POPULARITY
Kitap Kulübü'müzün 53.buluşmasında Steven Bartlett'in “Bir CEO'nun Günlüğü” adlı kitabını konuştuk.Kitabı yazdığında (yani iki yıl önce) henüz 30 yaşında olan Steven Bartlett, genç yaşta milyoner olmuş, kendi işini sıfırdan kurmuş bir girişimci, yatırımcı ve popüler podcast yayıncısı. 18 yaşında üniversiteyi bırakarak kurduğu “Social Chain” adlı sosyal medya ajansıyla kısa sürede Avrupa'nın dikkat çeken girişimcilerinden biri haline gelmiş. Ancak asıl ününü, özenle seçtiği uzmanlarla işlediği, kişisel gelişim, psikoloji, ilişkiler, sağlık ve iş dünyası gibi geniş bir kesime hitap eden “The Diary of a CEO” adlı podcast serisiyle yakaladı. Aynı isimle yayımlanan kitabı, bu deneyimlerin rafine bir özeti niteliğinde.“Bir CEO'nun Günlüğü”, geleneksel kişisel gelişim kitaplarından farklı olarak, okuyucuyu motive etmekten çok kendisiyle yüzleştirmeyi hedefliyor. Kitapta yer alan 33 “kanun”, hem iş hayatında hem özel yaşamda daha farkında, sorumlu ve özgün bir birey olmanın ilkelerini içeriyor. Her yasa, Steven'ın kendi deneyimleri, konuklarından aldığı içgörüler ve davranış bilimiyle yoğrulmuş çıkarımlarla destekleniyor. Tüm bunları benlik, hikaye, felsefe ve ekip adını verdiği dört grupta topluyor; Hayatta büyük şeyler yapmak için; kendinle yüzleşmek (benlik), kendine anlattığın hikâyeyi sorgulamak (hikâye), hayata bakışını yeniden tanımlamak (felsefe) ve doğru insanlarla anlamlı bağlar kurmak (ekip) gerektiğini anlatıyor.Kitabın dili sade, doğrudan ve dürüst. İçinde bu tarz kitaplar okuyanlar için yeni olmayan bir çok fikir ve öneri de var, ama bu 33 yasa birbirine güzel bir şekilde bağlanmış, kendi işini kurmak isteyen, yönünü bulmaya çalışan ya da kariyerinde dönüşüm isteyen kişilere kulüp olarak öneriyoruz. Bir güzel sürpriz de kitabın çevirmeni Utku Özer'in de aramıza katılmış olması ve kitap hakkında görüşlerini paylaşması oldu.(02:17) Uğur İyidoğan, (03:48) Ebru Başaran, (06:30) Bekircan Kalkan, (09:25) Suat Soy, (11:10) Feyza Demir, (13:00) Utku Özer, (17:10) Mete YurtseverSupport the show
Kitap Kulübümüzün 52inci buluşmasında Whitney Goodman'ın “Toksik Olumlama” adlı kitabını konuştuk.Kitabın alt başlığı içeriği hakkında daha iyi fikir veriyor; Mutlu Olmakla Kafayı Bozmuş Bir Dünyada Kendin Olmak.Mutlu olmaya o kadar takıntılı hale gelmişiz ki, mutluluğa engel teşkil ettiğini düşündüğümüz her şeyden kaçınmaya çalışıyoruz. Buna kendi hislerimiz de dahil, başkalarının hissettikleri de.Olumlu bakmanın, sonuçları da olumlu etkileyeceği kabulü içimize işlemiş. Doğrusu ben de buna samimi olarak inanlardanım. Goodman ise bunun bazı koşullara bağlı olduğunu anlatıyor ve dengeye dikkat çekiyor. Ne zaman olumlu bakmak zorlayıcıysa orada biraz düşünmek lazım, ne hissettiğimizi dinlemek ve izin vermek lazım. Çünkü hislerimizi çalıştığımızda onlardan öğreneceklerimiz var.Kitapta ilgimi çeken ve işime gelen bir tespit de “yüksek özgüvenli insanlarda olumlu düşünmenin işe yaradığı, aksi halde ters tepebileceği”. Yüksek özgüvenin neye dayandığı da önemli tabii. Ben kendi adıma benimkinin altının boş olmadığını ümit ediyorum.Kitapta bana yeni bir kapı açan bir diğer ifade ise “aynı anda hem hislerinizi onaylamak hem de minnet duymak için alan açabilirsiniz”. Yani canınızı sıkan bir şey olduğunda minnet duyma baskısına teslim olup hissettiklerinizi bastırmamanız, kendinizi suçlamamanız lazım.Kulağıma küpe olan bir tavsiye de, ki bu benim çok düştüğüm bir tuzak; karşıdakini kendim gibi düşünmek ve ona nasihata girişmek. Yani bana şöyle düşünmek iyi gelirdi deyip ona bana iyi geleceğini düşündüğüm sözler söylemek. Oysa karşıdakinin ihtiyacını anlamaya odaklanmalı, sadece içini dökmek istiyor olabilir, bir tavsiyeye hazır olmayabilir. Yani varsaymamak ve kahramanlığa soyunmamak gerek,Sonuç olarak kitap ölçüsüz bir şekilde olumluluk yaymanın, hisleri bastırmanın yarardan çok zarar getirebileceğini, bu baskıyı kurduğumuz insanları incitebileceğini söylüyor. Söz alan arkadaşlar kitaba çok yüksek puan vermeseler de belli açılardan aydınlanma yaşadıklarını söylediler. Bence de kulak vermeye değer görüşler var kitapta.Bu bölümde görüşlerine yer verebildiğim arkadaşlarım:(02:34) Müge İrfanoğlu, (05:01) Uğur İyidoğan, (06:22) Halime Özben Hacı, (09:10) Müge İrfanoğlu, (10:12) Elif Burcu Yılmaz, (12:55) Mehpare Şayan Kileci, (13:48) Suat Soy, (17:03) Uğur İyidoğan, (19:55) Ayşen Uslu, (21:37) Yasemin Karakaya ve (29:32) Ömer TuralSupport the show
Bu programda İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nden yayımlanan "Kurmak ve Onarmak: Mimar ve Restoratör Mualla Eyüboğlu (1919 -2009)" kitabının yazarları Işıl Çokuğraş ve İrem Gençer konuklarımız. Çokuğraş ve Gençer'in araştırması, Mualla Eyüboğlu'nun arşivinin nerede olduğunu merak etmeleriyle başlıyor ve Doğan Apartmanı'nın çatı katında Eyüboğlu'na ait çok sayıda belgenin arasında geçirdikleri ayların ardından bir arşiv çalışması ve sonrasında kitaba dönüşüyor. Kitapta, Mualla Eyüboğlu'na ait notlar, defterler, çizimler, yazışmalar ve fotoğraflarla dönemin mimarlık ve düşünce ortamının haritası çiziliyor, bu ortamda Eyüboğlu'nun mimarlık ve restorasyon pratiğine yakından bakılıyor.
Bu programda İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nden yayımlanan "Kurmak ve Onarmak: Mimar ve Restoratör Mualla Eyüboğlu (1919 -2009)" kitabının yazarları Işıl Çokuğraş ve İrem Gençer konuklarımız. Çokuğraş ve Gençer'in araştırması, Mualla Eyüboğlu'nun arşivinin nerede olduğunu merak etmeleriyle başlıyor ve Doğan Apartmanı'nın çatı katında Eyüboğlu'na ait çok sayıda belgenin arasında geçirdikleri ayların ardından bir arşiv çalışması ve sonrasında kitaba dönüşüyor. Kitapta, Mualla Eyüboğlu'na ait notlar, defterler, çizimler, yazışmalar ve fotoğraflarla dönemin mimarlık ve düşünce ortamının haritası çiziliyor, bu ortamda Eyüboğlu'nun mimarlık ve restorasyon pratiğine yakından bakılıyor.
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --2023 yılının başında yaşanan depremlerin üzerinden iki yıl geçmiş olduğu bugünlerde, deprem konusu etrafında kitaplar ardı ardına yayınlanmakta. Bu kitaplardan; yakın zamanda İstos Yayınları'ndan çıkan, Nehna tarafından hazırlanan Deprem Sonrası Antakya: Tanıklıklar, Miras ve Gelecek başlıklı önemli bir tanesini, kitabın editörleri Anna Maria Beylunioğlu ve Jose Rafael Medeiros Coelho ile konuşuyoruz. Kitapta çok sayıda yazardan; çok farklı ağızlardan, uzmanlık alanlarından kişilerin yorumlarından, en önemlisi Antakyalılardan depremi ve depremin yarattığı durumları okuyoruz. Çok fazla kullanılan ve biraz da tüketilmekte olan tanım; “Antakya'nın çok kültürlü kimliği” nasıl kurulmuş, evveli, aslı neymiş, bugüne nasıl gelmiş, deprem felaketinden nasıl etkilenmiş, kitaptaki yazılar bunları çok farklı yönlerden ele alarak çözümlüyor ve somut bilgilere dönüştürüyor. Kitap, Korku: Tanıklıklar, Endişe: Deprem, Antakya, Toplum ve Umut: Antakyalılık, Tarih ve Miras temalarıyla tanımlanan üç bölümde gruplanmış yazılardan oluşuyor.
Konda Araştırma işbirliğiyle hazırlanan Apaçık Radyo Dinleyici Araştırması: konda.com.tr/apacikradyo --2023 yılının başında yaşanan depremlerin üzerinden iki yıl geçmiş olduğu bugünlerde, deprem konusu etrafında kitaplar ardı ardına yayınlanmakta. Bu kitaplardan; yakın zamanda İstos Yayınları'ndan çıkan, Nehna tarafından hazırlanan Deprem Sonrası Antakya: Tanıklıklar, Miras ve Gelecek başlıklı önemli bir tanesini, kitabın editörleri Anna Maria Beylunioğlu ve Jose Rafael Medeiros Coelho ile konuşuyoruz. Kitapta çok sayıda yazardan; çok farklı ağızlardan, uzmanlık alanlarından kişilerin yorumlarından, en önemlisi Antakyalılardan depremi ve depremin yarattığı durumları okuyoruz. Çok fazla kullanılan ve biraz da tüketilmekte olan tanım; “Antakya'nın çok kültürlü kimliği” nasıl kurulmuş, evveli, aslı neymiş, bugüne nasıl gelmiş, deprem felaketinden nasıl etkilenmiş, kitaptaki yazılar bunları çok farklı yönlerden ele alarak çözümlüyor ve somut bilgilere dönüştürüyor. Kitap, Korku: Tanıklıklar, Endişe: Deprem, Antakya, Toplum ve Umut: Antakyalılık, Tarih ve Miras temalarıyla tanımlanan üç bölümde gruplanmış yazılardan oluşuyor.
Müzik Habercisi podcast dizisinin bu bölümünde Michael Kuyucu, Selami Şahin'in yazdığı kitapta neler olacağını açıklıyor.
