POPULARITY
“Allâh'ın mescidlerini, ancak Allâh'a ve ahiret gününe iman eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allâh'tan başkasından korkmayanlar imar ederler. Işte onların, doğru yola ulaşmış olmaları umulur.” (Tevbe s. 8) Buradaki “mescidler” ifadesi, hem Mescid-i Haram'ı, hem de diğer mescidleri kapsar. Bir tek olan Allâh (c.c.)'a imanın içerisinde, peygambere iman da yer almaktadır. Ahiret gününün kapsamında; öldükten sonra diriltilmek, hesap vermek ve ceza görmek ya da mükâfat elde etmek de vardır. Namazı da cemaatle kılmak gerekir. Çünkü hadiste: “Bir kimsenin cemaatle kılmış olduğu namazın sevabı, çarşıda ya da evinde kılmış olduğu namazdan yirmi beş kat daha fazladır” buyurulmuştur. Teravih namazında cemaat olmak, daha faziletlidir. Cemaat yapılması gerekenlerin, mescitte yapılması ise, en faziletli olanıdır. Farz olan zekâtı da, gönül rızasıyla vermek gerekir. Âyette zekât, namazla birlikte anlatılmıştır. Çünkü, bunların biri olmadan, diğeri kâbul edilmez. İşte, bütün bu ilmî ve amelî özellikleri kendisinde toplayan kimse, mescidleri de tamir edebilir. Ayrıca bu kimse, Yüce Allâh'tan başka hiçbir şeyden de korkmaz. Kınayanın kınamasından ve zalimin zulmünden çekinmez. İşte bu niteliklere sahip kimseler, cennetteki isteklerine ve oradaki yüceliklere ulaşırlar. Bu güzel sıfatlara ulaşmalarının anlatılmış olması, kâfirlerin amellerinin fayda vermeyeceğini belirtmek ve inkarcıları azarlayarak, kendilerinin doğruluğa erişmediklerini anlatmak içindir. Çünkü kâfirler, kendilerinin güzel şeyler yaptıklarını sanıyorlardı. Mü'minler bile, kendilerinde bu güzel vasıfların bulunmasına rağmen, “belki, umulur ki” gibi ümit belirten kelimeler kullanılmak suretiyle ifade edilmişlerdir. Mü'minlerin durumu böyle olursa, bozgunculuk yapan kâfirlerin durumu ne olacaktır acaba? (Ismail Hakkı Bursevi, Ruh'ul Beyân Tefsiri,C.2,S.400-401)
Şraddha, “güvenmek, inanmak” demektir. Peki güven nedir? . Bir ilaç aldığınızda orada śraddhā vardır, çünkü aslında ilacın ne yapacağını önceden bilemezsiniz. Ancak size bir vaat verilmiştir. Birçok insan bu ilacı sizden daha önce almıştır ve onlarda işe yaramıştır. Eğer onlarda işe yaradıysa o zaman sizde de yaramaması adına bir sebep yoktur. . Buradaki śraddhā, inanç bir pramāṇa, "bilgi" aracıdır. Sadece denenerek ispatlanacak bir şey olmanın ötesinde bunu deneyecek tek kişi sizsinizdir. Çünkü bilginin içeriği “sizin” kendinizdir. Dolayısıyla bu pramāṇa bilgi aracına aslında teslimiyet beklenir. İşte o zaman bir araç olarak yöntem işe yarayabilir, kendisini bu şekilde gösterir. . Zekice yaşamak ne demektir? Çaresiz olduğunda çare arayan bir yaşamdır. Yukarıdaki durum çaresiz ve yardıma muhtaç bir andır, o zaman zekice davranış birisinden yardım istemektir. Kendinize yardım edebiliyorsanız, o zaman buyurabilirsiniz. Ancak kendinize yardım edemediğinizi gördüğünüzde o zaman yardıma başvurun. (Tattvabodha: Hakikatin Bilgisi, sf. 57-62)
Aldanan, kendi içindeki kötü niyet ve fiilleri, onları iyi olgular üzerinden dışta yeniden sûretlendirerek iyi gösteren; aldatan ise bu suretle başkalarını kendi iyiliği hakkında şartlandırandır. Buradaki sûretlendirme, sûret kelimesinin anlam zenginliğinden imkân devşiriyor gibidir. Zira insan bir hâli tanımladığı, tasvir ettiği, övdüğü ya da yerdiği kelimelere, cümlelere bile kendi arzuladığı suretleri giydirme kabiliyetine sahiptir. Daha açık bir terimle söyleyecek olursak, insan sûret-enzîg: kılık değiştirici, iki yüzlü bir mizaca sahiptir.
Bu mektûb, yine mîr Muhammed Nu'mâna yazılmışdır. Cem'ıyyet sâhiblerinin sohbetinde bulunmak lâzım olduğu bildirilmekdedir: “Mîr hazretleri unutmuş olacaklar ki, bir selâm ve bir haber ile hâtırlamıyorlar. Dünyâ hayâtı pek kısadır. Bunu en lüzûmlu şeyde kullanmak gerekir. Bu en lüzûmlu şey de, kalbini toparlamış olanların yanında bulunmakdır. Hiçbirşey sohbet gibi fâideli değildir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı, sohbet ile, başkalarından dahâ üstün oldular. Peygamberlerden “aleyhimüsselâm” başka herkesden, hattâ Veysel Karânîden ve Ömer Mervânîden dahâ üstün oldular. Hâlbuki Veysel Karânî ile Ömer bin Abdül'azîz bin Mervân son dereceye yükselmişler ve sohbetden başka kemâlâtın hepsine varmışlardı. Bunun için, Hazret-i Mu'âviyenin yanılması, Resûlullahın sohbeti bereketi ile, o ikisinin doğru işlerinden dahâ hayrlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni Âsın yanlış bir işi, o ikisinin şü'ûrlu işinden dahâ üstün oldu. Çünki bu büyükler, Resûlullahı görmekle ve melekle birlikde bulunmakla ve vahyi ve mu'cizeleri görmekle, îmânları görerek inanmak oldu. Bu saydığımız üstünlükler, bütün başka üstünlüklerin temelidir, kaynağıdır. Eshâb-ı kirâmdan başkası bunlara kavuşamamışdır. Veysel Karânî, sohbetin bu üstünlüklerini bilseydi, hiçbirşey onu sohbetden alıkoyamazdı. Bu üstünlüğe kavuşmak için herşeyi bırakırdı. Allahü teâlâ dilediğine rahmetini saçar. Onun ihsânı boldur., Fârisî beyt tercemesi: İskender, âb-ı hayâta kavuşamadı, Ni'mete kavuşmak zorla, zerle olmadı. Yâ Rabbî! Bu dünyâda bizi O büyüklerin zemânında yaratmadın ise de, âhıretde mahşer meydânında bizi onların arasında bulundur! Peygamberlerin efendisi hurmetine “aleyhi ve aleyhimüssalâtü vettehıyyâtü vetteslîmât” bu düâmızı kabûl buyur!” 121. Bu mektûb, yine Mîr Muhammed Nu'mâna yazılmışdır “kaddesallahü sirrehül'azîz”. Bu yolun yedi adım olduğu ve sevilenlerden birkaçının altıncı adıma erişdikleri bildirilmekdedir: “Mîr hazretleri! Bol düâlarımızı okuyunuz! Çok zemândan beri hâllerinizi bildirmediniz. Buradaki fakîrlerden de bir haber almadınız. Allahü teâlâya hamd ve şükr ederiz ki, bu fakîrlerin hâli çok iyidir. Kısaca, bunlardan az birşey bildireceğim. Bizleri seven kardeşim! Bu yolun hepsi, yedi adımdır. Sevdiklerimizden bir kısmı, işi altıncı adıma ulaşdırdı. Beşinci, dördüncü basamaklarda olanlar da vardır. Üçüncü basamakda olanlar, alebeye ders vermekdedirler. Dahâ ilerdekilerin nasıl olduklarını artık anlayınız! Yüksekleri özlemek lâzımdır. Aşağı ve az şeylerle doymamalıdır. Dahâ çok yazmağa vaktimiz olmadı.” 123. Bu mektûb, yine molla Tâhir-i Bedahşîye yazılmışdır. Bir farzın elden kaçmasına sebeb olan nâfile ibâdet, hac bile olsa, hiçbirşeye yaramıyacağı bildirilmekdedir: “Akllı kardeşim. İsmi gibi temiz olan molla Tâhirin kıymetli mektûbu geldi. Kardeşim! Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın, bir kulunu sevmemesi, onun fâidesiz şeylerle uğraşmasından anlaşılır) buyuruldu. Bir farzı yapmayıp, bir nâfile ibâdeti yapmak da, boşuna uğraşmakdır. Bunun için, ne ile vakt geçirdiğimizi incelemeliyiz. Ne ile uğraşdığımızı anlamalıyız. Nâfile ibâdet mi, yoksa farz olan ibâdeti mi yapıyoruz? Bir nâfile hac yapmak için bir çok yasaklar, harâmlar işleniyor. İyi düşünmelisiniz! Aklı olana bir işâret yetişir. Size ve arkadaşlarınıza selâm ederim. Allaha kulluk ederim, tapdığım dergâh bir, Bir lahza ayrılmadım tevhîdden Allah bir!” Her insan boynunda bir idam fermanıyla doğar. Peygamber bile olsa ölüm fermanı boynundadır. Zamanı bilmez. Küllü nefsin zâigatül mevt. 10 dakika sonra trafik kazasında ölecek olan insan, öleceği yere güle oynaya gider. Gaflette nimettir. 1 yıl içinde öleceğini bilen bir kanser hastası herşeyden el etek çeker ve hayatından lezzeti kesilir. Bir tüccar bir mal alsa çek imzalasa ama vadeyi yazarken malı veren orayı boş bırak dese olur mu? Tarihe yarını atarsa borcu ödeyemez bankaya düşersin. Bankaya düşen ya şerefini kaybeder ya da şerefiyle beraber servetini.
“Şişman kadın sahneye çıkmadan opera bitmez” metaforu, “şişman kadın kim”i hiç sorgulatmaz… Şimdi hep birlikte şişman kadının sahneye çıkmasını bekliyoruz… Çok yerde sahne alacağı için gecikiyor… Mesela Ukrayna'da bekliyoruz artık… Hem ABD Başkanlık seçimleri yaklaşıyor hem de sahadaki durum gittikçe Rusya lehine dönüyor… Son 72 saat içinde Rus ordusunun yaklaşık 100 km2'lik alanı ele geçirip, Harkiv'e doğru vaziyet etmesi yüzünden ABD ve Avrupa'da panik başladı ve Dışişleri Bakanı Blinken apar topar Kiev'e geldi… Muştuyu da verdi; ‘silahlar yolda'. Yeter ki, kasıma kadar idare edin, yani ‘ölün'… *** Gazze'de de ‘şişman kadın' bekleniyor. Bekleniyor ama çözüm dar alana sıkıştığından, Tel Aviv-Washington dengelerini etkilediğinden, bir de Ortadoğu'nun ‘gelecek tasarımında' nasıl rol oynayacağı yerli yerine bir türlü oturtulamadığından gecikiyor… Irak-Suriye-İran-Türkiye dörtgeninde de sahne alacak şişman kadın. Buradaki gecikmenin sebebi ise, dört ülkenin birbiriyle konuşmaktan çok sahnede yer beğenmeyen dış menajerlerle konuşmaları. Türkiye bunlara en az yüz veren ülke ama diğerleri konuştuğu için Ankara da ona göre pozisyon alıyor… Bu vesileyle Milli Savunma Bakanı Sayın Yaşar Güler'in pazartesi gazetelere yansıyan, “Bir gece ansızın gidebilirler” sözüne de yeniden yer açalım ama Irak özelinde değil bölgesel sahne açısından. Yoksa “bir gece ansızın” sadece gidecek olanları değil, gelecek olanı da imliyor…
“Batılılar bir bahçeye girdiklerinde oradaki bitkileri sayarlar. Doğulularsa o bahçedeki bitkilerin kokusuyla mest olmayı seçerler” şeklindeki meşhur söyleyiş, Batılıları zevkten, Doğuluları (Müslümanları) ölçüden ve ahenkten “yoksun” sayması nedeniyle problemlidir. Zira, inancı ne olursa olsun insanlığının farkında olan her fert bilgi ve tecrübe düzeyine göre zevk ile ölçü ve ahengin berzahında durur. Kültürel nedenlerle mezkur iki durumdan birine daha fazla bir eğilim söz konusu olsa da, neticede her iki dünyadaki medeni şahikalar zevk ile ölçü ve ahengin birliğini, evrenselliğini ele veririler. Buradaki “eğilim” farkına, Heinrich Wölfflin'in Mimarlık Psikolojisine Öndeyişler'indeki “Mimarlık psikolojisinin görevi, inşa etme sanatının kendi araçlarıyla uyandırabildiği ruhsal etkileri betimlemek ve açıklamaktır.” şeklindeki tanımından baktığımızda, Batı'da aracın (materyalin), Doğu'da ise zamanı ve mekanı da bir ruhsallığın etkili olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre konu tam da Wölfflin'in mimari esasında “dışavurumların aktarılmasına” mahsus oluşturduğu “Her ruh halinin, ona düzenli olarak eşlik eden belirli bir dışavurumu vardır; çünkü dışavurum dediğimiz, içeride olup bitenleri göstermek üzere dışarıya asılan bir tür bayrak değildir; yokluğu fark yaratmayan bir şey de değildir. Dışavurum, daha çok zihinde yaşanan olayın bedende kendini göstermesidir. Dışavurum sadece yüzümüzdeki kasların kasılmasından ya da ekstremitelerimizin hareketlerinden ibaret değildir. Dışavurum bedensel organizmanın bütününü kapsar.” şeklindeki ilk önermede somut bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Zira Wölfflin, burada araçla ruhsallığı dışavurumda birleştirerek aşmaya çalışırken, zihniyeti gereğince önermesini “bedensel organizma” terkibine hapsettiği için bunu başaramamıştır. Bizim el-Makdisî (ö. 1000 civarı), el-Bîrûnî (ö. 1061?), et-Tancî (ö. 1368-69), Cafer Efendi (ö. ?) ve kendi günümüzden Turgut Cansever vd. büyüklerimizden mülhem olan “bakış terbiyemiz” ise, yukarıdaki berzah zikrimize bağlı olarak, araçla ruhu birleştiren bir bakıştır. Bunu derken Doğu-Batı sentezi gibi meymenetsiz bir terkipten değil, geometri kabiliyetini, Batı dillerinde bulunmayan kalp, gönül, vefa, hatıra… görmelerinden hareket ediyoruz. Mouayed Mnari'nin “Kayrevan Şehrinin Osmanlılaştırılması ve Tarihi Eserleri” adlı çalışmasında (doktor tezi, 2018), Tunus'un Dayılık Devri'nde dayıların Kayrevan'a girerlerken atlarından indip, ayakkabılarını çıkartarak yürüdüklerine dair naklettiği bilgi bile tek başına bizim bakışımızdaki farkı ifade etmeye yeterli gelir. Ziar bu tutum Wölfflin'in “bedensel organizma” terkibine sığması asla mümkün olmayan bir bakış ya da yine onun kullandığı kelimeyle başka zihniyetlerde benzeri olmayan bir dışavurum tarzıdır. Yukarıdan beri zikrettiklerimize bağlı olarak Ukbe b. Nafi camiine, halk arasındaki adıyla Sîdî Ukbe'ye ya da Cuma camii anlamında Ulucami'ye eriştirildiğimizde ziyaretimizin ilk muhatabının da Peygamberimiz Aleyhisselam'ın cihat cehdiye maruf sahabelerinden Hz. Ukbe b. Nafi'nin (ra) olması normaldir. Üstelik kabri burada da değildir Ukbe'nin. Bugünkü adıyla Biskra yakınındaki Tehûde'de şehit düşmüş, bugün kendi adını taşıyan Sîdî Ukbe kasabasına (Cezayir) defnedilmiştir. “Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler' demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” ilahi hükmünce (Bakara 2/154) bizim Ukbe'yi kendi elleriyle kurduğu Kayrevan'ın ve hassaten bu mescidin mukimi olarak bilmemiz de yine çok doğaldır. Onun ailesi üzerinden Peygamber Aleyhisselam'ın kızı Hz. Zeyneb'in üzüntüsüne ve dolayısıyla özellikle yeni Müslüman olmuş kölelerin maruz kaldıkları zulümlere, üzüntülere tıpkı tavaftaki gibi zamanı geriye katlayarak uyanışımız da…
Yarın Nisan ayına ilişkin enflasyon verilerini göreceğiz. AA Finans'ın düzenlediği beklenti anketine göre katılımcılar Nisan ayında enflasyonun %3,22 olmasını bekliyor. BloombergHT anketindeki tahmin ise %3,2. Artık enflasyonda en kritik aylara giriyoruz. Zira yıllık enflasyonun Mayıs ayında zirve yaptıktan sonra Haziran'dan itibaren hızlı bir şekilde düşmeye başlayacağının biliyoruz. Ancak esas önemli olan aylık fiyat gelişmelerindeki yavaşlamanın hissedilmeye başlanması. Bu bakımdan beklenti anketlerindeki seyir büyük önem arz ediyor. Merkez Bankası Para Politikası Kurulu'na göre aylık enflasyonun ana eğiliminde zayıflama devam ediyor ancak halen öngörülen seviyeden yüksek bir enflasyon var. Buradaki en önemli neden ise hizmet enflasyonundaki yüksek seyir. Son açıklanan verilere göre; Hizmet Üretici Fiyat Endeksi (H-ÜFE) Mart'ta yıllık %85,41 ve aylık %3,64 arttı. Her iki oran da TÜFE'den yüksek bir seyir izliyor. Özellikle yemek hizmetleri tarafındaki fiyat gelişmeleri ise neredeyse astronomik oranlara ulaşmış durumda. Mesela TÜFE'nin %68,5 olduğu ayda yemek hizmetlerindeki enflasyon %98,8 seviyesine kadar yükselmiş durumda ve tahminen Nisan ayı verileri ile beraber bu oran yıllık %100'ün üzerine çıkacak. Zira yeme içme sektöründeki enflasyon Aralık 2022'den bu yana TÜFE'nin üzerinde artıyor. Hizmetler sektöründe dikkat etmemiz gereken bir diğer önemli husus ise endeksin yaz aylarında daha hızlı artıyor olması. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde dezenflasyon sürecini yavaşlatacak en önemli kalem hizmetler tarafında görülecek. Bu bakımdan hizmetler sektöründeki fiyat gelişmelerini dizginleyebilmek için parasal sıkılaştırmanın yanı sıra başkaca önlemlere ihtiyaç olduğu aşikâr. Önümüzdeki Temmuz ayında asgari ücrete yeni bir zam yapılmaması konusunun bu maksatla Merkez Bankası tarafından gündemde tutulduğunu ifade edebiliriz. Öte yandan son dönemde artan döviz girişi kur tarafını sakinleştirmeye başladığı için enflasyon üzerindeki döviz kuru baskısının görece azalacak olması yıl sonu enflasyon tahminlerini aşağı çekmeye yardımcı olabilir. Ancak beklentileri çıpalamak açısından Haziran sonrası dönemde baz etkisi kaynaklı manşet enflasyon düşüşünün yanı sıra enflasyonda alınan tedbirler kaynaklı ilave düşüşün görülmesine ihtiyaç var. Değilse sadece baz etkisi kaynaklı bir enflasyon düşüşü piyasaları ve yatırımcıları ikna etmeyecektir.
