerektiren bir sanattır; öğrenilebilir ama öğrenemeyecekler hep olacaktır dedi. Ahmet hafiften doğruldu; duvarda asılı bağlamaya uzandı; aldı sazı eline; bir yandan akordunu yaparken bir yandan da dur o zaman iki gözüm, senin kitabını yazdığının, ben şarkısını yapayım dedi: Haykırsam duyamazsın, çağırsam gelemezsin Yürekten sevemezsin sen Zor günde aramazsın, hiç yalnız kalamazsın Korkusuz sevemezsin sen Şarkıyı yarıda kesip bağlamasını sessizce duvara dayadı Ahmet; sigarasından son fırtı çekip üç kere bastırdı küllüğe. Gözü masadaki papatyalara takıldı. Papatyaları çok seven bir kadın sevmiştim dedi mırıldanarak. Erich bir müddet papatyaları izledikten sonra söze girdi: Bize çiçekleri sevdiğini söyleyen bir kadının, çiçekleri sulamayı unuttuğunu görürsek, onun çiçek sevgisine inanmayız dedi. Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için gösterdiğimiz etken ilgidir. Derin bir nefes aldı Ahmet. Seksenlerde, kuşların zikre çıktığı bir vakit, sevmek sebepli acılara tutunduğum bir vakit, bir Hasan Hüseyin şiiri bestelemiştim gözüm dedi ve başladı mırıldanmaya: Yalanmış hepsi yalan Sevmek diye bir şey vardı Sevmek diye bir şey yokmuş. Erich masadaki yeşil eriğe uzandı. Adaşın sayılır dedi Ahmet hem o da senin gibi candır. Tuza batırmayı unutma yalnız. Rakının en iyi arkadaşının tadına baktıktan sonra Erich, Ahmet’in bestesine fikriyle yanıt verdi: Gerçek sevgi, sonunda ayrılık var gibi görünse bile, insanın sevdiği kişiyi mutlu olacağı yere doğru uğurlamaktan çekinmemesidir dedi. Eğer kişi sevdiğini uğurlamaktan çekinir ve sahiplenmeye kalkarsa, kendine hizmet etmiş olur. Ahşap sandalyeden yavaşça doğruldu Ahmet; duvara dayadığı bağlamayı aldı eline ve gecenin son şarkısını çaldı Erich’e: Sen bir suydun sen bir ilaçtın Hoşçakal canımın içi, hoşçakal Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal
Pegue seu pão de queijo e já sirva seu cafézim, pq tá começando mais um Dedim de prosa!No episódio de hoje: Patos vs Gafanhotos, Gabuk odeia Manu Gavassi (e todo o BBB), a pirataria dos jogos e uma dica de filme brasileiro pro seu fim de semana!Para participar: Envie para a gente uma pergunta, pensamento ou qualquer coisa com a #dedimdeprosa!Além disso, você também pode responder a caixinha de perguntas do instagram que rola de vez em quando.Participação: Gabriel "Gabuki" | ThiguimHost: IgotEdição: Diogho RevertVitrine: Fellipe NunesApoiadores:MozarelasVictor Gussoni (x10)Luiz Paulo Monteiro (x10)Cheddar'sRenzo Marquez (x8) OLOKOMEUApoie no PicPay!Siga a gente nas redes socais!Instagram - Twitter
Senhoras e senhores, hoje apresentamos o "Dedim de Prosa", um quadro onde a gente conversa sobre basicamente qualquer coisa que vocês mandarem.E para começar, não poderia ser melhor do que falar sobre o temido número 2 (durante o expediente).Para participar: Envie para a gente uma pergunta, pensamento ou qualquer coisa com a #dedimdeprosa!Além disso, você também pode responder a caixinha de perguntas do instagram que rola de vez em quando.EPISÓDIO 3/4 - O PATRÃO FICOU LOUCO NIVER PODQUEIJO!Participação: Laurasia | Gbr | ThiguimHost: IgotEdição: Igor MelloVitrine: Igor MelloApoiadores:MozarelasVictor GussoniLuiz Paulo MonteiroApoie no PicPay!Siga a gente nas redes socais!Instagram - Twitter
Bu bölümde sebnemle birlikte daha önceden basına gelmis garip bir olayın istişaresini yaptık. Sevmeniz dileğiyle. Ve 1 saat 20 dakikada 1 tane hikaye anlattık. Zoru başardık.