Bu bölümde, Irvin D. Yalom'un Her Gün Biraz Daha Yakın kitabından ilham alarak terapi süreçlerine dair bazı bölümleri paylaşıyorum. Kitapta bir terapist ve danışanın terapi sürecine dair içsel yolculukları, beklentileri ve gerçekleri nasıl deneyimlediğini okuyoruz.Ancak bu bölüm sadece bir kitap analizi değil! Aynı zamanda terapi sürecinde bilinçli bir tüketici olmanın önemini de konuşuyoruz. Doğru terapist nasıl seçilir? Terapinin gerçekten işe yaradığını nasıl anlarız? Her hafta terapiye gitmek yeterli mi, yoksa değişimi hissetmek mi önemli?Bilinçsizce uzayan terapi süreçleri, yüksek ücretler, etik dışı terapist davranışları ve terapinin bir döngüye dönüşmesi gibi kritik konulara değiniyorum. Terapi sürecinde kendinizi ekonomik ve psikolojik olarak nasıl koruyabilirsiniz?#IrvinYalom #HerGünBirazDahaYakın #Psikoterapi #TerapistSeçimi #BilinçliTüketici #TerapideEtik #KişiselGelişim #Psikoloji #KendineKoçluk #PsikolojikFarkındalık #ZihinselSağlık #TerapininGücü #RaNınGözüPodcast
Kitap Kulübü'müzün 49uncu buluşmasında Yuval Noah Harari'nin “Neksus:Taş Devri'nden Yapay Zeka'ya Bilgi Ağlarının Kısa Tarihi” adlı kitabını konuştuk.Önce şu temel soruyu sormama izin verin: Daha çok bilginin bizi önünde sonunda doğruya ve iyiye götüreceğine mi inanıyorsunuz, yoksa daha fazla bilginin güç olduğuna, bunun da önünde sonunda balyoz gibi kullanılacağına mı inanıyorsunuz?Kitabın arka kapağındaki 6 cümlelik tanıtım yazısı hem kitabın hem de medeniyet tarihimizin iyi bir özetini oluşturuyor: Hikayeler bizi birleştirdi. Kitaplar düşüncelerimizi ve mitolojilerimizi yaydı. İnternet bize sonsuz bilgiyi vaat etti. Algoritma sırlarımızı öğrendi. Sonra da bizi birbirimize düşman etti. Peki yapay zeka ne yapacak?Öncelikle sürprizi bozma pahasına söyleyelim, kitapta bunun net bir yanıtı yok. Daha doğrusu senaryolar var. Teknolojinin deterministik olmadığını, yani bize bir kader dayatmadığını, sonucu seçimlerimizin belirleyeceğini söylüyor.Harari'nin önceki kitaplarından, insanlığın büyük işbirliği ağları kurarak muazzam bir güç elde ettiği anlatısını biliyoruz. Ancak internet ve özellikle de sosyal medya sayesinde bu ağların bizi yanıltıcı bilgilere ve yanlış yönlendirmelere de açık hale getirdiğini, dolayısıyla da bunun yanlış bilgilere dayalı tehlikeli hareketlere de zemin hazırlayabileceğine dikkat çekiyor. Kitapta bir çok yerde demokratik ve totaliter yönetimlerin karşılaştırması ve tanımlaması yapılırken Türkiye'nin yeri ve halleri de gözünüzde canlanıyor. Kitap, yapay zekânın yükselişiyle birlikte, bilgi ağlarının doğasında temel bir değişimin meydana geldiğini savunuyor. Harari, yapay zekanın sadece verimliliği artırmakla kalmayıp, insan özerkliğini tehdit eden ve insan olmanın anlamını yeniden tanımlayabilecek riskler barındıran bir güç olduğunu belirtiyor. Yapay zekanın veya algoritmanın bir çok gündelik konuda bizim yerimize karar aldığını kondurmasak da artık biliyoruz. Bu gidişle çok daha hayati konularda karar almayı bırakmamız işten bile değil, son kararın bir insanda olduğu (ya da öyle göründüğü) durumlar dahil.Toplantıya katılan arkadaşlarda benzer ve farklılaşan izlenimler bırakmış kitap. Yeni bir şey söylemediğine dair hayal kırıklığı, bazılarımızı çok düşündürerek sayfalarca notlar aldırmış. Hemen herkesin hem fikir olduğu ise Harari'nin iyi bir hikaye anlatıcısı olduğu ve kitabın kolayca okunduğu, daha önce duymadığımız hikayelerle bezenmiş olduğu. Bence okunmaya değer bir kitap, çünkü medeniyetimiz için bir yol ayrımında olduğumuz noktada bir kroki niteliği taşıyor.Bu bölümde görüşlerine yer verebildiğim arkadaşlarım:(03:11) Alim Küçükpehlivan, (07:30) Murat Yaman, (10:33) Uğur İyidoğan, (14:11) Gökberk Bilgin, (17:43) Suat Soy, (19:55) Hatice Ergüven Doydum, (23:17) Yasemin Karakaya, (27:20) Halime Özben Hacı, (29:14) Aydan İrem Sungur, (31:54) Erkil Bağlan, (36:33) Dilek Geçit, (37:27) Bahadir Balibaşa ve (42:32) Yavuz AbutSupport the show
Resimli pazarlama kitabı olur mu? Bence harika ötesi olur! Marsi Dijital'in kurucusu Belen Bakar ve Pirix.co'nun kurucusu Çiğdem Öztabak'ın birlikte yazdıkları Resimli Pazarlama Kitabı'nın imza gününde canlı bir podcast kaydı yaptık. Bu arada her ikisi de deneyimli podcasterlar. Bu nedenle yayın oldukça keyifli ve pazarlama trendleri, meme pazarlaması, gelecekte bizi bekleyen trendler ve pazarlama gelişmelerini konuştuk. Yorumlarınızı bekliyoruz. Kitabı hemen almak isterseniz şuradan sipariş verebilirsiniz. https://www.resimlipazarlamakitabi.com/ Bölüm akışı: (0:30) Resimli Pazarlama Kitabı fikri nasıl ortaya çıktı? (2:40) Yayınevini resimli bir yetişkin kitabı basmaya nasıl ikna ettiniz? (4:00) Meme kültürü hızla değişiyor, bunları kitaplaştırırken okuyucu bunları hatırlayacak mı kaygınız oldu mu? (8:30) Kitapta sizi en çok heyecalandıran alanlar nelerdi? (12:50) Size neden ve nasıl ulaşabilirler? Dinleyici soruları (17:35) Pazarlama yöneticileri ve Gurulardan nasıl tepkiler aldınız? (20:55) Atakan : Kitabı en çok kimler sahiplendi? (22:12) Seha : Bir şeyin yeni bir pazarlama trendi olduğunu nasıl anlıyorsunuz? (27:10) ABD ve Türkiye arasındaki sosyal medya meme pazarlamayı kullanma farkları neler? (33:00) 2025 yılında bizi bekleyen trendler neler? (33:30) 2025: Reklam değil içerik üretme yılı
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, CHP'nin faşist laiklik anlayışına atıfta bulunduğu günlerde, ilginç bir tevafuk ki Onur Atalay'ın Türk'e Tapmak kitabını okuyordum. Tartışmalar, kitabı daha da ilgiyle okumama sebep oldu. Kitapta yer alan bilgileri parça parça başka zamanlarda başka eserlerde okumuştum. Bazı bilgileri ilk kez bu kitapta okuduğumu da itiraf etmeliyim. Kitapla ilgili belki uzun uzun bir yazı kaleme alınabilir. Bunu kim yapar bilmiyorum, ben yazmaktan çok bu kitabı tavsiye ediyorum, özellikle gençlere...
Send us a textder ya kitap kulübü'nün yazarlarla buluşmasında konuğumuz Eda Ocak ve kitabı “Nöropazarlamayla Duygulara Fısılda” idi.İçi renkli reklam görüntüleri, sıcaklık haritaları ve EEG eğrileri ile dolu bu kitapta Eda kararlarımızı nasıl duygularımızla aldığımızı, gerçekleştirdikleri araştırmalarla, kanıtlarıyla sunuyor. Bunu yaparken muzip kaleminden ve bir başka tutkusu olduğunu bildiğim müzikten faydalanıyor. Kitapta nasıl müzikten faydalandığı bu çağda yersiz bir soru ama merak edenler kitabı alıp bakabilirler.Eda ile bir ortak yanımız ikimizin de Araştırmacılar Derneği üyesi olması ama biz birbirimizi daha çok arkadaş grubumuzdan tanıyoruz. Bana da “Sevgili Mete Bey, okuma ve anlama merakında sizinle buluşmak ne güzel şey…” diye imzalamış kitabını. Anlaşılmak da güzel bir şey.Sohbetimizde araştırmalarını nasıl yürüttüklerini, katılımcıların anlık duygularının ve değer yargılarının teste etkisini nasıl yönettiklerini konuştuk. Üzerinde en çok spekülasyon yapılan konuyu da kendisine sorduk; nöropazarlama ile insan davranışlarının yönlendirilip, yönlendirilemeyeceğini de yapılan araştırmalarla bize anlattı.Gecenin sürprizi ise ortak arkadaşımız Cenk Caner'in de toplantımıza katılmasıydı. Sürpriz olmayan ise hemen orada konuşulan bir konu hakkında heybesinde 1950'lerden bir anekdotu olmasıydı. (02:00) Nöropazarlamaya nasıl ilgi duydu (03:19) Kitabını yazmak (09:53) Nöropazarlama araştırmasını nasıl yapıyorlar (14:24) Reklam etkisinin ölçümü (Yavuz Abut'un sorusu) (19:24) Değerlerimizin ölçümlere etkisi (23:27) Bir reklam testi hikayesi (Mete Yurtsever) (25:45) Cenk Caner'den bir anekdot (27:45) Biscolata örneği (29:31) Araştırma katılımcıları nasıl seçiliyor (Meral Kuzu'nun sorusu) (31:55) Kararlarımızda duyguların etkisi (38:20) Nöropazarlama manipülasyon yapabilir mi? (Sevtap Kılınç Solmazer sorusu) (43:40) Eda Ocak'ın değer yaratma formülü Support the show
Send us a textKitap Kulübü'müzün 42. buluşmasında Robert Greene'in “Ustalık” adlı kitabını konuştuk.Kitap günümüzdeki hız ve bölünmüşlüğe karşı ustalaşmanın önemini bize hatırlatıyor. Her çağdaki ustaların özel insanlar olmadığını, aslında hepsinin ustalığın adımlarını izleyerek bu payeye ulaştıklarını söylüyor. Ustalaşmanın Greene'e göre 6 aşaması var.İlki ve en önemlisi hangi konuda ustalaşacağınızı bulmak. Ya da onun ifadesiyle “hayat göreviniz”i bulmak. Çoğumuzun bildiği ve psikologların dile getirdiği gibi bunun izlerini çocukluğumuzda aramamızı salık veriyor. Bunu daha genç yaşlarda yapmak daha kolay, zamanla içinizdeki o ses ve hatıralarınız silikleşiyor ama ben 40'lı yaşların ortalarında bunu yaptım, hala da ara ara sağlamasını yapmaya çalışıyorum.İkinci aşama çıraklık veya bir nevi 10bin saat konusu, ama bunu temellendirerek örneklerle açıklıyor. İhtiyacınız olan tabii sabır ve disiplin.Üçüncü aşama size hız kazandıracak ve veriminizi arttıracak bir mentor bulma.Dördüncü aşama sosyal zekanızı geliştirmek ve kullanmak. Zira işinizde ne kadar iyi olursanız olun başarı için insan ilişkilerinde ve kendi bakış açınızı yönetmekte de ustalaşmaya ihtiyacınız var.Beşinci aşama edindiğiniz bilgileri ve tecrübeyi yaratıcılıkla özgün ve eşsiz hale getirmek.Son aşamaya ise sürekli gelişimin bir akışa dönüştüğü, virtüözlük aşaması diyebiliriz, sanatta ve sporda söylendiği gibi. Her yolcu bu durağa varamıyor belki ama yolda kaldıkça yaklaştığını hissedebiliyor.Kitapta her aşama için size ilham verebilecek bir çok yaklaşım önermiş. Hatta çıkabilecek engelleri nasıl bertaraf edebileceğinize de değinmiş.Biz kulüp olarak kitabı beğendik, her yaştan okuyucuya tavsiye ediyoruz. Bence 30'lar en çok fayda göreceğiniz yaşlar. (02:34) Aycan Acar Şahin, (05:34) Mete Yurtsever ve Aycan Acar Şahin, (07:23) Alim Küçükpehlivan, (10:44) Bengü İlhan, (12:42) Selim Uysal, (15:08) Yavuz Abut, (20:46) Alim Küçükpehlivan ve Mete Yurtsever, (24:28) Fatih Yavuz, (28:17) Mustafa Pancarcı, (30:07) Öngün Şumnulu, (34:03) Aycan Acar Şahin, (36:21) Selim Uysal, (37:50) Fatih Yavuz ve (41:08) Alim Küçükpehlivan Support the Show.
Easy Turkish: Learn Turkish with everyday conversations | Günlük sohbetlerle Türkçe öğrenin
Kokoloji testiyle kendinizi keşfetmeye hazır mısınız? Bu bölümde Emine, Emin ve Feyza'ya 'Kokoloji' kitabından sorular sorarak verdikleri cevaba göre bilinçaltlarında nelerin yattığını bulmaya çalışıyor.
NATO, 75 yaşına girdi. 75. yaş toplantısının Washington'da yapılmış olması oldukça anlamlı ve mânidâr! Neden peki? Bunun nedenleri üzerinde kafa yormakta yarar var. “İNSAN HAKLARI” SÖYLEMİ, AHLÂKSIZLIĞIN VE TÜKENMİŞLİĞİN ÖTEKİ ADI Gazze soykırımında İsrail terör devletini kınamak yerine destekledi bütün dünyanın lordları, küresel sistemin ağababaları! Küresel sistemin başağababası ABD devleti, bütün kurumlarıyla, İsrail'in yanında olduğunu gösterdi. Bütün o ayartıcı, içi boş “insan hakları, özgürlükler ve demokrasi” söylemlerine rağmen. Yaşayan cins düşünürlerden Alain Badiou'nun Ahlâk başlıklı küçük ama nefis bir kitabı vardır. Kitapta ahlâksızlığı anlatır Badiou: “İnsan hakları, demokrasi ve özgürlükler” söyleminin Batı uygarlığının geldiği noktada ürettiği hegemonyayı meşrûlaştırmak için son derece ahlâksızca yöntemlerle kullanılan ayartıcı, sahte bir söylem olduğunu tartışır sarsıcı bir dille. “İnsan hakları, özgürlükler ve demokrasi” söyleminin küresel sistemin zorbalığını maskelemek için başvurduğu ahlâksız bir yöntem olduğunu gösterir. 75. YIL NATO TOPLANTISI NEDEN BRÜKSEL'DE DEĞİL DE WASHINGTON'DA YAPILDI? NATO'nun tarihî toplantısını Brüksel'de değil de Washington'da yapması pek çok bakımdan anlamlıdır ve üzerinde kafa yorulmayı hak eder: Öncelikli olarak, bu, ABD'nin, Yahudilerin kurduğu ve / veya güttüğü en önemli imparatorluk olduğunu, küresel sistemin merkez beyninin bir yarısını Yahudiler'in oluşturduğunu gözler önüne serer. Diğer yarısı ise İngiliz aklının kontrolündedir.
Send us a Text Message.Kitap kulübümüzde yine bir yazarla buluşma etkinliğimizde konuğumuz Güldem Berkman'la “Hikayeyi Anlarsan Mümkün” adlı kitabını konuştuk.Güldem Hanım Boğaziçi Kimya Mühendisliği mezunu. 91 yılından bu yana Eczacıbaşı P&G, DanoneSa, Novartis gibi firmalarda çalışmış. Son yedi senedir ise Amgen Genel Müdürlüğünü üstleniyor.2008 yılından bu yana her yıl Capital dergisinde Türkiye'nin en güçlü 50 Kadın'ı arasında yer alıyor. Bir çok sivil toplum kuruluşu ve şirkette Danışma Kurulu üyeliği halen devam ediyor.Kitabında çocukluğundan itibaren gençlik yıllarından, ilk iş tecrübelerinden, kariyer gelişiminin kilometre taşlarından bahsederken okuyucuya kendini keşfetmesine dönük ipuçları veriyor.Buluşmamız çok eğlenceli ve samimi oldu. Kitapta üzerinde büyük etkisi olduğunu anlattığı ablası Çiğdem Hanım'ın ve eşi Zafer Bey'in katılması çok güzel bir renk ve değer kattı. Zafer Bey de yakın zamanda kitap kulübümüze katılmıştı ancak onunla tanışıklığımız 30 yıla yaklaşıyor. O L'Oreal Türkiye'nin pazarlamasının başındayken ben Nielsen araştırma şirketinde müşteri temsilcisiydim. Gururla hatırladığım bir iş teklifi almıştım kendisinden. Zira çok donanımlı ve etkileyici bulduğum bir yöneticiydi. O teklifi kabul etmedim ama sonra uzun yıllar aynı grupta çalıştık. Son üç yıldır ise onca yıllık kurumsal hayat tecrübesi ve Boğaziçi'nde işletme alanında yaptığı doktora sonrası yönetici ve kariyer koçu olarak kariyerini sürdürüyor.Söyleşimizde Güldem Hanım sorularımıza karşılık kariyer alanında birçok noktaya değindi. Kariyer değiştirme sıklığınız ne ve nasıl olmalı, başarı algınızı nasıl yönetmelisiniz gibi çok kritik konuların yanı sıra kendinize liderlik etmek, cesaret göstermek ve hikayenizi nasıl bulabileceğimize ilişkin çok değerli fikirler duyabilirsiniz. Bu arada kitabı okumanızı da tavsiye ediyorum.(02:15) Kırılganlık ve cesaret (04:34) Cesaret ve sınırlarını korumak (08:33) Zamanım yok diyenlere (09:22) Tutkunu korumak (10:53) Ekibini güncel tutmak (12:38) Ne sıklıkla ve nasıl kariyer değiştirmeli (17:29) Başarı algınızı nasıl yönetmelisiniz (21:47) Bir mühendisin duygusal zekasını geliştirmesi (25:39) Bir mühendisin tavsiyesi (Zafer Berkman) (27:35) Yaşam boyu öğrenme (28:01) Toplumsal cinsiyet eşitliği için ne yapmalı (30:35) “Hikayeyi anlarsan mümkün”den neyi kast etti (32:18) Güldem Berkman için değer yaratmanın formülü (33:00) Hikayemizi nasıl anlayacağız (Çiğdem Hanım'ın sorusu) 35:54 Zafer Bey için “hikayeyi anlamak”Support the Show.
