Podcasts about Savran

  • 43PODCASTS
  • 490EPISODES
  • 39mAVG DURATION
  • 1MONTHLY NEW EPISODE
  • Oct 14, 2024LATEST

POPULARITY

20172018201920202021202220232024


Best podcasts about Savran

Latest podcast episodes about Savran

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Sri Lanka'da “Marksist” cumhurbaşkanı

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Oct 14, 2024 43:45


İşçi sınıfı uluslararası bir sınıftır. Nasıl ülkemizde mücadelenin her milletten memleketten insanı kapsaması gerektiğini söylüyorsak, Türkiye dışında başka ülkelerde işçilerin verdiği mücadeleleri de kendi mücadelelerimiz gibi görüp kazandıklarında sınıfımızın kazandığını, kaybettiklerinde bunun bizim de zararımıza olduğunu bilmemiz gerekir. Hal böyle olunca, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde kapitalist dünyayı kasıp kavuran büyük ekonomik buhranın orta yerinde yoksul bir ülkede cumhurbaşkanı seçimini bir Marksist adayın kazandığı haberine bütün sınıf bilinçli işçilerin kulak kabartması gerektiği açık. Marksist demek proletaryanın, yani işçi ve ücretli emekçi bütün kitlelerin iktidarı için mücadele eden demek. O zaman demek ki, bu yoksul ülkede işçi sınıfı iktidarı için mücadele eden bir hareketin, bir cephenin adayı seçim kazanmış demek. O ülkeden öğrenecek ne çok şeyimiz olabilir. Bu ülkenin adı Sri Lanka. Hindistan'ın güneyinde, Japonya gibi, İngiltere gibi bir ada ülkesi. Haydi bakalım Sri Lanka'dan bize Türkiye işçi sınıfına ne ders var? Sri Lanka'ya bakın, devrimlerin, ayaklanmaların, halkın isyanının kudretine güvenin! Eksik olan halkta değil. Eksik varsa, kusur varsa, işçi sınıfı partisini inşa etmeyenlerde. Biz ediyoruz. Devrimci İşçi Partisi halk ayağa kalktığında gür bir sesle “buradayız” diye haykıracak! Yeni bir Syriza vak'ası İşçi sınıfı ve emekçiler ellerinden geleni yaptılar. Karşılarında bulunan partiler arasında düzenle barışık olmadığını söyleyen, kapitalist sınıfın ayrıcalıklarını sorgulayan, İMF programının sert koşullarıyla mücadele edeceğini iddia eden, emekçi halkın yaralarını sarmayı vadeden bir sosyalist partiyi ve onun kurduğu cepheyi desteklediler. Onu yüzde 3'ten yüzde 42'ye, hatta yüzde 58'e taşıdılar. Şimdi başka bir düzene doğru yürüyüş başlayacağı umudu içindeler. İşçi sınıfı ve emekçiler ellerinden geleni yaptılar ama bu daha işin başlangıcı. Ve çok küçük bir başlangıç. Sri Lanka Marksist hareketinin tarihinde JVP'nin yeri Sri Lanka solunun tarihinin ilk büyük evresi, ülkenin henüz “Seylan” adını taşıyan bir İngiliz sömürgesi olduğu 1930'lu yıllardan bağımsızlığın elde edildiği 1948 sonrasında da devam ederek 1960'lı yılların ortasına kadar süren bir dönemdir. Bu dönemde ülkede dünyanın o sıralarda en güçlü devrimci Marksist partilerinden biri solda başı çekiyordu. Lanka Sama Samaja Party (LSSP - Sri Lanka Sosyalist Partisi) IV. Enternasyonal üyesi, Trotskist programa sahip bir parti idi. Bu partinin içinden çıkan Sri Lanka Komünist Partisi ise Sovyetler Birliği'nin uluslararası yönelişine tâbi bir parti idi. 1960'lı yıllarda Komünist Partisi'nin içinden Maocu eğilimde bir başka parti yavaş yavaş ortaya çıkmaktaydı. Bu evreye damgasını vuran Trotskist LSSP, 1960'lı yıllarda bazı bakımlardan kısmen solda bir program önermekte olan bir burjuva partisi ile sınıf işbirliğine yönelince bu evrenin sonuna gelindiği ortaya çıktı. Bu öyküyü 2022 devrimi üzerine yazdığımız yazılardan birinde etraflı olarak anlattık. Okurumuzun bu aşamada durup o yazıya dönmesini ve bu yazının gerisini o bilginin ışığında okumaya devam etmesini tavsiye ederiz. Aragalaya'da sol Üstelik seçim sadece seçim kampanyasında kazanılmamış gibi görünüyor. NNP ittifakının (Ulusal Halk İktidarı) en önde gelen iki sol partisi olan JVP ve Frontline Socialist Party (Cephe Hattı Sosyalist Partisi), elimizdeki (sosyalizme tamamen mesafeli duran) bir kaynağın aktardığına göre başından sonuna kadar “100 günlük” aragayala'nın (“mücadele”nin) içinde yer alıyorlar. Bu partilerin yanı sıra solcu öğrenci hareketinin birleşik örgütü olan ve Anthare adını taşıyan Üniversite Öğrencileri Federasyonu da çeşitli yürüyüş ve gösterilerde önemli bir rol oynuyor. Ne yapmalı?

Gerçek gazetesi
Sungur Savran İşçinin düşmanı göçmen mi patron mu?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Sep 13, 2024 5:09


Avrupa'nın dört tane büyük ülkesi var. Üçü Avrupa Birliği (AB) üyesi: Almanya, Fransa, İtalya. Dördüncüsü, yani İngiltere, eskiden üyeydi, 2016'da Brexit adıyla yapılan referandum sonucunda AB'den ayrıldı. Dört büyük ülke Avrupa'da doğan bütün büyük gelişmeleri başlatan ve onlara yön veren ülkelerdir. Ekonomik liberalizm mi benimsenecek? Önce bunlarda görülür. Askerî harcamalar mı arttırılacak? İlk atak bunlardan gelir. Göç rejimi mi sıkılaştırılacak? Önce bunlar kapar sınırları. Peki ya faşizm gelecekse? Haziran ayı başında AB üyesi bütün ülkelerde Avrupa Parlamentosu seçimleri hep birlikte yapıldı. İtalya'da iki yıldır başbakan olan kadın politikacı Giorgia Meloni oylarını arttırarak durumunu sağlamlaştırdı. Meloni, 20. yüzyılın ilk faşist sistemini kurmuş olan Benito Mussolini'nin partisini atası gören bir partinin lideri. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri kıtada başbakanlığa gelen ilk faşist. Faşizmin en sert politikalarına başvurmaya hemen girişmedi. Koşullar henüz ona uygun değil. Ama birçok alanda adım adım ilerliyor. Aynı Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bu sefer Fransa'da ta 1980'li yıllardan itibaren ağır ama emin adımlarla yükselmekte olan faşist parti, oyların üçte birini alarak seçimden birinci parti çıktı. Faşizmin bu büyük zaferi karşısında Cumhurbaşkanı Macron Fransız meclisini lağvederek baskın seçim yapmaya kalkıştı. Onu da yüzüne gözüne bulaştırdı. Şu anda faşistler parlamentonun en büyük partisi konumunda. 2027'de iktidarı gözlüyorlar. Arada bir fırsat doğmazsa. Temmuz sonu-Ağustos başı sıra İngiltere'deydi. Üç küçük çocuğun öldürüldüğü bir olay sonrasında ırkçı güruhlar katilin göçmen olduğu yolunda bir yalan haber yayarak ülkenin çok çeşitli yerlerinde gösteriler yaptı, birçok binayı ateşe verdi, sokakta göçmen avı düzenledi, göçmenlerin geçici olarak yerleştirildiği otelleri bastı, bütün bunların doğurduğu terör duygusu ülkeyi günlerce teslim aldı. Bu olaylarla birlikte görüldü ki, faşizm sadece bir seçim sandığı sorunu değildir, günlük hayatın orta yerinden yarılması, koskoca insan topluluklarının arasında yerli/göçmen, İngiliz/yabancı gibi düşmanlaştırıcı ayrımlar temelinde sokak savaşları demektir. İngiltere ayrıca Temmuz başında bir seçim yaşadı. Irkçı-faşist parti, oyların yüzde 14'ünü (4 milyonu aşkın oy) aldı. Bu parti Amerika'nın eski başkanı Donald Trump'ın İngiltere'de kendine en yakın muhatap olarak gördüğü Nigel Farage adlı politikacının partisi. Haziran İtalya ve Fransa, Temmuz-Ağustos İngiltere, şimdi Eylül ayında Almanya. 1 Eylül Pazar günü federal bir sisteme sahip Almanya'nın iki eyaletinde, Türingen ve Saksonya'da seçim yapıldı. İlkinde faşist parti birinci parti olarak çıktı, ikincisinde çok küçük bir farkla ikinci. Almanya'nın bu konudaki yeri apayrı. Hitler'in ülkesi bu! Faşist parti bir eyaleti ilk kez kazanıyor. Bugün bir eyalet, yarın bir ülke mi? İşte size Avrupa'nın yolunu çizen dört ülkede faşizmin yükselişinin kısacık özeti. Peki bütün bunların Türkiye işçi sınıfına dersi nedir? Ders çok ama en önemlisi şu: Dört büyük ülkede birden faşizm yükseliyorsa bunun ulusal koşullardan bağımsız bir nedeni olmalı. “İngilizler eski sömürgecidir”, “Fransızlar çok milliyetçidir”, “Almanlar zaten Nazidir” falan olmaz. Öyle diyene inanmayın. Neden şu: Kapitalizm ekonomik krizinden çıkamıyor. Ceremesini işçi sınıfı ve emekçiler ödüyor. Onların düzene karşı öfkesini saptırmak patronların çıkar yolu. Irkçı faşistler sorunların kaynağı olarak göçmenleri işaret edip onlara bu hizmeti veriyor. Onlar da faşist partilerin parasını ödüyor. Siz siz olun, Kürde, Alevi'ye, Afgan'a, Suriyeli'ye yıkmayın suçu. Emekli geçinemiyorsa, asgari ücretli inliyorsa, sendikalaşan işçi işini yitiriyorsa, öğretmene kadro verilmiyorsa, işçi çocuğuna okul yemeği verilmiyorsa bunun nedeni sermaye düzenidir, sermaye istibdadıdır. Yönümüzü şaşırmayalım: Mücadele başka halklardan sınıf kardeşlerine karşı değil. Mücadele iş, aş, hürriyet mücadelesidir.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Yeni 1968 gençliği kimdir, neye ihtiyacı var?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Aug 7, 2024 5:55


1968'i nasıl bilirsiniz? Bu soruya insanların çoğunluğu “dünya çapında gençliğin ayağa kalkışı” olarak cevap verecektir. Oysa 1968 bunu da içermekle birlikte ondan ibaret değildir, çok daha fazlasıdır. 1968, Vietnam'da emperyalizme karşı “Tet Taarruzu” adını taşıyan bir askerî operasyondur. ABD'de emperyalizmin Vietnam savaşını sona erdirme mücadelesidir. Afrika ülkeleri Angola ve Mozambik'te Portekiz sömürgeciliğine karşı gerilla savaşıdır. Portekiz'de bir askerî darbe ile başlayan, sonra bir halk devrimine doğru büyüyen bir büyük tarihî olaydır. Arjantin'de “Cordobazo” adını taşıyan kitlesel bir işçi ayaklanmasıdır. Çekoslovakya'da Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa'nın sosyalist ülkelerine “ağabeylik” yapmasına karşı bir isyandır. Güney Afrika'da salt siyahilerin yaşadığı Soweto kentinde lise ve ortaokul öğrencilerinin apartheid'e (ırk ayrımına) karşı başkaldırısıdır. Fransa'da hem öğrenci isyanı hem 10 milyon işçinin bir ayı aşkın süren işgalli genel grevidir. Türkiye'de evet üniversite işgalleridir, ama aynı zamanda 15-16 Haziran 1970 proleter ayaklanmasıdır. Daha neler, daha neler! İnsanın başı dönüyor bu yoğunluk, çeşitlilik ve kitlesellik karşısında. Ama “Sorsak ne derdiniz?” sorusuna verilen cevap da yanlış değildir. İnsanlar 1968'i neden “öğrencilerin başkaldırısı” diye hatırlar? Çünkü ötekilerin her biri daha önce de olmuştur daha sonra da: işçi sınıfının devrimci ayaklanması, sömürge yönetimine karşı halk savaşı, ırkçılığa karşı isyan, hatta sosyalist ülkelerin “ağabey yönetimini” reddetmesi, bunlar ve başkaları tarihte (sonuncusu elbette sadece 20. yüzyıl tarihinde) sık sık görülmüştür. Ama üniversite öğrencilerinin dünyanın her yerinde hep birden ve dev kitleler olarak ayağa kalkması modern tarihte ilktir. Önce Afrika ülkesi Kenya'yı ele alalım. Bundan yaklaşık bir ay önce bu eski İngiliz sömürgesinde devletin kasası boşaldığı için aynen bizde olduğu gibi meclis yoksul halkı inletecek kadar ağır vergiler getiren bir yasa kabul etti. Buna yanıt gençliğin ayaklanması, parlamentoyu basması ve küçük ölçekli bir yangın çıkarması, polisi günlerce uğraştırması oldu. Devlet başkanı işi “vatana ihanet” diyecek kadar ileri götürdü, ama bir yandan da gençlik isyanının taleplerine cevap vererek yasayı geri gönderdi. Yani gençlik mezara, talepleri iktidara! Sonra son bir-iki haftada Hindistan'ın doğusunda yer alan Asya ülkesi Bangladeş'te olanlara bakalım. Bu konu Gerçek'in bu sayısında bir başka yazıda da ele alınıyor. Bu ülkede de devasa (kelimeyi çok tartarak kullanıyoruz) bir gençlik isyanı oldu. Konu ilk anda farklı görünüyor: Memuriyete girişte uygulanan kotalar sorunu. Ülkenin yüksek mahkemesi zaten var olan kotaların miktarını arttırdı. Kotaların çok büyük bölümü, bundan yarım yüzyıl önce Pakistan'a karşı verilen savaşta bugün “vatan” olarak kabul edilen Bangladeş'in bağımsızlığı için çarpışmış olan şehit ve gazilerin torunlarına ayrılmış durumda. Ülkenin 15 yıldır başında olan kadın başbakan Şeyh Hasina da bu bağımsızlığın önderi Mucibur Rahman'ın kızı olması hasebiyle bu şehit ve gazileri kendi tabanı görüyor. Yani bizde memuriyete girerken uygulanan “mülakat sistemi” orada “kota sistemi” olmuş! İşte işsizliğin gittikçe yükseldiği bu yoksulun yoksulu toplumda, gençlik istihdam uğruna ölüyor! En az 200 ölünün olduğu söyleniyor. Taktik yine aynı: İsyancı gençliği öldür ama ortalık yatışsın diye talebini kabul et. Şeyh Hasina'nın “benim yargıçlarım” kotayı yüzde 35-40'tan yüzde 5'e geri çekti! İşçi sınıfının öncüsü bütün bu gençliği, üniversitelisini de diplomalı işsizini de meslek okul mezununu da yoksul varoş çocuğunu da örgütleme göreviyle karşı karşıyadır. Fantezileri bırakın! Leninist parti her ülkede ve en çok Türkiye'de vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Sıvayın kolları! Gelin saflara!

Endüstri Radyo
Osman Savran - Merve Kaya ile Depreme Dayanıklı Binalar

Endüstri Radyo

Play Episode Listen Later Jul 23, 2024 40:50


Merve Kaya'nın hazırlayıp sunduğu programa İnşaat Mühendisi- Miraselin Yapı Genel Müdürü Osman Savran konuk oluyor.

