POPULARITY
EUME fellow at the Forum Transregionale Studien in Berlin, Yektan Türkyılmaz, discusses the Idlib attack, in which 36 Turkish troops were killed with AhvalPod and suggests that the Erdoğan’s government is turning into a war regime with its current foreign policy vision.
EUME fellow at the Forum Transregionale Studien in Berlin, Yektan Türkyılmaz, discusses the Idlib attack, in which 36 Turkish troops were killed with AhvalPod and suggests that the Erdoğan’s government is turning into a war regime with its current foreign policy vision.
AhvalPod’un ekoloji podcasti Mavi Yeşil’in bu haftaki bölümünde, gazeteci Duygu Yıldız, ekoloji aktivisti Cemil Aksu ve gazeteci Mustafa Alp Dağıstanlı çevre hukukundaki değişiklikleri, çevre aktivistlerinin hukukla karşı karşıya geldiği noktaları, Bergama ve Cerattepe'deki geçmiş direniş deneyimleri üzerinden yorumladı.
Suriye’de son günlerde ana gündem İdlib. Türk askerlerinin peş peşe hayatını kaybetmesi sonrası Ankara’dan Şam’a yönelik savaş ilanı ve Moskova’yla ters düşmesi krizi adım adım derinleşiyor.Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, şubat ayı sonuna kadar rejim güçlerinin Türk gözlem noktalarından çıkmaması durumunda operasyon başlatacağı mesajını yineliyor. Bu süre zarfında rotasını da Moskova’dan Washington’a çevirmiş durumda. Ankara NATO’dan destek isterken ABD, Rusya ve Türkiye’nin çatışmaya yakın olduğu uyarısını yapıyor.AhvalPod Moskova’dan programında Rusya uzmanı Dr. Kerim Has’la İdlib’de son durumu, Rusya-Türkiye arasındaki olası çatışma senaryolarını ve bunun doğuracağı sonuçları konuştuk.Erdoğan’ın “Esad için İdlib’de şubat sonu son gün” tehditlerinin asla geçerli olmayacağını söyleyen Has, “İdlib dosyası 2020 sonunda kapanacaktır” görüşünü dile getiriyor.Türkiye’nin adım adım Suriye’yle savaşa doğru gittiğini söyleyen Has, “Suriye’yle savaş Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidarı için kısa vadede bazı avantajlar sağlayabilir. Bu savaş düşük yoğunluklu olarak başlayıp daha derin bir sürece evrilebilir” diyor.Türkiye’nin Rusya’yla doğrudan çatışmaya girme riskinin düşük de olsa var olduğunun altını çizen Has, “Ankara Türkiye’yi Suriye’de bir savaşa sokarsa Rusya Esad’a arka çıkacak. Dolayısıyla böyle bir savaşın kazanılmasının mümkünatı yok” yorumunu yapıyor ve ekliyor:“Erdoğan’ın bu savaşı hüsranla sonuçlanacaktır.”Moskova'nın, en kötü senaryoda uzunca süredir beklettiği "Erdoğan'a şantaj" dosyalarını raftan indireceğini kaydeden Has, bunun içinde 15 Temmuz'dan IŞİD'e desteğe varıncaya kadar çok farklı bilgiler yer aldığını ifade ediyor.Has'a göre, NATO'nun İdlib'e gelme ihtimali çok düşük. Böyle bir durumun gerçekleşmesinde ise olası savaştaki tablonun daha da ağırlaşacağı, dolayısıyla Türkiye'ye faturanın daha da fazlalaşacağını ifade ediyor.
AhvalPod’un ekoloji podcasti Mavi Yeşil’de gazeteci Duygu Yıldız, ekoloji aktivisti Cemil Aksu ve gazeteci Mustafa Alp Dağıstanlı, bu hafta nükleer enerji meselesini ele alıyor. Fukuşima Nükleer Santrali'ndeki atık radyoaktif suyun okyanusa boşaltılmasının sonucu ne olacak?Nükleer enerji felaketlerinin izleri hala hafızalarda tazeyken, yeni facialar kapıda mı? Nükleer enerji gerekli mi? Nükleer enerji gereksinimine nasıl alternatifler oluşturulabilir? Akkuyu Nükleer Santrali’ni yapan Rasatom şirketi gerekli tedbirleri alıyor mu? Peki Akkuyu'daki nükleer santral faaliyete geçtikten sonra, oradaki atıklar ne olacak? İşte nükleer enerji konusunda merak edilenler...
İdlib’de Türk askerlerinin peş peşe hayatını kaybetmesi ve çatışmaların hızlanması ile birlikte kriz adım adım derinleşiyor.Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AKP grubunda yaptığı açıklamada şubat ayı sonuna kadar rejim güçlerinin Türk gözlem noktalarından çıkmaması durumunda Soçi mutabakatına da bakmaksızın havada ve karada rejim güçlerini vuracaklarını ilan etti.Erdoğan, Suriye ordusuna destek veren Rus güçlerini de “katliamcı” olarak nitelerken Kremlin’den Putin ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirildiği bilgisi geldi.Buna göre, iki liderin Suriye'de anlaşmanın uygulanmasının önemi konusunda hemfikir oldukları ifade edildi.AhvalPod Moskova’dan programında Rusya uzmanı Dr. Kerim Has’la İdlib’de yükselen tansiyonu ve sürecin ne yöne evrildiğini konuştuk.Kerim Has, Putin’in saldırıdan iki gün sonra Erdoğan’ın telefonuna çıkmasının bir mesaj olduğunu vurguluyor.Türkiye’nin değil ama Ankara’nın Suriye’de rejime karşı savaş ilan ettiğini söyleyen Kerim Has, “Putin’e Türk askerlerine saldırının arkasında siz de varsınız, denememiş” ifadesini kullanıyor.Türk ordusunun sahdaki cihatçılara kalkan olma görevine soyunduğunu kaydeden Has, “Bunu yaparken de ne rejimi durdurabiliyor ne de sivil göçünü engelleyebiliyor” diyor ve şöyle devam ediyor:"Türkiye, bir anlamda artık düşen Türk gözlem noktalarından çekilmeli. Eğer Türkiye rejim güçlerini her tarafta vurmaya başlarsa Türk askerleri rehin duruma düşer."Has’ın Rus kaynaklarına dayandırdığına göre gözlem noktalarında minimum 5 bin Türk askeri bulunuyor.Has, Eğer Türkiye Suriye’ye karşı bir savaş açarsa bu savaş Erdoğan’ın savaşı olur diyor ve ekliyor: “Moskova böyle bir durumda dokuz senedir olduğu gibi Esad’ın arkasında durur ve Erdoğan kendi düşüşünü hazırlar. Kısa vadede Erdoğan iç siyasette kendine avantaj sağlasa da uzun vadede siyasi sonunu hızlandırmış olacak.”Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un "FETÖ'nün siyasi ayağı" çıkışı sonrası Erdoğan ile Avrasyacı olarak bilinen grup arasındaki ittifakın çatırdadığına dikkat çeken Has, "Erdoğan'ın Suriye'ye savaş ilanı, bunun parçası da olabilir" görüşünü dile getiriyor:"Rusya'da da konuşuluyor şimdilerde... Rand Corporation'ın yeni bir darbe ihtimaline ilişkin raporunu da düşününce pek muhtemel ki, 15 Temmuz'dan sonra Ankara'nın orduyu da zayıflattığı kanaatindeyim. Erdoğan, Hulusi Akar ve Hakan Fidan arasındaki güvenin de azaldığı kanaatindeyim. Erdoğan'ın ordu içindeki bazı gruplardan kendisine yönelebilecek olası bir darbe girişimini de önceden önlemek ya da erken doğum yaptırma adına farklı bölgelere asker gönderip orduyu meşgul etme amacı gözetiyor olabilir."“Erdoğan zaten Kremlin tarafından güvenilir olmayan ve öngörülemez bir lider olarak görülüyor” diyen Has, “Rusya olumsuz tabloda Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar, turizm yaptırımları gibi araçlar devreye girer. Moskova elindeki ‘şantaj’ dosyalarını da devreye sokar. Bunun içinde 15 Temmuz, Reza Zarrab, cihatçılar ve kara para trafiği ve Libya’ya askeri sevkıyattan Erdoğan ve ailesinin 1 milyar doları geçen dosyalar var” ifadesini kullanıyor.Has, Kremlin’deki havanın, Rus uçağının düşürüldüğü dönemle benzer bir hava olduğunun altını çiziyor. İdlib'de Suriye ordusunun ilerleyişinin süreceğinin altını çizen Kerim Has, birkaç hafta içinde kilit öneme sahip olan M4-M5 karayolunu kontrol altına alacağını öngörüyor. Has'a göre bundan bir kaçış yok ve İdlib 2020'nin sonuna kadar rejimin kontrolüne geçecek...
İdlib'deki Türk askeri konvoyuna Şam Ordusu’nun saldırısı sonucunda beş asker ve üç sivilin hayatını kaybetmesi, Ankara ve Moskova hattında gerilime yol açtı.Libya ile ısınan ikili ilişkiler, İdlib saldırısı ile farklı boyutlara taşınmış gözüküyor.Ankara, doğrudan Rusya’yı hedef alan açıklamalardan kaçınırken Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin de telefon diplomasisi yürütüyor.Ancak Kremlin’e yakın ve muhalif olan Rus medyasında Erdoğan iktidarına ağır suçlamalar getiren iddialar peş peşe servis ediliyor.AhvalPod Moskova’dan programında Dr. Kerim Has’la son gelişmeleri konuştuk.Has, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çarşamba günü AKP grup toplantısında yaptığı “Rejim şubat ayında çekilmezse gereğini yapacağız. Gözlem noktalarımızdan ikisi rejim hattının gerisinde” açıklamasının sahada bir anlam ifade etmediğini ve böyle bir şeyin gerçekleşmeyeceğini söylüyor ve ekliyor:“Suriye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, kısa vadede ülke içinde kendi iktidarına bazı şeyler kazandırabilecek ama orta ve uzun vadede Türkiye’ye çok şeyler kaybettirmesi pek muhtemel büyük bir ‘kumar’ oynuyor. Türkiye daha büyük bir ateşin içine çekiliyor.” Günün sonunda Türkiye ya rejimle savaşacak ya da o gözlem noktalarından çekilmek zorunda kalacak. Başka bir ihtimal yok.”Rusya’nın da burada Şam’a bu yönde bir telkinde bulunmayacağını düşünen Has, “Putin, bir diplomasi yürüterek keskin ifadelerden kaçınacaktır” görüşünü dile getiriyor.İşin diğer tarafında 1 Şubat'ta Suriye'de dört Rus istihbaratçının öldürülmesinin İdlib saldırısı ile bağlantılarını da değerlendiren Has, söz konusu öldürülen istihbaratçıların üst düzey Türkiyeli ve Suriyeli yetkilinin (Kuvvetle muhtemel, Hakan Fidan ve Ali Memlük)görüşmesinde güvenliği sağlamaları için gönderildiğini kaydediyor.Rus medyasında cihatçılar tarafından böyle bir suikastın gerçekleştirildiğinin yazıldığını belirten Has, “Moskova, büyük ihtimalle bunun faturasını Ankara’ya çıkardı ve 3 Şubat’ta İdlib saldırısı gerçekleşti” diyor.Öte yandan Has, Rus medyasında Suriye’deki cihatçıların IŞİD ve El Kaide bağlantılarından SADAT’ın finansman rolüne kadar pek çok iddia belgelerle ortaya konmasının çok önemli olduğunun altını çiziyor.
AhvalPod’un ekoloji podcasti Mavi Yeşil’in bu haftaki bölümünde, ekoloji aktivisti Cemil Aksu ve gazeteci Mustafa Alp Dağıstanlı, Elazığ'da yaşanan felaketle birlikte yeniden Türkiye gündemine oturan deprem ve hükümetin deprem konusundaki ihmallerini değerlendirdi.
Suriye İdlib’de aylardır devam eden yüksek tansiyon, rejim güçleri ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında sıcak çatışmaya dönüştü.Çatışmada, dört Türk askerinin hayatını kaybederken dokuzu da yaralandı.Saldırı sonrası Ankara’dan misilleme açıklamaları gelirken Rusya ise Türkiye’yi kendilerine bilgi vermemekle suçladı.Türk Milli Savunma Bakanlığı ise isim vermeden, asker sevkıyatı öncesi bir kooardinasyon olduğunu öne sürüyor.AhvalPod Moskova’dan programında Dr. Kerim Has ile yeni haftaya girerken Türkiye gündemine oturan bu sıcak gelişmeyi konuştuk.Aylardır İdlib konusunda Türkiye’nin risk altında olduğunu söylediğini hatırlatan Kerim Has, Ankara’nın askerleri bile bile ölüme yolladığını kaydediyor.“İdlib’de rehin bırakılan askerler çok ama çok önceden çekilmeliydi” diyen Has, Ankara’nın bölgede kalmaya ısrar etmesi durumunda durumun daha da ağırlaşacağını ifade ediyor ve ekliyor:“Ankara’daki ahmaklar yüzünden Türkiye askerlerini kaybetti.”“İdlib’in nisan ya da mayıs ayı içerisinde büyük çoğunluğu itibarıyla rejimin kontrolüne girecektir” diyen Has, M4 ve M5 karayollarının alınması sonrası 2020 içerisinde İdlib’de Türk varlığının çok daha küçük bir cebe sığdırılacağını belirtiyor. Ancak Has, günün sonunda İdlib’in düşeceğini, yani rejimin kontrolüne geçeceğinin altını çiziyor.Kerim Has’a göre Türkiye, İdlib giderse, sıranın Afrin’e ve sonrasında elinde tuttuğu diğer yerlere geleceğini biliyor…Ankara’nın ilerleyen günlerde “cihatçı satışına” başlayacağını öngören Has, “İdlib tamamen düşerse Ankara muhtemel ki, sıra Afrin’e geleceğini düşündüğü için burada daha fazla direnç gösteriyor olabilir” yorumunu yapıyor.
Türkiye’de resmi tarih ve gerçekler arasında farklar iyice büyürken, toplumda “TÜİK verileri gerçeği yansıtıyor mu?” şüphesi yükseliyor. Bir yanda hükümetin iddia ettiği toparlanan, tüm dünyanın yatırım yapmak için sıra beklediği bir ülke. Öte yanda, halkının derin bir karamsarlık içinde yaşadığı, yarına, sistem, yargıya ve medyaya güveni kaybettiği ikinci bir ülke.Hangi resim doğru? Anketlere izah ediyorum...
Türkiye medyasında uzunca süredir tartışma konusu olan ve Cumhurbaşkanlığının keyfi uygulamalarına dönüşen basın kartı meselesinde Evrensel gazetesi çalışanları ve Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş'la birlikte çok sayıda gazeteciye yönelik yaptırım niteliğinde karar alındı.Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na bağlı Basın Komisyonu, gazetecilerin basın kartlarını iptal etti.Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar, AhvalPod Nar'da karar ilişkin değerlendirmeler yaptı.Basın kartlarını dünyada meslek örgütlerinin verdiğini ve bunun Türkiye'de de devlet kontrolünde olmaması adına yıllardır mücadele verdiğini hatırlatan Baydar, ''Son basın kartı iptalleri, topyekûn bir 'meslek yasağı'nın önemli bir adımı'' diyor. Baydar, basın kartı iptallerinin benzer yönde devam edeceğinin altını çiziyor ve ekliyor:''Burada artık çok ciddi bir meslek onuru ve icraatını koruma adına sivil direniş ve karşı hamle noktasındayız. Bir mesleki sivil itaatsizlik anlamına gelecek şekilde, bir an önce basın kartı bundan sonra yok hükmündedir denmesi gerekiyor.''
Libya'daki kriz ve İranlı general Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi sonrası Orta Doğu’da tansiyon bir kez daha yükselmiş durumda. İran’dan intikam tehditleri gelirken ABD de karşılıksız kalmayacağını söylüyor.Bölgenin aktörlerinden Türkiye ise itidal çağrılarını yineliyor. İşin Rusya’ya bakan perspektifini ve Libya'daki son durumu, AhvalPod Moskova’dan programında Rusya uzmanı Dr. Kerim Has ile konuştuk.Has, İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin Rusya açısından önemli kılan hususları açıklarken Moskova’nın Suriye'deki savaşa müdahil olmasında Süleymani'nin ikna edici olduğunu söylüyor.Eylül 2015 tarihinde Rusya’nın resmi olarak doğrudan askeri müdahaleye ve hava operasyonlarına başladığını hatırlatan Has, “Bunun öncesinde, Süleymani'nin 24-26 Temmuz 2015'te Moskova'ya gizli bir ziyaret gerçekleştirdiği biliniyor. Yine ağustos ayında bir ziyaret gerçekleştirdi. Rusya'nın bu görüşmelerden sonra ikna olduğu yönünde bir kanaat var” diyor.Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 8 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yapacağı görüşmede üç mesaj ileteceğini kaydeden Kerim Has, bunların başında Süleymani cinayeti sonrası Ankara’nın ABD’ye eklemlenmemesi uyarısı yapacağını ifade ediyor. Bir diğer konu da gündemdeki sıcaklığını koruyan Libya krizi. Son olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, tezkere sonrası Türk askerinin peyderpey Libya’ya girdiğine dair açıklaması yaptı.Erdoğan’ın açıklamasına göre muharip güç olarak Libya’da Türk askeri içinden olmayan “farklı ekipler” olacak. Rusya uzmanı Has, “farklı güçler” açıklamasının “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başını çok ağrıtacağını” görüşünü dile getiriyor.Daha önceki programlarda Ankara’nın Libya adımlarının tek tek raporlandığını söyleyen Has, bu kez birinci sınıf olmasa da ikinci sınıf olarak adlandırılabilecek Rus medyasında, Erdoğan ve ailesinin Libya dosyasının açıldığını ifade ediyor ve ekliyor:"Yine Rus medyasında yakın zamanda yayımlanan haberlere göre, sadece 2019 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesinin, Şelçuk Bayraktar'ın şirketinin (Erdoğan'ın damadı) Libya'ya sattığı dronelar ve Libya'daki petrolden 1 milyar dolarlık gelir elde ettiği ifade ediliyor."
Sevan Nişanyan, Samos Sürgünü'nde bu hafta kitaplara ve edebiyata dair değerlendirmeler yapıyor. Nişanyan, şu sorulara cevap arıyor:- Türkçemizi geliştirmek için ne yapmalı?- Güncel Türk edebiyatında okumaya değer kimler var?
Ahval ekonomi yazarları Güldem Atabay ve Eser Karakaş, 2019'dan 2020'ye taşınan ekonomik problemleri masaya yatırdı.Ekonomistlere göre büyüme, 2020'de ve ötesinde en temel sorun olarak öne çıkacak.Enflasyon'un düşmeyeceğini öngören Atabay ve Karakaş, bunun nedenlerini sıralıyor ve ekliyor:"Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın prezentasyonu 2007 ile 2019 arasında bir arpa boyu yol gidilmediğini gösteriyor."
