POPULARITY
Youtube'da yeni bölümleri izlemek için kanala abone olabilir, bildirimleri açabilirsin :) https://www.youtube.com/c/DidemMollaoglu ***** Yazılarımı ve yolculuklarımı takip etmek istersen; https://www.instagram.com/didemmollaoglu/ ***** Bu alana davet ettiğim kadınların katılımıyla her ay gerçekleştirdiğim AŞK buluşmasına katılmak istersen, bir sonraki buluşmamızın konukları Aynur Güleçal ve Gülçin Önel. 28 Mayıs Salı saat 21:00'de yapacağımız buluşmada Qi gong, Cinsel Enerji, Ruhsal Birleşme konuları ışığında dişil yanımızla buluşacağız. Detaylara ve katılım formuna aşağıdaki linkten ulaşabilirsin. :) https://forms.gle/sYsXk6BTWh6558DdA ***** Anadolu'nun Şifacı Kadınlarını konuk ettiğim programın bu haftaki konuğu Fatma Çağla Doğanay. 1989 yılında İstanbul'da, baba tarafından Selanik, anne tarafından Mısır göçmeni bir ailede dünyaya geldi. Küçük yaşlardan beri müziğe hep ilgisi vardı. Konservatuar sınavlarına hazırlanırken yaşadığı psikolojik süreç nedeniyle sınavı kazanamadı ve bambaşka bir eğitim hayatı oldu. Ailesinin maddi ve maveni sıkıntıları sebebiyle erken yaşta çalışmaya başlayan Fatma, uzun yıllar kurumsal şirketlerde yöneticilik yaptı. Pandemiyle beraber 31 yaşında bir uyanış yaşayan Fatma, Yoga, numeroloji, Su terapisi, ses terapisi eğitimleri aldı. Fatma'nın çalışmalarını ve paylaşımlarını https://www.instagram.com/caglayoga/ Instagram adresinden takip edebilirsiniz. Keyifli dinlemeler :) ***** ***** Anadolu'nun Şifacı Kadınları'nı aynı zamanda Spotify ve Apple Music'den podcast olarak dinleyebilirsin. https://open.spotify.com/show/312t5k7BqvGSv7c9l88Y6Z https://podcasts.apple.com/tr/podcast/anadolunun-şifacı-kadınları/id1519077215 ***** Ben Kimim? 2016'da tüm eşyalarını satarak çıktığı yolculukta henüz kendine doğru bir yolculukta olduğunu bilmiyordu. Ta ki yuvasından binlerce kilometre uzaklıkta Anadolu onu çağırana kadar. Yuvasına dönüşüyle birlikte kendi şifa yolculuğu başladı. Çünkü bir ağacın yeşermesi için önce köklerinin iyileşmesi gerektiğini biliyordu ve kökleri bu kadim topraklardaydı. Çıktığı bu yolculukta Maya Şamanizmden yogaya, yogadan tasavvufa uzanan farklı ilimlerin peşinden gitti, birçok eğitim aldı. Anadolu'nun Şifacı Kadınları'nı konuk ettiği bir podcast yapan Didem kendi deyimiyle Aşk'ı arayan bir aciz kul, yolcu. ***** Light Of Daytime by Vlad Gluschenko | https://soundcloud.com/vgl9 Music promoted by https://www.free-stock-music.com Creative Commons / Attribution 3.0 Unported License (CC BY 3.0) https://creativecommons.org/licenses/by/3.0/deed.en_US
Geçen yazımda söz verdiğim üzere, meraklısı ve ilgilisi için, İslâm coğrafyasına dair bir okuma listesini takdim ediyorum. Liste elbette çok daha detaylandırılabilir, eklemeler- çıkarmalar yapılabilir. O açıdan, bahsedeceğim kitaplara, bir gazete yazısının ebatlarına sığacak şekilde hazırlanmış “başlangıç önerileri” gözüyle bakılması daha doğru olacaktır. Genel: Coğrafyanın geneline dair okumalarla başlama adına, Ira Lapidus'un “İslâm Toplumları Tarihi”yle konuya giriş yapabiliriz. Prof. Dr. Âdem Apak'ın “Siyer-i Nebî”si, bilhassa İslâm'ın doğuş yıllarına dair çok sağlam bir kaynaktır. Prof. Dr. Namık Sinan Turan imzalı “Hilafet - Erken Dönemden Osmanlı'nın Son Yüzyılına”, panoramik bir bakış sunması açısından tavsiye edilir. Oral Sander'in “Anka'nın Yükselişi ve Düşüşü” ise, özet bir Osmanlı tarihi olması bakımından dikkate değer. Ortadoğu: Ilan Pappe'nin kaleme aldığı “Filistin'de Etnik Temizlik”, bence her Müslümanın muhakkak okuması icap eden bir başyapıt. Amin Maalouf'a ait “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri”, dünün bugüne ne kadar benzediğini göstermesi bakımdan mühim. Nikolaos Van Dam'ın “Suriye'de İktidar Mücadelesi”, dışarıdan bir bakış sunuyor. Richard P. Mitchell'in “Müslüman Kardeşler” adlı eseri, Mısır yakın tarihinin dikkatli bir panoraması. Ervand Abrahamian'ın yazdığı “Modern İran Tarihi”, Stephen Kinzer imzalı “Şah'ın Bütün Adamları” ve Arshin Adib-Moghaddam'ın editörlüğünde hazırlanan “Ayetullah Humeyni - Politik ve Entelektüel Biyografi” İran için özel tavsiyeler. Balkanlar: Türkiye Maarif Vakfı'nın yakınlarda yayınladığı “Balkanlarda Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eser, vazgeçilmez bir başvuru kaynağı. Prof. Dr. Mustafa İsen ve Prof. Dr. Tuba Durmuş tarafından hazırlanan kitap, sadece edebiyat alanıyla sınırlı değil, Balkanlara dair özet bir siyasî çerçevenin yanında dört başı mamur bir kültür tarihi de vaat ediyor. Mark Mazover'in “Selanik”i ve Barbara Jelavich'in iki ciltlik “Balkan Tarihi” keza gözden kaçırılmaması gereken kitaplar. Mağrib-Endülüs: Prof. Dr. İsmail Ceran'ın “Fas Tarihi”, Lucette Valensi imzalı “Avrupa'da Müslümanlar” ve Matthew Carr'ın “Kan ve İman”ıyla birlikte okunmalı. Bunlara bir de Maria Rosa Menocal'in ölümsüz eseri “Dünyanın İncisi Endülüs”, Hugh Kennedy'nin “Endülüs - Müslüman İspanya ve Portekiz'in Siyasî Tarihi” ve Prof. Dr. Mehmet Özdemir'in artık klasik bir başvuru kaynağına dönüşen “Endülüs” adlı kitabı eklenirse tamamdır. Afrika: Prof. Dr. Ahmet Kavas'ın “Geçmişten Günümüze Afrika” adlı kitabı, sıkı bir başlangıç için ideal. Dr. Murat Yiğit'in yakın dönemde yayınlanan “Afrika'da Askeri Darbeler ve Dış Müdahale” adlı hacimli çalışması, dikkat çekici detaylar sunuyor. Afrika deyince elbette İmam Abdullah Harun'dan vazgeçemeyiz:
Sosyal medya ve Youtube kanalı üzerinden devletin üst düzey bürokratları ve siyasetçilerine yönelik kara propaganda ve dezenformasyon içerikli videolarıyla tanınan FETÖ militanı terörist Güven'in, FETÖ'nün sık izlediği bir rotayı izleyerek yasadışı yollarla Yunanistan'ın Selanik kentine, oradan da Almanya'ya kaçtığı biliniyordu. Ancak Güven'in Almanya'da tam olarak nerede olduğu Alman Federal gizli servisi BND tarafından sır gibi saklanıyor ve korunuyordu. FETÖ'nün Goebbels'i olarak bilinen ve örgütün propaganda imamı olan firari Cevheri Güven'in izini süren SABAH Özel İstihbarat ekibi aylar süren saha çalışması sonucunda terörist Güven'i BND'ye rağmen kara propaganda yuvası haline getirdiği Almanya'daki ininde bulup görüntülemeyi başarmıştı. FETÖ'NÜN KRİTİK İSMİNİN EVİ Mİ YOKSA PROPAGANDA MERKEZİ Mİ? Firari terörist FETÖ'cü Güven, ailesiyle birlikte lüks içinde yaşadığı dubleks bir daireden çıktıktan sonra objektiflere yakalandı. Terörist Güven, ailesiyle birlikte yaşadığı evi, siyasetçilere ve üst düzey kamu kamu görevlilerine yönelik iftira ve kara propaganda faaliyetlerini yürüttüğü yayın üssü gibi kullanıyor. Edinilen bilgilere göre Güven, 3 yıl önce oturmaya başladığı dairede çektiği ilk kara propaganda videosunu 23 Ekim 2019'da yayınladı. O günden bu yana tam 253 video çeken terörist Güven'in videoları, firari FETÖ'cüler ve terör örgütün haber siteleri tarafından devlet aleyhine algı operasyonlarında kullanılıyor. GAZETECİ Mİ YOKSA TERÖR ÖRGÜTÜ FETÖ TETİKÇİSİ Mİ? Gazeteciliğe Star gazetesinde stajyer muhabir olarak başlayan ve 2004'te FETÖ'nün operasyonel yayın organı Aktifhaber adlı internet sitesini kuran Cevheri Güven, yaptığı haberlerle kumpas operasyonlarına zemin hazırladı. Aktifhaber adlı sitenin müstear isimli yazar kadrosundaki kişilerden biri de örgütün emniyet imamı ‘Kozanlı Ömer' lakaplı Osman Hilmi Özdil'di. Özdil, o dönemde sitenin yayın politikasını Cevheri Güven ile birlikte belirliyordu. 15 YIL HAPİS İSTEMİYLE DAVA FİRARİ terörist olarak aranan Güven'in, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ‘silahlı terör örgütüne üye olmak' suçundan hazırladığı iddianame kapsamında 15 yıla kadar hapsi isteniyor. İddianamede, FETÖ'nün gazetecilik faaliyetleri adı altında, örgütün propagandasını yapmak ve uluslararası alanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine kamuoyu oluşturmak için basın yayın gücünü artırmaya çalıştığı ve bu kapsamda Nokta dergisini tekrar yayın hayatına aldığı kaydedildi. Zaman gazetesine verdiği röportajda dergiyi Gezi olayları ve 17/25 Aralık sonrasında işsiz kalan gazetecilerden oluşturduklarını söyleyen terörist Güven'in açıkça FETÖ'ye destek sağladığı, örgütün amacı doğrultusunda yayın yapacağını belirttiği ve örgütün sözcülüğünü yaptığı belirtildi CHP'NİN ESKİ GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL VE ESKİ BAZI MHP'Lİ YÖNETİCİLERİN KASET KUMPASINI YÖNETEN VE GÖRÜNTÜLERİN YAYINLANMASINI SAĞLAYAN TERÖR ELEBAŞI!
