Podcasts about yahu

  • 34PODCASTS
  • 112EPISODES
  • 20mAVG DURATION
  • ?INFREQUENT EPISODES
  • Mar 18, 2025LATEST

POPULARITY

20172018201920202021202220232024


Best podcasts about yahu

Latest podcast episodes about yahu

Yeni Şafak Podcast
İsmail Kılıçarslan-Saraysa milletin sarayı, Ramazan'sa müminin Ramazan'ı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 18, 2025 4:46


Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne “saray” yakıştırması yapanların, masalarına altın, klozetlerine elmas diyenlerin niyetlerindeki kötülüğü daha zikrettikleri ilk anda anlamış ve hatta o dönemde yazdığım bir yazıda “Yahu bu müzevirlerin, bu kötü niyetlilerin propagandasına niçin takır takır cevap vermiyorsunuz?” diyerek yetkililere de biraz sitem etmiştim. Süreç içerisinde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin saray değil, hatta bir “millet evi” olduğunu ortaya çıkaran çok net göstergeler oldu. Benim açımdan ilk ve en önemli gösterge 15 Temmuz ve sonrasında “mümin ve tertemiz” Türk halkının canı pahasına bu görkemli yapıyı korumada gösterdiği azimdi. O zor günlerde külliyenin içerisinde yaşlıca bir amcayla eşinin duvara dayanmış halde şekerleme yaptığı o ikonik fotoğraf, bu bina ile ilgili algımı netleştirmişti.

Yeni Şafak Podcast
Mustafa Kutlu - Vitrinde yemek

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Nov 20, 2024 3:24


Kebaplar, köfteler. Izgaralar, balıklar, tavalar. Ocak başları, otuz çeşide varan “serpme” kahvaltılar. Fırından nar gibi kızarmış çıkan tavuklar. Yahu arkadaş! Alan var, alamayan var. Yiyen var, yiyemeyen var. Etin kilosu kaça çıktı haberiniz var mı?

Yeni Şafak Podcast
MEHMET AKİF SOYSAL - Karar verin: Şirketler fahiş kâr mı ediyor yoksa batıyor mu?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 23, 2024 4:50


Toplumda iki kesim var ki her durumdan kendine bir çıkar sağlamaya çalışsın. Bunlardan biri muhalefet diğeri ise sosyal medyanın sözde kalemşörleri. Bunlardan ilki, muhalefet; dün söyledikleri kayıt altında değilmişçesine, fütursuzca, bugüne dair tam tersi istikamette fikir beyan edip üstüne üstlük bir de ben dememiş miydim pişkinliğini de ortaya koyuyorlar. Buna örnek olarak son dönem ekonomide yaşanan gelişmeleri verebiliriz. Gevşek bir para politikası izlenirken o mecradan bu mecraya, her yerde sıkı para politikası çağrısı yapıp, faizin yükseltilmesi gereğinden bahsederken, zamanı gelip iktidar bu politikayı benimseyince de vay efendim bu sefer işsizlik artıyor piyasa durgunlaşıyor gibi sıkı para politikasının doğal neticelerini yeni bir şeymiş gibi ortaya koyuyorlar. Sözde sosyal medya kalemşörleri de bunların aynısı. Takipçi almak için atmayacakları takla, yapmayacakları şey yok! Dün ak dediklerine bugün kara demek ilgi çekmenin, farklı olmanın temel yolu olmuş onlar için. İllaki onların daha iyi bir fikri var ve bu işi onlardan daha iyi kimse bilmez, bilemez! Bu güruh ekonomi ile ilgili kulaktan dolma bilgileri ve gelen havadislerle en popüler nasıl olunabilir hedeflenerek söylemler gerçekleştirirler. Dün sıkı para politikası savunucusu iken bugün ise yüksek faizlerden yakınmayı kendilerine amaç edinmiş durumdalar. Yanardönerliğin yeni mevzusu: Şirketler, fahiş kâr mı ediyor, yoksa batıyor mu? Son dönemde arsızlıklarının zirvesi ise şu konudadır. Bundan çok yakın zaman evvel, belki bir ay evveline kadar, şirketler bilançolarını açıklarken ortaya çıkan karları meydana döküp, enflasyonun sebebi fahiş kârlar yüksek marjlardır dedikten sonra daha üzerinden bir ay geçmeden bu sefer şirketler batıyor, iflaslar olacak konkordatolar ilan edilecek ne olacak bu şirketlerin hali deyip durmaya başladılar. Yahu daha ikinci çeyrek bilançoları açıklanırken sen değil miydin zengin vergisi konsun şirketler daha yüksek vergi ödesin, bu kar marjları çok yüksek, fırsatçılık marjı ortaya çıktı diyen! Önüme düşen yorumlara baktıkça bu güruhun bir iki ayda 180° dönebilme kapasiteleri beni gerçekten şaşırtıyor. Bu işin gerçeği nedir?

Yeni Şafak Podcast
TAHA KILINÇ - Abbas'tan Sonra

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Aug 20, 2024 4:39


Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın Türkiye ziyareti ve Meclis'te yaptığı konuşma, geçtiğimiz haftanın satır başlarından biriydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “Ülkemden bazı siyasî partiler diyorlar ki: ‘Şu anda hükümet, Filistin Başkanını Türkiye'ye davet etsin ve parlamentoda konuştursun.' Yahu davet etmediğimizi kim söylüyor? Davet ettiğimiz halde gelmeyen Sayın Abbas'ın, kusura bakmasın, bizden ayrıca özür dilemesi lazım. Davet ettik, ama gelmedi. Bekliyoruz. Bakalım, gelebilecek mi?” şeklindeki sözlerinden (Rize, 27 Temmuz 2024) ve Hamas lideri İsmail Heniyye'nin İran'ın başkenti Tahran'da şüpheli bir suikasta kurban gitmesinden (31 Temmuz 2024) sonra, Abbas'ın Türkiye'nin davetine icabet etmekten başka şansı zaten yoktu. Mahmud Abbas'ın Meclis'teki konuşması hem kendisinin Filistin siyaset sahnesindeki tartışmalı konumundan hem de şahsî hitabet kabiliyetinin limitlerinden ötürü, epey sönüktü. Yine de Filistin'in haklı davasının, Ankara'dan bütün dünyaya yeniden haykırılması -velev ki Abbas'ın dilinden olsun- anlamlıydı. Şu anda 90'ına merdiven dayamış bulunan Mahmud Abbas, 1960'lardan günümüze Filistin cephesinin önemli aktörlerinden biri. İsrail işgaline karşı mücadelenin bütün dönemlerine ve dönüm noktalarına tanıklık eden Abbas, Yâser Arafat'ın 2004'teki ölümünün ardından üstlendiği “devlet başkanlığı” vazifesini sürdürüyor. Abbas'ın ilerleyen yaşı ve sağlık durumu ise, Filistin siyaset sahnesinde “Abbas'tan sonra” neler olacağının konuşulmasını gerekli kılıyor: Şu anda kabaca Hamas-Fetih şeklinde ayrışmış bulunan Filistin cephesinde, Mahmud Abbas'ın yerini doldurması beklenen ilk aday Muhammed Dahlân. Adı Arafat'ın zehirlendiği iddialarına karışan Dahlân, 2006'da Hamas'ın kazandığı seçimlerin ardından Gazze'de Hamas mensuplarına karşı başlattığı savaşı kaybettikten sonra, Abbas tarafından da dışlandı. 2011'den itibaren Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) yerleşen Dahlân, ailesiyle birlikte Sırbistan ve Karadağ vatandaşı oldu, böylece bir ayağını da -elbette BAE yönetiminin izniyle- Balkanlara ve Avrupa'ya bastı. Muhammed Dahlân'ın, Gazze ve Ramallah'tan ayrı kaldığı bunca zamandan sonra, Filistin siyaset sahnesinde hemen kabul görmesi ve Abbas'ın yerini hızlıca doldurması elbette çok kolay olmayabilir. Ancak Dahlân'ın varlığı, Abbas'tan sonra Filistin politik arenasını kimin domine edeceği noktasında BAE, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan arasında kıyasıya bir çatışmanın yaşanacağına işaret. Aynı zamanda İsrail ve Amerikan istihbarat servisleriyle de yakın münasebetleri bulunan Muhammed Dahlân'ın, Filistin içinde hâlâ kendisine bağlı bazı grupları kontrol edebilecek güce sahip olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Hamas'ın aksine Fetih ve FKÖ, Arafat'tan sonra onun yerini dolduracak karizmatik liderler yetiştiremedi. Dahlân'ın bu anlamda sosyal ihtiyaca cevap verebileceğini söylemek zor. Fetih saflarında sivrilen bir diğer siyasî ve askerî lider Mervan Bergûsî, yaklaşık 20 yıldır İsrail tarafından hapiste tutuluyor. Bergûsî'nin alıkonulması, elbette Filistin Yönetimi'nin de işine gelen bir husus. Hatta Ramallah-Tel Aviv arasında bu konuda bir konsensüsün bulunduğu yönünde iddialar mevcut.

Yeni Şafak Podcast
TAMER KORKMAZ - Mister Öz-baydın-yahu!

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 30, 2024 4:31


Soykırımcı İsrail'in Türkiye'deki “Çanak Anteni” 007 Ertuğrul Özbaydınyahu'nun işbirlikçi paçaları tutuştu! *** Erdoğan'ın “Nasıl Karabağ'a, Libya'ya girdiysek; benzerini onlara da (İsrail'e) yaparız!” demesi üzerine… Güneydeki Sevdiği Siyonist Devlet ile onun Atlantik'in Öbür Ucundaki tandemi olan Birleşik Haydutlar Devleti'ni savunma ihtiyacı hissetti! *** İsrail'e yönelik o sözleri, güya “Bundan bir şey çıkmaz” istasyonuna getirip üstüne de “makaraya alan” satırlar fışkırtırken… Aslında bilinçaltını dışa vuruyor: -Kaygı ve korku! *** Mister Bukalemun'a sorsanız, “Türkiye için kaygılanıyorum” falan diye kıvırtacak da; aslında İsrail'i, ABD'si, Fransa'sı, İngiltere'si, Almanya'sı için endişeleniyor! Batı putuna tapmak, Batı Cephesi için etki ajanlığı yapmak işte böyle bir şeydir. SOYKIRIMCI “DEMOKRASİ” İşgalci İsrail'in soykırımını da, İsrail ile ABD ikilisinin soykırım ortaklığını da “dert etmiyor!” On binlerce masum katledilmiş; onun için ne gam! *** Bunun Adolf Netanyahu'su, Amerikan Kongresi'nde “Refah'ta hiç sivil öldürmedik” yalanını zerre miskal utanmaksızın sallarken hararetle alkışlandı! ABD'deki bu “İleri Demokrasi”nin yılmaz savunucusu olan -pişkin mi pişkin- Ertuğrul Özbaydınyahu'nun kılı kıpırdamadı. UNUTMUYORUZ Terör Devleti İsrail komandolarının Mavi Marmara gemisindeki katliamında… Gazetesi, Siyonist katilleri “masummuş gibi” göstermeye yeltenirken; kendisi de Ankara'ya karşı Tel Aviv'in yanında yer almıştı. Aynen Locaefendi Fetullah'ın yaptığı gibi! ADOLF'UN YAĞCISI

Yeni Şafak Podcast
İSMAİL KILIÇARSLAN - Geçtik Beş Artı Biri, Stereo Bile Değil Artık

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 19, 2024 4:19


Leman dergisinin sokak köpekleri tartışmaları bağlamında yayımladığı “Patili Devrim” kapağı, uzun süredir üzerinde düşündüğüm bir konuyu dağınık da olsa yazma şansı verdi bana. Uzun süredir meclislerde mahfillerde önemli bir konu olarak konuşulan “kaht-ı rical, adam yokluğu, insan kalitesinin yetersizliği” başlıkları bence bizatihi insanla değil, dünyanın ve Türkiye'nin atmosferiyle ilgili. Basitçe örneklendirmek isterim şu kaht-ı rical işini. AK Partili yöneticilerle konuştuğumda duyduğum şey şu: “Adam yok adam. Müthiş bir insan kaynağı yetersizliği yaşıyoruz.” Her fraksiyondan ülkücülerle konuştuğumda duyduğum şey şu: “Yahu elimizde biraz daha nitelikli bir insan kaynağı olsa var ya…” Marksist arkadaşlarımla konuştuğumda duyduğum şey şu: “Yahu bu işler kimlere kaldı. Teori bilmez, pratik bilmez adamlar baş oldu.” İslamcı kardeşlerimle konuştuğumda duyduğum şey şu: “Abicim, meseleyi bilen adamımız kalmadı. Meseleyi bilen adamlarımız olsa 90'lardaki havayı bir yakalasak olacak aslında.” Bütün bu samimi itirafların ortaklaştığı gerçek “insan yokluğu, irtifa kaybı, insani kalite yoksunluğu” başlıklarıyla izah edilebilir ama bu izah çok ama çok yanlış bir noktaya götürür bizi. Asıl problem, Türkiye'yi içine alan küresel atmosferde düğümlü çünkü. Biraz daha dağıtayım meseleyi. İşçi haklarıyla, gelir adaletsizliğiyle, mülteci haklarıyla asıl bugün uğraşması gereken Marksist düşünce geleneği LGBT, öğretilmiş çevre duyarlılığı ve sokak hayvanları mücadelesini Marksizm sanma derdine duçar olmuş durumda. Türklerin politik birliği, İslam ile Türklüğün meczedilmesi, Sünni siyasal aklın Türkler açısından imkânı gibi başlıkları asıl bugün açması gereken Ülkücü-milliyetçi düşünce geleneği mültecilere ve İslam'a düşmanlık üretecek savrulmalar yaşıyor. İslam dünyasının ortaklaşa hareket etmesinin yolları, mazlumların mazlumluğunun giderilmesi, sosyal adalet, açık düşünsel tartışmalar gibi konularla asıl bugün uğraşması gereken İslamcı düşünce geleneği politik iktidara yanlama, STK'cılık oynama ve adam devşirme sektörüne kapılmış durumda. AK Partiyi hiç zikretmeyeyim bile de kimseyi boşuna kızdırmayayım. 22 yıllık iktidar tecrübesinin geldiği nokta “siyaseten ne söylediğini bilmediğimiz, ne söyleyeceğini de kestiremediğimiz bir eklektik şebeke”ye dönüştü çoktan. Ve görünen o ki bu sarmaldan çıkış da yok artık. Şurası önemli. Büyük okumalar devri de, büyük adamlar devri de kapanmış görünüyor. Dünyayı “mono” bir yaklaşımla dizayn eden küresel kültür endüstrisi, çoğunlukla duyarlılık yönetimi yaparak, bazen de doğrudan sosyoekonomik yahut politik müdahalelerle dünyadaki hemen herkesi, hemen her aklı birbirine benzetmeyi başardı. Turbosundan vahşisine her çeşidiyle azgın kapitalizmin askeri halinde herkes. Çin'de de böyle durum, Rusya'da da böyle, Türkiye'de de böyle.

Yeni Şafak Podcast
YUSUF DİNÇ - Doğrudan yatırım doğudan gelir

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jul 6, 2024 5:22


Evvelce demiştim ya doğrudan yatırım Batıdan gelmez, çünkü bitmiştir, diye. Anlaşılan o ki batıdan sıcak para da gelmiyor. Son dönem için raporlanan girişlerin küçük bir kısmı kadar belki. Batının elinde; koydukları yaptırımları kaldırmak, not artırmak, gri listeye sokup çıkarmak gibi ucuz işler kaldı. Ucuz diyorum çünkü doğrudan yatırımın büyük bağlamlarında bu kriterlerin yeri yoktur. Fakat gene de gerçekten merak ediyorum; ABD Türk çelik endüstrisine karşı getirdiği ticaret kısıtlayıcı tedbirleri acaba ne zaman kaldıracak? Batının Türkiye'yi sadece askeri değeriyle ve sığınmacı barınağı olma yönüyle dikkate aldığı yaklaşımının tadı kaçalı çok olmuştu. Doğunun Türkiye kavrayışı çok daha üst kalibreden. Türkiye'nin biricikliğini anlamış ve anlamlandırmış cinsten… Doğuyla batı arasındaki fark diyalektik fetişizmi ve hikmetin dinginliği arasındaki fark gibidir. Evet, diyalektiğin amacı hikmettir. Fakat batı bunu unutmuşçasına bitimsiz bir diyalektiğin koridorlarında dolaşmaktan hoşlanır. Zor ulaştığı hakikatlerin dahi üstünü diyalektiğin hazzını sürdürmek için kapatır. Batının koluna giren herkes de aynı koridorlarda amacını yitirmişçesine dolanır durur. “Yahu, işte hakikat!” diye durduğu her istasyonda Kubrick'in Shining labirentlerindeki gibi seller basar da gene sürüklenir. Doğu bilgeliğe tutkunluğuyla kendini de koluna gireni de birbirlerinin varlığının hakikatlerine erişmeye matuf kılar. Birincide varlığını şaşırırken ikincide kendini anlamaya başlarsın. Batılıların doğu sufizminin kollarına kendini bırakması bundandır. Yani batılı toplumların Hint veya Çin veya Japon kültürünün yogasına, disiplinine, sporuna kapılıp gitmesi şaşkınlık nedeni değildir. Şunu söylüyorum; Batı değişeni bilir, doğu sabit kalanı… Batı değişen hakikatleri bilebilir, doğu da bunları kaçırabilir o ayrı… Gene de istisnaidir… Batının asıl Türkiye'yi asla anlamayıp Türkiye'deki belli değişimleri çok iyi anlaması bundandır. Fakat bu kabiliyetinin ne kendisine ne de Türkiye'ye faydası vardır. Doğu Türkiye'nin sabitelerini bilir değişen ve sürekli değişecek olan değişenleri üzerinde durmaz. Bu da tam değildir ama faydası vardır işte. Zaten doğu bir de değişimleri anlasa hemen üstünlük kurar.