Siyaset ana konum değil, ama iç siyaseti ve jeo-politik riskleri incelemeden de ekonomi ve piyasalar hakkında yorum yapamayız.2020’de çok sisli bir siyaset bulvarında yürüyeceğiz. Hükümetin ekonomide pragmatik politikalara dönmesi lazım, aksi halde seçmen isyan edecek. Bu pragmatizmin işareti de IMF’yi yardıma çağırmak. Aksi hâlde, siyasi risklerin ağır baskısı da ekonomin tepesine binecek. Nedir bu riskler?- ABD yaptırımları- Suriye: Güvenli Bölge maliyeti ve İdlib- Libya Savaşı- Kanal İstanbul hatası- Babacan ve Davutoğlu’yu küçümsemekHükümet bu kadar ağır bir yükün altından kalkamaz. Eğer siyasi sorunlara uzlaşma değil, diklenme yoluyla çözüm aranırsa, erken seçim kaçınılmaz olur. Peki piyasalar ve ekonomi nasıl tepki verir?
Türkiye-Rusya ilişkileri, Suriye'de İdlib üzerinden bir "şantaj diplomasisi" üzerinden ilerlerken Ankara'nın son Libya adımı işleri farklı bir boyuta taşıdı.Rusya'nın Libya'da desteklediği Hafter güçlerinin karşısında yer alan Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne askeri destek anlaşması imzalayan AKP iktidarı, yeni bir krizin kapısını aralamış durumda.Sadece Rusya değil, bölgedeki tüm aktörlerle de yeni bir çıkmaza sürüklenen Ankara'nın ilerleyen süreçte atacağı adımlar, krizin derinleşip derinleşmeyeceği konusunda belirleyici olacak. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rus lider Vladimir Putin arasındaki görüşme trafiği de Libya ile bir kez daha sıklaşırken son durumu, Rusya uzmanı Dr. Kerim Has ile AhvalPod Moskova’dan programında konuştuk.Kerim Has, "Libya’da meşruiyeti tartışmalı ve askeri kapasitesi oldukça sınırlı bir tarafa bu ölçüde angaje olmak, Ankara’nın yalnızlığını artırıp Türkiye için faturayı kabartabilir" görüşünde."İdlib bir kördüğüm ve suç mahalli idi, Libya’yla birlikte bu kördüğüm ve suç mahalli birçokları için daha geniş bir alana yayılıyor" diyen Has, "Ankara’nın Moskova’yla Libya’da yeni bir ‘Astana süreci’ başlatmaya değil, akl-ı selim hareket etmeye ihtiyacı var" ifadesini kullanıyor.Has'a göre, Ankara’nın Libya politikasına balans ayarı yapmak için İdlib, Rusya’ya ciddi avantaj sağlıyor...Libya’da aktör sayısının çok fazla olduğuna dikkat çeken Has, "Ankara ile Moskova’nın Libya’da ortak bir inisiyatif başlatıp başarıya ulaştırma imkânları mevcut tabloda oldukça zayıf" diyor.
2019’u geride bırakırken Türkiye medyasındaki tablo, daha da karanlık bir boyuta evrildi.El değiştiren büyük medya gruplarının tamamen iktidarın kontrolü altına girmesi ile gazeteci tasfiyelerinin dozunu artırması ve işsiz gazetecilerin korkutucu boyutlara ulaşması 2019’da artarak devam etti.Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar ile AhvalPod Nar programında yılın son medya değerlendirmesi üzerine konuştuk.Yavuz Baydar, “2019 medyanın kanının içildiği, zifiri karanlık bir baskı yılı oldu” ifadesini kullanıyor.Sınır Tanımayan Gazeteciler gibi uluslarası gazeteci örgütlerinin Türkiye’de 2019 itibarıyla 150’nin üzerinde gazetecinin tutuklu olduğuna dair raporlarına dikkat çeken Baydar, yüzlerce gazetecinin de; çoğu asılsız suçlamalarla “firari” etiketlemesiyle sürgün edildiğine vurgu yapıyor. Onlarca yabancı gazetecinin de hedef alınarak sınır dışı edilmesi bu karanlık tablo içinde kayıtlara geçmiş durumda.Baydar ayrıca Türkiye’de 150’ye yakın haber sitesinin erişime engellendiğini ve yüz binlerle ifade edilen internet adreslerinin yasaklandığını belirtiyor. Bu noktada Türkiye’deki yargının da baskı ortamına katkı sağladığını kaydeden Baydar, “2019 bu anlamda da bir faciaydı” diyor. Emir komuta zincirinde işleyen yargı olduğunun altını çizen Baydar, “Bu yargıdan bir umut beslemek abesti. Biraz Anayasa Mahkemesi’nde bir kıpırdanma vardı ancak Ahmet Altan kararında gördük ki, yüksek mahkeme kararları tanımayan orta ve alt mahkemelerin varlığı bu kıpırdanmayı engelliyor” görüşünü dile getiriyor.Erişim engeli getirilmeyen/yasaklanmayan, sayıları çok az olan bazı muhalif basına da Basın İlan Kurumu eliyle cezalandırma yoluna gidildiğine işaret eden Baydar, uzun süredir dile getirdiği Basın Kartı uygulamasında gelinen noktanın da yeni bir karar alma yoluna gidilmesi için bir kapı araladığını kaydediyor.Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın verdiği rakamlara göre, Kasım 2019 itibarıyla "milli güvenliğe tehdit oluşturan yapılarla aidiyeti, irtibatı veya iltisakı olduğu" iddiasıyla 685 gazetecinin basın kartının iptal edilmesi bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Baydar, daha önce de dile getirdiği üzere gazetecilerin devlet basın kartı uygulamasını reddedip Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın oluşturacağı bir basın kartı düzenine geçmesinin olmazsa olmaz olduğunu söylüyor.Son olarak Türkiye medyasında okuyucu kitlesindeki değişime de ayrı bir parantez açan Ahval Genel Yayın Yönetmeni, Bekir Ağırdır’ın genel müdürlüğünü yaptığı KONDA’nın son medya raporundan bazı önemli verileri aktarıyor.Rapora göre Türkiye halkının yüzde 74'ü artık gazete okumuyor. İnternete ve sosyal medya araçlarına güven artıyor.Baydar, bu rakamların, Türkiye’de yazılı basının bittiği anlamına geldiğini ifade ediyor ve ekliyor:“Burada meslektaşlarımızın mevcut durumu göz önünde bulundurarak devletin prangası altında kalmaktan ziyade alternatif yol arayışlarını hedef olarak belirlemeleri gerekir. İnternet gazeteciliği, artık halkın haber alma konusunda yöneldiği en önemli mecra hâline geliyor.”KONDA raporundaki Türkiye'nin yüzde 20’ye yakının haberleri TV'den takip etmediği verisinin manidar olduğunu söyleyen Baydar, bu verilere biraz kuşkuyla da baksa önemli bir kırılmanın işareti olduğunu belirtiyor ve şöyle devam ediyor:“Dijital medyaya kayma varsa yepyeni bir durumla karşı karşıyayız demektir. Şehirleşmenin artmasıyla internete evrilme olabilir ancak yine de AKP-MHP iktidarını ayakta tutan önemli bir kesim, taşrada yaşıyor ve o seçmen tabanının internetle olan ilişkisi hâlâ çok zayıf. Dolayısıyla sözü edilen şey, kutuplaşmanın bir parçası gibi gözüküyor. Erdoğan-Bahçeli iktidarının değişmesini isteyen kesim, giderek daha fazla internet haber sitelerine yöneliyor gibi bir durum söz konusu.”
Google ile Türkiye'de Rekabet Kurumu'nun arasındaki aylar süren anlaşmazlık krizle sonuçlandı. Google, aldığı karar uyarınca iş ortaklarına Türkiye'de yeni çıkacak Android cihaz modellerini onaylamayı durduklarını bildirdiklerini açıkladı. Şirket, bunun da yeni cihaz modellerinin Google servisleri ile pazara sunulamayacağı anlamına geldiğini duyurdu.Rekabet Kurulu, Aralık 2019'da Google'a "rekabete aykırı davrandığı" gerekçesiyle 93 milyon TL ceza kesilmesine karar vermişti.Google ise Rekabet Kurumu ile üç yılı aşkın bir süredir konuyla ilgili birlikte çalışmalar yürüttüğünü ancak kasım ayında Kurum'un yapılan değişiklikleri uygun bulmadığını açıkladı.Eğer taraflar arasında bir anlaşma sağlanamazsa Türkiye'de yeni Android cihaz modelleri Google servisleri ile pazara sunulamayacak.Google'ın açıklamasına göre, farklı bir düzenlemeye gidilmemesi halinde bundan böyle Türkiye'de satılacak olan Android işletim sistemine ait olan telefonlarda Google Search, Google Play, YouTube ve Gmail gibi Google'a ait servislerin uygulamaları önceden yüklü bir şekilde yer alamayacak.Teknoloji devinin Türkiye'de yaşadığı anlaşmazlığı Erkan Saka ile AhvalPod Teknofilia'da konuştuk.Saka ile ayrıca 34 yaşında Finlandiya Başbakanı seçilerek dünyanın en genç başbakanı unvanını elde eden Sanna Marin üzerinden benzer yönde bir konuyu ele alan Borgen dizisini masaya yatırdık.Erkan Saka, bir açık kaynak hizmeti sunan Android'in Google tarafından tekelleştirilmesine yıllardır karşı çıktığını belirtirken Türkiye'de yaşanan krizin ardından siyasi bazı nedenler de olabileceğine dikkat çekiyor. Anlaşma olmaması durumunda Android kullanıcıları için bundan sonraki sürecin biraz daha zahmetli olacağını kaydeden Saka, APK aracılığı ile uygulamaların indirilebileceğini ancak burada da "bilinmeyen kaynak" sorunu nedeni ile güncelleme gibi bazı problemlerin öne çıkabileceğine işaret ediyor.Saka'ya Android kullanıcıları için felaket senaryosu ise, zayıf bir ihtimal de olsa Google'ın servis desteğini tümüyle Türkiye'den çekmesi...
“Kürtlerin birlik ve çözüm arayışı” konulu podcast dizisinin bugünkü konuğu Salih Müslim. PYD Sözcüsü Müslim, Türkiye ile dolaylı yollardan da bile bir görüşmenin olmadığını belirtti. Türkiye’nin 9 Ekim’de Rojava’ya yönelik başlattığı askeri harekât sonrası, Rusya garantörlüğünde Şam rejimi ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında yapılan askeri anlaşmayı hatırlatan Salih Müslim, “Rusya garantörlüğünde siyasi süreç başlayabilir. Suriye’de Kürt meselesi bir demokrasi meselesidir. Demokratik özerklik olursa Küt sorunu çözülmüş olacak. Ayrı bir devlet hedefimiz yok. Eğer Suriye demokratikleşirse, Kürt sorunu da çözülmüş olur. Bizim önerilerimiz Suriye’nin ilacıdır” dedi. PYD Sözcüsü’ne göre bölgesel devletler, sadece bir parçada tüm Kürtlerin kökünü kazımak istemiyorlar. Müslim “Kürtleri her yerde yok etmek istiyorlar. Kendi varlığını Kürt toplumunu yok etmede buluyorlar” diyor.
Akdeniz Diyalogları Toplantıları‘nın beşincisi her yıl olduğu gibi İtalya’nın başkenti Roma’da düzenlendi. İtalya Dışişleri Bakanlığı‘nın düzenlediği zirveye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, İtalya Dışişleri Bakanı Luigi Di Maio başta olmak üzere Hindistan, Lübnan, Ürdün, Filistin, Cezayir, İsrail, Katar, Mısır, Libya dışişleri bakanları da katıldı.40’ın üzerinde oturumun yapıldığı zirveye 55 ülke resmi katılım gösterirken 80’i aşkın düşünce kuruluşu, enstitü ve medya kuruluşları da hazır bulundu. Ahval’in de katılımcı olarak yer aldığı üç gün süren zirvenin ana gündeminde Libya’da dozunu günden güne artıran kriz ve Cezayir’den Lübnan’ına kadar Güney Akdeniz ülkelerinde yaşanan protesto dalgaları vardı.Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar ile AhvalPod Nar’da toplantıda neler konuşulduğunu ve hangi başlıkların öne çıktığını konuştuk.Baydar, toplantıda çok heyecan verici ya da çığır açıcı açıklamalara tanık olunmadığını belirtirken Libya’daki krizde Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelme ihtimalinin yüksek olduğuna dair mesajlar verildiğini kaydediyor. Ahval Genel Yayın Yönetmeni, Türkiye’den Mevlüt Çavuşoğlu’nun agresif bir konuşma yaptığını söylüyor. “Muhtemelen Saray’dan gelen talimatla toplantıyı bir meydan okuma gösterisine dönüştüren Çavuşoğlu’nun konuşmasının katılımcıları irkittiğini gözlemledim” diyen Baydar, “Bir diyalog kurulacaksa Kıbrıs Cumhuriyeti hariç diğer aktörlerle kurarız, söylemi meşru bir AB üyesi olan Kıbrıs’ın bu şekilde sunulması izleyicileri irkitti. Ancak bunun bir karşılık bulduğu söylenemez” ifadesini kullanıyor.Akdeniz’deki nüfuzunu artıran Rusya’nın Libya politikasına ilişkin görüşlerine dikkat çeken Baydar, Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un ilk defa İngilizce yerine Rusça olarak konuşmasını yaptığını kaydediyor ve ekliyor:“Lavrov’un verdiği mesajlarda kararlılık vurgusu öne çıktı. Ülkesinin hiçbir şekilde gerek Suriye gerekse silahlanma konusunda ABD ile rekabet konusunda geri atmak bir yana dursun misliyle karşılık verileceğini ifade etti. Suriye ile ilgili Kürt meselesinin aslında bölgesel bir mesele olarak tehdit edici bir boyutta olduğunu ve dikkat edilmesi gerektiğini diplomatik bir dille anlattı. Türkiye vurgusu da yapan Lavrov’un Libya konusundaki görüşleri dikkat çekti. Gelinen noktanın bir facia olduğunu belirten Lavrov, buna sessiz ve pasif kalamayacaklarını vurguladı. Bu, Rusya’nın aktif bir aktör olarak Libya sahnesine adımını attığının göstergesi. Henüz taze olan bu gelişmenin bize şu ana kadar sunduğu fotoğrafta Rusya’nın Libya’nın doğusunda Hafter güçlerinin yanında yer alacağını anlıyoruz. Bu dengeleri değiştirecek bir gelişme. Libya’daki durum çok daha karışacak ve eğer bu harekette kesin Moskova kararlılığı varsa Libya’da Türkiye ile Rusya karşı karşıya gelecek.” Tunus Dişişleri Bakanı Sabri Bachtobji’ni Libya’daki ikiye yarılmanın ve giderek artan askeri tehdidin artmakta olduğuna dair uyarısına da ayrı bir parantez açan Yavuz Baydar, Cezayir Dışişleri Bakanı Sabri Boukadoum’un eleştirel sorular karşısında biraz defansif bir pozisyona büründüğünü ve biraz gerildiğinin altını çizdi.
Political scientist Umut Özkırımlı, the author of several books including “Theories of Nationalism: A Critical Introduction”, discusses nationalism in Turkey in the wake of its military offensive in Syria.Özkırımlı, a visiting professor at Institut Barcelona d’Estudis Internacionals and Blanquerna - Universitat Ramon Llull, and a visiting researcher at Barcelona Center for International Studies, says in times of peace Turkey witnesses competing ideas of nationalism, but such differences dissolve when Turkey, ruled by a leader who plays the nationalism card skilfully, faces a crisis like the recent one in Syria.
Ahval ekonomi yazarları Güldem Atabay ve Eser Karakaş, ekonomi gündemini analiz ediyor. Ekonomistlere göre, üçüncü çeyrek itibarıyla zor büyüme dönemi başladı..."Gerçek ekonomik kriz işte bu" diyen Eser Karakaş, "Yüzde beş büyüme ya bütçe açığını daha da artıracak gelecek, ya borç sorununa kaynak yaratarak çözümle ya da mevcut şekilde devam edersek gelemeyecek" görüşünü dile getiriyor ve ekliyor:"Oynaklık ne kadar yüksekse uzun vadede büyüme ortalaması o kadar düşük olur. Türkiye yapısal reformları yapmayarak oynaklığı yükseltiyor. OECD Türkiye raporunda kriz ortamları yapısal dönüşümler için en uygun zamandır diye vurgu aslında Türkiye için reform konusunda bir önemli davet."
Türkiye'nin Rusya'dan aldığı S-400 hava savunma sistemlerini pazartesi günü test etmeye başlamasının ardından, Washington'la gerilim tırmanırken Rusya kanadından farklı açıklamalar geliyor.Öte yandan Suriye’de Kürtler ile Ruslar arasında bazı anlaşmazlıklar olduğuna dair karşılıklı mesajlar basına yansıyor. Kürtler, ateşkese rağmen Türkiye ve destekledikleri cihatçıların saldırılara devam ettiğini, ancak Rusya’nın bu durum karşısında sessiz kalmasının şüphe uyandırdığını söylüyor. Moskova ise Kürtlerin Soçi mutabakatındaki coşkusunu kaybettiğini, yeniden ABD’nin hamiliğine güvenmeye başladığı görüşünü savunuyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, “Kürtlere, kendi sözlerinde durmalarını ve konjonktür açısından şüpheli eylemlerde bulunmamalarını tavsiye ediyorum” açıklaması yaparak SDG’ye uyarı mesajı yolladı.AhvalPod’da Moskova’dan programında Rusya uzmanı Dr. Kerim Has ile S-400 krizindeki son gelişmeleri ve Suriye’de Kürt-Rus ilişkilerinin seyrini konuştuk.Kerim Has, Türkiye’nin S-400’leri test ettiğine dair henüz Moskova’dan resmi bir doğrulama gelmediğine dikkat çekiyor. Has, ABD’nin yaptırım kartını göstermeye devam ederken S-400’te dananın kuyruğunun 2020 bahar aylarında kopacağını belirtiyor ve ekliyor:“Görünen o ki, S-400’ler pakette kalmayacak gibi gözüküyor.”Kerim Has, Suriye’de Rusya ve Kürtler arasındaki sıcak gelişmelere ilişkin olarak ise, ABD'nin petrol planı ile işlerin değiştiğini kaydediyor.Ancak uzun vadede Rusya'nın Kürtlere dar çapta bir özerklik verme planı olduğunu söyleyen Has, "Önümüzdeki dönemde çatışmalar şiddetlenmezse belki Irak Kürdistanı'nın 91 sonrası konumu gibi bir Kürt siyasi entitetesi söz konusu olabilir. Rusya'da bu aralar Suriye'de 17 bölgenin oluşturulması konuşuluyor. Kürtlere de birkaç özerk bölge verilmesi tartışılıyor" ifadesini kullanıyor.