Kültür ve edebiyat dünyamızın önemli isimlerinden Ali Canip Yöntem, 1886 yılında Üsküdar'da dünyaya geldi. Toptaşı Askeri Rüştiyesi ile Fransız Mektebi'nde okudu. Yüksek tahsilini ise Selanik Hukuk Mektebi'nde tamamladı. Şiirleri ve makaleleri Selanik'te çıkan Bahçe, Kadın ve Genç Kalemler isimli mecmualarda yayımlandı. Öğretmenlik yaptığı sırada 1911 yılında neşrettiği Genç Kalemler dergisiyle şöhret basamaklarını tırmandı. Ali Canip Bey, Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp ile “Yeni Lisan” ve “Milli Edebiyat” tezini savundu. Ve bu cereyanının en önemli temsilcisi oldu. Dildeki yabancı şekilleri ve kaideleri atmak, halkın malı olmamış ve Türkçede karşılığı bulunan yabancı asıllı kelimeleri kullanmamak şeklinde özetlenebilecek “Yeni Lisan” tezini kabul ettirmek için Süleyman Nazif ve Cenab Şahabeddin gibi eski nesrin üstatlarıyla münakaşa ve mücadele etti. Balkan savaşından sonra Selanik'ten ayrılan Ali canip Yöntem çeşitli okullarda edebiyat hocalığı ve müdürlük görevinde bulundu. Maarif Vekâleti Müfettişliğinde vazife yaptı. 1950-1954 yılları arasında Bursa milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girdi. Osmanlı Edebiyatı ve Türk Dili sahasında tam biz uzmandı. Kaleme aldığı “Edebiyat” kitabı yıllarca liselerde okutuldu. Aynı zamanda iyi bir şair olan ve çeşitli yayın organlarında kültür yazıları neşreden Ali Canip Yöntem 1967 yılında vefat etti. Bu zatın ilk talebelerinden olan merhum Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, ölümünden sonra yayımladığı bir yazıda (Bilgi c.21 sy.247 (1367) s.13-14) “Uydurma dilin şiddetle aleyhindeydi. Ali Canip Bey'in dil konusunda cesur davranışları olmuştur. İlmi temelleri zayıf olan ‘Güneş Dil Teorisi'ni anlamayan ve kabul etmeyen Ali Canip Yöntem Atatürk'e ‘Paşam, şimdiye kadar etimoloji ile meşgul olmadım. Bu, ayrı ve mühim bir branştır. Şimdiden sonra da bu hususta zât-ı devletinize faydalı olabileceğimi sanmıyorum' diyebilmişti” cümlelerini kullanıyor. Ali Canip Bey'in aynı zamanda Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu'nda üye olduğunu da bu vesileyle hatırlatmış olayım. Bu kısa bilgilerle kendisinden söz ettiğimiz Ali Canip Bey, “Hatıralar, Vesikalar, Resimlerle Yakın Tarihimiz” isimli külliyatın üçüncü cildinde şöyle bir izahatta bulunuyor: “Bugün mevcut olan Fatih Camisi, Fatih'in yaptırdığı bina değildir. Üçüncü Sultan Mustafa zamanında İstanbul'da büyük bir zelzele olmuş, hayli yerler yıkılmış. Fatih zamanından kalma bina da bu yıkılanlardandı. Üçüncü Sultan Mustafa ceddinin yadigârı olan bu binayı eskisine göre daha geniş, daha büyük olarak yeniden inşa ettirmiştir. Ayvansaraylı Hafız Hüseyin'in kaleme aldığı ‘Hadikatü'l-Cevami” adlı eserde diğer mabetlerle beraber bu Fatih Camii'nden de bahsederken şöyle diyor: ‘Vaktimizde 1179 Kurban Bayramının üçüncü Perşembe günü ki, Mayıs'ın on biridir. Güneş doğduktan bir saat sonra vuku bulan büyük zelzelede camiin büyük kubbesi tamamen harap olmuştu. Binanın tamamı zemine kadar yıktırıldı, yeniden inşaya başlandı. Medreselerin tamiri de yapıldı. Sultan Mustafa, 1185 Muharreminin onuncu ve Nisanın on beşinci günü Cuma namazını ilk defa orada kıldı...'
Her zaman onur ve gururla anmışımdır Darüşşafaka'yı... Ülkemizin medarıiftiharı kuruluşlarından, en ‘hayırlı marka'larından biridir... Bu yıl Cemiyet'in 160., okulun ise 150. yılı kutlanıyor. Mezunları arasında çok saydığım, sevdiğim yöneticiler ve iş insanları vardır. Bilindiği üzere uzun yıllar boyunca babasını yitirmiş, yetim çocukları kabul etti. 2012 yılında, dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan'ın getirdiği vizyonla Tüzük değişikliğine gidildi ve annesini yitirmiş öksüz çocukları da kabul etmeye başladılar. Erdoğan, bir değişiklik daha yapmıştı... O zamana kadar, Tüzüğe göre, sadece Müslüman çocuklar okula kaydediliyordu. Bunun yerine, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak” şartının getirilmesini sağladı ve dini ayrımı ortadan kaldırdı. Lanistar Media yapımı “ATATÜRK 1881-1919” filminin birincisi, dün sinemalarda gösterime girmeden önce Darüşşafaka öğrencilerine özel bir seans düzenlemiş. Basın davet edilmemişti. Biraz sessiz sedasız yapılan bu etkinliğin nedenini filmi izlediğiniz zaman anlıyorsunuz... Filmde şöyle bir sahne var. Zübeyde Hanım, çocuk Mustafa'nın ele avuca sığmaz hâllerine biraz sinirlenip, ağabeyine şöyle diyor: “Yetimdir bu abi, yetim. Yetimden ne olur?!” Onları dinlemekte olan Mustafa, mavi gözlerinden çıkan ateşle, kabına sığmaz hâlde cevap verir: “Gör bak neler olur!” Başka bir sahnede ise işgal altındaki Selanik'ten göçenler arasındaki Zübeyde Hanım ve Makbule yolda küçük, öksüz ve yetim bir kız çocuğuna rastlarlar; Vasfiye (Çukurluoğlu). İlerde Atatürk'ün manevi kızı Ülkü'yü (Doğançay Adatepe) dünyaya getirecektir. Zübeyde Hanım Vasfiye'yi de himayesine alır ve İstanbul'un yolunu tutarlar... İkinci filmde, Mustafa Kemal'in iki öksüz ve yetim çocuğu daha evlat edinerek annesinin yanına getirdiğine tanıklık edeceğiz. Atatürk'le Darüşşafaka'nın yollarının kesiştiğini, bir başka anekdotta da görüyoruz. Darüşşafaka Eğitim Kurumları Genel Müdürü Ebru Arpacı, film gösterimi sırasında anlatmış... Zübeyde Hanım, 1921 yılında Darüşşafaka'yı ziyaret ederek bağışta bulunmuş, bir de ricası olmuş: O zorlu savaş döneminde Darüşşafaka'da okuyan çocuklara mevsim meyvelerinden birinin dağıtılması... O günden sonra Darüşşafaka koridorlarında taze meyve bulundurmak gelenek hâline gelmiş. İşte bu nedenle ATATÜRK filmi, onu izlemeyi en çok hak edenlere, özel bir seansta gösterilmiş. Böylece filmin ekibi ve oyuncuları da Darüşşafaka Eğitim Kurumları'nın Cumhuriyet'in 100. yılına özel düzenlediği etkinlikler kapsamında öğrencilerle bir araya gelmiş. Bu buluşmaya Yapımcı Saner Ayar, Yönetmen Mehmet Ada Öztekin ile oyuncular Sarp Akkaya (Enver Paşa), Sahra Şaş (Makbule) ve Şahin Sancak (Nuri Conker) katılmış. Birinci filmin beni en çok etkileyen sahnesi, hiç şüphesiz Mustafa'nın “Gör bak neler olur” diye haykırdığı sahneydi. Bu diyaloglarda ve hikâyede imzası olan Mehmet Ada Öztekin'i, Senarist Necati Şahin'i, yetimden neler olduğunu bütün dünyaya gösteren Mustafa Kemal Atatürk ve Darüşşafaka'yı şükranla anıyorum. Günün sözü “Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.” G. Mustafa Kemal Atatürk Gözümüze takılanlar...