Yeni Şafak Podcast
MUSTAFA KUTLU - Arslanın Ağzı

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jun 26, 2024 3:08


Üniversitede sınıf arkadaşıydık. Sadece merhabamız yoktu, bayağı hukukumuz vardı. Nasılsa yolda rastlaştık. “Ne var bunda” demeyin. Adam müsteşar... Çok iyi bildiğiniz gibi “iş arslanın ağzında”. Bir yere 46 kişi alınacak, neredeyse 46 bin kişi müracaat ediyor. Bizim oğlan askerden geldi, aylardır işsiz. Şuna başvurduk, buna başvurduk. I, ıh... Tık yok... Oğlan ha bire sağa-sola hâl tercümesi yazıp yolluyor (şimdilerde sivi deniyor). Ama gittikçe de başı önüne düşmekte, hatta omuzlarının arasında neredeyse kaybolacak. Oğlanın gözümüzün önünde böylesine eriyip gitmesi kahrediyor hepimizi. İşte bu hâllerle eski arkadaşı görüverdim. Ne de olsa ayaküstü bir konuşma bu. Ancak hâl-hatır sorulur o kadar. Önce gerçekten sıcak bir kucaklaşma. Sonra “Ya, görüşemedik, seneler oldu” faslı. Daha sonra “Ee... Ne yapıyorsun bakalım?..” Dedim ya ayaküstü. Adam az sonra çekip gidecek. Bunca yıl semtine uğramamışız, bu kadar makam-mevki sahibi olmuş, telefon açıp bir tebrik bile etmemişiz. Bunları bir yana koydum. Gözümü karartıp makinalı tüfek gibi konuşmaya başladım. — Memleketin,piyasanın vaziyeti malum. Seni bilmem ama biz geçim derdindeyiz. Kızı kocaya verdik, dişten tırnaktan artırıp oğlanı okuttuk. Ona da bir istikbal olsun hani. Askerliğini yaptı, e tabii evlenip yuva kuracak. Bu zamanda kolay mı, kaç zamandır iş arıyoruz, iş arslanın ağzında. Ben kendimi kaybetmişim galiba. Oracıkta dikiliyoruz. Gelip geçenler, trafik, hatta belki ne bileyim iyi duysun diye kulağına eğilip bağıra-çağıra dert yanıyor da olabilirim. Herif “Nereden çıktı şimdi bu eski arkadaş” diyordur içinden. Neden sonra fark ettim, sıkıntıyla etrafına bakıyor. Hık, mık ediyor. Galiba özel şoförü gelmiş, önü ilikli bekliyor, konuşmamız (yani benim konuşmam) bitsin diye bekliyor. Belki bir şeyler diyecek ama ben fırsat vermiyorum. Finale doğru sesimde dramatik bir ton: — Sen şimdi usule aykırıdır falan dersin. Aklından torpil-morpil geçer. Hani arkadaşız ya [Ne arkadaşı oğlum, aradan otuz sene geçmiş], bir kayırma, himaye geçer, devlette böyledir bu işler... — Belki de “Hay, hay” diyeceksin eski mebuslar gibi cebinden bir Yenice paketi çıkarıp arkasına isim-adres-telefon numarası kaydederek “Bu işi olmuş bil” diyeceksin. Arabana atlayıp gideceksin, giderken o Yenice paketini açıp içindeki son sigarayı yaktıktan sonra paketi savurup camdan atacaksın [Yahu koca müsteşar böyle görgüsüzlük yapar mı? Hem Tekel'de Yenice diye bir sigara mı var?]. Bütün bunları bir bir sıralayıp içimi boşalttıktan sonra sözümü şöyle bağladım: — İster yap, ister yapma, senin bileceğin bir iş. Kapında benim gibi binlerce adam bekliyor. Ama hani, mektep arkadaşıyız, aramızda bir hukuk var. Hem sen meşgul adamsın, ben de seni çok tuttum ayaküstü, kusura kalma. [Böyle mi dedim acaba?] O ayrılmadan, ben atılıp iki yanağından öptüm. “Hadi eyvallah” deyip yürüdüm. Müsteşar beyi konuşturmadım. Gıkını bile çıkaramadı. İyi mi ettim acaba? İş arslanın ağzında.

Yeni Şafak Podcast
MUSTAFA KUTLU - Kafayı Çizen Adam

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later May 21, 2024 4:03


Adam memur. Küçük memur. İstanbul'da kirada oturuyor. Doğalgaz, elektrik, su faturası ödüyor. Yol parası veriyor. Bir oğlu lisede, bir kızı ortaokulda, küçük oğlan ilkokulda okuyor. Eşi ev kadını. Ablası evlenip de tek kalan, kızından hiçbir vakit ayrılmamış olan kaynanası da onlarla beraber. Kaynana ama ne kaynana. Hem ailenin, hem akrabanın, hem apartmanın, hem mahallenin kaynanası. Tanıyanlar kocasının bu karının dili yüzünden genç yaşta öldüğünü söylüyorlar. Adam ayağını yorganına göre uzatır. Kredi kartı kullanmaz, veresiye almaz. Borçtan korkar. Tencerede pişirir kapağında yer. Sessiz, sakin, hatta bazılarına göre sünepe. Başına vur elindekini al. Kimsesi yoktu. Parası da yoktu. Bir aile sahibi olsun diye yaşlı kızı buna kakaladılar. Kaynana da bonus oldu. Yok para dedik ya. Karı tarafında da yok. Bunlar buzdolabı, çamaşır makinası, bulaşık makinası, halı, oturma takım, derken adamın şakaklarına kır düştü. Taşındıklarında apartmanda kimsenin arabası yoktu. Az zamanda herkesin bir arabası oldu ve park yeri kavgaları başladı. Pazar günü oldu mu, herkes arabalara atlıyor, pikniğe, akraba ziyaretine gidiyor. Bizimkiler içlerini çekerek pencereden bakıyor. Kaynana makinalı tüfek gibi konuşuyor. – Ulan damat, adam olamadın gitti. Kapıcının bile arabası var. Utan, utan. Bu sıcakta eve kapanıp kaldık. Adam kibrit çöpünden gemiler yapardı, aldırmazdı. Kapıcı diyor. Be kocakarı! O kapıcı sanayide çalışıyor. İki oğlu dahi okumadı. Onlar da çalışıyor. Karısı taşa vursan geri gelmez, köylü kızı. Tüm apartmanın işini görüyor. Turşuya varıncaya kadar yiyecekleri köyden geliyor. Kira vermez, elektrik-su-doğalgaz ödemez. Daha şimdiden iki gecekondu arsası var. Yakında oraya bir apartman dikerse şaşma. Dallama emlakçı bacanak geldiğinde tartışma ayyuka çıkıyor. Bacanak pencereden yeni aldığı jipi göstererek: — Şuna bak, şuna. Kız gibi. Yahu sana da bir araba uyduralım dedik, yanaşmıyorsun. Ulan dallama, para içinde yüzüyorsun. Şu garibe bi koltuk çık desek oralı olmazsın. Bu herif yaralı parmağa işemez. Kız bilgisayar ister, herkesin varmış. Oğlan bisiklet ister herkesin varmış. Küçük bir futbol topu bir de krampon istiyor. Kadın yatak çöktü değiştirelim diyor. O kadar çok dinledi ki adam, içindeki düğüm geldi boğazına tıkandı. Tutumluydu demiştik; elli elli, yüz yüz bir yana atıyor, hani belki daireden arkadaşlar bir kooperatif kurar da girerim diye hayal kuruyor. Bu hayal gerçekleşinceye kadar boğazındaki düğüm tüm nefesini kesecek. Aniden karar verdi, bacanakla gidip bankadan kredi çekerek ucuzundan bir araba alıp kapının önüne çekti. Pırıl pırıl, bembeyaz, kız gibi. İşte size araba. Kesin sesinizi. Bir bayram oldu ki sormayın. Kaynana aşka geldi, depoyu doldurdu. Gezdiler, gezdiler, İstanbul'da adım atmadık yer komadılar. Adam da açıldı. Gezdikçe keyfe geldi: — Ulan araba da bir ihtiyaçmış yani, dedi. Birikmiş parasından banka borcunu ödedi ödedi. Para bitti, borç bitmedi. Üstüne faiz geldi. Borç üç beş katına çıktı. Ne yapacak? Ne kaynana verir, ne bacanak. Kimseden borç alamaz, utanır. Zaten ödeyecek hâli yok. İşe de arabayla gitmeye alışmış. Ayıkla pirincin taşını. Ulan senin neyine araba. O gün de işe arabayla gelmişti. Dönüşte baktı benzin bitmiş. Cepte hiç para yok. Gitti masasına oturdu. Başını ellerinin arasına aldı, daldı. Müstahdemler etrafı süpürürken, silerken gördüler onu, “Herhâlde hesabı bitiremedi” diye aldırmadılar. Işıklar söndü. Adam masada kaldı. Ertesi gün gelenler adamı aynı hâlde buldular. Etrafa boş boş bakıyordu.

HEART of the TRIBE
Morning Manna || Garment of Praise

HEART of the TRIBE

Play Episode Listen Later Apr 29, 2024 42:21


Daily bread to feed our Ruach.Leigh Caruthers(4.29.24)Good morning blessings and Shalom prayed for everyone! O, Yahuah, we sing of your wonders and raise our praises to you on high! We rejoice for the Risen Son who poured His love out upon the earth to save us all. HalleluYah, for the tests and trials that refine us as you mold us to your finished work. Father, create a clean heart in us worthy to hold your Ruach. Give us new wine skins to hold the fruit of the vine. Yahusha is the vine, and we are the branches that stretch our hands to heaven. Lift us up Father in our times of trouble, in our mourning, and in our illness. Give us strength to endure all of the distractions thrown at us daily. The words delivered to discourage us, to tempt us, compromise, and wound us. Father, see our obedience in spite of the guile (tricks, deceit) of the world and strengthen our walk each step. We pray for our enemies. We ask for peace for them, for a breakthrough, for a softened heart, for repentance and mercy to flood their mind, heart, and body. Spark desire in them to love you and seek you so that all darkness and wicked thoughts flee them. Give us all the strength to resist sin and the influence of the enemy of our flesh so it will flee from us. Father, we forgive all transgressions against us. We give up to you our doubt, our hurts, our fear, and regrets so that you can heal us from the inside out. Father, fill each part of us with your Ruach Ha'Qodesh and place guard your angel armies on all sides as we work for you and your ministry. And most of all ,Yahuah, we pray that your will be done on earth as it is in heaven. In your name, Yahuah Tseva'oth, and in the name of your Son, Yahusha Ha'Mashiach, with the Ruach Ha'Qodesh we pray, let it be so, and let your Kingdom come!! Amein!Join me on Morning Manna at 10 am est as I discuss, Garment of Praise. I've been thinking alot lately about garments. Let's take a little dive into these 3 verses in YESHA'YAHU 61:1-3.*Download the Fiery Faith Ministries App*https://get.theapp.co/2nmm*Non-Profit Fundraisers*https://www.bonfire.com/store/fiery-faith-ministrieshttps://www.givesendgo.com/fiery_faith*Like & Subscribe*https://www.youtube.com/@fieryfaithhttps://www.instagram.com/fieryfaithministrieshttps://www.facebook.com/fieryfaithministrieshttps://www.twitter.com/FieryFaith144*Website*https://www.fieryfaithministries.com*Email*shalom@fieryfaithministries.comprayer@fieryfaithministries.com*Telegram*Fiery Faith Ministries | https://t.me/+6lf5W12zEF81MjhhWatchmen of the Wall | https://t.me/+J3iYvO1bL3JjYWIxPrayer Room | https://t.me/+vUGzK_-TXBYwNDdh*Bless this Ministry*SUBSPLASH: https://subsplash.com/u/fieryfaithministries/givePAYPAL: https://paypal.me/JamesCaruthersVENMO: https://account.venmo.com/u/JamesCaruthers791

Yeni Şafak Podcast
YUSUF DİNÇ - Bindi Millet Halk Partisi Teleferiğine

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Apr 14, 2024 3:52


Millet bir kere bindi ya Halk Partisinin teleferiğine… Akıbet belli… İsteyerek mi bindi, çekilerek mi götürüldü ayrı mesele. Özeleştirinin somutlaşmasını bekliyor herkes sabırla… Halk Partisi için kalıcı bir başarıdansa bir tesadüften bahsetmek bekleyiş sürerken daha olası. Olacak iş değil ya, Halk Partisinin birinciliğine kumar masalarında bahisler 1'e 10 verirdi. At ve bit yarışlarındaki gibi… Kandil'de eğer yükselmişse moraller çok aceleci… Bakmayın, feriklerin horoz olmuş ötmesine şimdi… Hayır efendim, Aselsan'ı, Bayraktar'ı, TUSAŞ'ı kalorifer peteği fabrikasına çeviremezler. Çevirseler, kaloriferin çevrim suyunu ısıtacak gazı bulamayacaklarından lüzumsuz olur. İlişkileri de yönetemezler tedarikçiler gaz akışını durdurur. Derin deniz tarama ve sondaj gemilerini gelişine satarlar zaten. Arama ruhsatlarını da yabancı şirketlere verir sonra da gaz yokmuş derler. Libya'da Hafter'i destekler, Akdeniz'i Rum mezelerine tertemiz takas ederler… Hepsi geçer gider. Dünyada bir sürü dostumuz olur… O biçim dost… Hastaneler başa bela fakat. Üstünü tülle kapayacakları beceriksizliklerinin sembolü olur bu baş belaları… “Yahu biz İzmir'e razıydık şuna bak; haritanın kırmızı olduğu yerden şöyle güzelce AB'ye girsek güzel olmaz mı,” diye iç geçirenler… En kolay vazgeçeceği iki şeyden biri dini, öbürü doğusu olanlar… Gerisi zaten açık…

Yeni Şafak Podcast
Mustafa Kutlu - Ver kurtul

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Apr 3, 2024 3:36


Adam zengin, beş-on kere hacca gitmiş. Öyle ki serveti yedi sülalesine yeter. Gidip kapısına dayanıyor: “Efendi şurada bir hayırlı iş vardır, yüz lira verirseniz bitecek” diyorsun. Değil yüz lira, yüz milyon lira verse bir şeyi eksilmeyecek olan adam size dünyaları bağışlıyormuş gibi kasılarak elini cebine atıp bir on lira çıkarıyor. Yahu şimdi ben bu adama ne diyeyim. En iyisi Allah'ın emrini bildireyim: Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: “...Altın ve gümüşü (genel olarak parayı ve serveti) biriktirip saklayarak Allah yolunda infak etmeyenler yok mu, işte onlara acı bir azabı müjdele” (Tevbe 9/34). Hadi bakalım ne yapacaksın şimdi. Ey servet sahibi, mal-mülk sahibi insanlar şunu unutmayın: Hz. Peygamber'den bir şey istenilip de “Hayır” dediği vaki olmamıştır. Ayrıca cömert olmak için illâ zengin olmak da gerekmez. Elbette ki beş parmağın beşi bir değil. Her kişi cömertlikte aynı seviyeyi tutturamaz. Cömertliğin ilk derecesi sehâ'dır; sonra cûd gelir; en son mertebesi ise îsâr'dır. Malının bir kısmını verip bir kısmını kendine ayıran sehâvet sahibidir. Malının çoğunu bağışlayıp az bir kısmını alıkoyan cûd sahibidir. Kendisi muhtaç olduğu hâlde elinde bulunan imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanan fedakâr kişi ise îsâr sahibidir. Manevî değerlerin aşınıp yok olduğu, maddiyatın öne çıktığı, bencilliğin hoyratlığa dönüştüğü günümüz dünyasında cömertlik neredeyse enayilikle bir tutuluyor. Modern hayat insanın insanla münasebetini kesiverdi. Araya âletleri, kurumları, yasaları koydu. Adam bu gibi işleri devlete, hükumete, belediyeye havale edip işin içinden sıyrılıyor. “Öyle ya, madem vergileri topluyor, yoksulun hakkını da ödeyiversin” diyor. Hâlbuki ahlâk ferdin içinde cereyan eden bir şey. Tıpkı inanç gibi. Kişinin kendi nefsi ile cebelleşmesi. Nefis dediğimiz şey dokuz canlıdır. Tepeledim, sesini kestim dediğin an başını kaldırıp “Zekâtı tapon mallardan ver gitsin” diye kışkırtır seni. Kişi utanma duygusu, kanun emri, devlet zoru, çıkar hesabı, sınıf menfaati, korku belası ile cömert olamaz. İnfak dediğimiz şey gönül rızasına bağlıdır. Verdiği malda gözü kalan vermesin daha iyi. Cömertliğe karşılık bir hizmet, bir mükâfat, övgü hatta teşekkür bile beklenmemelidir. Öyle ki cömertlik bizde bir huy, bir meleke haline gelsin; ruhumuzun asaletini beslesin.

Yeni Şafak Podcast
MUSTAFA KUTLU - Yalnızlık

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 19, 2024 4:15


Etrafta bir “yalnızlık” lafıdır gidiyor. Etmeyin eylemeyin kardeşim. Bizim inancımıza göre “Yalnızlık Allah'a mahsustur”, kul kısmı yalnız kalmaz, kalamaz. Ancak meseleye biraz daha yakından bakarsak yaşadığımız modern hayatın kişiyi yalnızlığa mahkûm ettiğini görebiliriz. Modern hayatın zihniyeti geleneği dışlıyor. Cemaati küçümsüyor, horluyor, baskıcı buluyor; kişinin özgürlüğünü kısıtladığını iddia ediyor. Oysa bizim cemaat anlayışımız böyle değildir. Bizim cemaat anlayışımız ferdi cemaate ezdirmez, tek tip insan hedeflemez, şahsiyetin gelişmesine hizmet eder, bu yolda ferdi kısıtlamak bir yana onun önünü açar. Karşılığında ferdin cemaate tahakkümünü engeller. Böylece baskıcı bir toplum yapısının önünü keser. Cemaat bir yana modern hayat aileye de düşmandır. Aileyi bir “evlilik şirketi” olarak tarif eder, aile ilişkilerinin özgürlüğü kısıtladığını öne sürer. Bu böyle olunca pek tabiî olarak akrabalık hapı yutar. Akraba ilişkileri “göstermelik” hâle gelir, kısa merasimlerden oluşur. Fert şöyle demektedir: “Beni rahat bırakın, kendi hayatımı yaşamak istiyorum”. İyi, peki, hayatını yaşa. Ama madem yanında kimseyi görmek istemiyorsun o zaman “yalnızım, yalnız” diye salya sümük ağlama. Hayır ağlamıyorum. Benim arkadaşlarım, dostlarım, sevgililerim, seviyeli ilişkilerim var. Ama görüyoruz ki onlar da “üfürükten tayyare”. En küçük bir sarsıntıda “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna”. Böylece gel-geç ilişkiler, savrulmalar, –eh hepimiz insanız yani– ızdıraplar, gerçekten yalnızlıklar yaşanmaya başlar. Birisi şöyle diyordu, iktisadı öne alan birisi. “Bırakın aile dağılsın, tek buzdolabı yerine iki, tek televizyon yerine iki, tek çamaşır makinası yerine iki tane satarız, fena mı?” Aile bağlarını, sevgiyi, aşkı, çocukları falan her ne kadar modern bir hayat yaşıyorsak da bu kadar maddiyata bağlamak bana abartılı geliyor. Yalnızlığa dönersek son kale olan mahallenin de modern hayat ile ortadan kalktığını görürüz. Ülkemizde bir “mahalle baskısı” olduğu söyleniyor. El-insaf. Yahu memlekette mahalle kaldı mı ki, baskısı olsun. O dediğiniz yetmişli yıllarda bitti. Biraz taşrada kaldı, o da yavaş yavaş eriyor. Apartman hayatı mahallenin sonunu getirmiştir. Oysa mahalle ailenin ve ferdin sığınağı idi. Sıcak ilişkilerin yaşandığı bir mekândı. Başta “Perihan Abla” olmak üzere sinemamızda ve televizyonda ne kadar işlenmiş ne kadar tutulmuştur. Bu elbette ki orta yaşlı kuşağın özlemine dayanıyordu. Yeni yetişenler o günleri bilmiyor. Demek ki yalnızlık bahsinde ferdin şikâyete hakkı yok. Sen putunu yap, sonra ona tap; put su koyverince ağlamaya başla, bir dert ortağı, bir dost, bir yuva ara. Olmadı işte. Bu olmadı. Ancak ben ferde de pek kabahat bulmuyorum. Bu mesele modern hayatı yaşatan, modern teknoloji ile donatan zihniyetin eseridir. Zihniyet insanı hemcinsinden uzaklaştırıp eşyaya esir hâle getiriyor. Bir baba düşünün arabasını eşinden ve çocuklarından çok seviyor. Bir eş düşünün yeni çıkan bir mutfak robotu almak için eşine yalan söylüyor veya parasını araklıyor. Alt gelir grubunun ağzına kadar düşen “Kendi ayakları üzerinde durmak” bir efelenme olduğu kadar, esasen bu yalnızlığı yaşamaktır. Oysa biz yalnızlığın karşısına dayanışmayı, sevgi ve saygıyı, bağlılığı, feragati, şefkati, aşkı ve merhameti koymalıyız. Haz ve hız çağında, eski yapıların çöktüğü bir zamanda; oğulun babayı, kızın anayı dinlemediği demde, öğüdün çağdışı ilan edildiği sırada bu mümkün mü? Bence mümkün değil. İnsanoğlu bu modern hayatın ve modern teknolojinin yarattığı ideolojiyi terk edemez. Alıştığı konfordan vazgeçemez. Nefsini terbiye edecek her söze, her uyarıya burun kıvırır. Tâ ki başını bir taşa, bir duvara vuruncaya kadar. Hangi taş? Hangi duvar?