OECD’nin taze taze matbaadan çıkan Kasım Global Görünüm Raporu Komünist Manifestoyu andırıyor vallahi. Çok karamsar bir tablo çiziliyor. Dünya ekonomisi 2019-2021 yılları arasında çok yavaş seyredecek. Çin iyice yavaşlıyor. Ticaret Savaşları başta jeopolitik anlaşmazlıklar dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getiriyor. Hızla değişen iklim büyük zararlara neden olacak. Şirketler ve bireyler teknolojik transformasyona ayak uyduramıyor. “Eğer tedbir alınmazsa, dünyayı on yıllar sürecek acı dönem bekliyor” diyor Dünya Bankası.
Türkiye medyası, son birkaç gündür Saray’a gizlice gidip Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşme yaptığı öne sürülen CHP’li iddiasını ana merkeze aldı.Sözcü Başyazarı Rahmi Turan’ın ortaya attığı bu iddia, kamuoyunda tartışma yaratıp Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanlığımı ortaya koyuyorum” çıkışı ile ismin açıklanması noktasına geldi.Turan’ın söz konusu CHP’linin Muharrem İnce olduğu iddiasını öne sürerken önce “Gazeteci kaynağını açıklamaz” diyerek reddettiği kaynağının Talat Atilla olduğunu söyledi. Ancak Atilla da bir başka kaynaktan bunu Turan’a aktardığını iddia etti.Ortada gazetecilik etiği açısından böylesine ciddi bir söylentinin ele alınışı ve doğrulatma kanallarının sağlam bir şekilde çalıştırılmaması meselesi var.Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar ile AhvalPod Nar’da Türkiye gündemine oturan bu iddianın gazeteciliğe bakan yönlerini konuştuk.Baydar, “Türkiye’de ‘gazetecilik’ diye adlandırdığımız mesleğin rezaletler silsilesine yeni birtanesinin eklenmesini yaşıyoruz” diyor.Bu yaşanan olayların on yıllardır yaşandığına dikkat çeken Baydar, Türkiye medyasının, “dikenli” olarak görülen hakiki gündem maddeleri yerine bu iddianın üzerine fazlasıyla atladığını kaydediyor ve ekliyor:“Suriye’de yaşanan son savaşta sivillerin öldürülmesi, insan hakları ihlalleri gibi gerçek gündem maddelerine girmek yerine bu tarz olayların üzerine atlıyorlar ve sanki Türkiye’nin en önemli gündem maddesi hâline getiriyorlar.”Baydar, “Saray’a giden CHP’li” iddiasının elbette es geçilmeyeceğinin de altını çiziyor. “Söz konusu iddianın öznesi hâline gelen yaşlı basın mensuplarının gazeteciliği sorgulanır durumda” diyen Baydar, “Burada evrensel gazetecilik yapılıp yapılmadığı meselesi sorunlu durumda” ifadesini kullanıyor.Baydar’a göre ortada “bir berber bir berbere…” olayı var.“O gazetecinin kaynağı da kördüğüm gibi bir silsile hâlinde giden bir durum” diyen Baydar, evrensel gazetecilik kurallarına göre burada izlenmesi gereken gazetecilik pozisyonunu şöyle açıklıyor:“Farklı kaynaklara doğrulatma esas olandır. Mesela iddia konusu olan kişi Muharrem İnce ise telefon edilir, not bırakılır. O da ya yalanlar ya da doğrular. Ona göre bir yol izlenir. Yapılması gereken bu. Ama bu yapılmamış. Ortaya bir nevi saatli bomba bırakılıp kenara çekilme olayı var. Ondan sonra da işler karışıyor. İşler karışınca da Rahmi Turan, kaynağını da açıklamak zorunda kalıyor. Ancak açıkladığı kaynak da kaynak (Talat Atilla) değil. O da bir başka yerden bu dedikoduyu doğrulatmadan aktarmış. Ortada bir rezillik var ve kamuoyu meşgul ediliyor. Arka planında tek bir doğru olabilir. Hakikaten ortaya kötü niyetli bir dedikodu ortaya bırakılmış olabilir. Mesele CHP’nin tepe noktasını karıştırmak olabilir.”Baydar, bu gelişmelerin haber öznesi hâline gelmiş olan gazetecilerin de aslında gerçek anlamda meslek insanları olmadığı görüşünü dile getiriyor ve ekliyor:“Yıllarını böyle geçirmişler. Bu tür kirli alışkanlıklar edinmişler ve bu tür kirli alışkanlıklarını bir kez daha su yüzüne vurmuş hâli ile seyretmekle meşgulüz bugünlerde.” Yaşanan hadisede aslında bu iddianın Rahmi Turan’la birlikte başta Uğur Dündar olmak üzere farklı gazetecilere de iletildiği anlaşıldı.Dündar, "Bana bu haber geldiğinde aklıma gelen ilk şey Uğur Dündar CHP'yi kurultaya doğru yönlendiriyor diye ortaya iddialar atılabileceği oldu. İftiralarla karşı karşıya gelmek istemedim. Üstelik belgesi olmayan bir haber” diyerek topa girmediği açıklamasını yaptı.Yavuz Baydar, Dündar’ın tezinde tezatlık olduğunu söylüyor…“Uğur Dündar’ın belgeyle kastettiği eğer bir kâğıt parçası veya gösterilebilecek elle tutulur bir şeyse böyle bir hadisenin belgesi falan olmaz” diyen Baydar, şunları kaydediyor:“Bu bir ziyarettin ve bu ziyaretin belgesi, olsa olsa birtakım kamera kayıtları veya giriş çıkış plaka isimleri ve sayıları olabilir. Bunlar daha sonra da bir kaynak tarafından gazeteciye iletilir. Ama böyle bir şey olması mümkün değil. Olması da çok çok zayıf ihtimal. Hakikaten çok ciddi bir kutuplaşma var. Saray içinden gerçeklerin ortaya çıkması için ortaya çıkabilecek bir kişinin olamayacağını biliyoruz. Kasıt buysa boş bir söylemdir bu.”Baydar, eğer Ahval’e böyle bir belgenin gelmiş olması durumunda ise nasıl bir yol izleyeceklerini şöyle açıklıyor:“Biz derdik ki; ilginç bir konu, ilginç bir tüyo… Bunu bazı farklı kaynaklara sormamız; başta söz konusu olan kişi olmak üzere sorulup ikiden ya da üçten fazla kaynaktan doğrulatılırsa bu kendiliğinden bir haber değeri kazanmış olur. Bir kamu yararı adına habercilik gerekçesi ortaya çıkmış olur. Ancak burada bunlar yok ve herkes karnından konuşuyor.”
Irak’ta gösterilerde 150 kişi öldü, 15 bin kişi yaralandı. İran’da ölü sayısı bilinmiyor, ama en az bin kişi tutuklandı.Gösterilerin ortak yönü geçim sıkıntısı ama siyasi boyutları da var. Bu iki komşunun kaderi Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor.Siyasi olarak zayıflayan bir İran Suriye’de bize daha az sorun çıkartır. Ama siyasi karmaşa petrol fiyatlarında kaos yaratabilir.Peki, ya ekonomik ilişkiler?Hepsinin cevabı bu podcastte...
Erkan Saka ile Teknofilia'da 'vatandaş gazeteciliği'ni ve son dönemde habercilikte ciddi bir mesele hâline gelen fact-check (veri doğrulama) konusunu konuştuk.Saka, bu habercilik tarzının Türkiye’deki gazeteciler arasında neden böyle büyük bir öfkeye neden olduğu sorusunu cevaplarken örneklerle analiz ediyor."Geçtiğimiz haftalar içinde profesyonel gazetecilerin bulunduğu iki ayrı ortamda vatandaş gazeteciliği (citizen journalism) konusu, gazeteciler tarafından durup dururken dile getirildi" diyen Saka, "Kelimenin tam anlamıyla bir öfke kusması yaşandı. Türkiye’de gazeteciliğin hâli üzerine sunulan birçok haklı argümandan sonra konu bir şekilde vatandaş gazeteciliğine geliyor ve zaten haklı olarak öfkeli olan gazeteci arkadaşlarımız büsbütün bir öfke nöbetine giriyor. Nedense aklıma straw man fallacy geldi ama tam olarak da bunu kullanmak doğru olabilir mi, emin değilim. “Korkuluk safsatası” olarak çevrilebilecek (eminim daha iyi çevirisi de vardır) bu kavramla kastedilen şey, aslında varolmayan ya da pek de etkisi olmayan bir unsur hedefe alınarak karşı tarafın argümanlarını zayıflatmaktır. Aktroller neredeyse hiç etkisi olmayan bazı Twitter hesaplarının içeriğini kullanarak muhaliflerin ne kadar kötü olduğunu ispat etmeye çalışırken bu yönteme sık sık başvuruyorlar. Tabii ki tersi de oluyor ama muhaliflerin genelde buna başvurmasına gerek kalmıyor. Zaten eleştirilecek yeterince malzeme olduğu için…" ifadesini kullanıyor.Erkan Saka ile fact-check meselesini konuşurken Suriye'deki son askeri harekât sırasında Türkiye medyası ve Batı medyasının nasıl sınav verdiğini ele aldık.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump ile gerçekleştirdiği zirve sonrası Rusya’dan alınan hava savunma sistemi S-400 krizinin hâlâ aşılamamış olması öne çıktı.Beyaz Saray'dan zirve sonrası gelen “Diğer cephelerde ilerleme sağlamak için, Türkiye'nin Rus S-400 hava savunma sistemini satın almasını içeren sorunları çözmemiz çok hayati" açıklaması da bunun güçlü kanıtı olarak duruyor.Rusya uzmanı Dr. Kerim Has, AhvalPod’da Moskova’dan programında Trump-Erdoğan zirvesinin olası sonuçlarını ve Rusya’ya bakan yönünü konuştuk.Has, “Askeri ihtiyaçlar dolayısıyla değil, tamamen siyasi nedenlerle alınan S-400’lerin rafa kaldırılması zannımca oldukça zor” diyor.Ancak Kerim Has, ABD’den gelen baskı ile S-400 krizinin önümüzdeki dönemde tırmanacağını söylüyor ve ekliyor:“Belki S-400’le kalmayacak, su-35 alımı da gündeme gelir. 2020 mart ayından itibaren Erdoğan böyle bir adım atabilir. Bu iş biraz Batı cenahından bakıldığında çığrından çıkabilir.”Has’a göre bu ziyaret, Erdoğan’ın şahsi bir ziyareti…“Mevcut şartlarda bir Türkiye Cumhurbaşkanının ziyaret yapmasını gerektirecek bir durum yoktu” diyen Has, “Yaptırımlar, mal varlığı araştırılması talebi ve Ermeni Soykırımı tasarısının ABD Temsilciler Meclisi’nden geçmesi, Trump’ın ‘Aptal olma’ ve Halkbank dosyası olsun bu ziyareti Erdoğan bizzat yapmak istedi. Mal varlığı konusundaki tehdit önemliydi. Trump’ın yardımcısı (Mike Pence) havadayken Amerikan Kongresi yaptırım tasarısını kabul etmişti ve bu bir sopa olarak kullanıldı ve bunun neticesinde ateşkes imzalandı” ifadesini kullanıyor.Has, sopa politikasının ABD tarafından işe yaradığının görüldüğüne dikkat çekiyor. Rusya uzmanına göre Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bu ziyaretin en büyük artısı, bütün başlıklarda zaman kazanması. ABD tarafında ise Trump biraz rahatlamış gözüküyor. Beş senatörün toplantıya katılması ile Senato’nun gazı alınmış izlenimi var. Ancak krize neden olan başlıca sorunların çözüme kavuşmadığı gerçeği ortada…S-400 meselesinde ABD tarafından CAATSA yaptırımlarının hayata geçirilip geçirilmeyeceğinin birkaç 2020 mart ayından sonra belli olacağını belirten Has, “Askeri ihtiyaçlardan değil de siyasi nedenlerle alındığı için Ankara’nın önceden Kremlin’e ödediği bir çeşit rüşvet olarak değerlendiriyorum. Bunun için de 15 Temmuz ve yolsuzluklar gibi konular da dahil” görüşünü dile getiriyor.“Türkiye’nin Rusya’nın bir uydusu olma yoluna doğru evriliyor süreç” diyen Has, sözlerine şöyle devam ediyor:“Türk-Rus ilişkileri de çok riskli bir düzlemde ilerliyor. Ruslar açısından da bakıldığında onların dış politikada yoğurt yiyişi risk alarak bu işe girmeleri yolunda. Ruslar, bütün yumurtalarını Erdoğan sepetine koymuş durumdalar. Türkiye’de herhangi bir iktidar değişikliği onlar açısından da öngörülemez bir tablo ortaya koyacak. Barış Pınarı harekatı 1 oldu ama 2 olacak mı olmayacak mı göreceğiz. Hâlihazırda Suriye ordusu Türkiye sınırına konuşlanmış durumda. Ruslar, Türk ordusu barajın kapaklarını tekrar açacaklar mı bunu göreceğiz. Bu da biraz Rusların risk alması ile bir durum…”Kerim Has ayrıca Rus medyasında Rusya’nın Suriye’de Hmeymim ve Tartus üsleri sonrası şimdi de Kamışlı'da 3. askeri üssü olabileceğinin konuşulduğunu dikkat çekiyor.“Kamışlı hava üssüne S-400 konuşlandırırsa Rusya’nın Suriye, Türkiye ve Irak hava sahasında kazanabileceği avantaj vurgulanmış” diyen Has, “Umarım Ankara, Rusya’dan aldığı S-400’lerini yine Rusya’ya karşı kullanabileceğini düşünerek almamıştır. Rusya ileride Kamışlı’ya S-400 de konuşlandırır mı bilemem ama bu ihtimalin de konuşuluyor olduğunu hatırlamakta yarar var. Kamışlı, Kürtlerin yaşadığı bir yer. Rusya’nın da Kürtlere kültürel özerklik verme planını da göz önünde bulundurmak lazım. Bir sene sonra buranın Rusya’nın hava üssüne dönüşme ihtimali güçlü duruyor.Kerim Has’a, Brooking Institution’da Türkiye Çalışmaları Direktörü ve ayrıca Washington’daki National Defense University’de ulusal güvenlik stratejileri profesörü olan Ömer Taşpınar’ın, "Benim duyduğuma göre Putin, istese Erdoğan'ı zor durumda bırakacak birçok dosyaya sahip. Yolsuzluklardan tutun da 15 Temmuz'un gerçek yüzüne gidebilecek kadar kirli dosyalar var elinde” sözlerini de sorduk.Has, “Bu durum Moskova’da konuşuluyor, sır değil” diyor ve şöyle devam ediyor:“Ama bunun delillendirilmesi ister istemez ortaya çıkacak. İlk Reza Zarrab olayı 2011 kasım veya aralıkta zannediyorum. Zarrab’ın 15 adamınının 150 milyon dolar keş taşırken Ruslar tarafından yakalandıkları ve Rusların bunu Türkiye tarafına bildirilmesi ile savcıların bunu araştırmaya başladığını biliyoruz. Dolayısıyla Rusların 17-25 Aralık meselesine Türkiye’den daha hâkim olduğuna şüphe yok. Rusya’nın da elinde Zarrab veya ekibinin gerçekleştirdiği veya onunla ilişkili kişilerin gerçekleştirdiği para trafiğine ilişkin ciddi bir yekünün olduğunu ben duymuştum.15 Temmuz’a geldiğimizde ise o mesele daha tartışılan bir mesele. Rusya da bu da herkesin bildiği mesele. Günler öncesinden 15 Temmuz’un günü ve saatine kadar bu durumu Türk tarafına en üst düzeyde ilettiği ama bu konuda Türkiye tarafının bir önlem almadığı biliniyor. Dolayısıyla önlem alınmamışsa acaba işin içinde onlar da mı var sorusunu gündeme getiriyor.S-400’lerin neden 15 Temmuz’dan sonra gündeme geldiğini ve uçak düşürülmesi konusunda darbe girişiminden iki hafta önce özür dilenmesini anlayabilirsiniz. Muhtemelen Erdoğan uçak krizi nedeniyle özür dilemeseydi 15 Temmuz ya olmazdı ya da ötelenirdi. S-400’ler meselesi aynı zamanda ileride ortaya çıkabilecek bir Maduro senaryosunun diyeti de denebilir. Bu 15 Temmuz diyeti her geçen gün daha da artacak. Erdoğan’ın içeride yaşadığı siyasi kriz ve ekonomik kriz derinleşiyor. Toplumsal çöküş ve adalet duygusunun da sıfırının altına düşmesi ile bir iktidar sürdürülmesi var. Ama bunun da bir patlamaya yol açabilme ihtimali var.Gerek 15 Temmuz olsun gerek iktidarın yaşadığı kriz olsun Rusya’ya bağımlılığı daha da artıracağını ve bunun riskli bir süreç olduğunu söylemem lazım. Türkiye medcezir bir dış politika izlemek zorunda. Şahsi kanaatim, IŞİD dosyaları olsun, mal varlığı olsun bunlar hep bu büyük devletlerin kullanarak, sıkıştırarak bir politika izlemesine yol açıyor.”
Gidişat'ta bu hafta Ergun Babahan ve Gökhan Bacık, Türkiye'de rejimin nereye doğru gittiğini analiz ediyor.İşte başlıklar:AKP’nin amacı kültürü merkeze getirmek, medenileşmek değil...Otoriterleşmek ahlaki bir zaaftır. Otoriter rejim kalitesiz insanları öne çıkarır. Çünkü kaliteli bir hâkim vicdanına göre karar verir.Karizmatik liderler dönemindeyiz… Toplumun her kesimi kendi liderini seçmiş durumda.Ancak karizmatik liderler bir yerde durmazsa toplumu felakete sürükler çünkü toplumun kurumlarını emerler, yok ederler.Son iki yılda Kemalizm yeniden mistik bir ruh haline dönüşüyor. Ekrem İmamoğlu da seküler mahalleyi toparlamak için popülizme başvuruyor, bu da işe yarıyor.
Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar, Editör Masası'nda bu hafta Ahval Türkçe Editörü Ergun Babahan ve Ahval İngilizce Editörü İlhan Tanır ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyareti ve Ahmet Altan hakkında verilen yeniden tutuklama kararını değerlendirdi. "Türkiye'de bitmez tükenmez bir cadı avcılığını Altan'ın tutuklanması ile gördük" diyen Baydar, "Otoriterlik vasıflı kişilerle var olamıyor, kişiliksiz kişilerle olabiliyor" ifadesini kullanıyor.Genel görüş, Türkiye'de kabaran cadı avının CHP'li Canan Kaftancıoğlu'yu da önüne katacağı yolunda...Erdoğan'ın ABD ziyaretinin olası sonuçları hakkında ise "Trump’ın gücü tek başına Erdoğan’ı korumaya yetmeyebilir" görüşünü dile getiren Baydar, Babahan ve Tanır, Erdogan Beyaz Ev'de görüşmeye başlarken Kongre'de de azil süreci toplantısı yapılacağına dikkat çekiyor.