Atatürk'ün ikamet ettiği Çankaya'daki bağ evinde kurulan Çankaya sofrası her zaman önemli kararların alındığı bir sofra olmuş. Binanın restorasyonu yapılırken bu sofranın eskisi gibi kurulması da son derece büyük sorumluluk isteyen bir iş. Binanın restorasyonu titizlikle yapılırken sürpriz buluntular da çıkmış. Örneğin döşemelerin arasından içinde hala deterjan olan bir deterjan kutusu ve içi havlu kaplı ipten yapılmış muhtemelen Latife Hanım'a ait bir banyo terliği bulunmuş. Sofraya gelince çok özenli takımlar dikkati çıkıyor. Bir kısmı GMK yani Gazi Mustafa Kemal armalı, çünkü henüz daha soyadı kanunu çıkmamış ve Atatürk Türklerin atası anlamına gelen soyadını almamış. Daha sonraki yıllarda yapılmış tabak çatallarda, kadehlerde ise KA Kemal Atatürk arması fark ediliyor, mesela ortada dizili sürahilerde KA arması var. Billur tuzluklar, gümüş karabiber, değirmeni, hardallık var. Bu arada salçalık diye adlandırılan sos kapları da var. Köşede ise Sahibinin Sesi gramofon pikap dikkati çekiyor. Gramofon ile ilgili bizim aileye ilişkin bir anı, Atatürk'ün Selanik çevresinden olan İsmet amcamızın nasıl Atatürk'ün yaveri Salih Bozok'un kızı Sabiha yengemizle evlenmesinin hikayesi ise kayıtta…
Atatürk'ün ikamet ettiği Çankaya'daki bağ evinde kurulan Çankaya sofrası her zaman önemli kararların alındığı bir sofra olmuş. Binanın restorasyonu yapılırken bu sofranın eskisi gibi kurulması da son derece büyük sorumluluk isteyen bir iş. Binanın restorasyonu titizlikle yapılırken sürpriz buluntular da çıkmış. Örneğin döşemelerin arasından içinde hala deterjan olan bir deterjan kutusu ve içi havlu kaplı ipten yapılmış muhtemelen Latife Hanım'a ait bir banyo terliği bulunmuş. Sofraya gelince çok özenli takımlar dikkati çıkıyor. Bir kısmı GMK yani Gazi Mustafa Kemal armalı, çünkü henüz daha soyadı kanunu çıkmamış ve Atatürk Türklerin atası anlamına gelen soyadını almamış. Daha sonraki yıllarda yapılmış tabak çatallarda, kadehlerde ise KA Kemal Atatürk arması fark ediliyor, mesela ortada dizili sürahilerde KA arması var. Billur tuzluklar, gümüş karabiber, değirmeni, hardallık var. Bu arada salçalık diye adlandırılan sos kapları da var. Köşede ise Sahibinin Sesi gramofon pikap dikkati çekiyor. Gramofon ile ilgili bizim aileye ilişkin bir anı, Atatürk'ün Selanik çevresinden olan İsmet amcamızın nasıl Atatürk'ün yaveri Salih Bozok'un kızı Sabiha yengemizle evlenmesinin hikayesi ise kayıtta…
Almanya'daki Türkiye kökenli kuruluşlar, cumhuriyetin kuruluşunun 100. yıldönümünü çeşitli etkinliklerle kutlamaya hazırlanıyor. Almanya'nın çeşitli kentlerinde müzikli aktiviteler, balolar düzenlenecek. Selanik'ten Ankara'ya bisiklet turu gibi hiç alışık olmadığımız, sıra dışı faaliyetler de yapılıyor. Köln'deki bir baloda sahne alacak opere sanatçısı Gürkan Gider ile konuştuk. Bu bölümde mikrofonda Çelik Akpınar ve Serap Doğan yer alıyor. Von Celik Akpinar.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, New York temaslarını tamamlayıp yurda döndü. Dönüş öncesinde ise Türk gazetecilerin Amerika ziyaretine dair sorularını yanıtladı. Özellikle İsrail ve Yunanistan'la ilişkilere dair sıcak mesajlar verdi. İsrail başbakanı Netanyahu ve Yunanistan başbakanı Miçotakis ile görüşmesinin olumlu bir havada geçtiğini söyledi. Erdoğan, 7 aralık'ta Selanik'e gideceğini, İsrail başbakanını ise Türkiye'ye davet ettiğini hatırlattı. Bir süre öncesine kadar iki ülkeyle sorunlu seyreden ilişkilere sünger çekiliyor; yeni bir dönemin kapısı aralanıyor. Kayıttayız'da bu yeni dönemin getirileri konuşuldu.
Taze peynir ile yapılan tuzlu tariflerin izinde bu kez Yunanistan'a uzanıyoruz. Geçen hafta bahsettiğimiz Nicholas Stavroulakis'in kitabından iki tarif tam da taze peynirli lezzetlere örnek. Yunanistan Yahudilerinin Şavuot bayramı için yaptığı tariflerden biri “kassates” Yanya'dan, “kassata” tarifi ise Selanik'ten. İlki küçük kaseler gibi küçük tartölet kalıplarında yapılıyor, ikincisi ise tek büyük bir kalıpta tuzlu bir turta gibi oluyor. Hamur ise sadece un, tuz ve zeytinyağı ile yapılıyor. İçine taze peynir ve yumurtalı bir harç konuyor, üzerine parmesan peyniri serpiliyor. Selanik “kassata” tarifinde ise maydanoz ve dereotu gibi yeşillikler de devreye giriyor. Bir başka tarif Komotini yani Gümülcine'den “pastelikos” veya “burekitas” denilen taze peynirli hamuru biraz farklı bir lezzet. Hepsinin özellikleri kayıtta…
Taze peynir ile yapılan tuzlu tariflerin izinde bu kez Yunanistan'a uzanıyoruz. Geçen hafta bahsettiğimiz Nicholas Stavroulakis'in kitabından iki tarif tam da taze peynirli lezzetlere örnek. Yunanistan Yahudilerinin Şavuot bayramı için yaptığı tariflerden biri “kassates” Yanya'dan, “kassata” tarifi ise Selanik'ten. İlki küçük kaseler gibi küçük tartölet kalıplarında yapılıyor, ikincisi ise tek büyük bir kalıpta tuzlu bir turta gibi oluyor. Hamur ise sadece un, tuz ve zeytinyağı ile yapılıyor. İçine taze peynir ve yumurtalı bir harç konuyor, üzerine parmesan peyniri serpiliyor. Selanik “kassata” tarifinde ise maydanoz ve dereotu gibi yeşillikler de devreye giriyor. Bir başka tarif Komotini yani Gümülcine'den “pastelikos” veya “burekitas” denilen taze peynirli hamuru biraz farklı bir lezzet. Hepsinin özellikleri kayıtta…
Ankara-Atina hattını meşgul eden birçok gerilim başlığı var. Bu başlıkların en önemlisi Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'deki maksimalist talepleri. Yunan Başbakan Miçotakis bu talepleri hayata geçirebilmek için daha önceki Başbakanlardan farklı bir şey yaptı. ABD-Fransa hamiliğinde, hasım ülkelerle anlaşmalar imzalayarak Türkiye'yi çevrelemeye, karşıt blok oluşturmaya çalıştı. Ankara'nın Washington'u “Bu adama söyleyin, ne yaptığının farkındayız” diye uyarması boşuna değil. Türkiye, aleyhine kurulan bu tuzağı Libya hamlesiyle bozmuş ve yeni bir statüko oluşturmuştur. Daha sonra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail'le normalleşme süreci başlatarak karşıt bloku gevşetmiş ve zayıflatmıştır. Buna rağmen Miçotakis her fırsatta ikili meseleleri krize çevirme, bölgesel ve küresel aktörleri arkasına alarak sorunu derinleştirme arayışını sürdürüyor. Mayıs ayında ABD Senatosu'nda yaptığı konuşma -diplomatların ifadesiyle- bardağı taşıran son damla oldu. Bunun üzerine Ankara'nın karşı hamleleri geldi. Geçtiğimiz ay imzalanan hidrokarbon alanındaki mutabakat muhtırası ile Türkiye-Libya ortaklığı ileri bir aşamaya taşındı örneğin. Bu anlaşma üzerine Miçotakis ABD'den Libya ile deniz yetki sınırlarını belirleme anlaşması yapabilmesi için destek istedi. Dışişleri Bakanı'nı Mısır'a gönderdi. Mısır'ın Türkiye ile diyalog görüşmelerini durdurma kararı bu ziyaretin ardına rastlar. Bu noktada parantez açarak bir bilgi verelim. Libya'da meşru hükümeti devirmek isteyenler, en çok Rus paramiliter grubu Wagner'den destek alıyordu. Ukrayna'daki savaş nedeniyle Wagner'in Libya'daki varlığı yüzde 80 azaldı. Bu durum Libya'daki çatışmalardan medet umanların elini kolunu bağlıyor. Parantezi kapatarak devam edelim. Miçotakis'in Türkiye karşıtlığının tek nedeni maksimalist talepler değil. Seçime hazırlanan ülkede Yunan Başbakan ikili sorunları iç politika kaldıracı olarak da kullanıyor. Şimdi size teknik bir konunun diplomatik bir krize nasıl dönüştürüldüğünü ve oynanan tiyatroyla Yunan hükümetinin neyi örtmeye çalıştığını ayrıntısıyla anlatacağım. 5 Kasım Cumartesi, saat 11.00 sularında Alsancak'a yanaşan Selanik-İzmir feribotunda Orta Makedonya Bölge Başkanı (vali) Apostolos Tzitzikostas da vardı. Tzitzikostas 7-8 Kasım'da İzmir'de düzenlenen Avrupa-Akdeniz Bölgesel ve Yerel Meclisi toplantısına katılacaktı. Gümrük işlemleri kapsamında Tzitzikostas'a diğer yolcularla birlikte kimlik kontrolü yapıldı. Yunan vali kısıtlı listedeydi, kendisine Türkiye'ye giremeyeceği söylendi. Yunan vali, itirazı ve görevini ibraz etmesi üzerine bekleme salonuna alındı. Çay, kahve ikramı yapıldı. Bu arada İçişleri, Dışişleri ve MİT arasında bir trafik başladı. Sorunun teknik bir hatadan -giriş kısıtlaması bulunan bir başka kişiyle isim benzerliğinden- kaynaklandığı anlaşıldı. Yunan valiye Türkiye'ye giriş yapabileceği bildirildi. O sırada saatler 12.00'ye yaklaşmıştı. Yani Tzitzikostas gümrüğe gireli henüz bir saat olmamıştı.