Kitap Kulübü'müzün 40. buluşmasında Audrey Magee'nin Koloni adlı kitabını konuştuk.Kitap, bir İngiliz ressam ve bir Fransız dilbilimcinin isimsiz bir adaya gelmelerini ve onların kişisel arayışlarını anlatıyor. Aposto'nun incelemesinde “Koloni, politik ve sosyal yönleri zengin, zekice yazılmış ve okuyuculara düşündürücü bir deneyim sunan, akıcı bir kurgu bütününe sahip” diyor.Yazarın kaleminden adadaki hayatı izlerken paralelinde Kuzey İrlanda'da gerçekleşen terör eylemlerinin birer paragraf haberlerini okuyorsunuz. Bunlar 1969-1998 yılları arasında 30 yıl süren, Kuzey İrlanda ve çeşitli zamanlarda İrlanda Cumhuriyeti, İngiltere ve Ana kara Avrupa'ya yayılan etnik milliyetçi çatışmalar.Kitap Kuzey İrlanda sorununu işliyor gibi görünse de hemen dünyanın her yerinde yaşanan etnik sorunlar, sömürgecilik, göç gibi konular zihninizde canlanıyor. Dilin kültür üzerindeki etkisini sorguluyorsunuz. Bu coğrafyada çoğumuz bir yerlerden geldik, batıdan veya doğudan ama çoğumuzun ailesinde başka bir dil var, büyük annelerinde veya büyük büyük annelerinde. O durumda empati yapmak biraz daha kolaylaşıyor.Kitapta bir de adada kalmak adadan ayrılmak konusu işleniyor. Bunu bir metafor gibi de düşünebiliriz, her türlü kalış-terk ediş için. Sevgili Yasemin Kaya'nın toplantımız sonrasında paylaştığı Dalai Lama'nın sözlerini alıntılamak istiyorum bu noktada “Sevdiklerinize uçmaları için kanatlar, geri dönebilmeleri için kökler verin; ve de yanınızda kalmaları için nedenler.”Bu bölümde sözlerine yer verebildiğim arkadaşlarım sırayla(02:13) Mürsel Çavuş, (07:35) Aycan Acar Şahin, (09:48) Ersin Polat, (13:55) Halime Özben Hacı, (16:50) Müge İrfanoğlu, (20:12) Yasemin Kaya, (24:05) Meral Kuzu, (27:38) Aslınur Gürocak, (30:10) Ayşenur Sarıkaya ve (34:11) Dilek GeçitSupport the Show.
Kur'ân'da her şeyin açıklaması bulunmaktadır. Gerçek anlamda onlara vâkıf olan, şeriatın tamamını ihâta etmiş olur ve hiçbir konuda sıkıntıya düşmez. Buna şu Kur'ân nassları delâlet eder: “Bugün size dininizi tamamladım.” (Mâide s. 3) “Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur'ân'ı indirdik.” (NahI s. 44) “Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En'âm s. 38) “Doğrusu bu Kur'ân, en doğru olan yola götürür.” (İsrâ s. 9) Ancak sadece Kitap (Kur'an-ı Kerim) ile yetinme düşüncesi, ehl-i sünnetten olmayan nasipsiz kimselere aittir. Çünkü bunlar, bu aşırı düşüncelerini “Kitâb'ın her şeyi beyân etmiş olduğu” esası üzerine kurmakta ve sünnetin getirdiği hükümleri bir tarafa atmaktadırlar. Halbuki Kur'an'ı açıklayan sünnettir. Hatta Hz. Paygamber (s.a.v.) Kur'an'ın tek müfessiridir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.) ümmeti hakkında en çok korktuğu şeylerden birini Kur'an-ı Kerim olarak bildirmiş ve “Kur'ân'dan korkum, mü'minlerle tartışmak için onu münafıkların öğrenmiş olmasıdır.” (Ahmed) buyurmuştur. Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “Bir kavim gelecek ve Kur'ân'ın müteşâbihâtı ile sizinle tartışmaya gireceklerdir. Siz, onlara hadislerle mukâbele edin. Çünkü hadislere vâkıf olanlar, Allâh (c.c.)'un kitabını daha iyi bilenlerdir.” Yine Hz. Ömer (r.a.)'den şöyle söylediği nakledilmiştir: “Üç şey vardır ki dini yıkar. Bunlar; âlimin sürçmesi, münâfığı Kur'ân ile tartışmaya girmesi ve saptırıcı imâmlar.” İbn Mesûd (r.a.) ise: “Öyle kavimler göreceksiniz ki, kendileri arkalarına atmış oldukları halde sizi Allâh (c.c.)'un kitabına çağıracaklardır. O zamanda siz ilme sarılın ve bid'at çıkarmaktan sakının, ifrâta düşmekten kaçının, köklü ve güzel olana yapışın” demiştir.Hz. Ömer (r.a.): “Sizin hakkınızda iki tip insandan korkuyorum. Biri, uygun olmayacak şekilde Kur'ân'ı tevile kalkışan kimsedir. Diğeri de kardeşiyle mülk yarışına girendir” demiştir. (Şatıbi, el-Muvâfakât, İslâmi İlimler Metodolojisi, c.4, s.15)
195. Bölümde konuğum Garanti BBVA Emeklilik Genel Müdür Yardımcısı K. Çağlayan Bakaçhan oldu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü'nden mezun olan K. Çağlayan Bakaçhan, daha sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Uygulamalı Psikoloji üzerine yüksek lisansprogramını tamamladı. İş hayatına 1998 yılında Management Trainee olarak Garanti BBVA'da başladı... (00:00) – Açılış (01:36) – Çağlayan Bakaçhan'ı tanıyoruz. Çağlayan Bakaçhan Kitapları: https://www.trendyol.com/sr?q=ca%C4%9Flayan%20baka%C3%A7han&qt=ca%C4%9Flayan%20baka%C3%A7han&st=ca%C4%9Flayan%20baka%C3%A7han&os=1 (07:00) – Bu kitabı neden yazdınız? (08:20) - Karanlık üçlü nedir? (10:38) – Karanlık üçlü liderliğe sahip örnekler (12:37) - İzlenecek en iyi iş ve startup filmleri - https://www.eu-startups.com/2022/12/15-of-the-best-business-startup-movies-to-watch-on-netflix/ (12:50) - İşyerinde karanlık üçlü bir liderle karşılaştığınıza dair işaretler (15:30) - Karanlık üçlü liderliği neden iş dünyası için bir avantaj olabilir? (17:17) - Karanlık üçlü liderlerin dezavantajları (19:40) – İnsan Kaynakları tarafında gelişmeler nasıl? (22:00) – Kitapta örnekler var mı? (22:58) - Karanlık üçlü lideriyle karşılaştığımızda ne yapabiliriz? (24:50) - Son sözler (26:00) - Kapanış K. Çağlayan Bakaçhan - https://www.linkedin.com/in/k%C3%A7a%C4%9Flayanbaka%C3%A7han/ Sosyal Medya takibi yaptın mı? Twitter - https://twitter.com/dunyatrendleri Instagram - https://www.instagram.com/dunya.trendleri/ Linkedin - https://www.linkedin.com/company/dunyatrendleri/ Youtube - https://www.youtube.com/c/aykutbalcitv Goodreads - https://www.goodreads.com/user/show/28342227-aykut-balc aykut@dunyatrendleri.com Bize bağış yapıp destek olmak için Patreon hesabımız – https://www.patreon.com/dunyatrendleri
Kay Harel'ın yazdığı Darwin'in Yaşam Sevgisi kitabında, Charles Darwin'in hayatını, düşüncelerini derinlemesine ve özgün yollarla keşfetmek için biyofiliyi mercek olarak kullanıyor. Kitapta, biofilinin / yaşam sevgisinin onun nasıl evrimsel gerçekleri görmesini sağladığını anlatıyor. Harel, Darwin'in özel defterlerindeki az bilinen şeylerden yola çıkarak, Darwin'in köpeklere, gerçeklere, düşünceye, duyguya ve güzelliğe ilişkin görüşleri üzerinde biyofilinin etkisinin izini sürüyor.
büyük kalemler sadece edebî anlamda beni etkilemekle kalmayıp, gidip göremediğim yerleri beni götürüyorlardı. Kahire'ye gitmemiştim ama Necip Mahfuz'un kaleminden Kahire'nin arka sokaklarını dolaşıyordum. Ya da Cengiz Aytmatov sayesinde Kırgız halkının kültürünü öğreniyor, sofralarına oturuyor ve yaşadıklarını daha yakından görüyordum. Bu okuma serüvenim içerisinde bir gerçekle yüzleştim: Filistin halkı ve Filistin bize bu kadar yakın olmasına rağmen, Filistin edebiyatı hakkında çok az bilgi sahibi olduğumun farkına vardım. Dünyada çok fazla mensubu olan o kocaman aile ve kalbinde büyük bir yere sahip Filistin... Portakal bahçelerinin ve zeytin ağaçlarının kadim ülkesi... Bu kadar yakın olmamıza rağmen Filistin edebiyatına dair bilgimin sınırlı olması beni böyle bir serüvenin içine attı. Bir halkı tanımak için onun edebiyatını bilmek gerekiyor. Bu yola 5 bölümlük bir belgesel planıyla koyulduk. Belgesel metinlerini yazarak başladım. Biraz daha derinleştirmeye başladım kitabı. Yaklaşık 2,5-3 yıl çalıştıktan sonra kitap ortaya çıktı.” Bugünlerde elimden düşürmediğim “Zeytin Ağaçlarının Arasında” ile “Kalem ve Tüfek” kitaplarının yazarı Peren Birsaygılı Mut, kıymetli dostum Reha Ermumcu'yla yaptığı bir programda, Filistin edebiyatını araştırmaya ve okumaya nasıl başladığını böyle anlatmıştı. Gerçekten, her ikisi de Filistin'den çok çarpıcı portreleri ihtiva eden kitaplarını okurken, Peren Hanım'ın ne kadar önemli bir işi başardığını daha iyi anladım. Filistin halkının duygu dünyası ve hisleri, Türkçeye nedense pek yansımamıştı şimdiye kadar. Peren Hanım'ın Farabi Kitap etiketiyle yayınlanan eserleri artık bu açığı kapatmaya aday, çok önemli ve derinlikli çalışmalar. Kitaplardan ilki, Zeytin Ağaçlarının Arasında, yakın dönem Filistin edebiyatının beş önemli ismine odaklanıyor: Gassân Kanafânî, Mahmûd Dervîş, Semîh el-Kâsım, Nâcî el-Âlî ve Fedvâ Tûkân. Sayfalar arasında ilerlerken, henüz 36 yaşındayken Beyrut'ta bir suikasta kurban giden Gassân Kanafânî'nin öyküsüyle tanışıyorsunuz evvela. Kaleminin kudreti ve tesiri sebebiyle “hiç ateş etmemiş komanda” lakabıyla bilinen Kanafânî'nin hayatı, Filistinlilerin yaşadığı dramı her açıdan kapsayan bir serüven. Türkçeye çevrilen çok sayıda şiiri sebebiyle ülkemizde de yakından tanınan Mahmûd Dervîş, kitapta sadece şair olarak değil, aynı zamanda aktivist ve siyasetçi yönleriyle de anlatılmış. 1987'den itibaren “İntifada şairi” lakabıyla Filistinlilerin hafızasına kazınan Semîh el-Kâsım, “1948 Arapları” şeklinde tasnif edilen İsrail vatandaşı Arapların arasında uzun yıllarını geçirmiş bir isim. Onun hikâyesi, bu açıdan, kitaptaki diğer isimlerden daha ayrı bir yerde duruyor. Filistin direnişine armağan ettiği “Hanzala” karakteri sebebiyle, Peren Hanım'ın yer verdiği biyografiler içinde en tanıdık isim Nâcî el-Âlî. Kitapta onun sanatkâr yönünün yanı sıra, direnişçi ve edebiyatçı vasıflarının da öne çıkarıldığını görüyoruz. Nihayet kitaptaki beşinci isim, Fedvâ Tûkân, Ürdün politik arenasına çok sayıda siyasetçi yetiştirmiş meşhur bir Nabluslu ailenin kızı olarak, hayat öyküsüyle bize Ortadoğu yakın tarihinin önemli sayfalarına dair ipuçları sunuyor.