Fehim Taştekin ile bu hafta Erdoğan’ın Washington ziyareti ve muhtemel sonuçlarını konuştuk. Türkiye’nin Suriye’deki muhtemel oyun planlarını, Kürtlerin seçeneklerini değerlendirdik. İşte o sohbet:Erdoğan’ın rezalet bir mektup, ağır koşullar ve oluşan kötü atmosfere rağmen Washington’a gitmesi kendisi açısından durumun çok ciddiyet arz ettiğini gösteriyor. ABD ile ilişkilerde kurumsal yapılar açısından tam bir çöküş yaşanırken Erdoğan hala Trump’a güvenerek ve diplomasi dışı kanallar kullanarak top çevirmeye çalışıyor.En büyük beklentisi kendi malvarlığını da gözetim altına alan yaptırımların önlenmesi. Ancak Temsilciler Meclisi’nden geçen tasarıların Senato tarafında rafta tutulmasının koşulları var. Trump bu konuda güvence olamayacağını öncesinden Erdoğan’a iletti. Her şeyden önce S-400 sisteminin çalıştırılmaması, bunun Amerikalılarca denetlenmesi ve Ruslardan savunma alanında yeni bir şeyin alınmaması isteniyor. Yine Senato’da duran yaptırım tasarısının oylamaya sunulmasını öteleyen şart da Türkiye’nin Kürtlere karşı harekatı genişletmemesi. Yani ateşkese uyulması. Erdoğan iki konuda da ABD’nin istediği ölçüde geri adım atmıyor. Suriye’de ateşkese uyulmadığı gibi Erdoğan ABD ve Rusya’nın sözlerini tutmadığını belirtip harekatı genişletme konusundaki ısrarını sürdürüyor.S-400’te geri adım atmaya yanaşmadığı gibi bunu yapması halinde bu sefer Ruslarla işler karışacak. Erdoğan bir elini Putin’i diğer elini Trump’a kaptırmış durumda. Her iki tarafla top çevirebilmek için kapitülasyon benzeri paslar-tavizler vermesi lazım. Durum Trump’a bel bağlayarak idare edilecek gibi değil. ABD’nin 700 askerle bölgede kalması pazarlık masasını etkiledi Trump, Kongre ve kamuoyundan gelen sert eleştirileri geçiştirmek için Suriye’den çekilme stratejisini yine değiştirdi. 700 kadar askerin Deyr el Zor-Haseke-Kamışlı hattında bırakılması sahada yeni bir dengenin oluşmasına yol açtı. Öncesinde Kürtler Ruslar aracılığıyla Şam’la müzakereyi çıkış yolu olarak öne almışken ABD ile ortak çalışmaya tekrar dönülmesiyle ellerinin o kadar da zayıf olmadığını hissettiren mesajlar vermeye başladı. Buna karşın Şam’ın dili de biraz sertleşti. Bu duruma bağlı olarak Rusya da ABD’nin bağımsız Kürdistan kurma hedefi güttüğüne dair suçlamaları yeniden dillendirir oldu. Barış Pınarı ile denge bozulduğunda Rusya’nın oyun planı doğrultusunda Suriye ordusu kolayca sınır hatlarına döndü. Ancak bu dönüş, Suriye yönetimine, Kürtlere bir şey vermeden özerkliğin askeri ve sivil kurumlarını bertaraf edebilme imkânı ya da şansı sunmuyor. Kürtleri Şam’a itecek ve ABD’den uzaklaştıracak yeni bir denge için başka şeyler deneyebilirler. Türkiye’nin harekâtı genişletme tehdidi bu anlamda Rusya için de işlevsel. Tabii eğer Erdoğan Kongre’deki yaptırım tasarısını öldürmekle ilgileniyorsa Suriye’de de kendini tutmak durumunda kalacaktır. Bu sefer Rusya durumu değiştirecek bir denge yaratamazsa Kürtleri Şam lehine kazanacak gerçekçi bir yaklaşım sergilemek durumunda kalabilir.İran karşıtlığında buluşsalar da Amerikan kilidi kolayca açılmazErdoğan yaptırımları bertaraf etmek için İran’ı dengeleme konusunda Trump’ın istediği çizgiye gitme esnekliğini gösterebilir. Birkaç yıl öncesine kadar özellikle Irak sahnesinde görüldüğü üzere Amerikan kilidini açmak için yeniden İran karşıtlığına dayalı bir oyunun tutacağını zannetmiyorum. Son yıllarda Türkiye’nin İran’ı bölgede bloke edecek kanalları ya tıkandı ya da işlevselliğini yitirdi. Türkiye’ni Rus savunma konseptine kayması, Kongre acısından çok daha ciddi bir sorun ve bunu İran kartıyla kolayca aşamazlar.
Sevan Nişanyan, Samos Sürgünü'nde bu hafta "Türkiye'de Amerika karşıtlığı neden bu kadar güçlü?" sorusunu irdeliyor."Türkiye dünyada İngilizce bilme oranı en düşük olan ülkelerden biri. Bu bilinçli bir politikadır" diyen Nişanyan, "Eğer devletin dış politika tercihleri onu gerektirirse Amerikan düşmanlığı yerini Amerikan dostluğuna bırakır" ifadesini kullanıyor.Nişanyan'a göre, "Emperyalizm karşıtlığının bu derece destek bulmasının temelinde gavur düşmanlığı yatıyor."
Doğan Grubu tarafından 2018 yılı içerisinde Demirören Grubu'na devredilen, Türkiye'nin en yüksek tiraja sahip üçüncü gazetesi Hürriyet'te işten çıkarmalar devam ederken son tasfiye hamlesi 43 gazetecinin işinden olmasına neden oldu.İşten çıkarmaların yüz yüze aktarılmaması, çalışanlara mektup yoluyla tebligat yapılması veya çalışanların e-posta ile bilgisayar hesaplarına girememeleriyle işten çıkarıldıklarını anlamaları tartışma yarattı ve tepki topladı. Gazetenin yazarlarından Gülse Birsel ve Ayşe Arman da tepki olarak istifalarını sundu.Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar ile Hürriyet’teki tasfiyeyi ve Faruk Bildirici’nin RTÜK üyeliğinden düşürülmesini konuştuk..Ahvalpod’da Nar programında değerlendirmelerde bulunan Baydar, “43 meslektaşımızın işlerinden atılması çok üzücü ancak bu sürece nasıl gelindiği konusunda öz eleştiri yapmamız gerekiyor” diyor.“Bu sanki yeni oluyormuş gibi bazı meslektaşlarımız tarafından lanse edilmesi rahatsızlık verici” diyen Baydar, şunları kaydediyor:“Bu aşağı yukarı 10 yıldır sürmekte olan bir sürecin yeni bir safhası. Medyanın bitirilişi Gezi olayları ile hız kazanmıştı. İktidar için önemli olan muktedir için medyayı tamamen pravdaya bağlamak, editoryal kontrolü ele geçirmek ve bir propaganda merkezine çevirmek. Artık medya bitirilmiştir. Bu süreçte Erdoğan’a en çok yardımcı olanlar da bizzat gazeteciler oldu. Şimdi üzülenlerin bir kısmı timsah gözyaşı döküyor.” Baydar, Doğan Grubu’nda da daha önceki işten çıkarmalarda bazılarının hiçbir tepki göstermediğine dikkat çekiyor:“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşar anlayışı bu. Ben şahsen işten çıkarılan kim olursa olsun bizzat arayarak bir geçmiş olsun mesajı ilettim. İşten atılan arkadaşlarıma, ‘Türkiye Gazeteciler Sendikası gibi kuruluşlardan aradılar mı yardımcı olmak adına’ diye sorduğumda hemen hepsinden ‘Hayır’ cevabını aldım.”“Bu, beklenen bir şeydi, bundan sonrası artık yeniden oturup düşünme meselesi” diyen Baydar, “Medya göz göre göre bitirilmiştir. Dost acı söyler…” ifadesini kullanıyor.Baydar, “Bir medya grubunu böyle bir aileye (Demirören) teslim etmek o medya grubunun boynuna urgan geçirmektir” derken “Demirören Ailesi’nin eline teslime etmek kurda kuzuyu teslim etmekle eş değer” vurgusunu yapıyor.Aydın Doğan ve ailesinin de keyfi bir şekilde hoşlarına gitmeyen gazetecileri işten çıkardığını hatırlatan Yavuz Baydar, “Yolsuzluk haberleri sırasında da bazı isimler kendilerini kapıda buldu” ifadesini kullanıyor ve şöyle devam ediyor:“Hürriyet gazetesi, Hrant Dink’in suikastına giden süreçte yaptığı yayınlarla taşları döşeyen bir gazeteydi. Hâlâ logosunda ‘Türkiye Türklerindir’ yazan, Ahmet Kaya olayındaki gibi doğrudan insanları hedef gösteren bir gazetedir.”Baydar, RTÜK üyesi Faruk Bildirici’nin görevden alınmasının kendisini de şaşırttığını belirtiyor. “Bu kadar ileri gidilebileceğini beklemiyordum, doğrusu beni de aştı bu olay” diyen Baydar, “Maalesef gözlemciler, büyük resmi görmekte biraz geride kalıyorlar. Büyük bir sistemik çürüme olduğunun farkında değiliz. Medyanın bitirilmesi, sarı basın kartı uygulamaları ve akreditasyon sansürlerinin hepsi sistem çürümesinin parçaları. Bildirici, RTÜK’te doğrucu Davutluk yapmış ve buradan bir sonuç elde etmeyi amaçlamış. Ancak artık o sistemi kuranlar, kural ve etik tanımıyorlar. Ortalığı keyfi uygulamalar sarmış durumda ve adeta çapulcu davranışı söz konusu… Bundan sonra benzer adımları beklemek lazım. Bu kadarı da olmaz denemez” görüşünü dile getiriyor.
Türkiye, aylardır planladığı Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik “Barış Pınarı Harekâtı” adını verdiği saldırıyı başlattı.Yüzde 90’ı iktidarın kontrolü altına girmiş Türkiye medyası ise bir kez daha “bağımsızlık” sınavında kalmaya devam ediyor ve devletin sesi gibi yayınları ile tek taraflı içerikler sunuyorlar.Kendini merkez medya ya da muhalif basın olarak tanımlayan gazete ve televizyonlar da otosansür uygulayarak savaşın tüm taraflarını yansıtmaktan geri duruyor.Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar ile AhvalPod Nar’da savaş zamanlarında gazetecilik ve Türkiye medyasının hâlihazırdaki durumunu konuştuk.Baydar, ortada bir savaş olduğunu ve Türkiye’nin başka bir ülkenin topraklarına tartışmalı bir uluslararası gerekçe ile girdiğine vurgu yapıyor ve ekliyor:“Bir anlamda dünyanın önemli bir kesiminin “istila hareketi” olarak tanımlamasına yol açtı.”Türkiye medyasında uzun yıllardır savaş ve barış gazeteciliği tanımlarının doğru tanımlanmadığına dikkat çeken Baydar, ortaya konan gazeteciliğin hangi noktalarda doğru, hangi noktalarda aktivizme kaydığını dünyadan örnekleriyle anlatıyor:“Burada ordu birliklerinin yanında gidip eleştirel pozisyonunu bozmadan bilgi toplayarak halkı bilgilendiren muhabirlerin yaptığı iş de gazetecilik mesleği açısından doğrudur. Karşısında yerel halkla temas kurup onların seslerini duyuran gazetecilerin yaptığı da doğrudur ama bizde bu maalesef yamuk bir şekilde teorik olarak tartışılmıştır.”Baydar, Türkiye’de medyanın Saray’ın boyunduruğu altına girdiğini ve büyük ölçüde savaş çığırtkanlığına soyunduğunu kaydediyor. Türkiye’de milliyetçiliğin gazeteciliği zehirlediğini ancak bugün gelinen noktada 1974’ten beri görülmemiş dozda olduğunu ifade eden Baydar, “Savaş-barış gazeteciliği meselesini teoride değil de pratikte yeniden değerlendirmek gerek” diye konuşuyor.Öte yandan Baydar, Demirören Grubu’na geçtikten sonra yandaş bir yayın çizgisine bürünen CNN Türk’ün Suriye savaşındaki “rezil yayıncılığını” da değerlendirdi.CNN Türk, İngiltere'de İşçi Partisi üyesi siyah parlamenter David Lammy'nin saldırıya tepki gösteren paylaşımı için “Kara propagandaya alet oluyor” şeklindeki haberi tepki çekti.İngiliz vekilin fotoğrafını da karartarak kullanan CNN Türk’e “Rezil bir ırkçılık bu” tepkisi yöneltildi.Baydar, CNN Türk’e yerleştirilen kadronun artık tamamen yukarıdan gelen emirle yayıncılık yaptığının altını çiziyor ve şöyle devam ediyor:“Bunların gazetecilikle ilgisi olmadığı gibi mesleğimizin onurunu ve şerefini karalayan bir grup bunlar. Sadece CNN Türk’te değil, o yüzde 93 içerisindeki medya gruplarında da yuvalanmış gruplar. İktidara hizmet eden misyoner bunlar.”Amerikan Foxnews’in “CNN International’ın yayın çizgisiyle bağdaşmıyor” eleştirisini hatırlatan Baydar, işin perde arkasında ekonomik sebepler olduğunu ancak CNN Türk’ün bu şekilde devam etmesi durumunda CNN International’ın devreye girmesi kaçınılmaz hâle gelebileceğini belirtiyor.İşin diğer tarafında bazı gazetecilerin bölgede kendilerini “canlı kalkan” olarak ilan ettiklerini ifade eden Baydar, “Burada aktivizm devreye giriyor. Hem canlı kalkan hem gazeteci olunmaz. Irak’taki savaşta da bazı Kürt meslektaşlarımız buna soyunmuştu” diyor ve bunun da bir nevi propagandizme girdiğini vurguluyor.
Kişi hak ve özgürlükleri ayrı bir kavram, çoğunluğun idaresi ayrı bir kavram. Bu ikisini ayırmak lazım.Seçim yoluyla gelmek seçim yoluyla gitmeyi garantilemiyor. Gerçek hayatta işler böyle olmuyor.Seçimin sonucu seçim sandığında belirlenmez, seçim sandığından önce belirlenir. Seçim pusulasına hangi seçeneklerin çıkacağını belirleyen süreç seçimin sonucunu da belirler.
Editör Masası'nda Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar ve Ahval İngilizce Editörü İlhan Tanır, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusunda Kürtlerini hedef alan saldırısı üzerinden son gelişmeleri analiz etti.ABD Kongresi'nde Erdoğan hükümeti için hazırlanan üç farklı ambargo paketine dikkat çeken Baydar ve Tanır, "2013 Gezi döneminden beri aleyhe dönen havanın son ve en büyük dönemecini yaşıyor olabiliriz. Senato ambargo paketi daha keskinleşebilir, spesifik Türk bankaları hedeflenebilir. Trump, son tepkiler karşısında Erdoğan'ı artık koruyamayabilir" yorumunu yapıyor.
ABD Başkanı Donald Trump, ABD askerlerinin Suriye'nin kuzeyinden çekileceğini açıkladı ve Türkiye, ABD askerinin çekileceği bölgede operasyon startını vermek üzere.Washington Post ve Foreign Policy’nin geçtiği haberlere göre 24 saatten daha kısa bir süre içerisinde operasyonun başlatılmasına kesin gözüyle bakılıyor.Ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri, bölgeden çekilmeyeceklerini ve saldırı karşısında savaş vereceklerini ilan etti. Hem SDG tarafından hem de Esad rejiminden Türkiye’ye karşı işbirliği mesajları geliyor.Rusya’nın ise Kürtleri korumak için Türkiye ile Kürtler konusunda Suriye ile arabuluculuk etme sözü verdiği belirtiliyor.Rusya uzmanı Dr. Kerim Has ile Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yapacağı operasyonun olası sonuçlarını ve Rusya’ya bakan yönünü AhvalPod’da konuştuk.Kerim Has, “İktidar beka kaygısı ile muhalefet de bir sefalet içinde ülkeyi yıkıma sürüklüyor” derken Türkiye’nin yakında “toprak bütünlüğü” sorunu yaşayabileceğine dikkat çekiyor.“Bunda iktidar kadar muhalefet de suçludur” diyen Has, “Suriye’deki Kürt meselesinin bölgeyi aşıp Türkiye’yi de içine alıp kaosa sürükleme riski var” görüşünü dile getiriyor ve ekliyor:“Bölgedeki IŞİD terörü sorumluluğu da Türkiye’ye veriliyor. Diğer yandan ABD yaptırımları ile mevcut ekonomik krizin derinleşmesi riski var. Öte yandan 15 Temmuz sonrası altüst olmuş Türk ordusunun içinde bulunduğu hazin durum var. Bütün bunlar birbirlerini tetikleyecek durumlar.”Kerim Has’a göre, söz konusu operasyon, Türkiye’nin güvenliğini koruma amacı gütmüyor:“Tamamen iktidarın beka kaygısı ile böyle bir operasyon gerçekleştirmeyi amaçladığı aşikâr. Öncelikli olarak Tel Abyad ve Rasulayn’ın hedefte olduğu söyleniyor. Orada zaten Arap nüfusu söz konusu. Bu da hayli tuhaf.”Has, günün sonunda bu operasyonun Tel Abyad ve Rasulayn ile sınırlı kalmayacağını kaydediyor. Türkiye’nin “bu bataklıkta daha fazla ilerleyeceğini” düşünüyor:“Türkiye bu bataklıkta ilerledikçe karşısında başta ABD ve Rusya olmak üzere diğer küresel güçleri bulacaktır. Bu da ister istemez riskler yönetilemez hâle geldiği takdirde ilk konuşulacak mesele toprak bütünlüğü olacaktır. Kürtlerle duygusal kopuş da operasyon ilerledikçe farklı boyutlara evrilecektir. Kürtler, uluslararası toplumdan düne göre çok daha büyük destek alacaktır. Türkiye, Kürt sorununu ihraç edip uluslararasılaştırıyor.”Kerim Has, Rusya’nın Türkiye operasyonuna ilişkin olarak tam bir yeşil ışık yakmasa da kendi çıkarlarını gözettiğini ifade ediyor.Moskova’nın bölgede ABD varlığının sona ermesi, YPG kontrolündeki yerlerin de Esad rejiminin kontrolüne girmesini amaçladığını belirten Has, “Ama bu hedef, çok gerçekçi değil” notunu düşüyor ve şöyle devam ediyor:“Rusya, biraz Afrin’dekine benzer şekilde bu operasyonu isteksizce kabul etmek durumunda kalıyor. Bir yandan da Rusya tarafı, Türkiye’nin bu bekâ kaygısını araçsallaştırmaya çalışıyor. Bir anlamda da Türkiye ile ABD arasında ilerleyen süreçte krizin derinleşmesi durumunda bundan istifade edecektir. Kremlin, bu operasyona göz yumarak kısa vadede bazı avantajlar elde edecektir. S-400’lerden sonra önemli bir durum söz konusu. Ankara ile Washington arasındaki kriz derinleşirse de Türkiye’nin Rusya’ya askeri teknik bağlamda bağımlılığının artacağı hesapları yapılıyor.”Dr. Has, ABD’li Senatör Linsey Graham’ın, “Türkiye Suriye’ye girerse yaptırım kararı çıkarıp NATO üyeliğinin askıya alınması çağrısı yapacağız” açıklamasına atıf yaparak, “Bunlar Rusya’nın birinci açıdan kazanç sağlayacağı durumlar olacaktır” yorumunu yapıyor.Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna yapacağı harekâtın, Kürtlerin Şam’la yeni bir anlaşmaya itebileceğinin altını çizen Has, Böyle bir olasılıkta Rusya, “Kürtler ile Şam arasında istese de istemese de arabulucu rolünü oynamak zorunda kalacaktır” ifadesini kullanıyor.Has ayrıca Türkiye’nin operasyonu ile İdlib’in Şam’ın kontrolüne geçmesi planının da daha kolaylaşacağını söylüyor.Türkiye’nin ilerleyen süreçte neler yapacağına dair belirsizliğe vurgu yapan Has, Washington Post’un deneyimli Orta Doğu muhabiri David Ignatius’un, Türkiye'nin operasyonunun Rusya destekli güçlerle koordine bir şekilde yürütüleceği iddiasını gerçekçi bulmadığını belirtiyor. Rusların 5 km’lik bir operasyon sınırı çizdiğine işaret eden Has, “Türkiye, bununla sınırlı kalmayacak gözüküyor. Bu da Rusya’nın risk aldığını gösteriyor” diyor.Has, Ignatus’un, “Rus destekli güçler Kürt bölgesini güneyden ele geçirmek için harekete geçiyor” iddiasına ilişkin olarak, “Bölgede ABD varlığı olduğu sürece böyle bir ihtimal olası değil” görüşünü dile getiriyor.ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un, Suriye’nin kuzeyindeki hava sahasını “de facto” şekilde Türkiye’ye kapattığını açıklamasını da değerlendiren Has, “ABD’nin tam anlamıyla hava sahasını kapatacağını düşünmüyorum. Eğer ABD bu operasyona tarafsız kalacaksa Türk uçakları bölgeye girdiğinde düşürecek değildir” ifadesini kullanıyor. Has’a göre ABD, gidişata göre pozisyon alacak...