Lojong Slogan-45 “3 İlke Yemini Al” 1. Öğretmen Öğretmen, bilgiyi aktaran vesile, aracıdır. Ancak bilgi araçlarına, vesilelere duyulan minnet ve hürmetle öğretmen üzerinden herkes aslında kendisini görür. Bilgiye ve araçlarına verdiğimiz minnet, sadakat kendimize verdiğimiz değer ve sadakatin ifadesidir. 2. Öğreti Aktarılmış metinler, kitaplar, “yol” kişiyi kendisiyle daha samimi, daha dürüst daha dolaysız ve “gerçek” bir yere götürmeyi hedefler. 3. İnsan bedeninin nadideliği, biricikliği: Bu beden, zihin ve zeka ile insan soru soran, karar veren, hayatını başka türlü yaşama gayretini, çabasını gösterebilendir. İnsan bedeni, varlığı anlamlandırmada biricik bir enstrümandır, bunun kıymetini bilmek yaşamı hakkıyla yaşamak için önemlidir. Lojong Slogan-46 “3'ü hiç solmaz” 1. Öğretmene minnet 2. Öğretiye şükran 3. Herkesin huzur, mutluluk, barış bulması için hizmette tüm eylemlerini, sözlerini, zihnini kullanmak. Ayrılmaz bir aradalıkla beraberiz. Bir başkasının acısından bağımsız değilim, varlığımdaki mutluluk ise bir başkasından ayrı olamaz. Lojong Slogan-47 “3 ayrılmazı tut, kolla” Buradaki 3 ayrılmaz: “beden, söz ve zihindir”. Birbiriyle uyumlu olması hatırlatılır. Tutarlılık, dürüstlük bu uyumda saklıdır. Huzur, çatışmanın bittiği yerin ismidir. Barış ve huzur halinde hiçbir şey birbiriyle uyumsuz değildir. Huzuru bulacağımız yer, yaptıklarımız, sözlerimiz ve zihnimizden geçenlerin birbiriyle çatışmadığı, uyumda olduğu yerde saklıdır.
Müslümanlar için iktidar olmak, iktidar kurmak hedef olamaz hiçbir zaman. Müslüman sadece Allah'ın rızasını kazanmak için yaşar. O yüzden sadece Allah'ın rızasını kazanmayı talep eder bütün yapıp ettiklerinde, her adımda, her işinde. Dünyamızı zehir eden şey, hayatın merkezine dünyayı, dolayısıyla kendimizi koymaktır. Hayatın merkezine dünyayı, dolayısıyla kendimizi koymakla, Allah'ın rızasını talep etmeyi iptal etmiş oluruz. Allah'ın rızasını kazanma talebi, kişinin putları görmesini ve yenmesini kolaylaştırır. Dünyevî, beşerî, nefsânî putları. Dünyevî, beşerî, nefsânî putlar, duvardır kişinin önünde. Kişi, bu putlar tarafından kuşatılmışsa, yürüyemez, yol alamaz, yoldan çıkmaktan da kurtulamaz. Çağımız, kültür çağı. Kültürün katledildiği devâsâ bir ağ ama! Buradaki paradoksa dikkat! Hem kültürle hükümran olunan hem de kültürün yok olduğu ve insanı da, hakikati de yok ettiği bir simülasyonlar ve asimilasyonlar çağı. Buraya birazdan geleceğim. Çok zevkli bir entelektüel yolculuk yapma imkânı var burada. Bu zevkten sizi mahrum etmek istemem!
Strateji ile algı yönetimi bahislerini, canlı örnek olduğu nedenle, Ortadoğu, ABD ve İsrail ile açıklayacağım. Buradaki amacım yaşamda ve çıkarları elde etmede dilin ve yaratılan algının kullanılmasının ne kadar etkili olduğunu göstermektir. Evet, temel olarak bu bir iletişim konusu olsa da görüldüğü üzere, ülkelerin mücadeleleri ve savaşların nedeni dahi olabilmektedir.
Arapça bir kelime olan ‘şehir', “Halkının çoğunluğu ticaret, sanayi ve yönetim işleri ile uğraşan, tarımsal etkinliklerin olmadığı yerleşim alanı; kent”; ‘emin' ise “Korkusuz; emniyet içinde olan; şüphe etmeyen, kesin bilgi sahibi; kendisine güvenilebilir; emniyet edilebilecek olan” demek Şehir ve emin'den oluşan ‘şehremini' ise, Osmanlı İmparatorluğu döneminde “İstanbul'da sarayların bakım ve onarımı ile ilgili görevli; İstanbul'da ilk belediye teşkilatı olan şehremaneti kurulduktan sonra, bu kuruluşun başındaki görevliye verilen ad; belediye başkanı” demek. (Çağbayır Sözlüğü) Buradaki ‘şehremaneti' terimini Mehmet Zaki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü'nde şöyle açıklamış: “İstanbul Belediyesi'nin eski adıdır. Başındaki memura ‘Şehremini' denilirdi. Eski İslam hükumetlerinde olduğu gibi Osmanlıda da belediye işleri Kadılar tarafından görülüyor ve ‘İhtisap Ağası' gibi bazı memurlar da bu hususta yardımcı mevkiinde bulunuyordu. Şehremantinin teşekkül tarihi 1271/1854-1855'tir. Şehremini terimini de “Biri Tanzimat'ın ilanına yakın bir zamana kadar saray memuru, öbürü Cumhuriyet devrinde tarihe karışan Belediye Reisi olmak üzere bu adla mevcut iki vazife sahibin unvanıdır. Saray memurları arasında bulunan ve vazifesi saray ve hükumete ait binaların tamir işlerine bakmak, lüzumlu şeyleri satın almak olan Şehremini'nin, Fatih Kanunnamesi'nde yazılı olduğuna göre eski memuriyetlerden olduğu anlaşılmaktadır.” şeklinde açıklamakla kalmamış, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Osman Ergin gibi değerli isimlerin araştırmalarına yaslanarak tatlı tatlı anlatmış. Bugün itibariyle altmış yaş üstündekilerin ‘Belediye Başkanlığı ya da Mahalli İdare', daha aşağı yaştakilerin ‘Yerel Yönetim Birimi” olarak tesmiye ettikleri bir kurum için, dar çerçeveli de olsa bir kelime arkeolojisine başvurmamın nedeni, canlı hükmünde olan dilde bir kelimenin hangi değişikliğe uğrarsa uğrasın, ilk anlamını ve mahiyetini sûreta muhafaza etmesindendir. Buna göre sekiz gün sonra şehirlerimizde yeni bir ‘Yerel Yönetici' seçerken aslen şehrimize bir emin -Şehremini- seçeceğimizin, onun aslının Kadı'lık olduğunun, bu kurumla ilgili ilk emrin de Fatih Sultan Mehmet Han'dan geldiğinin bilinmesi gerekir. Bu mümkün olunca mahallî ya da yerel seçimler ahvali adiyeden bir siyasi ikbal seçimi olmaktan çıkıp, Peygamber Aleyhisselam'ın sıfatından mülhem bir ‘emin' arayışına dönüşecek ve bu manada kullanılacak her bir oy, ifa edilen bir sorumluluk ödülü ya da sorgusu olarak kullanıcılarına geri dönecektir. Emin, negatif karşılığını kendi içinde taşıyan bir kelimedir. Konumuz esasında eminin ilk anlamı kendisinden şüphe edilmeyen, kesin bilgi ile amel ettiğine inanılan, güvenilir olma, emniyeti hak etme… olduğuna göre, bunların negatifi davranışları kuşkulu olan, amel ederken doğru ile yalanı ayıramayan ve dolayısıyla yalan söyleyen, güvenilmeyen, emanete ihanet eden… şeklinde olacaktır. İstanbul'da ikamet eden biri olarak şehrime yeni bir yerel yönetici seçerken bunları dikkate alırım ve kendimi mevcut durum üzerinden mezkur ayrıştırmayı yapmakla yükümlü sayarım. Bunun aksi yalanı doğrudan, iyiyi kötüden ayrıma kabiliyetime - mümeyyizliğime- aykırı davranmam demek olacaktır. Bunlara şu iki husustan bakalım: Bir şehr-emini, devletten ve şehirdeki muhtelif ticari faaliyetlerde elde edilen gelirlerden oluşan bir bütçeyi şehir halkının mutluluğu ve refahı, şehrin daha da güzelleştirilmesi için değerlendirmekle yükümlü bir emanetçidir. Eğer bu emanetçi, bunlara dair kayda değer, dişe dokunur işler yapmadığı gibi, üç kalem olarak devraldığı bütçeyi eksi altı zararla devrederse, bu kişi önce kaydî manada emanete ihanet etmiş demektir.
Kapitalist öğretide temel kabul vardır. Birey homo economicus'tur. Yani şartların getirdiği her ne ise birey iktisadi çıkarlarına uygun olarak karar alır. Ancak homo economicus'a karşı eleştiriler de pek çoktur. Zira bireylerin aldığı kararlar toplamda maksimum faydayı vermeyebilir. Hatta bırakın faydayı toplamda zarar ile sonuçlanabilir. Kendi kendini gerçekleştiren kehanet nedir? Buna en güzel örnek Türkiye'deki döviz ve altın talebidir. Şüyuu vukuundan beter olarak; döviz katlanarak artacak fitnesi bir yayılmaya başladı mı, herkes döviz ve altına koşar, ihtiyaçtan fazla talep oluşturan bu yöneliş günün sonunda kendi yükselişini yaratır. İşte buna kendi kendini gerçekleştiren kehanet diyoruz! Buradaki yükselişi oluşturan da yukarıda bahsettiğimiz homo economicus kardeşlerimiz yani bizizdir. Zira onlar bireysel menfaatin liderliğinde döviz ve altın alarak bireysel çıkarlarını koruduklarını zannedeler. Ancak gel gelelim, günün sonunda hepsinin oluşturduğu toplam talep nedeniyle oluşan cari açık, makro ekonomik dengesizliğe sebep olur. Bunun neticesi ise onların da dahil olduğu bütün kesimlerin kaybına yol açan kur artışının beslediği enflasyon ve yüksek faizdir. Veriler buna ne diyor? Türkiye'nin yeni açıklanan cari açığı geçen yılın başlangıcına göre azalarak yeni ekonomi politikaları ışığında ödemeler dengesinde iyileşmenin sürdüğünü ifade ediyor. Buna göre; 2023 Ocak'ta cari açık 10,4 milyar dolar olmuştu. Cari denge bu yıl Ocak ayında ise 2,56 milyar dolar açık verdi. Yıllık cari açık 2024 ocak ayında 2022'nin ağustosundan sonraki dönemin en düşük düzeyine indi.
İttifak yahut işbirliği olarak adlandırılan siyasi birliktelikler, politik hayatımızın vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasetin işleyişi ve iktidarın elde edilmesi adına bir tür zorunluluğa da işaret eden bu durum, Türkiye siyasi tarihinde birçok örnekte gözlemlenebilir. O sebeple son yıllarda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi değişikliği sonrasında daha fazla tartışılan ittifak ya da işbirliği modelleri siyasetin her döneminde farklı şekillerde işleyen bir model olmuştur. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. O da ittifak ya da işbirliği olarak adlandırılan süreçlerin nasıl işlediği ve söz konusu birlikteliklerin hangi motivasyonla kurulduğudur. Örneğin bir ittifak sadece seçimleri ve sonrasındaki kazanımları dikkate alarak kurulabilir ve biz buna bir seçim ittifakı diyebiliriz. Buradaki işbirliği belirli kazanımları elde etme adına pragmatik gerekçelerin ağır bastığı bir süreç yönetimidir aslında. Şayet seçimlerde istenilen elde edilemezse bahse konu ittifakın sürdürülebilmesi de mümkün değildir. Yahut seçim kazanılsa bile zafer sonrasında ortaya çıkan kazanımların paylaşılmasına dair krizler ortaya çıkabilir. Bu model Türkiye siyasetinde koalisyonlar dönemi olarak da adlandırılan 1970'lerde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Örneğin 1973 seçimleri sonrasında bir araya gelerek pragmatik bir ittifak inşa eden Milli Selamet ve CHP arasındaki işbirliği kısa süre içerisinde yerini kriz ve belirsizliklere bırakmış ve nihayetinde 1974 Kıbrıs Barış Zaferini yeni bir seçim üzerinden oya tahvil etmek isteyen Ecevit'in bir girişimiyle dağılmıştır. 70'lerin ikinci yarısında Milliyetçi Cephe Hükümetleri de bir mecburiyet olarak ortaya çıkmış ve Türkiye'nin yönetilmesi oldukça güç bir tablo söz konusu olmuştur. Bu nedenle koalisyonların pragmatik ya zorunlu teşekkülleri siyasi ve toplumsal krizlerle de bir araya gelince ortaya kaotik bir durum çıkmaktadır. Öyle ki 70'lerin sonunda yönetilemez ve siyaseten işlemez hale getirilen Türkiye siyaseti, askeri vesayetin gölgesinde yeni bir darbeye evrilmiş ve politik işleyiş bir kez daha kesintiye uğratılmıştır.
ChatGPT de dahil olmak üzere yapay zekaya 2024'ten itibaren tüm Avustralya okullarında izin verilecek. Danimarka'da yapay zeka halihazırda yaygın olarak kullanılabilir hale geldi. Buradaki okullar, kopya çekme endişeleri nedeniyle öğrencilerin ChatGPT chatbot'unu kullanmasıyla mücadele ettiği bildiriliyor.
Bugün Merkez Bankası'nın Yeni Başkanı Fatih Karahan başkanlığındaki ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısının kararı açıklanacak. Bildiğiniz üzere geçtiğimiz ay Hafize Gaye Erkan görevden alınmış yerine başkan yardımcısı olan Fatih Karahan atanmıştı. Zannedilenin aksine bu değişiklik piyasalar tarafından olumlu algılanmış ve beklentiler yeni başkanın daha şahin para politikası yapacağı şeklinde oluşmaya başlamıştı. Başkan değişikliğinin hemen sonrasında düzenlenen yılın ilk Enflasyon Raporu toplantısında yeni başkan başarılı bir sınav vererek önemli sözlü yönlendirmelerde bulunmuştu. Enflasyon Raporu toplantısındaki açıklamalar ve soru-cevap kısmındaki yönlendirmelere göre bugünkü PPK'da bir faiz değişikliği beklenmiyor. Bu bakımdan bugün PPK'nın politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını %45'te sabit tutacağını öngörüyoruz. Elbette PPK metni çok önemli olacak. Metinde önemli değişiklikler yapılmasını ve yeni başkanın tutumunun metne yansıtılmasını bekleriz. Buradaki en önemli mesajın enflasyon beklentilerinde bozulma olması halinde politika faizi artışı yapılacağına ilişkin güçlü bir mesaj olduğunu değerlendirebiliriz. Peki enflasyon beklentilerinde son durum ne? Her ne kadar Enflasyon Raporu toplantısında Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay yılsonu enflasyon tahminini yukarı yönlü güncellemek için bir neden olmadığını söylemiş olsa da yine Banka'nın son gerçekleştirdiği Piyasa Katılımcıları Anketi'nde cari yıl sonu enflasyon beklentisinin %42,04'ten %42,96'ya yükseldiğini belirtmekte fayda var. Bu durum benim de bir süreden bu yana gündemde tutmaya çalıştığım üzere enflasyon beklentilerinin çıpalanmasında güçlük çekildiğinin önemli bir göstergesi. Bu konunun yıl boyunca gündemde olacağını ve nihayet 9 Mayıs'taki yılın II. Enflasyon Raporu'nda bir güncelleme gelebileceğini şimdiden not etmekte fayda var. Bunun birkaç nedeni var. İlki Merkez Bankası'nın tahminlerinin gerçekçi olması gerektiği. Elbette Merkez Bankası enflasyonla mücadele sürecinde beklentileri çıpalamak için piyasa beklentilerine görece olarak iddialı bir ara hedef belirleyebilir. Ancak bir merkez bankasının esas iddialı olması gereken konu hedeflerinin gerçekçi olmasıdır. Bir diğer neden döviz kuru geçişkenliğinin halen çok yüksek seviyede olması. Yani kurdaki artış enflasyona çok ciddi şekilde etki etmeye devam ediyor.