The Steve Gruber Show
Steve Gruber, Chuck Schumer's broadside attack on Netan Yahu

The Steve Gruber Show

Play Episode Listen Later Mar 18, 2024 8:30


Steve Gruber discusses news and headlines

Yeni Şafak Podcast
YAŞAR SÜNGÜ - İş Dünyasının Sessizliği

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Mar 5, 2024 4:13


Başarıya ve başarısızlığa giden bütün yollar sürekli yapım halindedir; Taşlarını biz döşeriz. Tarih kitapları Gazze soykırımını böyle yazacak; 57 İslam ülkesinin 5 ayda verdiği destek Gazzelileri ayakta tutan bir tutam yabani ot kadar olmadı. Ancak işgalci İsrail'in soykırımında yalnız bırakılan sadece Gazzeliler olmadı. Boykotla siyonist sermayeye karşı savaşan dünyanın merhamet sahibi tüm insanları şirketler ve devletler tarafından yalnız bırakıldı. Yemen ve Güney Afrika gibi birkaç devletin çabaları da yetmedi. ** “Çocukları öldür destek bizden” diyen küresel şirketleri boykot etmek için yerli alternatif ürün arayan kadınlar, erkekler ve çocuklar neden yalnız bırakıldı? Çünkü yerli şirketlerin birçoğu göbeklerinden küresel şirketlere bağlı. Birçoğu ünlü marka ve zincirlerin taşeronu. Küresel sermaye tezgahını bütün dünyada yavaş yavaş kurmuş. Azgınlığı cesaretinden değil. Açıktan aleni ve alçakça biçimde çocuk ve insanlık katili israili desteklemesi kurduğu tezgâha olan güvencinden. ** Bütün dünyada kendisine rakip çıkabilecek yerli markaları ya öldürmüş ya da kendine taşeron veya küçük ortak yapmış. Bankacılık ve finansta, modada, tekstilde, kimyada, kozmetikte, deterjanda, gıdada, medyada kısacası ekonominin iplerini eline geçireceği bütün alanlarda tekelci sermaye kendi düzenini oluştururken biz uyumuşuz. Bizi güncel siyasetle, kardeş kavgalarıyla, mezhep ayrımıyla meşgul etmişler. Bizi Türk Kürt, Alevi, Sünni, laik, şeriatçı tarzı ikili çatışmalarla aklımızı ve gönlümüzü bağlayarak iş dünyasına hâkim olmuşlar. Yani siyonist sermayenin küresel işgali 100-150 yıl öncesine kadar gidiyor. ** Nasreddin Hoca, komşularının sürekli kendisini eleştirmesine dayanamayarak, “Yahu eve giren hırsızın hiç mi suçu yok” dediğinde haksız olduğunu biliyordu muhtemelen. Hırsızın suçu ortada ama hırsıza fırsat vermek ona imkân sağlamak da en azından suça teşvik olarak görülmeli. Hocanın fıkrada vermek istediği ders de belki buydu. Bütün suçu hırsıza yüklersek, tedbirin, önlemin bir anlamı kalmaz ki bunun doğru olmadığını biliyoruz.

Fit ve Güçlü Karen Hill ile!
DRENAJ NEDIR YAHU? DETOKS ILE NE ALAKASI VAR?

Fit ve Güçlü Karen Hill ile! "Değerini Bil"

Play Episode Listen Later Feb 26, 2024 28:44


Vücuttaki DRENAJ yolları ve organları açık değil ise DETOKS YAPAMAZSINIZ! Drenaj detoksdan önce gelir. SAKIN BUNU AKLINIZDAN ÇIKARMAYIN

Yeni Şafak Podcast
MUSTAFA KUTLU - İNSANI TANIMAK

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jan 30, 2024 5:13


İnsanı tanımak zordur. Öyle ki, yıllardır dost bildiğiniz biri, gün gelir öyle bir söz söyler, öyle bir hareket yapar ki şaşırır, “Yahu ben bu adamı bunca zaman içinde tanıyamamışım” dersiniz. Eşlerin dahi birbirini ancak beş yılda tanıyabildiği söylenir. Meşhur hekim ve psikolog Alfred Adler'in İnsanı Tanıma Sanatı (1. bs. 1985, Çev. Kâmuran Şipal) adıyla dilimize çevrilen bir kitabı vardır. Dergâh Yayınları bu eseri yayımladı. Ben bu kitabı bir yana bırakıp Kurân-ı Kerim, Hucurat suresi, 13. âyete bakalım derim. Meâli şöyle: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık...” buyruluyor. Burada yer alan “tanışma” (teârüf) fiiline müfessirler yeterince dikkat etmişler midir? (Elbette etmişlerdir. Çünkü insanların millet, kavim, kabile, aşiret vb. olarak yaşamalarının gerekçesi bu kelime. Toplumlararası ilişkilerin mahiyetine işaret ediyor. Benim anladığım bu. Din âlimi değilim. Sadece düşüncemi dile getirdim. Ehil olanlar bilir. Belki buradan sosyolojiye kadar gidilir.) Bana göre “anahtar” kavramlardan biri. Tıpkı “hikmet, emanet” gibi. Elmalılı Hamdi Yazır surenin tamamını gözeterek “Yani soylarınız, atalarınızla iftihar için değil, birbirinizi soyu sopu ile tanıyarak yardımlaşmanız için” diyor. Açıklamaya birbirini anlamak, barış içinde yaşamak vb. gibi mânâlar da ilave edilebilir. Ben birbirimizi “sevmek” için öncelikle “tanımamız” gerektiği noktasına işaret etmek istiyorum. Tanımadığımız kişiyi, yeri, eşyayı veya herhangi bir şeyi sevebilir miyiz? “Ünsiyet” anlaşmak, yakınlaşmak, dost olmak mânâsına gelir. “Birlik-beraberlik”ten sık bahsettiğimiz şu günlerde meselenin temelini “sevgi”ye yaslamamız gerektiği söylenmelidir. (Kelimenin muhtevasında sevmek kadar “saymak” da yer alır.) Sevginin elbette ki menfaat karşılığı olmaması lazım gelir. Pirimiz Yunus Emre herhâlde Hucurat suresine atıf yaparak aşağıdaki şiiri söyledi. İçinde “tanışmak ve sevmek” var. Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim Dünya kimseye kalmaz

Jacob T Kuker
Forbidden SECRET In Book of Job!? (You WON'T Hear In Church)

Jacob T Kuker

Play Episode Listen Later Jan 19, 2024 51:31


Cub Kuker Supernatural Podcast EP375 To understand the book of Job within the biblical narrative, we have to go back to the Canaanite pantheon of deities… The Canaanite pantheon, discovered through historical artifacts, represented a divine clan led by the supreme god El. Over time, this pantheon evolved, with El and Asherah prominent in earlier eras, while later years saw the ascendancy of Baal and his consorts. Notably, many Canaanite deities influenced the Greek and Roman pantheon, with parallels seen in Zeus, Aphrodite, Athena, Poseidon, and Hades. Key deities in the Canaanite pantheon included:

Yeni Şafak Podcast
MUSTAFA KUTLU - GÜZEL BİR GÜN NASIL OLUR?

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Jan 9, 2024 4:18


Lodosun canı sağ olsun. Gerçi pek makbul sayılmayan bir rüzgârdır, denizi kabartır, balıkları ve insanı serseme çevirir ama olsun, havayı temizliyor işte. Poyrazla el ele verip İstanbul'u zehir solumaktan kurtarıyor. Bugün lodoslu hava, üstüne üstlük güneşli. Serçeler cıvıldıyor ağaçlarda. Beklediğim vasıta zamanında geliyor, işte güzel bir gün dedik ya, yer bulup oturuyorum. Yanımdaki vatandaş teklifsiz; “Yahu her önüne gelen yorumcu oldu”, diye gündemi açıyor. “Bir de bu meseleleri vatandaşa sorsalar ya” diyerek yüzüme bakıyor. Eh, muhabbeti başlatalım bari. “Soruyorlar efendim, siz hiç tivi seyretmiyor musunuz” diyorum. “Hah, ha...” diye kısa metrajlı bir kahkaha atıyor. Sevimli adam doğrusu. — Soruyorlar abicim, sormazlar mı... Şimdi vatandaşın bu konudaki fikirlerini alalım, diyerek sokaktan geçen adamlara mikrofonu uzatıyorlar. Ne güzel değil mi? “Ver ulan şunu şöyle bir güzel konuşayım” diyeceksin. Vermezler ki.. Öylesine bir iki laf atıyoruz. O da şansına. Adam senin sözlerini makaslıyor, ötekinin sözlerini veriyor. Bu mu adalet?.. — Siz galiba yorum değil adalet peşindesiniz... — Elbette... Acaba lafı uzatıp, memlekette adalet mekanizmasının yavaş işlediğini mi anlatsam? Altı yedi yaşlarında bir çocuk beni bu fikirden caydırıyor. Ayaklarında yırtık lastik çizmeler, başında bir Fenerbahçe beresi... Ceket çamur içinde, gömleğin yakası-bağrı açık. Kopul bir oğlan, bütün bunlar hiç umurunda değil. Koltuğunun altına bir alüminyum tepsi sıkıştırmış, kolu kavramaya yetmiyor. Tepsinin içinde naylonlara sarılı koz helvalar, susamlı helvalar... — Helva alın abilerim, helva alın teyzelerim, diye bülbül gibi şakımaya başlıyor. Yolcuların gözü yanakları kıpkırmızı oğlanda. Olağanüstü düzgün ve beyaz dişlerini parlatarak gülümsüyor. Yazık ki kimse oralı olmuyor. Ama oğlan tecrübeli. Bu yolların adamı olmaya ahdetmiş. — Helva alana bir türkü bedava, demez mi? Eh, gel de dayan şimdi. Bıçkın bir delikanlı sesliyor yanına. — Önce türküyü söyle, sonra alayım helvanı diyor... Herkes bu pazarlığın nasıl sonuçlanacağını merak ediyor. Satıcı çocuk ilgi uyandırmayı becerdi işte... Bundan gerisi kolay...

Yeni Şafak Podcast
İSMAİL KILIÇARSLAN - İSTEYİNCE OLUYORMUŞ

Yeni Şafak Podcast

Play Episode Listen Later Dec 11, 2023 6:03


Gündemim Gazze. Başka bir şey için pek toparlayamıyorum zihnimi. Boykottu, eylemdi, grevdi, sıradaki planlamaydı derken “iyi ki Allah benim, tarihin bu olağanüstü anında, Gazze'den başka bir şeyle meşgul olmama izin vermiyor” diyorum. Şimdi size bazı Filistin filmleri sıralayacağım. İlki ve bence en önemlisi, alt metnindeki olağanüstü politik eleştiriler yüzünden çekildiği dönemde pek çok Arap ülkesinde yasaklanan ve 3 Filistinli mültecinin Irak sınırını geçip Kuveyt'e yani kendileri için “Vaat Edilmiş Topraklar”a ulaşma serüvenini anlatan Güneşteki Adamlar. Filistinli büyük yazar Ghassan Kanafani'nin romanından uyarlanan, Mısırlı yönetmen Tevfik Salih'in çektiği filmin yapım tarihi 1962. Aradan geçen 60 yılda Filistin, Filistinliler ve Arap ülkeleri açısından hiçbir şeyin ne yazık ki değişmediğini anlatan film, Amerika'da özel olarak restore edilmiş. Muhteşem bir belgeselden de söz edeyim. “Küçük Filistin: Bir Kuşatmanın Günlüğü” adını taşıyor. Suriye'nin pislik diktatörü Esed, dünyadaki en büyük Filistin mülteci kampı olan Yermuk bölgesini uzun süre kuşatmış, Yermuk'un bütün dünya ile irtibatı kesilmişti. İşte bu belgesel, o kuşatmanın hikâyesi. Peki ya, 1960'larda FKÖ ile birlikte İsrail'le savaşmaya girişen Japon sosyalistlerin gündelik görüntülerinden elde edilen “R21 Aka Restoring Solidarity” belgeselinden bahsetsem size? Bir de tabii Tale of the Three Jewels ile Mediterranean Fever var. İki filmi de ortaklaştıran şey, savaşın, kuşatmanın, zorlukların tam ortasında dostlukla, dayanışmayla, güzel davranışlarla ayakta kalan insanların öykülerini anlatması. “Yahu bize niye durduk yerde bu önemli Filistin filmlerinden bahsediyorsun?” diyecek olursanız cevabımı vereyim: Bu önemli Filistin filmleri, an itibariyle İstanbul'da düzenlenen, 16 Aralık'a kadar da devam edecek olan Boğaziçi Film Festivali'nin “Filistin filmleri seçkisi”nin filmleri de ondan. Hayır hayır, yanlış hatırlamadınız. Bu yıl on birinci kez düzenlenen festivali en çok geçen yıl ödül töreninde yaşanan o rezaletten hatırlıyorsunuzdur. Hani ödül alan yönetmen Özcan Alper, “Türk Silahlı Kuvvetleri kimyasal silah kullanıyor” iftirasını atan tabipler odası bilmem neyi Şebnem Korur Fincancı'ya destek açıklaması yapmıştı da oyuncu kardeşimiz Burak Haktanır da Alper'e ağzının payını vermişti. Peki ne oldu da sadece bir yıl sonra, Türkiye'de neredeyse bütün ünlümsüler Gazze ve Filistin konusunda “yönetilen bir sessizlik”i seçmişken Boğaziçi Film Festivali, izleyici karşısına Filistin filmleri seçkisi ile çıkmaya karar verdi, dahası bunu göze aldı?

Hizmetten
Böylelerine sadece acınır! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Nov 21, 2023 4:50


Böylelerine sadece acınır.. acınır.. ve yine acınır!.. *Yıkılıp tepetaklak gidecek insanların defolup gitmeleri için gayretlere girmemeli; aksine size kötülük yapanlara acımalısınız ki asıl yiğitlik de odur. Hazreti Mesih der ki: “İyilik sana karşı iyilik yapana iyilik yapmak değildir. Sürekli başından aşağıya kötülük yağdırana iyilik yapmak, işte asıl iyilik odur.” *“Koğuculuk yapanlar, söz götürüp getirenler, insanları dedi-koduyla birbirine düşürenler katiyen cennete giremezler!” buyuruyor Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem). Jurnallere bakın, neler yapılıyor!.. Bence Cennet'e giremeyecek kimseye acımak lazım. Siz öyle birini Sırat'tan tam dökülecekken görüyorsunuz, siz de yanından geçiyorsunuz; bir tekme vurup “Bir an evvel düş!” mü dersiniz, yoksa “Yahu bu adam bir müddet bizimle beraber yürümüştü, elinden tutayım!” diye mi düşünürsünüz?!. Sonra nazarınızı da O'na, Her Şeyin Sahibi'ne çevirirsiniz, “Müsaade buyuruyor musun Allahım?!.” dersiniz. *Bizim mesleğimiz: Düşene tekme vurmak değil, düşenin elinden tutup kaldırmak. Düşmüşler.. düşünceleriyle düşmüşler.. beyanlarıyla düşmüşler.. ettikleri şeylerle düşmüşler… Zahiren düşmeleri de mukadder, kaçınılmaz, en yakın zamanda. Böylelerine sadece acınır.. acınır.. ve yine acınır!.. Bu video 10/05/2015 tarihinde yayınlanan “Yakın Körlüğü ve Ebu Leheb” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
Belayı ve musibeti ne kadar minimize ederseniz... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 18, 2023 7:57


Seleften Allah razı olsun halefe ne kadar çok iş bırakmışlar. Sizin döneminizde Hazreti Pir-i Muğan Şem-i Taban, Mısır'da bir başkası, Suudi Arabistan'da bir başkası, Pakistan'da bir başkası; herkes kendi ufku ve ufkundaki enginliği ölçüsünde ortaya bir şeyler koymuştur. Arkadan gelen nesillere bu doneleri değerlendirmek düşmektedir. Bunu yapmak suretiyle kendi dünyanızın rengini dünyaya aksettirin, o mükemmel dantelayı bütün dünyaya gösterin, onlarda imrenme duygusu uyarın. Belayı ve musibeti ne kadar minimize ederseniz, Allah'ın izni ve inayetiyle, insanlık o kadar huzurlu bir dünyada yaşamış olur. *Evet, geçmişte kavgaya, gürültüye, patırtıya sebebiyet vermiş hadiseleri deşelemek suretiyle günümüzde yeni kavga unsurları oluşturmamak, aksine güzergâh emniyeti adına herkese açık durmak lazım. Kardeş, dost, taraftar, muhip, sempatizan, ilişmeyen ve arafta (bir o tarafa bakan, bir de bu tarafa bakan, bazen dökülen bazen de siz kalkıp yürüdüğünüz zaman çıkarları o istikamette olduğundan dolayı sizin yanınızda) bulunanlara kadar alaka dairesini geniş tutmak lazım. *Hazreti Mevlana'nın ifadesiyle “Bir ayağım İslam'ın merkezinde, öbür ayağım yetmiş iki millet içinde!..” Hazret öyle diyor, öyle bir daire çiziyor. Böyle engin bir vicdanla insanlığa bakmak lazım. Zira kinlerin, nefretlerin, gayzların, öfkelerin şimdiye kadar insana bir şey kazandırdığı hiç görülmemiştir. Geleceği Omuzunda Bayraklaştıracak Genç Nesiller *Düne kadar Türkçe Olimpiyatları adıyla, şimdilerde Dil ve Kültür Festivali unvanıyla yapılan faaliyetleri yasak ettiler; “Burada olmasın!” dediler, “Yaptırmayacağız!..” dediler. Sağ olsunlar, hidayet defterlerine yazılsın bu, kaydedilsin!.. Bu sene yirmi yerde yapıldı. Yirmi yerde Türkiye'de olandan daha parlak icra edildiği için, arkadaşların bu mevzuda aşk u iştiyakları daha bir arttı. Diyorlar ki: “Yahu 40 ülkede de yapmak mümkünmüş bunu! Niye 40 ülkede yapmadık?!.” Öyleyse gelecek sene 40 ülkede yapacak şekilde bu meseleyi projelendirelim Allah'ın izni ve inâyetiyle. Nasıl olsa varidat, semalar ötesinden geliyor. Nasıl olsa, Cenâb-ı Hak vüdd vaz ederek, kalbleri size tevcih ediyor. *Geleceği omuzunda bayraklaştıracak genç nesiller.. siyahı, esmeri, mavi gözlüsü, kara gözlüsü, kıvırcık saçlısı, düz saçlısı, uzun saçlısı, kısa saçlısı… birbiriyle öyle mezc oldu, öyle kaynaştı, öyle bütünleştiler ki, bunlar geleceğin eliti olmak üzere yürüyorlar ve geleceğin huzur dünyası adına her birisi adeta inandıran çok önemli bir mesajdır. Aslında olan şeyler, gelecekte olacak şeylerin en inandırıcı ve en yanıltmayan referansıdır. Bu video 07/06/2015 tarihinde yayınlanan “Tarih Şuuru ve Sulh Ruhu” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
Yalan kâfir sıfatıdır! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 31, 2023 7:15


*Dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz gerek. Hazreti Mesih, “Sağ tarafına bir tokat vururlarsa, dön bir tokat da sol tarafına vursunlar!” buyurur. Tokat atana tokatla mukabelede bulunma! Kendi hıncını alsın orada. Nedameti yaşayacak odur: “Yahu hiçbir şey demedi, ne insanmış meğer abide şahsiyetmiş.” Eğer iki tokat yemekle birini hizaya getirebileceksen, onu denemek lazım. Mü'min, sokak insanı olamaz, tahripkâr davranamaz!.. *Ahsen-i takvime mazhar olan insan, karşısında meleğin serfüru ettiği abide şahsiyet, öyle olmamalı!.. O sokak insanı olamaz! O şurayı burayı harap eden insan olamaz! Araba yakan insan olamaz! Sövüp sayan insan olamaz! Mübarek kelimeleri ağzında istismar ederek “Bismillah, Allahu Ekber, Lâ ilahe illallah” deyip şenaat ve denaet işleyen insan olamaz! Onlara insan dediğiniz zaman veya o tavırlara İslam tavrı dediğiniz zaman Allah hesabını sorar. *Şahısları es geçelim fakat her mü'minin her sıfatı mü'min değildir; bazı mü'minler çok kâfir sıfatı taşırlar. Taşkınlık kâfir sıfatıdır. Birine zarar vermek kâfir sıfatıdır. Yalan kâfir sıfatıdır. İftira kâfir sıfatıdır. Birine zift atmk kâfir sıfatıdır. Kendi yaptığı şeyi başkalarına mal etmek kâfir sıfatıdır… Ve Allah hükmünü sıfatlara göre verir. Hadis-i şerifte buyurulduğu üzere; Allah sizin şekillerinize falan millet, filan hizip, falan cemaat, filan camia bakmaz ve lakin Allah sizin kalblerinize bakar. Kalb, Allah'a müteveccih mi; Allah'a müteveccih olanlara o da müteveccih mi, Allah ona bakar. “Fırsat ele geçerse biz de aynı şeyleri yaparız!” mülahazası rüyamıza bile girmemeli!.. *Siz mülahazalarınızı mealiyâta (yüce hakikatlere, yüksek gayelere) bağlı götürüyorken birileri kalkıp size münasebetsizce “paralel” diyebilir, “haşhaşî” diyebilir, “terör örgütü” diyebilir, hatta bıçak taşımayan insanlara “silahlı terör örgütü” diyebilir. İki sene insanları içeride tutabilir, iddianame hazırlamayabilir, “çeksinler” diyebilir. Onlar hakkında hakkın, adaletin, istikametin gereği hüküm veren insanları da içeriye atabilir. Fakat bütün bu şenaatler, denaetler, densizlikler sizi aynı olumsuzluklara sevk etmemeli. “Fırsat ele geçerse biz de aynı şeyleri yaparız!” mülahazası rüyamızda bile aklımızın köşesinden geçmemeli. *“Mukabele-i bilmisil”de bulunmaya din cevaz vermiştir fakat şefkat kahramanları misliyle cezalandırma ruhsatını dahi kullanmamalıdırlar. Hazreti Pir'in bu düşünceye bağlı anahtar ifadelerinde biri “mukabele-i bilmisil” için “kaide-i zalimâne” tabirini kullanmasıdır. Evet, Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Ceza verecek olursanız, size yapılan azap ve cezanın misliyle cezalandırın. Ama eğer bu hususta sabrederseniz, bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl, 16/126) Demek ki, eğer size ikab ederlerse, işkence yaparlarsa, eziyette bulunurlarsa, misliyle mukabele hakkınız vardır. Bu, hakkın, adaletin, doğru olmanın, dini doğru yaşamanın gereğidir. Fakat bir mü'minin mukabele de olsa asla yapamayacağı davranışlar söz konusudur. Bununla beraber ayet-i kerime bize daha yüksek bir ufuk göstermektedir: “Dişinizi sıkar sabrederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Bu video 13/09/2015 tarihinde yayınlanan “Fitneler Asrı ve Sulh Çizgisi” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
Allah'ın adaletine inanıyorum! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 29, 2023 5:30


İsterseniz yemin bile edebilirim. Neden? Çünkü Allah'ın adaletine inanıyorum! Ne kadar inanıyorum? O'nun varlığına inandığım gibi.. Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın nübüvvetine inandığım gibi.. Kur'an'ın Allah'tan geldiğine inandığım gibi.. Râşid Halifeler'in hak olduğuna inandığım gibi inanıyorum!.. Yemin bile edebilirim. Şiddetli bir fırtına ile devrilen ağaçlar gibi bir bir, üst üste devrilecekler. Hazana maruz yapraklar gibi savrulup gidecekler. Kendilerini bir şey görenler, yapraklar gibi toprağa gübre olarak dökülecekler!.. *Keşke onlar giderlerken, sizin içinizde kendilerine bir Fatiha okuma ve bir “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” deme duygusu oluştursalardı!.. Keşke bu kadar kalbî irtibat köprülerini kursalardı ve siz onları hayırla yâd etseydiniz!.. Yâd etseydiniz de İnsanlığın İftihar Tablosu'nun şu beyanına uygun içinizden gele gele hareket edebilseydiniz. Edemeyeceksiniz, zorlanacaksınız. “Ölmüş gitmişlerinizin iyi ve güzel yanlarını yâd edin, kötülüklerini sayıp dökmekten sakının!” Fakat çok zorlanacaksınız!.. Sövmüşler, saymışlar, üzerinize zift püskürtmüşler. Bunları birer birer gördüğünüz zaman bir kere daha, muktezâ-yı beşeriyet, tabiatınızdaki tepki, harekete geçecek. Sürekli içinizde reaksiyon hissi duyacaksınız. İşte o zaman iradenin hakkını kullanarak, bütün o olumsuz, negatif duyguları baskı altına almakta zorlanacaksınız. *Evet, Kur'an'ın talim buyurduğu, “Rabbimiz!.. Bizi ve bizden önce iman etmiş bulunan bütün (Din) kardeşlerimizi bağışla ve iman edenlere karşı kalbimizde herhangi bir kötü duygunun uyanmasına meydan verme. Rabbimiz, muhakkak ki Sen, şefkati pek engin, (bilhassa mü'minlere karşı) hususî rahmeti pek bol olansın.” şeklindeki duayı onlar hakkında yapmak, bu âlicenapça duyguyu yakalamak için çok zorlanacaksınız. Dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz gerek!.. *Fakat o gün de o iç tepki ve reaksiyonlarınızı, iradenin hakkını vermek suretiyle baskı altına alacak, onlar hakkında katiyen kötü düşünmeyecek, tel'inde bulunmayacak ve “Hakkımızı helal etmedik!” demeyeceksiniz. Sizin sinelerinizin de bu duyguyla attığına hükmetmek istiyorum. *Dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz gerek. Hazreti Mesih, “Sağ tarafına bir tokat vururlarsa, dön bir tokat da sol tarafına vursunlar!” buyurur. Tokat atana tokatla mukabelede bulunma! Kendi hıncını alsın orada. Nedameti yaşayacak odur: “Yahu hiçbir şey demedi, ne insanmış meğer abide şahsiyetmiş.” Eğer iki tokat yemekle birini hizaya getirebileceksen, onu denemek lazım. Bu video 13/09/2015 tarihinde yayınlanan “Fitneler Asrı ve Sulh Çizgisi” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...

Hizmetten
“Ben ölünce kimseye haber vermeyin! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 23, 2023 6:38


“Ben ölünce kimseye haber vermeyin, kefenleyin ve cesedimi bir çukura atıverin!” *Allah rızası unvanlı yüce hedefe kilitli o büyük insanlar ibadet, ubudiyet ve hatta ubûdette fani olmuşlardı; Allah kapısının azat kabul etmez bendeleri gibi oturup kalkıp her zaman Hakk'ı hecelemiş, hep Hak'la gecelemişlerdi; fakat yapıp ettiklerini asla yeterli görmemişlerdi. *Hadis ilminin büyük imamlarından, A'meş lakabıyla meşhur Süleyman b. Mihran (rahimehullah) hazretleri tabiîn tabakasının mümtaz simalarındandı. Misafirperverlik gibi güzel hasletlerde numune-i imtisal, fıkhî meseleleri çözmede müşkilküşâ bir fakih ve Efendimiz'in (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) lâl ü güher sözlerini sonraki nesillere ulaştıran en güvenilir ravilerden biriydi. Hayatı bütünüyle amel-i salihle geçen, aynı zamanda hiçbir tûl-i emeli de olmayan A'meş hazretleri, bütün faziletleriyle beraber, kendisini bir hiç olarak görürdü. Vefatına yakın hastalanmıştı. Yanındakiler “Bir doktor çağıralım” deyince “Yahu ne tabibi! Benim için değmez. Beni bana bıraksalar kendimi bir ateşten korun içine bırakıverirdim; elimde olsaydı kendimi şuradaki mezbeleliğe atıverirdim. Siz de öyle yapın. Ben ölünce kimseye haber vermeyin, kefenleyin ve cesedimi bir çukura atıverin!” demişti. *Bir A'meş hazretlerinin bu hissiyatını, bir de “Acaba benim cenazeme de çok iştirak olur mu?” diyen günümüzün bencil, egoist, egosantrist, narsist insanlarını düşünün!.. Öncekiler, göz açıp kapayıncaya kadar günaha girmemişler ve dinin temel disiplinlerini bizlere intikal ettirme mevzuunda sürekli beyinlerini zonklatmış, Üstad Necip Fazıl'ın ifadesiyle, öz beyinlerini burunlarından kusmuşlar. Fakat kendilerine de işte öyle bakmışlar. “Günahlarımdan ya da ölümden değil, küfür üzere ölmekten korkuyorum.” *Bir de Esved b. Yezîd en-Nehaî var ki, aşk derecesinde gönlümün onunla irtibatı olduğu kanaatini taşıyorum. Alkame, İbrahim ve Esved, Nehaî ailesinin abide şahsiyetleri. İmam Rabbani hazretlerinin, “Hakikat-i Ahmediye'yi (aleyhissalatu vesselam) arızasız temsil eden Ebu Hanife'dir” dediği İmam-ı Azam bu Nehaî ekolünde, medresesinde, mektebinde yetişmiş. *Esved b. Yezîd hazretleri bütün hayatını dini omuzunda taşımakla ve halis kullukla geçirmiş. Her zaman dini hecelemiş, hep dinle gecelemiş, başka hiçbir şey düşünmemiş. Ruhunun ufkuna yürüme mevsimi gelince, iki büklüm olmuş, ağlamaya durmuş; endişesi yüz kıvrımlarında, gözünün irisinde okunuyormuş. Demişler ki; “Nedir bu hıçkırıklar, günahlarından mı yoksa ölmekten mi korkuyorsun?” Bunun üzerine o büyük Hak dostu, “Hayır hayır, iş çok ciddi; ben günahlarımdan ya da ölümden değil, küfür üzere ölmekten korkuyorum.” demiş.

Cevheri Güven
DIŞ GÜÇLER YAKAYI ELE VERDİ!

Cevheri Güven

Play Episode Listen Later Jul 31, 2023 17:19


#tımarhane #sondakika #ekonomiReis'in hırsızlığını "ruhlar alemi" de biliyormuş! Manyak manyak işler! Yerli ve Milli tımarhane. Erdoğan'ın damadı Selçuk Bayraktar'a ballı uçuş garantisi. Erdoğan'ı bir gün korumanın bedeli 230 'asgari ücretlinin' maaşı kadar. Yani 2,6 milyon TL TCMB Başkanı Gaye Erkan: "2023 sonu enflasyon tahmini açıkladı. %58'e yükselttik.”dedi. Önceki tahmin de %22.3 dü. Yani enflasyon tahmini %22.3 den %58'e çıktı. Ben size işin gerçeğini söyleyim. Enflasyon tahmini ilk 6 ay %22.3 iken bağımsız kuruluş enag belirlediği enflasyon %50.53 olmuştu. Yani iki katından fazla. İkinci 6 ay için %58 dediklerine göre en az ikiyle çarpın. Yani %100 ün üzerinde bir enflasyon demek bu. Enag da zaten yıllık %108,58 olarak açıklamıştı. Çok zor günler bekliyor maalesef. “Rabbim, lütfen benim ömrümü ona ver” diyen bir kız vardı. Bu kız AKP'li Bolu Belediye Meclis Üyesi Hacer Çınar'dı. Amin diyeyim mi demiyeyim mi diye düşünürken bir de baktık tornistan yapmış. Zamlara 'sabrımız bitti' diyerek isyan etti. Sonra ne mi oldu? Kız ölmedi yani duaları kabul olmadı ama AKP İl Başkanlığı tarafından istifası istendi. O da istifa etti. Ha bu aşamadan sonra duası kabul olur mu bilemem! Dünya'da bir ilk gerçekleşti. Maklube yerkenki fotoğrafı suç delili sayıldı. KHK'lı öğretmen F.K'nın arkadaşlarıyla maklube yerken bir fotoğraf çektirmiş. Bu fotoğraf, 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına sebep oldu. Siz siz olun sakın maklube yemeğin. Alır götürürler bunlar. Tam tımarhane. Haberin başlığı şu: İthal ette 'deli dana' bulundu: Türkiye'nin Polonya'dan ithal ettiği sığır etinde deli dana hastalığına rastlandı. İyi de kardeşim bir tek yetkili yok bu bu etleri kontrol eden? Var demek ki asıl oldu da anlamadınız diye sormuşlar. Bakanlığı yetkilileri de 'Tahlil raporları yabancı dildeydi, anlamadık' demişler. Güler misin ağlar mısın? Alın size bir tımarhanelik haber daha. Olay yeri Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi. Hastanede görev yapan namuslu bir sağlık elemanı yönetime bir dilekçe yazıyor. Dilekçenin konusu hastanedeki usulsüzlükler. Mesela yoğun bakımda görevli olmadığı halde bazı çalışanların görevli gibi gösterilmesi, mesela bazı çalışanların nöbet tutmadığı halde nöbet ücreti alması gibi konular. Sonra ne mi oluyor? Bu sağlık çalışanı sürgün ediliyor. Gerekçe ne mi? Fuzuli dilekçe yazmak. Evet fuzuli yani lüzumsuz dilekçe yazmak. Valla bence de fuzuli. Yahu sen nasıl bir ülkede yaşadığını bilmiyor musun? Kafayı mı yedin? Saray rejiminin yeni infaz düzenlemesi yürürlüğe girdi. #tımarhane #sondakika #ekonomi

Hizmetten
Merhum Turgut Özal'ın Emaneti | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 28, 2023 11:01


*Rahmetlik Turgut Özal özüyle, sözüyle dört başı mamur bir müslümandı. Yakından tanıma imkânı oldu. Ve çok vefalı davrandı. Kıtmir'in ne haddine Çankaya'ya davet edilmek ama defaatle davet etti; “Ben seni arka kapıdan içeri alırım!” diyordu, öyle bakıyordu meseleye. Fakat size zarar verir diye kabul etmedim, hiçbirini kabul etmedim. Yakında birisinin öyle bir teklifini de yine onun için kabul etmedim. Şimdi biri sizinle görüşünce, ona hemen bir nam takılıyor; o da o mülahazayla mahkûm ediliyor. Onu öyle bir duruma düşürmemek için kabul etmedim. *1980'den 86 senesine kadar dolaştım sağda solda, kaçmadım… O dönemde askerlik yapan ne kadar arkadaşımız varsa, bazıları için iki üç defa, askeri kışlaya gidip hepsini ziyaret ettim. Billboardlarda resmim vardı, ismim de yazılıydı. Umursamadım onu. Belki de arkadaşlarıma “Boş verin, bu da geçer yahu!” demek için askerî kışlaların içine girdim, onlarla görüştüm. En son Burdur'daki arkadaşı ziyaret etmiştim. Demek o zaman deşifre olmuşuz, yakın takibe almışlar. Sonra ikinci kez, Hazreti Üstad'ın “Benim vekilim!” dediği o mübarek talebesi, yakın tarihte vefat eden merhum Mustafa Sungur'un oğlu Nur Sungur'u ki o bir dönemde Kestanepazarı'nda Kıtmir'in talebesiydi ziyarete gittim. Tespit etmişler, derdest ettiler; silah dayadılar karnıma, içeriye götürdüler. *O zaman rahmetlik Turgut Özal başbakandı. Evet, o da başbakandı, başkaları da başbakan; hakkı olmayanlara Allah o fırsatı vermesin!.. O gece dahiliye vekilini, hariciye vekilini, adliye vekilini hususi olarak topluyor; “Fethullah Hoca'yı falan yerde derdest etmişler, derhal salıversinler!..” diyor. Sabah bizi uyandırdılar, ifadeye çağırdılar, biraz sonra birisi geldi, dedi ki: “Yahu bu gece bütün tel hatları birbirine karıştı. Başımıza iş açacağız, bırakalım bunları, gitsinler!..” Sonra “Burdur aramıyor, bunları İzmir arıyormuş, oraya götürelim.” dediler. “Olur” dedik. İzmir'e götürdüler. Beni arayan şef, istihbarat müdürü, hepsi geldi, elimi sıktılar, “Hocam, çok geçmiş olsun!” falan dediler. “Hani siz beni arıyordunuz?” deyince, “Biz aramıyoruz sizi!” dediler. Merhum Turgut Özal ağırlığını koymuştu; bu insanca bir ağırlık koymaydı. Allah onu da Efendimiz'le beraber Firdevs ile sevindirsin. Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'in Civanmertlikleri *Süleyman Bey, nereye koyarsanız koyun, cumhurbaşkanı iken, belki otuz tane devlet başkanına mektup yazdı. Neden? Milletimize müyesser olmuş böyle bir hizmetin devam ve temadisi adına. Nereye koyarsanız koyunuz!.. İnsanlık damarıyla, bir yönüyle dine olan saygısı damarıyla, kendi vatanında meydana gelen fedakâr bir kısım kimselerin hizmetlerini alkışlama hesabına rahatlıkla bu mektupları yazmıştı. Onun açısından da bu mesele bir emanettir. Bir de Süleyman beyi ahirette hakkınızda davacı haline getirmeyin!.. “Ben elli tane mektup yazdım, siz niye bu işi yarı yolda bıraktınız? Yürüdüğünüz doğru yolda neden takılıp kaldınız?” der. O yaptığı iyi şeyler de inşaallah onun vesile-i saadeti olmuştur. Herkes hakkında hüsn-ü zannımız var. *Bir garip şey daha anlatayım size: Bülent Ecevit. Yetiştiği kültür ortamı itibarıyla bahiste bulunmayacağım. Ankara'daki ve İstanbul'daki evine gittim. Ben bir kıtmirim sadece, fakat 30-40 sene cami kürsülerinde halka bir şeyler anlatmaya çalıştım; o da bunun hatırına, yemin ederim size, ceketinin düğmelerini düğmeleyerek karşıladı. Televizyona geldi, aynı saygıyla karşıladı. Dikenliklerde boy atanlar gül bahçelerinden rahatsızlık duyarlar!..