Kenize Murad'ın 2004 tarihli ‘Toprağımızın Kokusu' isimli kitabından yine o yıllarda yaşanan gerçek bir Filistin hikâyesi... Kötülüğün siyonist kafalarda on yıllardan bu yana ne kadar içselleştirilmiş bir şey olduğunu gösteriyor. Kitapta bunun gibi nice kahırlı hikâye var. ... “Ramallah'ın istila edildiği gündü; 28 Mart. Öğleden sonra saat ikide askerler kapımıza geldi. Burada beş arkadaş yaşıyorduk. Bizi dışarı çıkarttılar ve daireyi köşe bucak aradılar. Aynı şeyi apartmandaki bütün dairelere yaptılar. Her yeri aradıktan sonra, ellerimizi arkadan bağlayıp kafamıza bir kukuleta geçirdiler ve bizi zırhlı bir araca bindirip götürdüler. Ben çok korkmuştum; bir yerde durup hepimizi öldüreceklerini düşünüyordum. Sonunda, bize Ofer askeri kampı olduğunu söyledikleri bir yere vardık. Bizi indirip başımızdaki kukuletaları çıkardılar ve kendimizi birden sivil İsraillilerin karşısında bulduk. Her yaştan erkeklerin oluşturduğu çok kalabalık bir gruptuk. Başımdaki kukuletayı çıkartır çıkartmaz, İsraillilerden biri bana sordu: “Hamas'tan mısın?” “Hayır” dedim “ben sanatçıyım.” “Sanatçı mı?' diye sordu, ama başka bir israilli: “Onu bana bırak. Ben onunla meşgul olurum” diye araya girdi. Ve beni bir odaya çıkarttı, orada sorgu başladı. “Adın ne? Aile fertlerinin adları ne?” Rutin sorular. Sonra israilli ayrıntılara girmeye başladı: “Kız kardeşinin çocuklarının adı ne?” Ailemi görmeyeli uzun zaman oluyordu, yeğenlerimin adlarını artık hatırlamıyordum. İsrailli bana, “Ben sana söyleyeyim” deyip hepsinin adını tek tek saydı. Her şeyi biliyordu! Sonra bana, “Gazze'den sekiz yıl önce ayrıldın. Bu sekiz yıl boyunca ne yaptığını anlatmanı istiyorum” dedi. Okuduğumu, orada burada çalıştığımı... yani hatırladığım her şeyi anlattım. Saklayacak hiçbir şeyim yoktu. Sorgudan sonra, beni etrafı dikenli tellerle çevrili çadırların bulunduğu bir yere götürdüler. Burası hapis bölgesiydi. İnsanlık dışı koşullar içinde, her çadırda yaklaşık elli mahkûm kalıyorduk. Çok az yiyecek veriyorlardı, azıcık mayasız ekmekle birazcık yoğurt. Açtık, kendimizi pis hissediyorduk, yıkanmak için sadece birazcık soğuk su vardı, sabun bile yoktu, tuvaletler iğrençti. Orada kırk üç gün kaldım, dört kez sorguya alındım. İşkence görmedim, ama dayak yedim. Bütün mahkûmları dövdüler. Bir yerden başka bir yere aktarılırken dayak yiyorduk; ne zaman askerlerle konuşsak, dayak yiyorduk. Sistemli bir biçimde. Sonunda beni askeri mahkemeye çıkardılar. Yargıç bana, “Sen hiçbir şey yapmamışsın, ne Hamas'la, ne de Cihad'la bir ilgin var. Gerçeği söylemişsin. Serbestsin” dedi. Ama başsavcı itiraz etti: “Onu gönderemeyiz, onunla ilgili gizli bir dosya var” dedi. Yargıç: “Bana bu dosyayı kırk sekiz saat içinde getirin. Aksi halde serbest bırakılacak” dedi. Beni tekrar kampa götürdüler. Aynı gün öğleden sonra, beni istihbarat subayının önüne çıkardılar. Adam masrafları onlardan olmak üzere, beni bir aylığına turist olarak Tel-Aviv'e göndermeyi ve İsrailli sanatçılarla tanıştırmayı teklif etti, ama kuşkusuz bir koşulu vardı: Ona işgale karşı direnen ve aşırı fikirleri olan Filistinli sanatçılar ve aydınlar hakkında bilgi vermemi istiyordu. Tabii ki reddettim. O zaman istihbarat subayı bana “Resim yaparken hangi elini kullanıyorsun?” diye sordu.
MERYEM SÛRESİ 39-61 N044 M019 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adı ile. 39- Onlar gaflette iken ve onlar iman etmezken, onları hasret gününe ve işin bitirileceği zamana karşı uyar. 40- Şüphesiz yeryüzüne ve üzerindekilere biz varis olacağız. Ve bize döndürülürler. 41- Kitapta İbrahim'i de an. Şüphesiz o çok doğru biriydi, peygamberdi. 42- Babasına şöyle demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?" 43- "Babacığım, sana gelmeyen bir ilimden bana geldi, hemen bana uy ki, seni dosdoğru yola ileteyim." 44- "Babacığım, şeytana tapma. Çünkü şeytan, Rahmân'a isyan etti." 45- "Babacığım, sana Rahmân'dan bir azabın dokunmasından ve senin şeytana dost olmandan korkarım." 46- (Babası): "Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen elbette seni taşlarım. Uzun müddet benden ayrıl git" dedi. 47- (İbrahim): "Selam sana. Senin için Rabbime istiğfar edeceğim. Şüphesiz O bana çok lütufkârdır" dedi. 48- Sizi ve Allah'tan başka taptıklarınızı bırakıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua ile mutsuz olmam. 49- (İbrahim) onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından ayrılınca, O'na (oğlu) İshak'ı ve (torunu) Ya'kub'u verdik, ve her birini peygamber yaptık. 50- Onlara rahmetimizden verdik ve onlar için yüce bir doğruluk dili verdik. (Doğrulukta dillere destan eyledik) 51- Kitapta Musa'yı da an. Şüphesiz o, ihlaslı idi, bir Rasül ve bir Nebi idi. 52- Biz ona Tur'un sağ tarafından seslendik ve onu bizimle konuşması için yaklaştırdık. 53- Ve rahmetimizden kardeşi Harun'u ona peygamber olarak bağışladık. 54- Kitapta İsmail'i de an. Şüphesiz o sözünde sadık idi. O bir Rasül ve Nebi idi. 55- Ehline (ailesine ve kavmine) namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbi katında makbul idi. 56- Kitapta İdris'i de an. Şüphesiz o, çok doğru bir peygamberdi. 57- Ve biz onu yüce bir makama yükselttik. 58- İşte bunlar, (bu adı geçen peygamberler) Adem'in neslinden, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail'in neslinden, kendilerine hidâyet verdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerden olan ve Allah'ın kendilerine (dünya ve âhiret) nimeti verdiği kimselerdir. Onlara Rahmân'ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlar. (Secde ayetidir) 59- Onlardan sonra yerlerine öyle kötü bir nesil geldi ki, onlar namazı terk ettiler, nefsin isteklerine uydular. Onlar yakında (cehaletten kaynaklanan cehennemin) Ğayyasına uğrayacaklar. 60- Ancak tevbe edip imana gelen ve salih amel işleyenler müstesna. Onlar cennete girecekler ve hiçbir şekilde haksızlık yapılmayacak. 61- O adn cennetine ki, Rahmân onu kullarına gıyaben va'detmişti. Şüphesiz O'nun va'dettiği gelecektir. https://soundcloud.com/kuranikerimtefsiri/meryem-suresi-39-61-tefsiri
Kitap Kulübümüzde Ekim ayında 34'üncü buluşmamızda Johann Hari'nin “Çalınan Dikkat” adlı kitabını konuştuk. Bu bölümde her zaman olduğu gibi katılımcılarımızın kitaba ilişkin görüşlerine yer veriyorum.Hepimizin hayatında hedefleri var. Bugünkü hayatımızdan daha iyi bir hayata geçmek istiyoruz. Dolayısıyla dikkatimizi, bizi olmak istediğimiz kişiye dönüştürecek uğraşılara yöneltmek, çağımızın en büyük zorluğu. Çünkü içinde bulunduğumuz sistem dikkatimizi çalma üstüne kurulu. Zaman gerçekten para demek ve bunu bizden daha iyi dikkatimizi çalanlar biliyor.8 Mayıs'ta yayınladığım 172'inci bölüm “Dikkatinizi Nasıl Kontrol Eder ve Hayatınızı Seçersiniz?” başlığını taşıyordu. Nir Eyal'ın Pür Dikkat adlı kitabıyla yine kitap kulübümüzde okuduğumuz Cal Newport'un aynı isimli kitabını karşılaştırmış ve özetlemiştim. Cal Newport dikkatimizi toplamamız için taktikler verirken sosyal medyayı şeytanlaştırıyordu, Nir Eyal ise bu sistemle daha barışık yaşamak ama teknolojiyi lehimize kullanmak gibi bir bakış açısı getiriyordu. Johann Hari ise eleştirilerini sisteme yöneltiyor ve sistemi sorgulamadan ve değiştirmeden sorunu çözemeyeceğimizi vurguluyor.Kitapta bu dertten muzdarip olan Johann Hari'nin kişisel arayışına eşlik ediyoruz, tıpkı bir gazetecinin bir vakayı incelemesi gibi bir akış var. Gerçekten de 12 ülkede onlarca şehirde bu alanda çalışan uzmanlarla konuşuyor. Hem içten hem sürükleyici bir anlatımı var.Bu buluşmaya dair güzel de bir sürpriz yaşadık. Üyelerimizden Sevgili Cem Çağatay Karaali kendisine bir mesaj atıp toplantımıza davet etmişti. Bu çağrımıza küçük bir notla ve bir video mesajıyla dönmesi ise bizi çok mutlu etti. Onun kitaptaki içten tavrının gerçek olduğunu görmek de çok güzeldi. Kitabı gönül rahatlığıyla tavsiye ediyoruz. Ve önce Johann Hari'nin bu kısa mesajıyla kayda başlıyoruz.Bu bölümde söz alan üyelerimiz ise sırasıyla (02:40) Johann Hari (03:37) Yavuz Abut, (07:41) Dilek Geçit, (11:13) Aycan Acar Şahin, (14:25) Müge İrfanoğlu, (18:04) Hatice Ergüven Doydum, (20:47) Alim Küçükpehlivan, (25:00) Suat Soy, (27:02) Halime Özben Hacı, (29:40) Cem Çağatay Karaali, (33:36) Elif Bahadır, (37:02) Elif Ceylan, (40:02) Ersin Polat, (44:25) Olcay Çat, (45:35) Ömer Tural, (47:52) Aydan İrem Sungur ve (50:44) Belgin ElmasSupport the show
Kitap kulübümüzün 33. buluşmasında Yaşadım Demek İçin Ne Yapmalı adlı kitabı konuştuk.Kitap bir nehir söyleşi aslında, Gazeteci Büşra Sanay, Sümerolog, bilim insanı Muazzez İlmiye Çığ'ın yüz yılı aşkın yaşamından süzdüğü hayatı güzelleştirme yolları hakkında bir röportaj yapıyor. Siz de kitabı okurken bu sıcak sohbeti izlediğinizi hayal ediyorsunuz.Kitap aslında bir çok yabancı kaynaklı kişisel gelişim kitabının doğal bir karışımı gibi. Sanıyorum bunda Muazzez Hanım'ın sadece yüz yaşını aşmış bir bilim insanı olmasının değil, aynı zamanda uygarlık tarihinin ilk örneklerini araştıran, onları anlamak için bugün yaşamayan dillerini öğrenen, hayatları ve kültürleri üzerinde düşünen biri olmasının da etkisi vardır.Kitabın bölümleri de bunu gösteriyor; Yaşama sebebimiz ve dünyadaki yerimiz, hayatın anlamı, kendini geliştirme yolları, insan ilişkileri, kariyer planlaması, yaşam kalitesi, güçlü bir kadın olmak gibi konulara değiniyor.Kitapta en ilgimizi çeken ve bizleri en çok duygulandıran yerler ise tanıklık ettiği Atatürk devrine dair anlattıkları. Cumhuriyet'imizin 100.yaşına erdiğimiz şu günlerde Atatürk'ümüzün Onuncu Yıl Nutku'nda gösterdiği hedef olan “muasır medeniyetler” seviyesine maalesef ulaşamadığımızın bir çok göstergesini bulabiliriz sanırım. Ama sadece gençlerimizin yurtdışına, bu ülkelere gitme çabasını saymak bile tek başına yeter diye düşünüyorum. Muazzez Hanım'ın Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki coşkuyu, ilerlemeyi yaşayan bir insan olarak bugün için karamsar olmaması bizi biraz umutlandırdı, biraz da hüzünlendirdi. Şüphesiz karamsarlığın kimseye faydası yok, açıkçası bugün çok daha fazla imkana sahibiz. Ülkemiz (en azından silahla) işgal altında değil, çok daha eğitimli bir nüfusa sahibiz.Öte yandan bir çok zorluk da sayabiliriz. Fakat bugünden tatmin olmayanların yapabileceği şeyler ise hep var. Önce kendini tanımak ve olabileceğinin en iyi haline kendini yaklaştırmak sonra çocuklarına, ailesine, çevresine, iş arkadaşlarına örnek olmak… Bunlar gerçekleştirmek için kimseye ihtiyaç duymayacağımız şeyler bence. Bu kitabı okuyarak başlayabiliriz belki de.Daha güzel günler görmek dileğiyle Cumhuriyet'imizin 100. yılı kutlu olsun!Bu bölümde söz alan arkadaşlarım(03:00) Elif Ceylan, (06:30) Bengü İlhan, (09:25) Cem Çağatay Karaali, (11:16) Selim Uysal, (13:33) Dilek Sena Çekin, (16:10) Olcay Çat, (19:15) Banu Özsoy, (22:25) Aycan Acar Şahin, (25:39) Aydan İrem Sungur, (29:24) Suat Soy, (31:25) Elif Burcu Yılmaz, (33:56) Hatice Ergüven Doymuş, (35:26) Sena Taşcı, (37:27) Selim Uysal, (38:18) Nilüfer Karakaşlar ve (39:34) Mürsel ÇavuşSupport the show
Geçen gün, kütüphanemin raflarından birini karıştırırken ilgimi çeken bir kitapla karşılaştım. Nerede, ne zaman hangi sahaftan aldığımı hatırlayamadığım bu eser, “Hicri Onuncu- Miladi On Altıncı Asırda Yurdumuzu Dolaşan Gazzi-Mekki Seyahatnamesi” adını taşıyordu. Aslında bu bildiğimiz anlamda bir kitap değildi, 1937 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları arasında çıkan “Tarih Semineri Dergisi”nin kitaba dönüştürülmüş şekliydi. Ekrem Kamil adında bir zat tarafından tez olarak hazırlanmıştı. İsminde geçen “Gazzi- Gazzeli” kelimesi dikkatimi çektiği için hemen okumaya başladım. Eserin baş tarafında verilen bilgilere bakılacak olursa, Bedreddin İbn-i Radiyyüddin el-Gazzi aynı zamanda Şaffi mezhebine mensup büyük bir âlimdir. Yüz elliden fazla eser kaleme almıştır, bunlardan biri de 30 bin beyitlik Arapça manzum “Tefsir-i Şerif”idir. Seyahatnamesine gelince onun da adı “El-Metaliu'l-Bedriyye fi Menazilü'r-Rumiyye”dir. Eser Köprülü Kütüphanesinde, Mehmet Paşa kitapları arasında 1390 numaradadır. Kitap küçük ebatlı olup, Venedik âbâdisi kağıt üzerine güzel bir ta'lik ile yazılmıştır. Her sayfada on üç satır vardır. Her iki sayfa bir varak itibariyle bütün kitap 182 varaktır. Başlıklar ve duraklar renkli mürekkeple yazılmıştır. Kitapta kırmızı, mavi mürekkepten başka altın yaldız da bulunmaktadır. Eser Arapçadır. Büyük Şafii bilgini Bedreddin el- Gazzi Baalbek, Hama, Humus, Halep, Misis, Adana, Gülek Boğazı, Akköprü, Ereğli, Konya, Akşehir, Afyonkarahisar, Yenişehir, İznik, İzmit, Gebze gibi şehirlere ve bir takım yerleşim bölgelerine uğrayarak ve geçtiği bütün bu yerler hakkında ilgi çekici bilgiler vererek İstanbul'a ulaşıyor. Bir sene kadar İstanbul'da kaldıktan sonra yine aynı güzergahı takip ederek memleketine dönüyor. Bedreddin el-Gazzi, yukarıda adını verdiğimiz seyahatnamesinde –bakınız- İstanbul'u nasıl anlatıyor: Üsküdar'dan sandalla yaptığımız şairane bir seyahatten sonra nihayatet İstanbul'a (Konstantıniyye'ye) vardık. Bizi iskelede Mirahur İskender Çelebi karşıladı. Gereği gibi iltifat eden ve teveccühde bulunan bu zatı bize Vezir Ayas Paşa göndermişti. Büyük bir neşe ve sevinç içinde şehre güneşin batımına yakın girdik. Burası Türk şehirlerinin merkezi, hükümdarların payitahtıdır. Bu koca şehir ilim ve irfanın kaynağı, âlimlerin ve devlet erkânının karargâhı, baht ve talihin menbaı, dileklerin ve arzuların sona erdiği, saadet güneşinin doğup yayıldığı yerdir. İstanbul elde edilen fesat ve küfür kaynağı olan şehirlerin en büyüğü ve en güzelidir. Aynı zamanda şiddetle karşı duran ve müstahkem olanıdır. Burayı fetheden merhum aziz ruhlu, büyük şehit Sultan Mehmed Han'dır. Asırlarca hüküm süren bu mıntıka koca Fatih'in şevket ve azameti önünde baş eğmiş, tekbir ve tehlillerle süngülerini parlatarak şehre giren İslam Türk kuvvetleri karşısında eğilmek zorunda kalmıştır. İlk günlerden itibaren kiliseler camiye çevrilmiş, çanlar susturularak yerlerine birer İslam âbidesi olan minareler geçmiştir. Bununla da yetinilmeyerek yerle gök arasında ezan sesleri yükselirken diğer taraftan da medreseler, imaretler ve mescidler bina edilmiştir. Hülasa, elde edilen diğer şehirlerde olduğu gibi, İncil'in yerine Kur'an-ı Kerim; papazların, kesişlerin yerine İslam uleması geçmiş, din-i mübinin güneşi doğarak şer'i Ahmedi kaim olmuştur. Şimdi biraz da burada gördüğüm eşsiz camilerden ve mescitlerden, hesap ve kitaba sığmaz gelirlerle yapılan imaretlerden, görüştüğüm âlimlerden, âyân ve ahaliden bahsedeyim:
Kafa Kafaya'nın üçüncü bölümünde Yaşar ve Vahit, Vedat Milor'un 'Devleti Geri Getirmek' kitabını konuştu. Kitapta anlatılan planlamacı ekonomi anlayışının Fransa'da nasıl başarılı olduğu, Türkiye'de neden başarısız olduğu gibi soruların yanında günümüz ekonomik sistemine yönelik sorgulamaları da ele aldılar. Beyaz Saray "neoliberalizm öldü" derken neyi kastediyor? ABD neden küresel serbest piyasa anlayışından vazgeçiyor? Büyük devletler yeniden ekonomiye müdahil olmayı mı seçiyor? Kafa Kafaya'nın üçüncü bölümünde konuştuk!