Endüstri Radyo
Osman Savran - Merve Kaya ile Depreme Dayanıklı Binalar

Endüstri Radyo

Play Episode Listen Later Jul 23, 2024 40:50


Merve Kaya'nın hazırlayıp sunduğu programa İnşaat Mühendisi- Miraselin Yapı Genel Müdürü Osman Savran konuk oluyor.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: CHP damgası

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jul 14, 2024 5:45


Şu eleştiriye bir göz atar mısınız? “15 Temmuz'un ardından, ‘terörle mücadele' adına girişilen iki yıllık OHAL süreci, başkanlık referandumunun yolunu açarken, muhalefet 15 Temmuz sonrasında birçok kritik gündemde ‘Yenikapı ruhu' ile iktidarın arkasına dizildi.” Ya da şuna? “Hileli referandum olarak tarihe geçen 2017 Başkanlık Referandumunda yapılan hukuksuzluklara seçim sonrası itirazlar sürerken (…) Kemal Kılıçdaroğlu ise YSK kararı sonrası sessizliğini ‘Karşı tarafın silahları vardı' şeklinde açıklayacaktı.” Başka da var: “Bakanlar Kurulu iki yılda 36 Kanun Hükmünde Kararname yayınladı (…) Üniversitelerden sol görüşlü akademisyenler tasfiye edildi (…) Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Enis Berberoğlu gibi birçok milletvekili tutuklandı. (…) Tüm bunlar olurken, CHP ve yeni kurulan İYİ parti liderlikleri, halka ‘itidal' ve ‘seçimi bekleme' çağrısı yapmakla yetindi.” 2023 seçimleri bile: “Kişisel ikballerin ve parti çıkarlarının ön plana çıktığı aday belirleme süreçleri azınlığa düşmüş dinci gerici iktidar cephesine (…) yol açmış oldu.” Çıkarılan sonuç da firaklı: “Tüm kurumların çürüdüğü, Meclis'in göstermelik bir hale geldiği, yargının bağımsızlığının kalmadığı, ‘illegal faşist yargı çetelerinin' devreye girdiği bir ülkede tek umut halkın örgütlülüğü için uğraşacak olan devrimcilerdir.” Bunları okuyan okurlarımız soracaklardır: “Acaba yazarımız Gerçek gazetesinin eski sayılarından alıntılar mı yapıyor uzun uzun?” Bazıları, “yahu dil benzemiyor, ama söylenenleri biz Gerçek gazetesinde çok okuduk. Ne olsa gerek bu alıntılara dikkat çekilmesinin nedeni?” diyebilir Biz size anlatalım, değerli okurlarımız: Türkiye'nin Menşevik, yani burjuvazinin partilerini destekleyip ekmek ve hürriyeti onlardan bekleyen solu kendini manevralarla kurtarmaya çalışıyor. “Uyandı” diyeceğiz ama uyandığı falan yok. Bu tür fikirler, son zamanlarda Özgür Özel “normalleşme” patikasına gireli beri bu tür partilerin hepsinde görülüyor. Sol Parti'nin organı olduğunu hâlâ sadece Pazar Eki'nde hatırlayan, geri kalan sayfalarında hem CHP propagandası yapan hem CHP'li yazarların zehrini hitap ettiği emekçi halka yaymaya devam eden BirGün gazetesinde de sık sık dile getiriliyor. Evet, gazetemiz Gerçek ve partimiz Devrimci İşçi Partisi, farklı bir dille de olsa, AKP-MHP istibdadına, Türkiye'nin tepesine çökmüş bu gerici ittifaka karşı CHP'nin mücadele aracı olamayacağını yıllardır döne döne anlattı. Bu sözde “muhafelet”in, sonunda iktidarla uzlaşacağını çok daha zengin örneklerle, çok daha bütünsel, çok daha Marksist bir dille izah etti. BirGün'ün ekinde şimdi bir politik merkez görüşlerini ifade ediyor. Tarihî çağrışımlar yaratmak amacıyla kullandığı ad “Yol Politika Kolektifi”. Savunduğu politikanın Marksizmden, yani sınıf mücadelesinden fersah fersah uzak olduğunu anlamak için, yukarıda verilen alıntılarda OHAL dönemini nasıl tarif ettiğine bakmak yeter. Erdoğan'ın bizzat kendisinin patronlara, “biz OHAL'i grevleri engellemek için getirdik” dediğini ve o dönemde gerçekleşen çok sayıda tek imzalı grev yasağını zikretmeyi unutanlar, (kendisi de elbette önemli olan) üniversiteden uzaklaştırmaları hatırlıyorlar. Kürt halkının temsilcilerinden Demirtaş'ın yedi yıldır hapiste olmasına yolu açan dokunulmazlıkların toptan kaldırılması oylamasında, Kılıçdaroğlu'nun CHP milletvekilleri ile birlikte olumlu oy kullandığını unutuyorlar ama tarihte bir virgül olan CHP'li Enis Berberoğlu'nun adını zikretmeyi unutmuyorlar. Ne de olsa Kılıçdaroğlu'nun “Adalet Yürüyüşü”nde yanında yer aldılar! Proletarya sosyalizmi işçiye, emekçiye, halka sadece her zaman doğruyu anlatmaz. Aynı zamanda fikri ile zikri birdir. Gerekirse özeleştiri de yapar. Küçük burjuva sosyalizmi ise kendini manevralarla korumayı politikanın baş sanatı sayar. Kararı tarih verecektir.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Tırmanma ve tıkanma

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jun 12, 2024 4:56


DİSK Birleşik Metal-İş sendikası son günlerde çok önemli bir adım attı. Bu adım, ilk başta sınıf mücadelesiyle ilgili gibi durmuyor. Esas olarak uluslararası politikayla ilgili. Ama sınıf mücadelesinin kalbine değiyor. Görelim. Günümüz dünya politikasının ana hattını iki büyük savaş belirliyor: Ukrayna ve Gazze savaşları. Son günlerde her iki savaşın gidişatında da politik ve diplomatik düzeyde önemli gelişmeler oldu. Bu iki gelişmenin ardı ardına gelmesi çok manalı. Bu yeni gelişmeleri karşılaştırarak çok önemli bir sonuca ulaşabiliriz. Ukrayna meselesinde çok çarpıcı bir gelişme yaşanıyor: Avrupa ülkelerinin bir bölümü, en başta Fransa'nın “liberal” devlet başkanı Macron, önce Ukrayna'ya asker yollanacağını ima etti, ardından Ukrayna'ya verilen silahların artık Rusya sınırları içindeki hedeflere karşı da kullanılabileceğini. Bugüne kadar Ukrayna Rusya içinde ve kara sularında birçok hedefi vurmuş, hatta Moskova semalarına (etkisizleştirilen) dronlar yollamıştı. Ama bunların her birini tekzip etti. Savaşın Rusya topraklarına taşmasını istemeyen NATO emperyalistleri, bunları sessizce görmezlikten geldi. Şimdi Amerika ve Almanya karşı iken Fransa, bu savaş konusunda en şahinlerden olan İngiltere ile birlikte artık Rusya'ya saldırılmasına evet diyordu. Sonra bu büyük emperyalist güçlerin hepsi, anlaşılan önceden kararlaştırılan bir mizansenle, aynı çizgiye geldiler: Silahlar Rusya topraklarını hedef alabilecekti. Bu müthiş önemli bir gelişmedir. Ukrayna savaşında büyük bir tırmanma yaşanıyor. NATO kendi savaşına sahip çıkıyor ve Rusya'ya karşı Ukrayna aracılığıyla yürüttüğü vekâlet savaşında bahsi yükseltiyor. Bütün dünyanın işçi ve emekçileri, savaşın en büyük zararını görecek olan gençliği ve bilinçli kadınları emperyalizmin bu atağına dikkat kesilmelidir. Gazze'de ise emperyalist-Siyonist kampta tırmanma değil tıkanma yaşanıyor. Baş Siyonist Biden bile artık Filistin halkına uygulanan soykırımı savunamıyor. Son günlerde yepyeni bir ateşkes önerisini benimsedi, Hamas da olumlu yaklaştı. Ukrayna'da yangına benzinle giden emperyalizm Gazze'de neden geri çekilmeye yatkın? Çünkü dünya çapında ama en çok Amerika'da en başta gençlik, ama aynı zamanda seçimlerin hemen öncesinde Biden'ın Demokrat Parti'sinin sol kanadı ve işçi hareketi soykırımı kabul etmiyor. Amerikan halkı Biden'ı sıkıştırıyor, Biden Netanyahu'yu! Neden bu fark? Neden Ukrayna'da tırmanma, Gazze'de tıkanma? Bu karşıtlık, bizim Devrimci İşçi Partisi olarak savaşın başından beri ana tezimizi pratikte kanıtlıyor. Biz, başından beri, her iki savaşın suçlusunun da emperyalizm ve onun askerî aygıtı NATO olduğunu vurguluyoruz. Bu yüzden, Rusya'nın gerici Putin yönetimine ve ezilen Filistin halkının önderliğini şimdilik üstlenmiş olan Hamas'ın politik-ideolojik programının son derecede zararlı boyutlar taşımasına rağmen, emperyalizmin yenilgisini savunuyoruz. Ama hep vurguluyoruz: Bu savaşların en önemli yanı yeni bir dünya savaşı ve barbarlık tehlikesini doğurmasıdır. Bu tehdit ise ne Putin ne Hamas tipi önderliklerle giderilebilir. Dünya halklarının ayağa kalkmasıyla, isyanıyla, devrimle son verilebilir tehlikeye. İşte şimdi Gazze konusunda yaşanan büyük halk hareketi, gençliğin, sosyalistlerin, işçi sınıfının mücadeleye girmiş olması tam da bunun bir ön biçimlenmesidir. Halk ayağa kalkınca emperyalizm sendeliyor. Ama emperyalizmin tam yenilgisi ancak dünya işçi sınıfı örgütlü biçimde mücadeleye girerse kazanılacaktır. Bu bakımdan, Birleşik Metal-İş sendikasının son aldığı karar, Filistin halkının yaşadığı felakete karşı tepkiye her işçi eyleminde yer verme kararı, çok doğru yönde bir karardır. Bu kararın bütün sendikal harekete yayılmasını sağlamalıyız. Türkiye işçi sınıfını Filistin'le dayanışmanın, soykırıma ve barbarlığa karşı mücadelenin öncüsü haline getirmeliyiz.

Burned By Books
Jennifer Savran Kelly, "Endpapers" (Algonquin Books, 2023)

Burned By Books

Play Episode Listen Later May 31, 2024 38:21


It's 2003, and artist Dawn Levit is stuck. A bookbinder who works at the Metropolitan Museum of Art, she spends all day repairing old books but hasn't created anything of her own in years. What's more, although she doesn't have a word for it yet, Dawn is genderqueer, and with a partner who wishes she were a man and a society that wants her to be a woman, she's struggling to feel safe expressing herself. Dawn spends her free time scouting the city's street art, hoping to find the inspiration that will break her artistic block--and time is of the essence, because she's making her major gallery debut in six weeks and doesn't have anything to show yet. One day at work, Dawn discovers something hidden under the endpapers of an old book: the torn-off cover of a lesbian pulp novel from the 1950s, with an illustration of a woman looking into a mirror and seeing a man's face. Even more intriguing is the queer love letter written on the back. Dawn becomes obsessed with tracking down the author of the letter, convinced the mysterious writer can help her find her place in the world. Her fixation only increases when her best friend, Jae, is injured in a hate crime for which Dawn feels responsible. But ultimately for Dawn, the trickiest puzzle to solve is how she truly wants to live her life. Jennifer Savran Kelly lives in Ithaca, New York, where she writes, binds books, and works as a production editor at Cornell University Press. Her debut novel Endpapers (Algonquin, 2023) is a finalist for a 2024 Lambda Literary Award and was a fall/winter 2023 Indies Introduce pick. It won a grant from the Barbara Deming Memorial Foundation and was selected as a finalist for the SFWP Literary Awards Program and the James Jones First Novel Fellowship. Her short work has been published in Potomac Review, Hobart, Black Warrior Review, Trampset, and elsewhere. Recommended Books: Kazuo Ishiguro, Klara and the Sun Hilary Leichter, Terrace Story Miriam Taves, All My Puny Sorrows Chris Holmes is Chair of Literatures in English and Associate Professor at Ithaca College. He writes criticism on contemporary global literatures. His book, Kazuo Ishiguro as World Literature, is under contract with Bloomsbury Publishing. He is the co-director of The New Voices Festival, a celebration of work in poetry, prose, and playwriting by up-and-coming young writers. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: 89 Bahar Eylemleri neden sönümlendi?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later May 11, 2024 6:06


Türkiye'nin belirleyici gündemi uzun bir süre boyunca kapitalist sınıfla işçi sınıfı arasında kıyasıya bir mücadele olacak. Erdoğan'ın “nas” kisvesi altında ekonomiyi enflasyonun pençesine teslim etmesiyle ağır bir yoksullaşma yaşamış olan işçi ve emekçi, bu sefer de bu felaketin sona erdirilmesi için Mehmet Şimşek'in yönetiminde uygulanacak politika sonucunda işsizlik belasıyla karşılaşacak. Kıdem tazminatı güvencesi elinden alınmaya çalışılacak. Emekliliği banka ve sigorta şirketlerinin yağmasına sunulmak üzere özelleştirilecek. Bu gündemin dışında öne çıkacak konular (özel durumlar dışında) sınıf savaşını örtmek, sınıfı bölmek, yani “cambaza bak” demek amacıyla manipüle edilecek. Geçen yazıda, işçi sınıfının en zor durumlarda bile kendi iç güçleri sayesinde ayağa kalkabilecek kadar yüksek kapasiteye sahip bir sınıf olduğunu vurguladık. Bu sefer ise işin öteki yanını hatırlatacağız: İşçi sınıfı kendiliğinden harekete geçerek çok büyük eylemler yapabilir, hatta kısmi zaferler kazanabilir, ama bunların kapitalist sınıfı yenilgiye uğratacak olgunluğa ulaşması sınıfın iyi bir önderliğe sahip olmasına bağlıdır. Yani sınıf işi başlatabilir, bir süre sürdürebilir, ama zafere ulaşmak için bazen sendikal, çoğu zaman da siyasi önderliğe ihtiyacı vardır. Zonguldak nasıl bitti birazdan dönelim. Ama genel anlamıyla işçi hareketi ABD emperyalizminin komşumuz Irak'a açtığı “Körfez Savaşı” nedeniyle bir süre geri çekilmek zorunda kaldı. Ne var ki, savaşın hemen ardından Zonguldak'ın tarzını devralan Paşabahçe ve Erdemir grevleri geliyordu. Bu mücadele dalgası en azından Çiller-Karayalçın koalisyon hükümetinin 1994'te yaşanan derin ekonomik krize sözde çözüm olarak uyguladığı 15 Nisan paketine karşı düzenlenen işçi eylemlerine kadar devam etti. Peki sonra neden geriledi hareket? Üç ana nedenle. Birincisi, arada yaşanan Uğur Mumcu suikastı, Sivas Madımak ve Başbağlar katliamları aracılığıyla “derin devlet” denen kontrgerilla Türkiye'nin ayarlarıyla oynadı. Bunu başka siyasi cinayetler ve katliamlarla ta 1997'ye kadar sürdürdü. Bunun sonucunda, 1989-1993 arasında bir yandan Türk işçi-emekçisi, bir yandan özgürlüğü uğruna sokaklara dökülen Kürdün mücadelelerinde paralel bir yükseliş yaşanırken 1993'ten sonra araları açıldı. Sivas Madımak Otel'de yanan, Türk-Kürt mücadele kardeşliğidir. İkincisi, işçi sınıfının karga kılavuzları yüzünden hâkim sınıf partilerinin peşine takılmasıdır. Bunun en çarpıcı örneği; sınıfın, 1991 seçimlerinde Özal'ı yenen Demirel-İnönü koalisyonunun her türlü demokrasi demagojisini (Demirel “duvarları camdan karakollar” vadediyordu!) ciddiye almasıdır. Bir başkası, 100 bin Zonguldak işçisinin Ankara'ya yürüyüşünün CHP'li sendikacıların araya girmesiyle durdurulmasıdır. Üçüncüsü ise, sendikal hareketin, CHP'nin ve reformist solun Avrupa Birliği hayranlığı temelinde hem demokrasinin geleceğini bu emperyalist kampa bağlaması hem de AB'nin baş tuzağı “sosyal diyalog” sendikacılığının DİSK-KESK dâhil bütün sendika hareketinin amentüsü haline gelmesidir. Yükseliş ve zaferin derslerini işçi sınıfının gücüyle özetlemiştik. Her türlü koşulda sınıfın kendiliğinden harekete geçme kapasitesinin olabileceğini vurgulamıştık. Aynı hareketin uzunca bir canlılıktan sonra sönümlenmesini ise, değişimi emperyalist merkezlerden beklemek, hâkim sınıf partilerinin önderliğini benimsemek ve halk hareketinin bölünmesine izin vermek olduğunu görüyoruz. Bunlar bugün de devam eden sorunlardır. İşçi sınıfı hareketi son 35 yılda yaşanan tarihten mutlaka bugün için dersler çıkarmalıdır. Sonuç olarak, daha yeni, 1 Mayıs'ta CHP gibi TÜSİAD'ın çıkarlarını savunan bir partiye güvenmenin mücadeleyi nasıl etkisizleştireceğini yaşamadık mı? İşçi sınıfı kendi mücadelesini burjuvazinin etkisinden kurtarmalı ve kendi oluşturduğu sendikal ve siyasi önderliklerle mücadeleye atılmalıdır!