Bu hafta Selanik'te göç dalgası ve ekonomik krizin ortasında kurulmuş toplum temelli sosyal hareketleri ele alıyoruz: Ücretsiz dershane, dayanışma kliniği, göçmen kadın dayanışma merkezi, patronsuz fabrika...
MIR, kullanıcılarına Türkiye gibi 10'dan fazla ülkede kullanabilecekleri kartlı ödeme ve para çekme altyapısı sağlayan Rus orijinli bir ödeme sistemi. Yaptırımlar sonrası Rusya'da kullanıcı sayısı 100 milyonu geçmiş durumda. Hatırlanırsa savaşın başında satıcılar, hem Ukrayna'da hem Rusya'da bankadan para çekemeyecekleri için kartlı ödeme kabul etmiyordu. Çünkü bankaya hücum anlamına gelecek bir tutar yığılması oluşmasın diye çekme limitleri azaltılmıştı. İlk şok geçince de Ruslar uluslararası ödeme sistemlerinden dışlandı. MIR sistemi de yerinde bir alternatif olarak rolünü oynamaya başladı. Burada bir pencere açacağım; Rusya ve Ukrayna'da başvurulan para çekme limitlerinin düşürülmesi uygulaması 2008 krizinde iflas eden Yunanistan'da işler daha kötüye gitmesin diye tanıtılmıştı. Hatırlanırsa o günlerde Yunan bankalarına güven kaybolduğundan Ziraat Bankası'nın Selanik şubesi mevduata boğulmuştu. Fakat buradan edinilecek asıl bilgi; bankaya hücum durumunun önüne geçmek için başvurulacak tek yöntemin mevduat güvencesi olmadığını göstermesidir. Mevduat güvencesi tatmin edici tutarlar sunulduğunda güven sağlamada önemlidir ama
Mücver benzeri sebzeli kızartmalar pek çok ülkenin mutfağında bulunuyor. Elbette komşu Yunan mutfağında da var, kolokithokeftedes, yani tam tercümesi kabak köftesi. İçeriğine bakınca bazı tariflerde kimyon da var. Kimyon, aslında bizim köfte ile özdeşleştirdiğimiz bir baharat. Ama eski mücver tariflerinde karabiber, kimyon gibi baharatlar kullanılıyormuş, artık otlar ağırlık kazanmış. Nitekim Antep için araştırma yaparken öğrendiğim öcce tarifinde kişniş ve kimyon da vardı. Tarifimiz ise Antep usulü bol maydanozlu öcce. Aylin Öney Tan'dan bir tutam tarih biraz da tarif dinleyin.
Mücver benzeri sebzeli kızartmalar pek çok ülkenin mutfağında bulunuyor. Elbette komşu Yunan mutfağında da var, kolokithokeftedes, yani tam tercümesi kabak köftesi. İçeriğine bakınca bazı tariflerde kimyon da var. Kimyon, aslında bizim köfte ile özdeşleştirdiğimiz bir baharat. Ama eski mücver tariflerinde karabiber, kimyon gibi baharatlar kullanılıyormuş, artık otlar ağırlık kazanmış. Nitekim Antep için araştırma yaparken öğrendiğim öcce tarifinde kişniş ve kimyon da vardı. Tarifimiz ise Antep usulü bol maydanozlu öcce. Aylin Öney Tan'dan bir tutam tarih biraz da tarif dinleyin.
Turkish Stories for Learner Turkish Tarihi Şahsiyetler HARİZMÎ (780-850) Harizmî kentinde doğdu. Cebir ve trigonometrinin kurucusu sayılır. Avrupalıların en çok yararlandığı matematikçidir. Çalışmalarını bir süre Bağdat'ta sürdürdü. Önce Afganistan'a, oradan da Hindistan'a geçti. Hintli bilginlerle tanıştı ve Hindistan'da cebir ile ilgilendi. Cebir ve astronomi bilimlerinde önemli eserler yazdı. Bunların birçoğu Latinceye çevrildi. Batılı kaynaklar onun dünya çapında bir matematikçi olduğunu söyler. MEVLÂNA (1207-1273) 30 Eylül 1207 yılında, Belh şehrinde doğdu. Babası, Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup “Bilginlerin Sultanı” olarak bilinir. 1213 yılında aile fertleri ile birlikte Belh'ten ayrıldı. Birçok şehir gezdi. Dönemin Selçuklu Sultanı, babasını Konya'ya davet etti. Davet üzerine 3 Mayıs 1228 tarihinde ailesiyle birlikte Konya'ya yerleşti. İlim alanında kendisini çok iyi yetiştirdi. Kısa sürede herkesin tanıdığı önemli bir düşünür oldu. Birçok eseri vardır; fakat en bilinen eseri Mesnevi'dir. Yazdığı şiirler bu eserde toplanmıştır. Hayatını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna, 17 Aralık 1273'te vefat etti. ITRÎ 1640 yılında, İstanbul'un Yaylak semtinde doğduğu tahmin edilen, zengin, görmüş geçirmiş bir ailenin oğlu idi. Zamanının en iyi hocalarından ders aldı. Musikiyi çok seviyordu. Bu yüzden döneminin bütün musiki eserlerini biliyordu. Bu sevgi, birbirinden üstün ve ölümsüz eserler bestelemesine imkân vermiştir. Türk müziğinin gelişimini yönlendiren en önemli üç besteciden biri olarak tarihe geçmiştir. MEHMET AKİF ERSOY (1877-1936) 1873 yılının aralık ayında, İstanbul'un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğmuştur. Veterinerlik Fakültesi mezunu olan Akif iyi bir veteriner hekimdir. İstiklal Marşı şairi olarak da bilinir. İstiklal Marşı yazma yarışmasında kendisine verilen 500 liralık para ödülünü almamış, bu paranın Türk ordusuna verilmesini istemiştir. Şiirleri Safahat adlı kitapta toplanmıştır. Ömrünün son üç yılında Kahire Üniversitesi'nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Mısır'da “siroz” hastalığına yakalanınca durumu ağırlaşmış ve İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştır. İstanbul'da tedavi gören “İstiklal Marşı” şairi iyileşememiş ve 27 Aralık 1936 tarihinde vefat etmiştir. ATATÜRK (1881-1938) 1881 yılında Selanik'te doğdu. İlk eğitimini mahalle okulunda aldı. Daha sonra Şemsi Efendi adındaki okula devam etti. Babası ölünce annesi okuması için onu Selanik'e teyzesinin yanına gönderdi. Burada askerî okul sınavlarına girdi ve bu okulda okumaya hak kazandı. Askerî liseyi bitirdikten sonra harp akademisine devam etti. 1905 yılında kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı. Türk tarihinin en önemli asker ve devlet adamlarındadır. Türk Kurtuluş Savaşı'nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu'da başlayan Ulusal Bağımsızlık Mücadelesinin önderliğini yaptı. 1938 yılında İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini yumdu.
"Bugün İstanbul'da yenmeyen yemek mi var? Evet, bir “İstanbul mutfağı” var, ama İstanbul'un lezzet haritası sadece İstanbul mutfağından ibaret mi? Nasıl ki eskiden beri İstanbul'da olan Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve bu şehre göçen ilk Türkler, Kürtler, Süryaniler, Araplarla birlikte Arnavutlar, Çerkesler, Boşnaklar; Selanik, Girit, Makedon, Bulgaristan, Lübnan, Suriye göçmenleri ve ülkenin her şehrinden gelmiş cümle insan olarak İstanbul'da yaşıyorsak, mutfaklarımız da bizle birlikte İstanbul'da yaşıyor. Bugün nereli olursa olsun İstanbul'da yaşayan her İstanbullu Karadeniz'in pidesini, Antep'in lahmacununu, Konya'nın etliekmeğini biliyor. Çünkü İstanbul, asla sadece İstanbul değil; aynı zamanda Anadolu ve Balkanlar; Müslüman, Ortodoks, Katolik, Aşkenaz, Sefarad, Romanyot ve daha nicesi… İşte bu kitapta bunu yapmak amacımdı, sıkıştırılan kalıpların dışında, İstanbul'da yenen ne varsa ona değebilmek; bu sofrada sunulan her şeyi kapsamak, dışlamamak..."Yukarıdaki cümleler, İBB Kültür A.Ş. tarafından yayımlanan, Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri kitabını derleyen yayıncı, yazar Merin Sever'e ait. Bütün bu zenginlik ve bu zenginliğin, biraradalığının yarattığı gastronomik etkileşimler üzerine, Merin Sever'in yanı sıra, kitapta yazı ve söyleşileriyle yer alan lezzet uzmanlarından Hülya Ekşigil, Silva Özyerli, Aylin Öney Tan ve Burkay Adalığ ile Gülşah Şenkol'un moderatörlüğünde yaptığımız çevrimiçi sohbeti burada dinleyebilirsiniz. Unutmayın, mutfak ve lezzet konuşmak, aynı zamanda kültür ve tarih konuşmaktır.
Konuşmacımız Dorukhan Oğuz'un Öz Geçmişi: Hukuk eğitimine 2010 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde başlayan Dorukhan Oğuz, 2012-2013 yıllarında Erasmus programıyla Yunanistan'ın Selanik şehrindeki Aristotle University of Thessaloniki'de okumuştur. 2014 yılında İstanbul Üniversitesi'nden mezun olarak İstanbul'da bir hukuk bürosunda yasal stajını tamamladı. 2016 yılına kadar aynı büroda avukat olarak çalıştıktan sonra UC Berkeley School of Law'dan LLM kabulu alarak San Francisco, California'ya taşındı. Fikri mülkiyet ve şirketler hukuku alanında kendisini geliştirerek Silikon Vadisi'ndeki startup ekosistemini yakından tanıma fırsatı oldu. LLM programını bitirdikten sonra yine UC Berkeley'de Senior Research Scholar pozisyonundan kabul aldı ve bu pozisyonda araştırmalar yaptı. Özellikle blockchain'ın hukuk sistemleriyle entegrasyonu hakkında yaptığı araştırmalar sonucu blockchain startuplarından biri olan Kleros ile yolları kesişti ve burada Legal Fellow olarak çalışmaya başladı. Bu sırada, San Francisco'nun merkezinde bulunan Golden Gate University'den burslu doktora kabulu alan Oğuz, 2018 yılından beri doktora programına devam etmektedir. Doktora tezini, Blockchain teknolojisinin Online Uyuşmazlık Çözümlerine entegrasyonu üzerine yapmaktadır. Doktora programı devam ederken California baro sınavını başarıyla tamamlayan Oğuz, Boston'daki bir hukuk bürosunda çalıştıktan sonra Haziran 2021'de kendi hukuk bürosu OguzLaw'u kurarak girişimcilere, yatırımcılara ve göçmenlere hukuki destek vermektedir.