Buradaki yazımızda anlattığımız gibi, yüksek miktarda gözyaşı salgılamanın (ağlamanın) 3 farklı çeşidi vardır: nemlendirici gözyaşı salgısı, refleks gözyaşı salgısı ve duygusal gözyaşı salgısı. Halk arasında yayılan söz konusu yanlış bilgi, kuşların duygusal gözyaşı dökebildiklerini iddia etmektedir. Bugüne… Seslendiren: Sema Tezel
“Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah'a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz. Oysa ben sizin, gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.” (Mümtehine 1) Gerçekten Hâtıb'ın annesi, oğulları ve kardeşleri Mekke'de bulunuyorlardı ve mektubun içeriği de bir münafıklık unsuru taşımıyor, aksine Resûlullah'a olan güçlü inancını ifade ediyordu. Bir rivayete göre mektupta şöyle bir ifade vardı: “Bilin ki Allah'ın peygamberi (s.a.) gece misali sel gibi akacak bir orduyla size doğru gelmeye hazırlanıyor. Allah'a yemin ederim ki o yalnız başına da gelecek olsa Allah onu size karşı muzaffer kılacaktır; çünkü Allah ona olan vaadini mutlaka yerine getirir.” Bununla birlikte önemli bir sırrın böyle bir yolla düşmana haber verilmesi müslümana yaraşmayan bir davranış, büyük bir suç ve günah idi. Nitekim Hâtıb'ın cevabı üzerine Hz. Ömer onun idamını teklif etti. Ama Hz. Peygamber onun Bedir Savaşı'na katılanlardan olduğunu ve Allah'ın onlarla ilgili müjdelerini hatırlatıp buna müsaade etmedi. “Zeccac ve Kerâbisî'den rivayet olunduğuna göre, "düşmanım" ifadesi, "Dinimin düşmanı" manasındadır. Hz. Peygamber (s.a.s), "Kişi, arkadaşının dini üzeredir. Binâenaleyh her biriniz, kimi arkadaş edindiğine iyi dikkat etsin" "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan sakının." (Teğâbûn 14) "Benim ilmimde, bir işi gizli ya da açık yapmanızın değişmediğini bildiğiniz halde, onlara gizli gizli dostluk beslemenizde ne fayda vardır?" Allah Teâlâ, "Gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da çok iyi bilenim..." buyurarak, aksi söz konusu olmaksızın, zâten bu gerektirdiği halde, gizliyi bilmesini açık olanı bilmesinden önce getirmiştir (niçin)? Biz deriz ki, bu bizim bilmemize nisbetledir, yoksa Allah'ın bilmesine nisbetle değil. Çünkü, az önce de geçtiği gibi, Allah'ın ilminde bu iki durum aynıdır. Bir de, bundan maksat, daha gizli olanı ki, o küfürdür beyân etmektir. Dolayısıyla da önce zikredilmiştir. Buradaki "sizden" ifâdesinin manası, "siz mü'minlerden" şeklinde olursa, bunun manası gayet açıktır. Çünkü, bu fiili kim yaparsa, artık o, mü'min olmaz.” Razi "Allah'ın yaratmasını görüp durduğu halde. Allah'ın varlığından şüphe eden kimseye çok şaşarım; ilk yaratılmayı bildiği halde (kıyametin kopmasından sonraki) dirilmeyi inkâr edene şaşarım; her gün ve gece ölüyor ve tekrar diriİiyorken yani uyuyup tekrar uyanıyorken ölümden sonra tekrar dirilmeyi ve haşrı inkâr edene şaşarım. Cennete ve oradaki nimetlere inandığı halde, (sadece) aldanış yurdu olan bu dünya için koşuşturana şaşanm ve başlangıcının atılmış bir damla meni, sonunun da tiksindirici bir leş olduğunu bildiği halde kibirlenen ve övünen kimseye şaşarım." Hadis Seni yücelten kalbindeki davadır. Bir genç bir kızı almak ister şiddetle sever. Kızı alamadığı için intihar eder. Bu davadır. Halbuki dünyada tek kız mı vardı ne bu saplantı? İslamı yüceltme davan kalbinde böyle olacak. Küfür hep varolacak. Bizim gibi milyon tane vaiz de olsa küfrü yok edemeyecek. Bünyamin gibi milyon tane soykırımcı olsa İslamı yokedemeyecek. Herşey zıddıyla bilinir ve anlaşılır. İslamın zıddı dünyada olmazsa İslamın kıymeti anlaşılmaz. Vazgeçmek yok! Sıkılmak ve bırakmak yok! Dünyayı değiştireceksin! İstanbul 28 kez kuşatıldı ama fetih 29. kuşatmaya, Sultan Mehmed ve ordusuna nasib oldu. Denediler, ısrar ettiler, inad ettiler, vazgeçmediler. Şeytan seni cehenneme götürme konusunda hiç vazgeçti mi söyle? Hep ısrar ediyor, hep deniyor ve hiç sıkılmıyor. İzmir'den sizi izlemeye gidiş geliş 8000 lira harcıyorum hocam benzin 6000 hgs 2000 lira Adana'dan uçakla dönerken İstanbulda aşırı rüzgar vardı ve uçağı hiç olmadığı kadar çok salladı.
uzunca bir süredir gündemde olan fakat belirli bir uzlaşı ile akde bağlanan süper kupa finalinin ertelenmesi, bir futbol müsaba-kasından daha fazla sonuçlar üretti. Hiç kuşkusuz futbolun hem sosyolojik hem de politik sonuçları vardır. Fakat buradaki mesele, bir futbol maçı üzerinden herhangi bir toplumda karşılaşılması zor olan bir sosyo-politik krizin nasıl ve ne denli ölçüde bu kadar kolay ve etkili üretilebildiği. Hatırlayacak olursak final maçının Suudi Arabistan'da oynanmasıyla ilgili tartışmalar başladığında, konu futbol bağlamının ötesine taşmış ve maçın oynanacağı yer ya da buradan elde edilecek gelir tartışma dışında bırakılmıştır. Dünyadaki bütün kulüplerin benzer bir yöntemle finansal sürdürülebilirliklerine katkı sağladığı bu modelin neden Suudi Arabistan'da Türk takımları tarafından işletilemediği hiç kuşkusuz önemli bir soru. Halbuki, iki kulüp Başkanı da Türkiye Futbol Federasyonuna vekalet vermek suretiyle, en iyi teklifi veren Suudi Arabistan'da maçın oynanması yönündeki karara onay vermişlerdi. Buradaki esas soru, ne oldu da maçın iptali söz konusu oldu? DEZENFORMASYON VE KRIZIN ÜRETIMI Tartışmaların başladığı ilk evre ülke tercihi ile ilgili oldu. Farklı ülke tercihlerinin de masada olduğu bu tartışmada, finansal açıdan daha rasyonel görülen Suudi Arabistan'ın seçilmesi, çeşitli eleştirileri de beraberinde getirdi. Kültürel bağlam ve Türkiye'nin ikili ilişkileri üzerinden tartışılan bu tercihin krize evrilmesi ise belirli spekülasyonlar üzerinden mümkün hale geldi. Örneğin maça saatler kala, Suudi yetkililerin İstiklal Marşının okunması ve Türk bayraklarına izin vermediği yönünde asılsız haberler paylaşılması, Türkiye kamuoyunda ciddi bir infiale neden oldu. Söz konusu haberlerin gerçeği yansıtmamasına rağmen, bu denli etkili olabilmesi önemli bir soru işareti. Başka bir önemli soru ise bu tür asılsız haberlerin hangi gerekçe ile ve kimler tarafından ortaya atıldığı.
Buradaki yazımızda anlattığımız gibi, yüksek miktarda gözyaşı salgılamanın (ağlamanın) 3 farklı çeşidi vardır: nemlendirici gözyaşı salgısı, refleks gözyaşı salgısı ve duygusal gözyaşı salgısı. Halk arasında yayılan söz konusu yanlış bilgi, kuşların duygusal gözyaşı dökebildiklerini iddia etmektedir. Bugüne… Seslendiren: Sema Tezel
Şeytan şeytan olmayı mı seçti yoksa halife olarak en üst makamı mı istedi? Onu şeytanlaştıran ne oldu? Şifa sadece sağlıkla mı ilgilidir? Yaradılışta tüm zerreler şifaya vesile olmaya niyet etmiştir. "Gelen ruhların tümüne Rabbimiz şifacılık özelliği yüklemiştir, hangi inanışta olursa olsun bu yazılımı vardır. Buradaki yetişmesi, yaşantısı, inancı nereden besleneceğine karar vermesine sebep olur. " Hal ilmi penceresinden... #synergykendiyas #manevieğitim #şifa #okumak #tevbe Facebook : https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
İsrail'in Gazze'de yeni bir soykırım süreci başlattığı 7 Ekim'den bu yana Türkiye'nin dört bir yanına seyahatlerim daha da yoğunlaştı. Konferanslar, seminerler, özel istişare toplantıları, kitap kritik oturumları, dersler... Bunlara, İstanbul'da zaten rutin bir şekilde devam eden, bazen günde 3-4 ayrı programı bulan yoğunlukları da ilave etmeliyim. Çok farklı sosyal dinamiklere sahip ortamlara birbirine yakın zamanlarda ve sıklıkla girip çıktıkça, hem ülkenin Filistin gündemine hem de insanımızın meseleye yaklaşım tarzına dair çarpıcı gözlemler birikti zihnimde. Bilhassa siyasetçilerin ve karar vericilerin de faydalanabileceği bir “panoramik fotoğraf” olarak, bunları arz etmek istiyorum: Evvela: Türkiye'nin hangi şehri olursa olsun, Filistin duyarlılığı konusunda gözle görülür bir dikkat ve özen var. Hatta bazı salon toplantılarında “90'ların havası”nı ve samimiyetini tattığımı bile söyleyebilirim. Ancak bu durumla eş zamanlı olarak, özellikle sosyal medya üzerinden pompalanan bazı olumsuz propagandalar, Müslüman ailelerin çocuklarına dahi sirayet etmiş durumda. İslâmî ve insanî hassasiyeti yüksek nice ailede, ayrışmalar artık “ideolojik kamplaşma”ya doğru ilerliyor. İçinden geçtiğimiz süreç orta vadede önemli kırılmalara dönüşecek gibi görünüyor. Bundan sonraki sınavlarımızdan biri, gelecek nesillerimizi istikamette tutma kavgası... Gençlere ulaşmak, herkeste ortak kaygı. Ancak bunun hangi yöntemle yapılacağı ve söz konusu ulaşma eyleminde hangi materyallerin / vesilelerin kullanılacağı konusunda zihinler karışık ve biraz da çaresiz. Sadece “Filistinliler topraklarını sattılar ve İsrail kuruldu” iftirasına inanan Müslüman bir genci ikna edecek sağlam deliller bulmak için arşivleri ve akademik tez yığınlarının tozlu sayfalarını eşelemek durumunda kalmamız bile, eksik bıraktığımız noktaları gözler önüne seriyor. Her çevrede, “okuma ve anlama seferberliği” başlatıldığı göze çarpıyor. Buradaki temel problem ise, okunacak sahih metin ve konuşacak / dinlenecek doğru kişi eksikliği. Gençler artık romantizme, hamasete, geleceğe dair ucu-bucağı belirsiz vaatlere veya kimi bağladığı belli olmayan sözlerin ulu-orta verilmesine doymuş durumda. Somut, uygulanabilir, günümüzün gerçekleriyle uyumlu, salonlardan dışarı çıkıp hayata karışıldığında da izlenebilecek yol haritaları... Herkesin peşine düştüğü şey bu. Sosyal medyada yapılan paylaşımlar, verilen tepkiler veya dâhil olunan polemikler, “sözün tesiri”ni doğrudan etkiliyor. İnsanların bakışlarında, “söz-eylem tutarlılığı” konusunda açık beklentiler fark ediliyor. Söylediği gibi yaşamayan, yaşamadığı şeyleri söyleyen, gündemin iğvasına aşırı şekilde angaje olmuş, kendine ait bir gündeme sahip olmak yerine sadece “karşı cenah”la çene yarışına tutuşan kişiler, “kanaat önderi” olarak değil, “sosyal medya ünlüsü” olarak görülüyor. Gerçekten, ciddiyetle ve derinlemesine okuyan gençler, bu ikisi arasındaki farkı hemen fark ediyor. En üzücü olan ise, yorucu tartışmaların ortasında dengede kalmaya çalışan samimi gençlerin hissettiği sahipsizlik... Bu gençlerimize kucak açmak borcumuz var.
Ülkemizde İsrail'i İsrailliler kadar savunanlar var evet. Sayıları az değil hatta görünenden çok çok fazlası olduğunu söyle-yebiliriz. Hatırla-yın, 7 Ekim günü ve sonrasındaki iki hafta boyunca İsrail'e fikren teslim olmuş zihniyet, memleketin gündemine hâkim olmak istiyordu. Hamas'ın Aksa Tufanı baskınları sonrasında “İsrail bunun intikamını çok ağır alacak” diyerek 45 gündür süren vahşetin kapılarını aralayanlar sıraya dizilmişti. “Toprak sattılar” yalanı üzerinde günlerce tepindiler ve merhamet duygularını peşin peşin gömdüler. Yüreği Tel Aviv'de atanların çokluğuna ilk başlarda çok şaşırmıştım. Mesela Fatih Altaylı, Oğuzhan Uğur, Nevşin Mengü, Can Ataklı ve Ümit Özdağ'ın şahsi gayretlerini -kendileri dahil- kimseler inkâr edemez. Bütün temsil ve kamuoyu güçleriyle İsrail'i savundular. İsrail'i savunmak tabii ki suç değildi. “Şimdilik” bir yaptırımı da yok. Ancak müeyyidesi olmayacağının garantisi yok. Hatta tüm dünyadan yükselen tepkilere bakarsak İsrail şimdiden, geniş ve farklı coğrafyalarda vicdanlara mahkûm edilmiş durumda. Sadece İsrail değil, başta Amerika ve Avrupa devletleri, toplumlar üzerinde telafisi mümkün olmayan ağır hasarlar bıraktılar. Vicdanları derinden yaraladılar. Kapanmaz yaralar açtılar. Medeniyet inşa etme iddiasındaydılar, itibarları yerle bir oldu. İmajları dağıldı. Zihinlerde artık bebek katili ülkeler ve liderler olarak kodlandılar. Özellikle de genç kuşaklar, modern dünyaya sıfırdan ve çok farklı bir gözle bakmaya başladılar. Bu vicdan dalgası doğal olarak Türkiye'de de yükseliyor. Lakin büyük oranda mütedeyyin kesimin sergilediği net duruş, toplumun tamamına sirayet etmiş değil. İsrail'i savunan ya da Filistin'i savunmaktan imtina eden, Gazzeli bebekleri görmezden gelen seküler kesimde direniş var. Kim üzerine alınırsa alınsın, ancak daha nereye kadar direnebilirler bilmiyorum? Çok geç kaldılar. İnsanlık sahnesinin perdesi aralanırken, sahne gerisinde kalanlar hesaplarında yanıldılar. İsrail'in gücüne ve Amerika'nın dayatmalarına boyun eğmeleri bir yana daha zelil bir duruş gözleniyor. Soykırıma uğrayan bir halkın sesi olmayı mevcut siyasi görüşleriyle çelişkili bulanlar, Gazze'ye dair iki çift laf etmeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti ile aynı tarafta durmak olarak görüyorlar. İsrail'i eleştirmenin ve bir şekilde karşısında durmanın Hamas'ı desteklemek anlamına geleceğini düşünüyorlar. Buradaki çıkmazları ise dindar, aşırı, yobaz, gerici gördükleri Müslümanlarla aynı cepheye düşmüş olmaktan korkmaları. 1960'larda Filistin davasıyla yakından ilgilenen, Filistin Kurtuluşu Örgütü kamplarında eğitim alan, İsrail'e karşı çatışırken ölen solcular yok artık. Bağımsızlık mücadele-lerinden, kültürel işgale direnişlerden ve temel olarak sahip oldukları anti-emperyalist düşünceden arınıp emperyalizme teslim olmuş bir solculuk inşa edildi. Dahası, pahalı semtlerin, mekanların müdavimi olmuş, lüks yaşam ve marka bağımlısı özgürlüğü kendi yaşam biçimiyle sınırlayan, nihayetinde de CHP ve türevi partilere oy verdiği için kendisini solcu sayanlardan bahsediyorum. Bu kesim az değil. Fazlalar. Aksine ülke kamuoyunu belirleme güçleri ellerinde. Sinema sektörüne, dizi ve reklam piyasasına hükmediyorlar. Sosyal medyayı domine etme ve devasa etkileşim güçleri var.
Geçtiğimiz Salı günü TÜİK, Eylül ayına ilişkin Dış Ticaret İstatistikleri'ni açıkladı. Eylül ayında genel ticaret sistemine göre ihracat %0,5 ve ithalat ise %14,6 azaldı. Bu veriler ışığında Ocak-Eylül döneminde ihracat bir önceki yılın aynı dönemine göre %0,5 azalırken ithalat ise %1,2 artmış oldu. Böylelikle Eylül ayında dış ticaret açığı 5.01 milyar dolar olurken Ocak- Eylül dönemi kümülatif açık da 87,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu rakam bir önceki yılın aynı dönemine göre %4,9'luk bir artışa işaret ediyor. Elbette dış ticaretteki bu gelişmeler istediğimiz bir tabloya işaret etmiyor. Zira Türkiye'nin ihracatını artırırken ithalatını azaltmasını böylelikle kronik problemi olan cari açığının azaltılmasında dış ticaretin olumlu katkısını artırmasını istiyoruz. Ancak böylesi bir durumun gerçekleşmesi için eşanlı olarak bazı şartların oluşmasına ihtiyaç var. Bunlardan ilki dış talep koşullarının iyileşmesi. Bu konu küresel ekonomideki konjonktürel gelişmelere ve ana ihracat pazarlarımızın kendi iç dinamiklerine bağlı. Yani içeride her şeyi doğru kurgulasak bile dış talep olmayınca ihracatı artırmak mümkün olmayabilir. Örneğin ana ihracat pazarımız olan Euro Bölgesi 2023'ün 3. çeyreğinde beklentilerin aksine bir şekilde daraldı. Avrupa İstatistik Ofisi Eurostat'ın verilerine göre bölge ekonomisi Temmuz-Eylül döneminde bir önceki çeyreğe kıyasla %0,1 küçüldü. Dahası en çok ihracat yaptığımız ülke olan Almanya ekonomisi şu an teknik olarak resesyonda. İkinci şart ise rekabetçi olabilmek. Bu konuda ihracatçıların beklentisi kurun enflasyon kadar artması. Oysa bunun yerine ürün bazında rekabetçi olma meselesi enine boyuna değerlendirilmeli. Çünkü Merkez Bankası'nın son çalışmalarından bir tanesi şu gerçeğe işaret ediyor: Reel döviz kuru hareketlerinin ihracat hacmi üzerindeki etkisi görece olarak oldukça sınırlı. Son olarak en önemli konu ise iç talebe yönelik ithalatın azaltılması. Buradaki en önemli adımın diğer pek çok ülkenin yaptığı gibi korumacı politikalar olduğu aşikar. Eğer iç talebe yönelik ithalat para politikaları ile azalmıyor ise ithalatı azaltacak regülasyonlar için maliye politikalarının daha etkili bir şekilde devreye girmesi elzem. Peki imalat sanayii ihracat meselesinin neresinde? TÜİK verilerine göre imalat sanayiinin toplam ihracattaki payı %94- 95 seviyelerinde gerçekleşiyor. Yani imalat sanayii ihracatın ana aktörü. Zaten yine TCMB'nin bulgularına göre ihracattaki kalıcı ve sürdürülebilir kazanımların temelinde katma değeri yüksek ve teknolojik ürünlerin olması gerekiyor. Yani imalat sanayii ihracat konusunda sadece veri açısından değil aynı zamanda stratejik olarak büyük öneme sahip.