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: 1989 Bahar Eylemleri işçi sınıfına ne öğretiyor?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Apr 9, 2024 4:55


Bahar kendini erkenden hissettirdi bu yıl. Çiçekler çabucak açtı, güneş ışınlarını cömertçe saldı, hava ısındı. Oysa 31 Mart'tan sonra ekonomi politikasında yaşanacak sertleşme, yüksek faiz politikası, bütçenin kısılması, enflasyonun işçinin emekçinin aleyhine önlemlerle kontrol altına alınması girişimi, geniş kitlelere işsizlik, özellikle sağlık, eğitim, belediye hizmetleri gibi alanlarda kaynak yokluğu, işsizler ordusunun sınıf içinde yaratacağı rekabet dolayısıyla ücretleri daha da düşürmesi gibi bugünkünden daha da zorlu koşullar getirecek. Ama kimse “Bahar benim neyime?” demesin. Bundan tam 35 yıl önce, henüz deve tellal iken, Genelkurmay Başkanı Kenen Evren cumhurbaşkanlığını işgal atında tutar iken, “Çankaya'nın şişmanı, işçilerin düşmanı” kapitalizmin fedaisi Turgut Özal başbakan iken, kısacası 12 Eylül dönemi devam eder iken işçi sınıfı Mart ayında bir ayağa kalktı, ta Mayıs sonuna kadar oturmadı. Hastalık gerekçesiyle toplu olarak viziteye çıkmaktan çıplak ayakla yürüyüş yapmaya, yemek boykotundan geçinemediği için eşinden ayrılma gösterilerine, sakal bırakmaktan İstanbul'un sokaklarını işçinin işgaline almaya ve düpedüz grev hareketlerine kadar sayısız yönteme başvuran toplu sözleşme görüşmelerindeki 600 bin kamu işçisi, onları örnek olarak sokağa çıkanlarla bir milyon işçi daha, Özal hükümetine kök söktürdü. Ne dedik? 12 Eylül askerî diktatörlüğü ilk yıllarına kıyasla biraz daha mesafeli yöntemlerle de olsa devam ediyordu. Bu diktatörlük herhangi bir amaçla kurulmamıştı. Amacı çok açıktı: 1960-1980 arası dönemde işçi sınıfı hareketinde yaşanan büyük yükseliş, toplumun diğer sömürülen ve ezilen sınıf ve gruplarını da kendi peşine takarak burjuva düzeni için büyük bir tehdit oluşturduğu için 12 Eylül askerî rejimi işçi sınıfının ekonomik (sendikalar) ve siyasi (partiler ve diğer örgütler) kurumlarını ezmeye, sınıfı sindirmeye ve haklarını, kazanımlarını ve mevzilerini elinden almaya gelmişti. Böyle bir rejime karşı işçi sınıfı henüz Evren'in başta olduğu bir anda ayağa kalkıyor, hakları için mücadele ediyordu. Üstelik üç aylık mücadeleciliğinin ödülü olarak görülmemiş derecede yüksek bir ücret artışı sağlayacaktı: Kamu işverenleri başlangıçta yüzde 40 zam önerdiği halde sonunda yüzde 140'lık bir zammı kabule mecbur kalacaktı! Bu tabloya bir nokta daha eklemek gerekiyor. 1989 Bahar Eylemleri, 12 Eylül'ün işkence yaptığı, uzun tutuklamalarla hapiste tuttuğu, idam cezasıyla yargıladığı sınıf mücadeleci sendikacıların dışındaki, özellikle 12 Eylül'ün hükümetine Çalışma Bakanı vermiş Türk-İş'in bürokratlarının, önderliği bir yana bırakın, en ufak bir desteği olmaksızın, neredeyse bütünüyle kendiliğinden bir hareket olarak yaşanıyordu. İşçiler bunun o kadar farkında idi ki, o dönemde yapılan birçok sendika şube ve genel merkez kongresinde baştaki kadrolar devrilecek, hareketin başına pratikteki ataklıkları sayesinde geçen kadrolar seçimleri kazanacaktı. Buradan bir başka ders daha çıktığının altı çizilmeli. İşçi sınıfı sadece birlik halinde mücadeleye giriştiğinde çok güçlü bir sınıf değildir. Aynı zamanda, kendi içinden çıkardığı mücadele öncüleriyle kendiliğinden, hiçbir önderliğe ihtiyaç duymadan harekete geçebilen bir sınıftır. Ama görüyoruz ki işçi sınıfı askerin süngüsü karşısında boynunu eğmemiş. Londra Borsası'nın dayatmalarına da sessiz kalmayabilir. Mehmet Şimşek Londra Borsası'nın temsilcisi olarak İMF'siz İMF programı başlatıyor. Bakalım el mi yaman çıkacak bey mi?

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: DİSK kongresinden yükselen ses

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Mar 14, 2024 5:04


Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) 9-11 Şubat tarihlerinde toplanan 17. Kongresi öncesinde gazetemizin Şubat sayısında yayınlanan yazımızda kongrenin, hükümetin yerel seçimler sonrasında işçi ve emekçilere İMF'siz bir İMF programı ile taarruza hazırlandığı bir dönemde toplanmakta olduğunu belirtmiş, buna karşılık işçi sınıfı saflarında henüz ilk kıpırtılar halinde de olsa mücadele eğilimlerinin belirdiğine de işaret etmiştik. Bu mücadele eğiliminin en belirgin örneği olarak da 160 bin metal işçisinin o sektörün patron örgütü MESS'e karşı kararlı ve atak bir tarzda verdiği mücadele sonucunda elde ettiği ciddi kazanımı göstermiştik. DİSK kongresine tam tamına bu mücadeleci ses damga vurdu. Birleşik Metal'in henüz 2023 Aralık ayında topladığı kongresinde başkan seçilen Özkan Atar, sendikası adına yaptığı konuşmada DİSK'in bütününü korumayı dikkatle gözetmekle birlikte yıllardır yürütülmekte olan politikadan çok farklı bir ufku işaret etti. Birleşik Metal başkanı, 160 bin metal işçisi adına konuştuğunu belirterek aslında Türk Metal tabanının da bu sefer gösterdiği kararlılığı sahiplendiğini, yani metal mücadelesinin toplu dinamiğine yaslandığını ilan ediyordu. Atar'ın konuşması DİSK'in gelecek dönemde yürümesi gereken yol bakımından bütünsel bir eylem programını sergiliyordu. Yaklaşan dönemde enflasyonun düşmeden önce bir kez daha patlayacağı gerçeğine dikkat çekerek “yeni protokol/ek zam” mücadelesini şimdiden sınıfın gündemine yerleştirdi. Yani bizim sözünü ettiğimiz sınıf taarruzunu doğrudan hedef aldı. Vergilendirme alanında işçi sınıfının uğradığı soygun karşısında aktif bir hazırlıktan sonra İzmir'den Diyarbakır'a işçi sınıfının yoğunlaştığı her ilde vergi dairelerinin önünde oturma eylemlerinden, gerektirdiğinde işçi sınıfının diğer kesimlerini de katarak “günlük genel grevler”den söz etti Birleşik Metal başkanı. Asgari ücret için milyonları “tribünlerden sahaya indirecek” bir çalışmayı hedef olarak koydu. Bu dinamiğin sesi, Birleşik Metal'in yalnızca başkanından gelmedi. Aynı zamanda tabanın sesine tercüman olan, şube yönetim kurulu üyesi ve kendi fabrikasının baştemsilcisi bir devrimci Marksist işçi, onyıllardır DİSK'e hâkim olan “sosyal diyalog” politikasının artık geride bırakılmasının, sınıf mücadelesi yöntemlerine dönülmesinin gerekli olduğunu berrak biçimde ortaya koydu. Metal işçilerinin tek sınıf mücadeleci örgütü Birleşik Metal'in başkanının DİSK kongresine verdiği mesajın en önemli yanı ise, gür bir sesle sosyalizmi yeniden DİSK'in gündemine getirmesiydi. “Savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya özlemiyle, başta kendi ülkemizde olmak üzere, sosyalizmin adil düzeninin yerleşmesi için siyasi mücadelemizi her platformda vermek zorundayız.” DİSK kongresi kürsüsünden Türkiye'ye ilan edilen sınıf mücadelesi programının doruğu böyle formüle edilmişti. İşçi sınıfı içindeki mücadele dinamiği yeni dönem için sosyalizmi de içeren bir programı ortaya koyarken, Türkiye sosyalist hareketinin ana partilerinin çoğunun işçi sınıfından nasıl kopmuş olduğu da bu kongrede yeniden ortaya çıktı. Seçim meydanlarında bir kısmı laiklik propagandasıyla yetinirken bir kısmı da modern küçük burjuvaziye ve eğitimli yarı-proleter katmanlara hitap eden bu partilerin bazıları DİSK kongresine gelmeye zahmet dahi etmemişlerdi! DİSK'in şanlı günlerinde, 1967'den 1980'e, sınıf mücadelesinin öncüsü bu konfederasyonla sosyalist hareketler arasında kurulmuş olan yakın ilişki hatırlandığında bu durum işçi sınıfı sosyalizminin Türkiye'de artık ne kadar nadir bir tür olduğunun çarpıcı bir tablosudur. Bu partilerden biri de kongreye temsilci göndermişti ama temsilci konuşma sırasını bekleyemeden çekip gitmeyi tercih ediyordu. Belki de CHP ile önemli bir seçim toplantısı vardı! DİSK kongresinde şu ya da bu biçimde varlık gösteren sadece üç sosyalist parti vardı. Bizim partimiz Devrimci İşçi Partisi, işçi tabanından delegesinin konuşmasıyla, Genel Başkan Yardımcısı Levent Dölek'in delegelere hitabında söyledikleriyle DİSK'in içinde doğmakta olan yeni sınıf mücadelesi dinamiğinin bir parçası olduğunu ortaya koydu. Gelecek bu dinamiğin olacaktır.

New Books Network
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

New Books Network

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/new-books-network

New Books in History
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

New Books in History

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/history

New Books in German Studies
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

New Books in German Studies

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/german-studies

New Books in Dance
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

New Books in Dance

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/performing-arts

New Books in American Studies
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

New Books in American Studies

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/american-studies

New Books in Music
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

New Books in Music

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/music

New Books in Korean Studies
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

New Books in Korean Studies

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/korean-studies

New Books in Popular Culture
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

New Books in Popular Culture

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/popular-culture

In Conversation: An OUP Podcast
David Savran, "Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad" (Oxford UP, 2024)

In Conversation: An OUP Podcast

Play Episode Listen Later Mar 11, 2024 58:53


Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad (Oxford UP, 2024) offers a look at how the Broadway musical travels the world, influencing and even transforming local practices and traditions. It traces especially how the musical has been indigenized in South Korea and Germany, the commercial centers for Broadway musicals in East Asia and continental Europe. Both countries were occupied after World War II by the United States, which disseminated U.S. American popular music, jazz, movies, and musical theatre in the belief that these nations needed to rebuild their cultures in accordance with U.S. guidelines. By the 1990s, Broadway imports had become phenomenally popular in Seoul and Hamburg while home-grown musicals proliferated that adapted and transformed the prototypes that had been disseminated by the U.S. Although this book focuses on recent musicals, it also looks back through the twentieth century to plot the evolution of musical theatre in South Korea and Germany. Part One considers the key questions: What is a musical? Why is it the great success story of U.S. theatre? How has it been assimilated to musical theatre traditions around the world? Part Two focuses on musical theatre in South Korea, studying the import/export business in large-scale musicals about Korean history and innovative hybrid experiments that mix local performance traditions with the Broadway vernacular. Part Three moves to Europe to analyze the conflicted attitudes toward musicals in the German-speaking world. Its three chapters survey the history of musicals in Germany from 1945 until the fall of the Berlin Wall, the reconfiguration of musical theatre conventions by experimental directors, and finally the ground-breaking German-language productions of Broadway classics by Barrie Kosky and other innovative directors. In the twenty-first century, Broadway-style musical theatre has succeeded in becoming a lingua franca, the template for musical theatre around the world. This book shows how some of the most innovative, beautiful, and exciting musical theatre is being made outside the United States. Peter C. Kunze is a visiting assistant professor of communication at Tulane University.

Jewish History Soundbites
The Chassidic Movement in the Russian Empire

Jewish History Soundbites

Play Episode Listen Later Feb 20, 2024 50:32


The cradle of the Chassidic movement was in the areas of the Polish Kingdom which were soon annexed to the Russian Empire during the partitions of Poland in the last quarter of the 18th century. This took place just as the nascent movement was spreading rapidly throughout these areas and beyond. Chabad in White Russia, the various branches of the Chernobyl and Ruzhyn dynasties in Ukraine, Karlin, Slonim, Apta, Savran, Breslov and many other smaller dynasties dotted the countryside across the Pale of Settlement. The Czarist government initially didn't recognize the chassidim as a separate entity within the Jewish community, though the initial stages of legislation actually benefited the development of the movement. The opponents of the Chassidic movement – misnaggdim and maskilim, as well as the chassidim themselves, at times attempted to involve the government in their internal disputes. Later in the 19th century the Russian government specifically singled out Chassidic custom, dress and leadership, and the chassidim of Russia had to contend with the unique circumstances of their communities development within the greater context of the challenges of the overall Jewish community in the Pale of Settlement under the autocratic rule of the Romanovs.   Cross River, a leading financial institution committed to supporting its communities, is proud to sponsor Jewish History Soundbites. As a trusted partner for individuals and businesses, Cross River understands the importance of preserving and celebrating our heritage. By sponsoring this podcast, they demonstrate their unwavering dedication to enriching the lives of the communities in which they serve. Visit Cross River at https://www.crossriver.com/   Subscribe to Jewish History Soundbites Podcast on: PodBean: https://jsoundbites.podbean.com/ or your favorite podcast platform Follow us on LinkedIn, Twitter or Instagram at @Jsoundbites For sponsorship opportunities about your favorite topics of Jewish history or feedback contact Yehuda at:  yehuda@yehudageberer.com  

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: DİSK Kongresi'ndeki asli görev