Hizmetten
Kur'an ile yeniden tanışmak lazım! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later May 4, 2023 9:40


Bu video 20/04/2020 tarihinde yayınlanan “ZULÜM, SALGIN ve RAMAZAN” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/zulum-... Hani değişik vesileler ile arz etmişimdir: Doktor İkbal diyor ki: “Hep Kur'an-ı Kerim'i kemâl-i hassasiyetle okurdum.” Hakikaten de öyle okuyordur. Mesela İngiltere'de -zannediyorum- on altı sene kadar kalmış, teheccüdü bir kere kaçırmamış. Oysaki teheccüd, Türkiye'de unutulmuş; “teheccüd” diye bir namaz var mı, yok mu? Kaçırmamış onu orada. Hep Kur'an-ı Kerim'i okuyor, kemâl-i hassasiyetle. “Babam diyordu ki bana: Oğlum, Hazreti Muhammed'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) inmiş Kur'an'ı, O'na inmiş bir Kur'an gibi değil, sana inmiş bir Kur'an gibi oku!” Öyle diyor. Şimdi işin esası, o; hep kendini muhatap olarak ele alma orada… Ama her şeyiyle kendini muhatap olarak alma… “Efendimiz'e ne demiş ise Cenâb-ı Hak, bana diyor bunu; fakat zılliyet planında, izafi planda bana diyor Allah (celle celâluhu) bunu!” Buna kimsenin itiraz etmeye hakkı da yoktur. Bu, öteden beri de öyle anlaşılmıştır. Yeni bir “Kur'an Çağı” yaşanabilir ama İlahi Beyan'ı hallaç edip onda derinleşecek ruh insanlarına ihtiyaç var!.. Şimdi bunu sürekli seslendirmek suretiyle, esasen, yeniden bir “Kur'an Çağı” olabilir, Allah'ın izni-inayeti ile, Hazreti Pîr-i Mugân, Şem'-i Tâbân gibi, bir yönüyle, o Kur'an-ı Kerim'i o ölçüde hallaç ederek… -Üstad Necip Fazıl, “eşya ve hadiseleri hallaç etme” tabirini kullanırdı; “tekvinî emirleri hallaç etme” derdi.- Kur'an-ı Kerim'i bu şekilde hallaç etmek suretiyle… آمَنْتُ بِاللهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ، وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالَى، وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ “Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâ'dan olduğuna iman ettim. İnandım: Öldükten sonra dirilmek haktır.” Bu hakikatlerin hepsi, Kur'an-ı Kerim'de var. Bunların hepsini üç tane hakikate ircâ edebilirsiniz. Nitekim etmişler; Gazzâlî de, Hazreti Pîr de ircâ ediyor aynı zamanda. Ama Kur'an-ı Kerim'i öyle duyma çok önemlidir. Duyurma da Kur'an-ı Kerim'i duyanların vazifesidir. İnsan duymuş ise şayet, duyuracaktır onu. “Nasıl oluyor da insanlar -böyle- gâfilâne davranıyor; buna bakmıyorlar?” diyecektir; Sahabe-i Kiram gibi, Tâbiîn-i Izâm gibi düşünecektir: “O Kur'an'ı Kerim ama gözyaşları nerede? Kalbin heyecanı nerede? Kalbin titremesi nerede?!.” Evet, insanlarda o duyguyu oluşturmak lazım. Ölü ruhların elinden alarak onu, hakikaten “Yahu bir kere daha duyayım!” diye namaza koşma ruhunu canlandırmak lazım. Kur'an'ı eline alma, öpme, başına koyma… Ondan sonra da saygı ile onun karşısında iki büklüm olma… Bu, zannediyorum, günümüzde bu mevzuda uzman insanların yapabileceği bir iş… Uzman dediğim, kitapların satırlarında düktor (!), dû-cent (!), dû-cennet (!), profesör değil. Esasen ruh insanları, kalb insanları, his insanları, şuur insanları… Zannediyorum işte bu mevzuda çok ciddî tembihe ihtiyaç var, ısrarla tembihe ihtiyaç var. Önceki senelerde Ramazan boyunca Kur'an-ı Kerim'i meali ile beraber okuyorduk; sabah-akşam okumak suretiyle bir cüz okunuyordu, hiç olmazsa ayda bir kere bir hatim oluyordu. Böyle işleye işleye, belki başkalarına on beş günde bir hatim yapma duygusu aşılanmış olurdu. Hiç olmazsa ayda bir, senede on iki defa Kur'an-ı Kerim'i hatmetme aşılanmış olurdu. İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri, “Nafile namazlarda Kur'an'a bakarak okumada mahzur yoktur.” diyor; onun özel fetvası, tercihi. Hani en azından Kur'an-ı Kerim'i öyle okuma… Hatta ondan evvel de bir mealine bakma, imkânı varsa; sonra namaz kılarken o ruhla okuma. Hani, mealini düşünerek okuma değil de en azından ondan anlayacağı şeyleri anlama mevzuu… Arkadaşlarımızın bazıları yapıyor, şu anda bunu yapıyorlar; yapmaya da devam etmek lazım.

Hizmetten
Bohemliğe karşı kararlı durma! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Apr 26, 2023 5:25


Bu video 03/05/2019 tarihinde yayınlanan “RAHMET, ÜMİT VE BEREKET AYI RAMAZAN” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Bir delikanlı, çiçeği burnunda, görkemli, gösterişli; Hazreti İbn Abbas gibi, Mus'ab İbn Umeyr gibi. Geçerken daha panjurlar açılıyor, o güzelliği görmek için herkes ona bakıyor: “Yahu şuna bakın! Sanki yerde gezen bir melek!” Mus'ab İbn Umeyr de öyle idi; hayatının baharında Uhud'da, Allah Rasûlü'nün önünde, önce sağ kolu, sonra sol kolu ve bir kalkan kılıca karşı “Bir boynum kalmıştı, son; onu vur!..” Rasûlullah'ın önünde kalkan olmak üzere… Jalûziler sıyrılıyor, ona bakıyorlar; böyle bir delikanlı… Mescid-i Nebeviye giderken, Hazreti Ömer döneminde, birinin kapısının önünden geçiyor. Bir fettan, gönlünü ona kaptırmış. Takılıyor ona, değişik argümanları değerlendiriyor, fakat bir türlü istediğine eremiyor. Ağ atıyor ama avını avlayamıyor. Bir sürü, değişik ağlar atıyor, değişik yöntemler kullanıyor Nihayet, herhalde nefs-i emmâre veya şeytanın ona tasallutu neticesinde O da bir sahabî olabilir; Allah, lisanımızı günahtan korusun! bir felaket varmış gibi kapının arkasında bir çığlık koparıyor. Delikanlı, “Acaba ne var ki, yangın mı var?!” filan diye kapıyı tıklatıyor. “İmdada koşayım!” diye içeriye girince, kapı “Tık!” diye kapanıyor. Bu defa Zeliha'nın Hazreti Yusuf'a teklif ettiği teklif ediliyor orada. Birden bire o gencin diline şu ayet-i kerime vird-i zebân ediliyor: إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَوْا إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَإِذَا هُمْ مُبْصِرُونَ “Onlar ki takva dairesi içinde yaşarlar; kendilerine şeytandan bir tayf, bir vesvese geldiği zaman hemen Allah'ı hatırlar ve gözlerini hakka açarlar.” (A'râf, 7/201) İttikâ… Kendileri takva dairesi içinde, Allah'ın himayesine girmiş… “Şeytandan bir şeytanî tayf, bir dalga, bir esinti geldiği zaman, Biz, onun gözünü açarız!” Kadının zorlamaları karşısında, genç kendini dinleyince bakıyor ki, dilinde hep o ayet; hep o ayeti tekrar edip duruyor, hep o ayeti tekrar edip duruyor. Ve kalbi dayanamıyor, düşüyor ve ölüyor orada. Tabiî kadın kapıyı açıyor; arkadaşları, camiye gidip gelen bu insanı tanıyanlar, “Aman, bir yabancının evinde öldü. Ayıp olur; Emîru'l-mü'minîn görmesin bunu!” diyorlar. İlk saflarda duran birisi idi. Hazreti Ömer de orada yoklama yapmasını çok iyi bilirdi. Arkasında bin insan namaz kılıyor ise, biri var mı, yok mu, onu bilecek kadar mahrutî bir bakışa sahip idi. Ömer'e kurban olayım, radıyallâhu anh!.. Evet, “Aman duymasın, ayıp olur; bir yabancının evinde vefat etti..” deyip gizlice götürüyor, namazını kılıyor ve gömüyorlar. Hazreti Ömer efendimiz, işte o mahrutî bakış ile yaptığı yoklamalarında, onu göremeyince durduğu yerde, “Falan nerede?” diyor. Kem-küm ediyorlar önce; sonra da “Ya Emire'l-mü'minîn! Başına böyle bir şey geldi, ölü bulduk. Hem biz hicap ettik, hem de sizi mahcup etmemek için gizlice götürdük. Gömdük onu…” diyorlar. “Beni, mezarına götürün!” diyor. Mezarının başına dikiliyor: وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ “Buna karşılık, Rabbisinin (Rab olarak) Makamı'ndan korkan ve (Âhiret'te de) O'nun huzuruna çıkacak olmanın endişesiyle yaşayan için iki cennet vardır.” (Rahmân, 55/46) ayetini okuyor. “Allah mehâfeti ile, mehâbeti ile, korkusu ile hareket edene, iki cennet vardır, bir cennet değil. Arzı, tûlü (genişliği, uzunluğu) gökler genişliğinde cennetler vardır.” Birdenbire mezardan ortalığı lerzeye getirecek bir ses duyuluyor: “Yâ Emire'l-mü'minîn! Ben, onun iki katını buldum!” Allah, seni Cennetü'l-Firdevs ile sevindirsin! Ve bizi de sizin kıtmîrleriniz olarak orada haşr ü neşr eylesin!..

TR724 Podcasts
Tarık Toros | Tanesi 5 liraya zeytin satılıyor yahu, mayına basarsanız o da olmayacak! | 24.02.2023

TR724 Podcasts

Play Episode Listen Later Mar 24, 2023 3:38


Tarık Toros | Tanesi 5 liraya zeytin satılıyor yahu, mayına basarsanız o da olmayacak! | 24.02.2023 by Tr724

Hizmetten
İkbal cellatlığı yapanların vay haline | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Dec 28, 2022 9:08


“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda savmaya bak!..” * Belki birileri, kafaları çok katı, mülâaneyi anlamıyorlar, mübaheleyi anlamıyorlar, mukabeleyi anlamıyorlar. Bu anlamayanlar, anlamamada ısrar edecekler. Aldırmayın. Bir gün, bugün olmazsa yarın, arkadan gelen nesiller dediğiniz şeyleri anlayacaktır. Siz, kendiniz gibi davranın. Sahabeyi karşınıza bir ayna gibi koyun. Sık sık tavır ve davranışlarınızı o ayna karşısında bir kere daha gözden geçirin. * Kötülükleri dahi iyilikle savmaya çalışmak bir mü'min ahlakıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu husus farklı şekillerde nazara verilmektedir. Bu cümleden olarak şöyle buyurulmaktadır: وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34) * Evet, iyilik ile kötülük birbirinden farklı şeylerdir; bunlar müsavî değildir. Siz, kötülük gördüğünüz zaman onu iyilikle savın, iyilikle mukabelede bulunun. Başkaları bin tane yalan söylemiş olsalar da siz “Yahu ben de bir taneyle onlara mukabele edeyim!” demeyin. * Bazen böyle, bağışlayın, yalan furya gittiğinde, iftiralar çok ucuz pazarlarda yer bulduğunda, insanlar zannedebilirler ki, bu böyle de oluyor. Hayır, o iş hiç öyle olmuyor. Hele bir mü'minin işi asla yalan, iftira, karalama, entrika olamaz. * Hedefiniz doğru olduğu gibi, vesileleriniz de meşru olmalıdır. Doğru hedefe ancak doğru argümanlarla varılır. Bağışlar mısınız? Merkeple sultanın huzuruna gidilmez. “Yemin olsun asr'a (zamana); insanlar hüsranda.. ancak şunlar müstesna!..” * Merhum Mehmet Akif der ki: “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak, Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak; Hani Ashab-ı Kiram, ayrılalım derlerken, Mutlaka Sure-i ve'l-Asr'ı okurmuş, bu neden? Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh, Başta iman-ı hakikî geliyor, sonra salâh, Sonra hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık, Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.” * “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak / Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.” Hak şimdi yerde mi değil mi?!. Bâtıl gemi azıya almış mı, almamış mı?!. Fitne-fesat zirvede mi değil mi?!. Ahir zamanı resmederken Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu fotoğrafı ortaya koyuyor. O dönemin insanına, “Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!” buyurarak işaret ediyor. Onlar, bir kısım bozguncuların her tarafta yangınlar çıkarmasına karşılık ıslah için çalışan insanlardır. Onlar, arının ölümü karşısında bile ağlayan, karıncaya basmayan, hâlâ bir damlacık hayatı vardır

Medyascope.tv Podcast
Bülent Somay ile Akıntıya Karşı (62): Distopya, kıyamet, kapitalizm

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Dec 26, 2022 33:48


Bülent Somay, iklim krizini sınıfsal açıdan değerlendiriyor: “Küresel felaketler çağında yaşıyoruz: Hepimizin en temel merakı: Yahu şu milyarderler bu kadar da salak mı, yaklaşan küresel felaketi nasıl oluyor da görmüyorlar? Elcevap: Merak etmeyin, görüyorlar. Görüyorlar ve tedbirlerini almak için de epeyce uğraşıyorlar. Tek sorun şu: Onların kıyamet sonrası planlarında ve hesaplarında biz yokuz. Onlar bizim olmadığımız bir dünyanın hazırlığını yapıyorlar. Biz ise oların olmadığı bir dünyayı hayal edemiyoruz henüz. Ne diyelim, darısı başımıza.”

Hizmetten
Bu apaçık bir zalim sıfatıdır | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Dec 22, 2022 8:52


Bu video 24/04/2016 tarihinde yayınlanan “Yürüyün Şeytan ve Avenesine Rağmen!..” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/canli-... İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda savmaya bak!..” * Belki birileri, kafaları çok katı, mülâaneyi anlamıyorlar, mübaheleyi anlamıyorlar, mukabeleyi anlamıyorlar. Bu anlamayanlar, anlamamada ısrar edecekler. Aldırmayın. Bir gün, bugün olmazsa yarın, arkadan gelen nesiller dediğiniz şeyleri anlayacaktır. Siz, kendiniz gibi davranın. Sahabeyi karşınıza bir ayna gibi koyun. Sık sık tavır ve davranışlarınızı o ayna karşısında bir kere daha gözden geçirin. * Kötülükleri dahi iyilikle savmaya çalışmak bir mü'min ahlakıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu husus farklı şekillerde nazara verilmektedir. Bu cümleden olarak şöyle buyurulmaktadır: وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34) * Evet, iyilik ile kötülük birbirinden farklı şeylerdir; bunlar müsavî değildir. Siz, kötülük gördüğünüz zaman onu iyilikle savın, iyilikle mukabelede bulunun. Başkaları bin tane yalan söylemiş olsalar da siz “Yahu ben de bir taneyle onlara mukabele edeyim!” demeyin. * Bazen böyle, bağışlayın, yalan furya gittiğinde, iftiralar çok ucuz pazarlarda yer bulduğunda, insanlar zannedebilirler ki, bu böyle de oluyor. Hayır, o iş hiç öyle olmuyor. Hele bir mü'minin işi asla yalan, iftira, karalama, entrika olamaz. * Hedefiniz doğru olduğu gibi, vesileleriniz de meşru olmalıdır. Doğru hedefe ancak doğru argümanlarla varılır. Bağışlar mısınız? Merkeple sultanın huzuruna gidilmez. “Yemin olsun asr'a (zamana); insanlar hüsranda.. ancak şunlar müstesna!..” * Merhum Mehmet Akif der ki: “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak, Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak; Hani Ashab-ı Kiram, ayrılalım derlerken, Mutlaka Sure-i ve'l-Asr'ı okurmuş, bu neden? Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh, Başta iman-ı hakikî geliyor, sonra salâh, Sonra hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık, Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.” * “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak / Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.” Hak şimdi yerde mi değil mi?!. Bâtıl gemi azıya almış mı, almamış mı?!. Fitne-fesat zirvede mi değil mi?!. Ahir zamanı resmederken Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu fotoğrafı ortaya koyuyor. O dönemin insanına, “Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!” buyurarak işaret ediyor. Onlar, bir kısım bozguncuların her tarafta yangınlar çıkarmasına karşılık ıslah için çalışan insanlardır. Onlar, arının ölümü karşısında bile ağlayan, karıncaya basmayan, hâlâ bir damlacık hayatı vardır

Hizmetten
Herkesin bozgunculuk yaptığı bu dönemde... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Dec 21, 2022 8:45


Bu video 24/04/2016 tarihinde yayınlanan “Yürüyün Şeytan ve Avenesine Rağmen!..” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/canli-... “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda savmaya bak!..” * Belki birileri, kafaları çok katı, mülâaneyi anlamıyorlar, mübaheleyi anlamıyorlar, mukabeleyi anlamıyorlar. Bu anlamayanlar, anlamamada ısrar edecekler. Aldırmayın. Bir gün, bugün olmazsa yarın, arkadan gelen nesiller dediğiniz şeyleri anlayacaktır. Siz, kendiniz gibi davranın. Sahabeyi karşınıza bir ayna gibi koyun. Sık sık tavır ve davranışlarınızı o ayna karşısında bir kere daha gözden geçirin. * Kötülükleri dahi iyilikle savmaya çalışmak bir mü'min ahlakıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu husus farklı şekillerde nazara verilmektedir. Bu cümleden olarak şöyle buyurulmaktadır: وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34) * Evet, iyilik ile kötülük birbirinden farklı şeylerdir; bunlar müsavî değildir. Siz, kötülük gördüğünüz zaman onu iyilikle savın, iyilikle mukabelede bulunun. Başkaları bin tane yalan söylemiş olsalar da siz “Yahu ben de bir taneyle onlara mukabele edeyim!” demeyin. * Bazen böyle, bağışlayın, yalan furya gittiğinde, iftiralar çok ucuz pazarlarda yer bulduğunda, insanlar zannedebilirler ki, bu böyle de oluyor. Hayır, o iş hiç öyle olmuyor. Hele bir mü'minin işi asla yalan, iftira, karalama, entrika olamaz. * Hedefiniz doğru olduğu gibi, vesileleriniz de meşru olmalıdır. Doğru hedefe ancak doğru argümanlarla varılır. Bağışlar mısınız? Merkeple sultanın huzuruna gidilmez. “Yemin olsun asr'a (zamana); insanlar hüsranda.. ancak şunlar müstesna!..” * Merhum Mehmet Akif der ki: “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak, Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak; Hani Ashab-ı Kiram, ayrılalım derlerken, Mutlaka Sure-i ve'l-Asr'ı okurmuş, bu neden? Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh, Başta iman-ı hakikî geliyor, sonra salâh, Sonra hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık, Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.” * “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak / Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.” Hak şimdi yerde mi değil mi?!. Bâtıl gemi azıya almış mı, almamış mı?!. Fitne-fesat zirvede mi değil mi?!. Ahir zamanı resmederken Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu fotoğrafı ortaya koyuyor. O dönemin insanına, “Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!” buyurarak işaret ediyor. Onlar, bir kısım bozguncuların her tarafta yangınlar çıkarmasına karşılık ıslah için çalışan insanlardır. Onlar, arının ölümü karşısında bile ağlayan, karıncaya basmayan, hâlâ bir damlacık hayatı vardır