Söylediğim ve çektiğim her şey bence ürünüdür. O yüzden duyar kasmayalım, kasanları uyaralım. Podcast ; https://podcasts.apple.com/us/podcast/haftal%C4%B1k-t%C3%BCrk%C3%A7e-kitap-ele%C5%9Ftirleri/id1488396159 Spotify; https://open.spotify.com/show/2u0H87rbrupvQIqLYoKLE8 Youtube; https://www.youtube.com/channel/UCbg_kXUHTQ2oaJpJdAa7PEw Kitapların size seslenmesini ister misin? Ah bu seslendiren de ben olsam ve siz de dinleseniz ? Podcast/Spotify/Soundcloud'tan sonra şimdi de buradayım. Kedim Raşid ben konuşurken beni böyle diniyor. Dedim neden ona konuşur gibi olmasın. Abone olun, beğenin yorumlayın:
Söylediğim ve çektiğim herşey bence ürünüdür. O yüzden duyar kasmayalım, kasanları uyaralım. Podcast ; https://podcasts.apple.com/us/podcast/haftal%C4%B1k-t%C3%BCrk%C3%A7e-kitap-ele%C5%9Ftirleri/id1488396159 Spotify; https://open.spotify.com/show/2u0H87rbrupvQIqLYoKLE8 Soundcloud; https://soundcloud.com/birkitapbinhayat Söylediğim ve çektiğim herşey bence ürünüdür. O yüzden duyar kasmayalım, kasanları uyaralım. Kitapların size seslenmesini ister misin? Ah bu seslendiren de ben olsam ve siz de dinleseniz ? Podcast/Spotify/Soundcloud'tan sonra şimdi de buradayım. Kedim Raşid ben konuşurken beni böyle diniyor. Dedim neden ona konuşur gibi olmasın. Abone olun, beğenin yorumlayın:
Söylediğim ve çektiğim herşey bence ürünüdür. O yüzden duyar kasmayalım, kasanları uyaralım. Podcast ; https://podcasts.apple.com/us/podcast/haftal%C4%B1k-t%C3%BCrk%C3%A7e-kitap-ele%C5%9Ftirleri/id1488396159 Spotify; https://open.spotify.com/show/2u0H87rbrupvQIqLYoKLE8 Soundcloud; https://soundcloud.com/birkitapbinhayat Söylediğim ve çektiğim herşey bence ürünüdür. O yüzden duyar kasmayalım, kasanları uyaralım. Kitapların size seslenmesini ister misin? Ah bu seslendiren de ben olsam ve siz de dinleseniz ? Podcast/Spotify/Soundcloud'tan sonra şimdi de buradayım. Kedim Raşid ben konuşurken beni böyle diniyor. Dedim neden ona konuşur gibi olmasın. Abone olun, beğenin yorumlayın:
Eski HDP milletvekili ve çözüm sürecinin önemli aktörlerinden Sırrı Süreyya Önder, Kemal Göktaş ile birlikte yaptığı podcast dizisinin 2. bölümünde şu soruları yanıtlıyor: * Davutoğlu'na, başbakanlık koltuğuna oturmadan hemen önce neden "Ergen imam hatipli kafası" dedi? * Çözüm sürecinin başarısız olmasının ilk sebebi neydi? * Cezaevinden sonra rol aldığı ilk filmde kimi oynuyor? * Sinemaya nasıl bir dönüş yapacak?Podcast metnini okumak için: https://www.kisadalga.net/sirri-sureyya-onder-anlatiyor-2/
İstifa Demedim İstisna Dedim, Seçim, Takım ve Trabzon Maçı
E o Dois Tempos, quase centenário, chega com a discussão sobre a relevância do prêmio da FIFA para melhores do ano. Até que ponto é uma cerimônia representativa ou apenas uma evento que serve como marketing para a entidade? No quadro Dedim de Prosa, um caso curioso (curiosíssimo, na verdade): Como um cachorro ajudou um time inglês a escapar de um rebaixamento! Sempre com muita música, bate papo e história! Ouça o nosso podcast Dois Tempos em variadas plataformas! Sempre uma produção do Grupo Gabiroba!