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Feb 6, 2024 5:23


Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) 9-11 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek 17. Kongresi ilginç bir döneme rastlıyor. En önemlisi şu: Bir sendikal kuruluş açısından belirleyici bir kavşağa yaklaşıyoruz: Bu kavşak bazılarının sandığı gibi, 31 Mart yerel seçimleri değil. Bu kavşak, o seçimlerin hemen ardından, Recep Tayyip Erdoğan'ın başkomutanlığı altında, Mehmet Şimşek'in kurmaylığında, iktidarın, muhalefeti de yanına alarak işçi sınıfına ve geniş emekçi kitlelere karşı başlatacağı büyük taarruz. Bir İMF'siz İMF dönemine giriyoruz. İşçi sınıfı cephesinde ise ilginç kıpırtılar var. İlk dikkati çeken, MESS sözleşmesi bağlamında metal sektöründe görülen direnç. MESS'in yüzde 35'ten açtığı pazarlığı “şerefini kurtarmak” için yüzde 100'ün üstüne çıkmadan ama yüzde 98 gibi çok yüksek bir düzeyde bitirmek zorunda kalmasının nedeni işçi sınıfı cephesinde görülen değişiklik. Bir kere sadece Birleşik Metal hiç geciktirmeksizin grevi ve grev tarihini ilan etmedi. Türk Metal de onunla yarışa çıkmak, hatta medya yalanları aracılığıyla sanki grevi ondan önce ilan etmiş olma payesini kazanmak istedi. Birleşik Metal ise, çiçeği burnunda yeni yönetimi altında grev yasağını tanımayacağını, greve fiili olarak devam edeceğini açık seçik beyan etti. Bu, DİSK'in 17. Kongresine de bir deklarasyondur. Gelişme DİSK'in tarihi boyunca belirleyici olmuş olan metal sektörüyle sınırlı değil. Kamu işçilerinin toplu sözleşme pazarlığında Türk-İş tabanında ciddi bir kaynaşmanın yaşandığı açık seçik görüldü. Özellikle Harb-İş ve Demiryol-İş tabanı Türk-İş Başkanı Ergün Atalay teslim bayrağını çekmeden önce sadece İstanbul, Ankara, Eskişehir gibi kentlerde değil, daha dikkat çekici biçimde Kayseri, Sivas, Sakarya gibi tutucu bir ideolojik atmosferin hâkim olduğu kentlerde de eylemler düzenledi. En son Türasaş işyerindeki kulak sağır edici çatal-kaşık senfonisi işçi sınıfının ağır ağır kıpırdanmakta olduğunu gösteriyor. Son aylarda Anadolu'nun alışılmamış kentlerinde sendikalaşma konusundaki engellemelere karşı işçi sınıfı mücadelelerinin patlak vermesi de dikkat çekicidir. Gaziantep ve Şanlıurfa'da tekstilde yaşanan mücadeleleri, Rize'de enerji işkolunda bir mücadelenin izlemiş olması özellikle dikkat çekicidir. Bunlara Ocak-Şubat 2022'de tümüyle örgütsüz işçi sınıfı kesimlerinde yaşanan ücret mücadelelerini de eklemek gerekir. Demek ki, DİSK 17. Kongresine, burjuvazinin başlatacağı büyük taarruza karşı işçi sınıfı içinde harekete geçirilebilecek bazı dinamiklerin gözle görülebildiği bir ortamda gidiyor. Sınıf mücadeleleri tarihimize görkemli mücadele ve zafer sayfaları yazdırmış bu örgüte düşen, geçmişin ataletinden, sınıf işbirliğinden, Avrupa Birliği'nin (AB) beslemesi Avrupa Sendikalar Konfederasyonu'nun “sosyal diyalog” çizgisinden koparak bu eğilimlere yaslanan bir sınıf mücadeleci doğrultuyu benimsemektir. Metal sektöründeki mücadeleler DİSK'e yol gösterecek kutup yıldızıdır. Türkiye'nin genel tablosunda, İstanbul'da ve Ankara'da DİSK'le diyaloga açık bir TÜSİAD, iş Bursa'ya, Gebze'ye, Eskişehir'e gelince DİSK'in karşısına azılı bir düşman olarak çıkıyor. DİSK seçmelidir: TÜSİAD ve onun siyasi temsilcisi CHP müttefik midir yoksa hasım mı? 17. Kongre bu soruya henüz cevap veremez. Bunun önkoşulları henüz hazır değildir. Ama DİSK içinde TÜSİAD karşıtı kararlı bir mücadeleci dinamik olduğu bu kongrede tescil edilebilir. İşçi sınıfının bütün dostları ve örgütleri, bu mücadeleci dinamiğin bu kongrede, gelecekte DİSK önderliğine talip olacak güce kavuşabilecek bir tarz ve üslupla sesini yükseltip yükseltmeyeceğini izleyecektir. Kongre sonrasında sınav ise, burjuvazinin iktidarı ve muhalefeti ile, MÜSİAD'ı ve TÜSİAD'ı ile yerel seçimler sonrasında başlatacağı taarruza karşı DİSK'in takınacağı tavırda yaşanacaktır.

Countermelody
Episode 234. David Savran Introduces Carol Brice (Listeners' Favorites V)

Countermelody

Play Episode Listen Later Jan 14, 2024 83:54


This Listeners' Favorites episode serves a dual purpose: first it is a celebration the publication this week of my partner David Savran's new book, Tell It to the World: The Broadway Musical Abroad, by Oxford University Press. (I'll be doing two episodes with David on this book in March in conjunction with the book launch.) Second, David introduces us to one of his favorite Countermelody episodes, a 2021 Black History Month celebration of the life, voice, and career of the great African American contralto Carol Brice (1916-1985), whose career encompassed both Broadway and opera. It's that very versatility that most attracted David to Brice's work. He describes to us his first exposure to a variety of her recordings, from Falla to Finian's Rainbow. I myself first heard Carol Brice in her recording of “Sweet Little Jesus Boy,” which exemplifies all her musical virtues: simplicity and directness of utterance, lack of sentimentality, and deep identification with both text and music. Add to this a voice of such depth and refinement and a technique so secure that she is almost without equal. From her early career outings as the first African American to win the coveted Naumburg Award, through her appearances on the Broadway stage and in Porgy and Bess, Carol Brice brought an emotional honesty to her performances such as is rarely encountered in any field of genre. On this episode I feature her in a wide range of live and commercial recordings from Marc Blitzstein's Regina to concert pieces by Brahms and Mahler, focusing in particular on a matchless 1947 song recital with her brother Jonathan Brice as her collaborator. Brice's second husband, the baritone Thomas Carey is also featured in a pair of recordings. Thank you, David, for re-introducing my listeners to this great artist, and congratulations on your monumental new book! Countermelody is a podcast devoted to the glory and the power of the human voice raised in song. Singer and vocal aficionado Daniel Gundlach explores great singers of the past and present focusing in particular on those who are less well-remembered today than they should be. Daniel's lifetime in music as a professional countertenor, pianist, vocal coach, voice teacher, and journalist yields an exciting array of anecdotes, impressions, and “inside stories.” At Countermelody's core is the celebration of great singers of all stripes, their instruments, and the connection they make to the words they sing. By clicking on the following link (https://linktr.ee/CountermelodyPodcast) you can find the dedicated Countermelody website which contains additional content including artist photos and episode setlists. The link will also take you to Countermelody's Patreon page, where you can pledge your monthly support at whatever level you can afford.  

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Yaşlı köstebek

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jan 10, 2024 12:41


21 Ocak 2024 dünya işçi sınıfının en büyük önderlerinden Lenin'in ölümünün 100. yıldönümü. Partimiz Devrimci İşçi Partisi, bu yılı Lenin Yılı olarak ilan etti. Devrimci Marksizm dergisinin bir özel sayısıyla ve 21 Ocak'ta çevrimiçi bir uluslararası konferansla başlayacak olan anma ve eğitim faaliyetleri bütün yıl boyunca devam edecek. Neden? Çünkü Lenin işçiler başta olmak üzere her yerde yoksul, sömürülen ve ezilen insanlığın kurtuluşu için mücadele etmiştir. Şubat 1917'de Rusya'da patlak veren devrimi Ekim ayında zafere ulaştıran ve ardından bütün Avrupa'ya ve Asya'ya yaymak için mücadele eden büyük önderdir. Türkiye işçi sınıfı da bu ismi kalbine yazmalı. Hem Türkiye'nin 1923'te padişahlıktan cumhuriyete geçişini sağlayan savaş ve devrimin en büyük destekçisi hem de ülkemizde devrimci işçi sınıfı partisinin kurulmasının ardındaki ilhamı ve ortamı yaratan büyük devrimci. Ama bunlardan da önemlisi, uluslararası proletaryanın önderi. Bu yazıda Lenin'in bizi ilgilendiren yanı yaşlı köstebeği en iyi izleyen ve gördüğü yerde hemen tanıyan modern çağ devrimcisi olması. Kim ola bu “yaşlı köstebek” diye soracak olursanız, Lenin'in de önderi Marx'a geri dönmemiz gerekir. Marx, “köstebeği” devrimin koşullarının nasıl hazırlandığını anlatmak için kullanır. İlham kaynağı burjuva devrimleri çağının büyük şairi William Shakespeare ve felsefede diyalektik düşüncenin atası olan 19. yüzyıl başı feylesofu Hegel'dir. Shakespeare ile Hegel'de “yaşlı köstebek” simgesinin ortak özelliği, çok zahmetli bir işi, çok uzun bir süre boyunca yapmasıdır. Marx ise köstebeğe devrim görevini verir. Köstebek “yaşlı”dır çünkü tarihin tamamı devrimlerle doludur. Devrim bir köstebek gibi uzun süre yer altında kazar da kazar. Toprak (yani sömürü düzeninin zemini) sonunda incelir, çöküşü bir darbede gerçekleşecek hale gelir. Sonra günün birinde tek bir hamleyle yeryüzüne huruç eder köstebek. Yani devrim o zahmetli işini bize çok fazla göstermeden, hatta hissettirmeden yapar. Marx Fransa hakkındaki ünlü bir incelemesinde (Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i) kimsenin gözüne görünmeden yapılmış bu çalışma sonunda devrimin aniden patlak vermesi karşısında insanın içinden şöyle haykırmak geleceğini ekler: “İyi kazmışsın, yaşlı köstebek!” Kendini yıllar boyu saklamış olan devrim artık yeryüzündedir, ışığa çıkmıştır!

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Devrim talimleri

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Dec 10, 2023 6:35


Dünyanın her yerinde insanların çoğunluğu bir gün gelip de sömürülen, ezilen, yoksullaşan halkın birleşip toplumun tepesine çökmüş alçakları devirebileceğine, yepyeni, kimsenin kimseyi ezemediği sömüremediği bir toplum kurabileceğine inanmamakta hemfikirdir. Üstelik son otuz-kırk yıldır yaşanan yoksullaşma, güvencesizleşme, güçsüzleşme göz önüne alınınca umutsuzluk alır başını yürür. Birileri çıkıp da, “Başta işçi sınıfı, bütün emekçiler ve ezilenler ayağa kalkacak, dünyanın altını üstüne getirecek” diye bir öngörüde bulunsa “hayal görüyor” diye dudak bükülür. “Devrim” dediniz mi, bu yazının tepesindeki fotoğrafta görülen, dünyanın en yüksek dağı Himalayalar'a tırmanmak kadar olanaksız görünür çoğunluğa. Biz büyük değişim olanakları, devrim olasılıkları konusunda umutsuzlanan insanları anlıyoruz. Günlük yaşamın gailesi içinde, hayat biteviye aynı sorunlar etrafında dolanıp dururken insanın böylesine olağanüstü gelişmeleri hayal etmesi bile çok zordur. Üstelik, Türkiye'de hak arama yolunda hemen hemen bütün eylemler ağır bir polis baskısı ile karşılaşırken kimsenin bu tür mücadelelerin geniş kitlelere yayılacağı konusunda umut beslemesi kolay değil. Türkiye'de de dünyada da kimse bu tür devrimci mücadeleler ve bunların sonucunda toplumda büyük değişimler beklemiyor kısacası. Neden eskiden olmuş da şimdi olmayacak? Bu soruya cevap vermek, “devrim falan olmaz kardeşim” deyip duran babayiğit için bile zor. Eskiden de onun dedeleri “olmaz” demişler, bir bakmışlar olmuş. Marksizm sadece “devrimler tarihin motorudur” demiyor. Devrimin hangi koşullar altında patlak vereceğini de ortaya koyuyor. Devrimci durumlar ne zaman ortaya çıkar peki? Birincisi, “Yönetenler eskisi gibi yönetemediğinde”. Bu döneme 2008 yılında kapitalist dünyayı saran derin ekonomik buhranla, sık kullandığımız bir deyimle Üçüncü Büyük Depresyon kapitalistlerin başa çıkamadığı bir durum yarattığında zaten girmiş bulunuyoruz. Yönetenler çırpınıyor. Eskisi gibi yönetemediklerinin en sağlam belirtisi, ABD'den Brezilya ve Arjantin'e, İtalya ve Hollanda'dan Hindistan'a faşizmin başını kaldırmış olması. Ama bir ikinci koşul da var: “Yönetilenler”, yani biz, yani siz, “eskisi gibi yönetilmek istemediğinde”. Bu, ilkinden daha çok zaman alıyor. Daha büyük sabır istiyor. Normal zamanlarda “yönetilenler” de “yönetenler”in siyasi etkisi altında olduğundan uzun sürebilen bir kopuş süreci yaşanmak zorunda. İşçinin emekçinin burjuva düzeninin savunucusu AKP'lerden, CHP'lerden, MHP'lerden, İyi Parti'lerden kopması gerekiyor. Devrim, dedik, insanlara Himalayalar'ın tepesine çıkma kadar zor görünüyor. Bir daha bakın tepedeki resme. “Yok ya buraya çıkılır mı?” dersiniz. İşin bilimini, tekniğini öğrenmemişseniz. Ama geçen hafta üç dağcı buraya çıktı. Bu taraftan ilk defa fethediliyormuş Himalayalar. Onun resmine de aşağıda bakın. Marx ne demişti? “Bilime giden düz bir yol bulunmuyor ve yalnızca onun dik patikalarını tırmanmaktan çekinmeyenler, aydınlık doruklarına ulaşma şansına sahiptir.”

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Filistin'in sömürgeci İsrail'e isyan hakkı yok mu?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Nov 15, 2023 5:11


7 Ekim'den bu yana Türkiye'de yüzünü Batı dünyasına dönmüş eğitimli katmanlar ve bunların sola yatkın kesimleri, Hamas'ın İsrail'e karşı başlattığı el Aksa Tufanı eyleminin, sivilleri de hedef alan aşırı şiddete dayandığı için desteklenemeyeceğini savunuyor. İsrail'in Gazze'ye bir aydır uyguladığı ağır çekim soykırımın barbarlığı bunların artık ilk günlerdeki gibi yüksek sesle konuşmasını olanaksızlaştırdı ama emin olabiliriz ki bu koşullar değiştiğinde benzeri homurtular yeniden artacaktır. Kalıcı bir sorunla karşı karşıyayız, deşmemek olmaz. Bu kesimler Avrupa ve Amerika'nın demokrasisine hayran. Bu demokrasinin o ülkelerde nasıl kurulmuş olduğunu da az çok biliyorlar. Bu kesimlerin yücelttiği burjuva cumhuriyetinin Fransa'da kalıcı olarak kuruluşu neredeyse yüz yıla yayılan dört devrim sayesinde olmuştur (1789, 1830, 1848, 1871). Devrim diyen neredeyse kaçınılmaz olarak şiddet demiş olur. Hiçbir toplumun hâkim sınıfları iktidarı güle oynaya yeni birtakım güçlere teslim etmeyecektir. Biliniyor ki, bu dört devrimin ilki, 1789 ila 1815 arasında sadece Fransa'yı değil Rusya'ya kadar bütün Avrupa'yı sarsan ve bütün dünyada burjuvazinin çağını açan Büyük Fransız Devrimi'dir. Bu devrimin en yerleşik sembolü nedir? Giyotin! Fransız devrimi önce eski rejimin kralının kellesini kesmiş, ardından devrimciler birbirlerine düşerek tam bir terör rejimi kurmuştur. Daha ileriki bir aşamada ise ünlü general Napolyon Bonapart kırda toprak köleliğini ortadan kaldıran Fransız devrimini süngüyle Rusya sınırlarına kadar taşımıştır. Bu çeyrek yüzyılda yaşanan şiddetin, yitirilen canların haddi hesabı yoktur. Yani cumhuriyet ve demokrasi Avrupa'ya okyanuslar kadar çok kan akıtılarak gelmiştir. Amerika da farklı değildir. 18. yüzyıl ortasına kadar Kuzey Amerika, İngiliz sömürgesiydi. Bu sömürgelerden 13 tanesi 1770'li yıllarda bağımsızlığını ilan etti. Elbette İngiltere bu verimli sömürgelerinin bağımsızlığını bir asilzade selamıyla kabul etmedi. Bağımsızlık, modern tarihin gördüğü en şiddetli, en gaddar savaşlarından biri sonunda kazanıldı. Buna Amerikan devrimi dendi. Amerika bugün bir burjuva demokrasisi yaşıyorsa bunu, devrimcilerinin sömürgeciye karşı gereken her yöntemi kullanmasına borçludur. Amerika ve Avrupa bunu kendileri de gayet iyi biliyorlar, ama bu toplumların yöneticileri, bugün işçi ve emekçiler ayaklandığında veya ezilmiş halklar emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı isyan ettiğinde hemen “terör”, “vahşet”, “insanlık suçu” diye haykırmaya başlıyorlar. Onları anlamak mümkün: Bu ülkelerin hâkim sınıfı burjuvazi, işçi sınıfının sömürülmesine dayanan kapitalizmden ve 19. yüzyılın sonlarında yerleşen emperyalist dünya sisteminden büyük fayda elde ediyor. Bu sisteme her meydan okuyuş karşısında bütün propaganda silahlarını kullanmaları anlaşılır. Peki, Türkiye'nin Avrupa ve Amerika'nın demokrasisine hayran eğitimli katmanlarına ve onların solcu kesimlerine ne oluyor? Onlar neden mesela Filistin'de Hamas, sömürgeci Siyonist İsrail devletine kayıplar yaşattığında birden Amerika-Avrupa hâkim sınıflar korosuna katılıyor? Birdenbire Filistin halkının çok gaddar bir yerleşimci sömürge yönetiminin zulmünü tam 75 yıldır yaşamakta olduğunu görmezlikten geliyor? Bu katmanlar Türkiye'nin Batı sistemiyle bütünleşmesinden büyük çıkar sağlıyor da ondan. Kimi doğrudan sermaye ve ticaret yoluyla, kimi parasını oralarda tutarak, kimi ev alarak, kimi vatandaşlık satın alarak, kimi burs ya da derneğine “fon” bekleyerek, kimi her ne sanat ya da bilim icra ediyorsa orada şöhret olma hayaliyle yaşadığı için. İşte bu yüzden bundan yaklaşık 70 yıl önce Türkiye'yi NATO denen korsanlar örgütüne bağladılar. Bu yüzden NATO'nun ve emperyalizmin çıkarına dokunan her mücadeleye karşı olmak için bir kulp bulurlar. Bunların ikiyüzlü dünyalarında Güney Afrika'nın ilk siyahi cumhurbaşkanı Nelson Mandela çok olumlu bir yere sahiptir. Güney Afrika'daki o çok sınırlı kurtuluşun kökünde şiddet yatıyorsa aynı şeyi Filistin'den esirgemek kimin haddine düşmüş?