Hizmetten
Yalan furya gittiğinde, iftiralar çok ucuz pazarlarda yer bulduğunda | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Dec 13, 2022 6:17


“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda savmaya bak!..” * Belki birileri, kafaları çok katı, mülâaneyi anlamıyorlar, mübaheleyi anlamıyorlar, mukabeleyi anlamıyorlar. Bu anlamayanlar, anlamamada ısrar edecekler. Aldırmayın. Bir gün, bugün olmazsa yarın, arkadan gelen nesiller dediğiniz şeyleri anlayacaktır. Siz, kendiniz gibi davranın. Sahabeyi karşınıza bir ayna gibi koyun. Sık sık tavır ve davranışlarınızı o ayna karşısında bir kere daha gözden geçirin. * Kötülükleri dahi iyilikle savmaya çalışmak bir mü'min ahlakıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu husus farklı şekillerde nazara verilmektedir. Bu cümleden olarak şöyle buyurulmaktadır: وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34) * Evet, iyilik ile kötülük birbirinden farklı şeylerdir; bunlar müsavî değildir. Siz, kötülük gördüğünüz zaman onu iyilikle savın, iyilikle mukabelede bulunun. Başkaları bin tane yalan söylemiş olsalar da siz “Yahu ben de bir taneyle onlara mukabele edeyim!” demeyin. * Bazen böyle, bağışlayın, yalan furya gittiğinde, iftiralar çok ucuz pazarlarda yer bulduğunda, insanlar zannedebilirler ki, bu böyle de oluyor. Hayır, o iş hiç öyle olmuyor. Hele bir mü'minin işi asla yalan, iftira, karalama, entrika olamaz. * Hedefiniz doğru olduğu gibi, vesileleriniz de meşru olmalıdır. Doğru hedefe ancak doğru argümanlarla varılır. Bağışlar mısınız? Merkeple sultanın huzuruna gidilmez. “Yemin olsun asr'a (zamana); insanlar hüsranda.. ancak şunlar müstesna!..” * Merhum Mehmet Akif der ki: “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak, Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak; Hani Ashab-ı Kiram, ayrılalım derlerken, Mutlaka Sure-i ve'l-Asr'ı okurmuş, bu neden? Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh, Başta iman-ı hakikî geliyor, sonra salâh, Sonra hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık, Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.” * “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak / Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.” Hak şimdi yerde mi değil mi?!. Bâtıl gemi azıya almış mı, almamış mı?!. Fitne-fesat zirvede mi değil mi?!. Ahir zamanı resmederken Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu fotoğrafı ortaya koyuyor. O dönemin insanına, “Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!” buyurarak işaret ediyor. Onlar, bir kısım bozguncuların her tarafta yangınlar çıkarmasına karşılık ıslah için çalışan insanlardır. Onlar, arının ölümü karşısında bile ağlayan, karıncaya basmayan, hâlâ bir damlacık hayatı vardır

Hizmetten
Gariplere Müjdeler olsun | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Dec 1, 2022 9:20


Bu video 01/05/2016 tarihinde yayınlanan “RAHMÂN'IN KULLARI” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda savmaya bak!..” * Belki birileri, kafaları çok katı, mülâaneyi anlamıyorlar, mübaheleyi anlamıyorlar, mukabeleyi anlamıyorlar. Bu anlamayanlar, anlamamada ısrar edecekler. Aldırmayın. Bir gün, bugün olmazsa yarın, arkadan gelen nesiller dediğiniz şeyleri anlayacaktır. Siz, kendiniz gibi davranın. Sahabeyi karşınıza bir ayna gibi koyun. Sık sık tavır ve davranışlarınızı o ayna karşısında bir kere daha gözden geçirin. * Kötülükleri dahi iyilikle savmaya çalışmak bir mü'min ahlakıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu husus farklı şekillerde nazara verilmektedir. Bu cümleden olarak şöyle buyurulmaktadır: وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34) * Evet, iyilik ile kötülük birbirinden farklı şeylerdir; bunlar müsavî değildir. Siz, kötülük gördüğünüz zaman onu iyilikle savın, iyilikle mukabelede bulunun. Başkaları bin tane yalan söylemiş olsalar da siz “Yahu ben de bir taneyle onlara mukabele edeyim!” demeyin. * Bazen böyle, bağışlayın, yalan furya gittiğinde, iftiralar çok ucuz pazarlarda yer bulduğunda, insanlar zannedebilirler ki, bu böyle de oluyor. Hayır, o iş hiç öyle olmuyor. Hele bir mü'minin işi asla yalan, iftira, karalama, entrika olamaz. * Hedefiniz doğru olduğu gibi, vesileleriniz de meşru olmalıdır. Doğru hedefe ancak doğru argümanlarla varılır. Bağışlar mısınız? Merkeple sultanın huzuruna gidilmez. “Yemin olsun asr'a (zamana); insanlar hüsranda.. ancak şunlar müstesna!..” * Merhum Mehmet Akif der ki: “Hâlık'ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak, Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak; Hani Ashab-ı Kiram, ayrılalım derlerken, Mutlaka Sure-i ve'l-Asr'ı okurmuş, bu neden? Çünkü meknûn o büyük surede esrâr-ı felâh, Başta iman-ı hakikî geliyor, sonra salâh, Sonra hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık, Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.”

The Yeshiva Show
Season 2, Episode 2 - LIVE FROM THE CHICAGO REUNION TISCH with Taco Miretzky and Binyamin Dauber ('08), Noach Blechner ('14), Sam Lefton & Akiva Garfinkel & Yahu Mashiach ('17) and Yossi Cohen!

The Yeshiva Show

Play Episode Listen Later Nov 16, 2022 64:07


RECORDED LIVE FROM THE CHICAGO REUNION TISCH WITH EITAN KATZ, featuring special co-host Taco Miretzky ('08), and appearances from Binyamin Dauber ('08), Noach Blechner ('14), Sam Lefton & Akiva Garfinkel & Yahu Mashiach ('17) and Yossi Cohen!  From Chadorovs to Yeertzs to rosh hashana plagues to dorm bowling to the Koni shot — an episode from the new millennium!

Hizmetten
Hizmetlerini dünyevî çıkarlara bağlayanlar... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Nov 15, 2022 6:06


Bu video 14/08/2016 tarihinde yayınlanan "“DERDİ DÜNYA OLANIN DÜNYA KADAR DERDİ OLUR!..”" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hizmetlerini dünyevî çıkarlara bağlayan kimseler hakiki dindar olamazlar!.. Evet, dedim ki: “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur!” Bu meselenin bir yanı da şudur: Böyle çok dindar gibi görünse de, din hesabına olsa da… Din hesabına… Din hesabına olan şey nedir? İ'lâ-i kelimetullah. Nedir o mesele? İnsanlığın İftihar Tablosu'nun sizin için gaye-i hayal yapmak üzere ortaya koyduğu mübarek, mukaddes, münezzeh, tebcile şayan bir mülahaza: “Benim nâm-ı celilim, güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır!”. Gayb-bîn haber. O bir gün böyle olacağını görmüş; görmüşse, o olacaktır Allah'ın izni ve inayetiyle.. En azından ne ölçüde olacaktır? Bunu kendi dar ufkum itibariyle diyorum, isterse daha ileriye de götürür Allah (celle celâluhu): Yavuz cennet-mekanın bir şiirinde dediği gibi, “Yâr olur, ağyâr olur, dildâr olur, serdâr olur!” Hepsi olur bunların; kardeş olur, dost olur, taraftar olur, muhib olur, sempatizan olur, A'râfta durup karışmaz olur… Bunların hepsi bir yönüyle O'nun gâye-i hayal adına gösterdiği hedef istikametinde çok önemli kazanımlardır ve bunların hepsi, sizin defter-i hasenatınıza yazılır. Bir tanesi “kardeş” olmuş, sarmaş dolaş oluyorsun.. bir tanesi omuz veriyor sana; dizi dizlerine, topuğu topuklarına, omuzu omuzuna değiyor.. bir başkası sana ilişmiyor, “Olduğun yerde yaşa!” diyor.. bir diğeri ilişmek isteyene “İliştirmem!” diyor; bunu da bir yere koyacaksın.. bir başkası diyor ki “Yahu ilişmeyin bu adama, işte yürüdüğü yerde yürüyor!” diyor; bu bile yine senin kazanım hânende sayılır ve dolayısıyla, defter-i hasenatına onun sevabı da akar. İşte bu manada “güneşin doğup battığı her yere, nâm-ı celîl-i Muhammedî” gider ulaşır. Merhum Yahya Kemal, “Ezan” şiirinde bunu dile getirir. Bazıları şiirin başında Sultan Selim'in zikredilmesinden rahatsızlık duyabilirler, ayrı bir mesele; fakat Yavuz'un mezâyâsı ve fezâili, başkalarının olumsuz gördüğü yanlarına elli defa tereccüh eder. “Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî / Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî Sultân Selîm-i Evvel'i râm itmeyüb ecel / Feth itmeli idi âlemi şân-ı Muhammedî Gök nûra gark olur nice yüz bin minareden / Şehbâl açınca rûh-i revân-ı Muhammedî Ervâh cümleten görür Allahü Ekber'i / Aks eyleyince arşa lisân-ı Muhammedî Üsküp'de kabr-i mâdere olsun bu nev-gazel / Bir tuhfe-i bedî' ü beyân-ı Muhammedî.” Evet, nâm-ı celil-i Muhammedî (sallallâhu aleyhi ve sellem) güneşin doğup battığı her yere ulaşacak. Cenâb-ı Hak sizleri, sizin neslinizi, sizden sonra gelenleri bu ulvî gâye-i hayali realize etmeye muvaffak eylesin.

Hizmetten
Sanki “Siyasî İslam!” deyince, her şey tamam oluyor | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 24, 2022 5:00


Bu video 28/08/2016 tarihinde yayınlanan "EZİYETLER, HÜZÜN VE İLAHÎ EMİRLER" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.ozgurherkul.org/tag/insi-... Kur'an-ı Kerim'de insî ve cinnî şeytanlara dikkat çekiliyor ve şeytanların kendi dostlarını fitledikleri ifade ediliyor. Şeytan, günümüzde, gemi azıya almış. Çünkü insî şeytanlardan ordular teşkil etmiş. Kullandığı argümanlar da İslamî argümanlar. Formalara bakınca, İslamî forma fakat oynadığı oyun, insanları şirazeden çıkarma istikametinde. Sanki “Siyasî İslam!” deyince, her şey tamam oluyor; ondan sonra başka yerde birileriyle -bağışlayın- bohemce bir hayatınız olabilir: “Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir! Öyleyse, irtikâpta bulunabilirsiniz.” Doğru, Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir; kurban olayım o Gafûr'a, o Rahîm'e!.. Fakat, heyhat, bu hakikat nerelerde, nasıl suiistimal ediliyor?!. Hazreti Pîr de bu tehlikeye işaret ediyor; şeytanın önemli oyunlarından bir tanesi; size öyle fısıldar: “Allah Raûf'tur, Rahîm'dir.. Latîf'tir, Kerîm'dir, Rahmân'dır, Azîz'dir, Mu'iz'dir, Râfi'dir… Dolayısıyla endişe etmeyin günah işleseniz de!” der. Fakat günah uyuşturucu gibidir; insan bir kere o istikamette yola çıktı mı, açıldı mı, ilk adımı attı mı, o sonra atılacak adımların bir yönüyle dürtükleyici, zorlayıcı referansıdır. Neylersiniz ki, “Yahu yapılıyor böyle! İşte Allah Tevvâb'dır; tevbeleri kabul eden Zât-ı Akdes-i Ecell u A'lâ'dır. Niye bu kadar endişe duyuyorsunuz?!.” derler. Hatta bir de size sitem ederler: “Ne diye günah işleyen insana karşı böyle olumsuz şeyler söylüyorsunuz? Allah Tevvâb değil mi? Niye ümidini kırıyorsunuz? Neden onu ye'se atıyorsunuz!..” Bu da şeytanın kullandığı ayrı bir argümandır. En tehlikeli şeytan, Hazreti deme zelle yaşatan şeytan değildir, insan suretindeki şeytanlardır. Onlardan daha tehlikelisi de “Ben Müslümanım!” diyen fakat şeytanî yolda adım adım onu takip eden kimselerdir. Onun için “Şeyâtîne'l-insi ve'l-cinn” (En'âm, 6/112) denmiş, “insî ve cinnî şeytanlar.” O, cinnî.. “Mâricü'n-nâr”dan (Rahman, 55/15), “ateşin özü”nden yaratılmış. Dolayısıyla da herhalde “Ateş umurumda değil benim!” diyor. Amma oraya gittiğin zaman görürsün, seni kerata.. umurunda mı değil mi, anlarsın o zaman onu. Fakat arkasından sürüklenen sürüler, onlara ne demeli? Ne demeli?!. Asrı, Müslümanlık hesabına, şeytanın avenesi böyle kirletti. Bütün İslam dünyasında aynı kirliliğe şahit olmak mümkündür. Aynı sürçmelerin, -hayır estağfirullah, sürçme değil tepetaklak gitmelerin- her yerde olduğuna şahit olabilirsiniz. Belki başka şeyler değil de, -zannediyorum- Müslümanlığın yeniden gelip hayata hayat olması mevzuunda, bu türlü şeyleri görme, sizi inkisara uğratır, ümidinizi kırar. Öyle bir ümit inkisarı yaşadığından dolayı Akif: “Müslümanlık nerede, bizden geçmiş insanlık bile, lemi aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile, Kaç hakiki Müslüman gördüm, hep makberdedir, Müslümanlık bilmiyorum amma galiba göklerdedir.” diyor. Allah, inayetini bizlerle beraber eylesin. İnsî cinnî şeytanların şerlerinden muhafaza buyursun; bizi Müslüman görünüp de şeytanın rolünü/senaryolarını oynayan kimselerden yapmasın. Senaryo, bir yönüyle Kur'an dayanaklı, Sünnet dayanaklı, öyle gösteriliyor; “Allah!” deniyor, “Peygamber!” deniyor Ama -bağışlayın, lütfen bağışlayın- her türlü “halt” yeniyor.

Hizmetten
Dedim mi demedim mi bunu? Başınızı sallamayın! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Oct 4, 2022 7:39


Bu video 16/10/2016 tarihinde yayınlanan " MEHDÎ, MESÎH VE KÂİNAT İMAMI (!)" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Dünya çapındaki Hizmet faaliyetlerinde sevk-i ilahiyi ve Allah'ın inayetini görmezden gelerek muvaffakiyetleri sebeplere ve bazı şahıslara vermek ancak gafillerin işi olabilir. Ben o talebelerin yemeklerinden birine bir kaşık çalmadım. Banyolarında, “suları bana haram olur” diye, banyo yapmadım. Abdest alırken, onların bastıkları terliklere ayağımı basmadım. Altı seneye yakın orada günde altı saat derse girdim, beş kuruş para almadım. Mütalaada başlarında bulundum, beş kuruş almadım. “Haram olur” diye almadım. Ağzıma koymadım; eminim, arpa kadar şeyi ağzıma koymadım. Orada yetişen bazı arkadaşların gerçekten adanmışlık ruhuna kendilerini adayacaklarını, yaşatmak için yaşama duygusuna bağlanacaklarını, hiç hesap edemezdim ben. Bir gün geldi, arkadaşlar Bozyaka'nın avlusundan arabalarla Türkiye'nin değişik yerlerine gitmeye başladılar. İki araba.. “Aman, ne büyük fütuhat!” falan diyorduk. Antep'e gidiyor, onlara diyorlardı ki: “Yurt yapın da içine talebe koyun! Dört başı mamur insan yetişsin. Sigara içmesinler, uyuşturucu kullanmasınlar, beş vakit namazlarını kılsınlar, kimsenin ırzında-namusunda gözleri olmasın. Mesâvîye karşı, me'âsîye karşı mesafeli dursunlar; Hazreti Gazzalî'nin ifadesiyle “münciyât”a açık bulunsunlar, “mühlikât ve mûbikât”a karşı da bütün kapılarını kapasın, arkasına da sürgüler sürsünler!..” Bu mülahaza ile iki araba, üç araba gidiyorlardı; “Aman ne büyük iş!” diyorduk ona. Aklımız ancak o kadarına eriyordu. Sadece Türkiye'nin içinde böyle birkaç yere giden insanlar, gün geldi “Daha uzak yerlere de gidebiliriz!” dediler. Bir gün, Rus İmparatorluğu yıkıldı; “Yahu onlar (Türkî Cumhuriyetlerin halkı) bizim Asya'dan kardeşlerimiz; biz oradan gelmişiz, Oğuz boylarındanız biz. Atalarımız, o Devlet-i Aliyye'yi kuranlar da oradan gelmiş. Gidip onlara karşı vefa borcumuzu edâ edelim!..” dedik. Denedik yani. Üç beş tane insan, kuralarını çektiler, dünyanın değişik yerine gittiler. Coğrafyada o yerlerin nerede olduğunu Kıtmîr, bilmiyordu. (Yine “Kıtmîr” diyorum ben, onlara rağmen.) Kıtmîr bilmiyordu, gidecek insanlar da bilmiyorlardı. Belki hava meydanında “Falan yere nereden gidilir?” diyorlardı. Öyle çantalarını ellerine aldı, öyle gittiler. Bir yerde, iki yerde bu iş tutunca, “Yahu oluyormuş!” dediler. Onlar da ifade ediyor bunu her yerde. Alkışlarla Pennsylvania'ya selam gönderenlerin, buraya kadar gelenlerin, tebrik edenlerin sayısı az değildir, yüzlerce… Otuz sene bu meseleyi öyle görmüş insanların, bugün kalkıp aleyhte bulunmalarına, “aldanmışız!” demelerine karşılık “ahmaklık etmişler” derim ben; “ahmaklık etmişler!..” Bütün dünya aptal da sadece onlar akıllı değil. İki-üç senedir tahribatlarına rağmen, herkes “Yeni okul açın!” diyor. Bu sene onların tahribat adına gelip-gittikleri yerler, on beş tane okul ruhsatı veriyorlar, on beş tane. Bunların hiç biri bizim aklımızın köşesinden geçmezdi. Ben size yemin ederim, rüyasını bile görmemiştim ben bunların.