Dünyada uygulanması imkânsız modeller, ütopyalar tasarlayarak onlara varmak için toplumu ve siyaseti zorlamanın tarih boyunca çok acı verici trajik sonuçları olmuştur. Ütopyalar zaten özleri itibariyle imkânsız bulunduğu için en nihayetinde ve en fazla mevcut durumlar üzerinde baskılar oluşturmak suretiyle sonuna kadar gidemese de belli bir istikamette bir değişime zorlar. Bu açıdan tarihsel rolleri bir yere kadar olumlu olabilir. İnsanlar neticede mevcut durumu beğenmediklerinde daha iyisi için kolektif hayaller kurarak, onu gerçekleştirme yönünde siyasal bir motivasyonla hareket ederler. Ütopik siyasi projeksiyonlar aynı zamanda onları savunanları anlamak açısından da önemli veriler sağlarlar. Kimin neyi hayal ettiğinden yola çıkarak kimin neler yaşadığı, yaşadıklarını nasıl algıladığı da anlaşılır. Kendisi için istediğini başkalarına da ne kadar isteyip istemediğini, gönlünün ne kadar insanı, ne kadar insan farklılığını, çeşitliliğini kucaklamaya, misafir etmeye veya iyilik istemeye açık olduğunu bu tasarımlardan anlayabiliyoruz. Sosyalist ütopyaların ne kadar dar olduğunu, kendi tasarladıkları insan tipinden başka hiç kimseye hiçbir alan ayırmadıklarını ütopyalarından anlayabildiğimizi söylemiştik mesela. Milliyetçi veya ırkçı ideallerde durum farklı değil tabi. Ama Yahudi ve Hıristiyan gelecek tasavvurlarında da durum farklı değil. Kendi gelecek tasavvurlarında kendilerinin dışındaki insanlara da yer ayırmak bakımından İslam radikal bir fark ortaya koyar. Kur'an'ı Kerim'de Müslümanların dışındaki insanları tanıyan, kıyamete kadar onlarla birlikte yaşama projeksiyonu kuran bir anlatım vardır. Üstelik Kur'an'ı Kerim bunu bir gelecek tasavvuru olarak yapmaz sadece. Kıyamete kadar Müslümanların birincil referansı olacak olan bu Kitapta gayr-ı Müslimlerle fiilen devam eden bir hayatın kuralları konuluyor, fiilen yaşanıyor ve kalıcı bir ilişki biçimi olarak tanımlanmış oluyor. Onlarla (kadınlarıyla) evlenilebilir, yemekleri yenilebilir yani sofralarına oturulabilir, düşmanlıkları görülmediği sürece iyi davranılır, hukukları kutsal bir çerçevede gözetilir. Yönetimdeyken, yani iktidardayken kendileri dışındaki insanların hukukunu bu dostane yaklaşımla temin eden başka bir söylem veya siyaset yok. Modern dünya ve devlet genellikle ilhamını hiç de dostane olmayan yaklaşımlardan aldığı için İslam'ın bu siyaseti bu ufuklarda imkânsız görünüyor. O yüzden Wael B. Hallaq'ın İslam Devleti'ni “imkânsız bir devlet” olarak görmesi çok normal. İslam devletinin modern dünyada veya modern devlet formatında imkânsız olması, ona göre İslam'ın değil modernitenin eksiği. Modern devlet meşruiyetini veya varlık sebebini dayandırdığı ulusal ideolojilerle genel olarak insana değil belli bir ulusa, ırka, territoryal mensubiyete dost bir yaklaşımla, ahlak ile hukuku birbirinden ayırmak suretiyle bir İslam devletinin tutunabileceği toplum dokusunu telafi edilemeyecek şekilde bozmuştur. İslam'ın siyaset pratiği veya felsefesi dini duygu ve perspektiften ayrıştırılamaz. Bu perspektifte ise sadece bütün insanların değil, bütün varlığın sahibi olarak Allah'ın bütün yaratıklarına karşı dini-ahlaki bir sorumluluk vardır. Dolayısıyla kendi dindaşı olmayanların da en azından aynı Allah tarafından yaratılan, rızıklandırılan ve gözetilmekte oldukları bilinci insanı da bu gözetime paralel bir yaklaşımla bağlı kılıyor. İslam'ın başka dinden olanlara aslında istisnai sayılabilecek bu yaklaşımı bu geniş nazardan geliyor.
Kitap Kulübümüzde Nisan ayında 28'inci buluşmamızda Ryan Holiday ve Stephen Hanselman'ın Stoacının Günlüğü adlı kitabını konuştuk. Bu bölümde katılımcılarımızın kitaba ilişkin görüşlerine yer veriyorum.Kitapta yılın her bir günü için İmparator Marcus Aurelius'un, Seneca'nın ve Epiktetos'un notlarından yola çıkarak yeni bir düşünce veya eylem önerilmiş.Stoacılar çalışmalarını üç temel prensip çatısı altında derlemişler.Algı: Etrafımızdaki dünyayı nasıl görüyor ve algılıyoruz?Eylem: Aldığımız kararlar, eylemlerimiz ve bunların kapsamıİrade: Değiştiremediğimiz şeylerle nasıl başa çıkar, doğru ve tatmin edici bir kanıya nasıl varır ve dünyadaki yerimiz hakkında doğru bir anlayışa nasıl sahip oluruz?Bu 3 prensibi de yazarlar her biri bir aya karşılık gelecek şekilde 12 alana bölmüşler. Erdem, Ölümlülük, Duygular, Öz Farkındalık, Metanet, Doğru Şeyi Yapmak, Problem Çözme, Kabullenme, Akli Netlik, Pragmatizm, Tarafsız Düşünce ve Sorumluluk.Kitapta tüm bu alanlara dönük pratik tavsiyeler de var, sonuçta bu Stoacıların hedeflerinden biri, insanların erdemli bir hayat yaşamalarına yol göstermek.Bu kadar çok sayıda öğüdü hazmetmesi kolay olmasa da okuyan herkesin kendisi için faydalı yönler bulduğunu söyleyebilirim. Bizi şaşırtan bir konu da neredeyse 2000 yıl önceki tespitlerin bugün de geçerli olması, hatta pozitif psikolojinin ve koçluk eğitiminin temelini oluşturduğunu görmemiz oldu. Dönüp dönüp okunabilecek, başvurulabilecek bir kaynak olduğunu söyleyebiliriz.Sırayla söz alan arkadaşlar; Belgin Elmas, Yavuz Abut, Aycan Acar Şahin, Hatice Ergüven Doydum, Gamze Ürkmez, Seda Diril Boyraz, Ömer Tural, Gülşah Akcengiz, Melek Bıyıkbeyi, Selim Uysal, Alim Küçükpehlivan ve Bahadır Sınay
Aylin Öney Tan bugün 20. yüzyılda ABD'de popüler olan Fransız usulü donmuş et suyu çorbasını anlatıyor. Daha öncesi de var, Arap mutfağından ilk yemek kitabından balık suyu ile tarif. #acıtatlımayhoş Kemiği ile birlikte haşlanan et ve tavuk suları donunca katılaşıp jöleleniyor. Böyle soğuk jölelenmiş et ve tavuk sularının da sofrada ayrı bir yeri var. Fransız mutfağının klasiklerinden aspik bir nevi tuzlu jöle. Haşlanmış sebzeler, yumurta, didiklenmiş et veya tavuk parçalarıyla gösterişli bir ön yemek olarak bir dönem çok moda olmuş, özellikle de Amerika'da çok benimsenmiş. Bilinen ilk tarif ise Arap mutfağının bilinen en eski tarif kitabı 10. yüzyılda yazılmış Kitab Al-Tabikh'ten. Kitapta jölelenmiş balık suyu içinde soğuk bir balık tarifi bulunuyor. Eskiden jelatinin balık kılçığından yapıldığını ve balık tutkalı dendiğini de ekleyelim.
Men-E-Men Stüdyo tarafından hazırlanan yüz on yedinci bölüm sizlerle. Kaydımızın başında yaptığımız dede nostaljisinin ve onu takip eden bilgilendirme notları için teşekkürün hemen ardından asıl konularımıza hızlı giriş yaptık. 95. Oscar Ödülleri için adaylar açıklandı. En çok adaylığı olan film hangisi? Oyuncu adayları arasında kim öne çıkıyor? Müzik kategorilerinde durum ne? Bugüne kadar kim en çok aday gösterilmişti? Tüm bu konuları konuştuk. Ardından da “konuşmak” üzerine konuştuk. Bir yazıdan, daha doğrusu bir kitaptan yola çıktık. Dan Lyons'ın Mart ayında çıkacak kitabının adı “The Power of Keeping Your Mouth Shut in an Endlessly Noisy World”, Türkçeye çevirelim: “Sonsuz Gürültülü Bir Dünyada Ağzınızı Kapalı Tutmanın Gücü“. Kitapta (ve yazıda) sorulan soru şu: Çok konuşuyorsak ve bundan fayda görmüyorsak, az konuşabilir miyiz? Az konuşursak bu bize fayda sağlar mı? Biraz manidar oldu, bu konudan salt konuşma üzerine bir format olan podcast'e atladık. Daha net olmak gerekirse Power Podcast Ödülleri'ni değerlendirdik. Adaylar kim? Çekişmeli kategoriler hangileri? Bu bölümdeki dergy.com adlı internet sitesi için “Bi de Buna Bak” dedik. Müzik, sinema, etkinlik gibi alanlarda çok kapsamlı içerik bulacağınız bu sitede yayınlanan röportajımızdan kısaca bahsettik. İpek Atcan'a teşekkürlerimizle...