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Cumhuriyetin 100 yılının en güzel günleri

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Oct 7, 2023 5:06


Cumhuriyetin 100. yıldönümü bu ayın sonunda geliyor. Herkes kendine göre bir bilanço çıkaracak. Bu bilançolar bütün politik ve ideolojik odakların dünyaya ve Türkiye'ye nasıl baktığına ilişkin birer turnusol kâğıdı olacak. Bizim çıkaracağımız bilançonun özü şudur: Cumhuriyet tarihte ileri doğru bir sıçramadır, insanları padişahın kulu olmaktan çıkarmıştır, ama ilk günden sonuna dek bir burjuva cumhuriyeti olmuştur. Yani yasalarda herkes eşittir ama fiiliyatta eşitlik tam bir yalandır. Burjuva ayrıcalıklıdır. Kuruluş sürecinde burjuva sınıfının programını savunan kadrolar, kendi temsilcilerinin yanı sıra Anadolu'nun köylüsünün ve işçisinin de emperyalist işgale karşı mücadeleye katılmasını engellemiştir. Kuruluş sonrası yapılan bütün atılımlar bu topraklarda kapitalist üretim tarzının sağlam biçimde gelişmesini amaçlamıştır. Yeni rejim, kapitalist sınıf için bir kapitalist ekonominin taşlarını adım adım döşerken ne köylüyü yoksulluktan kurtaracak bir gelişme sağlamıştır, ne işçiye başka ülkelerde çoktan elde edilmiş hakları (sendika, toplu sözleşme, grev vb.) tanımıştır. Biz şimdi işçi hakkında söylediğimize odaklanalım. Bu o kadar doğrudur ki, Türkiye'de işe yarar bir sendikal düzen ancak 1963'te çalışma hayatını düzenleyen yeni yasaların kabulü sonrasında, yani cumhuriyetin kuruluşundan tam 40 yıl sonra kurulmuştur. Bu bile cumhuriyet yönetiminin kendiliğinden verdiği bir şey olmamıştır. Gerçi 1961 Anayasası'na grev bir hak olarak girmişti. Ama 1963'e dek bir türlü yeni hakkının nasıl kullanılacağına ilişkin yasal düzenleme yapılmamıştır. Ta ki 1963'te Kavel metal fabrikasında Kemal Türkler önderliğinde bir grev fiilî olarak yapılana dek! Yani önce grev gelmiştir, sonra bir hak verme anlamında değil, artık zaten hayatın bir gerçeği haline gelmiş bir olgunun patronlar açısından zararsızca yaşanmasını amaçlayan bir yasa çıkarılmıştır! Ama burjuvazi 20. yüzyılda bütün dünyada var olan bu hakka bile dayanamayacaktır. 1967'de kurulan ve Türk-İş'ten farklı olarak gümbür gümbür mücadele meydanına çıkan DİSK'e sadece üç yıl tahammül edebilmiştir. DİSK'i iş yapamaz hale getirecek tedbirler içeren bir yasa mecliste kabul edilince, Türkiye işçi sınıfı ayağa kalkmıştır. 150 bin işçi sokaklara, meydanlara, İstanbul, Gebze, İzmit gibi sanayi merkezlerine hâkim olmuştur. 15-16 Haziran 1970, cumhuriyetin 100 yılının orta yerine düşer ve bir on yıl boyunca da olsa durumu köklü olarak değiştirir. Türkiye artık burjuva cumhuriyetini olabilecek en iyi rejim gibi yaşamak zorunda değildir. Çünkü 15-16 Haziran ayaklanması Türkiye'de proleter devrimler çağının açılması anlamına gelmektedir. Burjuva cumhuriyeti padişahın tek kişilik hâkimiyetinden farklı olarak herkesin yasa önünde eşitliğine dayanır ama gerçekte bir azınlık iktidarıdır. İşçi sınıfı iktidara geçtiğinde ise toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçiler devletin sahibi olacaktır. İşte bu yüzden 15-16 Haziran 1970, 100 yıllık cumhuriyetin en güzel günleridir! 15-16 Haziran zaferle sonuçlanmış, DİSK bu büyük eylem sayesinde kurtulmuştur ama burjuvazinin içine derin bir korku düşmüştür. 12 Eylül 1980'de yaşanan genelkurmay darbesi işte tarihin ufkunda yükselen bu işçi devrimine erkenden engel olmayı amaçlayan bir karşı-devrimdir. 12 Eylül işçi sınıfının bütün kazanımlarına, haklarına, mevzilerine, örgütlerine hücum harekâtıdır, sınıfın mücadelesinin önüne bir sürü engel dikmiştir. Var olan toplumu ve devleti, kapitalizmi ve burjuva cumhuriyetini aşacak bir devrime karşı koruyan ön alıcı bir karşı-devrimdir. O günden bu yana, sadece Türkiye'nin değil dünya durumunun da her geçen yılla kötüye gitmesinin sonucu olarak toplumumuz, sömürünün doruğuna çıktığı hürriyetin dibe vurduğu bir yeni dönemi yaşamaktadır. İşçi sınıfı şunu hiç unutmamalıdır: Türkiye bugünkü duruma 12 Eylül karşı-devrimi dolayısıyla gelmiştir. Bir gün 12 Eylül'ü tarihin çöplüğüne attığımızda, işçi sınıfını dev bir güç olarak yeniden ayağa kaldırdığımızda, AKP ve MHP de süpürülecek, çok daha güzel günler doğacaktır.

SuperLit Podcast
EP 122; Endpapers by Jennifer Savran Kelly

SuperLit Podcast

Play Episode Listen Later Oct 4, 2023 62:57


Hey friends! This week we speak all about Endpapers by Jennifer Savran Kelly! While we talk about this amazing debut, we also talk about artist block, the pressure to be the perfect queer person and so much more! Book description down below; Theme Song by Man With Roses It's 2003, and artist Dawn Levit is stuck. A bookbinder who works in conservation at the Met, she spends her free time scouting the city's street art, hoping something might spark inspiration. Instead, everything looks like a dead end. And art isn't the only thing that feels wrong: wherever she turns, her gender identity clashes with the rest of her life. Her relationship, once anchored by shared queerness, is falling apart as her boyfriend Lukas increasingly seems to be attracted to Dawn only when she's at her most masculine. Meanwhile at work, Dawn has to present as female, even on the days when that isn't true. Either way, her difference feels like a liability. Then, one day at work, Dawn finds something hidden behind the endpaper of an old book: the torn-off cover of a ‘50s lesbian pulp novel, Turn Her About. On the front is a campy illustration of a woman looking into a handheld mirror and seeing a man's face. And on the back is a love letter. Dawn latches onto the coincidence, becoming obsessed with tracking down the note's author. Her fixation only increases when her best friend Jae is injured in a hate crime, for which Dawn feels responsible. As Dawn searches for the letter's author, she is also looking for herself. She tries to understand how to live in a world that doesn't see her as she truly is, how to get unstuck in her gender, and how to rediscover her art, and she can't shake the feeling that the note's author might be able to help guide her to the answers.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Müslüman'ın da laikliğe ihtiyacı var

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Sep 12, 2023 4:51


İşçi sınıfı için ne iyi olur ne kötü sorusunu hep sınıf mücadelesini göz önünde tutarak kararlaştırmak lazım. Çünkü bugün içinde yaşadığı düzen işçiyi eziyor, sömürüyor, yoksullaştırıyor, sık sık da işsiz bırakarak bütün bir aileyi açlıkla karşı karşıya bırakıyor. İşçi sınıfına şu ya da bu fikri ya da davranışı önerirken mutlaka sormalıyız: Bu, işçiyi patron karşısında güçlendirir mi yoksa tersine zayıflatır mı? Mesela sendika diyoruz, neden, çünkü işçiyi birleştiriyor ve güçlendiriyor. Mesela “hemşehricilik yapmayalım” diyoruz, neden, çünkü işçiyi bölüyor güçsüzleştiriyor. İşte Devrimci İşçi Partisi'nin laikliği savunması da en başta bundandır. Laiklik olmazsa, herkes herkesin dinine karışmaya başlar, farklı dinden, farklı mezheplerden işçiler arasına fitne girer, sınıf bölünür, parçalanır. Bundan da patronlar sınıfı yararlanır. İşçi sınıfının mücadele birliğini sağlayan türden laikliğe biz “proleter laikliği” diyoruz. Kimileri işçi sınıfını bölmeyi kendi çıkarlarına uygun bulduğu için laikliğe dinsizlik der, işçinin gözünde kötülemeye çabalar. Laiklik bütün inançların özgürlüğünü korur. Şimdi bazıları diyecektir ki “burası Müslüman memleket, bütün inançları gözetmek niye?” Önce hatırlatalım ki Türkiye nüfusunun çoğunluğunun Sünni Müslüman olması herkesin Sünni Müslüman olması demek değil. Herkes biliyor ki Aleviler var, Caferiler var, başka inançlar var. Fabrikada “bu iyi, bu kötü” diye tartışmaya ve ortak hayatımızı çoğunluk dininin kurallarına göre düzenlemeye başlarsak sınıfı bölmenin en etkili yöntemini uygulamaya başlamışız demektir. Laiklik aynı zamanda bu topraklarda çoğunluğun dini olan Sünni Müslümanların da inançlarını gönlünce, inandığı gibi uygulamasının güvencesidir. Nasıl mı diyeceksiniz? Sünni Müslümanlığın şartlarının ne olduğu, Müslümanların hangi kurallara mutlaka uyması, neyi yapmaktan kaçınması gerektiği konusunda binlerce farklı fikir var. Bu tür farklılıkların olduğu bir dünyada hangi Müslüman bir başka Müslüman'a dönüp “şöyle yaşamalısın, şöyle davranmamalısın” deme hakkına sahip olabilir? Ama kendinde bu hakkı gören birçok akım ya da insan var. Tartışmalı konuları (mesela tesettürü ya da içkiyi) bir kenara bırakalım, bugünün dünyasında kaçınılmaz olan bir konuya dönelim. Geleneksel İslam'da “tasvir yasağı” denen uygulamayı alalım. İnsan resmi, heykeli, herhangi bir insan imgesi yapılması ve gösterilmesinin, temsil ve tasvir edilen insana tapınma anlamına geleceği düşüncesiyle getirilmiş bir yasak. Çağımızda sinema, televizyon, internet izlemeyen, sokakta reklam panosuna gözü takılmayan, heykel görmeyen insan mı kaldı? Ama bunda ısrar eden gruplar var. Şimdi bunların Müslümanlara sinema, televizyon, video, cep telefonu, her tür görsel yasağı getirmeye kalkıştıklarını hayal edin. Çekilir şey midir? Ya da başka bir örnek alalım. Afganistan'da Taliban'ın 10 yaşını geçen kız çocuklarına karma ortamlarda değil, sırf kızlardan oluşan eğitimi bile yasaklaması, kadınların bir mağaza bile açmasına karşı baskı uygulaması bu çağda kızlara kadınlara reva görülebilir mi? Bu tür baskıları yapana “tekfirci” deniyor. Tekfirci, ancak kendisinin inançlarına uygun biçimde yaşayanın Müslümanlığını kabul ediyor. Kendisi gibi yaşamayanı kâfir olarak görüyor. O karşısındaki kişi kendini Müslüman olarak gördüğü halde, tekfirci bunu reddediyor. Tarih boyunca din adına savaşan hareket çok olmuştur. Bu, başka dinlerde olduğu gibi İslam'da da yaygındır. Tekfircileri ayıran, başka dinlerle savaşa girdikleri kadar, hatta ondan bile fazla Müslüman'ı kâfir ilan etme ve katletme konusundaki gayretleridir. Tekfirci en çok Müslüman ülkede yaşayıp kendisinden farklı olan Müslüman halkının düşmanıdır. Tekfircilik, onlardan olmayan Müslüman için tehlikedir. Bir korkulu rüyadır. Kapitalist toplumun bencilliğini anlatmak için feylesoflar bir deyim yaratmışlar: İnsan insanın kurdudur. Tekfircilik söz konusu olduğunda Müslüman Müslüman'ın kurdudur. İşte bunun içindir ki Müslüman'a da laiklik su gibi, ekmek gibi gereklidir.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: CHP'nin geleceği (var mı?)