Hizmetten
"Kendimden bahsetmeyi bana kerih göster!” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Sep 14, 2022 4:35


Bu video 20/11/2016 tarihinde yayınlanan " YOLDA DÖKÜLENLER VE İNSANÎ DAVRANIŞLAR MANZUMESİ" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... “Allah'ım, beni bana unuttur ve kendimden bahsetmeyi bana kerih göster!” Evet… O ki, Yaradan O'dur; O'na can kurban. Kalkıp öpesim geliyor da o mübarek ismi fakat âdet çıkarmış oluruz, bu defa herkes kalkar öper onu. Putperestlikler böyle doğmuştur. Ama o iştiyak, içinizde olmalı. Gerçekten o nâm-ı celil-i İlahî, ne zaman o levhada çıksa, böyle içimden “Yahu, kalkıp da bir öpsem onu!” geçiyor. İsim… İsim, müsemmânın ne aynıdır ne de gayrıdır. Bizimkinin gayrı olduğu bellidir; çünkü bizimkini anamız-babamız, konu-komşu koymuşlardır. Bazıları da hoca bildikleri adamlara sorarak, “Annesinin adı Fatma, bir kızı olacak, bunun adını ne koyalım?!” demişlerdir. Mesela, sen de diyorsun ki: Betül. Ne kadar isabetli, Allah bilir. Fakat O, Allah (celle celâluhu); O kendi diyor: Allah, er-Rahman, er-Rahim, Mâliki yevmi'd-din, Hayy, Kayyûm, Ehad, Samed; can kurban yâ Ehad, yâ Samed!.. “Allah'ım, beni bana unuttur. Ve kendimden bahsetmeyi, bana, kerih göster!” Vird-i zebân olsun. “Allah'ım, beni bana unuttur!” O ben miyim, ya ben O mu?!. “Öyle bilmezdim ben kendimi / O ben miyim ya ben O mu? / Âşıkların budur demi / Yandıkça yandım bir su ver!” (Gedâî) Ben O'ndan gelen tecellilerden başka bir şey değilsem, ayıptır yahu, benim kendimi takdis edercesine, “ben” demem. Ama -bir yönüyle- vücudunun gölgesinin, gölgesinin, gölgesinin, gölgesinin gölgesi.. ve sanatının eseri. O'ndan ötürü, Hak'tan ötürü. Yunus Emre demiş, değil mi? “Yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü.” Her yaratık sevilir, Yaratan'dan ötürü. Sinek sevilir, karınca sevilir, bir yeşil yaprak sevilir, bir ağaç sevilir. Sizin gibi düşünmeyen bir insan sevilir. Sevmenin mertebeleri vardır. Seninle aynı safta duran, aynı Allah karşısında eğilen asâ gibi, yerlere kapanan, kalkıp kemerbeste-i ubudiyet içinde el-pençe divan duran, seninle aynı duyguyu, aynı düşünceyi paylaşan insanlara karşı alakan, O'ndan ötürü; onların O'nunla olan irtibatlarından ötürü. “Bütün bunlar -bir yönüyle- Sana müteveccihler. Senin hatırına, hepsini gönlümde derin bir alaka, derin bir sevgi ile alkışlıyorum! Ama bu, diğerlerini hakir görmemi gerektirmez; çünkü onlar da Senin fırçandan çıkmış, Senin vücudunun gölgelerinin gölgelerinin gölgeleri… Dolayısıyla Senin hatırına o sanatlara karşı da, o âbidelere karşı da saygılı olmaya çalışıyorum!” İşte bizim insanlığa bakış ufkumuz, zaviyemiz, gezimiz-gözümüz-arpacığımız bu. Siyasînin gezi-gözü-arpacığına gelince; “Benim partimde isen, Firdevs'e girersin. Yoksa, Peygamber'in partisinde bile olsan, giremezsin; onun için sen, lânetlenmeye kesb-i istihkak ediyorsun!” Bu da siyasînin felsefesi…

Hizmetten
“Ben, yokum! | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 27, 2022 6:36


Bu video 18/12/2016 tarihinde yayınlanan " ŞERBET" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... “Allahım, Peygamberimizin Kevser havzından kase kase içir ve susuzluğumuzu öyle gider ki, ondan sonra ebediyen susuzluk çekmeyelim!..” Evet, işte en son, o. Sonra geriye dönüp -bir yönüyle- kendini görmezlikten gelerek, üzerine bir çarpı çekerek, “Ben, yokum! Bende bir ben var, benden içeri!” demek. Bunu Yunus Emre diyor. Nasıl diyor Yunus Emre?!. Evet, onun kendi ifadesiyle diyeyim: “Beni bende demen, bende değilim / Bir ben vardır bende, benden içeru.” Sende bir “Ben” olmalı, senden içeru; esasen, sen, O'nun aynası olmalısın!.. “Ayinedir bu âlem her şey Hak ile kâim / Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim” (Aziz Mahmud Hüdâî) O'nda, asliyet planında, hakikat planında… O'na bakan, O'nu gören, إِذَا رُؤِيَ ذُكِرَ اللهُ fehvasınca, Cenâb-ı Hakk'ı hatırlıyor, “Allah!” diyordu. İnsafla, önyargısız bakan bir Yahudi âlimi Abdullah ibn-i Selam (Allah, selamı ile serfiraz kılsın!) “Vallahi, bu çehrede yalan yok” demişti. لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ demesi için, o dırahşan çehreye bakması yetmişti; o mübarek mahiyete bakmak yetmişti onun için. Öyle bir ayna olma… “Mir'ât-ı Muhammed'den Allah görünür dâim.” İşte, burada o şerbetleri içince, öbür tarafta, Kevser'i içeceksiniz. Abdest alırken de ağzınıza su verirken اَللَّهُمَّ أَسْقِنِي مِنْ حَوْضِ نَبِيِّكَ (صلى الله عليه وسلم) كَأْسًا لاَ أَظْمَأُ بَعْدَهُ أَبَدًا “Allahım, Peygamberinin havzından kase kase içir ve susuzluğumu öyle gider ki, ondan sonra ebediyyen susuzluk çekmeyeyim!..” diyorsunuz. لاَ أَظْمَأُ بَعْدَهُ أَبَدًا “Öyle bir içir ki, ondan sonra susuzluk nedir, onu bilmeyeyim!”. Evet, içeceksin… Bal ırmağından içeceksin, sekir vermeyen meşrubattan içeceksin, saf su menbaından içeceksin… Kaynağından.. kolibasili falan yok, içine girmemiş; hepsi tertemiz böyle… Dünyadakiler sadece birer örnek… İçtiğin zaman diyeceksin ki, “Yahu, bizim o bal var ya, yüzde bir bu tadı veriyordu! Demek yüzde yüzü buna aitmiş!” O meşrubatı içtiğin zaman, “Yahu, birileri içtiği zaman başları dönüyor, kendilerinden geçiyorlardı, ona benziyor ama…” diyeceksin. Kur'an-ı Kerim işaret buyuruyor, işarî tefsir açısından dururlar üzerinde: وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Öyle cennetler ki, ne zaman meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilirse: “Bu, daha önce de dünyada yediğimiz şey!” diyecekler. Oysa bu, onların aynısı olmayıp, benzeri olarak kendilerine sunulacaktır. Orada onların tertemiz eşleri de olacak ve onlar orada devamlı kalacaklardır.” (Bakara, 2/25) Hazreti İbn Abbas (Habrü'l-ümme – Ümmetin âlimi) bu ayetin tefsirinde diyor ki: “Ahirette verilecek şeyler, sadece benzerlerdir!” Onları orada tattığınız zaman, diyeceksiniz ki “Yahu, bu şuna benziyor biraz.. bu şuna benziyor.. bu da şuna benziyor.” Bu hayat, şuna benziyor.. bu koltukta böyle gerilip oturma şuna benziyor.. bu hayat arkadaşıyla muhavere şuna benziyor.. şu evlat sevgisi, evlatlarla alaka da şuna benziyor… Şuna benziyor ama onu tam da ifade etmiyor… Hazreti Pîr de hassasiyetle meselenin üzerinde duruyor. Öyle diyeceksin… Burada o şerbetleri içince, orada da Allah'ın izni ve inayetiyle, o şerbetlerle ikrâmât-ı İlahiye'ye, tekrimât-ı Sübhaniye'ye mazhar olacaksın!..

Bearded, Wholesome, & All Things Baltimore

Welcome back folks! Todays guest is WBC Regional Boxing Champion Yahu “Rock” Blackwell. Yahu is Baltimore born and raised. Tune in as we discuss his journey as a boxer, the added grit Baltimore adds to his fighting style, and his current business ventures in the Hampden/Roland Park community! 

Hizmetten
Yemin etmeyeceğim; fakat... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 23, 2022 10:03


Bu video 18/12/2016 tarihinde yayınlanan " ŞERBET" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hal dilinin tesirini ve adanmışlığın değerini bilemeyen müfsitler Hizmet gönüllülerine lütfedilen muvaffakiyetleri maddî imkânlarla elde edebileceklerini sanıyorlar. Her şeyi O'ndan bilme, O'ndan görme… Gittik, dünyanın 170 küsur ülkesinde “insanlık kardeşliği”ni.. şöyle-böyle “inanma kardeşliği”ni.. (“Şöyle-böyle” derken, arka planındaki mülahazaları siz değerlendirin..) şöyle-böyle “inanma kardeşliği”ni.. Allah'ın (celle celâluhu) öne sürdüğü “fasl-ı müşterekler kardeşliği”ni.. isterseniz Frenkçe ifadesiyle, “evrensel insanî değerler kardeşliği”ni.. diyaloga kapıların açıldığı nokta (“rampa” veya “blokaj” ya da “rıhtım” diyebilirsiniz) olan “evrensel insanî değerler kardeşliği”ni tesis etmek için. Bunları da esasen hal ve temsil ile yapma azmiyle gittik. Çünkü söz ile niceleri destan kesmiş, destanlar yazmış fakat hiç tesirli olamamışlardır. İnanın, bugün sizin o muktedir gibi gördüğünüz, her şeyi iktidar ile ifade eden insanlar -hallerine, tavırlarına, cehdlerine, gayretlerine baktığınızda- on tane insana Müslümanlığı, Kur'an'ı sevdirememişlerdir. Yemin, selef-i sâlihînden bazılarına göre, mübah olduğu yerde bile mahzurludur; onlar yemin etmeyi mahzurlu gördüklerinden dolayı yemin etmeyeceğim; fakat yemin edilecek bir konu: On tane insana İslamiyet'i sevdirememişlerdir.. Allah'ın Habîbullah'ı olan Hazreti Rasûl-i zîşan'ı sevdirememişlerdir.. Râşid halifeler efendilerimizi sevdirememişlerdir.. özüyle, esasıyla, hedefiyle, dünyaya bakışıyla, ukbâ rasatıyla “İslamiyet”i sevdirememişlerdir.. dünyayı bir koridor olarak gördürememişlerdir; bir mezraa olarak gördürememişlerdir; esmâ-i İlahiyenin bir tecelligâhı olduğunu gördürememişlerdir… On tane insana… Geniş imkânlarını, ellerindeki iktidarı ve o güçlü lafazanlıklarını bu istikamette değerlendirememiş ve anlatamamışlardır. Ama siz gitmişsiniz, Allah'ın izni ve inayetiyle, hem de muzırların, müfsitlerin bütün ifsat gayretlerine, cehdlerine rağmen. Neredeyse 200 ülkeye yaklaşacak şekilde, dünyanın dört bir yanında sizi sevdiler, saydılar, bağırlarına bastılar. Aleyhinizde ifsat akımları oldu, dalalet akımları oldu, fitne akımları oldu, “Kapatın!” güft ü gûsu oldu, dedikodusu oldu; fakat çok yerde insanlar yerlerinde durdular. Onların belki yüzde bir tesir ettikleri yer oldu; yüzde doksan dokuz ise olduğu yerde durdu. Yüzde doksan dokuz olduğu yerde durdu. Olduysa (onların dediğine göre) yüzde bir ancak oldu; ancak o kadar, bütün güçlerini kullanmalarına rağmen. Antrparantez: Keşke ifsat adına kullandıkları o güçlerini/imkânlarını seferber ederek “Biz de o kadar yapalım!” deselerdi. 1400-2000 okul da onlar yapsalardı. 30-40 milyon insanın gönüllerine de onlar öyle girselerdi. Diyalog adına yapılması gerekli olan bir o kadar şey de onlar yapsalardı… Bu, geleceğin kardeşliği adına çok önemli bir şey olurdu. Zannediyorum, siz de alkışlardınız onu. Benimle bu recâda müttefik misiniz? Evet, alkışlardınız, “Allah ebeden razı olsun; 1400'ü 2800 yaptınız!” derdiniz. Yıkmaya ne gerek var?! Zemin o kadar geniş ki, her yer -coğrafî durumu itibariyle- müsait. O “ışık evler”ini, o “ışık yuvalarını” gidin dünyanın değişik yerlerinde yapın!.. Birisi iğneleyici bir mektup yazmıştı bana: “Dünyada hiçbir yer koymamış, her yere girmişsiniz; başkalarına açılma imkanı bırakmamışsınız!..” Yahu dünyada bir sürü boş yer var, Allah aşkına; kullanın himmetlerinizi, imkanlarınızı!..

Hizmetten
“Yahu tercih edilmeyecek gibi de değil!” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 16, 2022 4:59


Bu video 01/01/2017 tarihinde yayınlanan " CEBR-İ LÜTFÎ VE HASANÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer efendilerimizin halife tayininde birbirini tercih etme tavrı îsâr ve istiğnanın güzel bir misalidir. Özür dilerim; bir imamete geçme mevzuunda bile, “Falan kardeşim varken, bu hak ona daha fazla düşüyor!” demek lazımdır. Oysaki o da o hakkı ona vermiş; “O, benden daha elyak!” demiş. Sen de diyorsun ki “O benden daha elyak!..” Muhtarlıkta “O, benden daha elyak!”; müdürlükte “O, benden daha elyak!”; kaymakamlıkta “O, benden daha lâyık/elyak!” Tafdil sigasıyla diyorum, “çok daha layık” manasına “elyak”. Efendim, valilikte “O, benden daha elyak!”; milletvekilliğinde “O, benden daha elyak!”; devlet başkanlığında, “Yahu bana Çankaya'nın yolu göründü veya bir sarayın yolu göründü; fakat falan olsaydı, daha iyi olurdu. O, benden daha elyak!” Mülahazayı çevirip şöyle de diyebiliriz: “Benim intihabıma bedel, falan seçilseydi, o benim yerimde olsaydı, ülkemin çehresi çok farklı olacaktı! Benim ülkem böyle problemler sarmalı içinde bulunmayacaktı. Demek ki ben, meseleyi yüzüme-gözüme bulaştırdım! Bazı şeyleri yemeye-içmeye durdum, önlüğümü kirlettim.. çocuklar gibi, önlüğümü kirlettim.. ve gelecek nesiller tarafından önlüğü kirli bir insan olarak yâd edileceğim! Keşke îsâr ruhuyla hareket edip de “Falan olsaydı!” deseydim, “Falan!..” Kim yani?!. Kulübesini değiştirmeyen bir insan.. yeme-içmesini değiştirmeyen bir insan.. halkın orta sınıfının -en fazla, orta sınıfının- hayat standartları içinde geçimini temine çalışan bir insan… “Öyle birini yerime intihap etseydim!.. Îsâr ruhuyla, Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ömer arasındaki müdaveleye benzer bir müdavelede bulunsaydım!” Orada ilk defa eli sıkılan kim? Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer'in elini sıkıyor; “Bu babayiğide ben biat ediyorum!” Açık.. Ashab-ı re'yin huzurunda.. Sâbikûn-u evvelûn, o ilk Muhacirler, o ilk Ensar, gökteki meleklere denk insanlar… Onlar, bu iki insanın gözünün içine bakıyorlar. “O, Hazreti Ömer'e biat ettiyse, demek Ömer'e biat etmek lazım!” Neden? “Çünkü Hazreti Ebu Bekir öyle bir insan ki, biz onun Efendimiz'in hayatındayken bile yanıldığına şahit olmadık!” Hazreti Ebu Bekir, onun elini sıkınca, birden gözler Hazreti Ömer'in üzerine dönüyor. O, ondan evvel davranıyor: “Allah Rasûlü'ne en önce inanan, Sevr sultanlığında O'na refakat eden, falan yerde filan yerde O'nunla beraber bulunan Ebu Bekir'in olduğu yerde Ömer'e biat edilmez, ben Ebu Bekir'e biat ediyorum!” İnsanca davranış, bu!.. Gerçek îsâr ruhuyla hareket etmek, bu!.. Ve böyle olduğu zaman, nizâ' olmuyor.. böyle olduğu zaman, münakaşa olmuyor.. böyle olduğu zaman, küfür sıfatı “hazımsızlık” hortlamıyor, “hased” hortlamıyor, ülke sarmallar içinde olmuyor, bela ve musibet sağanağına maruz kalmıyor, bir ülke bitirilmiyor, parçalanma sath-ı mâiline düşmüyor! Aksine öyle bir biat sonucunda, Güneydoğu'daki hadise gibi on bir hadise kısa sürede ve en az zayiatla hallediliyor.

Hizmetten
Yalan söylemesinler!.. Allah'tan utansınlar... | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 15, 2022 7:35


Bu video 01/01/2017 tarihinde yayınlanan " CEBR-İ LÜTFÎ VE HASANÎ RUH" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer efendilerimizin halife tayininde birbirini tercih etme tavrı îsâr ve istiğnanın güzel bir misalidir. Özür dilerim; bir imamete geçme mevzuunda bile, “Falan kardeşim varken, bu hak ona daha fazla düşüyor!” demek lazımdır. Oysaki o da o hakkı ona vermiş; “O, benden daha elyak!” demiş. Sen de diyorsun ki “O benden daha elyak!..” Muhtarlıkta “O, benden daha elyak!”; müdürlükte “O, benden daha elyak!”; kaymakamlıkta “O, benden daha lâyık/elyak!” Tafdil sigasıyla diyorum, “çok daha layık” manasına “elyak”. Efendim, valilikte “O, benden daha elyak!”; milletvekilliğinde “O, benden daha elyak!”; devlet başkanlığında, “Yahu bana Çankaya'nın yolu göründü veya bir sarayın yolu göründü; fakat falan olsaydı, daha iyi olurdu. O, benden daha elyak!” Mülahazayı çevirip şöyle de diyebiliriz: “Benim intihabıma bedel, falan seçilseydi, o benim yerimde olsaydı, ülkemin çehresi çok farklı olacaktı! Benim ülkem böyle problemler sarmalı içinde bulunmayacaktı. Demek ki ben, meseleyi yüzüme-gözüme bulaştırdım! Bazı şeyleri yemeye-içmeye durdum, önlüğümü kirlettim.. çocuklar gibi, önlüğümü kirlettim.. ve gelecek nesiller tarafından önlüğü kirli bir insan olarak yâd edileceğim! Keşke îsâr ruhuyla hareket edip de “Falan olsaydı!” deseydim, “Falan!..” Kim yani?!. Kulübesini değiştirmeyen bir insan.. yeme-içmesini değiştirmeyen bir insan.. halkın orta sınıfının -en fazla, orta sınıfının- hayat standartları içinde geçimini temine çalışan bir insan… “Öyle birini yerime intihap etseydim!.. Îsâr ruhuyla, Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ömer arasındaki müdaveleye benzer bir müdavelede bulunsaydım!” Orada ilk defa eli sıkılan kim? Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer'in elini sıkıyor; “Bu babayiğide ben biat ediyorum!” Açık.. Ashab-ı re'yin huzurunda.. Sâbikûn-u evvelûn, o ilk Muhacirler, o ilk Ensar, gökteki meleklere denk insanlar… Onlar, bu iki insanın gözünün içine bakıyorlar. “O, Hazreti Ömer'e biat ettiyse, demek Ömer'e biat etmek lazım!” Neden? “Çünkü Hazreti Ebu Bekir öyle bir insan ki, biz onun Efendimiz'in hayatındayken bile yanıldığına şahit olmadık!” Hazreti Ebu Bekir, onun elini sıkınca, birden gözler Hazreti Ömer'in üzerine dönüyor. O, ondan evvel davranıyor: “Allah Rasûlü'ne en önce inanan, Sevr sultanlığında O'na refakat eden, falan yerde filan yerde O'nunla beraber bulunan Ebu Bekir'in olduğu yerde Ömer'e biat edilmez, ben Ebu Bekir'e biat ediyorum!” İnsanca davranış, bu!.. Gerçek îsâr ruhuyla hareket etmek, bu!.. Ve böyle olduğu zaman, nizâ' olmuyor.. böyle olduğu zaman, münakaşa olmuyor.. böyle olduğu zaman, küfür sıfatı “hazımsızlık” hortlamıyor, “hased” hortlamıyor, ülke sarmallar içinde olmuyor, bela ve musibet sağanağına maruz kalmıyor, bir ülke bitirilmiyor, parçalanma sath-ı mâiline düşmüyor! Aksine öyle bir biat sonucunda, Güneydoğu'daki hadise gibi on bir hadise kısa sürede ve en az zayiatla hallediliyor.