Söylenmesi Şerî'âtta câiz olmayan her sözü zarûretsiz olarak dinlemek kulak âfetlerindendir. Nitekim dil afetlerinden olan gıybet, iftirâ, yalan, alay etmek gibi şeylerle malâyani (boş işler) kabilinden olan, âhirete ve dünyaya yarar, ahlâk ve iyilikle alâkalı tarafı olmayan hikâye, kıssa ve sözleri söylemek harâm olduğu gibi, dinlemek de harâmdır. Bunun delîli şu âyet-i kerîmedir: “Muhakkak ki işitmeden, görmeden ve kalbden, bunların hepsinden sual sorulacaktır.” (İsra s. 36) Koğuculuk (söz taşımak), gıybet, iftirâ gibi yasak sözleri, zarûret olmadığı hâlde dinleyen kimse, o günâhı işleyenle birlikte günâhkâr olur. Zîrâ Resûlullâh (s.a.v.) gıybeti, söylemeyi de dinlemeyi de yasaklamıştır. Resûlullâh (s.a.v.) bir hadîsinde şöyle buyuruyor: “Zaruretsiz çalgı dinlemek ma'siyet, o mecliste bulunmak fısk ve ondan lezzetlenmek küfürdür.” Buradaki küfür, Şerîat'ta Allâh (c.c.)'a veyâ açık bir emrini red ve inkâr mânasında küfür olmayıp örtü mânasınadır ki böyle bir meclisten duyulan lezzet, alınan ilâhî ilhâm zevklerini ve manevî lezzetleri örter demektir. Böyle bir zevk de elbette ki kalbi kurutur, sertleştirir ve katılaştırır. Dinlenmesi harâm olan bir ses, istenmeyerek kulağa gelse, bu bir işitmedir; dinleme değildir. Fakat işitilen şeye uyarak kulak verip dinlerse o dinleme harâmdır. Tekrar işitmemek için de çaresine bakmak vâcibtir. Hattâ Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in, böyle bir vak'ada mübârek parmaklarını kulaklarına tıkadıkları rivâyet olunmuştur. Başkalarının birbirine gizlice söyledikleri ve yayılmasını çirkin saydıkları sözlerini, bir kimsenin herhangi bir şekilde gizlice dinlemesi de harâmdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki: “Her kim bir kavmin dinlenmesini çirkin saydıkları sözlerini dinlerse, kıyâmet gününde o dinleyenin kulaklarına kurşun akıtılır.” Eğer bu dinlemede, bir fesâdı def etme, bir zarârdan sakınma veyâ bir nasîhat maksadı varsa böyle olan dinleme câizdir. (A. Kemaleddin Üstün, Elli Dört Farz Şerhi, s.341-343)
Sunucu: Cansu Çamlıbel | Konuk: Yıldız Yazıcıoğlu Özgür Sohbetler'in 39. bölümünde gazeteci Cansu Çamlıbel, meslektaşı Yıldız Yazıcıoğlu ile Milliyetçi Hareket Partisi'nin kendisini hedef göstermesinden hareketle ülkedeki bağımsız gazetecilik alanının giderek daha çok bastırılmasını konuştu. Yazıcıoğlu, 24 Ocak 2023 tarihinde MHP'nin grup toplantısının ardından suikasta uğrayan eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş hakkında bir soru sormak isteyince MHP lideri Devlet Bahçeli “Hadi işine bak” şeklinde yanıt verdi. Ardından Yazıcıoğlu uzaklaşmaya çalışırken MHP vekilleri tarafından itildi. Yazıcıoğlu, gazetecilerin mesleki ve toplumsal sorumluluğunun siyasetçilere soru sormak olduğunun altını çizerken olayın yaşandığı dönemde bunun üzerinde durmamasını şu sözlerle anlattı: “O günlerde ben sadece bir kez açıklamada bulundum, buradaki gerekçe korku veya çekince değildi. Buradaki gerekçe gazetecilerin haber öznesi olmaması gerektiğinden hareketle duyduğum ilkesel bir yaklaşımdı.” Sohbette değinilen konu başlıklarından bazıları şöyle: Yıldız Yazıcıoğlu'nun gazetecilik faaliyetini sürdürürken 24 Ocak 2023 tarihinde MHP tarafından engellenmesi, Hedef gösterme olaylarında cinsiyetin etkisi, Türkiye'de daralan bağımsız medya alanının siyasi aktörler tarafından hedef alınması, Türkiye'de basın kartlarının iktidar tarafından veriliyor olmasının getirdiği zorluklar. Bu kayıt, Avrupa Birliğinin (AB) maddi desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.
Metroda yolculuk eden bir kadın, yanındakine şöyle söyledi: “Ev temizlendi, pırıl pırıl oldu, sinekler ortadan kayboldu.” Böyledir kural. Sinektir, böcektir -bütün haşarat takımı diyebiliriz- temizlikten hoşlanmaz. Ev temizse, korkmuş gibi kaçıp uzaklaşırlar. Nerede b.k püsürük varsa oraya giderler. Onlar gıdasını pislikten alır. Tertemiz bir evde ne bulacak da üstüne çökecek? Buradaki evi büyütelim. Fikren; üstüne kat çıkarak değil, başka türlü. Ev yerine ülke gelsin. Durum aynıdır. Ülke temiz olursa, pisliklerden arınırsa, zarar verici haşarat yaklaşamaz. Var olan da kaçar. Yahut siner, etkisizleşir. Başını bile çıkaramaz bulunduğu yerden. Örneği çok. Binlerce, on binlerce. TERSİ KÖTÜ Haber: “Fransızlar Cezayir'den kopamıyor.” Yorum: Öyledir, zordur kopmaları. Bunca sene üstüne çökmüş, yalnız Cezayir'i değil Afrika'nın pek çok ülkesini sömürmüş. Nasıl kolay kopsun? Tersi olursa kötü. Cezayirliler Fransa'dan kopmakta zorlanırsa. KİM HAKLI? Ekabirden bir zât bazı hizmetçileriyle bir gün oturup satranç oynamaktalar iken bir taşın hareketinde ihtilaf zuhur eder. Esasen haksız olan hâne sahibi seyredenlere hitaben: “Yahu siz de seyrediyordunuz. Kim haklı ve kim haksızdır, söyleyiniz” der ise de kimse ses çıkarmaz. Tam o sırada zariflerden bir Bektâşî Babası odaya girer ve “Paşam, siz haksızsınız” der. Paşa hayretle: “Baba Efendi, siz henüz geliyorsunuz. Bir şey görmediniz. Benim haksız olduğumu nasıl bildiniz?” demekle Baba: “Eğer siz haklı olsa idiniz bu kadar cemaat sualinize karşı sükût etmezlerdi. Onların sükûtlarından anladım ki siz haksızsınız” diyerek güzel bir tenkide yol bulur. (İsmail Toprak'ın Büyüyen Ay'dan çıkan Bektâşî Hikâyeleri isimli eserinden.) NE SÖZLER VAR MEMLEKETTE Serdar Ertan, Çorak Topraklar filmi ilhamıyla Aksaray, Ağaceket Köyünden bir söz aktardı: “Bir sandık mermin olacayın, herkesi furacayın. Emme kimnen gonuşacayın?” Harput ağzından bir örnek Şâdi Çarsancaklı'dan: “Üsküre ayakçaktan gıdırlandı, gitti kortiğe düştü.” Ne demek? Şu demek: Büyük kâse (veya metal kap) merdivenden yuvarlandı, gidip çukura düştü.” Orhan Karagöl de uyuşuk, ağır, tembel insanlar için bir söz teklif ediyor: “Başını kaşıyana kadar saçı ağarır.” Bu da bizim köyden: “İşte böyle, hâlini bilene söyle.” İNSAN İNSANI ANLAR MI? Attila İlhan'dan bir mısra: “Olmayacak şey bin insanın bir insanı anlaması.” Anlıyorum diyen, söylediği yalanın -veya yanlışın diyelim- farkında bile değil çoğu zaman.
Önceki yazımda Rami Kütüphanesi'nde, Yazma Eserler Kurumu'na ait Mushaf sergisinden söz ederek, buradaki Mushafların tertip ve tezhip cihetinden bir karşılaştırma yapma imkanı sunduğunu söylemiştim. Sergide kendi adlarıyla devlet kurmuş birçok Müslüman kavmin Mushaf örnekleri yer almakla birlikte, asıl iki ana hat öne çıkarılmış: Osmanlı ve Safavi! Osmanlı ile Safavi'nin kuruluşları arasında yaklaşık yüz yıl, yıkılışları arasında ise yaklaşık iki yüz yıl var. Her ikisi de Türk devletidir ama Safavi halkı daha çok Fars tanımlı ve Osmanlı İslamlığı da Arap olmaktan çok Fars etkili bir İslamlıktır. Başka bir ilginçlik ise Arap fatihler üzerindeki etkisine rağmen, Farsların batı ufkunun Türklerle sınırlanmış olmasıdır. Bu husus mevcut devletler düzeyinde hâlâ yoğun bir şekilde sürmekte olan Fars ve Türk çatışmasının sebebi olduğu gibi, kültür ve sanat düzeyindeki kesintisiz rekabetlerinin de sebebidir. Gerçi iki çağdaştan Safavi Şah İsmail'in (Hatâyî) divanını Türkçe, Osmanlı Yavuz Selim'in (Selîmî) ise divanını Farsça olarak yazması bilenlerini tebessüm ettiren bir paradoks olarak orta yerde duruyor olsa da, bu ilgili çatışmanın ve rekabetin şiddetini azaltacak, sürekliliğini sekteye uğratacak bir etkiye sahip değildir. Osmanlı ve Safavi Mushaflarındaki süslemelerin (tezyinatın) tam da batı ufkunun iki kavim nezdindeki kapalılığa ve açıklığa delalet etmesi tespit edebildiğimiz ilk şeydir. Buradaki batı ufkundan kastımızı, fetih fikri ve uygulamasındaki ideale ve dolayısıyla milli bir sürekliliğe hamlederek, batı kelimesini büyük B ile yazma şeklinde ifade edebiliriz. Buna göre Batı, dünden bugüne ve yarına Türkler için nasıl bir fetih azmi oluşturuyorsa, Farslar için de gerçek bir ufuksuzluğun adı olmaktadır. Ki bunun siyasi planda –burada dile getirmemizin mümkün olmadığı– çok sayıdaki deliline zaten sahibiz. Sanat planındaki bir deliline ise söz konusu sergideki Mushaflar üzerinden işaret edebiliriz. İlk bakışta spekülatif gibi görünse de Müslüman sanatlarının kavmi gelişimleri ve etkileşimleri esasından baktığımızda yadsınamaz bir gerçekliğe isnat eden bu delil, önce - Mushaflardaki süsleme cihetinden doluluk ve boşlukla kendisini ele vermektedir. Öyle ki cüz, hizip, vakfe, ayet durağı, secde ve aşer gülleri, sure başı, beyne's-sütûr, zahriye, serlevha, cetvel, dış pervaz, kenar suyu, boş sayfa, ketebe... ve diğer tezhibe konu olan unsurların Osmanlı Mushaflarında planlanarak uygulanmış bir boşlukla beraber var olduklarını, Safavi'de ise bu unsurların boşluğu ortadan kaldıran bir dolulukla işlendiklerini görürüz.
Bu masallar yapay zekaya yazdırılıp seslendirilmiştir. Siz de ücretsiz olarak bir çocuğa özel masal yazdırın: https://s.cagrisarigoz.com/masal Masal Adı: Defne ve Demir’in Paylaşma Bahçesi Bölüm 1: Defne’nin Bahçesi Bir küçük köyde, güzeller güzeli bir kız yaşarmış adı da Defne imiş. Defne, annesi ve babası ile yaşarmış. Köydeki herkes Defne’nin çok güzel ve tatlı bir kız olduğunu düşünürmüş. Defne’nin en sevdiği yer ise evlerinin arkasındaki büyük bahçe imiş. Bu bahçede renk renk çiçekler, meyve ağaçları ve sevimli hayvanlarla doluymuş. Bir gün Defne, bahçeye gidip yeni bir oyun oynamak istemiş. Bahçeye çıktığında güneş parlıyor, kuşlar şakıyor, kelebekler çiçeklerin etrafında dans ediyormuş. Defne, bahçede dolaşırken sevimli bir kediyle karşılaşmış. Kedinin adı Demir’miş. Demir, Defne’nin en yakın arkadaşı ve bahçedeki maceralarında ona eşlik eden küçük kahramanı imiş. Bölüm 2: Paylaşma Bahçesinin Keşfi Defne ve Demir, bahçenin bir köşesinde daha önce hiç gitmedikleri gizemli bir yere rastlarlar. Orada, yemyeşil bir çit ve içinde parlak renkli çiçeklerle dolu bir bahçe bulunur. Bu gizemli bahçenin adı “Paylaşma Bahçesi” imiş. Bahçenin girişinde bir tabela varmış: “Buradaki her şeyi paylaşarak, mutluluğu ve dostluğu bulacaksınız.” Defne ve Demir, bahçeye girip etrafı merakla keşfetmeye başlarlar. Bahçede, onları şaşırtacak bir şey fark ederler: her çiçeğin yanında başka hayvanlar ve çocuklar da varmış. Bir çiçeğin yanında bir tavşan diğer çiçekte bir sincap bulunur. Defne ve Demir, bu güzel bahçede herkesin paylaşarak, mutlu bir şekilde yaşadığını anlarlar. Bölüm 3: Paylaşmanın Önemi Defne ve Demir, bahçede dolaşırken, her çocuğun ve hayvanın paylaştığı meyveler ve çiçeklerle nasıl mutlu olduğunu gözlemlemeye başlarlar. Bahçedeki herkes neşe içindeydiler ve kimse kıskançlık, hüzün ya da öfke duymuyormuş. Defne ve Demir, Paylaşma Bahçesi’nde dolaşırken bir çocuğun başka bir çocuğun oyuncağıyla oynamak istediğini görürler. Çocuklar başlarda biraz düşünüp sonra oyuncağı paylaşmaya karar verirler. İkisi de oyun oynamaktan büyük keyif alır ve aralarındaki bağ güçlenir. Defne ve Demir, bu güzel bahçe sayesinde paylaşmanın öneminin farkına varırlar. Paylaşarak, hem kendilerinin hem de başkalarının mutlu olduğunu görmüşlerdir. Sonuç olarak, Defne ve Demir, Paylaşma Bahçesi’nden ayrılırken orada yaşadıkları güzel anıları ve paylaşmanın önemini öğrenmişlerdir. Artık, hem kendi bahçelerinde hem de köydeki diğer arkadaşlarıyla daha fazla paylaşıp, mutluluk ve neşeyi beraber yaşamaya karar verirler. Defne ve Demir, bu masal sayesinde tüm çocuklara paylaşmanın önemini ve dostluğun güzelliklerini öğretiyorlar. Ve “Paylaşma Bahçesi” adlı bu güzel yer, Defne’nin evinin bahçesinde, tüm çocuklara ve hayvanlara açık olarak yaşamaya devam ediyor.