Ankara, salı günü önemli bir zirveye ev sahipliği yaptı.Cumhurbaşkanı Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in katılımıyla Suriye gündemiyle üçlü zirve gerçekleşti.Astana formatının devamı olarak görülen beşinci buluşmada, Erdoğan’ın köşeye sıkıştığı yorumları ağırlık kazanmış durumda.Ankara’daki üçlü zirve sonrası Erdoğan’ın pozisyonu, parlamentodaki çoğunluğunu yitiren ve üç oylamayı da kaybeden İngiltere Başbakanı Boris Johnson için Guardian’ın attığı “Cornered Johnson” (Köşeye sıkışmış Johnson) manşetini akıllara getirdi.Erdoğan’ın Suriye politikasında tümüyle yalnız kaldığı bir tabloda gercekleşen zirve, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair de ipuçları verdi.AhvalPod’da Moskova’dan programında Rusya uzmanı Dr. Kerim Has ile zirveden öne çıkan başlıkları ve Suriye’de bundan sonrası için olası gelişmeleri konuştuk.Zira, Putin, "İdlib'de Suriye ordusunu destekleyeceğiz" derken, Ruhani'den de tam destek aldı.Has, zirvedeki en net sonucun Suriye Anayasa Komisyonu konusunda varılan mutabakat olduğunu söylüyor. Ancak burada da 150 üyelik komisyonda işin zor kısmının bittiğini ama bu süreçte Ankara’ya da baskının artırılacağını düşündüğünü belirten Kerim Has, İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin yaptığı kısa değerlendirmede, Türkiye’nin sorumluluklarını yerine getirmediğini söylediğine dikkat çekiyor.Ruhani’nin önceki zirvelere göre çok daha sert ifadeler kullandığını kaydeden Has, İran Cumhurbaşkanı’nın, “Dokuz seneden beri Suriye halkı teröristlerden eziyet çekmektedir, baskı görmektedir. Biliyoruz ki bu teröristler kim tarafından destekleniyor. Bazılarının peşinde olduğu yönetimi değiştirme yaklaşımlarının bu süreçte elde edilen tecrübeler ışığında artık geçerliliğini yitirdiğine inanıyoruz" sözlerinin manidar olduğunu vurguluyor:“Ruhani belki daha çok ABD’yi kastetti ama üzerine mesaj alması gereken herkese de gönderme yaptı.”“Türkiye, İdlib konusunda köşeye sıkıştırılmış bir pozisyonda bırakılmış gözüküyor” diyen Has, “Ankara’ya, ‘İdlib’de yolun sonunun görüldüğü ve kendisine bir çıkış bulması gerektiği’ mesajı verildi” görüşünü dile getiriyor.Has, Türkiye’nin her geçen gün daha da köşeye sıkışmış bir pozisyona gireceğini öngörüyor ve ekliyor:“Türk askeri Rus askerinin gözetimi altına girmişti. Bu son madde ile ileride olası zayiatın önlenmesi amaçlanmış. Zaman içerisinde Türk asker noktaları peyder pey Suriye rejim güçleri tarafından kuşatılacak. Bunlardan dolayı da her seferinde Erdoğan belki de Rusya’ya gitmek zorunda kalacak. İdlib meselesinden anladığımız, Erdoğan’ın Moskova ziyaretlerini sıklaştıracağı yolunda.”Ruhani’nin ilk defa bu kadar netlikte Adana mutabakatına atıf yapmasının da önemli olduğunu söyleyen Has, “Putin daha önce bunu gündeme getirmişti bildiğiniz üzere. Burada İran desteğini de almış olması önemli. Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda ABD ile iş tutması hem Moskova’da hem de Tahran’da rahatsızlık oluşturmuş gözüküyor. Putin, Ankara’ya bir anlamda Şam’la temas kurup Adana mutabakatını harekete geçirin mesajı vermiş oldu” diyor.Kerim Has, buradan çıkışın makul ve en kestirme yolunun bir an önce Şam’la doğrudan diyaloğu başlatmak olacağını düşünüyor. “Suriye’de Esad rejimine askeri lojistik verilmesi gerekecek” diyen Has, “Bu, Esad’a yönelik herhangi bir pozitif duygular beslediğim için değil… Ama neticede devletler çıkarlarına bakıyor. Ankara’nın çıkarlarını kişisel öfkelerinin önüne koyması gerekiyor. Burada, İdlib’deki radikal grupların silah bırakmaya zorlanması gerekiyor ve lojistik desteğin kesilmesi şart. Belki silah bırakma sonrası daha sofistike bir af çıkarma olabilir. Bunun da şartı bir an önce bu grupların silah bırakılmaya Türkiye’nin zorlayıcı bir rol oynaması gerekir” ifadesini kullanıyor.Tarafların Suriye’deki soruna bakış açısında ayrılıklarının devam ettiğini belirten Has, sözlerini şöyle sürdürüyor:“Erdoğan, yanında Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak yer alırken Putin’in yanında ise savunma bakanı, dışişleri bakanı ve Suriye konusuna hâkim olan yardımcısı yer aldı. Türkiye TOKİ derken Rusya tarafı ‘İdlib’i halletmemiz lazım, Şam’la diyalog şart’ diyor.”Son olarak Esad’la uzlaşı ihtimaline ilişkin Suriye hükümetinin Birleşmiş Milletler’e yolladığı mektubu değerlendiren Has, YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri için (SDG) “bölücü terör örgütü” ifadesini kullanılmasının önemli olduğunu ifade ediyor ve ekliyor:“Bir anlamda Esad yönetimi, Ankara’ya bu konuda işbirliğine açığız mesajı vermiş oluyor. Ama Esad yönetimi ile Ankara anlaşsa dahi YPG’nin bölgeden çıkarılması o kadar kolay değil. ABD desteği oldukça YPG varlığı devam edecektir. Bu başlı başına bölgedeki Kürt sorununu da çözmeyecektir. Bunlar, insani hukuk standartlarının hayata geçirilmesiyle olabilecek şeyler.”
Ankara’da gerçekleştirilen Türkiye-Rusya-İran zirvesi liderlerin kahkahalı basın toplantısıyla noktalandı ama gelişmeler pek Türkiye’nin yüzünü güldürecek şekilde olmadı. Her şeyden önce Rusya Devlet Başkanı Putin, Fırat’ın doğusunda kurulacak bir güvenli bölge fikrine desteğinden geri adım attı ve Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliği fikrini ortaya attı. İran Devlet Başkanı Ruhani, açıklamaların aksine Erdoğan’ın hala Esad’ı devirme peşinde olduğunu ima etti. Her şeyden önemlisi Rusya, İdlib’in terör yuvası olmasına izin vermeyeceklerini ve Suriye Ordusu’nun teröristlerle mücadelesini destekleyeceklerini vurguladı. Fehim Taştekin ile bu hafta üçlü zirve, İdlib’teki gelişmeler ve Suudi Arabistan’a yönelik saldırıları ele aldık… İşte Taştekin’in değerlendirmeleri:“Ankara’daki üçlü zirve, Rusya’nın Suriye’de öngördüğü temel stratejide bir değişiklik yaratacak sonuç doğurmadı. Erdoğan, Fırat’ın doğusundaki yapıyı çökertmeye dönük planlarına Rusya ve İran’ı da ortak etmek için Fırat’ın batısındaki askeri varlığını ve İdlib’de uhdesine aldığı örgütleri bir kart olarak kullanmaya çalışıyor. Elbette İran ve Rusya’nın Kürtlere yaklaşımı Türkiye ile aynı değil. Erdoğan, İdlib’e karşılık bu iki ülkenin de Kürtlere karşı çökertici bir yaklaşım içine girmesini umuyor. İran ve Rusya ise Adana Mutabakatı çerçevesinde oluşturulacak bir güvenli bölgeyi seçenek olarak öne çıkarmaya başladı. Bu şekilde Türkiye’nin kontrol ettiği alanların daraltılması ve Ankara ile Şam’ın el sıkışması da hedefleniyor. Erdoğan’ın İdlib’de inat etmesinin bir diğer nedeni Şam’a ulaşma takıntısıyla ilgili: Eğer Anayasa Yazım Komitesi oluşturulur da siyasi çözüm olursa Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı ile kalkan olduğu İslamcı güçler Şam’da siyasetin ortağı olur, böylece Türkiye’ye nüfuz alanı açılır, diye bir beklenti var. Son zamanlarda Saray’dan gelen açıklamalarda İdlib meselesinin Anayasa Yazım Komitesi ile ilişkilendirilmesi dikkat çekici. Ama komite kurulsa da istedikleri gibi bir sonuç üretmeyecek. Şam’da kimse İdlib’deki bu örgütleri beklemiyor. Zaten bu örgütler siyasi çözüme yanaşan örgütler de değil. İdlib bir sürü nedenden dolayı ağır çekime alınmış bir final sahnesidir. Türkiye kaçınılmaz sonla yüzleşecek.İran’la savaş, bunu en çok isteyenlerin de kaçındığı bir seçenek...Suudi Arabistan’ın petrol tesislerinin vurulması saldırı ister İran’dan ister Yemen’den gelmiş olsun fark etmez İran’a karşı bir savaş başlatılırsa faturanın boyutunu ve cephe hatlarının nerelere ulaşacağını göstermesi açısından önemlidir. Bu mesajın bütün başkentlerde alındığını zannediyoruz. Trump savaş istemiyor, istediği maksimum baskı ile muhataplarını dize getirmek. Tabii şu anda İran yaptı dese de Suudilerin kimi suçlayacağı önemli. Daha önce BAE tankerlere saldırı olayında İran’ı suçlamaktan kaçındı. Eğer İran’ı suçlarlarsa durum değişir. Kendileri karşılığını veremeyecekleri için doğrudan suçlamaktan kaçınabilirler. Suudi Arabistan ve bölgedeki müttefiklerinin istediği İran’la kendilerinin savaşması değil. Suudiler de İsrail de ABD’nin İran’la savaşmasını istiyor. Trump ise eğer müttefikleri ABD’nin İran’a karşı savaşmasını istiyorsa bunun için trilyonlarla ifade edilen meblağlarla ödeme yapmaları gerektiğini açıkça söylüyor. İran da ister doğrudan kendisi ister vekil güçler aracılığı ile olsun fark etmez Suudilere savaş çıkarsa bedelini sen ödersin mesajı veriyor. Dünya ABD’nin 2001’deki gibi koalisyon kurabileceği yerde değil.”
18 Eylül Çarşamba akşamı ABD Merkez Bankası Fed’in 25 baz puan faiz indirmesi bekleniyor. Fakat yatırımcıların Fed’den daha uzun süreli faiz indirimleri yönünde beklentileri var. Fed’in bunları tatmin etmesi zor. Fed’in kararı ve ekinde gelecek açıklamanın dünyada dengeleri nasıl değiştireceğini anlatttım.Fed’in faiz indirimi ABD ekonomisine yarar sağlar mı?Dünya ekonomisini resesyonun eşiğinden çeker alır mı?Bizim de içinde bulunduğumuz Gelişmekte Olan Ülkeleri nasıl etkiler?Euro/dolar Fed kararından nasıl etkilenir?TL ve kredi faizleri Fed kararına nasıl tepki verir?
Erdoğan’ın belediye başkanlarını Saray’a davet etmesi siyaseten sıkışmışlığının göstergesi. Meşrutiyet oluşturmak zorunda…Gökhan Bacık ile AKP-MHP İttifakı’nın Kürt meselesinde geldiği noktayı, Kürtlere karşı kullandığı dilin açabileceği sorunları ve Suriye’de oynayabileceği rolün sınırlarını konuştuk. Ayrıca Ali Babacan’ın kuracağı partinin AKP’ye nasıl zorlayabileceğini, anketlerin neler anlattığını ve Erdoğan’ın başkanları neden Saray’a davet etmek zorunda kaldığını ele aldık… İşte başlıklar:Anketlerdeki düşüş, ekonominin tablosu, Erdoğan’ın istediği rejimi kuramamış olması bu daveti zorunlu kıldıDevletin Kürtlere önerdiği tek çözüm yolu, asimile olun… Parlamentoda olmayın, Erdoğan’a karşı güç oluşturmayın, belediye kazanmayın…Kürtler bugün Türkiye’deki siyasi dengeleri değiştirecek bir güç oldularO zaman kimse Kürtlerle biraraya gelmesin, Kürtler şeytanlaştırılsın diye bir siyaset uygulanıyor, böyle bir dil kullanıyor. Devletin kullandığı bu dil sokakta, kahvede katlanarak büyüyor…Kürtlere siyasi yeteneklerini kullandırmama yolunda bir siyaset izleniyor, bu uzun vadede çok sıkıntı yaratacak bir yolBugün Türkiye’nin Kürt meselesi az gelişmişlik meselesi değil. Önce demokrasi meselesi oldu, bugün artık kimlik meselesi haline geldi…Artık demokrasiyi verseniz de kimlik aşamasına ulaştı Kürt meselesi…Türkiye’nin gücü Suriye’de tek yanlı ajanda dayatmaya yetecek boyutta değil…Rusya’nın Suriye’ye bu kadar müdahil olmasının nedeni, İslamcı radikalizm endişesindendi ve Türkiye’nin bu grupların arkasında olduğunu biliyorduAvrupa’nın hangi ülkesine giderseniz gidin, Türkiye radikalizmle eşleştirmiş durumdadır. Doğru veya gerçek, algı bu…
RTÜK'ün internet üzerinden yapılan yayınları denetlemesine imkân tanıyan yönetmelik, artık devrede.Bir anlamda “sansür yasası” olarak da yorumlanan yönetmelik, ikisi geçici toplam 26 maddeden oluşurken merkezi yurt dışında olup Türkiye’ye yönelik yayın yapanlar da denetime tabi tutulacak.Başta Netflix, BluTV, PuhuTV gibi internetten yayın yapan platformların da yönetmelik kapsamına girdiği düzenleme sonrası internet yayıncılarını neler beklediği merak konusu.Erkan Saka ile Teknofilia’da bu hafta RTÜK’le gelen sansür yönetmeliğini konuştuk.“Her ülke bir tür regilasyon getirmeye çalışıyor. O yüzden Türkiye’nin bu yaptığı despotik gelmiyor” diyen Saka “Buradaki sorun, RTÜK’ün sicili pek temiz değil ve hükümetin yaklaşımı da ortada. Vergilendirmeden ziyade burada asıl amacın sansüre gidecek yolun açılması olduğunu söyleyebiliriz” görüşünü dile getiriyor.Artık televizyonlar için geçerli olan uyarıcı sembolleri internette de göreceğiz. Buna göre, alkol ve sigara sahneleri yayın ihlaline girebilecek.Erkan Saka, “Bir sigara fetişi var. Sigarayı engelledikleri kadar şiddeti engellemiyorlar. Türk dizilerindeki şiddet sahnelerine herhangi bir düzenleme yokken başka bir sürü şeyi sansüre uğratıyorlar. Aynı şey internet yayınlarına da gelecek gibi gözüküyor” ifadesini kullanıyor.Yönetmelik sonrası çokça tartışılan bir konu da “ahlaki” ölçütlerin ihlali kapsamına girecek yayınlara getirilecek sansür…Netflix’in, bu alanlarda nasıl bir yayın yapacağı ya da ne kadar sansür ortaya koyacağı soru işareti. Saka’ya göre, belki de bu dizileri Türkiye piyasasına hiç sokmayacak…Böyle bir durumda çok sayıda izleyicinin aboneliği bırakabileceğine dikkat çeken Saka, konuyu internet haber sitelerine getiriyor:“Benim anladığım izlenme trafik oranı gibi şeyler ortaya girecek. Demoklasin kılıcı gibi olacak. Bir YouTube kanalınızdaki içerikle gündem olduğunuzda bu sansür devreye girecek ve bir tehdit aracı olarak duracak.”Saka, hafta içinde Netflix’in Türkiye kamuoyunu meşgul eden Türkiye’den çekilip çekilmeyeceği konusunda farklı bir yaklaşım getiriyor.“Zaten Türkiye’den çekileceği iddiasına inanmamıştım” diyen Saka, “Büyük ticari platformların derdi özgürlük değil çoğu zaman. Bunlar milyonla ifade edilen abonelerini kaybetmek istemiyorlar. Tüm bu mecralar, bulundukları ülkelerle işbirliğine gitmeye çalışıyorlar. İnternet aktivizmi ya da düşünce özgürlüğü bağlamında bakanları çıldırtacak uygulamalar yapıyorlar” yorumunu yapıyor.Yönetmeliğe göre, içerik ve yer sağlayıcısı yurt dışında bulunan internet yayınları da, yeni yönetmeliğe aykırı yayın yapmaları durumunda denetlemeye girecek. Bu kuruluşlar da lisans almak zorunda. Bu yola gitmemeleri durumunda erişim engeli getirilecek.Yönetmeliğe göre, lisans almayan kuruluşlar önce uyarılacak ve üç aylık süre tanınacak. Bu süre bitiminde bir lisans alınmaması durumunda erişim engellemesi getirilecek.Lisans ücretleri ise radyo yayınları için 10 bin, diğer yayınlar için 100 bin TL. Alışveriş siteleri için ise beş katı bir rakam söz konusu.RTÜK eliyle getirilen sansür yasasında dikkat çeken bir diğer madde de şikayet üzerine işlem yapılacak olması.Burada da bir şikâyet üzerine ‘terör’ suçlaması ile yayına yasak da getirilebilecek ya da LGBTİ temalı bazı YouTube içeriklerinin de erişim engeli söz konusu olabilecek.