Hizmetten
O hakkı helal etmek, benim haddim değil | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Aug 5, 2022 6:20


Bu video 22/01/2017 tarihinde yayınlanan "İTİRAFÇI KILIKLI MÜFTERÎLER VE MEDRESE-İ YÛSUFİYE" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hizmet gönüllülerine “terörist” diyen, teröristin ta kendisidir; onları “firak-ı dâlle” gösterenin kendisi dalalete düşmüş bir zavallıdır. Bir gün o zindandakiler, Yusuf gibi çıkacaklar, Allah'ın izni ve inayetiyle. Çünkü onlar, anarşistlerin, teröristlerin (!)… Hani “terörist” de dediler. Bir vandal yazdı, başka vandallar da imza attılar. Karıncaya basmayan insanlara “terörist” dediler. İnsan, Allah'tan korkmuyorsa, hiç olmazsa insanlardan utanır. Yahu, Allah aşkına, haramiler gibi tepelerine bindiğiniz zaman, gidip mallarının üzerine konduğunuz zaman, alın teriyle kazandıkları mallarına konduğunuz zaman, yurt dışında olan paralarını bile bloke ettiğiniz zaman, Allah aşkına söyleyin, birisi size karşı tükürük attı mı?!. Yumruğunu sıktı mı?!. “Allah'tan korkun!” dedi mi?!. Demedi!.. Çünkü hakiki mü'min.. çünkü efendi.. çünkü centilmen.. çünkü karakterinin gereğini sergiliyor. قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ “De ki; herkes, kendi karakterini sergiler!” Sen bu karakterde olan insana “terörist” diyorsan, teröristin teki senin kendindir. Sen, bu karakterde olan insana “firak-ı dâlle!” diyorsan, sen firak-ı dâllenin tâ kendisisin. Sen, bu karakterde olan insanlara “yeni bir din…” falan diyorsan, hayatında namazın sünnetini bile kaçırmamış, ağzına bir arpa kadar haram koymamış… Bunları söylemekte mahsur var mı? Fakir, altı sene idarecilik yaptım Kestanepazarı'nda. Orada talebelik yapan insanlar var, şu anda da içinizde varlar. Çıksın birisi bana desin ki, “Talebe için pişen yemekten bir kaşık aldın!” Aldımsa, Allah canımı alsın. Almadım. Çünkü vakıf idi o. Ben, kendi maaşım ile geçindim. Altı sene, orada, günde altı saat derse girdim. Mütalaada başlarında bulundum, yedi-sekiz saat. O günün talebeleri var içinizde bugün. Mesai yaptım. Fakat bir kuruş almadım. Çünkü oraya yardım edenler, vakfa yardım ediyorlardı. Milletin malından arpa kadar şey, ağzıma koyamam. Kıtmir'in levhalarda gezen sözüdür: “Allah'ım, Sana, ağzıma bir arpa kadar haramdan koymuş olarak gelmeme fırsat verme!..” Ben, hiç birinizi, bu anlayışın iki adım gerisinde görmüyorum. Hayatınızı bu çizgide sürdürdüğünüze dair, bütün kalbimi Allah'ın izni ve inayetiyle ortaya koyarım. Hayatını bu anlayış, bu mantık ve bu felsefeye bağlı olarak götüren insanlara, “terörist” diyen insan, dünyada en aşağı insandır. “Firak-ı dâlle!” diyen, bir vandal, mahlûktur. “Farklı bir din ortaya koymaya çalışıyorlar!” diyen… Nafileleri bile kaçırmayan.. hatta yirmi yaşına kadar kıldığı namazlarını kaza eden.. dört yaşından itibaren namaz kılan ama “Bazılarında belki istibraya dikkat etmemişimdir” diye yirmi yaşına kadar olanları kaza eden… Oysaki dört yaşında namaz zaten farz değil. Büyük çoğunluğa göre on beş yaşında namaz farz oluyor. Ama kendi kendine “Madem sen yaptın onu, belki dikkatli yapmamışsındır” diyerek, o süre zarfında kıldığı namazları bile, her gün kırk rekât ilave ederek yeniden kılan… Böyle bir insana sen “terörist” diyorsan, “firak-ı dâlle” diyorsan, dünyada senden daha alçak insan yoktur. O alçaklığınla haşrolacaksın. Evvela tarihe geçeceksin, tarihin sayfalarında, paragraflarında okuyanlar, o paragrafta senin yüzüne tükürecekler; sana, Ziya Paşa gibi, “Yufff!..” çekecekler. Vesselam..

Hizmetten
"Onlar firak-ı dâllenin tâ kendisi..." | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 30, 2022 7:27


Bu video 22/01/2017 tarihinde yayınlanan "İTİRAFÇI KILIKLI MÜFTERÎLER VE MEDRESE-İ YÛSUFİYE" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Hizmet gönüllülerine “terörist” diyen, teröristin ta kendisidir; onları “firak-ı dâlle” gösterenin kendisi dalalete düşmüş bir zavallıdır. Bir gün o zindandakiler, Yusuf gibi çıkacaklar, Allah'ın izni ve inayetiyle. Çünkü onlar, anarşistlerin, teröristlerin (!)… Hani “terörist” de dediler. Bir vandal yazdı, başka vandallar da imza attılar. Karıncaya basmayan insanlara “terörist” dediler. İnsan, Allah'tan korkmuyorsa, hiç olmazsa insanlardan utanır. Yahu, Allah aşkına, haramiler gibi tepelerine bindiğiniz zaman, gidip mallarının üzerine konduğunuz zaman, alın teriyle kazandıkları mallarına konduğunuz zaman, yurt dışında olan paralarını bile bloke ettiğiniz zaman, Allah aşkına söyleyin, birisi size karşı tükürük attı mı?!. Yumruğunu sıktı mı?!. “Allah'tan korkun!” dedi mi?!. Demedi!.. Çünkü hakiki mü'min.. çünkü efendi.. çünkü centilmen.. çünkü karakterinin gereğini sergiliyor. قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ “De ki; herkes, kendi karakterini sergiler!” Sen bu karakterde olan insana “terörist” diyorsan, teröristin teki senin kendindir. Sen, bu karakterde olan insana “firak-ı dâlle!” diyorsan, sen firak-ı dâllenin tâ kendisisin. Sen, bu karakterde olan insanlara “yeni bir din…” falan diyorsan, hayatında namazın sünnetini bile kaçırmamış, ağzına bir arpa kadar haram koymamış… Bunları söylemekte mahsur var mı? Fakir, altı sene idarecilik yaptım Kestanepazarı'nda. Orada talebelik yapan insanlar var, şu anda da içinizde varlar. Çıksın birisi bana desin ki, “Talebe için pişen yemekten bir kaşık aldın!” Aldımsa, Allah canımı alsın. Almadım. Çünkü vakıf idi o. Ben, kendi maaşım ile geçindim. Altı sene, orada, günde altı saat derse girdim. Mütalaada başlarında bulundum, yedi-sekiz saat. O günün talebeleri var içinizde bugün. Mesai yaptım. Fakat bir kuruş almadım. Çünkü oraya yardım edenler, vakfa yardım ediyorlardı. Milletin malından arpa kadar şey, ağzıma koyamam. Kıtmir'in levhalarda gezen sözüdür: “Allah'ım, Sana, ağzıma bir arpa kadar haramdan koymuş olarak gelmeme fırsat verme!..” Ben, hiç birinizi, bu anlayışın iki adım gerisinde görmüyorum. Hayatınızı bu çizgide sürdürdüğünüze dair, bütün kalbimi -Allah'ın izni ve inayetiyle- ortaya koyarım. Hayatını bu anlayış, bu mantık ve bu felsefeye bağlı olarak götüren insanlara, “terörist” diyen insan, dünyada en aşağı insandır. “Firak-ı dâlle!” diyen, bir vandal, mahlûktur. “Farklı bir din ortaya koymaya çalışıyorlar!” diyen… Nafileleri bile kaçırmayan.. hatta yirmi yaşına kadar kıldığı namazlarını kaza eden.. dört yaşından itibaren namaz kılan ama “Bazılarında belki istibraya dikkat etmemişimdir” diye yirmi yaşına kadar olanları kaza eden… Oysaki dört yaşında namaz zaten farz değil. Büyük çoğunluğa göre on beş yaşında namaz farz oluyor. Ama kendi kendine “Madem sen yaptın onu, belki dikkatli yapmamışsındır” diyerek, o süre zarfında kıldığı namazları bile, her gün kırk rekât ilave ederek yeniden kılan… Böyle bir insana sen “terörist” diyorsan, “firak-ı dâlle” diyorsan, dünyada senden daha alçak insan yoktur. O alçaklığınla haşrolacaksın. Evvela tarihe geçeceksin, tarihin sayfalarında, paragraflarında okuyanlar, o paragrafta senin yüzüne tükürecekler; sana, Ziya Paşa gibi, “Yufff!..” çekecekler. Vesselam..

Hizmetten
“Ey İbrahim! Bir kalbde iki sultan olmaz!..” | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Jul 20, 2022 6:45


Bu video 29/01/2017 tarihinde yayınlanan "HİZMET'İN ALTI ESASI" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Terk-i ukbâ; yaptığı ibadet u tâati cennet, havuzlar, kevserler, akan ırmaklar gibi uhrevî mükâfata bağlı yapmayı da gönülden terk etmek. Terk edilecek şeyleri terk etmezseniz şayet, elde etmek istediğiniz şeyleri elde edemezsiniz; tutmak istediğiniz şeyleri tutamaz ve tutunmak istediğiniz şeylere tutunamazsınız. Terk-i dünya ve terk-i ukbâ… Nedir esas hedef?!. اَلْإِخْلاَصَ، وَرِضَاكَ، وَخَالِصَ الْعِشْقِ وَاْلاِشْتِيَاق İhlas, Allah rızası, hâlis aşk u iştiyak. Menkıbe… İbrahim Ethem hazretleri, tacını-tahtını terk etmiş. Efendim, tâçdâr, çullu sultan, çullara bürünmüş. Mücâvir olmuş; Kâbe'yi tavaf etmekle, esasen, orada doygunluk peşinde koşuyor, itminan peşinde koşuyor. O sene nasılsa, evlâdı da hacca gelmiş. Aradan kaç sene geçmişse, hâlâ unutmamış çehresini. Evlâdını görünce, evlâdı ona koşuyor, sarılıyor. (Menkıbe… Olmuş da olabilir, olmamış da olabilir. Fakat ifade ettiği mana önemlidir. Menkıbelerin aslı değil, faslına bakmak lazım.) Çocuğunu bağrına basınca, az kalb kayması yaşıyor, “Evladım!” diye. O anda, kendi duyabileceği şekilde, kendisinin irtibatlı olduğu frekansla hemen bir sinyal alıyor: “Ey İbrahim! Bir kalbde iki sultan olmaz!..” Hemen, “Allahım! Sen'in muhabbetinin yanında kalbime oturanı al!..” diyor. Oğlu, metâfta, dizlerinin dibine yığılıyor. Böyle bir terk-i ukbâ… Terk-i dünya, terk-i ukbâ ve üçüncüsü; “terk-i hestî”: Terk-i hestî”, kendini terk etmek, kendi ile çok meşgul olmamak. Dünya adına belalar ve musibetler sağanak sağanak başından aşağıya yağdığı zaman, sadece çevresine bakacak, “Acaba bir başkasının başına da bir dolu düştü mü?!.” diye bakınacak ve işte o zaman “Oofff!” diyecek kadar… Öyle bir terk-i hestî, kendini terk etmek. Kendi evini yangın almış, cayır cayır yanıyor; bir insan olarak orada bir ihtizaz sergileyebilir. “Ben usanmam gözümün nuru cefadan, amma / Ne kadar olsa, cefadan usanır, candır bu!..” (Keçecizade İzzet Molla) Evinin yandığını gören, eşyasının yandığını gören bir insanın, hafif bir sarsıntı geçirmesi, gayet normaldir. Amma, öyle değil!.. O yangını, “Yangın/ateş, nereye düşerse düşsün, beni yakar!” mülahazasıyla karşılamak fazilettir; bunun, mesleğinizde de bir esas olması lazımdır. “Ateş, düştüğü yeri yakar!” düşüncesi, bencilce bir mülahazadır. “Ateş, nereye düşerse düşsün, beni yakar!” Falanın evine, filanın devletine, falanın saltanatına… Hepsi benim bağrıma düşmüş gibi beni yakar. Öylesine kendinden sıyrılma!.. Öylesine “başka”laşma, umumileşme!.. Öylesine umumun canı olma, umumun sinir sistemi olma!.. Kime dokunulursa, âdeta kendi sinir sistemine dokunulmuş gibi, içine kan damlayacak şekilde, bir “terk-i hestî”. Üç tane büyük terk; dünya, ukbâ ve kendini terk. Sonra da “terk-i terk”: “Terki terk”, bütün bu terkleri de terk etme, unutma onları. Ona gelip diyorlar ki; “Yahu dünya senin umurunda değil!” “Farkında değilim, onu umurumda zannediyorum.” “Yahu, sen hiç, اَللَّهُمَّ أَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ falan demiyorsun; hep diyorsun ki, اَللَّهُمَّ اَلْإِخْلاَصَ، وَرِضَاكَ، وَخَالِصَ الْعِشْقِ وَاْلاِشْتِيَاق وَمَعِيَّتَكَ، وَمَعِيَّةَ رَسُولِكَ “Allahım, her amelimde ihlaslı olmayı, rızana ermeyi, Sana halis aşk u iştiyakla teveccühte bulunmayı ve maiyetini, Rasûl-i Ekrem'inle beraberliği istiyorum!..” Fakat öyle bir terk-i terk ki, o, “Allah Allah, öyle mi, siz öyle mi görüyorsunuz?!.” falan, diyecek kadar, kendinde değil; o kadar. Muhammed Bahâuddin Nakşibendi'nin yolu… Kimlere kalmış bu yol, yolu yürüme… Hazreti Pîr'in nasıl ızdırap içinde olduğunu anlayabilirsiniz: “Ben nasıl bir yol bıraktım arkada? Kimlere kaldı o mübarek yol, güzergâh, şehrâh; şimdi kimlerin ümidine metruk?!.” Evet, “terk-i terk”; öyle bir terk edecek ki, ona dünyayı, ukbâyı, aynı zamanda cennet arzusunu terk ettiğini hatırlattıkları zaman, hatırlamayacak onları. Öyle bir şey.

Hizmetten
Öyle şirk ifadelerine ve çirkin laflara göz yumdular ki | M.Fethullah Gülen Hocaefendi

Hizmetten

Play Episode Listen Later Apr 13, 2022 10:04


Bu video 30/04/2017 tarihinde yayınlanan "ÜFLEMEKLE SÖNMEZ, SÖNDÜRÜLEMEZ!.." isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Öyle şirk ifadelerine ve çirkin laflara göz yumdular ki, sonunda “Falanların eşleri bize helaldir!” diyebilen ahlaksız vandallar türedi!.. Geriye dönüyorum: İmtihan. وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ Öldürürler; nefislere de tecavüz ederler. İslam hukukunda ve aynı zamanda Modern Hukuk'ta “usûl-i hamse” (canı, dini, namusu, aklı, nesli korumak) esastır; “hürriyet” ile beraber, “usul-i sitte” esastır. -Bilmiyorum, usûl ilmini biliyorlar mı?- Fakat وَالْأَنْفُسِ “Enfüs” kaydının da ifade ettiği üzere, nefislere/canlara da kastedebilirler. Bakın, bir vandal kalkıp bir şey dedi. Hani daha önce bir vandal, “Falan, Allah'ın evsâf-ı âliyesiyle muttasıf…” dedi. Yani, Sübutî sıfatlar; Hayat, İlim, Sem', Basar, Kudret, İrade, Kelam, Tekvin sıfatlarıyla muttasıf demek bu. “Allah'ın evsâfıyla muttasıf!” demek, ne demek bu?!. Zâtî sıfatlar: Vücûd, Kıdem, Bekâ, Vahdaniyet, Muhalefetün Li'l-havâdis, Kıyam binefsihi. Ef'âl sıfâtı: Halk, İbda', İnşâ, İhyâ, İmâte, Terzîk. “Bütün bu evsâf-ı âliye-i İlahîye ile ittisaf etmiş!” Buna sadece “küfür” denmez; buna, Ziya Gökalp'ın ifadesiyle, “mük'ab küfür” denir, “mük'ab”. Cephe hatırına kimse, “Yahu, sen biraz ayıp ettin, ileriye gittin!” demedi. Allah'a karşı mük'ab terbiyesizlik irtikâp edildiği halde, sesini kesen “dilsiz şeytan”lar!.. Dünyanın dört bir yanında dinlerini, diyanetlerini, iffetleriyle, ismetleriyle temsil eden insanlara karşı savaş ilan ediyor gibi, umumî harp ilan ediyor gibi, cihada gidiyor gibi yola çıkan insanlar!.. Onların, neyin peşinde oldukları belli!.. Efendim, biri öyle dedi; biri de “Bakara-Makara!” dedi. Gördünüz mü, o cepheden ona itiraz eden bir insan! Bir kişi kalktı sadece, bir câmi vaizi veya hatibi; sadece o, bu mevzuda bir şey söyledi. Belki bir-iki ceridede de çıktı. Fakat cephe hatırına Allah'a sövüldüğü zaman bile ses çıkarılmadı. Koskocaman bir yurdun masum çocukları tecavüze uğradığı halde, örtbas edildi. Efendim, uyuşturucu, onların kutsadığı mekteplere kadar indi; ilk mektep talebelerine kadar indi, seslerini çıkarmadılar. Bütün me'âsîye, mesâvîye “evet” dediler, “Olsun! Madem bizim cephemizde; biz affettik, Allah da affeder!” Allah'a inanıyorlar mı, bilmiyorum; tabiî onu, Allah bilir. Bakın bu denen şeylere!.. Daha neler dendi neler?!. “Elini sürmek ona, ibadettir!”; bu da ayrı bir küfür. Bütün bunlara karşı sessizlik, dilsiz şeytanlık ve sesini çıkarmayan insanların hali, bu mevzudaki cüretkâr bir kısım saygısız ve terbiyesizleri daha da cesaretlendirdi. “Bu, yurt dışına kaçan insanların veya bizim içeriye attığımız insanların kadınları/kızları bize helaldir!” dediler. Biri dedi; ser-münâfıktan hâr-münafığa kadar, kimse sesini çıkarmadı. Cesarete geldi, bir başkası da aynı şeyi söyledi. Kim bilir kapalı kapılar arkasında daha niceleri aynı şeyleri tekrar ediyorlar?!. Ne olursa olsun, sarsılma; “Gamı, tasayı bırak, iraden canlı ise / Ümit kaynağı ol, olabilirsen, herkese!”