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Aug 6, 2023 6:41


Seçimlerden bu yana sadece iki ay geçti. Ama bu iki ay toplumun geniş kesimlerinde, özellikle istibdada karşı olan, toplumsal değişimden yana ve emekçilerin ve ezilenlerin yanında olmaya çalışan kesimlerinde bir büyük uyanışa tanık oldu. Seçimde, AKP'nin ekonomiyi son hız felakete doğru sürüklemesinin yanı sıra özgürlükleri bütünüyle ayaklar altına almasına karşı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kurduğu ittifaka bütün gönlüyle destek veren milyonlar, şimdi bu ittifakın, onun mimarı Kılıçdaroğlu'nun ve arkasındaki parti CHP'nin, her üçünün birden kendileri için ne kadar büyük bir yanılsama, bir hayal olduğunu hızla kavrıyorlar. İttifakın sırları hızla döküldü. Kılıçdaroğlu sayesinde 400'ü aşkın gericinin toplandığı bir Meclis, şimdiden AKP'yle işbirliği yapacağının işaretini veren müttefikler ve toptan çöken bir ortaklık, halka ne kadar zavallı bir proje ile karşı karşıya olduğunu erkenden anlattı. Kılıçdaroğlu'nun bütün “demokrat dede”liği ise ışık hızıyla kayboldu. Partiyi derhal hallaç pamuğu gibi kendi çıkarlarına göre düzenlemeye girişti, “değişim” isteyenlere tehditler yağdırdı, kongreye gidilirken, yani il kongreleri çok yakında yapılacakken işine gelmeyen bir dizi il yönetimini değiştirdi. Şimdi de “yollarımızı ayırırız” diye gözdağı veriyor muhalefete. Kendi ekibinden insanların bile İmamoğlu'nun yanında yer almaya hazır olduğu ortaya çıktı, son Parti Meclisi'nde çoğunluk muhalefetle oy kullandı ama tehdit ediyor. Yani “parti bölünürse bölünsün, benden sonra tufan” diyor. Öyle görünüyor ki partinin önünde üç ihtimal var. İlki CHP'nin daha küçük partilere ayrışarak orta vadede sahneden silinmesidir. Cumhuriyet kuruculuğuyla övünen bu partinin cumhuriyetin 100. yıldönümünde ufalanmaya başlaması tarihin ilginç bir cilvesi olur. İkinci ihtimalin alametleri şimdiden belirdi. İmamoğlu rakibinin bütün direnicine rağmen kongrede başkanlığa getirilir. Parti bir yeni umut pırıltısı sayesinde gelecek seçime kadar yaşar. İmamoğlu'nun en ufak bir programı yok. Olanı, Erdoğan'ın “eser bırakmak” ideolojisiyle sınırlı. Bunun dışında İmamoğlu'nun sağcı bir politikacı olduğu tartışma götürmez. Ama bu önemsiz. Zira CHP uzun yıllardır sağcı bir parti olmuştur. CHP'nin “solculuğu” 1960'lı yıllarda yükselen işçi sınıfı hareketini massetmek, onun dönemin canlı sosyalist hareketiyle bütünleşmesini önlemek için geliştirilmiş bir stratejik yönelişti. 12 Eylül işçi hareketini durdurdu, solu yenilgiye uğrattı. “Solcu” bir CHP'ye ihtiyaç kalmadı. Bir miktar yalpalamadan sonra CHP merkez sağdaki boşluğu da doldurmak amacıyla kendine yakışanı yaptı, solu tamamıyla terk etti. İmamoğlu bu yeni kisveye uygundur. Tabii bir de üçüncü bir ihtimal var. Şayet İmamoğlu'nun yükselişi önlenebilirse, Kılıçdaroğlu Ümit Özdağ ile anlaşmaya dayalı stratejiyi izleyerek Türkiye'nin Marine Le Pen'i ya da Giorgia Meloni'si olabilir. Yakışır. Hatta neden olmasın? Kılıçdaroğlu, İmamoğlu'na karşı kurultayı kazanamayacağını görürse, belki de Ümit Özdağ'ı partiye çağırıp onu başkan adayı olarak sunar. Böylece CHP cumhuriyetin ikinci yüzyılına Kılıçdaroğlu'nun zaman zaman övünerek vurguladığı “CHP'nin ülkücüleri”ne teslim olmuş bir parti miras bırakmış olur! CHP'nin bu sefil durumu bize AKP istibdadının Türkiye'yi tam anlamıyla bir uçuruma sürüklemekte olduğunu unutturmamalı. İşçi sınıfını ve emekçileri perişan eden program ve NATO hizmetkârlığı koyu bir istibdad ile birleşiyor. Ülkeyi bu katlanılamaz durumdan CHP'nin buharlaştığı bir dönemde işçi emekçi sınıfların ve ezilenlerin kalbini kazanacak bir proleter partisinin kurtarması için elimizden geleni ardımıza koymayacağız.

New Books Network
Jennifer Savran Kelly, "Endpapers" (Algonquin Books, 2023)

New Books Network

Play Episode Listen Later Jul 17, 2023 41:11


Today I talked to Jennifer Savran Kelly her new book Endpapers (Algonquin Books, 2023). Dawn Levit has reached a crossroads in life. What seemed like a stable relationship with a gay roommate is becoming ever more complicated; frayed family ties will not mend soon, if they ever do; and half the time Dawn can't even decide on waking up in the morning whether to dress as a woman, a man, or some combination of both. A job restoring old books for the Metropolitan Museum of Art in New York brings tactile and professional satisfaction, but it cannot compensate for the artistic inspiration that appears to have deserted Dawn just when it's needed most. When by chance Dawn discovers, in the endpapers of a water-damaged book, a love letter in German from one woman to another, the urge to identify the writer holds out the possibility of distraction from day-to-day problems. The book dates from the 1950s, making it difficult but not impossible to investigate the circumstances that caused the letter to be written, then hidden, and to discover the person who wrote it five decades ago. The search opens a window for Dawn onto the history of the queer community in New York and elsewhere, offering opportunities for greater self-acceptance and a renewed connection with the artistic muse. Jennifer Savran Kelly is a writer, bookbinder, and editor, as well as the author of Endpapers. C. P. Lesley is the author of two historical fiction series set during the childhood of Ivan the Terrible and three other novels. Her latest book, Song of the Storyteller, appeared in January 2023. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/new-books-network

New Books in Literature
Jennifer Savran Kelly, "Endpapers" (Algonquin Books, 2023)

New Books in Literature

Play Episode Listen Later Jul 17, 2023 41:11


Today I talked to Jennifer Savran Kelly her new book Endpapers (Algonquin Books, 2023). Dawn Levit has reached a crossroads in life. What seemed like a stable relationship with a gay roommate is becoming ever more complicated; frayed family ties will not mend soon, if they ever do; and half the time Dawn can't even decide on waking up in the morning whether to dress as a woman, a man, or some combination of both. A job restoring old books for the Metropolitan Museum of Art in New York brings tactile and professional satisfaction, but it cannot compensate for the artistic inspiration that appears to have deserted Dawn just when it's needed most. When by chance Dawn discovers, in the endpapers of a water-damaged book, a love letter in German from one woman to another, the urge to identify the writer holds out the possibility of distraction from day-to-day problems. The book dates from the 1950s, making it difficult but not impossible to investigate the circumstances that caused the letter to be written, then hidden, and to discover the person who wrote it five decades ago. The search opens a window for Dawn onto the history of the queer community in New York and elsewhere, offering opportunities for greater self-acceptance and a renewed connection with the artistic muse. Jennifer Savran Kelly is a writer, bookbinder, and editor, as well as the author of Endpapers. C. P. Lesley is the author of two historical fiction series set during the childhood of Ivan the Terrible and three other novels. Her latest book, Song of the Storyteller, appeared in January 2023. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/literature

New Books in Historical Fiction
Jennifer Savran Kelly, "Endpapers" (Algonquin Books, 2023)

New Books in Historical Fiction

Play Episode Listen Later Jul 17, 2023 41:11


Today I talked to Jennifer Savran Kelly her new book Endpapers (Algonquin Books, 2023). Dawn Levit has reached a crossroads in life. What seemed like a stable relationship with a gay roommate is becoming ever more complicated; frayed family ties will not mend soon, if they ever do; and half the time Dawn can't even decide on waking up in the morning whether to dress as a woman, a man, or some combination of both. A job restoring old books for the Metropolitan Museum of Art in New York brings tactile and professional satisfaction, but it cannot compensate for the artistic inspiration that appears to have deserted Dawn just when it's needed most. When by chance Dawn discovers, in the endpapers of a water-damaged book, a love letter in German from one woman to another, the urge to identify the writer holds out the possibility of distraction from day-to-day problems. The book dates from the 1950s, making it difficult but not impossible to investigate the circumstances that caused the letter to be written, then hidden, and to discover the person who wrote it five decades ago. The search opens a window for Dawn onto the history of the queer community in New York and elsewhere, offering opportunities for greater self-acceptance and a renewed connection with the artistic muse. Jennifer Savran Kelly is a writer, bookbinder, and editor, as well as the author of Endpapers. C. P. Lesley is the author of two historical fiction series set during the childhood of Ivan the Terrible and three other novels. Her latest book, Song of the Storyteller, appeared in January 2023. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices Support our show by becoming a premium member! https://newbooksnetwork.supportingcast.fm/historical-fiction

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Sınıf savaşı için yığınak dönemi

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jul 9, 2023 4:37


Daha seçimler sona ereli bir ay oldu. Sadece bir ayda Kılıçdaroğlu'nun stratejisinin ne kadar çürük olduğu çıplak biçimde ortaya çıktı. Daha da önemlisi, sosyalist hareketin “bir oy Kılıçdaroğlu'na” tutumunun ne kadar yanlış olduğu da rahatlıkla görülür bir gerçek haline geldi. Seçimin tek sonucu Erdoğan'ın anayasanın açık hükmüne rağmen üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilmiş olmasına kuzu kuzu rıza gösterilmiş olması değil. Bir diğer önemli sonuç, Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'a her türlü manipülasyona açık, gerici birtakım anayasa değişikliklerini onaylayabilecek bir meclis hediye etmiş olması. Dört hayalet partiye verilen 39 milletvekilliği sayesinde anayasa değişiklikleri halka gitmeden dahi yapılabilecek. Nitekim Erdoğan “Cumhuriyetimizin 100. yıldönümünde” yeni bir anayasadan söz etmeye başladı bile. Nasıl oldu bu? Kılıçdaroğlu Millet İttifakı içinde yılanlar besledi. Sabık Erbakancı ve Erdoğancıların yanı sıra sabık Türkeşçilerin de kendi amaçlarına yarayacağı hayalini kurdu. Şimdi seçimden beri olan biteni hep birlikte hatırlayalım.

Hell Is A Musical
045 - Annie ("Daniel Plainview's Dulcet Tones") (w/ Malorie Savran)

Hell Is A Musical

Play Episode Listen Later Jul 3, 2023 100:23


Annie is a 1982 film adaptation of the Broadway musical of the same name, which itself was based upon the comic strip Little Orphan Annie. It was directed by John Huston (Previously of The Maltese Falcon, The Man Who Would Be King, and The Treasure Of The Sierra Madre?!) and starred Albert Finney, Carol Burnett, Bernadette Peters, Tim Curry, and child actress Aileen Quinn as the titular Annie. The story followed an orphan's adventures being adopted by an eccentric billionaire, and her own journey to find her real parents. Though it was released to mixed reviews it was a box office hit and was even nominated for multiple Academy Awards.On a new episode of Hell Is A Musical, Lilz and Scott are rejoined by Malorie Savran to discuss their respective experiences watching the titular musical Annie. Join them for frank discussions on tearjerkers, Tim Curry's Christopher Walken impression, talk of wealthy privilege, and the eternal horniness of Carol Burnett's character....with Lilz and Scott!

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Zihni Sinir projesi kazandı!

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jun 4, 2023 5:38


Genç kuşak ne kadar tanıyor, bilmiyorum. Bizim kuşaktan, beş parmağında beş marifet bir karikatürist, İrfan Sayar, 1970'li yılların kıpır kıpır Türkiyesi'nin zor ama dipdiri ortamında Zihni Sinir adını verdiği bir “Porof”un “proce”lerini, yani bilimsel buluşlarını, teknolojik uygulamalarını çizerdi. Karikatüristin başarısı biraz da karakterlerinin, mizahının halkın günlük kültürünün, sohbetlerinin içine ne kadar sızdığıyla ölçülür. O dönemin Türkiye halkı eğitimi daha düşük ama zekâsı daha uyanık mıydı neydi, karikatürü baş tacı eder ve kanlı cinayetlerle bezeli örtülü iç savaş ortamına rağmen kendine gülmeyi çok iyi bilirdi. 21. yüzyılın en başarılı Zihni Sinir procesine ödül verilecek olsa, jüri muhtemelen madalyayı Porof Kemal Kılıçdaroğlu'na verirdi. Ne müthiş bir proje idi Altılı Masa ve Millet İttifakı! Siz 2017-2018 döneminden başlayıp, Türkiye'nin en büyük muhalefet partisinin bütün emeğini bu muazzam ittifakı kurmaya harcayın. Bir milyonun üzerinde üyesi olan partiyi, halkın arasında yıllarca propagandaya koşmak, yeni üyeler kazanmak, AKP'nin politikalarının dinî kisve altında aslında nasıl maddi dünyevi çıkarlara hizmet ettiğini anlatmak gibi zor işlere sokmaya ne gerek var? Zihni Sinir 21 yıllık AKP iktidarını ve Erdoğan'ın istibdadını yerle bir edecek formülü buldu ve uyguladı. Projenin adı “hasmını, ona en çok benzeyen ittifakla yenme procesi” idi. Özelliklerinin hepsini yazamayacağız, bazısı şöyleydi: • Cumhur İttifakı'nın istibdadı ve gericiliği neye dayanıyor? İslam dinini istismar eden bir parti ile ırkçı-faşist bir partinin işbirliğine değil mi? O zaman onu yenilgiye uğratmak için açık arttırmaya gitmeli. Zihni Sinir o faşist partiden kopan bir partiyi meclise sokmak için halkın CHP'nin ideolojik ve politik doğrultusuna verdiği oylarla seçilen CHP milletvekillerini faşist bir partiye aktararak onu ayağa kaldırdı. • Cumhur'un faşizmine faşizmle karşılık verilmişti. Güzel. Ama din sömürücülüğü? Atatürk'ün partisi olmakla övünen CHP o rolü kendisi üstlenecek değildi herhalde. Zihni Sinir fırsatları değerlendirir. Tam o sırada AKP'den kopan biri Suriye katili, öteki Londra ve New York borsalarının Türkiye'deki simsarı iki karanlık şahıs (adları Davutoğlu ve Babacan) yeni partiler kurmuşlardı. Kör tek göz istemiş Allah iki vermiş! Zihni Sinir bunların üzerine atladı. Bir de bu cepheyi Erbakan'ın partisinin son üyesi olan Madımak katliamı dönemi Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ile tahkim etti. İşte güçlü cephe: “Cumhur'da köktendinci parti sadece bir tane, bende üç” diye seviniyordu Porof'umuz. • Bunlar yetmezdi. Sinir hoca gösteri yapmak için tesettürü yasallaştırmak istedi. Bu sefer el yükselten Erdoğan oldu. “Madem istiyorsun anayasallaştıralım” dedi. Tesettür anayasa hükmü oluyordu. Arada da “aileyi koruyucu” nefret hükümleri yer alacaktı. Zihni beyefendiyi kendi procesinden deprem acısı kurtardı. • Faşistlere karşı da el yükseltmek gerekiyordu. Sinan Ateş'in cinayetini öne sürerek Zihni hocamız çoktan beri eliyle yapmaya alıştığı bozkurt işaretini yapmaya devam etmekle yetinmedi, “CHP'nin ülkücüleri”nden söz etmeye başladı. Daha anlatılacak çok şey var ama yerimiz sınırlı. Önemli olan, procenin ne sonuç elde ettiği. Berrak yazalım ki Porof Zihni Sinir de anlasın: (1) CHP'nin %25 + İyi Parti'nin %10 + HDP'nin %10'unu toplayın. Zihni Bey kendisi birinci turda bu kadar oy aldı. Altılı Masa'nın ortaklarından ne geldi, Allah bilir. İkinci turda oyu biraz arttı. O da faşist Zafer Partisi'ne Kürtlerin yaşadığı bölgede seçilen belediye başkanlarının terörist sayılacağına söz verdiği için geldi. Haliyle oy yetmedi. Erdoğan yine seçildi. (2) İyi Parti dışındaki partilerden kendisine ihmal edilebilir oranda oy geldi ama CHP'den onlara 40'a yakın milletvekili gitti. CHP bu proce sayesinde mecliste çok daha zayıf temsil ediliyor. Sinir hocamız İyi Parti'ye ödünç milletvekili vermişti. Şimdi ötekilere hediye paketinde milletvekili verdi.