Geçtiğimiz hafta, Kasım ayının son Çarşamba günü Kitap Kulübümüzün 23üncü buluşmasında Carol Tavris & Elliot Aronson'dan Hatalar Psikolojisi'ni konuştuk. Bu bölümde her zaman olduğu gibi katılımcılarımızın kitaba ilişkin görüşlerine yer veriyorum. Tavris ve Aronson sosyal psikoloji alanında çalışan bilim insanları. Kitabın orijinal adı “Mistakes were made” (but not by me) Bu politikacıların sorumluluk almadan yaptıkları itiraflara gönderme yapıyor. Yani bazı hatalar yapıldı ama yani ben yapmadım, benim kabahatim, ihmalim yok. Bunu Nixon, Reagan, Clinton, Kissenger, Bush gibi politikacılardan örnekler vererek anlatıyor. Kitabın tamamı aslında bilişsel uyumsuzluk adı verilen Amerikalı sosyal psikolog Leon Festinger'in teorisi hakkında. Ki Aronson da onun öğrencisi. Bilişsel uyumsuzluk, bireyin inanç, davranış, söylem, değer ve fikirleri arasında bir çelişkiyle karşı karşıya kaldığı durumlarda ortaya çıkıyor. Kitapta çok çarpıcı bir tespit var. Tutarsız davranan bazı insanların bizi kandırmaya çalıştığı yanılgısına düşebiliyoruz, aslında onlar kendilerini kandırıyorlar. Kitabın arka yazılarından biri bunu güzel özetliyor. “Sevgililerin, avukatların, doktorların, politikacıların; herkesin kendi kendini nasıl kandırdığına dair etkileyici bir çalışma… Sunduğu bilimsel kanıtlar, gerçekçi ve sağduyulu cazibesi nedeniyle, Hatalar Psikolojisi oldukça inandırıcı. Bu kitabı okuyarak, liderlerimizin, sevdiklerimizin ve -dürüst davranırsak- kendimizin davranışlarını anlayabiliriz; insanın doğasının bazı şaşırtıcı gizemleri daha açık görünmeye başlayabilir. Kitabın sonunda hatalı adımlarımızı kabul etmekten kaçınmamızı sağlayan yöntemler, çok daha aşina hale geliyor. Biz -ve bizi yönetenlerle bize yol gösterenler- yalnızca “Ben bir hata yaptım, özür dilerim” demenin gücünü ve değerini bir anlasak, bizim ve herkesin hayatının ne kadar olumlu bir yönde etkileneceğinin farkına varırız.” Evet dilerseniz şimdi sohbetimize kulak verelim. Söz alan arkadaşlar sırasıya (02:42) Aycan Acar Şahin, (05:12) Yavuz Abut, (06:43) Halime Özben Hacı, (09:21) Yavuz Abut, (10:15) Aycan Acar Şahin, (11:07) Yasemin Parlak Demir, (12:51) Selim Uysal, (14:18) Alim Küçükpehlivan, (16:42) Betül Emre, (17:50) Yasemin Parlak Demir, (19:21) Yavuz Abut
Binnur Zaimler - İş Astrolojisi - Sektörler - Sirketler - Kariyer
Uranüs, Neptün ve Plüton keşfedilmeseydi dünya şimdikinden farklı olacaktı. Kolektif gezegen dediğimiz, teleskop sonrası gezegenlerin keşifleri dünyayı nasıl değiştirdi? Bu gezegenlerin sembolleri dünyaya nasıl etkisi altına aldı? İnsanlık hazır olduğunda mı bu gezegenler keşfedildi, yoksa keşiflerden sonra mı insanlık değişti? Binnur Zaimler'in inceleme kitabı ‘Dünyayı Değiştiren Üç Gezegen – Uranüs, Neptün, Plüton- kitabı yakın tarihi ve yakın geleceği farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Hermes Yayınevi'nin Ezoterik Astroloji serisinden çıkan kitabın önsözü ise gizli cemiyetler uzmanı Kemal Menemencioğlu tarafından kaleme alındı. İTÜ Endüstri Mühendisliği mezuniyeti sonrasında uzun yıllar kurumsal hayatta yöneticilik ve danışmanlık yapan Binnur Zaimler, 2003 yılında başladığı astroloji kursları sonrası 2011 yılında Kepler College ‘iş Astrolojisi' programını bitirdi. Kitapta, sadece iş dünyasındaki değişimden değil; moda, Hollywood, politika, icatlar, ‘fast food', medya ve reklamcılığın son 250 yılda hayatlarımızı nasıl değiştirdiğinden de bahsediliyor. Dünya büyük bir sıçramaya hazır olduğunda, tam da Fransız ihtilali öncesi insanlık Uranüs'ü keşfetti. Paris neden ilk metropol oldu? Hollywood'un gizli etkileri neler? Atom bombası bilime olan güveni nasıl öldürdü? Bilimin ve aydınlanmanın yerini ün ve para nasıl doldurdu? ‘Kolektif' veya ‘Modern' gezegen dediğimiz Uranüs, Neptün ve Plüton keşifleriyle modernizm de üç aşamada dünyaya yayıldı. Üç gezegenin sembolleri modaya, günlük yaşama, tıptaki ilerlemelere, bilime, sanata, müziğe, aşka hatta öpüşmeye bile yansıdı. Dünyada yerel doku ölürken folklorik kıyafetleri, türküleri bir kenara bıraktık. ‘Modernizm' ve ‘Kolektivizm' ile birlikte Singapur'da, Tokyo'da, Berlin'de, Boston'da, İstanbul'da günlük kıyafetlerimiz, kot pantolonlarımız, izlediğimiz filmler, şakalarımız, sosyal medya sayfalarımız, işyerlerimiz, yaşadığımız aşklar bile aynı oldu. Hatta ve hatta kaygılar, üzüntüler ve depresyon salgınları bile birbirine benzedi. Uranüs, ihtilalleri, kölelerin başkaldırısını, bilimsel icatları, endüstri devrimini getirdi. Uranüs sonrası gelişen dünyada bilime olan inanç arttı. Çocuklar bilim insanlarına, yazarlara, aydınlara özendi. Neptün anesteziyi, romantizmi, komünizm felsefesini, modern psikolojiyi, ilk kurumsal STK ları, afyon savaşlarını, tatilleri, valsleri getirdi. Neptün, endüstri devrimiyle yorulan insanları rahatlattı. Çocuklar artık müzisyenlere, sanatçılara, romantik şairlere hayrandı. Plüton ise baskın diktatörleri, İtalyan mafyasını, seksi kadın modasını, seri üretimi, büyük kuruluşları, Hollywood etkisini getirdi. Plüton sonrası güç ve para ön plana çıktı. Çocukların hayranlığı zenginlere, Hollywood ünlülerine, hatta mafya babalarına doğru kayacaktı. Kolektif gezegenler, insanlığı büyük kentlere doluştururken, kolektif düzeni de beraberinde getirdiler. Yakın gelecekte ise yapay zeka öğretmenler, uzayda yaşam, insanlığın ve bilimin canlanması bizi bekliyor. #ezoterikastroloji #hermes #yayınevi #kitaplar #astroloji #işastrolojisi #astrology #hermetikkültür #binnurzaimler #moda #endüstridevrimi #okullar #eğitim #gençler #ekonomi #siyaset #devrim #fransa #avrupa #amerika #keşifler #uranus #pluton #sky #gökyüzü #teleskop
Değer Yaratmanın Formülü Kitap Kulübünde Temmuz ayında 19'uncu buluşmamızda José Saramago'nun Körlük adlı romanını konuştuk. Bu bölümde katılımcılarımızın kitaba ilişkin görüşlerine yer veriyorum. José Saramago Portekizli bir yazar ve bu kitabı 1995'te yazıyor. 1998'de ise Nobel edebiyat ödülünü aldığında komite bu kitaba da atıfta bulunuyor. Ben daha önce yazarın başka kitabını okumamıştım. O yüzden yazarın kendine has tarzda uzun cümleler kurması, karakterlerin isimlerinin olmaması, noktalama işaretlerini değişik biçimlerde kullanması, hatta diyalogların alışıldık şekilde konuşma işaretiyle gösterilmemesi, o yüzden sözlerin kime ait olduğunun bir anda anlaşılmaması, okuyucuyu, yeni bir deneyimle karşı karşıya bırakıyor. Bu bir distopik roman, yeri ve zamanı belli olmayan bir ülkede insanların birden bire bulaşıcı bir beyaz körlük hastalığına yakalanmasını anlatıyor ve insanlığımızın kurduğu medeniyetin nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu anlıyorsunuz. Her anında gerildiğiniz bu kurgu roman gerçek hayatla kurduğunuz paralelliklerle sizi şaşırtıyor ve düşündürüyor. Kitapta bazı bölümler içerdiği şiddet yüzünden gerçekten rahatsız edici olabilir, bunun uyarısını da yapalım ama özellikle bilim kurgu ve distopya meraklılarına tavsiye edebilirim. Bu bölümde söz alanlar sırasıyla Yavuz Abut (01:58), Öykü Elçi Kayalı (07:26), Mustafa Başar (10:17), Sinem Akkaya (13:09), Cem Çağatay Karaali (16:06), Yasemin Parlak Demir (19:17), Müge İrfanoğlu (22:14), Alimurtaza Rutci, (23:27), Yavuz Abut (25:13), Öykü Elçi Kayalı (27:19), Alimurtaza Rutci (27:49); Figen Öztürk (28:41) ve Yasemin Parlak Demir (31:16)
Bilge Kral Aliya İzetbegoviç'in hapishane notlarının yer aldığı Ketebe yayınlarından çıkan ‘Özgürlüğe Kaçış' isimli kitabında alkol yasağının arkasındaki gerçek neden olarak, sarhoşluk vericiliğinin dışında kişisel bir haysiyet koruma kaygısının olduğuna dikkat çekiliyor; İzetbegoviç, Avrupa'nın tam ortasında Müslüman bir devlet kuracak kadar Kral, Doğu ve Batı dünyasını en ağır ve en acı tecrübelerle öğrenip hazmedecek ve ders çıkaracak kadar da Bilge. Kitapta yer alan bölüm şöyle; Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Bosnalı yazar İvo Andric'e, “İnsanlara tek ve kısa bir mesaj verecek olsanız bu mesaj ne olurdu?” diye sorduklarında şöyle cevap vermiş; “İçmeyin.” Andric, başka kötülüklerin de olduğuna, fakat büyük çoğunluğunun insanlar alkol içmeyi bıraktıkları vakit yok olabileceğine inanıyordu. Şunun altını da çizmiştir; “İnsanlar alkolün zararlarından bahsederken gayet ikna edici örnekler verirler. Bir hekim alkolün sağlığa zararlarından, bir sosyal hizmet görevlisi alkolik insanların ailelerinin yaşadığı olumsuzluklardan, boşanmalardan, mutsuz çocukların sayısından, yıkılan ailelerden, kamu görevlileri ekonomik zararlardan vs bahsedecektir. Belki de tüm bunlar arasındaki en önemli gerekçe sıkça gözardı edilir; o da haysiyettir. İnsanlara şunu derdim; Kendiniz için içmeyin, kendinize olan saygıdan dolayı, kendi haysiyetiniz için içmeyin, kendinizi küçük düşürmeyin.” Benim yorumum: Alkol yasağının bir dini yasağın konusu olabilmesinin asıl nedeni de sanırım budur. Zira din bu yarar ve zarar hesapları karşısında kayıtsız kalabilse dahi, insan haysiyetinin zedelenmesine kayıtsız kalamaz. «« Daha önce alkol, tütün, madde, kumar ve internet bağımlılığı alanlarında bilgilendirme, yönlendirme ve takip hizmeti veren Yeşilay'ın birimi YEDAM Danışma Hattı, 2020 yılındaki küresel covid19 salgınının yoğun kaygı, belirsizlik, hasta olma endişesi ve insanların alışkanlıklarının değişmesi gibi durumlar oluşturması üzerine ruhsal destek alanında daha etkili müdahale hizmeti vermeye başlamış. COVID-19 salgını öncesinde 36 olan Yeşilay Danışmanlık Merkezi sayısı salgın döneminde 68 yeni merkezle 105'e ulaşmış. İstanbul'da 17 merkezi var. Danışma Hattı'na bugüne kadar 700 bini aşkın arama gelmiş. Kurulduğundan bu yana YEDAM'a tütün için 11 bin 535, alkol ve uyuşturucu madde için 17 bin 17, kumar bağımlılığı için 5 bin 856, internet bağımlılığı için ise bin 90 başvuru yapılmış. YEDAM'lar bağımlıya psikososyal destek veriyor, sosyal hayata hazırlıyor, mesleki eğitim veriyor ve iyileşene kadar bırakmıyor. «« Bağımlılıkla en aktif mücadele eden kurumlardan biri de Yeşilay. Yeşilay'ın Danışmanlık Merkezi YEDAM'ın neler yaptığını öğrenmek için Sepetçiler Kasrı'ndaki merkezinde YEDAM Müdürü Uzman Psikolog Melike Şimşek ile bir araya geldik. Ailelerin çoğu kabul etmese de “Bağımlılık bir hastalık, profesyonel müdahale yapılmadan iyileşme çok zor” diyor Melike Hanım. Bağımlılıkla mücadelenin aileden başlaması gerektiğine dikkat çekiyor. Yaptıkları araştırma sonuçlarına göre anne baba ilgisinin az ya da çok olması çocuğun bağımlılıktan kurtulmasında önemli bir etken. Hatta sadece annenin ilgisi var babanın yoksa çocuğun iyileşmesi gecikirken, babanın olaya müdahil olarak çocukla ilgisinin olması iyileşmeyi hızlandırıyor. Son dönemde yurtdışından gelen sentetik eroinin tehlikesinin arttığına dikkat çeken YEDAM Müdürü, bu uyuşturucunun ucuz olması yüzünden gençler arasında yaygınlaşmasından endişeli. Uyuşturucu ve bağımlılıkla mücadelede ailenin tedavi sürecine aktif katılımı bizi Avrupa ülkelerinden ayıran en önemli pozitif durum. Alkol bağımlılığından kurtulmak için YEDAM'ı arayanlar arasında kadın oranının artması da dikkat çekici yeni bir durum. Son durum şu;
Jules Verne'in Denizler Altında Yirmi Bin Fersah adlı romanını okudunuz mu? Kitapta 1860'lı yıllarda dünyanın dört bir yanında nedeni bilinmeyen bir şekilde soğuk sulara gömülen gemilerin bir deniz canavarı tarafından batırıldığını düşünen denizcilerin bu canavarı bulabilmek için atıldıkları maceralar anlatılır. Bir süre sonra denizciler gemileri batıranın aslında Kaptan Nemo yönetimindeki Nautilus adında bir denizaltı olduğunu öğrenirler. Peki, geçmişte bilim kurgu kitaplarına ve filmlerine konu olan, bugün savunma sanayisinin en önemli araçlarından biri olarak görülen denizaltılar nasıl ortaya çıktı, ilk denizaltıyı kim, ne zaman icat etti? Gelin bu soruların cevaplarını hep birlikte öğrenelim.
Bu programda Lars Chittka'nın "Bir Arının Zihni" (The Mind of a Bee) başlıklı kitabını konuşuyoruz. Kitap arıların zekasını keşfetmenin peşinde ve 2022 Princeton Üniversitesi yayınları arasında. Lars Chittka Alman zoolog, etolog ve ekolojist ve Queen Mary Londra Üniversitesi'nde Duyusal ve Davranışsal Ekoloji Profesörü, Laboratuvar Başkanı. Kitapta arıların bireyler olarak ne kadar benzersiz bir zekaya sahip olduklarını anlatıyor. Son derece zeki olduklarını, farklı kişiliklere sahip olduklarını, çiçekleri ve insan yüzlerini tanıyabildiklerini, temel duygular sergileyebildiklerini, saydıklarını, basit araçları kullanabildiklerini, problem çözebildiklerini ve başkalarını gözlemleyerek öğrenebildiklerini gösteriyor.