Sim, o Dois Tempos está de volta! Tá na moda mesmo! Com muito esporte e cultura, em nosso bate papo semanal! Nosso podcast retorna falando sobre as diferenças de estilo do futebol atualmente, principalmente no Brasil. Até que ponto existe o duelo entre futebol reativo e futebol ofensivo? No nosso Dedim de Prosa, aproveitando que o programa está voltando, falamos dos retornos de Michael Jordan às quadras de basquete! Sempre com muita música, curiosidades e história! Ouça o nosso podcast nas mais variadas plataformas! O Dois Tempos é sempre uma produção do Grupo Gabiroba.
Ouça este e outros podcasts: www.grupogabiroba.com O Dois Tempos #96 faz um pequeno balanço sobre a primeira fase do Campeonato Mineiro e fala sobre a queda do Guarani para o Módulo II em 2020. Lembramos a nossa experiência na cobertura do Bugre divinopolitano e analisamos as perspectivas para o futuro do clube. No quadro "Mesmo sem Neymar" falamos sobre notícias de grande importância para a sociedade, sem a participação do eterno mininu! Na trilha sonora a Banda Rival Sons, mais uma ótima escolha de nosso Alexandre Rodrigues. No quadro Dedim de Prosa falamos da disputa contínua que acontece no nosso futebol: a luta pelo Cinturão do Futebol Brasileiro, que muda de mãos de uma maneira bem curiosa! Sempre com muita música, curiosidades e história! Venha ouvir o Dois Tempos, podcast sempre produzido pelo Grupo Gabiroba!
De "Nas Garras da Patrulha" à apoteótica Bica do Dedim, uma zapeada pelo imaginário coletivo alencarino através da televisão. A Carla Soraya faz uma participação especial nesse aqui. Twitter/Instagram: @indovoltandopod
De "Nas Garras da Patrulha" à apoteótica Bica do Dedim, uma zapeada pelo imaginário coletivo alencarino através da televisão. A Carla Soraya faz uma participação especial nesse aqui. Twitter/Instagram: @indovoltandopod
Ouça este e outros podcasts: www.grupogabiroba.com O Dois Tempos #91 chega com a polêmica da semana, lançada pela revista Placar: Neymar é o melhor jogador de futebol brasileiro depois de Pelé? Por mais forçada que seja a matéria e a capa, ela pode fazer algum sentido? No quadro Dedim de Prosa, falamos de Tó Madeira, um craque português que, na verdade, existiu apenas de forma virtual! Abrimos espaço para as cornetas de torcedores clamando por eficiência de jogadores direitoria de seus clubes. Sempre com muita música, história e curiosidades! Venha ouvir o Dois Tempos, podcast sempre com produção do Grupo Gabiroba!
Ouça este e outros podcasts: www.grupogabiroba.com O Dois Tempos está de volta em 2019, agora com algum roteiro, depois do episódio ao vivo - (mas esse jeito diferente do programa pode aparecer de novo em breve...). No episódio #88 falamos sobre a paixão do torcedor do interior nos torneios estaduais. Até onde vai a torcida de quem acompanha os times de suas cidades? No quadro Dedim de Prosa falamos de Maurizio Zamparini, o cartola que mais demitiu técnicos nesse século (até agora...)! Sempre com muita música, informação e curiosidades! Venha ouvir o Dois Tempos, gravado no estádio do Farião em Divinópolis/MG. O podcast é sempre uma produção do Grupo Gabiroba.