Off The Page
Episode 35 - A mysterious love letter and genderqueer identity in Endpapers by Jennifer Savran Kelly

Off The Page

Play Episode Listen Later May 26, 2023 29:00


Jennifer Savran Kelly's new book is Endpapers, set in 2003 in post 9/11 New York. It's a story about a bookbinder who is struggling to understand her own queer identity when she comes across a love letter hidden in the endpapers of a book she's restoring. What follows is an exploration of what it means to love both yourself and others, complex relationships, and about what it's like to find connections and acceptance within your own community.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Türkiye sosyalist hareketinde Menşevikleşme

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later May 7, 2023 5:51


Kemal Kılıçdaroğlu, 1 Mayıs'a girilirken bir video yayınladı. Karikatür gibi. Bütün toplumun gözü yılda bir kez işçi sınıfına çevrilecek. Beyefendi 1 Mayıs konusunda kelime bile etmiyor. Zaten konuşmasını “bugün beyaz yakalı emekçilere seslenmek istiyorum” diye açıyor. Sonra “ben beyaz yaka-mavi yaka ayrımına inanmam” diyor. Madem inanmıyorsunuz ne demeye sadece beyaz yakalılara hitap ediyorsunuz? Zaten beyefendinin bütün konuşması aslında gerçekten büro çalışanlarına, hatta onun üniversite mezunu üst katmanlarına hitap ediyor. Türkiye'de sosyalistler işçi sınıfına yıllardır öylesine sırt çevirmiş durumda ki gerek Altılı Masa'nın çalışmalarında gerek Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarında işçi sınıfının esas mücadeleci, kapitalistlerle doğrudan çelişkiler yaşayan büyük kitlesine ilişkin hiç ama hiçbir şey söylemediğini ya fark etmiyor ya konu edinmiyor. Fabrika, maden, tersane, inşaat, ulaştırma, otelcilik ve ikram, perakende, motokurye ve benzeri, bir kısmı büro türü ortamlarda bulunsa da kol emeğine dayalı, büyük ölçekli işyerlerinde çalışan işçilerin sorunları hiç konuşulmuyor. CHP ekonomi dendi mi hep çarşı pazardan dem vuruyor, Akşener hep esnaf ziyaretiyle meşgul. Sendikalaşma çabalarının baskı altına alınması, grevlerin yasaklanması karşısında ise “tık” yok! Bu tabloya Babacan bir mizah katkısı yapıp partisini “Çalışan Türkiye'nin Partisi” olarak gösteren afişler astırıyor. Londra City-New York Wall Street Türkiye'de iyi çalışacak demek ki! Ama, varsa yoksa Kılıçdaroğlu'nun 1 Mayıs arifesinde yaptığı konuşmada olduğu gibi, Amerikan sosyolojisinin “orta sınıfı”ndan, Turgut Özal'ın uyduruk kavramı (bunu herkes unutmuş gibi görünüyor ya da unutma pozu yapıyor) “orta direk”ten başka bir şeyden söz edilmiyor. Edilir mi? Haşa! Sonra TÜSİAD'dan nasıl destek alınacak? Altılı Masa'nın diline dikkat edin: Halkın yoksulluktan çektiklerinden söz ediliyor hep, ama kapitalist sınıfın bu yoksulluktan elde ettiği yarardan ve bunu derinleştirme konusundaki sorumluluğundan (en başta sendika ve grev kırıcılığından) hiç söz edilmiyor. TÜSİAD sermayesi yok! Varsa yoksa “Beşli Çete” var. Böylece 418 milyar dolar, holdinglerin ve bankaların kasalarının Erdoğan ve AKP sayesinde dolup taşmasını unutturmak için kullanılıyor! Sosyalistler aslında bunu bilmiyor değil. Bilmez gibi yapıyorlar. Sadece hareketin biz dâhil bir azınlığı bu konuları ve şayet seçimi kazanırsa Millet İttifakı'nın ekonomik alanda işçi sınıfını ve emekçi halkı inim inim inleteceğini ortaya koyduğumuz için de herkes birbirini korumuş oluyor. Böylece, burjuvazinin bir kanadının, hem de daha güçlü kanadının siyasi temsilcisi rolüne soyunan bir ittifak ikirciksiz savunuluyor. Siz zannediyor musunuz ki seçimden sonra bu strateji değişecek? Halka istibdadı Kılıçdaroğlu'na verilecek oyla devirme vaadi yaparak oy çağıranlar, seçimden hemen sonra emekçi halka dönerek “haydi şimdi gün Kılıçdaroğlu'na ve Millet İttifakı'na karşı mücadele günü” mü diyecek? Önce, “aman şu hassas anda Cumhur'un ve istibdadın eline koz vermeyelim”le başlayacak. Sonra (seçimin sonuçlarına ve gelişmelere göre 7 Haziran-1 Kasım arasındaki gibi bir durum doğarsa) istibdadı ayakta tutmaya razı uzlaşma girişimlerine soldan “güzelleştirme” operasyonları yapılacak. En kötüsü ise, halka saldırılar “zorunlu idi” gerekçesiyle savunulacak. Babacan ekolü, muhtemelen İyi Parti'nin “yurtdışından getirdiğimiz yeni deha”sı Bilge Yılmaz'ın eliyle, Londra City-New York Wall Street ilişkileri doğrultusunda ağır kemer sıkma programını uygulamaya başlayınca, “ne yapalım, enkaz devraldılar” denecek. Kuşkusuz, onurlu tekil çıkışlar olacak. Ne kadar çok olursa o kadar iyidir. Ama ana doğrultu bu olacak. Öyleyse, sosyalistlerin çoğunluğu bakımından hem geçmiş politik hattın devamı hem de gelecekte uygulanacak politikaların başlangıcı olacak bir stratejik yöneliş ile karşı karşıyayız. Türkiye sosyalist hareketi Menşevikleşmiştir.

Moms Don’t Have Time to Read Books
Jennifer Savran Kelly, ENDPAPERS

Moms Don’t Have Time to Read Books

Play Episode Listen Later Apr 21, 2023 27:08


Zibby speaks to debut author Jennifer Savran Kelly about Endpapers, an evocative and sharply-written early-2000s literary mystery about a queer bookbinder who finds a love letter and becomes obsessed with tracking down the author (all while struggling in her artistic life and with her gender identity). Jennifer talks about her love of papermaking, bookbinding, and book conservation. She also reveals she is part of the #5amWritersClub on Twitter, explains why she started writing in the first place, and shares her best advice for aspiring writers.Purchase on Zibby's Bookshop: https://bit.ly/3KQK4g1Purchase on Bookshop: https://bit.ly/3AbYLp7Subscribe to Zibby's weekly newsletter here.Purchase Moms Don't Have Time to Read Books merch here. Now there's more! Subscribe to Moms Don't Have Time to Read Books on Acast+ and get ad-free episodes or exclusive access to the in-store author events at Zibby's Bookshop in Santa Monica, CA. Join today! https://plus.acast.com/s/moms-dont-have-time-to-read-books. Hosted on Acast. See acast.com/privacy for more information.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Sağ sosyalizm: Bir yaşlılık hastalığı

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Apr 11, 2023 6:00


Kılıçdaroğlu'nun peşine takılmayan sosyalistlere şimdilerde “çocukluk hastalığı” diye saldırmak moda oldu. Devrimci İşçi Partisi bu konuda en berrak tutuma sahip sosyalist parti olduğuna göre bu iddia bizi de kapsıyor elbet. O zaman bu konu üzerinde durmak önemli. Ekim devriminden sonra, öteki ülkelerin komünistleri arasında, proletarya iktidarına giden yolda yaratılması gerekli koşulları görmezden gelen, kendi dışındaki bütün sola sırtını dönen, neredeyse iman gücüyle iktidarı almaya soyunan bir akım, daha doğrusu bir “haleti ruhiye” doğdu. Bu akıma “Sol komünizm” adı verildi. Lenin bu akımı eleştirmek için 1920 yılında bir risale yayınladı: “Sol” Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı. Günün ihtiyaçlarına mükemmelen yanıt veren bu risale, yüz yılı aşkın süredir bu sefer sağ “komünist”lerce (Lenin'deki tırnağın yerini değiştirdiğimize işaret etmemiz gerekir mi?) gerçek komünistleri karalamak için suistimal edilip duruyor. Günümüzde Kılıçdaroğlu'na oy vermeye hazırlanan bütün sosyalistler (maalesef Türkiye sosyalist hareketinin ezici çoğunluğu) hep bir ağızdan böyle yapmamanın Erdoğan istibdadının eline oynayacağını, şimdilik görevin istibdada son vermek olduğunu, bu gerçekleşince sosyalist solun Türkiye'deki esas muhalefet haline geleceğini, artık bu seçimden sonra sosyalizm mücadelesine başlayabileceğimizi söylüyor. Kılıçdaroğlu'na oy çağrısı yapmayan sosyalistleri de “çocukluk hastalığı” ile suçluyorlar. Bu yazının amacı, Kılıçdaroğlu'na destek vermemenin Lenin'in eleştirdiği tutumu benimsemekle ilgisi olmadığını, DİP'in tutumunun, tersine, tam anlamıyla Leninist bir tavır olduğunu ortaya koymak. Lenin'in Kadet'lere, yani burjuva siyasi güçlere destek vermemesine yol açan, “aman elimizi kirletmeyelim” türü bir kaygı değildi elbette. Lenin politikanın kendi özel mantığı dolayısıyla komünistlerde çok yüksek düzeyde bir esneklik gerektirdiğinin herkesten çok daha fazla farkındaydı. Politik hayatının başlangıcında Ne Yapmalı? risalesinde geliştirmiş olduğu Marksist politika teorisi tam da politikanın “Nevski Bulvarı gibi geniş ve düz bir cadde” olmayışının nedenlerini ortaya koyuyordu. Politik hayatının sonlarına doğru Çocukluk Hastalığı risalesinde işte bu taktik esneklik gereğini anlatıyordu. Sorunun “el kirletme” ile ilgisi yoktu. Sorun, sadece Lenin için değil, “aşamaları atlamak istediği” söylenen Trotskiy için de toplumun önündeki somut ve yakıcı sorunların kim tarafından nasıl çözüleceğine ilişkin bir kavrayış farkı idi. Lenin de Trotskiy de Rus toplumunun önündeki büyük sorunun demokrasi, işçi hakları, ezilen ulusların özgürlüğü vb. olduğunu reddetmiyordu. Bu sorunların çözümünün işçi sınıfını burjuvazinin kuyruğuna takan politikalardan farklı olarak, işçi sınıfının kendi bağımsız politikası zemininde toplumun bütün sömürülen sınıfları ile ezilen kitlelerini kendi etrafında toplaması sayesinde çözüleceğini söylüyordu. Yani burjuvazinin peşine takılmış pasif bir işçi sınıfı değil, önderliği ele alan bir işçi sınıfı gerekiyordu demokrasiye ulaşmak için. Mesele el kirletme değil, alternatif bir ittifaklar dizisi, toplumu ileri taşıyacak farklı bir tarihî blok oluşturmaktı. DİP'in söylediği de budur. Biz kimseye “siz ne kadar ilkesizsiniz” demiyoruz. “çamura bulanıyorsunuz” demiyoruz. Biz Kılıçdaroğlu'nun peşine takılanlara, “istibdad böyle değil, sosyalizmi yeni bir ittifaklar dizisinin yönetici gücü yapma mücadelesi sayesinde yıkılacaktır” diyoruz. Bu yıl cumhuriyet 100 yaşında. Türkiye solunun ana damarı, zamanla hangi geleneklere ayrışırsa ayrışsın, 100 yıldır CHP'yi destekliyor! Dile kolay! O destek sonucunda nereye geldiğinize bir baksanız? Bu sol yaşlanmıştır. Biz “çocukluk hastalığı” yaşamıyoruz. CHP destekçileri artık “yaşlılık hastalığı” içindedirler.

Book Cougars
Episode 178 - Author Spotlight with Jennifer Savran Kelly

Book Cougars

Play Episode Listen Later Mar 28, 2023 97:15


Welcome to Episode 178! We are currently reading a variety of genres: Fiction (CHASE OF THE WILD GOOSE by Mary Gordon and VOYAGER by Diana Gabaldon), memoir (LIFE B: OVERCOMING DOUBLE DEPRESSION by Bethanne Patrick), self-help (WHY AM I SO ANXIOUS by Tracey Marks), and a cookbook (COOK AS YOU ARE by Ruby Tandoh). Emily discusses three gripping novels that she recently read: THE MEMORY OF ANIMALS by Claire Fuller, OUR BEST INTENTIONS by Vibhuti Jain, and I HAVE SOME QUESTIONS FOR YOU by Rebecca Makkai. Chris enjoyed a new biography that investigates Edgar Allan Poe's death, A MYSTERY OF MYSTERIES by Mark Dawidziak. She also finished two novels: DRAGONFLY IN AMBER by Diana Gabaldon and THE WARDEN by Anthony Trollope. We are excited to giveaway a copy of our second quarter readalong pick, THE READING LIST by Sara Nisha Adams. To be entered to win, you simply need to be a newsletter subscriber. If you are not already, act quickly because we are picking the winner on March 29th! Easy sign up here: https://www.bookcougars.com/subscriber Don't miss our Author Spotlight with Jennifer Savran Kelly. We both love her new novel, ENDPAPERS, a character-driven story about a genderqueer book conservator and book artist who finds a message under the endpapers of an old book that sets her off on an external investigation into the past that helps her solve some of her current internal mysteries.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Yedi kocalı Hürmüz

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Mar 12, 2023 5:51


2 Mart Perşembe-6 Mart Pazartesi arasında yaşananlar üzerine Kılıçdaroğlu ekibinden biri bir film yapsaydı adını hiç kuşku yok “Cehennemde Dört Gün” koyardı. Erdoğan'ın 2017'de “mühürsüz referandum”da “atı alıp Üsküdarı geçmesi”nden bu yana Kılıçdaroğlu bütün yatırımını İyi Parti üzerine yapmıştı. 2018 seçimlerinde ödünç verilen CHP milletvekilleri, 2019'da Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş üzerinde birlikte kilitlenme, “Millet İttifakı”, “Altılı Masa”, ortak anayasa değişikliği, politikalar mutabakatı… Sonra birden ortağınız kapıyı çarparak çekip gidiyor. Elde var hüzün. CHP o dört gün boyunca kuyruğu dik tuttu ama Akşener'in gidişi projenin sonu idi aslında. İstendiği kadar “Beşli Masa” sözleri telaffuz edilsin, kalan partiler artık CHP için daha az milletvekili çıkarmasına yol açacak birer yüktü. Üçü “intikam partileri” olarak nitelenebilir. Wall Street ve Londra City Türkiye mümessili Ali Babacan, Türkiye emekçilerinin posasını tam çıkaramadan kenara itilmesinin intikamı peşinde. “Suçişleri Bakanı” kavramına nazire ile söylersek Boşişler Bakanı iken bu gazetede adı “Sıfır Ahmet Paşa” olan Ahmet Davutoğlu, yeni DAİŞ'ler yaratarak “Komşularla Sıfır Sorun” politikasını daha da yukarı taşıma fırsatının inkâr edilmesinin intikamı ile yanıyor. Saadet Partisi ise bir bütün olarak Erbakan'ın heykelin kaidesi üzerinden indirilmesi tarihî suçunun intikamının peşindedir. Demokrat Parti'ye gelince, o, 77 yıl önce kurulmuş aslının tam bir karikatürüdür. Meral Akşener masadan kalkınca sadece Demokrat Parti değil, bütün Millet İttifakı bir karikatüre döndü. O dört gün içinde Tayyip Erdoğan'ın, hele o otomobilinin camından muhabirlere verdiği demeci gördüyseniz sadece ağzının göründüğü sahnede, çok ciddi konuşurken bile aslında dudaklarında nasıl bir gizli gülücük olduğunu görmek pek kolaydı. Bu yaşananlardan herkesin, sosyalist solda, işçi-emekçi halk cephesinde, ezilen kitlelerin saflarında herkesin, mutlaka çıkarması gereken iki temel ders var. Birincisi, ev ev dolaşan mevlûthanlar gibi her gece televizyon televizyon dolaşan ve güvenlikten ekonomiye her konuya maydanoz olan o “uzman”ların ve “kulisim kulisim” diye yırtınan dedikodu kumkuması “gazeteciler”in ne kadar boş, ne kadar kof olduğu çarpıcı biçimde kanıtlanmıştır. İkinci ders açıktır: Bu ucube ittifak Türkiye'yi istibdaddan kurtaramaz. Ekmek ve hürriyet mücadelesini işçi sınıfının diğer bütün emekçileri, yoksulları ve ezilenleri kendi etrafına toplaması başarıya kavuşturacaktır. Kılavuzu karga olanın başı “Cehennemde Dört Gün”lerin tekrarıyla yanacaktır. Bir de yeni durum doğdu. Kılıçdaroğlu'na yedi tane gardiyan tayin edildi. Yedi kocalı Hürmüz oldu! Yedi tane cumhurbaşkanı yardımcısı. Üçü köktendinci gelenekten geliyor. İntikam partilerinin genel başkanları. İkisi faşist gelenekten geliyor: Akşener ve Yavaş. Biri Türkiye'nin 70 yıllık NATO aşk hikâyesinde NATO'ye en çok köle olmuş partinin geleneğinden. Yavaş ve İmamoğlu ayrıca “biz CHP'li belediye başkanlarıyız” demek yerine “biz Millet İttifakı'nın belediye başkanlarıyız” diyor. Kılıçdaroğlu otobüsünün arkasına “Asla yalnız yürümeyeceksin” yazmış, bir de İngilizcesini eklemiş. Doğru, izin vermezler zaten gardiyanlar, mevcutlu olarak yürüyor demokrasiye (!) Kılıçdaroğlu! Londra City dedik, Sıfır Ahmet Paşa dedik, başka şeyler söyledik. Bunlar gardiyan ama bir de tutukluya bakalım. Kılıçdaroğlu tarihe, 1960'lı ve 1970'li yıllarda Türkiye işçi sınıfının coşkun selini durdurmak için Ecevit'in burjuvazi adına ve namına CHP'yi “ortanın solu” bir parti haline getirmesinden yaklaşık 60 yıl sonra, partiyi yeniden düpedüz bir sağ parti haline getiren şahsiyet olarak geçecek. Bu bakımdan gardiyanlara çok iş düşmeyeceğini teslim edebiliriz. Sağcılık gerekiyorsa onu Kılıçdaroğlu zaten paşa paşa yapacaktır.