Suriye’de İdlib'in "kale kapısı" olarak nitelenen Han Şeyhun düştü ve Rusya desteğiyle rejimin kontrolüne geçti.Bölgede tansiyon yükselirken Cumhurbaşkanı Erdoğan, salı günü Moskova’ya giderek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le bir görüşme gerçekleştirecek. Rusya uzmanı Kerim Has’la iki liderin görüşmesi öncesi son durumu, AhvalPod’da Moskova’dan programında son gelişmeleri konuştuk.Kerim Has, Ankara’nın İdlib’de hesap hatası yaptığını söylüyor. Türkiye’nin, S-400’lerin alımı ile İdlib’de ve genel olarak Suriye’de Moskova’nın politikasında kendisine daha fazla anlayış göstereceğini beklediğini söyleyen Has, “Bu hesap tutmadı. Hem reel politik bu yönde değil bölgede hem de Rusya’yı tanımıyorlardı anlaşılan” görüşünü dile getiriyor.Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un, Rus hava güçlerinin destek verdiği Suriye ordusunun Han Şeyhun’u ele geçirmesinin, Türkiye ile yapılmış olan hiçbir anlaşmayı ihlal etmediği yönündeki açıklamasına dikkat çeken Has, Han Şeyhun’un kontrolü rejim güçlerine geçince Suriye’de Morik’teki dokuz nolu Türk gözlem noktasının da rejimin kontrolü altına girmiş olduğunu vurguluyor ve ekliyor:“Bölgeye yani İdlib’e sivilleri rejimin saldırılarından koruma gerekçesiyle giren Türk askeri, rejimin rehinesi durumuna düştü ve itibarını Rus askerinden yardım isteyerek koruma noktasına düştü. Yarınki Erdoğan-Putin görüşmesinden sonra Türkiye’nin, 9’uncu gözlem bölgesinden Rusya’nın eskortluğu ile çıkarıldığını görebiliriz.”Rusya uzmanı Has, Han Şeyhun’da Türk askeri konvoyunun vurulmasına ilişkin de dikkat çeken bir bilgi paylaşımı yapıyor. Kremlin’den birçok uzmanla görüştüğünü belirten Has, Türk konvoyuna nokta atışı yapan uçağın pilotunun sa büyük ihtimalle Rus olduğunu kaydediyor.Putin’in de dört gün kadar Erdoğan’ın telefonlarına çıkmamasının da bilinçli olduğunu ifade eden Has, “Han Şeyhun’un ele geçirilmesine kadar beklendi” diyor.S-400 teslimatının ardından ABD’nin F-35 programını askıya almasıyla gündeme gelen Rus yapımı Su-35’lerin alımına ilişkin bir ön anlaşmanın, Putin-Erdoğan görüşmesinde alınabileceğine işaret ediyor.TSK’de şok etkisi yapan generallerin istifasının da bu gelişmelerle bağlantılı olduğunu söyleyen Rusya uzmanı, “Aceleyle alınmış bir karar. İlerleyen süreçte Ankara’nın bu istifa eden generallere ihtiyacının olacağını düşünüyorum. Zira bu generallerin önemli bölümü, İdlib’de görev yapıyordu” ifadesini kullanıyor.Son olarak Rus medyasında şu sıralar Moskova’nın Suriye’de artık yüzünü Kürtlere dönmesi gerektiğini belirten yazıların çıkıyor olmasına değinen Kerim Has, Rusya Bilimler Akademisi’nin asker kökenli uzmanı Stanislav İvanov’un Kremlin’e yakın Nezavisimaya Gazeta’da yazdığı makalenin Ankara’ya bir mesaj olarak yorumlanabileceğini belirtiyor.35 yıllık askeri deneyime sahip İvanov, yazısında “Suriye, şu an en büyük tehdidi Türkiye ile İran’dan hissediyor ve Rusya’nın bu ülkelerle işbirliği Moskova’yı çıkışı olmayan yola doğru sürüklüyor” ifadesini kullanıyor.İdlib’de yaşananları Ankara açısından bir “rezalet” olarak yorumlayan Has, İvanov’un, Erdoğan’ı bölgede terör gruplarını desteklediği suçlamasının da manidar olduğunun altını çiziyor ve şöyle devam ediyor:“Esad’ın da Kürtlerle anlaşmaya yakın olmadığı biliniyor. Dolayısıyla Esad’ı da bir anlamda ikna edilmeye çalışılacak. Askeri kanattan önemli bir ismin kaleme aldığı bu makalenin, Putin ziyaretinden bir gün öncesinde yayımlanmasının ve bu kadar açık bir şekilde Moskova’nın yüzünü Kürtlere dönmesi yolunda bir tavsiyede bulunması ciddi bir mesaj. Bu yazıların devamının geleceğini düşünüyorum. İdlib’de işler daha da çıkmaza girerse bu konuda Moskova, daha somut adımlar atacaktır.”
Sinematik'te Selim Eyüboğlu, Evrim Kaya ve Ahmet Gürata, Bir Zamanlar Hollywood’da üzerine konuşuyor...- Tarantino’dan Hollywood’a nostaljik bakış...- Bir Zamanlar Hollywood’da neden beklentileri karşılamıyor?- Tarantino cephesinde değişenler ve aynı kalanlar...
Erdoğan hükumeti İstanbul seçimlerinden sonra ekonomiye odaklanacağını söylemişti ama ağustos ortasına geldik, tık yok. Ekonomi turizm ve çifte emekli ikramiyesi sayesinde birazcık canlandı ama geçici.Acilen tedbir alınmaz, büyümeyi destekleyici yargı reformu gibi yasalar TBMM’den geçirilmezse, kışın yine derin bir resesyona gireceğiz.
HDP'li üç belediyeye yapılan kayyım atamaları haftaya damgasını vurdu. Ahval ekonomi yazarı Güldem Atabay ve Eser Karakaş, işin ekonomiye bakan yanlarını analiz ediyor.Eser Karakaş, "Yerli ya da yabancı yatırımcı açısından güveni zedeleyen adımlardan bir tanesi daha" yorumunu yaparken, Atabay ise, "AKP'nin HDP kayyım kararı Kasım-Aralık ayında AKP içinden çıkacak yeni partinin, Babacan ve ekibinin elini kuvvetlendirmiş oldu" görüşünü dile getiriyor.
Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlıklarına kayyım atanması, ülkede gerginliğe yenilerini ekledi. Halk sokaklara döküldü, tepkiler yağmaya devam ediyor. Erdoğan hükümeti ne yapmak istiyor? Sandık sonucunun reddedilmesi anlamına gelen hamle, rejimin geleceği açısında bize ne anlatıyor? Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar ile editörler Ergun Babahan ve İlhan Tanır, son durumu değerlendirdi.
AKP’de Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan-Abdullah Gül cephelerinde hızlanan yeni parti oluşumlarına yönelik olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan dört koldan “yok etme, başlamadan bitirme” hamlesini devreye soktu.Ankara’dan Zülfikar Doğan, siyasi kulislerde “yılanın başını küçükken ezme” hamlesi olarak nitelendirildiğini ifade ettiği bu stratejinin işaretinin Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından bir süre önce AKP içinde “Pelikan Grubu” olarak bilinen Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi’ne (Bosphorus Global) yapılan ziyaretle verildiğini belirtti.Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlıktan adeta “azledilerek” uzaklaştırılmasında etkili olan Pelikan Bildirisi’ni hazırlayan bu gruba yapılan ziyareti, Erdoğan’ın aynı yöntemle Babacan-Gül ve Davutoğlu oluşumlarını bitirmeye girişeceğinin en somut mesajı olduğunu söyleyen Doğan, şunları vurguluyor;“Abdullah Gül ile ilgili olarak savcılığa yapılan 3,5 milyon dolarlık naylon fatura ve FETÖ bağlantısı iddiaları, Ali Babacan hakkında Cumhurbaşkanı Ekonomi Başdanışmanı Yiğit Bulut’un paylaştığı sosyal medya mesajlarında dile getirilen akçalı işlerde usulsüzlük, Bank Asya’yı kurtarma, Ziraat Bankası’na yıkma, İsviçre Bankalarıyla bağlantı vb. iddialar bunun somut göstergeleri. Yiğit Bulut Babacan, Gül ve Davutoğlu hakkında elinde belgeler olduğunu bunları açıklayacağını söyleyerek tehdit ve şantaja başvuruyor. Babacan’ı TV’de düelloya davet ediyor. Her üç ismi de ‘Ülkeye, Millete, Ümmete, Lider’e (Erdoğan) ihanetle, hainlikle suçluyor. Anlıyoruz ki, bu suçlamaların devamı gelecek. Erdoğan ve iktidara yakın isimlerden, iktidar medyasından yoğun bir saldırı başlayacak. Pelikan Grubunun paylaştığı çeşitli adlar altındaki twitter hesaplarından Gül-Babacan’ın yanında yer alan eski AYM Başkanı Haşim Kılıç’a yönelik FETÖ suçlamaları da bu iki oluşumda yer alan ya da alacak herkesin bu saldırılardan payını alacağını ortaya koyuyor. Bir anlamda siyasi kan davası büyüyüp, şiddetleneceği anlaşılıyor. Bu süreç bu isimlerin yolsuzluk, usulsüzlük yanında FETÖ bağlantısı, terör örgütlerine destek boyutuna kadar varabilir, yargı önüne çıkartılmaları bile gündeme gelebilir bu görünüyor.”Merkez Bankası üst yönetiminde banka tarihinin en büyük bürokrat kıyımının tek seferde yapıldığına, tüm genel müdürlerin görevden alınarak Ali Babacan’ın ekonomideki izlerinin, bürokratik kalıntılarının yok edildiğine dikkat çeken Doğan, yasa dışı para hareketlerini, kayıt dışı servetleri soruşturmakla görevli Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) başkanı Osman Dereli’nin de görevden alınmasının siyasi kan davasının devletin, bürokrasinin her alanına yayılacağını gösterdiğini belirtti.Babacan-Gül-Davutoğlu’nun da AKP hükümetlerinde uzun yıllar kritik görevler yaptığını, iktidarın pek çok “sırrına” vakıf olduklarını hatırlatan Zülfikar Doğan “Şimdi Erdoğan cephesinden gelen, belki de bu isimlerin yargı önüne çıkartılmalarına, siyasi ve insani itibarlarının, iş, aile, siyasi yaşamlarının bitirilmesine uzayabilecek bu saldırı hamlelerine nasıl karşılık verileceği önem kazanıyor. Gül-Babacan-Davutoğlu da vakıf oldukları iktidar sırlarını bilgi ve belgeleri açıklayarak kendilerini savunmaya girişirler mi, onu göreceğiz. Ama bir gerçek var o da AKP içindeki bu siyasi kan davası Kurban Bayramı sonrasında şiddet dozu artan bir hale bürünecek. AKP’deki ayrışmalar ve çatlaklar derinleşecek” değerlendirmesini yaptı.Zülfikar Doğan’ın sıcak siyasi analizleri Ahval TV ve AhvalPod'da...
RTÜK eliyle internete sansür yasası tartışılırken Ankara Sulh Ceza Hâkimliği, aralarında Bianet'in de olduğu 136 haber sitesi ve çok sayıda sosyal medya hesabına erişim engelleme kararı verdi. Avukatların yaptığı açıklamaya göre, Jandarma Genel Komutanlığı’nın başvurusu üzerine başkaca hiçbir araştırmaya gerek kalmadan siteler hakkında kapatılma kararı verilmiş. Bu kararı verenler ise gerekçe dahi belirtmiyor.Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna operasyon hazırlığının konuşulduğu bir dönemde medyaya gelen son karartma ve baskı dalgası, gerçeklerin sesinin olabildiğince kısılmaya çalışıldığı yorumlarına yol açıyor.Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar ile Ahval TV’de gazeteciliğe son sansür girişimini ve sarı basın kartındaki usulsüzlükler ve yandaş kayırmacılığın hangi çizgiye geldiğini konuştuk.Yavuz Baydar, özellikle Kürt bölgelerine yönelik haber yapan ve o bölgede iyi networkü olan irili ufaklı haber kuruluşlarına yönelik bir karartma olduğuna dikkat çekiyor. Bianet’in de bu karartmaya dahil edilmesinin ayrı bir öneme sahip olduğunu söyleyen Baydar, artık VPN dışında bu içeriklere ulaşılmasının imkânsız hâle getirildiğine vurgu yapıyor ve ekliyor:“Öyle anlaşılıyor ki, zaten çok cılız olan, özgür ve bağımsız yapı içerisinde yer almaya çalışan haber kaynaklarının kökünün kurutulması operasyonu bu. Önemli bir parçayı koparmış durumdalar bu kararla. Zamanlaması da manidar. Kararın arkasındaki kurum Jandarma da uygulamanın ilginçliğini gözler önüne seriyor. Günlerdir sınır ötesine operasyon hazırlığından bahsediliyor ve eli kulağında gibi gözüküyor. Dolayısıyla bunun ön adımı olarak bağımsız medyayı susturmanın adımı işareti veriyor. Savaş öncesi hazırlığı daha net bir şekilde ifade edecek olursak.”Baydar, başta Bianet olmak üzere medya kurumlarının sansür altında haberlerini yayımlayamama durumunda hiç çekinmeden Ahval’le paylaşmalarını ve olduğu gibi halka ulaştırma çağrısı yapıyor.Medyanın sıcak gündemdeki ikinci konu da turkuvaza dönen basın kartındaki yandaş operasyonu…Sadece 2019’un ilk dört ayında 682 basın kart iptal edildi. Aralık 2018’de yayımlanan yönetmelikte, basın kartının iptal edilmesiyle ilgili bölüme, "Milli güvenlik ve kamu düzenine aykırı davranışlarda bulunması veya bu tür davranışları alışkanlık edinmesi" maddesi eklendi.Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, sistem değişikliğinin ardından 13 ay toplanmayan Basın Kartı Komisyonu’nu yandaş üyelerden oluşturduğu ortaya çıktı. İki üyesi Cumhurbaşkanlığı’ndan oluşan komisyonun, üç üyesi ATV, Star ve Daily Sabah gazetelerinden, iki üyesi ise Anadolu Ajansı ve TRT’den. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve gazeteci cemiyetleri ise yok. Yavuz Baydar, hiçbir demokratik ülkede devlet kontrolünde bir basın kartı dağıtımının olmadığının altını çiziyor. Bu noktadan sonra yapılması gerekenin, Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın bağımsız bir basın kartı uygulaması geliştirmesi gerektiğini belirten Baydar, "Meslektaşlarımız bu düzeni protesto için ellerindeki basın kartını alıp topluca yaklamalıdır" tavsiyesinde bulunuyor.
Ahval Türkçe Editörü Ergun Babahan ve Ahval İngilizce Editörü İlhan Tanır, Türkiye ve ABD arasında bugün varılan güvenli bölge anlaşmasını Ahvalpod dinleyicileri için değerlendirdi.
Dünya ve Türkiye ekonomileri yavaşlarken, yatırımcıların umudu ABD Merkez Bankası Fed ve TCMB’nin faizleri indirerek kötü gidişe dur demesi. Ancak, her iki merkez bankasının da değişik ikilemleri bu misyonu yerine getirmelerine engel teşkil edebilir.ABD’de Fed 31 Temmuz’da 25 puan faiz indirip, beklemeye geçti. Fakat Trump’ın aniden 300 milyar dolar değerinde Çin ithalatına ek gümrük vergisi uygulayacağını beyan etmesi, Fed’i çok zor durumda bıraktı. Fed Eylül’de faiz indirecek mi?Türkiye’de ise Başkan Erdoğan acilen faizlerin (ve enflasyonun) tek haneye düşmesini talep ediyor. Fakat, vatandaşın dövizi tercih etmesi, çeştili kamu zamları ardından enflasyonda yeni sıçramalar ve sonbaharda S-400 gerginliğinin yenide gündeme girmesi TCMB’nin daha fazla faiz indirmesinin önünde engeller. TCMB Eylül’de bir kez dah faiz indirebilecek mi? Fed ve TCMB ahenklerini kaybederse döviz kurunda neler olur?
Samos Sürgünü'nde Sevan Nişanyan farklı konuları ele alıyor. 2010 referandumu sonunda bahsi unutulan önemli reform hangisiydi? Türkiye'de medya sadece yukarıdan güdümlü mü? Şirince'de doğa kıyımı haberleri doğru mu? Türkiye'de doğal dokunun tahribatı halkın neden umrunda değil? RTÜK'ün internet sansürü kalıcı mı, tutar mı? Ve Suriyeliler: Türkiye'dek yabancı düşmanlığının arkasındaki asıl sebepler neler?
RTÜK'e İnterneti sansürleme yetkisi veren 29/A maddesi ile ilgili yönetmelik 1 Ağustos 2019 tarihi itibarıyla yürürlüğe girdi.Yakında başta Netflix platformu olmak üzere yabancı medya kuruluşlarının haber kaynaklarına erişim engeli getirilebileceği konuşuluyor.Alanında uzman bilişimci ve hukukçu çok sayıda isim, iktidarın yeni yasal düzenleme ile muhalif basını tümden kontrolü altına almayı amaçlayabileceği uyarısı yapıyor.Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar, Nar'da son düzenlemenin ardında yatanları ve bundan sonraki süreçte Türkiye’deki internet medyasını bekleyen ihtimalleri analiz ediyor. Baydar, bu uygulamanın temelinde bir polis devleti anlayışının yattığını söylüyor. “Her şeyi kontrol etmek istiyorlar. Yeni bir baskı dalgası gelecek” diyen Baydar, “Gazeteciler olarak sonuna kadar direneceğiz. Bizim mesleğimizin bel kemiği ile oynuyorlar. Buna izin veremeyiz” ifadesini kullanıyor.Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ile yapılan röportaj sonrası Yavuz Oğhan’ın işine son veren Sputnik Türkiye’nin Moskova’daki muhaliflere yönelik 1000 kişiden fazla gözaltının gerçekleştiği polis müdahalesini de görmezden gelmesi mercek altında…Baydar, “Bir yayıncı için olmazsa olmaz olan şey, editoryal bağımsızlığına müdahale edilmemesidir” diyor.Öte yandan Baydar, son dönemde derin bir kriz hâline dönüşen Suriyeliler meselesine ırkçı sayılabilecek bir yaklaşım getiren kimi gazetecilerin tavırlarını irdeliyor.
Tuhafiye'de bu hafta Hale Akay ve Alin Ozinian, "Bu hafta Türkiye 'özenmekten' korktu" diyor.Akif Beki'nin, Netflix'i eşcinsel propaganda yapmakla suçladığı yazısını tiye alan Akay ve Ozinian, “Bir dizi seyrettim hayatım değişti, dememek, kaderin ağına düşmemek için yabancı dizilerden vazgeçip, milli ve yerli dizilere dönüyoruz" ironisi yapıyor...
Baş döndüren bir hızda gelişen teknoloji, her geçen gün kitleleri peşinden sürükleyen yeni uygulamaları da karşımıza çıkarıyor. İlk etapta eğlenceli gözüken bu uygulamaların birçoğunda kişisel verilerin güvenliği en önemli sorun olarak önümüze çıkıyor. Teknofilia’da Erkan Saka ile FaceApp konuşmamızın ardından bu kez “Who is Town” adındaki yeni uygulamayı konuştuk. Instagram’a ilişkilendirdiğinizde gittiğiniz yerlerin haritasını çıkaran ve takip ettiğiniz kişilerin de dünden bugüne nerelere gittiğini gösteren uygulamanın güvenlik sorunlarının yanı sıra Erkan Saka’nın P24’te kaleme aldığı “Kolektif haber projelerinin başarılı olması için öneriler” başlıklı yazısını ele aldık.Erkan Saka, Who is Town konusunda, uygulamanın sinsice bir veri toplama yerine kullanıcıların kendi rızasıyla verisini paylaştığına dikkat çekiyor. “Yeni dönemlerin aslında ilk göstergesi bu uygulama da” diyen Saka, veri ile iligili sorunlar olduğuna dikkat çekerek, Senin verdiğin veri üzerinden başkalarının da verilerine ulaşılıyor olmasının sorunlu olduğuna vurgu yapıyor ve ekliyor:“Bir kullanıcının onayı üzerinden takipçilerinin onayı olmadan onların da içeriğine ulaşılması olayı var. Hesabın korumalı olsa bile takibine izin verdiğin kişinin lokasyonunu da çekebiliyor ve bir kere çektikten sonra da o veri depolanıyor artık. Bu da doğrudan doğruya ihlal gibi.”Çok felaket tellalcılığının da sakıncalı olduğunun altını çizen Saka, “Bu tarz yeni uygulamalar için lokasyon vermekten kaçınmakta fayda var” uyarısı yapıyor.Wired’de uygulamaya ilişkin yayımlanan makaleden atıf yapan Saka, şunları söylüyor:“Mesela sigorta şirketleri ileride bir kişinin ne kadar bara gittiğine ya da ne kadar işine gittiğine bakarak Sen çok içiyorsun, işe düzenli gitmiyorsun gibi frekasyonlara gidilebilir. Gelecekte bu ihtimal var.”Saka, bu endişelerin haklı olduğunu ama işin paranoya seviyesine getirilmeden daha nesnel yaklaşılması gerektiği notunu düşüyor. Teknofilia'nın ikinci bölümünde, aslında internet gazeteciliği yapanları da yakından ilgilendiren bir sorun ve bu sorundan çıkış yolu üzerine önemli bir konu olan kollektif haber projelerine değindik.Zira artık internet haber sitelerinde ürettiğiniz bir içeriğe aldığınız reyting sizi belki kaliteye değil, tıklanma hastalığına itebiliyor. Bu tuzağa düşen gazeteciler için uzun vadede nitelikli içerik üretmek zorlaşabilir.Erkan Saka, Google Analitik gibi veri akışı sağlayan platformlara gönderme yaparak, “Aylık ortalama sayfa trafiği, sitede geçirilen ortalama zaman gibi veriler size en sadık okuyucular hakkında bilgi vermeyecek” diyor.Correctiv’in Alman gayrımenkul piyasasına yönelik kitle kaynak kullanarak yaptığı araştırmaya değinen Emily Goligoski bu örnek üzerinden kolaboratif haber projelerinin nasıl başarılı olabileceğine dair 14 madde sıralamış. Saka da yazısında bu örneklerden yola çıkarak bir özet yapıyor.Okuyucu kitlenizi doğru saptamak adına odak gruplar ya da anketler yapılmasının faydalı olabileceğini söyleyen Saka, “Aboneliğini bitirenlerle vb kesimlerden de alınacak geribildirim ile daha bilgi temelli stratejiler geliştirilebilir” tavsiyesinde bulunuyor.Araştırmadaki önerilerden biri de, hem aylık okuyucu trafiğini baz alarak hem de geri kalan yüzde 90 ya da daha fazla ziyaretçinin arzularına göre site ve uygulamaları tasarlamak yolunda…Aslında daha çok okuyucu geliri ile bir haber üretim merkezi oluşturmaya yönelik tavsiyelerin sıralandığı araştırmada, “Çoğu zaman çok küçük bir sadık okuyucu size en hayatî finansal desteği sağlayacak. Öte yandan da gelirinizi artırmak için henüz ödeme yapmayan, ya da sitede fazla vakit geçirmeyen büyük çoğunluğa nasıl ulaşacağınızı planlayacaksınız. Bu bağlamda ortalama rakamlar işinize yaramayacak” ifadesi yer alıyor.
Rusya uzmanı Dr. Kerim Has bu hafta AhvalPod’daki “Moskova’dan” programında, Ankara’nın Rusya’dan aldığı S-400’lerin ilk parti sevkiyatını masaya yatırıyor. İlk olarak, Rusya’daki havayı değerlendiren Has, Moskova’nın NATO üyesi Türkiye’ye başlattığı canlı yayın S-400 sevkiyatıyla Ortadoğu gibi had safhada silahlanmanın olduğu bir bölgede ciddi bir PR çalışması yaptığına dikkat çekiyor.
TBMM tatile girmeden önce benimsenen Torba Yasa’yla Varlık Barışı uzatıldı, cep telefonu ve yurtdışına çıkış harçlarına da zam geldi.TCMB’nin yedek akçesinden TL40 milyar kadar bir meblağ da Hazine’ye devredilecek. Ne yazık ki bu tedbirler yılın ilk altı ayında TL 50 milyara yaklaşan bütçe açığını yamamaya yetmez.Harcamlarda tasarruf başladı. Sonbaharda ise başta elektrik ve doğal gaz olmak üzere bütçeleri yoracak yeni zamlar gelmek zorunda.
Yeni parti kurma hazırlığında olan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Yavuz Oğhan'ın moderatörlüğündeki programın konuğu olması sonrası yaşananlar Türkiye kamuoyunun gündeminde.Davutoğlu'nu kişisel Youtube kanalında programa çıkaran Oğhan'ın, RS FM ve Sputnik’teki görevlerine son verilirken Sputnik Yayın Yönetmeni Mahir Boztepe, “Davutoğlu gibi bir figürü önemsemiyoruz ve açıklamalarının bizim üzerimizden yayılmasını istemiyoruz. Haber değerinin olduğuna inanmıyoruz” sözleriyle tasfiyeyi savundu.Ancak bu açıklama, kamuoyu nezdinde inandırıcı bulunmazken Sputnik’e yönelik gelen tepkiler de yükseliyor.Türkiye’nin ilk ombudsmanlarından olan Yavuz Baydar, işin gazetecilik açısından sorunlu yanlarını ve haklı/haksız gerekçelerini analiz ediyor. Ahval editörü Gülten Sarı da konuya farklı açıdan yaklaşarak söz konusu programda sorular yönelten gazeteciler Yavuz Oğhan, İsmail Saymaz ve Akif Beki’nin editoryal çizgisi üzerinden değerlendirmeler yapıyor.
Reuters anketine göre TCMB 25 Temmuz’da 250 baz puan faiz indirecek. Ama para politikasını artık TCMB değil, Saray yapıyor.Başkan Erdoğan’ın 400 baz puan civarında bir faiz indirimi talep ettiğini kestiriyorum.Hazır bu konuya girmişken, ilgili üç başlığa da yorum yapmak isterim: Merkez Bankası’nın bağımsızılığı niçin önemlidir?Türkiye 11. Kalkınma Planı’nda zikredilen yüzde beş enflasyon hedefine erişebilir mi?TCMB’nin faiz kararları ekonomiye nasıl yansıyor?
Güldem Atabay ve Eser Karakaş, Ekonomi Gündemi'de son durum analizi yapıyor.Gözlerin çevrildiği Merkez Bankası'nın 25 Temmuz'da açıklayacağı faiz indiriminin konut sektörünü canlandırmak için yapıldığını söyleyen ekonomistler, ancak bunun işsizliği düşürmede sınırlı etkisi olacağını kaydediyor.Genel kanaat ise faiz indiriminin 300 baz puandan aşağı olmayacağı yolunda...2001'de banka kurtarmanın maliyeti olan 60 milyar doların bankalara verilen uzun vadeli tahvillerle halka ödetildiğini hatırlatan ekonomistler, bir benzerinin yolda olduğu uyarısını yapıyor.IMF'siz yeniden yapılandırma yapmak için yeterli kaynak olmadığını söyleyen ekonomistler, "25 Temmuz'da beklenen ilk faiz indiriminin lira üzerindeki etkisi sınırlı olacaktır; satır araları sonraki dönem için önemli" notunu düşüyor.
Editör Masası'nda, Rojava'daki sıcak gelişmeler masaya yatırılıyor.Yavuz Baydar, Ergun Babahan ve İlhan Tanır'ın gelişmeleri yorumladığı programda, Rojava'da olası bir Türkiye saldırısına karşı hazırlık sürdüğünden bahsediliyor.Ahval Türkçe Editörü Ergun Babahan'ın da aralarında bulunduğu bir grup gazeteci, Rojava'ya giderek bölgedeki son durumu aktarmıştı. Ergun Babahan, izlenimlerini aktarırken devam ederken Yavuz Baydar ve İlhan Tanır ile değerlendirmelerini Editör Masası'nda paylaşıyor.
Fehim Taştekin ile iki hafta boyunca Irak ve Suriye Kürdistan’ında dolaştık, yetkililer ve halkla görüştük. Taştekin yıllardır bölgeye gidip gelen bir isim. Türkiye’nin önemli bölge uzmanlarından biri. Kendisiyle son siyasi gelişmeleri ve Rojava izlnenimlerini konuştuk...“Rojava’nın ya da Kuzey Suriye’nin üç farklı dönemine tanıklık ettim. Başlangıçta ne yapmak istedikleri ya da kimin adına hareket ettiklerine dair şüphelerle vardı. ABD ve Türkiye dahil Suriye’ye vekalet düzeniyle müdahale edenler Kürtlerin Esad yönetimiyle işbirliği içinde hareket ettiğini savurup ‘rejimle bağlarını kopar, ÖSO ile birlikte savaşa katıl’ diye şart koşuyorlardı. Ancak Kürtler ÖSO, Nusra ve son olarak IŞİD’in saldırılarına karşı koyarken bu sayede bölgenin halklarıyla ortaklık zeminini yakaladı ve bunun üzerine demokratik özerkliğin sütunlarını dikti. Artık kendilerini ispat etmişlerdi. IŞİD’e karşı ABD ile ortaklık ve Arap bölgelerine doğru genişleme orijinal planları değiştirdi. Kanton sistemi Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’na dönüştü. Bu sahanın yeni realitesi ve sosyolojiye göre bir güncellemeydi. Kürdistan’ın batı kıskına atfen kullanılan Rojava ismi de Araplar ve diğer halkları sistemin içine almak için terk edildi. Bu yerele yönelik bir esneklikti. Sonra Rakka ve Deyr el Zor da çemberin içine girince Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi kullanımı tercih edildi. Bu da hem yereldeki realiteye hitap eden hem de olası müzakerelerde Suriye devletinin toptan reddiyesini önlemeye dönük bir esneklikti. Şimdi özerklik modelinin önünde bu genişlemenin getirdiği çok sayıda meydan okuma var. Araplarla Kürtlerin ortaklığı ne kadar kalıcı olacak? Elbette siyasal ve toplumsal alanlarda bir dönüşüm dinamiği uç veriyor ama bunlar iyimser olmak için yeterli değil. Çünkü bozucu faktörler çok. Bunun yanı sıra ortaklığın sürmesine temin eden dış faktörler de Kürtlerin gelecek tasavvurları için mutlak garanti sunmuyor. Barış ve yeniden inşa döneminin önünde ciddi engeller varIŞİD’le savaş biterken yeniden inşa ve barış sürecinde Kürtlerin ya da daha genel ifadeyle özerk yönetimin önünde gerçek sorunlar birikiyor. Yerelde kadroların ısrarlı bir şekilde siyasal ve toplumsal örgütlenmeye ağır verdikleri görülüyor. Bu konuda bir yılgınlığa rastlamıyoruz. Fırat’ın doğusundaki en etkileyici boyut bence bu. Yani kültürel kodlar, aşiret ilişkileri ve devletle olan derin bağların varlığını sürdürdüğü çelişkili alanlarda ‘demokratik özerklik’ espirisi üzerinden katılımı ve çeşitliliği artırmaya dönük çalışmalar hala canlı. Yine de ‘fakat’ diyerek bazı şerhler düşme gereği duyuyoruz. Büyük ve zorlu bir coğrafya. Güvenlik birimlerinin kapasitesiyle ilgili belki sorun yok, insanlar günlük yaşamlarında güven hissini kaybetmiş değil. Buna karşın kurumsallaşmada ciddi açmazlar var. Mesela mülklerin gaspı ve yolsuzluk vakıalarının yaşandığına dair konuşmalara denk geldik. Sorunlara karşı duyarlılık var olan sorunların çözümüne yetmiyor. Kararları uygulayacak kolluk gücü ve aksi durumlarda yaptırım gücü gerekiyor. Bazı sorunlar eskiden miras ve yönetim bunlara dokunmak ya da dokunmamak arasında bocalıyor. Bundan sonra ikinci büyük meydan okuma rantın ve gelirlerin dağılımıyla ilgili olarak kendini gösterecektir. Görüştüğümüz temsilciler bu konularda hassasiyetlerini dile getirdiler. Ama zor meseleler. Mülkler, varlığın bölüşümü ve adalet dağıtımı gibi alanlarda sorun çözücü ve adil bir mekanizma tesis edilemezse demokratik özerkliğin yaslandığı halkların kardeşliği espirisi açığa düşer. İşte o zaman bozucu faktörler devreye girer. Kürtleri aşan ve çözümü tıkayan faktörler devreye giriyorMülkler, petrolün paylaşımı ve yolsuzluklar gibi konular yönetimin kendi kapasite alanında olan zorluklar. Bunun dışında özerk yönetim birimlerini aşan realiteler var. Mesela Türkiye-ABD ve ABD-Rusya arasındaki pazarlıkların doğrudan yansımaları olacaktır ki bu yereldeki iradeyi aşıyor. Bunun yanı sıra Şam’la müzakere en önemli çıkış yolu ama onun önünde ABD ve Türkiye engeli beliriyor. Kilitlenmeyi aşacak şey Şam’ın Fırat’ın doğusundaki realiteye denk düşen cesur bir yaklaşım sergilemesidir. Şam ise elindeki kartları tüketmeden bunu yapmak istemiyor. İdlib badiresini atlatırsa Suriye devleti önümüzdeki süreçte Kürtlerin pozisyonunu zayıflatacak müdahale kanallarını denemesi muhtemeldir. Bu yüzden de Eldar Halil’in sözünü ettiği 2025’e kadar çözümün beklenmemesi yönündeki öngörüsü bana da gerçekçi geliyor. Elbette akşamdan sabaha dengeler değişiyor ve yarın kendimizi bambaşka şeylerden bahsederken bulabiliriz.”
Neredeyse 10 yıl aradan sonra ekonomimiz mayıs ayını mütevazı da olsa bir cari fazla ile kapadı. Yani ticari işlemler ve turizmden döviz gelirleri giderlerini aştı. Hükümet bunu büyük bir başarı ilan etti. Bu açıklama sadece kısmen doğru. Cari fazlanın iyisi de kötüsü de var. Bizimkisi iyi karakterli değil, ayrıca sürdürülebilir de değil. Üçüncüsü ve en pürüzlüsü, cari açıkları finanse edecek dış kaynaklar sınırlı ve çok kaprisli. Ekonomi büyümeye geçtikten bir kaç ay sonra cari açıklar ve enflasyon bir kez daha sorun olarak karşımıza dikilir. Çare 11. Kalkınma Planı’nın harfiyen uygulanması...
Hafta içinde TBMM’nde benimsenen Torba Ekonomik Yasa’da hükümet şirketlerin borç girdabı içinde boğulduğunu itiraf etti. Ödenmesi güç kredilerin yekünü TL400 milyarı bulabilir. Bu “sorunlu krediler” hem şirketlerin yeni dış kaynak bulmasını zorlaştırıyor, hem de banka bilançolarını tıkayarak yeni kredi akımını yavaşlatıyor.İstanbul Yaklaşımı adı verilen ve ilk kez 2001 Krizi’nde denenen bir yöntemle bu borçların tasfiyesi başlayacak. Bu bağlamda bankalara bu alacakları bilançolarından çıkartmaları için önemli teşvikler getiriliyor.Fakat, planın eksik yönleri de var. Birincisi, kaybolan servetin yerine yeni sermaye enjekte etmek lazım. Bunu kim yapacak? İkincisi, yeniden riskli kredi verilmesini engellemek için nasıl tedbirler alınacak? Sonuncusu: Hangi şirketler kurtarılacak?"Savaş'ın verdiği bilgilere göre, bankaların tahsili gecikmiş alacakları (Tahsili imkansız göründüğü için bir anlamda batık kredi de deniyor) 2018 başında 64 milyar lirayken 31 Mart 2019'da 106 milyar liraya yükseldi. Aynı dönemde ödemelerinde sıkıntı çıktığı için yakın izlemeye alınan kredilerin tutarı ise 3 kat birden artarak 93 milyardan 285 milyar liraya fırladı. Savaş'ın paylaştığı veriler, yaşanan krizin borçlu şirketleri ciddi anlamda zora düşürdüğünü bir kez daha ortaya koydu. Düzenlemeyle, tahsil imkanı kalmayan 106 milyar liralık kredi “değersiz alacak” sayılarak kayıttan düşülecek. Bu sayede özellikle kamu bankalarının bilançoları rahatlatılacak. Kalan 285 milyarlık krediye ise vade uzatma, teminat azaltma hatta anaparadan silme gibi kolaylıklar sağlanacak. Bunları yapan bankacılara ise krediler batsa dahi ‘zimmet' suçundan dava açılamayacak."
Tuhafiye'de bu hafta Hale Akay ve Alin Ozinian, "Türkiye yine korkularının esiri oldu" diyor ve iktidarın klasikleşen yaftalama ve hezeyan çıkışlarını konuştu.“Ümmet bölünüyor!”, “Türk Edebiyatı elden gidiyor!” ve “Sorosçular aramıza sızıyor!”
Güldem Atabay ve Eser Karakaş, Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya'nın görevden alınmasını Ekonomi Gündemi'nde değerlendirdi.Ekonomistlere göre kararın özeti, büyümeye öncelik verilerek erken seçime hazırlık yapıldığının habercisi...
Cengiz Aktar Yakamoz'da Dünya Mülteci Günü sebebiyle mültecilerin içinde bulundukları durumu yorumladı.
Ben sansasyonel başlık atmam. Melbourne menşeli güvenilir “Breakthrough National Centre for Climate Restoration” araştırmasını linki buradadır.İklim değişikliğinin okyanusların su seviyesi üzerinde etkisini anlatan bu makaleye, ekonomik açıdan baktım.Bununla da yetinmeyip, Türkiye’de iklim değişikliğinin ekonomi sonuçlarını da araştırdım. Hoş değil. En büyük problemi asla tahmin edemeyeceksiniz!