GrupoGabiroba.com | O Dois Tempos #86 discute a transmissão do Campeonato Brasileiro de 2019! Com a divisão de direitos entre Globo e Turner, como o torcedor poderá ver as partidas do seu time ano Brasileirão do ano que vem? No quadro Dedim de Prosa, uma história do futuro! Como será a cidade e o estádio (ainda não terminados) que serão fundamentais na Copa de 2022? Com uma trilha sonora especial e com muita história e curiosidades! Venha ouvir o Dois Tempos, o último de 2018, sempre uma produção do Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #85 chega com os comentários, análises e lembranças da Libertadores mais atribulada da história que acabou com o título do River Plate! Como a edição de 2018 do torneio sul-americano se desenvolveu e o que esperar para os próximos anos, com final em jogo único! No quadro Dedim de Prosa, trazemos a história de Paulo Afonso, um lateral desconhecido, mas que entrou para história por um motivo insólito: querer apitar um jogo (e ser punido por isso!). Sempre com muita música, curiosidades e bate-papo! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #84 chega com o balanço do Campeonato Brasileiro de 2018. O título do Palmeiras foi merecido? Falamos do melhor e do pior do campeonato e discutimos sobre o seu nível técnico. No quadro Dedim de Prosa, falamos sobre Kazu, o jogador de futebol mais velho em atividade no momento! Com 51 anos, ele já jogou no Brasil e tem uma carreira repleta de curiosidades! Sempre com muita música e história! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #81 fala a respeito da final da Copa do Brasil. O nível técnico dos jogos deixa claro o fim do "jogo bonito" no país? O nível técnico das partidas no Brasil pode ser melhor? Falamos no Dedim de Prosa sobre Josef Bican, o artilheiro austríaco pouco lembrado na história do futebol, mesmo com números incríveis! Sempre com muita música, curiosidades e história! Venha ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #77 vem com uma homenagem. Aproveitando o Dia do Rádio, celebrado em 25 de setembro, falamos um pouco da história das transmissões esportivas no Brasil e no mundo, com lembranças curiosas de grandes narradores de futebol! No quadro Dedim de Prosa, falamos sobre (mais um) esporte bem diferente: o Bossabol! Uma mistura insólita de vôlei, futevôlei, ginástica e capoeira! Tudo isso em camas elásticas e infláveis! Sempre com muita música, história e curiosidades! Venha escutar o papo dos "meio minerim" do centro oeste de minas gerais. O Dois Tempos é um podcast produzido pelo Grupo Gabiroba, formado por estudantes de jornalismo.
O Dois Tempos está de volta! No episódio 75 falamos sobre a confusão na convocação da Seleção Brasileira para amistosos contra Estados Unidos e El Salvador. Vale a pena desfalcar times do Brasil para jogos em início de preparação para a Copa América do ano que vem? Como sempre, contamos histórias curiosas no quadro Dedim de Prosa! Lembramos da problemática semifinal da Libertadores de 1964, entre Santos e Independiente, fazendo relação com os problemas das oitavas de final deste ano. E falamos sobre o Buzkashi, o bizarro esporte que têm entre os "praticantes", um dos maiores ícones do cinema de ação: RAMBO! Sempre com muita música, curiosidades e história! Venha ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba
O Dois Tempos #74 vem com o resumo do 1º turno do Brasileirão 2018! Os números, curiosidades e detalhes sobre a primeira fase do maior torneio nacional e as perspectivas para a segunda metade do campeonato! No quadro Dedim de Prosa falamos um pouco sobre um, ou melhor, dois esportes que se juntaram para formar um só...Uma mistura incrível entre boxe e xadrez em uma disputa bastante incomum... Sempre com muita música, cultura e bate papo! Venha ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #73 fala sobre o mercado de treinadores no Brasil e a diferença ao escolher um comandante mais experiente e um novato. Existe algum critério para que isso aconteça? No quadro Dedim de Prosa falamos sobre a, possível, mais bizarra lesão da história do futebol. Aconteceu na Inglaterra nos anos 70 e tem a ver com um simpático animalzinho... Sempre com muita música, opinião e história! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #72 chega com a discussão sobre o fim do canal Esporte Interatvo! Como a saída de cena de um dos canais esportivos brasileiros, o que esperar do futuro da marca no Brasil? No quadro Dedim de Prosa trazemos algumas curiosidades sobre as tradições mais conhecidas no esporte pelo mundo. Desde o uso da roupa branca no torneio de tênis de Wimbledon até o costume de beber leite após a vitória nas 500 milhas de Indianápolis! Sempre com muita história, música e debate! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #71, aproveitando do "pedido de desculpas" feitas por Neymar em um comercial, fala sobre como a propaganda e a publicidade pode influir na imagem de um jogador. A mídia mais ajuda ou atrapalha na divulgação de um atleta? No quadro Dedim de Prosa, lembramos dos mais bizarros e surpreendentes esportes que já foram disputados em Olimpíadas! Sempre com muita música, esporte e curiosidades! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O primeiro Dois Tempos pós-Copa do Mundo vem com a discussão sobre as comemorações de gol e os cartões. Até que ponto são um exagero as advertências mostradas pelos nossos árbitros no Campeonato Brasileiro? No quadro Dedim de Prosa, falamos sobre um esporte muito popular no Japão: o Sumô, que tem uma tradição milenar e extremamente importante nas terras nipônicas. Sempre com muita música (mais uma vez em nossa vitrolinha!), curiosidades e história! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #69 trás toda a análise da final da Copa de 2018, que consagrou a França como campeã mundial com seu segundo título na história! Além disso trazemos curiosidades sobre o Mundial da Rússia! Com a ascensão de Mbappé, sendo o segundo jogador com menos de 20 anos a fazer gols em mata-matas de Copa, vamos lembrar de Pelé e falar, no quadro Dedim de Prosa, sobre como ele chegou na Seleção Brasileira para a Copa de 1958! Sempre com muita música, curiosidades e história! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #65 chega com a análise do segundo jogo do Brasil na Copa do Mundo da Rússia! Como foi a primeira vitória do Brasil no Mundial? Além isso falamos um pouco sobre a segunda rodada do torneio! No quadro Dedim de Prosa falamos sobre as expulsões mais rápidas da história das Copas! O colombiano Carlos Sánchez "tentou" este ano, mas não foi o jogador expulso mais rapidamente em Mundiais... Sempre com muita música, curiosidades e bate papo! Venha ouvir o Dois Tempos especial da Copa do Mundo, uma produção do Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #64 vem em clima de Copa do Mundo! Analisamos a primeira rodada, com suas curiosidades, gols e lances mais importantes, além claro da estreia frustrante do Brasil contra a Suíça! Falamos também, claro, de história, no quadro Dedim de Prosa! Como a França foi a primeira seleção em todos os tempos com um gol validado a partir de uma intervenção OFICIAL do árbitro de vídeo, lembramos de quando os franceses foram prejudicados por uma influência externa bem diferente, na Copa de 1982! Sempre com muita música, debate e informação! Venha ouvir o Dois Tempos na Copa do Mundo, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #62 faz um balanço deste início de Campeonato Brasileiro da Série A, que vai parar durante a Copa do Mundo. O que aconteceu de mais relevante até agora e quais os principais destaque do torneio até agora? No quadro Dedim de Prosa, trazemos algumas curiosidades sobre as aberturas da Copa do Mundo, com dados e histórias dos jogos de início dos mundiais. Sempre com muita história, música e bate papo! Venha ouvir o Dois Tempos, uma produção do Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos #60 chega com a discussão sobre o clima de Copa no Brasil. Ele não é mais o mesmo do que era antigamente, em Mundiais passados? O que faz o brasileiro não ter aquela mesma empolgação com a Copa que está chegando? Contamos mais uma história de Copa no quadro Dedim de Prosa! E é sobre Galvão Bueno e seu "pequeno" equívoco na transmissão da Copa de 1974, na Alemanha! Sempre com muita música, bate papo e curiosidades! Venha ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos 57 vem com a discussão sobre a proposta do novo Mundial de Clubes da FIFA. Ter 24 times (sendo 12 da Europa) na competição, é uma boa? Também trazemos, como sempre, histórias no quadro Dedim de Prosa. Falamos sobre o mexicano Antonio Carbajal, primeiro jogador a atuar em 5 fases finais de Copa do Mundo! Sempre com muita música, informação e curiosidades! Ouça o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
O Dois Tempos 56 chega com a repercussão do acesso do Guarani de Divinópolis para o módulo I do Campeonato Mineiro em 2019! Depois de uma bela campanha o time volta para a primeira divisão depois de dois anos! Também contamos historias do futebol no quadro Dedim de Prosa! Falamos sobre Filó (ou Guarisi), o primeiro brasileiro campeão em uma Copa do Mundo! Sempre com muita música, história e curiosidades! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
Ouça este e outros podcasts: www.grupogabiroba.com O Dois Tempos #49 chega com a discussão sobre os primeiros classificados para as quartas de final da UEFA Champions League. Quais as perspectivas para as próximas fases do torneio europeu? Como sempre trazemos histórias curiosas do esporte no quadro Dedim de Prosa: Falamos de Manute Bol, o jogador mais alto (e talvez mais velho!) a jogar na NBA! Sempre com música, debate e informação, venha ouvir o Dois Tempos (gravado em um local diferente desta vez...), uma produção do Grupo Gabiroba!
Ouça este e outros podcasts: www.grupogabiroba.com E o Dois Tempos 47 inicia a sua caminhada em 2018! Falamos sobre o início de temporada no futebol brasileiro, com os primeiros acertos, erros e casos curiosos dos dois meses iniciais deste ano! Como já é tradição falamos da história do esporte no quadro Dedim de Prosa! Lembramos dos 60 anos do acidente aéreo que vitimou alguns jogadores do Manchester United na volta de um jogo da Copa dos Campeões da Europa (atual Liga dos Campeões) e falamos mais especificamente de Duncan Edwards, um jogador que tinha um futuro brilhante pela frente... Sempre com muita música, informação e debate! Venha com a gente ouvir o Dois Tempos, podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
Ouça este e outros podcasts: www.grupogabiroba.com O Dois Tempos chega ao número 40 e no seu primeiro ano! Para comemorar falamos um pouco da experiência dos participantes em gravar o podcast e lembramos um pouco da evolução deste humilde programa! Como sempre contamos muitas histórias no quadro Dedim de Prosa! Lembramos uma história pitoresca de Ronaldo Fenômeno, Vampeta e um Papa (?!). E também falamos sobre a vida de George Weah, único africano eleito melhor jogador do mundo e hoje presidente eleito da Libéria! Sempre com muita música, informação e causos do esporte! Ouça o Dois Tempos Especial 1 ano, um podcast produzido pelo Grupo Gabiroba!
Ouça este e outros podcasts: www.grupogabiroba.com O episódio 38 do Dois Tempos chega com a discussão sobre os Mundiais de Clubes. O que vale mais: o reconhecimento da FIFA ou a percepção das pessoas na época em que os torneios aconteceram? Além disso trazemos muitas histórias sobre o futebol no quadro "Dedim de Prosa". Falamos sobre o Sheffield FC, primeiro time de futebol do mundo, que completa 160 anos em 2017. E também contamos a história de William Henry Foulk, goleiro inglês um tanto quanto...pesado... Sempre com muita música, informação e debate, venha ouvir o podcast Dois Tempos, uma produção do Grupo Gabiroba!