Bu bölümde Selanik'e gidiyoruz ve 5 senedir orada yaşayan, özellikle Türkler arasında son senelerde iyice popüler olan, Golden Visa yani altın yatırımcı vizesi danışmanlığı ile emlakçılık yapan Aslıhan Sezer konuğum oldu. Marmara Üniversitesi Turizm İşletme bölümü mezunu Aslıhan Hanım, İstanbul'daki plaza hayatına 36 yaşında veda ederek çocuğu ile Selanik'e taşınıyor ve orada emlak ve Golden Visa danışmanlığı yapıyor. Aslıhan Hanım ile Selanik'te hayatı, Yunanistan'da Golden Visa ve oturum izni şartlarını ve orada eğitimi konuştuk. Sorularınız varsa kendisine Instagram'da @selanikemlakofisi hesabından da ulaşabilirsiniz. Uygun kur ve düşük gönderim ücretiyle yurt dışı para transferlerinizi kolayca yapabileceğiniz TransferGo uygulamasını http://bit.ly/bigidenesoralim'dan indirip inceleyebilirsiniz.
“Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan/ Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan…” Ziya Gökalp'in Trablusgarp hezimetinin yaşandığı 1911'de İttihat Terakki'nin edebiyatçı kesiminin Selanik'te çıkardığı Genç Kalemler dergisinde yayımlanan "Turan" adlı şiirin bu son iki dizesi, deyim yerindeyse ırkçı Türkçülüğün amentüsüdür. Peki Turancılığı Osmanlılar veya Türkler mi icat etmişlerdir?
De Marke'nin programı Bakın Bakın Ne Anlatıcam'da, Bahadır İzgeç ve Alican Ercan geçmişten günümüze az bilinen ezeli rekabetlerin arka plandaki hikayeleri ve güncel durumları hakkında bir anlatımda bulunuyor. 2. Bölüm konusu: - Selanik derbisi, ⚫️⚪️ Paok - Aris ⚫️
Bu bölümde Yunanistan'a gidiyoruz ve 10 senedir Atina'da yaşayan ve Komşuda Ne Oluyor blogunu hazırlayan Mehmet İçten konuğum. Mehmet, İstanbul Üniversitesi'nde okurken Erasmus değişim programıyla gittiği Selanik'teki hayatı çok seviyor ve üniversiteden mezun olduktan sonra 2011 yılında Atina'ya taşınıyor. Farklı şirketlerde kurumsal deneyiminin yanı sıra bir yandan Atina'da turizm alanında çalışıyor ve "Komşuda Ne Oluyor" ismi ile farklı sosyal medya mecralarında içerik üretmeye devam ediyor. Mehmet ile Atina'da çalışmayı, golden visa yatırımcı vizesini ve Yunanistan'da hayatı konuştuk. Uygun kur ve düşük gönderim ücretiyle yurt dışı para transferlerinizi kolayca yapabileceğiniz TransferGo uygulamasını http://bit.ly/bigidenesoralim 'dan indirip inceleyebilirsiniz.
Selanik ve Edirne Vilayetlerine bağlı Kavala, Drama, Serez, İskeçe gibi bölgeler Osmanlı İmparatorluğu'nun toplam tütün üretiminin önemli bir bölümünü gerçekleştirmekteydi. Bu süreçte ortaya çıkan muazzam emek talebi yerel nüfusu oluşturan hemen hemen bütün kültürel grupların üretime katılmasını, yoğun bir işçileşme sürecini beraberinde getirdi. Uzun süreli ücretli istihdamı deneyimleyen bu topluluklar çok geçmeden aktif bir politik kültür geliştirdiler. Ege'nin her iki yakasında demografik yapının farklılaşmasına neden olan 1923-24 Türk-Yunan Mübadelesi söz konusu politik kültürün mübadil göçmenler aracılığı ile Türkiye'ye taşınmasını mümkün kıldı. Mübadil Tütüncülerin 1950'lere kadar bir çevre, 1950'lerden sonra ise tek tek bireyler olarak sol gelenek içerisinde kayda değer bir rol oynamaları söz konusu tarihsel arka planın doğrudan bir sonucuydu.
Sert kort sezonuna kapatmaya hazır mısınız? Miami Masters'ta kazanan isimler Ash Barty ve Hubert Hurkacz oldu. Kadınlar tarafındaki çekişmeli maçları, Andreescu'nun geri dönüşünü, Maria Sakkari'nin sergilediği acayip performansı ve ortadan kaybolan Naomi Osaka'yı konuştuk. Erkekler tarafında iki finalisti bol bol övdük ve Medvedev-Zverev-Tsitsipas üçlüsünü yerdik. Bu bölümde sizden gelen iki soruya da yer ayırdık: - Federer, Nadal ve Djokovic'i favori zeminlerinde rakiplerine karşı üstün kılan etmenler neler? - Erkekler tenisinde uzun evriminden bahsedebilir miyiz? Özel bölümlerimiz 'Haftanın Parlayanları', 'Sen Neden Böylesin', 'Bu Nasıl İstatistik' bu hafta da var! 'Kort Dışı' ise evlere şenlik - kaçırmayın! - 00:00 - 01:50 - Giriş, - 01:51 - 14:12 - Miami Masters erkekler, - 14:13 - 25:44 - Miami Masters kadınlar, - 25:45 - 40:24 - Büyük Üçlü (Big Three) bazı zeminlerde nasıl bu kadar dominant; Nadal-toprak, Djokovic-sert, Federer-çim üzerinden değerlendirme, - 40:25 - 48:13 - Erkekler tenisinde boylar uzuyor mu? Yoksa eskiden de mi böyleydi?, - 48:14 - 52:02 - HAFTANIN PARLAYANLARI (Bublik, Andreescu, Sakkari, Ruusuvuori), - 52:03 - 58:08 - SEN NEDEN BÖYLESİN (Bublik ama tersten, Pat Cash), - 58:09 - 1:01:44 - BU NASIL İSTATİSTİK (1 ayda 3 kez aynı rakibi yenmek mi?), - 1:01:45 - 1:07:35 - KORT DIŞI (G.E.M.S. Life, Kutsi ve Selanik). İyi dinlemeler! Music credit: Protofunk by Kevin MacLeod Link: incompetech.filmmusic.io/song/4247-protofunk License: creativecommons.org/licenses/by/4.0/ Verano Sensual by Kevin MacLeod Link: incompetech.filmmusic.io/song/5049-verano-sensual License: creativecommons.org/licenses/by/4.0/ Celebration by Kevin MacLeod Link: incompetech.filmmusic.io/song/5051-celebration License: creativecommons.org/licenses/by/4.0/ Modern Jazz Samba by Kevin MacLeod Link: incompetech.filmmusic.io/song/4063-mo…n-jazz-samba License: creativecommons.org/licenses/by/4.0/
Yunanistan’da Yeni Demokrasi hükümetinin kampüslerdeki şiddet olaylarını gerekçe göstererek üniversitelere polis yerleştirme planı büyük tepkiye yol açtı. Başkent Atina ve Selanik’in yanı sıra birçok yerde öğrenciler, zaman zaman sert polis müdahalesine sahne olan kitlesel protestolarına devam ediyor. Muhalifler, Kiryakos Miçotakis hükümetinin salgında gösterdiği tutuma ve büyüyen sorunlar karşısında otoriterleşme eğiliminde olduğuna ilişkin uyarıda bulunuyor. Senem Görür, üniversitelerde yapılacak düzenlemeyi, öğrenci protestolarını ve polis şiddetini, Miçokatis hükümetinin eğilimlerini ve bundan sonra yaşanabilecek gelişmeleri, İstanbul Aydın Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Emre Metin Bilginer ile konuştu.
Maradona'ya veda ederken Black Stockings, Cuma Ligi, Atina Olayı, Sivas-Kayseri Maçı Faciası ve El Salvador-Honduras Futbol Savaşı'nın hikayesi... Ayşe Hür: "Müslüman Türklere futbolu sevdirenler Osmanlı Devleti’nin tebaası olan Yahudiler, Rumlar, Ermeniler ve Levantenlerdi. Osmanlı ülkesindeki ilk futbol karşılaşması, 1875’te Selanik’te, 1880’lerde İzmir’de, 1890’larda ise İstanbul’da yapıldı. II. Abdülhamid’in gazabından kurtulmak için, 1901’de ilk futbol kulüplerini ‘Black Stockings’ (Siyah Çoraplar) adıyla kuran Müslüman Türkler, daha ilk maçlarında Rumlara karşı 4-1 yenik iken, ünlü jurnalci başı Ali Şamil ve adamlarına yakalandılar. Halk arasında ‘Pazar Ligi’ diye anılan 'Constantinople Football League' 1904’te oluşturuldu. Moda, Elpis ve Imogene takımlarının mücadelesinde ilk kupayı, İngiltere Sefaret gemisi tayfalarının takımı Imogene kaldırdı..."