Bu kaydımızda; on bin aboneye ulaşmamız hasebiyle, Ümmet-i Muhammed'e hayırlara vesile olması için yaptığımız ilk canlı yayınımızın ayrıntılarını dinliyoruz. “Biz” kimiz? Bu yayınları neden yapıyoruz? “Allah'u Teâlâ'nın rızasını kazanmaya çalışırken, hatayı en aza indirmeye çalışıyoruz” lafzının açılımı. “İnançlı ya da inançsız her kul, Rabbimizin değer verdiği kullardır” lafzının açılımı. Dünyaya neden geldik? Müslümanların teknolojiyle ilişkisi nasıl olmalıdır? Buradaki yaşantımız, mahşerdeki hesabımıza nasıl yön verecek? Müslüman kardeşlerimizin, birbirleri için verdikleri “reddiyeler” için ne düşünüyoruz? Kimin doğru, kimin yalan söylediğini nasıl anlayabiliriz? “İman, kalbin teslimiyetidir” lafzının açılımı. Bedenin yaşaması için neler gereklidir? “Ruh” neden canlılığını yitirir? Bazı insanlar neden sürekli uyur? “Ruhun zayıflaması” nasıl gerçekleşir? Ruhsal bunalımlar (depresyon vb.) nasıl oluşur? “Ruhun gıdası” nedir? Müzik, ruhun gıdası mıdır? “Namaz, ruhun kapılarını açar” lafzının açılımı. “Namaz kılmak” neden bu kadar önemlidir? Yaptığımız hayır hasenatları nasıl sıfırlıyoruz? “Zalime hoşgörüde bulunursan, mazlumun da hakkına girersiniz” lafzının açılımı. “Vatan sevgisi, imandandır” lafzının açılımı. “Tek devlet projesi” gerçekleşecek mi? “Deprem bölgesine yapılan yardımlar” İstanbul'un kaderini nasıl değiştirdi? “Kul” ne demektir? “Bizler, duamız kadarız” lafzının açılımı. Bizler, ahir zaman ümmeti miyiz? “Ahir zaman velileri, cübbesini ve sarığını nehre bırakırmış” lafzının açılımı. Mehdi Aleyhisselam'ın ordusunda kimler yer alacak? “İmkânsız” diye bir şey var mı? Eyüp Sultan hazretlerinin önünde neyin sözünü verdik? “Bu ilimde, paranın rızası olmaz” lafzının açılımı. “Alma verme dengesi” gerçekten var mı? Yapılan manevi tedavilerden para alıyor muyuz? “Rahmani olmayan tedavi yolları” nasıl anlaşılabilir? İmamların, para karşılığında namaz kıldırmaları doğru mu? Neden “tövbe namazı, şükür namazı” kılınmasını tavsiye ediyoruz? “İstihare” nasıl yapılır? Zikir çekerek uyursak ne olur? Gördüğümüz istihareyi nasıl yorumlayabiliriz? Ruhumuzu nasıl güçlendirebiliriz? Nefsimizi nasıl küçültebiliriz? “Rabbim; kuluna, kulunun eliyle ulaşır” lafzının açılımı. “Metafizik özellikler” kimlere verilir? İnsan olarak doğmayı biz mi istedik? “Manevi hat, şeytani hat” nedir? “Manevi ordular, şeytani ordular” kimlerden oluşur? Manevi algımızı nasıl geliştirebiliriz? Nefsimizi görebilir miyiz? “Nefis” hangi kılıklara bürünebilir? “Nefis” ölümle nasıl yüzleşir? Başka gezegenlerde hayat var mı? “Manevi ordular” Çanakkale Savaşına nasıl müdahale etti. Metafizik saldırıları gözlerimizle görebilir miyiz? “Metafizik saldırılar” kimler tarafından gerçekleştiriliyor? Şeytanlar, Melekler ve evliyalarla nasıl savaşabiliyor? İfritlerin bedeni var mı? “Metafizik alemi” kimler görebilir? Deprem zamanında, hangi metafizik saldırılara maruz kaldık? “Dua, şeytanın frekansını kırıyor” lafzının açılımı. Manevi ordulara nasıl katılabiliriz? “Her Müslüman'ın her inananın metafizik özelliği vardır” lafzının açılımı. “Allah'u Teâlâ'dan talep etmek, dua etmek” neden bu kadar önemlidir? Ruhumuz, uyuduğumuzda nereye gidiyor? “Niyet etmek” neden bu kadar önemlidir? Kur'an'ı Kerim'i nasıl okumalıyız? Türkçe namaz kılınabilir mi? “Astral seyahat” ve “Tayyi Mekân” arasında nasıl bir ilişki vardır? “Cinni, ifrit” yerine, neden “elementer” kelimesi kullanılıyor? Manevi hattımızı nasıl açabiliriz? Algıladıklarımızın Rahmani mi şeytani mi olduğunu nasıl anlarız? #synergykendiyas #canlıyayın #maneviyat Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
Bu masallar yapay zekaya yazdırılıp seslendirilmiştir. Siz de ücretsiz olarak bir çocuğa özel masal yazdırın: https://s.cagrisarigoz.com/masal Bölüm 1: Uzay Macerasına Başlangıç Bir varmış, bir yokmuş. Uzak bir galakside, Nova adında küçük ve şirin bir kız çocuğu yaşarmış. Nova’nın en sevdiği şey, uzayın derinliklerini araştırmak ve yeni gezegenler keşfetmekmiş. Bir gün, Nehir adında tatlı bir uzaylı dostuyla tanışmış. Nehir, Nova’ya uzay maceralarında eşlik etmeye karar vermiş ve beraber büyük bir maceraya atılmışlar. Yola çıkmadan önce, Nova ve Nehir yanlarına Tete ve Bacanak adlı iki yardımcı robot almayı unutmadılar. Tete ve Bacanak, her türlü zorluk karşısında Nova ve Nehir’e yardımcı olmak için tasarlanmıştılar. Bu ekip, uzayın derinliklerinde farklı dünyalar keşfederken hem eğlenecek, hem de paylaşımcılık duygusunu öğreneceklerdi. Bölüm 2: Kaybolan Uzay Gemisi Uzay gemileriyle yola çıkan Nova, Nehir, Tete ve Bacanak, yeni gezegenler keşfederken yolculuğun keyfini çıkartıyorlardı. Bir gün, hiç bilmedikleri bir yıldızın etrafında dolaşırken, birden büyük bir kara deliğe yakalandılar. Uzay gemileri, kara deliğin güçlü çekim alanından çıkamayarak sürüklenmeye başladı. Nova ve arkadaşları, gemilerinin kontrolünü kaybedip, uzayın başka bir köşesinde kayboldular. Kaybolduktan sonra, Nova ve arkadaşları panik içinde ne yapacaklarını bilmezlerken, Tete ve Bacanak bir çözüm önermişler. Tete, “Eğer, bize yardımcı olabilecek bir gezegen bulabilirsek, oraya gidip yardım isteyebiliriz.” demiş. Bacanak da, “Evet, belki kaybolduğumuz yere geri dönmek için bize yardımcı olurlar.” demiş. Nova ve Nehir, Tete ve Bacanak’ın fikrine sıcak bakmışlar ve hemen yakındaki gezegenleri araştırmaya başlamışlar. Uzun süre araştırdıktan sonra, koca bir gezegen bulmuşlar. Bu gezegenin adı “Paylaşım Gezegeni”ymiş ve burada yaşayan canlılar kendilerine yardımcı olabileceklerini düşünmüşler. Bölüm 3: Paylaşım Gezegeni’nde Yardım Eli Nova ve arkadaşları, Paylaşım Gezegeni’ne doğru heyecan içinde yol alıyorlardı. Bu gezegenin üzerinde, her türlü canlının bir arada yaşayabildiği harikulade bir dünya bulunuyordu. Buradaki canlılar, her türlü zorluk karşısında birbirlerine yardım etmeyi ve paylaşmayı çok iyi biliyorlardı. Gezegene ulaştıklarında, Nova ve Nehir burada yaşayan canlılardan yardım istemişler. Onlara, nasıl kaybolduklarını ve nasıl geri dönebileceklerini anlatmışlar. Paylaşım Gezegeni’nin sakinleri, hemen Nova ve arkadaşlarına yardımcı olmak istemişler ve onlara kayboldukları yere nasıl geri döneceklerini göstermişler. Bu arada, Nova ve Nehir Paylaşım Gezegeni’ndeki canlıların nasıl birbirlerine yardımcı olduklarını ve paylaşımcı olduklarını gördüler. Bu durum, onların da paylaşımcı olmalarını sağlamış ve yeni dostluklar edinmelerine yardımcı olmuştu. Sonunda, kayboldukları yere geri dönebilmeyi başaran Nova, Nehir, Tete ve Bacanak büyük bir sevinç yaşamışlar. Uzayın derinliklerinde yaşadıkları bu macera sayesinde, paylaşmanın önemini kavramışlar ve bu değerli bilgiyi başkalarıyla da paylaşmayı hedeflemişlerdir. Bundan sonra, uzay maceralarında paylaşmayı ve yardımlaşmayı unutmayarak, daha da güçlü dostluklar kurmuşlardır. Ve masal burada biter. Nova, Nehir, Tete ve Bacanak’ın yaşadığı bu macera, bize paylaşmanın ve yardımlaşmanın ne kadar önemli olduğunu öğretti. Umarım biz de, hayatımızın her anında bu değerli dersi unutmaz ve sevdiklerimizle her şeyi paylaşırız. İyi geceler çocuklar, tatlı rüyalar.
Hemoptizi, kısaca kanın solunum yollarından dışarı atılması şeklinde tanımlanır. Kanama trakea, bronşlar veya akciğer parankimi dahil olmak üzere solunum yollarının herhangi bir yerinden kaynaklanabilir. Hemoptizi 24 saat içinde 400 mililitreden fazla veya tek seferde 150-200 mililitre kan öksürdüğünde masif olarak sınıflandırılır. Masif hemoptiziden daha az kan ekspektorasyonu ise masif olmayan hemoptizi olarak tanımlanır. Ancak balgamdan atılan kanın miktarını ölçmek veya tahmin etmek genellikle acil servis koşullarında mümkün olmayabilir. Bu nedenle masif hemoptiziyi ciddi hipotansiyon veya havayolu obstrüksiyonuna bağlı solunum yetmezliği gibi önemli klinik sonuçlara neden olan herhangi bir hemoptizi derecesi olarak da tanımlayabiliriz. Masif hemoptizinin önemi ise %9-38 arasında ciddi anlamda mortalite riski taşımasıdır. Hemoptizinin Fizyolojisi ve Etiyolojisi Hemoptizinin fizyolojisine gelecek olursak akciğer hem pulmoner arterlerden hem de bronşiyal arterlerden beslenir. Pulmoner arterlerin orijini sağ atriumdur ve alveollere gider. Bronşiyal arterler ise aorttan çıkar ve bronşiyal ağaç, hilum ve plevra gibi akciğerin destekleyici yapılarını besler. Hemoptizi vakalarının yaklaşık %90'ı bronşiyal dolaşımdan yaklaşık %5'i ise pulmoner dolaşımdan kaynaklanır. Diğer nedenler sistemik kanamaya bağlıdır. Etiyolojide; enfeksiyonlar, vasküler tutulumlar, pulmonorenal sendromlar, bronşit, bronşektazi, tüberküloz, maligniteler, pulmoner ödem, pulmoner emboli, travma, yabancı cisim aspirasyonu, kanama bozuklukları, antikoagülan kullanımı yer almaktadır. Hemoptizi Yönetimi Hemoptizi yönetimi kanamanın ciddiyetine ve altta yatan etiyolojiye göre değişir. Hemoptizi ile başvuran hastalar; nefes darlığı, hipoksemi, takipne, taşikardi ve hipotansiyon dahil olmak üzere hemodinamik instabilite ve solunum sıkıntısı belirtileri açısından değerlendirilmelidir. Hasta stabil ve masif olmayan hemoptizi yaşıyor ise hastane yatışına gerek duyulmadan ayakta tedavi bazında değerlendirilebilirler. Masif hemoptizili hastalar hava yolundaki kan nedeniyle boğulma riski altındadır ve mümkün olduğunca erken tedavi edilmelidir. Masif hemoptizide tedavinin acil hedefleri; kanamayan akciğeri korumak, kanayan yeri belirlemek ve kanamayı kontrol etmektir. Eğer tek bir akciğer kanıyorsa hastaya kanayan akciğer aşağıda kalacak şekilde yatış pozisyonu verilmelidir. Buradaki amaç kanamayan akciğere kanın gitmesini engellemektir. Entübasyon gerekliyse kanamayan akciğeri koruyacak ve fleksibl bronkoskopların endotrakeal tüpten geçişine imkan verecek şekilde yapılmalıdır. Göğüs röntgeni ve Pulmoner BT anjiografi radyolojik görüntüleme yöntemleri arasındadır. Bronkoskopi kanamanın kaynağını bulmak ve kanamayı yönetmek için yararlıdır. Bronkoskopi pıhtıların çıkarılmasına, bronşiyal blokerlerin yerleştirilmesine ve ilaçların (soğuk salin, epinefrin veya norepinefrin gibi) doğrudan uygulanmasına izin verir. Elektrokoter, lazer tedavisi ve argon plazma pıhtılaşması gibi lokal termoablatif tedavilerin uygulanmasına da izin verebilir. Hemostaz sağlandıktan sonra masif hemoptizili hastalar daha sonra kesin tedavi almalıdır ve bu çoğu zaman bronşiyal arter embolizasyonu ile sağlanır. Cerrahi artık ilk sırada tedavi olmasa da kanaması diğer tedavilerle kontrol edilemeyen hastalar, iyatrojenik pulmoner arter rüptürü veya kompleks arteriyovenöz malformasyonlarla gibi durumlarda birinci basamak müdahale olarak kabul edilebilir. Hemoptizide Nebülize Traneksamik Asit (TxA) Size bu yazıda bahsetmek istediğim asıl konuya gelecek olursak... Hemoptizinin spesifik bir medikal tedavisi yoktur. Destek tedavi ön plandadır. Medikal tedavide genellikle traneksamik asit intravenöz veya oral yolla kullanılır. Traneksamik asit, plazminojen üzerindeki lizin bağlama bölgelerini bloke eden ve böylece fibrinolizi inhibe eden bir lizin türevidir. Son zamanlarda hemoptizide kullanılan nebülize traneksamik asite baktığımızda,
Hacı Bayram Veli Hz ziyarete geldik. Buradaki manevi istişareyi sizlere sunuyoruz. Daha önce talebesine ilettiği tavsiyeleri de dikkatinize sunuyoruz. “Kimin benimle dargınlığı varsa, bir an önce barışsın” “Kimin üstünde bir emanet varsa emaneti sahibine ulaştırsın” “Yaşamınızda adalet terazinizi sıkça gözden geçirin” “ Kul hakların riayetini en üst perdeden yaşayın” “Dualarınızda sıkça, Rabbim'den ilim talep edin” İlim talep etmek farzdır. Allah'a emanet olun, kalın sağlıcakla. #synergykendiyas #toplantı #manevitoplantı Facebook: https://www.facebook.com/SynergyKendiyas İnstagram: https://instagram.com/synergykendiyas Youtube: https://www.youtube.com/channel/UC_xe-4OhrGjeQkX9dWA96fQ TikTok: https://www.tiktok.com/@synergykendys Yaay: https://yaay.com.tr/SynergyKendiyas Twitter: https://twitter.com/SynergyKendiyas?t=rF3t1yDh7eLgUg_Djh5khQ&s=0
Aşk hiç biter mi? Bu konu cevabını arıyorum bu aralar. Anda, eşyalarda saklı kalıyor sanırım. Evde dev bir boşluğa düşmüşken yoga yapmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Bu sayede yep yeni bir evren giriş yaptım. Rahim sadece hamilelikle özedileştirmemiz ne kadar ilginç öyle değil mi? Bu da ataerki kültürün dayatmasıyla öğrendiğimiz dev bilgi çöplüğünden biri. Oysa rahim sadece çocuk doğurma değil aynı zamanda hayallerimizin, projelerimizin, işlerimizin, ilişkilerimizin tohumlarını ektiğimiz alanmış. Bunu hiç düşünmemiştim. Sanki büyü gibi bişey bu. Aynı zamanda sezgilerin ve duyguların merkezi. Sonrasında daha ilginç bir şey dedi. Rahim erkek ruhunun da mağarasıdır Hoş ilkel insanların rahmi mağaraya benzettiği ve testere dişili rahimle kastere olama korkusundan pek çok erkeğin erken boşalma sorunu yaşadığı bilgisini yıllar önce bir yerlerede okumuştum. Ama sanırım sonrada öğrendiğim gibi unutmuşum. Bu mağara bilinci, asırlar boyu erkekler için hem gerçek ve hem de simgesel olarak ana rahmini simgelediği bilgisi de büyüledi. Sonrasında duyduklarım daha da ilginçti. Birlikte olduğumuz her erkek ve onlarla yaşadığımız deneyimler onlar gittiğinde gaz ve toz buluttuna dönüşmüyormuş. Bedenimizin gizili köşeleri özelliklede rahmimizde depolanıyormuş. Çünkü cinsellik aynı zamanda ruhsal şekilde bir olma hali. Bu duyduğumda buraya kadar ben artık iflah olam deyi verdim. Artık ne kadar ürktüysem yüksek sesle söylemişim. Bunun üzerine herkezin kahkahalarla güldüğünü tahmin etmiştir diye düşünüyorum. Utanayım mı güleyim bilemediğim bir andı o an. BUnun üzerine hoca Kadın bedeninin mucizesi işte bu noktada yatar. Kadın her ay döngüsüyle ruhsal anlamda biriktirdiği bu izleri, bedeninden atabilme gücüne sahiptir. Aynı zamanda yapmış olduğun bedensel ve ruhsal ritüeller yoluyla arına bilirsin dediğinde rahatladım. Ama tek rahatlayanım ben olmadığını sanıyorum. Az önce kahkaha atan grup da en az benim kadar rahatlammış görünüyordu. Tabii rahmin enerjisini baskılayan tek şey bu değilmiş bedenimize dair utandığım her deneyim, çekiştirdiğim eteğim, sakladığım göğsüm yani bedenime dair her şey bu enerjiyi baskılıyormuş. Aynı zamanda elalem ne der diyerek özdeğerime kendime saygımı baltaladığım her anda kadınlığıma zarar veriyormuşum. Buradaki kadim öğretiler ve ritüellerin bilgisi beni ikna etmemiş olamakı ki bu durumun bilimsel bir destek aradım Science News dergisinde Neurobilimci Laura Sanders imdadıma yetişti. Kendisi kadın rahminin hafızayla bağlantısı olduğu üstüne bir çalışması varmış. Yumurtalıklar tarafından salınan hormonların beyni etkileyebileceği bilgisiyle yetmeyen Sanders yaptığı bir dizi bilimsel çalışma sonucunda rahimden beyne giden sinyallerin aynı anda birden fazla bilgiyi hatırlamayı sağladığını bulmuş. Bu çalışma sayesinde bilim dünyası da rahmin hafıza gücünü ikna olmuş.
Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyet-i kerîme öğrenip de sonra unutmak günâhların en büyüğüdür. Enes (r.a.) rivâyetiyle gelen hadîs-i şerîfte: “Ümmetimin günâhları bana arz olundu. Bunların içinde bir âyet veya sûreyi öğrendikten sonra unutmak kadar büyük günâh görmedim” buyuruldu. Gunye'de bildirildiğine göre, buradaki unutmak, Mushaf'tan okuyamayacak derecede unutmaktır. Denildi ki, insan Kur'ân-ı Kerîm'den bir şeyi ancak, onun için cinâyet olan bir günâh sebebi ile unutur. Çünkü bu unutma musîbetlerdendir. Musîbet de insana kendisinin işlediği günâh sebebi ile gelir. İslâm'ın sünnetlerinden biri de, mü'minin evinde Kur'ân-ı Kerîm'den mümkün olduğu kadar okuyarak evinin nasîbini vermesidir. Hadîs-i şerîfte: “Müslüman evlerinde Arş'a kadar uzanan kandiller vardır. Yedi kat göklerde ve yerlerde olan mukârreb melekler onları tanır ve bu nur, içinde Kur'ân-ı Kerîm okunan mü'min evleridir derler” buyuruldu. Ebû Hüreyre (r.a.) buyurdu ki: “İçinde Kitâbullah okunan ev, ehline geniş olur. Hayrı çok olur. Melekler girer, şeytânlar çıkar. Aksine, Kur'ân-ı Kerîm okunmayan evler, ehline dar olur. Hayrı az olur. Melekler çıkar, şeytânlar o evde hazır olur.” Her gün beş âyet-i kerîme hıfz etmek de ehl-i islâmın sünnetindendir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm de beşer beşer indirilmiştir. Kırk gecede Kur'ân-ı Kerîm'i hatmetmek müstehâbdır. Buradaki geceden murad, gündüzü ile beraber bütün gündür. Gece denilmesinin sebebi, Kur'ân-ı Kerîm'i yalnız gündüz değil, gece de okumak gerektiğini tenbîh içindir. İmâm Gazâlî (r.âleyh), İhya kitabında, kırâatın miktarını şöyle der: “Kalb âmellerine meşgul olan sâlihler veya ilim yaymaya çalışanlar haftada bir hatim yapmalıdır.” (Ebûbekir b Muhammed, Şir'atü'l İslâm, s.72-77)
Kemal Kılıçdaroğlu'nun Kürt oylarını devşirmek için kendisine danışman olarak atadığı Kürt Nuşirevan Elçi'nin Kürt inkarının ve asimilasyonunun müsebbibi olan CHP'yi Kürtlere sevdirmek için sergilediği psikolojiyi şimdilik bir yana bırakıp, gündeme taşıdığı özerklikle ilgili sözlerini tartışmak isterim. Öncelikle belirtmek isterim ki, mahut danışmanın özerklikle ilgili sözleri, yerel yönetimlerin özerkliğiyle alakalı değildir. Bu tarz bir özerklik, pek çok Avrupa ülkelerinin demokratik yönetim tecrübeleriyle alakalı bir olgudur. Bunun etniklikle veya etnik sorunların çözümüyle alakası yoktur. Ama danışmanın partisi adına savunduğu özerklik, münhasıran etniklikle alakalıdır. Çünkü “Kürtler için özerklik”, başka bir anlama gelmez. Bir kez daha altını çizerek belirtmek isterim ki idari bir yönetim biçimi olarak herkes ve her yerde özerk yerel yönetimlerin oluşmasını istemek ayrıdır, etnik topluluklar için yönetim tarzı anlamında özerklik istemek ayrıdır. İkincisi, etnik bir siyasal statü talebini içerir. Rudaw televizyonu muhabirinin Irak Kürdistan'ındaki yönetim modelini merkeze alan sorusuna cevap verirken mahut danışmanın dedikleri tam da ikinci formülasyondan yana olduğunu ortaya koymaktadır. Danışmanın böyle düşündüğünü bilmeyenimiz yok. Kendi açısından ilkeli ve tutarlı biri. Federasyonu veya özerkliği savunmak da suç değil ayrıca. Pekala Kürtler için bunu talep edebilir, bunun gerçekleşmesi için demokratik mücadele verebilirsiniz. Sorun burada değil. Sorun şurada: Birincisi, mahut danışmanın bu röportajı CHP Genel Merkezi'nde yapıyor olması. İkincisi, CHP adına Kılıçdaroğlu'nun danışmanı sıfatıyla soruları cevaplıyor olması. Öyle ya, Kılıçdaroğlu CHP'sinin özerklikle ilgili ne düşündüğü elbette merak edilir. Ve bu yüzden danışmanına konuyla ilgili sorular sorulur. Nitekim sorular da CHP'nin bu konularla ilgili ne düşündüğüyle alakalı. Danışmanın kişisel düşünceleri sorulmuyor yani. Danışman da cevap verirken bunlar benim kişisel düşüncelerim demiyor zaten. Yeni katıldığı partisi adına konuşuyor. Buradaki sorun şu: Partisinin gerçekte böyle düşünmediğini, yani Kürtler için özerklik gibi bir talebinin olmadığını bildiği halde kalkıp hem Kürtler nezdinde kendi yeni konumunu haklı çıkarmak hem de CHP'yi savunmadığı bir şeyi savunuyormuş gibi göstererek Kılıçdaroğlu CHP'sini Kürtlere sevdirmeye çalışmak gibi siyaseten ahlaki olmayan bir yolun seçilmesidir. Nitekim gelen tepkiler üzerine CHP parti sözcüsü Faik Öztrak, “Bunlar kişisel düşünceleridir. Partimizi bağlamaz” deme mecburiyeti hissetti. Bu açıklama da siyaseten çok sorunlu. ««« İsterseniz sorularla açalım bu konuyu. Daha partisinin böylesine hassas ve temel konularda ne düşündüğünü bilmeyen biri nasıl danışman yapılabiliyor? Bir genel başkan danışmanı şayet kişisel düşünceleriyle partisini zora sokacağını bilmiyorsa, merak ediyorum, onun hangi aklına ihtiyaç hissedilebiliyor? Bir danışman şayet genel başkanı veya partisi adına konuşmayacaksa niye danışman yapılır? Bir danışman şayet konumu itibariyle partisiyle ters düşen kişisel düşüncelerini açıklama hakkına artık sahip olmadığını bilmiyorsa, niye danışmanlık makamına kurulur? Benim bildiğim, danışmanlık makamı, kişisel görüşlerin uluorta serdedilebileceği bir makam değildir. Neyi nerede nasıl konuşacağını siyaseten bilmeyen birinin danışman olarak istihdamı bir nebze anlaşılabilir ama parti genel merkezlerinde ekranların karşısına o sıfatla nasıl çıkartılabildikleri anlaşılabilir bir husus mudur? Hem o sıfatla ekranların karşısına çıkarttığınız bir danışmanın sözlerine tepki gelince anında “Kişisel görüşüdür. Bizi bağlamaz.” demek de neyin nesidir? Madem öyle, o vakit siz partiniz adına çıkıp cevap veriniz: CHP olarak özerklikten yana mısınız değil misiniz? Yana iseniz ne tür bir özerklikten yanasınız? Kürtler için özerklik istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Açıklayınız da bilelim. Dolayısıyla bu bahiste Kürtler için ne düşündüğünüzü de öğrenmiş olalım.
Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.) on sekiz yaşında Bağdad'a geldi. Buradaki meşhur âlimlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti. İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vâaz etmeye ve ders vermeye başladı. Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.) Hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşâd ettikten, hâk ve hakîkâti anlattıktan sonra; ders ve vâaz vermeyi bıraktı. İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti. Bütün vaktini ibâdet, riyâzet ve mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı. Buyurdu ki: “Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. Bazen uzun müddet yemezdim.” Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid idi. Haftada üç gün, halka vâaz ederdi. Vâazında, âlim ve evliyâdan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzûr içerisinde dinlerlerdi. Dört yüz âlim onun anlattıklarından notlar tutar, izdiham ve kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı. Sorulan suâllere gâyet açık ve doyurucu cevaplar verirdi. Derin ilim sâhibi idi. On üç çeşit ilimde ders verirdi. Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve fıkıh; öğleden sonraları Kur'ân-ı Kerîm ve kırâat dersleri okuturdu. Akşam ve sabah ise, Usûl-i Fıkıh ile Nahv, Arabî cümle bilgisi verirdi. Onun bereketiyle talebeler çabuk ilerlerlerdi. Tabiblerin tedâvî edemediği hastalar ona gelirler, onun duâsı bereketiyle şifâ bulup giderlerdi. Fakîrlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazîfeli hizmetçilerinin, bir başka işi olsa yâhut hastalansalar; kendisi çarşıya çıkar, ceddi Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz'e uyarak, ev için lüzûmlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar; kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir ve hepsine taksim ederdi. Allâhü Teâlâ'nın izni ile bir anda birçok yerde bulunurdu. (Hâkk Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, s.219)
5-6 ay önce hemşehrilerimin çoğunlukta olduğu bir sohbet ortamında siyaset konuşulurken, bir arkadaş ilginç bir olay anlatmıştı. Ekrem İmamoğlu'nun parayı ve rakıyı seven, Beylikdüzü'den beri yanında yer alan bir hemşehrimiz varmış. Bu hemşehrimiz, 2022 başında memlekete gitmiş, çocukluk arkadaşlarıyla yemek yemiş, efkâr dağıtmış. Kafa kıyak, keyif gıcır olunca da başlamış anlatmaya. İmamoğlu'nun gelecek siyasi hesaplarından, kimlerle oturup kalktığına her şeyi anlatmış. Bu anlatılanlar için “bildiğimiz şeyler” deyip geçtim. Arkadaş, “İlginç bir şey daha var” dedi. Meraklı gözler tekrar arkadaşa yöneldi. “İmamoğlu'nun yakın adamı hemşehrimiz, 2019 Mart seçimleri öncesinde sosyal medya hesaplarıyla ilgili dikkat çekici şeyler anlattı” dedi. Merakla dinlemeye başladık. Seçim öncesinde sosyal medya hesaplarının daha aktif kullanılması ve daha çok kişiye ulaşılması için farklı bir çalışma içine girilmiş. “Gayet normal, bütün adaylar sosyal medyayı yoğun bir şekilde kullandı ve kullanıyor. Buradaki fark nedir” diye sordum. Fark ABD'den gelen heyetin kabiliyetiymiş.
Kendi yolumuza çıkmak istediğimiz zaman bizi tutan bir şey var. Bunun ne olduğunu ben size söyleyemem. Çünkü bu kişiden kişiye değişen bir korku. Önemli olan sabırla bu korkunun üzerine gitmek ve onu yolumuzun önünden kaldırıp atmak. Daha sonra da kendi yolumuzda sabırla kalmak. Bu hafta sabrın önemi hakkında konuştuk. Buradaki sabır eylemsiz bir biçimde beklemek değil hareket halinde olmaya devam etmek... --- Send in a voice message: https://anchor.fm/kendi-yoluna-giden-adam/message
Beşiktaş'ta Valerien İsmael ile yaşanan zaman kaybı nihayet sona erdi. Fransız teknik adamın, o yetkinlikle Beşiktaş gibi bir kulüpte nasıl 20 maça çıktığını, çıkarıldığını hala anlayamıyorum. Aklım almıyor. Kaybedilen zaman, para, puan prestij... Büyük hata idi. Asıl kayıp ise Vodafone Park'ta, Beşiktaş'ın direkt rakipleri ile yapılan maçlarda yaşandı. Başakşehir, Fenerbahçe ve Trabzonspor maçları kazanılamadı. Üstelik rakipleri Avrupa'da grup maçları oynadıkları döneme denk gelmişti bu maçlar. Buradaki kaybın büyüklüğü süreç içerisinde daha net anlaşılacak.
“Şimdi siz bu söze (Kur'an'a) mı şaşıyorsunuz?” Necm 59 “Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?” Necm 60 “Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!” Necm 61 “Artık secdeye varın, Allah'a kulluk edin.” Necm 62 “Artık secdeye varın, Allah'a kulluk edin.” Necm 62 “Ayetteki, "söze" ifadesi ile, "Kur'ân" kastedildiği söylenmiştir. Buradaki "bu" ism-i işaretinin, "âzlfe" (yaklaşan kıyamete) işaret olması da muhtemeldir. Çünkü müşrikler, dağıtıp bozulduktan sonra, insanın etinin-kemiğinin bedeninin, yeniden meydana getirileceğine ihtimal vermiyorlardı. Ayetteki "gülüyorsunuz" ifadesinin, "Bu söze gülüyorsunuz" manasında olması muhtemeldir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Musa (a.s) hakkında "O onlara ayetlerimizi getirdiğinde, onlar gülüveriyorlardı" (Zuhruf,47) buyurmuştur. İşte bu müşrikler de, Hz. Peygamber (s,a.s)'in dediklerine ve Kur'ân'a gülüyorlardı. Ayetin bu ifadesinin, kıyamet hadisesinin duyulmasına karşı, mutlak manada gülmeyi kabul etmeyen bir ifade olması da muhtemel olup, "Siz kıyametin yaklaştığını duyduğunuz halde güler misiniz? Halbuki bu durumda gülmemeniz gerekir" demektir. Ayetteki, "Ağlamıyorsunuz da" ifadesi, "Size düşen, bundan dolayı ağlamanızken, bunu bırakıp da aksini yapıyorsunuz" manasınadır. Ayetteki, "Sâmidûn" kelimesi, "gafiller" manasınadır. Bu kelime ism-i fail sigasıyla getirildi. Çünkü gaflet, devamlı olan bir şeydir. Ama gülmek ve şaşmak, olup olup kaybolan bir şeydir.” Razi Ölümden, ancak bir bebeğin doğumdan korktuğu kadar korkuyorum! "Hüzne yapışın. Zira hüzün, kalbin anahtarıdır." Hadis “Bana az önce şu duvarın kenarında cennet ve cehennem gösterildi. Hayrın yapılmasının ve şerden kaçınılmasının önemli sonuçları olduğunu bu günkü kadar görmedim. Eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.” (Buhârî, Salât, 51; Müslim, Fezâil, 134) Abdullah b. eş-Şihhir (RA.): Bir gün Resulullah (s.a.v.)'in yanına vardım. Namaz kılıyordu. Ağlamaktan göğsünde, kaynayan tencerenin sesi gibi bir inilti vardı. “İki göz var ki, onlara asla ateş dokunmaz; bunlardan biri Allah korkusundan gözyaşı döken göz, diğeri ise Allah yolunda nöbet tutarak geceyi geçiren (ve uykusuz kalan) göz.” (KenzuTummal, h. no: 5875) "Gülene neden gülüyorsun diye sorulmaz ama ağlayana neden ağladığı sorulur. Sen de dualarında ağla ki, Rabbin sebebini sorsun. İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler." (Mevlânâ Celaleddin Rûmi) “Müminler ancak kardeştirler...” (Hucurât, 10) “Mü'min kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” (Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87) “Güler yüzle insanlara selâm vermen sadakadır.” (Câmiü's-Sağîr, 4/1513) “Allah yumuşak ve güler yüzlü kimseyi sever.” (Câmiü's-Sağîr, 2/503) “İki çeşit gülme vardır: Bir gülme vardır ki, Allah sever. Bir gülme vardır ki, Allah gazap eder. Allah'ın sevdiği gülme şudur: Kişi görmeyi arzuladığı bir din kardeşiyle karşılaşır ve onu gördüğünden dolayı sevinir. Allah'ın gazap ettiği gülme ise, kişi incitici, eziyet verici, küçük düşürücü, alay edici, kaba veya batıl bir sözü hem gülmek ve hem de başkalarını güldürmek amacıyla söyler. Bu yüzden yetmiş kat Cehennem uçurumundan aşağı yuvarlanır.” (Câmiü's-Sağîr, 3/1149) "Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kur'ân'da geçen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır." İbni mace Yine mi günah işledin? Yine tövbe et o zaman. Vazgeçme, pes etme, teslim olma şeytana hemen. Yoldan geçen bir taksi, çamur birikintisini üstüne sıçrattığında hemen eve koşar ve elbiseni değiştirirsin değil mi? Aynen bu telaş ile Allah'ına tövbe et ve hemen değiştir halini. Eve gidip gidemeyeceğin de belli değil, toparla kendini. "Allah, sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Halbuki şehvetlerine uyanlar ise, sizin doğru yoldan büyük bir meyil ile sapmanızı istiyorlar." (Nisa 27)
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde “Uluslararası Oksidentalizm Sempozyumu” iki günlük bir ilim ve fikir şöleni olarak gerçekleşti. Sanırım alanında Türkiye'de bir ilk olarak gerçekleşen bu şölenle ilgili mülahazalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Oryantalizm hakkında genellikle olumsuz giden algılar eşliğinde hiç gündeme gelmeyen bir İslam hayranlığı boyutu da vardır. Batı'da İslam dünyası hakkındaki ilk bilgiler Endülüs yoluyla ve daha sonraki zamanlarda Bağdat ve diğer Müslüman şehirlerinde ortaya konulan cazip medeniyetleridir. Bu medeniyet hakkındaki duyumlar Batı'da Müslümanlarla ilgili efsanevi imajlar da oluşturuyordu. Haçlı Seferleri bu efsanelerin dayandığı zenginlikleri keşfedip ele geçirmeye çalışanların ihtiraslarını harekete geçiren bir harekettir. Burada oryantalizmin haçlı seferleri esnasında çok farklı işlevleri ve bir tür evrimi de sözkonusu olmuştur. Maxime Rodinson'un Batı'yı Büyüleyen İslam kitabında bahsettiği şekliyle Batılıların Doğu hakkındaki bilgileri, yalın ve tekdüze bir biçimde bir tahrif, inkâr, aşağılama ve ötekileştirme değildir. Zaten oryantalizm basitçe böyle bir şey olsaydı bu kadar çok dayanıklı olmazdı. Unutmamalıyız ki oryantalizm bir karşılaşmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Her karşılaşma karşılaşanların birbirleri hakkındaki algılarını üretir. Bu algılar tarafların durumuna göre değişir. Her karşılaşmanın en az iki tarafı vardır. Haçlı Seferleri de sonuçta bir karşılaşmadır ve bu karşılaşmanın Müslüman-Arap-Türk-Kürt-Acem tarafı da bu seferlere katılan Frenklerle ilgili bir algı üretmiştir. Oksidentalizmin de belki ilk nüvelerini bu bakışlar ve bu bakışlarla ortaya konulan literatür oluşturmuştur. Amin Maaluf'un eserleri, özellikle Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri isimli kitap bu bakış açısını veren örneklerden birisidir. Tıpkı Müslümanlar hakkında Avrupa tarafındaki ilk algı gibi Müslümanlar da Frenkleri barbar olarak görmüşlerdir. Özenle kurmuş oldukları bir medeniyeti tarumar etmeye, zenginliklerini kapmaya gelmiş olan barbar sürüleri gibi görülmüşlerdir. Buradaki oksidentalizm tıpkı oryantalizm gibi çok gelişmiş, sınırları bilerek ve isteyerek iyi belirlenmiş bir disiplin değildir. Haddi zatında Müslümanlar Haçlılara “Batılılar” olarak bakmamış, öyle görmemişlerdir. Batılılık diye bir algı ve kimlik hiç birşekilde teşekkül etmemiş ki oksidentalizm diye bir söyleme yol açsın. Oryantalizm de sonuçta toplamda bir algılar toplamı ve karmaşasının adıdır. Bu karmaşanın şekillendirdiği bir söylemdir. Nasılsa oryantalizm diye bir şey var ve bu bir güç üretiyorsa, o güce karşı koymanın yolu da tam tersini yapmak yani bir oksidentalizm üretmektir denilerek yola çıkılamaz. Yola çıkılırsa aynı şey yapılmış olmaz. Oryantalizmin bir sorun olarak karşımıza çıkmış olması onun sadece bir söylemden ibaret olmamasıdır. Oryantalizm belli bir güç birikimine eşlik eden bir söylem birikimidir. Üstelik bu söylem birikiminin ilk aşamaları içinde Müslümanlara yönelik tanımlayıcı ve iktidar kurucu bir sistematik çalışmadan ziyade, bir tür hayranlık, anlama çalışması, aşağılık kompleksi gibi tutumlar da vardır. Bunları göz ardı ederek Batı'ya karşı rövanşımızı söylemsel düzeyden başlatmak beyhude bir çabadır. Batı ile bir hesaplaşma gerekiyorsa, bu her şeyden önce Batı hegemonyasının gücüne yine güç ile itiraz etmekle başlar. Kuşkusuz bu itiraz güçlü olmayı gerektirir. Gücü biriktirirken söylem de kendiliğinden birikecektir. Yine de iş tarihsel köşe taşlarını belirlemeye gelecekse, Haçlı Seferleri'ne karşı oluşturulan ilk algılar oksidentalizmin ilk otantik verilerini oluşturmuştur diyebiliriz. Daha sonraları Müslümanların fetih güdüsüyle hareket ettikleri dönemlerde hiçbir zaman doğu-batı eksenli bir dünya algısı olmamıştır Müslümanların. Fetihler dinamik bir süreç algısı da üretmiştir. Sağlıklı bir İslami söylem, evrensellik iddiasına doğası gereği sahip olduğundan kendini coğrafya ile sınırlayacak şekilde Doğu-Batı ekseninin içine hapsetmez.