Merhaba, Bu podcast bölümü içinde bilmediğimiz bir şeyi öğretebileceğimizi Cahil Hoca kitabı üzerinden tartıştım. Kitapta bahsedilen olgu, bu olguyla hocanın bilgisi olmasa da öğrenciye bir şey katabileceği üzerine yazılanlar etkileyiciydi. Hocanın işlevinin öğrenciye bir şey öğretmek değil, çünkü bu bilgiyi tercüme etmekten öte bir şey olmayacaktır (syf. 16), öğrencinin o şeye dikkatini verip vermediğini kontrol etmek olduğu söyleniyordu. Dikkat ve çalışmayla bilginin öğrenebileceğini, hocanın yeniden anlatmasının ancak ortak bir zekâ hedefinden ibaret olduğunu kitap çerçevesinde söylemek mümkün. Bu da yine politik olarak devletin ortak bir zekâ yaratmaya dair çıkarlarını tartışmaya bizleri çekiyor gibi. Cahil Hoca; psikoloji, sosyoloji ve siyasi anlamda ele alınmaya, tartışılmaya oldukça açık bir kitap. Ben keyifle okudum. Bu podcasti kaydederken kitabın iki bölümü üzerinden beğendiğim noktaları paylaştım. Toplam beş bölümden oluşuyor ve ilk iki bölümde sonraki anlatılanların temelleri atılıyor. Umarım bu podcast kitap adına fikir oluşturabilir. Keyifli dinlemeler! (00:10) Başlangıç (02:05) Cahil Hoca'da sayfa 11. "Öğretmek demek, bilgileri aktarırken zihinleri şekillendirmek, o zihinleri planlı bir ilerleyişle basitten karmaşığa doğru götürmekti, biliyordu bunu." (02:24) Cahil Hoca'da sayfa 12. Hocanın öğretmedeki işlevini eleştirdiği paragraf. (03:22) Cahil Hoca'da sayfa 14. Pedagoji eleştirisi yapılıyor. (04:49) Cahil Hoca'da sayfa 19. "...İstedik mi kendi arzumuzun gerilimiyle veya durum icabı, açıklayan bir hoca olmaksızın, kendi başımıza öğrenebilirdik. (05:45) Joseph Jacotot bilmediğini nasıl öğretebilmiştir? Bu olayı tetikleyen olgu neydi? (06:04) Cahil Hoca'da sayfa 17-18. Olguda ismi geçen Telemak kitabı ve zekâ hakkında. Jacotot öğrencilere bilmediği dili öğretiyor. (07:24) Cahil Hoca'da sayfa 22-23. Evrensel eğitim nedir? "..Açıklamasız bir sürü şey öğrendim, siz de benim gibi öğrenebilirsiniz..." (08:31) Hocanın işlevi nedir, ne olmalıdır? (09:15) Cahil Hoca'nın sırrı: Öğrencinin dikkatini sağlamak ve emek/çalışmasına emin olmak. Okuma yazma bilmeden okuma yazma öğretme örneği. (10:40) Cahil Hoca'da sayfa 35-36. Jacotot ve Sokrates karşılaştırılması. Jacotot'ın yöntemi neden farklıdır? (13:12) Cahil Hoca'da sayfa 39. "..Cahil Hoca bilgine de ders verebilir.." (13:45) Kapanış Bana e-posta adresimden ulaşabilirsiniz: nidanuryagiz@gmail.com Instagram Tiktok Web sitesi YouTube Hoşça kalın, Selamlar ve sevgiler. --- This episode is sponsored by · Anchor: The easiest way to make a podcast. https://anchor.fm/app --- Send in a voice message: https://anchor.fm/nidanur/message Support this podcast: https://anchor.fm/nidanur/support
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Yahya Kemal'e ithaf ettiği, sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul'a dair denemelerini içerdiği Beş Şehir kitabı, Tanpınar'ın her bir şehirde iç dünyasında yaşadığı duygu ve etkileşimlerden, tarihsel metaforlardan ve insanın şehirle kurduğu bağlardan oluşmakta. Kitapta anlatılan şehirlerdeki hikâyeler, menkıbeler, yaşanan duygular ve temaşa edilen güzellikler Tanpınar'ın da dediği gibi üzerinde yaşadığımız toprakların manevî çehresi olan kültür ve medeniyet birikimlerinden ibaret. Tanpınar'ın kitapta hakkında duygu ve düşüncelerinin dile getirdiği şehirler, insanımızın dünyaya bakış açısı, kâinatın da “bak” dediği yerden bakmaya gayretiyle orantılı olarak sıralanmış. Tanpınar'ın kitaba “Beş Şehir'in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır” cümlesiyle başlamasından hareketle, Beş Şehir'in aslında insanın da hayatta beş ayrı bakış açısından, beş ayrı zamanda yaratıcıyla buluşmasından izlekler taşıdığını söylemeliyim. Ankara bir uyanıştır Tanpınar'a göre, muharip edasıyla Atatürk siluetini kendinde birleştirmiş, yeni kurulan bir şehir görünümündedir. Günün ilk saatlerini andırır sanki. Erzurum en çok öğle vakti güzelliğini açığa vurur. Çobanların birbirlerini çağırdıkları seslerle insanı günün ortasında metafizik âleme götüren bir atmosfere sahiptir. Konya uçsuz bucaksız bir bozkırdır. Mevlânalar, Şemsler, Keykâvuslar… Her ne kadar şehirdeki güneşler bir bir batsa da, Konya hep sırmalı çarşaflar içinde eski zaman kadınlarını andıran Selçuk abidelerinin büyüklük rüyasını, türkülerin hüznünü yaşatır. Bursa, akşam ile gece arasında zamanın durduğu, sadece su seslerinin ve ay ışığının aydınlattığı Uludağ'ın eteklerine serilmiştir. Nilüfer Hatun'la mamur olmuş, Geyikli Baba'yla sırlanmış, Konuralp'in kahramanlığıyla taçlanmıştır. Burada tarihin akışı büsbütün yavaşlamıştır. Aslında Bursa, zamanın dışındadır. Gece denilince de akla şehirlerin gözbebeği, medeniyetleri katman katman yüreğinde taşıyan İstanbul gelmelidir. O yüzden Tanpınar, ölümden sonra içinde bir pınar perisi olduğuna inanışını bile gecenin; yani ölüm öncesinde insanın ölüme hazırlık süreci gibi anlatır. İstanbul bir hazırlanıştır o yüzden, ölüme; hakikate, şiirin özüne bir hazırlanıştır. Nurani bir ışıktır İstanbul, tıpkı romanlarındaki gibi. Huzur'un kahramanı Mümtaz'ın boğazda mehtaba karşı gözlerini kısarak ışık huzmelerinden farklı imgelere doğru yola koyuluşu gibi. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
İstiklâl şairi Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale şiirinde Batılıları şu dize ile tarif ediyor: Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... / Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, tam da Akif'in tarif ettiği 'maske yırtılması' durumunu yaşıyor. Bir haller oldu milliyetçi muhafazakâr geçinen Meral Hanım'a. Son 3-4 aydır İslâmsız Türkçülüğün ötesine geçmiş, ecdadımıza ve Peygamberimiz'e hakareti sıradan hale getirmiş durumda! Önce Meclis'te, partisinin grup toplantısında, Afet İnan'ın Medeni Bilgiler'ini elinde sallayıp, “Bu kitabı iktidara geldiğimizde ilkokuldan itibaren ders kitabı olarak okutacağız” dedi. Peygamber Efendimiz için Arap ırkçısı iftirası yer alan kitapta İslâm dini için, “Muhammed'in uydurduğu din” deniliyor. Kitapta, Hilafet'in Osmanlı'ya geçişiyle ilgili olarak da hem Yavuz Sultan Selim'e hem de Hilafet makamına hakaret eden aşağılayıcı ifadelere de yer veriliyor. Aynı Akşener, bir sonraki grup toplantısında bu kez Sultan 2. Abdülhamid'i hedef aldı. İttihatçıların, Taşnakların ve Siyonistlerin Abdülhamid'e yönelik iftiralarına sahip çıkan Akşener, Ermeni çetelerinin Ermenice yazdığı, “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet, adalet, müsavat ve meşveret” sloganını attı. Meydanı –iyice– boş bulan Akşener, hızını almadı ve son olarak, “Günümüzün Abdülhamid'i Erdoğan'dır” diyerek, hakaretlerini sürdürdü. Akşener böylelikle Erdoğan'a karşı nasıl bir ruh hali içinde olduğunu da itiraf etti.
Jeff Bezos'un yazdığı 21 mektuptan yola çıkarak yazılan kitabın yazarı Steve Anderson. Kitapta, Steve Anderson'un bu mektuplardan yola çıkarak oluşturduğu 14 prensip anlatılıyor. İşinizi Amazon gibi büyütmek için 14 prensip... Youtube linki: https://www.youtube.com/watch?v=6VgKTRWoQxs&t=329s Web adresi: www.yalin-dunya.com #amazon #kitapönerileri #operasyonelmükemmellik
Kitap önerilerinde ilk kitabımız Toyota Tarzı. Kitapta bahsi geçen 14 ilke nedir? Nasıl uygulanır? Hizmet ve teknik örgütlerden uygulama örneği. Jeffrey Liker'dan firmaların bu 14 ilkeyi uygulama yol haritası ve Delphi örneği... Ekibe Nasıl Destek Olunur? video linki: https://www.youtube.com/watch?v=wSELw77cuPU&t=3s Süreklilik için Günlük Yönetim video linki: https://www.youtube.com/watch?v=n0Hb9rzG_r8&t=7s Film önerileri: https://www.youtube.com/watch?v=vkmhWQjPhSY 00:00 Neden Toyota Tarzı kitabı 03:00 Felsefe - 1.ilke 03:49 Proses- 2.ilke / 8.ilke 11:16 Partner / Insan - 9.ilke / 11.ilke 13:50 Problem çözme- 12.ilke / 14.ilke 17:04 Hizmet ve teknik örgütlerde uygulama 19:35 Toyota tarzını kendi örgütünüze nasıl uyarlarsınız? 26:22 Delphi yalın dönüşüm 30:30 Özet Web adresi: www.yalin-dunya.com Diğer sosyal medya hesapları: Instagram : https://instagram.com/yalindunya_yeniden Linkedin : https://www.linkedin.com/company/yalın-dünya/?viewAsMember=true #yalınüretim #toyotaway #kitapönerileri
Kitabı şöyle bir karıştırmaya başladığımda ilk izlenimim; hayli zor bir meseleyle karşılaştığımdı... “Demir bilye gibi” dedim içimden... Prof. Gülper Refiğ'in son kitabı “Ruh Doğu'dur Beden Batı” başucumda duruyor. Sindire sindire okuyorum. Size tadımlık olarak kitabın giriş bölümünden bir parça sunacağım. Aslında her şeyi anlatıyor: “Onlarca asrın kemikleşmiş ön yargılarının tam aksi tezini savunan gerçekleri anlatmak ve inandırıcı olmanın zorluğu ötesinde neredeyse imkânsız olduğunun elbette farkındaydım. Ama sonuç her ne olursa olsun bu maceradan asla pişmanlık duymadım, tersine önümde açılan yeni ufuklar öylesine tanıdık, aydınlatıcı ve heyecan verici idi ki, soylu aile köklerini araştıran amatör bir histografın coşkusunu yaşadım. 'Ruh Doğu'dur Beden Batı' sözü Fransız düşünür/yazar Michel Chevalier'e aittir. Toplumların ruhunu oluşturan kültürel olguların en başında kuşkusuz inançları ve buna bağlı gelenekleri vardır. Bu kitapta özel olarak dört büyük besteci, Wolfgang Amadeus Mozart, Richard Wagner, Philip Glass ve Ahmet Adnan Saygun'un farklı zamanlar ve mekânlarda yaşamalarına, inanç ve kültürel farklılıklarına rağmen dünyaya bakış ve yaşam felsefelerinde nasıl ruhsal birlik içinde olduklarını, bu duyarlılığın yaratıcılıklarında nasıl benzer tezahürleri olduğunu anlamaya ve anlatmaya gayret ettik. Çalışırken gitgide puslarından arınan gerçeğin, bütün zahmetlere değecek kadar kıvanç ve umut verici olduğunu görmek coşkulu bir deneyimdi. Özlenen, aranan 'gerçek' bize aldığımız nefes kadar yakındı. Hırs ve egodan arınmış, adil, merhametin ve şefkatin ön planda olduğu, birlikte huzur içinde doğayla barışık bir yaşam özlemi her dört besteciyi de aynı hedefte birleştiriyordu: Doğu'nun 'ruhu' ile Batı'nın 'bedeni'nin uyumlu buluşması. Bu hayalin gerçekleştiği dönemler insanlık tarihinin en huzurlu ve uygar kültürlerini yaratmıştır. Anadolu tarih boyunca bu yüksek irfan, soylu insanlık örneğinin temeli ve odak noktası olmuştur. Kitapta ele aldığım dört bestecinin eserlerindeki düşündürücü ve hikmetli irfanın, bugün içinde yaşadığımız kaotik, karanlık ortama yol gösterici, uyarıcı rehberler olmasını arzu ettim. Başarıp başaramadığıma siz okuyucular karar vereceksiniz.” Prof. Gülper Refiğ'in kitabına da taşıdığı ve ele aldığı 'öz'e de ileride sık sık değineceğiz...