Kıbrıs'ta Türk azınlığa saldırı planlandığı iddialarının ve Atatürk'ün Selanik'teki evinin 5 Eylül'de bombalandığının öne sürülmesinin ardından, 6-7 Eylül tarihlerinde İstanbul Beyoğlu'nda Rumların can, mal ve ırzlarına yönelik düzenlenen saldırılar yıl dönümünde yeniden anılıyor.6 Eylül akşamı, Taksim Meydanı'nda toparlanmaya başlayanlar, slogan ve afişlerle İstiklal Caddesi’ne doğru ilerleyerek Rum dükkanlarını tahrip etmeye başladı.Olaylar İstanbul’un her yanına yayılırken, saldırılar kısa süre sonra yerini dükkanların yağmalanmasına bıraktı. Saldırıya uğrayan ve yağmalanan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si ise Yahudilere aitti.Resmi kaynaklara göre, 6-7 Eylül Olayları bağlamında 4 bin 214 ev, bin işyeri, 73 kilise ve 26 okul tahrip edildi. İnsan hakları örgütü Helsinki Watch’a göre olaylarda 15 kişi hayatını kaybetti.'Dersimiz Tarih'te, Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar'ın konuğu tarihçi-yazar Ayşe Hür, saldırının meydana geldiği atmosferi ve yaşananları anlattı.
Kıbrıs'ta Türk azınlığa saldırı planlandığı iddialarının ve Atatürk'ün Selanik'teki evinin 5 Eylül'de bombalandığının öne sürülmesinin ardından, 6-7 Eylül tarihlerinde İstanbul Beyoğlu'nda Rumların can, mal ve ırzlarına yönelik düzenlenen saldırılar yıl dönümünde yeniden anılıyor. 6 Eylül akşamı, Taksim Meydanı'nda toparlanmaya başlayanlar, slogan ve afişlerle İstiklal Caddesi’ne doğru ilerleyerek Rum dükkanlarını tahrip etmeye başladı. Olaylar İstanbul’un her yanına yayılırken, saldırılar kısa süre sonra yerini dükkanların yağmalanmasına bıraktı. Saldırıya uğrayan ve yağmalanan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si ise Yahudilere aitti. Resmi kaynaklara göre, 6-7 Eylül Olayları bağlamında 4 bin 214 ev, bin işyeri, 73 kilise ve 26 okul tahrip edildi. İnsan hakları örgütü Helsinki Watch’a göre olaylarda 15 kişi hayatını kaybetti. 'Dersimiz Tarih'te, Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar'ın konuğu tarihçi-yazar Ayşe Hür, saldırının meydana geldiği atmosferi ve yaşananları anlattı.
Bizans döneminde, Rum Ortodoks kilisesi olarak iki Yunan matematikçi tarafından tasarlanıp inşa edilen, ardından İstanbul'un fethiyle camiye, 1934’te Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürüldükten tam 86 yıl sonra tekrar camiye dönüştürülen Ayasofya dünyanın gündeminde. Yunanlar, tarihi mimari yapının camiye dönüştürülmesine üzgün ve öfkeli. Peki, Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlığı için durum ne? Yunanistan’dan gazeteci Evren Dede ile ülkedeki azınlıkların bu karardan nasıl etkilenecekleri ve önümüzdeki dönemde Türkiye-Yunanistan ilişkilerini nelerin beklediğini konuştuk. Ayasofya’nın Yunanlar için bir Kabe olduğunun altını çizen Evren Dede, 24 Temmuz’da cuma namazı ile cami olarak ibadete açıldığında işin renginin daha da netleşeceğini söylüyor. Ayasofya içinde yapılacak düzenlemede, Hristiyanların da ibadet edebileceği bir ortam oluşması durumunda tepkilerin farklı bir boyut alabileceğini söyleyen Dede, “Türk-Yunan ilişkilerini etkileyecek olsa da, çok derin bir kriz doğuracağını düşünmüyorum” görüşünü dile getiriyor. Yunanistan Hükümet Sözcüsü’nün, “Ayasofya, Türk-Yunan ilişkileri bağlamının dışındadır” açıklaması yaptığına vurgu yapan Evren Dede, “Ayasofya Türkiye ile Yunanistan arasındaki azınlık sorunları kapsamında ele alınmaz. Yunanistan, Ayasofya’ya karşılık olsun diye Batı Trakya’da camiyi kilise yapmaz” yorumunu yapıyor. Koronavirüs nedeniyle kapatılan sınırların tekrar açılmaya başladığını belirten Dede, Ayasofya kararı sonrası Türkiye’ye kapıların uzun bir süre daha tekrar açılmama ihtimalinin düşük olduğunu kaydediyor. Ülkedeki azınlıkların yıllardır her türlü gerginlikte sıkıntı çektiklerini ifade eden Gazeteci Dede, Atina ve Selanik’te cami olmadığına atıf yapıyor ve ekliyor: “Batı Trakya, küçük bir Türkiye olarak değerlendirilebilir. AKP’ye destek veren çok sayıda insan burada yaşıyor ve Ayasofya kararı da olumlu karşılandı. Ancak, bu süreçte azınlıkların daha da gerileceği muhakkak. Öte yandan Yunanistan, Ayasofya’yı uluslararası sorun hâline getirmek isteyecektir. Burada Kıbrıs sorunu hâlihazırda dururken, Libya meselesinde de yeni gelişmeler yaşanabilir.”
Nos aproximamos a la recuperación de la música y la cultura sefardí a través de la experiencia de la banda Evoeh. La banda la forman Ariana Barrabés y Jesús Olivares, dos músicos especializados en jazz, clásica y música popular. Sus últimos trabajos recorren la poesia de León Felipe o Rosalia de Castro y también entran en el terreno sefardí. Ahora preparan su 5º disco con la experiencia de los cantos sefardis de bodas y de la tradición marroquí. Aprovechamos para escuchar klezmer, gipsy y balkan de la mano de: BGKO- Yagmur Yagar; Mazal- Axerico en Selanik; Evoeh- Avrix Mi Galanika-Como tu-Adiós rios, adios fontes...- Los guisos de la berenjena- Beso soy; Amsterdam Klezmer Band- Sadagora; Äi Jawala-Lovers; 17Hippies-Adieu Escuchar audio
İmparatorluğun yıkıldığı ve Milli Mücadele'nin başladığı sürecin en önemli kırılma anlarının yüzüncü yıl dönümlerini yaşarken Tarih Vakfı çatısı altında, Engin Kılıç'ın koordinatörlüğündeki 2019 Güz ve 2020 Bahar dönemlerinde Mütareke ve Milli Mücadele konuları ele alınarak bu konulara hem tarih hem edebiyat disiplinleri açısından bakıldı. Yeni bulguların ortaya konduğu ve döneme ilişkin hâkim söylemin sorgulandığı konuşmalardan oluşan bu dizi ile Cumhuriyetin kuruluşuna zemin hazırlayan bu sürece dair taze, eleştirel ve çok boyutlu bir perspektif sunmak amaçlandı. “Tarih ve Edebiyatta Mütareke ve Milli Mücadele” temasıyla düzenlenen programın yedinci buluşması 9 Ocak 2020 Perşembe günü Nefin Dinç, Lorans Tanatar Baruh ve Erol Ülker'in yaptığı "Köpe Ailesinin Gözünden Savaş ve Mütareke Dönemi İstanbul'unda Yaşam (1914-1923)" başlıklı sunumla gerçekleşti. Bu sunum, Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarına ve Cumhuriyet'in kuruluş dönemine ışık tutacak özel bir görsel, işitsel ve yazılı arşiv koleksiyonu hakkındadır. Söz konusu koleksiyon, İstanbul'da 1897 yılında Fransız ve Macar asıllı bir ailede doğan Antoine Köpe'nin ciltler dolusu anılarına, büyük bir kısmı kardeşi Taib Köpe'ye ait olmak üzere biriktirdiği, daha önce hiçbir yerde basılmamış yüzlerce fotoğrafa ve çizdiği sayfalar dolusu karikatüre dayanmaktadır. Ayrıca bu özel arşivin parçası olan, içinde İstanbul'un daha önce hiç görülmemiş çok sayıda görüntü ve ses kaydının da olduğu bu malzeme, yalnızca Köpe ailesinin değil aynı zamanda Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişin tarihine de tanıklık etmektedir. Balkan Savaşları'ndan Cihan Harbi'ne, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden modern Türkiye'nin kuruluşuna değin pek çok önemli gelişmeye bizzat şahit olan Antoine Köpe ve ailesi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vatandaşıdır. Bu konuşmada öncelikle Köpelerin iki imparatorluk arasında geçen yaşam serüvenine ilişkin genel bir çerçevenin sunulması amaçlandı. Daha sonra Cihan Harbi ve Mütareke Dönemi'ne odaklanarak başta Antoine Köpe olmak üzere aile bireylerinin Selanik'ten, İstanbul'a, Filistin'den Braşova'ya ve Zonguldak'a kadar uzanan yaşam öykülerinden kesitler aktarıldı.
Batı Trakya'nın Bilinmeyen Tarihi adlı programın 10'uncu bölümünde psikiyatri uzmanı emekli doktor İbram Onsunoğlu, Batı Trakyalı azınlık milletvekillerinin Kemalist - İslamcı ayrımıyla başlayan ve günümüze uzanan sürecin son bölümünü gazeteci Evren Dede'ye anlattı. Bir önceki bölümün devamı niteliğindeki programda günümüze kadar azınlık milletvekillerinden örneklerle yaşananlar aktarılıyor. Eskiden halk meclisinde azınlık milletvekillerinden hesap sorulurduMuncura’nın milletvekili seçilmesi aslında bir ayaklanmaydıBütün küçük esnaf ve köylüler, Koca Kapı aleyhinde olmasına rağmen Muncura’yı desteklemiş ve milletvekili seçmiştirKendisinin planlamadığı azınlıktaki bir ayaklanmanın önderi olmuştur Ahmet MuncuraAzınlıkta kim eleştirilecek Koca Kapı karar verir1980 darbesinde tüm dernekler kapatıldı, tek kapatılmayan Batı Trakyalıların derneğiydi! Çünkü devletin derneğiydiAzınlıktaki kurulu düzene karşı bir isyandı buMilletvekillerinden çok şey beklemiyoruz fakat milletvekilleri hiçbir şey vermiyorMilletvekillerine gereğinden fazla önem veriyoruz, değmez
Tarihçi Ayşe Hür bu haftaki programında 6-7 Eylül 1955 olaylarının öteki yüzüne bakıyor. Ayşe Hür: ''29 Ağustos 1955'te Londra'da toplanacak konferans arifesinde hem Yunanistan'da hem Türkiye'de milliyetçi kışkırtmalara hız verildi. İstanbul'da yayımlanan Hürriyet ve Yeni Sabah ile İzmir'de yayımlanan Gece Postası gazetesi'nde her gün Fener Rum Patrikhanesi'ni karalayan haberler çıkıyordu. 6 Eylül 1955 günü saat 11’de, İstanbul Radyosu, Anadolu Ajansı’na dayanarak, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı yapıldığı haberini vererek itinayla doldurulmuş(!) barut fıçısını patlattı. Öğleden sonra İstanbul Ekspres adlı 20-30 bin tirajlı gazete, kağıt kıtlığının olduğu o günlerde haberi 230 bin adetlik iki ayrı baskıyla kamuoyuna duyurdu.''