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Ya...?

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Mar 3, 2023 5:09


Bu yazı Şubat başında yazıldı. Gerçek gazetesinin Şubat 2022 tarihli 161. sayısının 6. sayfasında yayınlandı. Ancak gazete çıktığında Maraş merkezli deprem yaşandığı için bu yazının podcast kaydını hazır olduğu halde daha önce yayına almadık, ilk kez yayınlanıyor. Yazının önemi, Millet İttifakı'nın (Altılı Masa'nın) aday seçimi yüzünden çöküşünün bir ay öncesinden öngörülmüş, elle tutulur bir ihtimal olarak ileri sürülmüş olması. Yazının Gerçek gazetesi Yayın Kurulu'na teslim edilmesinden tam bir ay sonra öngörü gerçekleşmiş bulunuyor. Ya…? Sungur Savran Sosyalist hareketin hiçbir odağı, Emek ve Özgürlük Cephesi de Sosyalist Güç Birliği de yaklaşan seçimde Altılı Masa veya yeni adıyla Millet İttifakı diye bilinen burjuva muhalefetinden bağımsız bir siyasi tutum koymuyor ortaya. Sosyalist Güç Birliği'nin cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceği kesinleşmiş gibi. Emek ve Özgürlük Cephesi'nin başını çeken HDP aday çıkaracağını söylüyor ama bunun aslında taktik bir adım olduğu, Millet İttifakı mesela Kılıçdaroğlu'nu aday gösterirse HDP'nin kendi adayını geri çekeceği biliniyor. Meclis seçimlerinde istediğiniz kadar görünün. Herkes biliyor ki bu rejimde ağırlığı olan yürütmedir, cumhurbaşkanıdır. O konuda burjuva muhalefetini destekleyen, bu seçime onun yanında katılıyor demektir. Hesap hep seçimi Millet İttifakı'nın kazanması sonucunda Türkiye'nin düzlüğe çıkacağıdır. Ama ya böyle olmazsa? Ya… başka olasılıklar gerçekleşirse? O zaman Türkiye'de politik hayat duracak mı? O durumda sosyalist hareket, bizim Devrimci İşçi Partisi olarak savunduğumuz gibi bağımsız bir sosyalist odak inşa ederek halkın karşısına bir güç olarak çıkmak ve sınıf politikası ile kitleleri kendine çekmek için hiçbir şey yapmamış olduğu için öteki olasılıklara en ufak bir hazırlık yapmamış olacak. Kumar değil mi bu? Son bir-iki yılın dünya politikasını biraz takip edenler, Türkiye'nin geçmişinden ders çıkaranlar, yukarıda “başka olasılıklar”dan ne kastettiğimizi daha kolay anlayacaklardır. Macar modeli: Macaristan'da Erdoğan'la çok sıkı fıkı olan Orbán adlı cumhurbaşkanına karşı oluşturulan altılı koalisyon hık demiş Millet İttifakı'nın burnundan düşmüştü. Kamuoyu yoklamalarına bakılsa Orbán kesin kaybediyordu. Ama rahatça kazandı! Ya böyle olursa, sosyalistler…? İsrail modeli: Bundan bir buçuk yıl önce, ilk kez bir Arap partisinin de hükümette yer aldığı bir koalisyon Erdoğan gibi uzun yıllar başta kalan Netahyahu'yu düşürüp bir koalisyon kurdu. Beş benzemez koalisyon partileri kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler, mecburen seçime gittiler. Netanyahu bu sefer neredeyse faşist bir koalisyonun başında geri geldi. Yani daha da kötüsü oldu. Bizde yeni seçime falan da gerek yok. Altılı'dan üçü AKP'nin eski kardeşi, biri MHP'nin kardeşi, biri zaten yok. Seçimden sonra doğacak meclis aritmetiğine bağlı olarak her türlü ayak oyunu öngörülebilir. Ya böyle olursa, sosyalistler…? ABD ya da Brezilya modeli: ABD'nin eski başkanı Trump ve Brezilya'nın eski başkanı Bolsonaro, seçim sonuçlarını tanımayı reddettiler, taraftarları parlamento ve hükümet binalarını bastı. Onlar başarısız oldular, ama bu tür girişimler hep başarısız olacak diye bir şey yok. Ya böyle olursa, sosyalistler…? İsmail Cem modeli: 2002'de Ecevit'in bir ayağı çukurda iken, DSP'nin içinden bir ekip çıktı ve Türkiye sosyal demokrasisinin saatini nihayet AB'ye ve finans kapitale göre ayarlayacağı vaadinde bulundu. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, İMF-Dünya Bankası'nın koalisyon hükümetindeki Başbakan Yardımcısı Kemal Derviş ve “büyük örgütçü” Hüsamettin Özkan. Burjuvazi ile beraber Türkiye'nin bütün düzen içi solcuları heyecana kapıldı: Yeni kurulacak parti seçimde toprak kayması yaratacak, iktidara geçecek, AB ile bütünleşecek ve Türkiye'ye demokrasi getirecekti. Bunun şimdi, seçimden önce

What Were You Thinking?
Season 3, Episode 3: Writing Literary Fiction as Therapy - Jennifer Savran Kelly, Endpapers

What Were You Thinking?

Play Episode Listen Later Feb 7, 2023 55:41


Jennifer Savran Kelly's debut novel, Endpapers, explores the journey of a genderqueer book binder who is trying to navigate through her relationships while following the trail of a secret love note she finds tucked into the endpapers of a book. While classified as literary fiction, this book engaged me so thoroughly, I didn't even realize it was literary. A must read for 2023. Watch Jennifer in her acting roles: https://littlewhaleproductions.com/zombie-revolution https://littlewhaleproductions.com/yahwehs-sea-glass https://www.imdb.com/video/vi708025625/?ref_=vp_rv_1 Check out the Saltonstall Foundation for the Arts retreat space: https://www.saltonstall.org/retreat/retreat-space/ Follow Jennifer: Instagram Twitter Website

Gerçek gazetesi
Sungur Savran: Dünya işçi sınıfının en güzel devleti

Gerçek gazetesi

Play Episode Listen Later Jan 16, 2023 6:03


Dünya işçi sınıfının en güzel devleti Bir işçi için hayat boyu iş güvencesinden daha önemli bir şey var mıdır? İşçi sınıfının bütünü için işsizlik illetinin ortadan kalktığı, tam tersine ekonomide işgücü eksikliğinin hissedildiği durumdan daha iyisi olabilir mi? İşgücü eksiği olunca toplum işçiyi el üstünde tutmak zorunda kalmaz mı? İşçinin köylünün çocuğu için her köye kadar uzanmış sapasağlam bir eğitim sistemi, spor olanakları, ergen yaşına geldiğinde ucuz kitap, her mahallede, her fabrikada spor kulüpleri, bütün sporlarda dünya şampiyonları yetiştiren bir sistem en çok ihtiyaç duyduğu şeyler değil midir? Yaşlanan işçi ne ister? Parasız, kaliteli, ileri düzeyde gelişkin bir tıbba dayanan bir sağlık sistemi, geleceğinden korkmadan yaşayabileceği bir emeklilik sistemi değil mi? “Ev hanımı” olarak anılan ama aslında en ağır işleri yapan kadınların, üzerlerindeki yükün kreşler, ortak çamaşırhane ve aş evleri ve parasız sağlık sistemi sayesinde azalmasının, ev dışında çalışma olanaklarının her geçen gün artmasının yanı sıra, erkeğe ekonomik bağımlılık yaşamadan karar verebilmeleri için en önemli nokta olan emeklilik hakkına da sahip olmaları ne değerlidir kadın için! İşçi sınıfına bütün bunları sağlayan bir devlet yapısı 20. yüzyılda mevcuttu. Adı da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği idi. Bundan 100 yıl önce, 30 Aralık 1922'de 1917 Ekim işçi sınıfı devriminin ürünü olarak kurulmuştu. Bu devletin merkezî iktidar kaynağı parlamento değil, işçilerin, köylülerin, üniforma altındaki emekçiler olan askerlerin kendi temsilcilerini seçerek kurduğu şûrâlar, konseyler, Rusça adıyla sovyetler idi. İşte bu Sovyetler, bu yeni emekçi iktidarı büyük ölçekli bütün üretim ve dolaşım araçlarını, yani fabrikaları, tersaneleri, madenleri, demiryollarını, deniz ticaretini, büyük perakendeci ve toptancı ağlarını ve elbette bankaları ve bütün finans kuruluşlarını kamulaştırdı, devletin mülkiyeti altına aldı. Her şey devletin elinde olunca bütün büyük ekonomik kararları aynı anda vermek yani merkezî planlama yapmak mümkün hale geldi. Böylece planlı şekilde görülmemiş hızda bir kalkınma gerçekleşti, bu hızlı tempoda gelişme ise işsizliği toplumun sözlüğünden çıkardı. Yani fabrikalar, bankalar devletin, devlet işçinin olmuştu bile! SSCB kendi içinde yaşanan birtakım talihsiz gelişmeler sonucunda 1991'de dağıldı. Biz, SSCB'nin yaşadığı bürokratikleşmeyi ve bunun sosyalizme gidişe zarar verdiğini, hatta kapitalizmin geri geleceğini önceden görüp herkesi uyarmış bir siyasi akıma, uluslararası devrimci Marksist harekete mensubuz. Hem SSCB ayaktayken hem dağıldıktan sonra yazdıklarımız ortadadır. Ama burada bunlara girersek bu yazı bitmez. Temel neden, teknolojiyi ve bilgiyi elinde tutan bütün zengin ülkelerin kapitalist olduğu bir dünyada sosyalist bir devletin yaşamasının zorluğu idi. Ama bugün kapitalizm dünyayı öyle büyük bir sefalet ve tehlikeye sürüklüyor ki sosyalizm işçi sınıfının gündemine yeniden girdi. Sosyalizmin kazanması ancak işçi sınıfının politik olarak burjuvaziden bağımsızlaşmasıyla olacaktır. Bu gerçekleştiğinde ihtiyaç olan, adında ulus veya coğrafi bölge olmayan, bütün dünyanın işçilerini kucaklayarak genişleyecek olan bir devlettir. Bizim işçi sınıfımız da herkesin kendi dilini, kültürünü, eğitimini, yerel ve bölgesel işlerinin yönetimini elinde tutacağı, bütün ulusların özgür ve kardeş olacağı böyle bir federasyonda yer almalıdır. İşçi sınıfının en güzel devleti geçmişte kalmadı, geleceğin en güzel devleti olacaktır!

Hell Is A Musical
029 - Across The Universe ("Five Salma Hayeks") (w/ Malorie Savran)

Hell Is A Musical

Play Episode Listen Later Mar 2, 2022 100:20


Across The Universe was a 2007 romantic drama/jukebox musical film directed by Julie Taymor, and featured starring roles from Evan Rachel Wood, Jim Sturgess, and Joe Anderson, with cameo appearances from Bono, Salma Hayek, Eddie Izzard, and Joe Cocker, among others. The movie follows a loose plot involving romance blossoming during the height of protests against the war in Vietnam, set against a musical backdrop of Beatles songs. Critics were unimpressed by Across The Universe's razor-thin plot, but offered heavy praise to its visual sequences and performances, and it would become a major commercial success.On a new episode of Hell Is A Musical, Lilz and Scott welcome Malorie Savran to the podcast to attempt to make sense of Across The Universe. Join them through numerous psychedelic wonderlands of questionable point, extremely unsubtle Fab Four references shoehorned into an already unimpressive story, and watch Lilz get really REALLY sick of Beatles tributes....with Lilz and Scott!

Medyascope.tv Podcast
Parlamenter sisteme dönüş tartışmalarına sınıfsal açıdan bakış - Konuk: Sungur Savran

Medyascope.tv Podcast

Play Episode Listen Later Oct 16, 2021 26:35


Gülçin Karabağ, konuğu iktisatçı, siyasetbilimci, Devrimci İşçi Partisi (DİP) Genel Başkanı Dr. Sungur Savran ile sınıfsal bir perspektiften güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş ve geçiş süreci tartışmaları üzerinde durdu.

Women of Substance Music Podcast
#1243 Music by Mary Jennings, Michelle Brooks-Thompson, Deborah Savran, Eleanore & the Lost, Caitlin Cannon, Amanda Raye, Shingai, Ed & Carol Nicodemi, writer Robert Gangbo, Mandy Woods, Jackie Morris, Angela Falco, Joanie Calem, JAZZ, Jane Jensen

Women of Substance Music Podcast

Play Episode Listen Later May 3, 2021 74:04


To get live links to the music we play and resources we offer, visit This show includes the following songs: Mary Jennings - Matriarch  Michelle Brooks-Thompson - Woman First  Deborah Savran - The Woman I Am  Eleanore & the Lost - North Star  Caitlin Cannon - Mama's A Hairdresser (Baby's A Life Offender)  Amanda Raye - Aubry  Shingai - Fearless  Ed & Carol Nicodemi - Your Own Star  writer Robert Gangbo - That Is Your Name (feat. Tamra Rose)  Mandy Woods - Butterfly  Jackie Morris - Louise  Angela Falco - Anna (To All Our Mothers)  Joanie Calem - Motherhood  JAZZ - A Dedication  Jane Jensen - Bedtime Baby  For Music Biz Resources Visit and Visit our Sponsor Mandy Woods at Visit our Sponsor Ed & Carol Nicodemi at Visit our Sponsor Michelle Brooks-Thompson at Visit our Sponsor Angela Falco at Visit our Sponsor Joy Solomon at Visit our Sponsor Delua at Visit our Sponsor Julia Thomsen at Visit our Sponsor Jaquie Daniels at

Women of Substance Music Podcast
#1237 Music by Joya Soul, Laura Musgrave, Joy Chapman, View19, Sadie, Deborah Savran, Austin Musick, Laurie Miller, Esther Frances, Carrington Christina

Women of Substance Music Podcast

Play Episode Listen Later Apr 21, 2021 42:32


To get live links to the music we play and resources we offer, visit This show includes the following songs: Joya Soul - Do What You Love  Laura Musgrave - Still Standing  Joy Chapman - Treasure (In The Things I Left Behind)  View19 - Disenchanting  Sadie - Validation  Deborah Savran - St Germain  Austin Musick - Carnivore  Laurie Miller - U Really Chose  Esther Frances - Mother Earth Calls  Carrington Christina - Sand In The Hour Glass  For Music Biz Resources Visit and Visit our Sponsor View19 at Visit our Sponsor Jillian Matundan at Visit our Sponsor Lyndol Descant at Visit our Sponsor Joy Chapman at Visit our Sponsor Bandzoogle at:

Women of Substance Music Podcast
#601 Music by Kristi Manna (writers Bud Tower & Doug Sylvester), Leanne Regalla, Tricia Paoluccio, Melani Skybell, Zuza, Heather Kenney, Deborah Savran, Rachel Tulane, Brenda Burch

Women of Substance Music Podcast

Play Episode Listen Later Apr 5, 2017 37:01


To get live links to the music we play and resources we offer, visit This show includes the following songs: Kristi Manna (writers Bud Tower & Doug Sylvester) - I'm All In PURCHASE ON ITUNES Leanne Regalla - The Good Life Tricia Paoluccio - God Speed Melani Skybell - The First Time Zuza - I imagine U Heather Kenney - Loved Deborah Savran - Let My Heart Lead The Way Rachel Tulane - Think Of Me Brenda Burch - Sparks Will Fly For Music Biz Resources Visit Visit our Sponsor Francesca at: Visit our Sponsor DeDe Wedekind at: Visit our Sponsor Cecilia Otto American Songline at: