POPULARITY
Gazze bizim için ne ifade ediyor? Filistin halkının büyük mücadelesi sadece Filistin için midir? Ya da Gazze'de soykırımla imha edilen bir halkın durumu, coğrafyanın güçlü ülkelerine ne tür zorunluluklar yüklüyor? Gazze halkı için tek çözüm, onları o topraklardan çıkarıp daha güvenli yerlere taşımak mıdır? Peki bu bir sürgün, tehcir, etnik temizlik değil midir? Peki aslında bunu kim istiyor ve kim bizim üstümüzden bu kanaati servis ediyor?
Vaktiyle İstanbul'un büyük ilçelerinden birinde “Ortadoğu ve İslâm Dünyası” konulu bir konferans vermiştim. Epey büyük bir salonda, kalabalık bir dinleyici kitlesine konuştum. Konferansı haberleştirmek üzere, yerel basının temsilcileri de salondaydı. Ertesi gün bana yolladıkları linke baktım, kocaman bir başlık: “Taha Kılınç: Araplar bizi arkamızdan vurdu!” Bir daha okudum, evet böyle yazıyordu. Haliyle, beynimden vurulmuşa döndüm. Haber de epey izlenmiş, tıklanmıştı.
İstanbul'daki son gelişmelerle ilgili en doğru analizler iktidar cephesinden geliyor. Bu da çok doğal. Çünkü muhalefet cephesi, “yolsuzluktan taraf olmayı” seçti. Haliyle ortaya saçılan bilgi ve belgeleri de görmezden geliyorlar. Gerçekten de aklı başında bir özeleştiri hatta ucundan da olsa bir eleştiri görmedik. Şu son 15 günü gözden geçirecek olursak, bir balonun sünmesini izledik. Sonuç olarak; muhalefet cephesinde Özgür Özel'in CHP'ye yeninden genel başkan seçilmesi dışında bir gelişme yaşanmadı.
Ramazan, ilk iki günü cumartesi ve pazara denk gelince anlamadık. Ancak pazartesi günü özellikle de İstanbul'da iftar için yola çıkan herkes büyük bir kâbus yaşadı. Saat 17.00'den sonra çıkanlar yolda kaldı. Yoğunluk yüzde 80'i geçmişti zaten. Akşam ezanının okunmasından 10 dakika sonra ise ana ve ara yollarda in cin top oynuyordu. Ben birkaç yıldır, Topkapı'daki gazete binamızdan neredeyse iftar vaktinde çıkıyorum. Vatan Caddesi'nden dönene kadar ezan okunuyor, bu arada trafik hafiften açılıyor ve 25-30 dakikaya Başakşehir'deki evime varıyorum. Haliyle iftarı yarım saat geç yapıyorum. Dün ve önceki gün de böyle yaptım ve 19.35'te sofradaydım. Bu, bir trafikte kalmama yöntemi ve tercih. Çünkü öncesinde, misal saat 17.00 gibi çıkmaya kalkarsam bu yol en az 2 saat sürecek.
Geçtiğimiz pazar sabahından beri dahil olduğum WhatsApp gruplarında ve özel yazışmalarda şu soruya yanıt aranıyor ve farklı yorumlar yapılıyor: “AK Parti'deki değişimi nasıl okumalıyız?” AK Parti'nin 8. Olağan Kongresi'nde ortaya çıkan yeni MKYK listesi sürprizlerle doluydu. Haliyle kafalar biraz karışıktı. Değişimden öte bir “yenileşme” söz konusu.
Suriye'de artık yeni bir durum var. Jeopolitik okumalar güncelleniyor. Çünkü kartlar karıldı. Ama bu, her şey kökten değişecek anlamı taşımıyor. Suriye'de artık Esed yok. İran tasfiye edildi. Rus üslerinin ne olacağı muamma. Ancak itibar zedelendi. Türkiye milyonlarca Suriyelinin kalbine girerek eşsiz bir nüfuz kazandı. İsrail fırsattan istifade Golan çevresinde tampon bölge oluşturuyor. Bir yandan da terör örgütü PKK'nın Suriye kolu ile işbirliğini açığa vuruyor. ABD hâlâ sınırlarımızda. Haliyle terör örgütü PKK'nın Suriye kolu da. Önümüzde duran önemli sorular var. Suriye'nin geleceği ve PKK'nın ülkedeki varlığının ne olacağı merak ediliyor. Kademeli bir analiz meseleyi anlamamızı kolaylaştırabilir.
Özgür Özel sanki iktidarı hedefleyen bir muhalefet partisi lideri değil de, iktidarın koalisyon ortağı gibi. Haliyle muhalif halk kesimleriyle CHP aynı duygu durumunda değiller. Peki Özel ne yapmaya çalışıyor? Amacı ne ve neyi yanlış yapıyor?Trend Topic 322. Bölüm: İsrail Nasıl Kuruldu?Trend Topic 323. Bölüm: Filistin'in Direniş Tarihi: Fetih, FKÖ, FHKC ve Hamas------- Podbee Sunar -------Bu podcast, Hiwell hakkında reklam içerir.Hiwell'in klinik psikologlarıyla ücretsiz tanışma görüşmeleri yapmak ve terapi seanslarınızda pod10 koduyla %10 indirimden faydalanmak için linkten Hiwell indirin. Bu podcast, ON Dijital Bankacılık hakkında reklam içerir.ON Dijital Bankacılık ile her zaman avantajlı faiz oranları ve farklı bir çok avantaj seni bekliyor! Hemen tıkla, "ONBEE" kodunu davet kodu alanına girerek ON'lu ol, rahat bankacılığın avantajlarla dolu dünyasıyla tanış!See Privacy Policy at https://art19.com/privacy and California Privacy Notice at https://art19.com/privacy#do-not-sell-my-info.
Şunu artık hem bilelim hem de kabullenelim: Yapay zeka teknolojilerinin dünyayı kasıp kavurmasının ve insanlığı dönüşü olmayan girdaplara sokmasının arifesindeyiz. En ileri yapay zeka şirketlerinden DeepMind'in kurucusu, Suriye asıllı Mustafa Süleyman'ın kaleme aldığı ‘Yaklaşan Dalga' isimli kitabın terimler sözlüğünde, 21. Yüzyıl dünyasının “Yeni teknolojilerin varlıklarının da yokluklarının da türlü felaketlere ve distopik sonuçlara yol açma ihtimalinin gün geçtikçe artması” ikileminde olduğuna vurgu yapılıyor. Instagram'ın ülkemizde 5 gündür erişilemez olması, nasıl bir ikilimde kaldığımızın adeta simülasyonu oldu. İletişim ve sosyalleşme mecrası olarak kullanıcısı olduğunu düşündüğümüz Instagram'ın varlığının aslında bir sorun olduğu, yokluğunda ortaya çıktı. Gazetemizin dünkü, “Bunun adı gönüllü esaret” manşeti, sosyal medya ekosistemine teslim olmuş toplumlar adına “Türkiye yüzleşmesiydi” aslında. Gidecekleri otelde paylaşım yapamayacakları için tatil planlarını iptal eden, doğum gününü kutlamaktan vazgeçen ve yemek yemeyi reddeden çok sayıda kişinin Instagramsız yaşama adapte olamadığını örnekler üzerinden ortaya koyan haberde teşhise de konulmuştu. Klinik Psikolog Dr. Feyza Topçu'ya göre; kişinin, sosyal medyada geçirdiği vakit nedeniyle aile ile iş ilişkileri bozulduysa ve buna rağmen vazgeçemiyorsa, bağımlılık kendini göstermeye başlamış demektir. Bağımlılık ise tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Haliyle de gündelik yaşamını Instagram'a bağımlı sürdüren insanlardan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin aldığı bu stratejik kararı normal karşılaması beklenemez. Mesela “dijital bağımsızlıkla” alakalı bir süreç işlediğini anlatması kolay değil.
On Gün Önce: Bu sütunda, 5 Temmuz'da yayınlanan “Derin Cinayetlerdeki Kritik Eşikler” başlıklı yazımızı okumuşsunuzdur. -Haliyle, oradan devam edebiliriz… Donald Trump, cumartesi günü seçim mitinginde konuşurken uğradığı suikast girişiminde kulağından yaralandı; ölümden döndü. *** Sarı Kovboy, silahlı saldırı sonrasında New York Post'a verdiği ilk röportajında şöyle dedi: “Hastanedeki doktor, bana şimdiye kadar AR-15 silahıyla vurulduktan sonra hayatta kalan bir kimse görmediğini söyledi… Ölmüş olmam gerekiyordu! Yasadışı göçmenlerle ilgili bir tabloyu okumak için başımı hafifçe sağa çevirmemiş olsaydım ölecektim…” *** 20 yaşındaki suikastçı Thomas Matthew Crooks'un silahından çıkan kurşunlardan biri eski Başkan Trump'ı kulağından yaralamak suretiyle “hedefini ıskaladı!” Bir başka kurşun ise izleyiciler arasındaki bir itfaiyecinin ölümüne neden oldu. NEREDEYSE AYNI ANDA Burada en kritik husus… Tetikçinin, Trump'ın kulağından isabet almasıyla “neredeyse aynı anda” vurularak