Herkül Millas 6-7 Eylül Olayları'nda 15 yaşındaydı. İstanbul'da o lanet gece babasının dükkanı yağmalanırken evlerinin önüne gelenlerden korunmak amacıyla üst kattaki komşularına sığındılar."Babam terziydi, yağma ettikleri dükkanımızda bütün top kumaşları çaldılar, çalamadıklarını da keserek kullanılamaz hale getirdiler. Kumaşlar o gece elimizden gidince iflas etti babam... Sonra korku ve gelecek endişesiyle Türkiye'den Yunanistan'a göç ettik..." şeklinde anlatıyor yaşadıklarını.Millas, "Saldırılar başladığında endişeyle evde beklerken kapıcı kadın 'Burada gavur yok!' diyerek bizi kurtarıyordu.. Biz üst kata sığınmıştık, gerçi daha önce söylemişlerdi, eğer bir şey olursa bize sığınırsınız diye. Ancak babamı saklamak istemiyorlardı, sadece çocuk ve kadınları saklamak istediklerini belirtmişlerdi..." diyor.Agora’da ele aldığımız 6-7 Eylül Olayları hakkındaki podcast programında Türk-Yunan ilişkileri uzmanı Herkül Millas'ın, "Türkiye'de azınlıkların günlük hayatını zehir eden olaylar o kadar çok ki..." ifadesi, acı gerçeği tüm çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor aslında.Aradan 64 yıl geçti ancak acılar unutulmadı. 6-7 Eylül Olayları, İstanbul'da yaşayan başta Rum olmak üzere gayrimüslim azınlıklara karşı 6-7 Eylül 1955'te gerçekleşen organize toplu saldırıydı. Türk derinlerinin planlayarak gerçekleştirdiği bu pogromda İstanbul'da gayrimüslimlere ait 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğradı.6-7 Eylül Olayları sırasında Türkiye basını 11 kişinin öldüğü yazarken, kimi Yunan kaynakları felaket gecesi 15 kişinin can verdiğini belirtti. Zaman ilerledikçe o gece tecavüze uğrayan kadınların sayısının 60'ı geçtiği öğrenildi. Dr. Dilek Güven'e göre iise tecavüze uğrayan ve utanmalarından veya korkularından dolayı şikayette bulunamayan kadın sayısının gerçekte 400’e yakın olduğu tahmin edilmekte.Pogromun fitilini ateşleyen olay ise saldırılardan bir önceki gün Türkiye basınında çıkan ve Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin bombalandığı haberleri oldu. Oysa bomba olayı kurguydu. Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atan kişi Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgiler fakültesinde okuyan Yunan vatandaşı Batı Trakya Türkü Oktay Engin'di ve aldığı talimatla bombayı attığı daha sonra ifşa olmuştu. Hatta bu inanılmaz gerçek yıllar geçtikçe daha belirgin hale geldi. Engin, Türkiye'de 22 Şubat 1992 - 18 Eylül 1993 tarihleri arasında Nevşehir Valisi yapıldı. Öte yandan o günlerde asıl konu Kıbrıs’tı. Adada Kıbrıs Rumlarının Kıbrıslı Türklere yaptığı zulümler gündemdeydi. 6-7 Eylül Pogromu'nun olduğu dönem Türkiye'de tirajı en yüksek Hürriyet gazetesinde "İstanbul'daki Rum azınlığın aralarında bağış toplayarak Kıbrıs Rumlarının ENOSİS çetelerine gönderdiği" haberi yapıldı. Bilerek ve isteyerek İstanbul’daki Rumlar da mesul tutuluyordu, Kıbrıs ve Yunanistan’daki Türklere karşı yaşananlardan...Olayların ardından, Türkiye'de yaşayan binlerce Rum, kendilerini düşman gören Türklerden korkarak ve İstanbul'da geleceklerinin olmadığını "düşünerek" Türkiye'den Yunanistan'a göç ettiler. Saldırılardan ciddi zarar gören Ermeni ve Yahudiler arasında da gelecek endişesi baş gösterdi. Bugün aradan geçen 64 yıl sonra bile o günleri yaşayanların anıları taze. Bir daha olmaması tek arzu. Ancak Millas bu konuda karamsar, daha doğrusu gerçekçi, “Ortaçağda bütün bir toplum cezalandırılırdı. Türkiye Ortaçağ’da kaldı, Ortaçağ’da yaşıyor...” diyor.Türk-Yunan ilişkileri uzmanı Herkül Millas'ın 6-7 Eylül Olayları'nı anlattığı Agora podcast programını, tarihin o karanlık yüzünü anladıkça, iç çekerek dinleyeceksiniz.
Batı Trakya'nın Bilinmeyen Tarihi adlı programın 9'uncu bölümünde psikiyatri uzmanı emekli doktor İbram Onsunoğlu, Batı Trakyalı azınlık milletvekillerinin Kemalist - İslamcı ayrımıyla başlayan ve günümüze uzanan süreci gazeteci Evren Dede'ye anlattı.İşte programdan satır başları:- Atatürk aleyhine yayın yapan Batı Trakyalı azınlık milletvekili kimdi?- Alparslan Türkeş hangi Batı Trakyalı milletvekili ile görüştü- Medresedeki boykotu azınlık milletvekilleri durdurmaya koştu- Gümülcine'de kimse görmesin diye kem gözlerden uzak parkta buluştuk- Emekli maaşı almak için milletvekilliğini bırakmadı- Kadir Mısıroğlu gibi Batı Trakya'da fes ile yaşadı, fes ile öldü- İskeçe Pomakları için "Sizde 'cebel' sorunu yok, bizde var' demiştir- Biz Batı Trakya'da Koca Kapı için değil azınlık için çalışan milletvekili istiyoruz- Sanki biz bir çuval patatesiz de kendimizi alacağız Meriç'in öbür tarafına geçeceğiz- Türkiyeliye Batı Trakya ağzıyla "Balkan köyü" dedin mi anlamaz- Koca Kapı'nın desteklediği adaylar hep üçkağıtçı, dolandırıcı çıkmıştır- Soltaridis gibi papazlar varken kilise nasıl yıkılmıyor, hayret ediyorum- Müftü izin almadan nasıl Balkan köylerine gider, ortalık karışmış!
8 günlük Balkan turuna çıkan Zeki, bizimle gördüğü yerleri (Gümülcine, İskeçe, Kavala, Selanik, Üsküp, Tetova, Ohrid, Tiran, İşkodra) ve öğrendiği bilgileri paylaşıyor... (organikbeyinlerpodcast@gmail.com)
Gazeteci Evren Dede sol hükümet SYRIZA’nın kaybettiği ve iktidarı sağ Yeni Demokrasi’ye kaptırdığı Yunanistan’daki 7 Temmuz erken genel seçim sonuçlarını Selanik Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi’nde bölüm başkanlığı yapmış emekli psikiyatrist İbram Onsunoğlu, Türk-Yunan ilişkileri uzmanı akademisyen Dimostenis Yağcıoğlu, ANTARSYA Partisi parlamenter adayı Mustafa Çolak ve erken genel seçimde KİNAL-PASOK Partisi İskeçe Milletvekili seçilen Psikiyatrist Burhan Baran ile konuştu. Kaçırmayın.İşte podcast programından satır başları:İbram Onsunoğlu: SYRIZA bir sükut-u hayaldi. Ancak yine de kaybetmesine ben sevinmiyorum!Dimostenis Yağcıoğlu: Hükümete gelen Yeni Demokrasi partisinden bir şey beklemiyorumÇolak: Yeni Demokrasi, merkez sağ değil, aşırı sağ bir partidirBaran: Yeni Demokrasi partisi geçmişin hatalarından ders alıp aynı hatalara düşmemeliOnsunoğlu: Türk-Yunan ilişkilerinde müzmin gerilim devam edecek Dimostenis Yağcıoğlu: Eski Türk-Yunan poltikisasına devam edilecekÇolak: "Başka altenatif yok" diyen SYRIZA halk karşıtı politikaları topluma kabul ettirdiBaran: Yunanistan arkasında "dayısı" var ise her şeyi yapabilecek bir ülkedirOnsunoğlu: Sevdiğim birçok aydın Varufakis'i destekliyorYağcıoğlu: Neonazi Altın Şafak partisi aşırı sağcı seçmenler için cazibesini yitirdiÇolak: Neonazi Altın Şafak'ın süren davasında mahkum olmasını istiyoruzBaran: Yunanistan'da kötü dönem bitti ancak iyi dönem geldi mi bilemiyorumOnsunoğlu: Türkiye ile Yunanistan arasında bir anlaşma olur ümidimi yitirmiş bulunuyorumYağcıoğlu: Yunanistan'da iktidar değişim süreci demokrasinin yerleştiğini gösteren bir şekilde meydana geldiÇolak: Varufakis'in MERA25 partisi SYRIZA'nın mücadeleci ve popülist söylemlerinin devamı pozisyonundaBaran: İskeçe ili tarihte ilk defa iki azınlık milletvekili çıkardı
Batı Trakya'nın Bilinmeyen Tarihi adlı programın 7'inci bölümünde psikiyatri uzmanı doktor İbram Onsunoğlu, Gümülcine Hastanesi'nde yatan çoban Hasan Ali'nin 27 Ocak 1990 tarihinde aynı revirde yatan bir başka hasta Angelos Solakidis'e saldırdığı ve öldürdüğü iddia edilen olayların bilinmeyen gerçeklerini anlattı. Çoban Hasan Ali, gümrük memuru Angelos Solakidis'i öldürdü mü? Onsunoğlu'nun o döneme ışık tutan açıklamalarını kaçırmayın.