Kitap Kulübünde geçtiğimiz hafta 15. buluşmamızda Jeffrey E. Young, Janet Klosko'nun Hayatı Yeniden Keşfedin adlı kitabını konuştuk. Yine bu kayıtta katılımcılarımızın kitaba ilişkin görüşlerine yer veriyorum. Kitap özet olarak doğumdan itibaren yaşadığımız bazı olumsuzluklarla başa çıkmak için bulduğumuz yöntemleri hayatımız boyunca benzer durumlarda kullanma eğiliminde olduğumuzu söylüyor. Bunlara da şema ismini veriyor. 11 tane şema belirlemişler, bir çocuğun gelişiminde kritik olan ama karşılanamayan ihtiyaçlar sonucu gelişen baş etme mekanizmaları için. Örneğin ebeveynlerinden sevgi veya kollanma görmeyen bir çocuğun Duygusal Yoksunluk Şeması geliştirip ve kendisini sürekli olarak yalnız hissetmesi ve başkalarına bağımlı hale gelmesi gibi. Kitapta önce her şemanın sizde ne ölçüde var olup olmadığını anlamanız için testler sunuyor, bazı ifadelere puan vermenizi istiyor. Sonrasında çocukluğunuzda bunun izlerini aramanızı, bir şekilde o defteri kapatmanın ve bu şemayı tetikliyen örüntüyü bozmanın yollarını anlatıyor. Tabii bir kitap okuyup hayatımızın kontrolünü ele alacağımızı beklemek gerçekçi olmaz ama kesinlikle farkındalık yaratması açısından iyi bir başlangıç. Bu toplantıda güzel bir tesadüf, kulübümüze yeni katılan bir psikolog arkadaşımızın, Esra Arda'nın aramızda olması oldu, hatta ben bu şema terapisini ilke kez kendisinden dinlemiştim İnanç Ayar'ın BYFOG topluluğunda. Dolayısıyla Esra'ya biraz daha fazla söz düştü ve sorularımızı yanıtladı sağolsun biraz rahatsız olmasına rağmen. Yine kulüp olarak beğendiğimiz bir kitap oldu, tekrar tekrar okuyacağımız kısımlar olduğundan bahsettik. Bu bölümde söz alan arkadaşlar sırasıyla (02:34) Derya Ertok; (04:45) Mehmet İlker Aksoy; (08:10) Ayşegül Çetin; (11:10) Yavuz Abut; (14:13) Alim Küçükpehlivan; (16:55) Mustafa Başar; (20:19) Hatice Ergüven Doydum; (22:47) Esra Arda; (26:55) Alimurtaza Rutci; (30:09) Cem Çağatay Karaali; (31:15) Sabriye İpek; (33:40) Esra Arda
Kıraathane Kitapları etiketiyle yeni yayımladığımız Ne Mutlu Eşitim Diyene: Milliyetçilik Tartışmaları kitabı, burada İstanbul Edebiyat Evi'nde tam bir yıl önce başlattığımız bir konuşma serisine paralel olarak kaleme alınmış 23 makaleden oluşuyor. Kitapta makaleleri olan Necmiye Alpay, Ayhan Kaya, İştar Gözaydın ve Foti Benlisoy'la İstanbul Edebiyat Evi ekibinden Ayşen Güven'in moderatörlüğünde buluşup, 2021 dünyasında milliyetçiliklerin kimlere neler ettiğini konuştuk.
Kitap kulübümüzün 11inci buluşmasında Mihaly Csikszentmihalyi'nin Akış-Mutluluk Bilimi adlı kitabını konuştuk. Geçtiğimiz ay 20 Ekim'de 87 yaşında hayata gözlerini yuman Macar asıllı Amerikalı psikolog 1990'larda üzerinde çalışmaya başladığı Akış kavramı ile psikoloji alanında ciddi bir etki sahibi. Onun kitaplarını vefatı vesilesiyle seçkimize katmak istemiştik, genel istek üzerine Kasım ayında bu önemli eserini okuduk. Kitapta, akışa ulaşmanın koşullarını açıklıyor. Bir akış durumu elde etmek için, görevin zorluğu ile beceri arasında bir denge kurmak gerektiğinden bahsediyor. Kitap o denli bir heyecan yarattı ki, toplantımız normalden yarım saat daha uzun sürdü. Bu bölümü de daha fazla kısaltamadım ancak sizi bu kitabı okumaya ısındıracağına süphem yok. Sözü fazla uzatmadan sizi buluşmamıza götürüyorum. Bu bölümde yer verdiğim katılımcılarımız sırasıyla İlker Aksoy (01:47), Özge Saygun (06:27), Belgin Elmas (09:47), Alim Küçükpehlivan (13:41), Gamze Ürkmez (17:26), Berrin Demirezer (22:51), Mustafa Başar (25:39), Melda Göknel (27:54), Feride Çetinoluk (30:25), Esra Öcal (32:50), Yasemin Karakaya (35:43), Ekin Titrek Özcan (39:10), Müge Önen (41:10), Figen Öztürk (42:46) ve Güçlü Karavelioğlu (44:07)
Facebook açıkladığı yeni yol haritasıyla beraber bu günlerde herkes çevrimiçi yaşamlarımızda devrim yaratacak(!) bir sonraki büyük şey olarak “metaverse” hakkında konuşuyor. Ama herkesin “Metaverse"in ne anlama geldiğine dair kendi fikirleri var gibi görünüyor, elbette; bunun ne anlama geldiğine dair gerçek bir bilgileri varsa... “Metaverse” terimi ilk olarak Neal Stephenson'ın ufuk açıcı 1992 siberpunk romanı Snow Crash'de ortaya çıktı. Kitapta, Metaverse, “dünya çapındaki fiber optik ağı üzerinden halka sunulan” ve sanal gerçeklik gözlüklerine yansıtılan ortak bir “hayali yer”dir. İçinde, geliştiriciler için “binalar, parklar, işaretler ve ayrıca uçsuz bucaksız havai ışık gösterileri, üç boyutlu uzay-zaman kurallarının göz ardı edildiği özel mahalleler ve serbest savaş bölgeleri gibi gerçekte var olmayan şeyler inşa edebilir ortam bulunmaktadır. “Metaverse” kavramının bu hali, Zuckerberg'in daha “biçimlendirilmiş” bir internet çağrısı yaptığında bahsettiği olabilir. Ancak yazar Stephenson, “Facebook
1947 yılında yayınlan bu kitabın yazar hanesinde “bir heyet tarafından meydana getirilmiştir” yazıyor. Girişte “Türk Genci!” hitabının ardından da “Dindarlık zevki, maddi olmayan bir zevktir. Onu maddi menfaatlere ve dünya işleriyle karıştıranların bu memlekete fenalık ettiklerini tarih anlatmış ve ispat etmiştir. Hâlbuki İslam dininin emrettiği; sırf Yaradan'a minnet borcunu ödemek, iyilik için yaşamak gibi manevi hazları tadabilmek, dünyalara değen en büyük menfaattir... Milliyetine ve dinine güven, iyi bir vatansever olduğun kadar iyi bir dindar da ol!” Bu yıllarda bir heyete bu kitabı yazdıran iklim Türkiye'nin Kemalist devrimciliğin, pozitivizm ruh ikliminin uyandırdığı rahatsızlıktır. Bir orta yol arayışıdır. İslam tarihini, ibadetleri anlatan kitap dönemin ideolojik örgüsünü ve dilini de korur. Mesela “Allah'a iman” değil, “ulu tanrıya iman” der. Kitapta din, namazdan, hacca anlatılır... 1930'lu yılarda ortaya çıkan Cumhuriyetçi muhafazakarların etkisiyle yazıldığına inandığım bu kitap bugünün siyasi tartışmalarının köklerini anlamak için o yıllara bakmak gerektiğini ortaya koyuyor. Ayni siyasi hatlar devam ediyor, benzer tartışmalar yapılageliyor. Kim bu “Cumhuriyetçi muhafazakârlar” 1930'dan sonra bu kadroyu görmeye başlıyoruz. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Peyami Safa, Şekip Tunç, Adalet Ağaoğlu, Hilmi Ziya Ülken bu isimlerden bazıları... Kemalist devrimcilik ile maneviyat arasında bir orta yol bulmaya çalışan bu isimler İttihat Terakki günlerinden hatta onun da öncesinden başlayan keskin ve dayatmacı pozitivist anlayışa karşı çıkıyor, maneviyat ve dinin toplum ve insan için önemine dikkat çekiyor, baskılanmaması gerektiğine inanıyorlar. Özetle devrimlerin keskinliğine karşı çıkıp itidali savunuyorlar. 1926 kongresi sonrası CHP içinde pozitivizmin ve materyalizmin ağır basması, Kemalizmin halka uzak bir şekilde yorumlanması, CHP içerisinde küçük bir grup olan Cumhuriyetçi muhafazakârları telaşlandırıyor ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu önderliğinde bir araya gelmelerine neden oluyordu. 1930'ların Kemalizm anlayışları arasındaki yarışta en geride kalmalarına rağmen, Cumhuriyet'in ilerleyen yıllarında merkez sağın ortaya çıkışıyla beraber önem kazanan Cumhuriyetçi muhafazakârların önemli isimlerine birlikte bir göz atalım.
Göçün altmışıncı yılı, konuyla ilgili yeni kitapların basılmasıyla da kutlanıyor. Eski milletvekillerinden Özcan Mutlu da yayınladığı " Almanya nasıl vatan oldu?" adlı kitabında ikinci kuşaktan gizli kalmış göçmenlerin hikayelerini anlatıyor. Kitapta ünlü ya da ünlü değil, her alandan seçilmiş göçmenlerin portreleri çiziliyor. Mutlu bu kitapla amacının, Alman toplumuna, göçmenlerin Almanya'yı nasıl zenginleştirdiğini anlatmak olduğunu söylüyor. Kitap Türkçe olarak basılarak, Türkiye toplumuna da "Almancılar"ı tanıtacak. Audio: Siyasetçi Özcan Mutlu ile söyleşi
Kalkınma Atölyesi Kooperatifi bünyesinde çalışmalar yapan Eğitim Atölyesi’nin hazırladığı “Pandemi Döneminde Öğretmen Olmak” kitabı yayımlandı. Kitapta öğretmenlerin koronavirüs salgını döneminde karşılaştıkları zorlukları ve bunlarla başa çıkışlarını, süreç boyunca hissettiklerini doğrudan öğretmenlerin kaleminden okumak mümkün. Salgında öğretmen olmanın anlamı üzerine Eğitim Atölyesi’nden eğitim uzmanı Gözde Polatkal ve kitapta deneyimlerini paylaşan öğretmenler Sinan Alp, Gözde Uysal ve Sezer Demir ile konuştuk.
Selam. Çocuk kitaplarını konuşmaya devam ettik. Bu sefer biraz teknik konulardan bahsettik çünkü ebeveyn için kitap seçmek bazen çok zor bir iş olabiliyor. Doğru kitapları almadığınızda çocuğunuzdan da umduğunuz karşılığı alamayabiliyorsunuz. Neler konuştuk, bi bakın bakalım: -SPOILER- * Çocuk kitabı seçerken en önemli kriterimiz ne olmalı? * Öykünün didaktik olması ne anlama gelir? * Toplumsal cinsiyet normları bir çocuk kitabına nasıl yansır? * Yaş grubuna göre bir kitabın fiziksel özellikleri nasıl olmalı? * Kitapta kullanılan font önemli bir kriter midir? * Çoklu puntonun çocuk açısından bir önemi var mıdır? * Çocuğumuza vereceğimiz bir kitabın görselleri nasıl olmalı? * Sayfa yapısı derken tam olarak neyi kastediyoruz? * Kitap seçerken yayınevine de dikkat etmeli miyiz? * Çocuğumuza yaşına göre kitap vermek neden çok çok önemli? -SPOILER- Bu kadar değil aslında, laf arasında da bir sürü şeye değindik yine, çenemiz düştü her zamanki gibi :) Neyse, dinleyin siz. Bize de her türlü soru ve öneri için instagram hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz. instagram.com/ac.parantez instagram.com/psikolog.gokcen.cetiner Sevgiler.
Aylin Öney Tan dün İrlanda'nın felaketi olan patatesin tarihini anlatmaya başlamıştı, bugün devam ediyor. İlk basılı yemek kitabı olarak 1844 yılında yayınlanan Mehmet Kâmil'in "Melceü't-Tabbâhîn" (Ahçıların Sığınağı) adlı kitabındaki tek patates yemeği tarifine dikkat çekiyor. Kitapta yeni bir sebze olarak "patates tabir olunan bir çeşit yer elması" diye tarif ediliyor. Abdülmecid'in İrlanda'ya patates yardımı girişimi, Kraliçe Victoria'nın tepkisi, rivayetler ve gerçeklerle patates tarihinden ilginç notlar var. İyi dinlemeler
Alfa Kitap etiketiyle geçtiğimiz ağustos ayında yayımlanan “Tepemizdeki Gölge”, N. Can Kantarcı'nın bilim kurgu ve mizah harmanıyla hayat bulmuş bir roman. Baş kahramanımız, kendini epey farklı sanan fakat son derece standart bir insan olan Mehmet Kunduracı. Kitapta da bir kadınla tanışmasının ardından hayatının nasıl değiştiğini takip ediyoruz. Müge Turan, Katrancı'yla kitabı üzerine sohbete koyuldu.
Philip Zimbardo nun Stanford Hapishanesi Deneyi üzerinde durduk. Deney uzunca anlatıldı , üzerinde yorumlarda bulunduk ve Ebu Gureyb, Guantanamo hapishanesi gibi yerlerdeki işkenceler ayrıca Vietnam Ruanda gibi bölgelerdeki savaş suçlarını deney ışığında anlamaya çalıştık. Milgram itaat deneyi ardından ikinci bir psikoloji deneyi üzerinde durmuş olduk. Umarım faydalı olur. Not ; Kitapta bulunan müstehcen kelimelerin neredeyse tamamını sansürlemeye özen gösterdim ancak deney atmosferinin anlaşılabilmesi için bir kısmını okumak zorunda kaldım. Galiz küfürlerin ise hiç birini okumadım. Bundan dolayı bizi mazur görüleceğimizi umarım.
11.01.2019 | Dijital Hayat Bölüm205 - TRT RADYO1 I "Kitap mı? İnternet mi?" Bilal Eren'in hazırlayıp, sunduğu Dijital Hayat programında bu hafta "Kitap mı? İnternet mi?” konusu YAYFED Başkanı Münir Üstün ile konuşuldu. - İnternetin kitap okuma alışkanlıklarımıza olumsuz etkisi mi oldu? - İnternetin kitap okuma alışkanlıklarına etkileri nelerdir? - Kitap ve internet birbirine rakip mi? Tam tersi mi? - Doğru bilgi internette mi? Kitapta mı? - Türkiye'de kitap okuma alışkanlıkları nelerdir? - Kitap Satış Oranları Neler? Kitap Satış Adetleri? - Türkiye'de Yayıncılı ve Kitap Basımı Rakamları? Dijital Hayat, her cuma yeni bölümüyle 15:30 TRT Radyo1 mikrofonlarında canlı yayında.. Tüm geçmiş ve gelecek yayınlarımız için; www.youtube.com/dijitalhayattv