Bu makalenin amacı; hem akademik bir analiz yapmak hem de çok kritik bir safhaya gelen Rusya'nın durumunu gözler önüne sererek, Ukrayna'daki savaşı bilimsel bazlı şekilde irdelemek olacaktır. Burada odaklanacağımız asıl nokta, Gerasimov Doktrini'nin nasıl başarısız kılındığını, böylelikle, planlı biçimde Rusya'nın nasıl alt edilmeye çalışıldığını ortaya koymaktır. Bunun yanında, savaş bilimi içindeki bu tür doktrinlerin uygulamalarıyla oryaya çıkan şartları da gözler önüne sereceğiz ki bizler için de bir ders olsun. Buradaki sözü edilen ve karşılıklı uygulanan Doğrusal Olmayan Savaş ve Tam Spektrumlu Savaş yöntemleridir. Gerasimov Doktrini'nin başarısızlığını analiz ederken, burada Tam Spektrumlu Savaş doktrinini bütünüyle açıklamayacağım; çünkü bunun öncü yazılarını Politik Merkez'de çok değişik başlıklarla yazmış idim, inceleyebilirsiniz.
Bu video 04/12/2016 tarihinde yayınlanan " ÂHİRET YÖRÜNGELİ HAYAT" isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Âhiret, dâr-ı kudret'tir; burada bir günde ve bir senede yapılan işler, orada bir anda meydana gelir. Evet… Her şey, tatlı bir menkıbe şeklinde orada anlatılacak, مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ “O cennette koltuklar üzerine kurulurlar.” (İnsan, 76/13) مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ “Onlara yaslanarak karşı karşıya kurulmuşlardır.” (Vâkıa, 56/16) Karşılıklı koltuklara kurulmuşlar… “Koltuk” deniyor, ne olduğu belli değil. Bu oturduğum koltuk gibi bir şey değil; böyle bir şey dünyanın şatafatını ifade ediyor. Her halde içinizden geçen şekle göre şekil alıyor. “Ben şimdi şöyle yapayım, biraz daha rahat et!” diyor, kendi kendine. Çünkü o âleme “kudret dâiresi” diyor Hazreti Üstad, bu âleme de “hikmet dairesi” diyor. (“Evet, dünya dârü'l-hikmet ve âhiret dârü'l-kudret olduğundan; dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedricî ve zaman ile olması; hikmet-i Rabbaniyenin muktezası olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda, bir lemhada inşasına işareten Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ ferman eder.” Sözler, s.113 / Onuncu Söz) Hikmet dairesinde, sebepler perdedir. Bir yönüyle, her şey, bir makuliyeti takip eder, akılla izah edersiniz. Âhirette, kudret diyarında ise, akıl yok demek değildir; fakat kudret öyle hâkimdir ki, aklınıza gelen şeyler, hatta aklınızın köşesinden değil “taakkul”ünüzden, “tasavvur”unuzdan, “tahayyül”ünüzden bile çarpıp geçen şeyler, ânında oluverir. فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ “Pek muhteşem bir cennette; salkım salkım meyveleri, elle koparılacak mesafede.” (Hâkka, 69/22-23) Her şey, burnunuzun ucunda, arzu ettiğiniz, aklınızdan geçen her şey… Öyle bir kudret-i kâhire, bir irade-i bâhire, bir meşîet-i sübhâniye yeri ki, orada koltuklara oturmuş, dünyadaki sergüzeşti hikâye ediyorsunuz birbirinize. Buradaki o acılar, o elemler, o ızdıraplar, zâlimlerin hay-huyu, mazlumların âh u vâhı ve iniltisi, birer musikî şekline dönüşmüş. Bazen bir sabâ makamı zenginliği içinde, bazen bir uşşâk tatlılığı içinde, bazen bir hüzzâm veya rast zemzemesi içinde, bazen bir segâh letâfeti, bir hicaz letâfeti içinde o hikâyeleri, o sergüzeşt-i hayatı dinleyeceksiniz. Aklınıza gelen rahatlığın her türünü duyacak, iliklerinize kadar yaşayacaksınız. Şu kadar var ki, orada iliklerine kadar onu yaşama, o meseleyi burada tabiatın bir derinliği haline getirmeye bağlı.
Bu video 25/12/2016 tarihinde yayınlanan " GÜZEL ÂKIBET MÜTTAKÎLERİNDİR!.." isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel... Namaz, sözden ziyade hal ve tavırla tavsiye edilmelidir; arkadan gelen nesiller, önden gidenlerde bunu görmediklerinden dolayı, maalesef yol yorgunluğuna düştü ve döküldüler. Bir başka ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor: وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلاَةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لاَ نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى “Ailene ve ümmetine namazı emret ve kendin de ona hassasiyetle devam et. Biz, senden rızık istemiyoruz, bilakis senin rızkın Bize aittir. (Dolayısıyla, bütün kulluk vazifelerin bizzat senin faydana ve senin içindir.) Nihaî başarı ve mutluluk ise, (kulluğun özü olan ve bütün ibadetlerden Allah'a ulaşan) takvadadır.” (Tâhâ, 20/132) Öncelikle, “Ehline, aile efradına namazı emret!” buyuruluyor. Buradaki o emrin şekli ve keyfiyeti üzerinde derinlemesine durulabilir. Sizin engin idrakinize havale ediyorum. Belki burada emretme mevzuundaki en önemli husus da yine temsil ve hâl ile emirdir. Kıtmîr'de, (söylemek doğru değildir belki) dört yaşında namaza başlama arzusunu uyaran, dedemin namaza karşı olan delice hayranlığı idi. Bilmiyorum, sabaha kadar mı kılardı, hanın peykesinde.. sabaha kadar.. ne zaman yatardı, bilmem ben!.. Bazen yanında dururdum ben de onun, daha dört-beş yaşındayken, onunla beraber ben de yatıp kalkayım diye. Fakat sonra uyuyakalırmışım, beni alıp yatağa koyarlarmış; o hâlâ orada kemerbeste-i ubudiyet içinde namaz kılarmış, durmadan. O halin tesiri.. halin ve temsilin te'siri… Babaannem, başını yere koyduğu zaman, bir kere “Allah!” dendiği an, yirmi dört saat ağlardı. Bunu, bütün o köy halkı bilir. Munise Hanım… Bir kere “Allah!” de yanında, bazen ürperti ile, bazen iştiyakla yirmi dört saat ağlar; öyle birisi. Şimdi bunların tesiri öyle güçlüdür ki!.. Hâlin ve temsilin tesiri… Demek ki böyle olacak!.. Demek ki Allah'a müteveccih olma böyle!.. Demek ki benim neş'et ettiğim kültür ortamı, benim de böyle olmamı iktiza ediyor!.. Sonra siz bu çevrede yetişmiş birine “Namaz kıl!” dediğiniz zaman, “Sallî!” dediğiniz zaman, Türkçe'deki “namaz kılmak” ifadesinden hareketle, “Vec'al'is-salâte – Namaz kıl!” dediğiniz zaman, hemen eda eder onu. Bu arada, bizim namazlarımızı ifade etme adına “kılma” kelimesi de çok şık düşüyor. Aslında, Kur'an أَقِمِ الصَّلاَةَ – أَقَامُوا الصَّلاَةَ gibi beyanlarıyla namazı “ikâme” etmeyi nazara veriyor. “İkâme”nin esas olduğunu gösteriyor. İç-dış mahiyetiyle, şerâiti ve rükünleriyle, hudû ve huşû'u ile, ihsan şuuru ile edâ edilene “ikâme” deniyor. O âbideyi, namaz âbidesini ayağa kaldırma, bir namaz âbidesi dikme, namazlaşma.. evet adeta namazlaşma.. görülüyor olma mülahazasıyla yapma ve görüyor olma mülahazasına kilitlenme… Öyle yapmaya “ikâme” deniyor. Zamanı gelince, “namaz kıl!” diyeceksiniz ona; zaten hal ve tavır onu diyordu. Esasen o mesele, İslam dünyasında ve bizim ülkemizde, hal ve temsil ile tam ifade edilemediğinden namazı ikâme eden de çok az. Geçende arkadaşlar ifade ettiler: “İmam Hatip'lerde namaz kılma nispeti yüzde kırk idi, yüzde yirmi dörtlere veya yirmilere düştü!” diyorlar. “Türk toplumunda da devamlı namaz kılma nispeti yüzde kırk beşlerde idi, yüzde on dokuzlara düştü!” dediler. Ben, denen şeyi söylüyorum. Neden? Hâliyle, temsiliyle, Allah karşısında kemerbeste-i ubudiyet içinde bulunmayı sergileyen insan azlığından dolayı!..
Merhaba dostlar. Bir süredir ara verdiğimiz podcast'lere fırsat buldukça devam edeceğimizi söylemiştim. Bu podcast'i Amerika'dan kaydediyorum. Buradaki saat farkının en büyük faydalarından biri de bazı işlere odaklanmak için kimsenin rahatsız edememesi. Ben uyandığımda siz uyuyorsunuz, siz uyuyorsunuz ben uyanıyorum. Arada 10 saat var. O nedenle podcast içeriği üretmek için güzel fırsat vardı, değerlendireyim dedim. Bu içerikleri takip ettiğiniz platformlara abone olur ve sosyal medya hesabınızdan veya değerlendirme göndererek destek olabilirsiniz. Dilerseniz, ilk başlıkla hemen başlayalım. İlgili konuların linklerini de podcast'in yayınlandığı bölümün açıklama kısmında bulabileceksiniz. https://shiftdelete.net/2-nesil-apple-ar-vr-baslik-ile-ilgili-yeni-iddiaKoumuz, sanal gerçeklik. Aslında bizzat yerinde izlediğim WWDC 22'de bizim beklentimiz, Apple'ın sanal gerçeklik ürünlerini duyurması idi ama maalesef olmadı. Maalesef diyorum, herkes bu alan hakkında konuşuyor. Yenilikçiyim diyen herkes hemen metaverse içerikli bir pazarlama metni kulalnıyor ama önemli bir eksik var. O da "bu metavers'e kim giriyor?" Geçen haftalarda, bir üniversitede konferansa katıldım. Salonda yaklaşık 300 kişi vardı, Metavers'e girenler el kaldırsın dedim, 5 kişi kaldırdı. Bunları neden anlattım? Şu anda teknoloji kullanıcılarının metaers'e girmesi için uygun bir cihaz yok. En yakın cihaz, eski adıyla Facebook, yeni adıyla Meta'nın Qest 2 ürünü ama o da ülkemizde resmi olarak satılmıyor. Bir şekilde satın alsanız bile, saç ve makyaj konusunda epey sıkıntılı olduğundan dolayı sürekli kullanmak için henüz doğru form faktöre sahip değil. Yenisinde düzelteceklermiş ama şu an için bunu söyleyebilirim. Gelelim Apple'a. Apple, bu işi çözebilir. Yani, sadelik temelli bir kullanıcı deneyimi ile sanal veya artırılmış gerçeklik konusunda çok özel bir ürünle karşımıza çıkabilir. Hatta, analist Ming-Chi Kuo, 2. nesil Apple AR/VR başlığı için de çalışmalara başlandığını bile söylemiş ama bunlar dedikodu. Heyecanla, bu ürünü bekleyeceğiz. https://shiftdelete.net/gokdogan-bozdogan-fuzesi-ozellikleriSavunma sanayiinden güzel haberler geldi. Severek takip ettiğim Savunma Sanayi Başkanı'mız İsmail Demir'in Twitter hesabında bir açıklama yapıldı. Mesajı olduğu gibi oluyorum: "GÖKDOĞAN görülmeyeni de vuracak! GÖKTUĞ Projemiz kapsamında testleri süren milli hava-hava füzelerimizden #GÖKDOĞAN Görüş Ötesi Füzemiz, radar arayıcı başlıkla atışını gerçekleştirdi ve önemli bir aşama daha tamamlandı. GÖKDOĞAN ve BOZDOĞAN füzelerimizi bu yıl TSK'ya teslim edeceğiz. Milletimize verdiğimiz bu bayram hediyesi için emeği geçen herkesi tebrik ediyorum." Biz de emeği geçen herkesi tebrik ediyoruz. SİHA konusunda çok iyi durumdayız. Hava savunma sistemleri konusunda önemli gelişmeleri bekliyoruz. Bu arada biraz da füzelerden bahsedelim. Mesela Bozdoğan füzesi. Kısa menzilli ve havadan havaya atılan bir füze. Uçaktan veya helikopterden atılabiliyor. Neyin yerine bu füzeyi kullanıyoruz onu da eklemiş olayım. Türkiye'nin 60 yıldır satın aldığı ve tanesi 90 bin doları geçen ABD yapımıdüzenin yerini alacağı için de önemli. Bu füzelerle ilgili gelen haberler güzel ama benim asıl beklediğm haberler arasında; hava savunma sistemimiz, Bayraktar TB3 ve AKINCI'nın güncellenen yetenekleri var. Onları da zamanı geldiğinde seve seve aktarırım. https://shiftdelete.net/apple-watch-pro-fiyatiApple tarafında, çok eleştirilen ama tüm dünyada en çok satılan akıllı saat konumunu kaybetmeyen Apple Watch ile alakalı özel bir duyum var. Apple Watch Series 8 için söylentiler ayyuka çıktı. Eylül ayında yeni iPhone ile beraber duyurulması beklenen saat için ekranın biraz daha büyük olduğu ve ekstreme sporlarla uğraşan kişiler için özelleştirilmiş bazı yeteneklerin olduğu modeller gelebilir. Yazılım tarafında da güç koruma özelliği ile beraber, daha uzun süreli kullanım konusunda iyileştirmeler gelebilir. Performans ve yeteneklerine diyecek sözüm yok ama şu bir gerçek; Apple Watch'ın varsa her gün şarj edeceksin. Huawei ve Xiaomi kullanan arkadaşların varsa, şarj süresi konusunda senin başını biraz ağrıtacak şakalara yapacak, bunlara maruz kalmayı da öğreneceksin. https://shiftdelete.net/samsung-islemci-lideri-olmakta-kararli-3nm-uretimi-hizlaniyorSamsung tarafı biraz sessiz gibi bu sıralar ama boş durmuyorlar. Aynı zamanda bir işlemci üreticisi olan Samsung, 3 nm işlemciler için kolları sıvadı. Bu alanda rakibi TSMC (yani Taiwan Semiconductor Manufacturing Company) ile bir rekabet içindeler. Aslında bir diğer rakibi de Qualcomm ama 3 nm konusunda henüz Qualcomm'dan ortalığı hareketlendirecek resmi bir açıklama duymadık ama onların da eli kulağında. Bu arada Samsung ve Qualcomm meselesine birazdan geleceğim. Garip bir ilişki var aralarında. Şimdi 3 nm işlemci ile beraber performans artışı ve güç tüketimi konusunda kullanıcı lehine birçok iyileştirme sunacak gibi görünüyor. Eğer her şey söylendiği gibi giderse, 3 nm işlemciler belki de Exynos 2300 serisinde kullanılabilir. Bu telefonların adı böyle mi olur bilmiyoruz ama "Samsung Galaxy S23 ailesinde kulalnılır mı?" diye sorduğumuzda, tıpkı S22 ailesinde olduğu gibi, bazı modellerde Exynoss bazı modellerde de Qualcomm Snapragon işlemciler kullanılır herhalde diye yanıtlayabiliriz ama bir duyuma göre de "S23 ailesinde Exynoss işlemciler terk edilebilir" denildi. O nedenle kafalar karışık. İster kullansın isterse kullanmasın ama bu durum, Samsung'un dünyanın en önemli teknoloji üreticilerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Telefonun ekranını, işlemcisini, pilini, RAM'ini, depolama ünitesini, kamera sensörünü ürettiğini söylersem, ne demek istediğim daha net anlaşılır sanırım. Bu ürünler, sadece kendisi için değil, rakipleri için de kullanılabiliyor. https://shiftdelete.net/m2-macbook-air-turkiyede-satisa-cikti-iste-fiyatiApple'ın WWDC 22'deki en büyük sürprizlerinden biri M2 işlemci olmuştu. Podcast'in başında söylediğim gibi, herkes AR/VR beklerken yeni işlemci ve bu işlemciyi kullanan dizüstü bilgisayarlar çıktı. Onlardan biri de M2 işlemcili MacBook Air'ler oldu. Geçen haftalarda Amerika'daki Apple Store'larda görmüştüm ve sosyal medya hesaplarımdan paylaşmıştım. Bu arada hesaplarımı takip edebilirsiniz, epey emek veriyorum ve bilgilendirici içerikler sunuyorum. Neyse, yeniden MacBook Air'e gelecek olursak, ülkemizde hangi fiyata satılacağı ve konfigürasyonu belli oldu. 25 bin 999 TL‘den başlayan fiyatlarla satılacak. Konfigürasyon da 8 Çekirdekli CPU, 8 Çekirdekli GPU, 8 GB Birleşik Bellek, 256 GB SSD Depolama olacak. Eğer biraz daha iyi bir konfigürasyon isterseniz de 8 Çekirdekli CPU, 10 Çekirdekli GPU, 8 GB Birleşik Bellek, 512 GB SSD Depolama için 32.299,00 TL ödeyebilirsiniz. Bu arada ilk bahsettiğim modelde 30W adaptör var. Son bahsettiğim modelde ise çift Type-C çıkışlı olan 35 Watt'lık adaptör var. Onun da videosunu çekmiştim kanalda var. https://shiftdelete.net/snap-beyaz-saray-transfer-murrayİlginç bir haber var. Aslında bu olay çok eskilerde de oldu ama konum önemli olunca söylemeden geçemedim. Beyaz Saray'da gizli servisin başındaki kişi, işinden ayrılıyor ve bir sosyal medya şirketininin yönetim kurulunda yer alıyor. Gizli Servis başkanı James Murray'dan bahsediyorum. Yeni işi, Snapchat'te. Ya da daha doğru tabirle, Snap'te. Beyefendinin görevleri arasında, Amerikan Başkanlarını korumak da varmış. Bu gelişmeye benzer bir durum olduğunu söylemiştim. O konuyu da hatırlayanlar belki vardır veya söyleyince "tamam, doğru" diyeceksiniz. En büyük bulut depolama şirketlerinden Dropbox'ın yönetimin kuruluna kim gelmişti? Amerika Birleşik Devletleri'nde Savunma Bakanı olarak görev yapmış olan Condoleezza Rice gelmişti. O zamanlar, bölgemizde de çok ciddi operasyonlar yönetmişti. Orduyu yöneten kişi, bulut depolamaya geçti. Şimdi de Amerikan Başkanlarını koruyan kişi, Snapchat'e geçiyor. Hayırlısı bakalım. 2 konu hakkında bilgi verip, podcast'i sonlandıralım. Berlin'de gerçekleşecek olan IFA 2022 için kaydımı tamamladım. Tüketici elektroniği konusunda önemli gelişmelerin paylaşılacağı, önemli bir etkinlik. Son 2 senedir, pandemi nedeniyle yapılamamıştı. Bu sefer kısmetse gideceğim. Vize işi var, orda sorun olmaz herhalde diye düşünüyorum ama olan biteni sizlerle paylaşırım. https://shiftdelete.net/nothing-phone-1-ozellikleri-nelerBir diğer konu da hazır ABD'deyken beklediğim bir ürün var. Aslında beklediğim bir telefon var. Genelde siz ya Apple, ya Samsung ya da Google Pixel için Amerika'da sıraya gireceğimi düşünebilirsiniz ama bu sefer farklı. OnePlus'ı kuran kişi olan Carl Pei, şirketten ayrılıp nothng diye bir şirket kurdu. İlk ürünleri kulaklık olmuştu. Şimdi de telefonları geliyor. Hatta ekibimiz de bir video yayınladı bu telefonla alakalı. Eğer yapabilirsem, bu telefonu alıp memlekete geleceğim. Son bir dedikodu ile kapatayım https://shiftdelete.net/apple-ceosu-kullandigi-elektrikli-arabayla-herkesi-sasirttiBurada dikkatimi çeken tam elektrikli otomobil markaları arasında, Tesla'dan sonra Rivian var. Farklı modelleri var ve gerçekten çok iyi görünüyorlar. Hatta Amerika'da kaldığım evin komşusunda da var. Bi denk gelemedim kendisi ile. Neyse, asıl konu Apple'ın CEO'su Tim Cook'un geçtiğimiz günlerde Rivian'ı kullanması oldu. Geçici mi kalıcı mı bilemiyoruz tabi ama bu yakınlaşma, başka şekilde de sonuçlanabilir. Bu arada bir önceki efsane CEO Steve Jobs ise tam bir mercedes tutkunu idi. Magazine çevirmeden kapatalım. Podcast'in sonuna geldik. Her fırsatta sizler için içerik üremteye devam edeceğim. Takip etmeniz, içeriklerimi yorumlamanız ve paylaşmanız benim en büyük motivasyon kaynağım. Desteğinizi eksik etmeyin. Görüşmek üzere.