Batı Trakya'nın Bilinmeyen Tarihi adlı programın 6'ıncı bölümünde psikiyatri uzmanı doktor İbram Onsunoğlu, Trakya Üniversitesi'ne verilmesi gerekçesiyle zorla kamulaştırılan Yaka tarlaları nedeniyle başlatılan Yaka Direnişi'nin nasıl sonlandırıldığını anlattı. Batı Trakya'da Yaka Direnişi'nde son perde...Onsunoğlu: Adım adım Yönetimin maskesini düşürmeye gidiyorduk Onsunoğlu: Eşekçili'den çekilip Gümülcine'ye yürüyüş yapacaktıkOnsunoğlu: Beni asfalyaya çağırıp tehdit ettiler. General senin ayaklarını kıracağım dediOnsunoğlu: Hatipoğlu yağcılık çekerek müftüyü parmaklarında oynatıyorduOnsunoğlu: Eşekçili'de üç polis otobüsü ağaçların arasında gizliydiOnsunoğlu: Gümülcine'de valiliğin önünde bağıracaktık: Kamulaştırılan topraklarımızı geri istiyoruz!Onsunoğlu: Azınlık köylüsünün karşısına coplu polisleri diktiler ve önlerinde beni tehdit eden general...Onsunoğlu: Hatipoğlu "provokasyon, provokasyon..." diye bağırıyordu, şu nedenle...Onsunoğlu: Yasayı Yunan polisi çiğniyordu, azınlık köylüleri değil...Onsunoğlu: Ben duvara çıkarken arkamdan general polislere emretti: Vurun, ateş edin!Onsunoğlu: Yaka Direnişi, "takım" söz verdiği halde hiçbir yerde tartışılmadıOnsunoğlu: Gittik Atina'ya Dışişleri Bakanıyla görüştük. Bakan Kapsis "Siz ne arıyorsunuz burada" diye rol yaptıOnsunoğlu: Ben bir tütün koçanı için Atina'da Dışişleri Bakanı ile görüşüldüğünü bilirimOnsunoğlu: Batı Trakya'da azınlık köylerinin yollarına asfalt yapılmıyorduOnsunoğlu: Azınlıktan birileri Atina'da garanti vermiş, "Yaka Direnişi yürüyüş yapılmadan bitecek" diye...Onsunoğlu: Baskılar karşısında azınlık köylüsü Yunan devletine üniversite için 500 dönüm hibe etmeye karar vermişti, 3500 dönüm gasp ettilerOnsunoğlu: Batı Trakya'da bir Türkün bir Rumu öldürmesi olayı neydi? Neler yaşandı?
Mesih için yaşanan bir hayatta zorluklar ve özveriler söz konusudur. Bu mektubun amacı, baskı altında yaşayan Selanik kilisesini yüreklendirmek, zorluklar karşısında sebat göstermelerini sağlamak ve İsa Mesih’in dönüşü hakkındaki yanlış anlamaları gidermektir. Bu çalışma ile Selanik kilisesinin zorluklar karşısında nasıl dayandığını ve İsa Mesih’in dönüşünü beklediğini öğrenebilirsiniz.
Yunanistan’da SYRIZA hükümetinin 26 Mayıs 2019 tarihinde yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aldığı ağır mağlubiyeti Türk-Yunan ilişkileri uzmanı akademisyen Herkül Millas ve ANTARSYA Partisi AP adayı Mustafa Çolak AGORA'da Evren Dede'ye yorumladı.
Yunanistan’da SYRIZA hükümetinin 26 Mayıs 2019 tarihinde yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aldığı ağır mağlubiyeti Türk-Yunan ilişkileri uzmanı akademisyen Herkül Millas ve ANTARSYA Partisi AP adayı Mustafa Çolak AGORA'da Evren Dede'ye yorumladılar.
MSGSÜ Temel Eğitim Bölümü Konuşmalar 2 - Ali Kazma "Konuşmalar" ın 04 Nisan 2019 tarihli konuğu video sanatçısı Ali Kazma, işlerini "dünyanın karmaşıklığına ve çelişkilerine yeni katmanlar ekleyen" nitelikleriyle tanımlayan sanatçı, bu katmanlarda yeni tartışma alanlarının ve görünmez olanın açığa çıkarılması potansiyelini görür. İnsan faaliyetlerinin önemine ve anlamına ilişkin videolarıyla Venedik, İstanbul, Sao Paula, Curitiba, Selanik, Lyon ve Havana bienallerine katılmış; 2013 yılında Venedik Bienali'nde Türkiye pavyonunda solo sergisiyle yer almıştır. Eserlerinin sergilendiği kurumlar arasında Musee d'art Contemporaine, Lyon; ARTER, İstanbul; Galeri Nev, İstnbul; Lenbachhaus, Münih; MAXXI, Roma; Hirshhorn Museum, Washington DC; ve MEP, Paris yer alır.
Kadir YıldırımBu podcastımızda Osmanlı’da İşçiler (1870-1922) kitabının yazarı, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Kadir Yıldırım’la Osmanlı işçi hareketi ve emek tarihi yazımının tarihyazımsal gelişimini, kaynaklarını ve temel kavramlarını masaya yatırıyoruz. Bu bölümle, geçen hafta Soma’da yitirdiğimiz madencilerimizi ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre sadece 2002’den bu yana sayıları 14.000’i bulan iş kazalarında kaybettiğimiz tüm işçilerimizi anmaya çalışıyoruz. Bu söyleşi ayrıca, iş kazalarının “doğal afet, kader, işin doğası, fıtratı” olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğini tartışmasını yeniden gündeme taşıyor. Yrd.Doç.Dr. Kadir Yıldırım, İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümünde öğretim üyeliği yapmaktadır.Elçin Arabacı, Georgetown Üniversitesi Tarih Bölümü doktora öğrencisidir. Halen ondokuzuncu yüzyılda Bursa'da sivil toplum üzerine doktora araştırmasını sürdürmektedir. (academia.edu)Yeniçağ Akdeniz ve Osmanlı İmparatorluğu üzerine uzmanlaşan Dr. Emrah Safa Gürkan İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapmaktadır. (academia.edu)KAYNAKÇADonald Quataert; Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet – Zonguldak Kömür Havzası 1822-1920, Çev. Nilay Ö. Gündoğan ve Azat Z. Gündoğan, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2009.Donald Quataert; Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, 2. Bsk., İstanbul, İletişim Yayınları, 2008.Mete Tunçay; Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925, C. 1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009.Mete Tunçay-Erik Jan Zürcher, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923), İstanbul, İletişim Yayınları, 2010.Suraiya Faroqhi; Osmanlı Zanaatkarları, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2011. Kadir Yıldırım; Osmanlı’da İşçiler; Çalışma Hayatı, Örgütler ve Grevler (1870-1922), İstanbul, İletişim Yayınları, 2013.Oya Sencer; Türkiye’de İşçi Sınıfı – Doğuşu ve Yapısı, İstanbul, Habora Kitabevi, 1969. Gila Hadar; “Selanik’te Yahudi Tütün İşçileri: Toplumsal ve Etnik Mücadele Bağlamında Cinsiyet ve Aile”, Osmanlı Döneminde Balkan Kadınları Toplumsal Cinsiyet, Kültür, Tarih, Der. Amila Butuovic ve Irvin Cemil Schick, Çev. Güliz Erginsoy, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, ss. 137-161.Şükrü Ilıcak; “Jewish Socialism in Ottoman Salonica”, Southeast European and Black Sea Studies, Vol. 2, No. 3, September 2002, ss. 115-146.Yavuz Selim Karakışla; “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 Grevleri”, Toplum ve Bilim, S. 78, Güz 1998, ss. 187-209. Cengiz Kırlı; “A Profile of the Labor Force in Early Nineteenth-Century Istanbul”, International Labor and Working-Class History, Vol. 60, Fall 2001, ss. 125-140.M. Erdem Kabadayı, “Working for the State in a Factory in Istanbul: The Role of Factory Worker’ Religious and Gender Characteristics in State-Subject Interaction in the Late Ottoman Empire”, Unpublished PhD Thesis, Ludwig-Maximilians-Universitat, München, 2008.Yusuf Doğan Çetinkaya; 1908 Osmanlı Boykotu-Bir Toplumsal Hareketin Analizi, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004.Cevdet Kırpık; “Osmanlı Devleti’nde İşçiler ve İşçi Hareketleri (1876-1914)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi SBE Tarih ABD, Isparta, 2004.Ahmet Makal; Osmanlı İmparatorluğu’nda Çalışma İlişkileri: 1850-1920, Ankara, İmge Kitabevi, 1997.Touraj Atabaki ve Gavin D. Brockett, “Ottoman and Republican Turkish Labour History: An Introduction”, International Review of Social History, Vol 54, 2009, ss. 1-17.Gülhan Balsoy; “Gendering Ottoman Labor History: The Cibali Régie Factory in the Early Twentieth Century”, International Review of Social History, Vol. 54, 2009, ss. 45-68.Sina Çıladır; Zonguldak Havzasında İşçi Hareketlerinin Tarihi (1848-1940), Ankara, Yeraltı Maden İş Yayınları, 1977. GÖRSELLERCibali Reji Fabrikasında Paravanla Ayrılan Erkek-Kadın İşçilerHüseyin Hilmi Bey'in İştirak Gazetesinin İlk Sayısıİzmir'de Halı İşçisi Çocuk ve KadınlarSamsun Reji Fabrikasında Tütün İşçileriSosyalist Fırkası İşçileri Yürüyüşte