Ekonomi Bakanı Berat Albayrak “cari fazla vereceğiz” ve enflasyon tek haneye inecek” diyor.Birincisi kesin, ikincisi ise zor fakat mümkün...Acaba, siz vatandaş olarak bu vaatlerin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?Ekonomide yeni bir Buz Çağı başladı demek. Cari fazla artık ithalat yapacak gücümüz kalmadığı için.Enflasyon tek haneye düşerse, nedeni hükümetin harcamaları kesmesi ve/ya tüketicinin cebinde para kalmaması anlamını taşır.Ekonomide yapı ve kafa değişmeden cari fazla ve tek haneli enflasyon hastalık işaretleridir. Ekonomide buz çağına girdik. Ve çok uzun sürecek. Ekonomide birinci çeyrek milli gelir verileri açıkladı. Yıllık bazda yüzde 2.6 reel olarak daraldı ekonomi. Sizin geliriniz azaldı. Aslında sizin geliriniz daha da azaldı nüfus yüzde 1.5 arttı. Demek ki kişi başına gelir reel olarak yüzde 4 civarında daraldı. Dolar bazında ne kadar daraldı sormayın. Yıllık bazda daraldık ancak gerçek ölçü çeyrekten çeyreğedir. Geçen yılın dördüncü çeyreğinden bu yılın birinci çeyreğine nasıl performans göstermiş ekonomi, ben bunu daha yakından takip ederim.Yüzde 1.3 büyüme kaydetmişiz. Ankara'dan gelen 'teknik resesyondan çıktık' sözleri doğrudur.Fakat ikinci çeyrekte yeniden resesyona giriyoruz.İhracatta dünya şartları göz önüne alındığında fevkalade bir başarı göseriyoruz. İhracatın milli gelire bu kadar katkı yapmasının sebebi ithalat yapamıyoruz.Büyümenin asıl kaynağı kamu harcamalarının pompalanması. Yüzde 7 olarak büyümüş. İnşaat çökmüş, tüketim daralmış, sabit sermaye yatırımları yok. Eksi yüzde 13. Sabit sermaye yatırımı yapmayan, fabrikasını, makinesini yenilemeyen bir ekonomi nasıl büyür? Aslında bu kaydı burada kapatmak lazım.Yarınımızı satmışız bugün büyümüşüz. Ben buna hormonlu büyüme değilim. O günden bu yana bütçe harcamaları yavaşladı. Çünkü para kalmadı bütçede.
Ankara Rüzgârı’nda son gelişmeleri değerlendiren Zülfikar Doğan 23 Haziran İstanbul seçimlerine 14 gün kala AKP-CHP adayları arasındaki yarışı.31 Mart’taki kampanyaya nazaran AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini geri plana çektiğini, vurgulayan Doğan bu tutumu AKP’nin İstanbul’u ikinci kez kaybetmesi durumunda Erdoğan’ın kendisini koruma çabasına bağlıyor.31 Mart öncesinde AKP adaylarının neredeyse tamamının geri plana itildiğini, Erdoğan’ın belediye başkan adayı gibi tüm mitinglerde yer aldığını anımsatan Zülfikar Doğan, “Şimdi ise dikkat çeken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun İstanbul’da bizzat Ekrem İmamoğlu’nu yıpratma kampanyası yürütmesi, bu misyonu üstlenmesi. Soylu 31 Mart’ta da Ankara’da Mehmet Özhaseki’ye destek için sahadaydı ve Özhaseki’den daha aktifti. Ancak sonuçta Özhaseki kaybetti. Şimdi İstanbul’da sürekli İmamoğlu’nu takip ve eleştiri misyonu üstlenmiş görünüyor. Karadeniz’deki İmamoğlu ilgisi Ordu’da VIP salonu kaosuyla gölgelenmeye çalışıldı. Önümüzdeki sürede, AKP’nin stratejisini İmamoğlu’nu yıpratma, hataya zorlama üzerine kurguladığı anlaşılıyor” diyor.ABD Savunma Bakan Yardımcısı Patrick Shanahan’ın Hulusi Akar’a gönderdiği mektubu da değerlendiren Doğan’a göre “ekonomik tehdit” içerikli ve 31 Temmuz’a kadar Türkiye’ye S-400 alımından vazgeçme koşulunu dayatan mektubun para ve döviz piyasalarındaki etkisi uzun bayram tatilinde piyasaların kapalı olması nedeniyle görülmedi. Şimdi tatilin sona ermesiyle açılacak piyasalarda Shanahan’ın yaptırım tehdidi içeren ifadelerinin etkisini göstermesi beklenmeli.Askere Alma Yasası’nın bu hafta TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanacağını belirten Doğan, bu konuda genel kurulda iktidar ittifakı ile muhalefet arasında sert tartışmaların yaşanacağını söylüyor.Doğan’a göre Yıldırım-İmamoğlu arasında gerçekleşmesi beklenen canlı televizyon tartışması ise seçim haftasında yapılacak. Uğur Dündar’ın moderatörlükten çekildiğini açıklaması sonrası program için kanal ve sunucu üzerinde uzlaşı sağlamak için AKP-CHP kurmayları arasında müzakereler devam ediyor.Şayet bu tartışma gerçekleşirse 2002’deki 3 Kasım seçimleri öncesinde yine Uğur Dündar yönetiminde yapılan Erdoğan-Baykal tartışma programından bu yana geçen 17 yılda ikici siyasi tartışma programı olacak. Daha önce CHP Grup başkanvekili olan Kemal Kılıçdaroğlu ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek yine Uğur Dündar yönetiminde karşı karşıya gelmişti. Erdoğan ise 2002’den bu yana siyasi rakiplerinin ekranlarda tartışma çağrılarını hep reddediyor, kimseyle karşı karşıya gelmiyor.Ankara Rüzgârı’nda Zülfikar Doğan’ın siyaset, dış politika ve ekonomiye ilişkin güncel yorumları AhvalPod’ta.
Rusya uzmanı Dr. Kerim Has, AhvalPod’daki “Moskova’dan” programında bu hafta İdlib dosyasını masaya yatırıyor. Öncelikle İdlib’deki son gelişmeleri değerlendiren Has, bölgenin neredeyse tümüyle Heyet Tahrir el-Şam terör örgütünün kontrolüne geçmesi nedeniyle Rusya’nın son haftalarda Ankara üzerinde artan baskısına dikkat çekiyor.
Upcoming municipal elections in Istanbul has brougt Turkey to another existential watershed. The result will have implications on foreign policy choices and the economy. Prof Madra, with Drew University in New York, argues that the change, while inevitable, will not come easy. The critical factor is the planned purchase of Russian S-400 missiles, and its impact on Turkey's eventual talks with the IMF will be negative, because of the influence of the USA, Madra says.
Edebiyatta sansürcülük salgını, uluslarası ödüllere sahip saygın romancılara da uzandı.Sevan Nişanyan, 'Samos Sürgünü'nde konuyu irdelerke, "Türkiye'deki komedinin geldiği son nokta" yorumunu yapıyor.''Türkiye'de hemen her kesimde, özgürlükçülüğü imha etme gibi inatçı bir eğilim vardır" diyen Nişanyan, ''Ayşe Kulin ve Elif Şafak gibi kadın yazarların da pedofili ile suçlanması gibi, dünyada bir ilk ile de karşı karşıyayız" ifadesini kullanıyor.Nişanyan'a göre, ''mutlaka birşey bulunuyor, şimdi de pedofili kavramı kullanışlı, linç etmek için...''"Türkiye'de sekülerler ve sol, genel özgürlükleri ancak mağdur olduğunda savunmuş, iktidara gelince karşı tavır almıştır...''diyen Nişanyan, "Bu zümre kendisini son yıllarda zayıfv hissediyor, sorguluyordu, ama baktı ki iktidarı yakınlaşıyor, diş-tırnak göstermeye başladı" görüşünü dile getiriyor ve ekliyor:''Bakın, Erdoğan giderse, belki gelen gideni aratır bile diyeceğiz. Her kesimi kapsayan sansürcülüğün sonu yoktur, şimdi kitaplarda eşicinsel ilişkiler, zina da yasaklansın denebilir. Aslında sert seküler kesimin aklının gerisinde, Kuran'ı dahi yasaklatmak var."
Selim Eyüboğlu, Evrim Kaya ve Ahmet Gürata nükleer felaket konusunu Chernobly ve Godzilla 2 üzerinden ele alıyor.Mini dizi Chernobyl henüz tamamlanmadan en beğenilen televizyon dizileri listesinin üst sırasına oturdu.Chernobyl’nin başarısının ardında yatan etkenler neler?1980’lerin SSCB’si ile günümüz arasındaki benzerlikler…Godzilla efsanesinin 60 yıllık serüveni…Godzilla 2 dünyayı nasıl kurtarıyor?
Sosyal medyada çılgın dedikodular dolaşıyor. Türkiye morataryum ilan edecekmiş. Para kuruluna dönmeliymiş. Dövize el konacakmış. Bunlar doğru mu incelemeden önce bu paniğin nedenini anlamak lazım. Ana nedenler S-400 krizi ve ABD’den gelen CAATSA yaptırımları tehdidi. İkincisi ise İstanbul seçimleri. Hangi senaryolarda Türkiye ve bankalardan döviz kaçar önce onu anlattım. İkincisi, devlet ne türlü tedbirler alır, bunların içinde dövize el koymak var mıdır, inceledim.Ben yengemden ve eniştemin oğlumdan biliyorum. "Ya abi devlet dövize el koycakmış, paraları çekelim mi?" dedikleri zaman sorun ciddidir."Eğer Ekrem İmamoğlu kazanır da AKP kabul etmezse bir daha mı seçim olacak, sıkı yönetim mi ilan edilecek?" Bunlar vatandaşın korkuları...ABD'nin CAATSA yaptırımları çok ağır olur. Artık savunma sanayiinde Avrupa ile işbirliği yapmamız bile zorlaşır. S-400'ler Türkiye'ye girerse gerçekten yaptırımlar uygulanır ve kimse Türkiye'ye kredi vermez. Fonlar kaçarlar, gerçek bir döviz darlığı olur ve devlet o zaman tedbir olur. İstanbul seçimleri muazaalı biter, seçim iptal edilir.Halkın önünde cesur duruş sergilense de Washington'da çok üst düzeyde görüşmeler yapılıyor ve bu darboğazdan çıkma yolu aranıyor. Dolayısıyla ben haziran ayında S-400 olayının çözüleceğini düşünüyorum. Belki teslimat gelecek yıla ertelenecek ya da başka bir ülkeye devredilecek. Seçimler konusunda da iyimserim. Şu anda anketlerde Ekrem İmamoğlu önde gözüküyor. Ben kazanacağını düşünüyorum ama mühim değil. Erdoğan'ın bir daha seçimlere müdahale edeceğini düşünmüyorum.Dolayısıyla bu aşamada dövizin darlaşacağı ve hükümetin kısıtlamalara gideceği bir durum oluşacağını öngörmüyorum. Farz edelim ben yanıldım, Ankara azimle S-400'leri aldı, ABD yaptırımları bastı ve krediler kesildi diyelim...İkincisi de İstanbul seçimlerinde arıza çıktı varsayalım, o zaman hükümet tedbir alacaktır. Dövizinize el koyacaklarını düşünmüyorum ama başka çok can sıkıcı şeyler olacaktır. Bunlardan bir tanesi yurt dışına ticari olmayan döviz transferlerinin miktarını düşürebilirler. Şu anda 50 bin dolara kadar serbest. Bu rakamdan sonra sebebini söylemek zorunda kalabilirsiniz. 10 bin dolara çekilebilir bu limit.İkincisi bankalardan döviz çekimine sınırlama getirilebilir. Haftada 10 bin, günde 1000 dolar gibi...Ayrıca belli bir döviz mevduatının üstüne -ben bunu 1 milyon dolar olarak görüyorum- bir süre çekmeme yasağı koyabilir. Bunlar en son aşamada başvurulacak tedbirlerdir. El koyulmaz, sadece bankalardan çekilişi geciktirilir. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi için de mudilerin banka kapılarına yığılıp nakitlerini çekmeye çalışmasıdır. Nakit bittiği zaman zaten bu tedbirleri alırsınız. Ben size bankadan paranızı çekin demem. Kanundan korktuğum için değil, buna inanmadığım için. Zaten ben de hiçbir zaman çekmedim. Elimde birkaç bin dolarımla altınım var. O da Allah korusun deprem olur falan diye...Eğer S-400 sorunu çözülmez ve 23 Haziran'da seçimde halkı tatmin edecek bir sonuç çıkmazsa artık çok dikkatli olun ve kendi kararınızı kendiniz verin. Hükümet çok sert tedbirler alıp bankalardan para kaçısını engelleyecektir.
İVME Finansman Paketi yüksek ithalat yapan ve ihracat potansiyeli olan sektörlere ucuz kredi sağlayarak yerli üretimi teşvik amacını taşıyor. Fikir güzel, fakat pratikte sonuç vermez. Her zaman olduğu gibi sevgili hükümetimiz ekonominin temel kurallarını çiğneyerek yeni doğrular yaratmaya çalıştığı için 30 milyar TL kredi heba olacak. Önce şu soruyu sormak lazım. Sanayici ve çiftçi niye kendisi bu yatırımı yapmaz? Siyasi belirsizlik Fiyat kontrolleri Yüksek faizler Talep yetersizliği İVME Finansman Paketi bu sorunlardan sadece bir tanesine çare oluyor.Önümüzde bir siyasi belirsizlik var. İstanbul seçimlerini kimin kazanacağı çok önemli. İş dünyası bunları görmeden yatırım yapmak istemiyor.İstanbul belirsizliği dövizi de etkiliyor. Dolar 6,50 de olabilir 5,50 de...Reuters anketi geldi, onlar da bu sene Türkiye için büyüme beklemiyor.Şubat verilerine göre 900 bin kişi de işsiz kalmış.Kredileri kamu bankaları besliyor. Kamu bankalarının sermayederi olan Hazine de sizin vergilerinizle finansman sağlıyor. Yani 30 milyarlık krediyi siz cebinizden ödeyeceksiniz.Bu yüzden İVME paketini de içindekileri kullanmadan çöpe atacağımız bir hediye olarak görüyorum.
AhvalPod’da yeni bir podcast şovu ile dinleyicilerin karşısındayız. Teknoloji ve internetin medyayla ilişkisini irdeleyeceğimiz bu programda her hafta sıcak gelişmeleri yakın mercek altına alacağız.Teknofilia adını verdiğimiz programın kaptan köşkünde ise Erkan Saka oturuyor.Bilgi Üniversitesi’nde Doç. Dr. olarak öğretim görevlisi olan Saka, son bir yılda Amerika’da farklı üniversitelerde misafir akademisyen olarak dersler verdi. Bu süreçte MIT’de bilim ve teknoloji çalışmalarında dersler de veren Erkan Saka ile son günlerin en sıcak konu başlıklarından olan Çinli teknoloji devi Huawei krizini etraflıca ele aldık.Aynı zamanda iki yılda bir düzenlenen Stockholm İnternet Forumu’na da katılan Saka, konferanstan notlar aktarıyor.Huawei krizinde kısa vadede ABD’li şirketler lehine sonuçlar alınacağını söylese de orta ve uzun vadede kaybeden tarafın Google, Qualcomm ve Intel gibi şirketlerin olacağını düşünüyor. Dayanak noktası ise Huawei’nin kendi geliştirdiği yazılımlarla ayakta kalma planları yapıyor olması…Burada ABD-Çin arasında yaşanan Ticaret Savaşı’nın doğrudan bir etkisi olduğunun altını çizen Saka, Huawei’nin kaygıları haklı çıkaracak bazı emareler barındırdığına vurgu yapıyor. Zira şirketin kurucusu Ren Zhengfei, hem Çin Komünist Partisi üyesi hem de Çin ordusunda görev yapan bir mühendis.Saka, kişisel bilgilerin, Demokrasiden yoksun despot bir ülke olan Çin devleti ile çok rahatlıkla paylaşılabileceğini düşünmenin yersiz olmadığını söylüyor.Saka, bu savaşın, kısa vadedeki etkisini kendi yaşadığı deneyim ile de anlatıyor. Birkaç gün önce kadar Huawei marka bir akıllı telefon alma planı yaparken Google ve diğer Amerikan şirketlerinden gelen yaptırım kararı ile bu adımından vazgeçmiş. Google ürünlerini sıkı kullanan kullanıcıların birçoğunun da bu kararlardan etkileneceğini belirten Saka, uzun vadede ise Android’in açık kaynak sisteme sahip olması nedeniyle Çinli devin bu dezavantajı lehine çevirebileceğini ifade ediyor.Google’ın sicilinin de pek temiz olmadığını kaydeden Erkan Saka, geçtiğimiz hafta The Verge’de yayımlanan “Google, çevrimiçi satın aldığınız hemen hemen her şeyi izliyor” başlıklı makaleye atıf yapıyor.Google ve hemcinslerinin de kişisel verileri kayıt altına aldığını söyleyen Saka, bu teknoloji çağından buradan kaçış yok gibi gözüküyor görüşünde. Ancak Çin ile ABD arasında kıyaslama yapıldığında Amerika’da bunun biraz daha hesap verilebilir olduğuna dikkat çekiyor:“En azından ABD’li şirketleri sorgulayabiliyoruz ama Çinli şirketlerde bunun sorgulanma ihtimali dahi yok. Bir Google çalışanı greve giderek kamuoyu oluşturma gücüne sahipken Çin’de bu durum olası gözükmüyor.”Program kaydını alırken Apple tutkunlarını kızdıracak bir tartışmayı da ucundan açtık. İki Anti-Apple kullanıcısı olarak, iPhone’u topa tuttuk. Açık kaynağa izin vermeyen ve fiyat performansı ile de eleştirdiğimiz Apple ürünleri konusundaki görüşlerimizi bir sonraki programda acımasızsa ortaya koyacağız. Erkan Saka, Stockholm İnternet Forumu’ndan notlar aktarırken 500’e yakın katılımcının olduğunu belirtiyor. Son zamanlarda görülen aşırı ticaretleşme konferanslarının dışında farklı bir açılıma sahip organizasyon olmasının avantaj olduğunu kaydeden Saka, “Burada da bir devlet eli değmesinden dolayı bir kuruluk vardı ne yazık ki. Aslında 500’e yakın katılımcının korkunç bir deneyimi vardı ama konferansa yansıması olmadı. Tek yönlü bir iletişim ortaya çıkınca eksik kalıyor” ifadesini kullanıyor.“Büyük teknoloji devlerinin internet üzerindeki dominasyon masaya yatırılırken derinlemesine bir irdeleme gerçekleşmedi” diyen Saka, Bir tek Facebook Temsilcisi’nin konuşmasını azarladılar. Onun dışında pek bir şey yoktu diyebilirim” görüşünü dile getiriyor.