Evin reisi neden erkek? / Kerem Önder . وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ . اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًاۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları bir derece daha fazladır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Bakara 228) İslâm'dan önceki birçok dinde ve kültürde kadın cinsinin hem insan olarak hem de haklar ve ödevler bakımından erkeğe nisbetle ikinci sınıf bir varlık olarak kabul edildiği bilinmektedir. Câhiliye Arapları'nda da kadının durumu farklı değildi; ana, eş, kardeş ve çocuklar olarak kızlar ve kadınların hakları erkeklerin istek ve keyiflerine bırakılmıştı; dilediklerini verir, dilediklerini alırlardı. Hz. Ömer bu tarihî gerçeği şöyle dile getirmiştir: “Câhiliye devrinde biz kadınları bir şey saymaz, hesaba katmazdık; bu durum Allah Teâlâ'nın onlar hakkında âyetler indirmesine ve kendilerine birtakım haklar vermesine kadar devam etti...” (Müslim, “Talâk”, 31 vd.) İstisnalar bir yana bırakılınca genel olarak erkeklerin, genel olarak kadınlardan bir derecelik hak fazlalığı nedir ve neye dayanmaktadır? Bu soruya cevap arayan eski müfessir ve müctehidler dayanak olarak erkeğin fizik gücünü, üstün aklını ve güçlü iradesini ileri sürmüşlerdir. Erkeğin fizik gücünün kadınınkinden fazla olduğunda şüphe bulunmadığından buna dayalı bulunan hak ve ödev farklılıkları da tabiidir. Erkeğin aklının daha fazla olduğu iddiası “Aklı ve dini eksik olanlar içinden, sizden fazla, akıl sahiplerine hâkim (galip) olanları görmedim!..” meâlindeki hadise dayandırılmıştır (Müslim, “Îmân”, 132). Halbuki bu hadisin söyleniş amacı kadınlarla erkekler arasındaki akıl farkını açıklamak değildir. Ayrıca burada geçen “akıl eksikliği”nden maksadın ne olduğu hanımlar tarafından Hz. Peygamber'e sorulmuş; akıl eksikliği, “şahitlikte bir erkeğe karşılık iki kadın şahit istenmesi”; din eksikliği ise “hayız halinde namaz kılmamak ve oruç tutmamak” olarak tanımlanmıştır. Kadınlar, aybaşı halinde iken menedildikleri için namazlarını kılmazlar, oruçlarını da –sonradan kazâ etmek üzere– tutmazlar. Bunun olumsuz mânada din eksikliği ile bir ilgisi olamaz. Buradaki “din”le bu kelimenin “yükümlülük” anlamının kastedildiği, dolayısıyla din eksikliğinin de “yükümlülükten muaf tutulma” anlamında kullanıldığı açıktır. Hadisin mâna ve maksadı bir vâkıayı dile getirdikten sonra buna dayanarak “Böyle olduğunuz, böyle yaptığınız halde yine de erkekleri etkiliyor ve kandırabiliyorsunuz. Bu özellik ve kabiliyetinizi kötüye kullanmayın” şeklinde bir uyarıda bulunmaktan ibarettir
Rusya, Ukrayna'da harekatına 24 Şubat'ta başladı ve 25 Mart'ta kendi açıklamasıyla, Özel Operasyon-2 başlatıldı. Buradaki amaç, başarısız olan Kiev bölgesindeki birliklerini geri çekerek, odaklanılacak cephenin Donbas'a inşa edilmesiydi. Rusya, Luhansk bölgesinde, beklediği hızda olmasa da bir başarı elde ediyor ve yaklaşık on gün sonra Donbas'ta hedeflerini ele geçirdiklerini ilan edebilir. Şimdiki soru, Rusya'nın Ukrayna'da harekatına devam edip etmeyeceği, başka bir ifadeyle Özel Operasyon-3 olacak mı, olacaksa yeni hedefi neresi?
Zümer Suresi (Arapça: سورة الزمر) adını 71 ve 73. âyet-i kerimelerde geçen "Zümer" kelimesinden almıştır. "Zümer", zümreler, gruplar anlamına gelmektedir. Bu sureye "Guraf" da denilmektedir. "Oda ve köşk" manasına gelen bu kelime, surenin 20. ayetinde geçmektedir. Sure, 75 ayettir.Mekke döneminin ortalarında, Sebe Suresi'nden sonra inmiştir. Allah'ın rahmetinden ümit kesilmemesi gerektiğini belirten 53. ayetten itibaren, üç veya yedi ayetin, Medine döneminde indiği yönünde rivayetler bulunmaktadır. Mushaf'taki resmi sırası itibarıyla 39, iniş tarihine göre ise 59. suredir. Tanıtım Zümer kelimesi, (Gruplar) Kur'an'da her ikisi de bu surede olmak üzere iki kez geçmiştir (71. ve 73. Ayetlerde). Bu ayetler cennetliklerin, cennete götürülmesine ve cehennemliklerin ise cehenneme sürülmesine değinmektedir. Surenin bir diğer adı ise oda, köşk ve stant anlamına gelen “Guraf”tır. Bu kelime, iki kez bu surenin 20. Ayetinde geçmiştir. Buradaki maksat, cennetteki köşk anlamındadır. Surenin bir diğer adı “Suretü'l-Arap”tır. Zira surenin 28. Ayetinde, Kur'an; Arap sıfatıyla vasıflandırılmıştır.[1] İçeriği Ayet sayısı 75, bazı karilere göre 73 ve başka bir grup kariye göre ise 72'dir, ancak birinci görüş daha doğrudur. Kelime sayısı 1.180, harf sayısı ise 4.871'dir. Mushaf'taki resmi sıralamaya göre otuz dokuzuncu,[2] iniş sırasına göre ise elli dokuzuncu suredir. Sure, Mekke'de nazil olmuştur. Hacim olarak, mesani surelerden ve yarım cüz kadardır.[3] Bu sure'de; Tevhidin eserleri, Allah'ın çocuk edinmekten tenzih edilmesi, halisçe ibadet edilmesi, insanların ihtiyaç ve ıstırar durumunda Allah'a yöneldiği, ancak genişliğe ve huzura çıkıldığında gaflete düşüldüğü, mead ve yeniden dirilme olayı, kıyametteki mümin ve kâfirlerin durumları, akıl edenlerle akıl etmeyenlerin bir olmadığı gibi konulara temas edilmiştir. [4] Tefsir خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ Üç karanlık içinde yaratıştan yaratışa düşürür (Zümer Suresi / 6) Üç Karanlıktan Maksat: Allame Tabatabai, el-Mizan Tefsirinde [6] Ayetullah Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune'de [7] Şu şekilde açıklamada bulunmuşlardır: Kur'an-ı Kerim'de yer alan şu ayet-i kerimeden de (فی بطون امهاتکم) ‘‘Sizi analarınızın karınlarında'' anlaşılacağı üzere üç karanlıktan maksat; hamilelik döneminde ki anne karnındaki, rahimdeki ve Amniyotik kese'deki (bebeğin içinde bulunduğu su kesesi) karanlıktır. Ancak bazı tefsirciler, üç karanlıktan maksadın; Amniyotik kese (bebeğin içinde bulunduğu su kesesi) olduğu yönünde yorumlar yapmışlardır. Cenin, Amniyotik kesenin içerisindedir. Amniyotik kese, cenini korumak için üç kat kalın zarla kaplıdır. [8] Bu ayet-i kerimeden, Kur'an-ı Kerim'in mucizelerinden biri olarak bahsedilmektedir. Meşhur Ayetler  Nesih Hattıyla Yazılmış Zümer Suresi 7. Ayet-i Kerimesi  Hâkim Ganam'ın Sülüs Hattıyla Yazmış Olduğu Zümer Suresi 53. Ayet-i Kerimesi وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ve hiçbir kimse, bir başkasının yükünü yüklenemez (Zümer Suresi / 7) Bu ayet-i kerime, İlahi adaleti anlatmaya çalışmaktadır yani; hiçbir kimse onu çok sevmesine rağmen, bir başkasının günahını üstlenmeye razı olamayacaktır. [9] الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ O kullarım ki sözü dinlerler de en güzeline uyarlar, onlar, öyle kişilerdir ki Allah, doğru yola sevk etmiştir onları ve onlardır aklı başında bulunanların ta kendileri. (Zümer Suresi / 17) Bu ayet-i kerime, Müslümanların farklı konularda özgürce düşünceye ve özgürce seçme hakkına sahip olduklarını beyan etmektedir. Ayet-i kerime, Müminlere başkalarının sözlerini mütalaa edip araştırma izni veriyor. İyice araştırdıktan sonra, seçmeleri gerektiğini belirtiyor. Bu ayet-i kerime, özgür düşünceyi teşvik ettiği için meşhur olmuştur. إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ Şüphe yok ki sen de öleceksin ve onlar da ölecekler. (Zümer Suresi / 30) Ayet-i kerime, Allah Resulü'ne (s.a.a) hitaptır; Bu ayet-i kerime, ölümün genel anla
Insan mevcudattaki güzelliklere bakarken, kendisini Rububiyet saltanatının seyircisi kabul etmeli ve gördüğü güzelliklere karşı tekbir ve tesbih ile karşılık vermelidir. Yani namazda ilk seviye “seyretme ve takdir etme” makamıdır. Bir mertebe daha yukarı çıkıp kendisini Cenab-ı Hakk'ın yarattığı benzersiz ve parlak eserlerinin “tanıtıcısı makamında” görerek “sübhanallah” ve “elhamdülillah” demelidir. İlahi Rahmetin ikram ettiği çeşitli nimetleri, görünen ve görünmeyen duygularıyla “tatma makamına” çıkıp şükür ve övgü ile karşılık vermelidir. Manevi donanımlarının terazisiyle, Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin definelerindeki cevherleri “tartma ve bilme makamında” tenzih ve övgü vazifesi yapmalıdır. Cenab-ı Hakk'ın kader çizelgesi üzerinde kudret kalemiyle yazdığı birer mektubu hükmündeki eserlerini “okuma, tetkik etme ve etraflıca düşünme makamında” tefekkür ve takdir görevini yerine getirmelidir. Mahlûkatın yaratılışındaki ve sanatlı oluşundaki incelikleri ve güzellikleri seyrederek “tenzih makamında” Allah'ı sevmeli ve O'na şiddetli bir arzu duymalıdır. Buradaki açıklamalar, bize namazın adeta bir eğitim platformu olduğunu gösteriyor. Bilindiği üzere, eğitimde tedricilik esastır. Her çeşit eğitimde olduğu gibi, kulluk eğitiminde, yani Allah'a ibadetlerimizi şuurlu olarak takdim etme yolunda da birtakım basamaklar vardır. Namazın bütün ibadetlerin fihristi olması ve bütün varlıkların farklı ibadetlerini bir yönüyle temsil etmesi hasebiyle namazla kulluk eğitiminde de tedricilik esastır. Bediüzzaman Hazretleri, “On Birinci Söz” isimli eserinde bu konuya dikkat çekmektedir. Allah'a (celle celâluhu) kulluk yolunda ilk adım, Rabbimizin kâinattaki eserlerini seyretmek, bunların başıboş ve gayesiz olmadığını anlamak ve onların değerini takdir etmektir. Çevreyi koruma konusunda da ilk adım bu olsa gerektir. Madem varlıkların anlamlı olduğunu idrak ettik, artık insaniyetimiz, yani onları evrende anlayabilen bir varlık türü olmamız bizi sorumlu kılıyor. Bu sorumluluk bir tür ilancılık ve tanıtımı gerektiriyor. Bu tanıtımın ilk şartı, onları yaratan Zât-ı Akdes'e övgü ve şükürle karşılıkta bulunmaktır. Bunun bir adım ötesi, inceleyerek derinleşme safhası, bilgiyi özümseme aşamasıdır. Özümsenmeyen bilgi benliğe mal olmaz ve uygulamaya geçemez. Bu aşamaya yükselmenin yolu, eserlerinin mükemmelliği karşısında Yüce Yaratıcının kusur ve hatadan uzak olduğunu övgüyle bildirmektir....
İmmünoterapi, kanser tedavisinde son on yıldır yaygınlaşan bir tedavi metodudur. Bu tedavide, hastanın kendi antikorları güçlendirilerek kanserli hücrelerin etkisiz hale getirilmesi hedeflenir. Buradaki temel mantık, vücudu tanımayan yabancı unsurlar yerine, vücudun kendi içinde yetişmiş, ortamı ve şartları bilen “askerlerle” savunma yapmaktır. Son yıllardaki beslenmeden giyinmeye kadar her şeyin fıtrî olanına dönüş akımı gibi, kanser tedavisinde de fıtrî unsurlara dönüş görülmektedir. Hastalık çıkıncaya kadar uyumuş ve kanserli hücreleri gözden kaçırmış, bu yüzden muhtemel bir ölüme doğru yol almaya başlamış vücudun, kendi antikorlarını harekete geçirerek, onları yeniden silahlandırması ve kanser hücrelerine saldırtması maksadıyla yapılan çalışmalar gittikçe yaygınlaşmaktadır.Ülkemizde ve dünyada, kanser tedavisinde farklı tedaviler uygulanmaktadır. Bunların en yaygın olanları radyoterapi ve kemoterapi, yani x-ışınlarıyla veya hücre yıkıcı kimyevî ilaçlarla kanser hücrelerini öldürmedir. Son on yıldır, bunlara ek olarak, immünoterapi metodu uygulanmaya başlanmıştır.Radyoterapi ve kemoterapi tedavilerinde, kanser hücreleri öldürülmekle beraber, kaçınılmaz olan en önemli problem, her iki tedavide de normal dokulara verilen zarardır. Her ne kadar ışınları kanser tümörüne odaklayan radyoterapiler ve sadece kanserli dokuya gitmesi için işaretlenmiş kemoterapi ilaçları geliştirilmiş olsa da normal dokulara verilen hasarın henüz önüne geçilememiştir. Kanser tedavileri esnasında saçların dökülmesi ve diğer farklı hasarlara sebep olan problemlerin ortaya çıkması bunlara örnek olarak verilebilir. Ayrıca ilaç firmalarının çok büyük bütçelerle geliştirmeye çalıştığı bu ilaçların fiyatının aşırı derecede pahalı olması, sigortaları ve sağlık bütçelerini çok zorlamaktadır. Bazı vakalarda sadece kullanmış olmak için veya bir prosedürü yerine getirmek için, hastanın ölüme gittiği bilinse bile bu ilaçlar kullanılmakta, bazılarında yan tesirler önlenemez derecede aşırı olmaktadır.