öldürülmesidir! *** Görüntüleri var: Çatıda konuşlanmış görevli elemanlardan biri suikastçıya nişan almış vaziyette ve onu öldürmek için “Donald Trump'ın vurulmasını” bekliyor! Bir başka keskin nişancı James Willis ise “Suikastçıyı önceden tespit ettiğini; en az üç dakika görüş alanı içinde kaldığı halde, Gizli Servis'in ona ateş etmek için izin vermediğini” öne sürdü. *** -Sonra? -Trump'ın isabet aldığı saniyede, suikastçı tak ortadan kaldırıldı! *** Crooks'a bir tür “intihar saldırısı” görevi verildiği ve “konuşmaması için” öldürüldüğü anlaşılıyor. Crooks'un sonu; bu yönüyle, 1963'teki Kennedy suikastının sanığı olan Oswald'ın başına gelen meşum finalle benzeşiyor. ARA KALIP: GALAT-I MEŞHUR
The New York Times'ın meşhur yazarı Thomas L. Friedman, ekrandaki Biden- Trump tartışmasını Lizbon'da bir otel odasında izlerken “ağlamış!” Joe Biden'ın düştüğü berbat vaziyet, onu öyle üzmüş ki, Başkan'ına “Dostum, hemen çekilmelisin!” diyor. *** Demokrat Parti'nin sembolü eşek, ya: -Friedman'a “Geçti, Bor'un pazarı; sür eşeği Niğde'ye!” desek, anlamaz… Haliyle, ona kendi lisanında “Good morning after supper!” diyebiliriz. Yani? -Akşam yemeğinden sonra günaydın! KARA MİZAH FİGÜRÜ Demokrat Parti Cephesi, “Kafa Gidik” Biden'ın “bunadığı” gerçeğini… Bugüne kadar “bastırmanın” bedelini fena halde ödüyor! *** ABD Başkanı Ayaklı Mumya Joe'nun kampanyası, içinde ekran yenilgisinin de yer aldığı sadece bir hafta içinde “felaket bir krize” sürüklendi. Buna mukabil, Bunak Biden adaylıkta direniyor. *** Biden, Wisconsin'deki destekçilerine “çekilmeyeceğini” söylerken; “Bu yarışı kazanmaya benden daha uygun biri yok” dedi! Uykucu Joe'nun bu akla ziyan iddiası, onun artık bir “Kara Mizah” figürü haline geldiğini gösteriyor. KAMALA ALTERNATİFİ Panik Atak yaşayan Demokrat Partili vekillerin bir kısmı…
İsmailağa Cemaati bir süredir yine hem gündemde hem de hedefte. Merkezi Fatih Çarşamba'da olan cemaatin kamuoyunda konuşulmasına alışkınız aslında. 28 Şubat sürecinin ‘irtica' konulu haberlerinin aşinalığı diyelim. Hatırımda şöyle bir televizyon haberi var: Ramazan ayıydı. Sanırım 2006 yılıydı. Çünkü öncesinde, Bayram Ali Hoca vaaz verdiği esnada İsmailağa Camii içinde katledilmişti ve dönemin kartel medyasında hemen her gün; çarpıtıcı, hedef gösteren, suçlayan bir İsmailağa Cemaati haberi yayınlanıyordu. Reha Muhtar tarzı denilen, içeriğinde bilgi olmayan lakin ilgi çekmesi için abartılı tonlamalarla seslendirilen, görüntü efektlerinin, flaşların, ‘bakın ne oldu' tahriklerinin tüm nüvelerini barındıran televizyon haberi zihnimde yer edindiği kadarıyla şöyleydi: “Tartışmaların odağındaki İsmailağa Cemaati mensuplarından çok konuşulacak görüntüler… Camide iftar yaptılar! Fatih Çarşamba'daki cemaatin bir grup üyesi İsmailağa Camisi içinde, halıların üzerinde yemek yerken görüntülendiler.” Ekrana gelen o görüntüler muhtemelen dönemin cep telefonlarıyla çekilmişti. Yere serilmiş örtü üzerinde iftar eden o birkaç kişinin yüzleri belli olmuyordu. Haberin kalitesizliği her haliyle ortadaydı. Şimdi bu aktarımı okuyanlar haklı olarak “haber mi bu şimdi” diyebilir. Hatta abarttığımı düşünenler de olabilir. Ancak 28 Şubat süreci ve sonrasını hafızalarından silmeyenler anımsayacaktır; bırakın haber değeri olmasını, günümüzde sosyal medyada bile paylaşılmayacak manşetlere ve ‘şok olayda flaş gelişmelere' maruz kaldı memleket. Bir de “muhabirimiz herkesin konuştuğu Fatih'in Çarşamba semtine girdi” cümleleriyle pazarlanan yazı dizileri vardı. Liseyi 500 metre aşağısında okuduğum ve okulun yurdunda kaldığım için 4 yıl boyunca önünden, arkasından, yanından, sağından solundan sorgusuz sualsiz geçtiğim İsmailağa Camii ve cemaatini hedef alan bu tarz haberlere haliyle en fazla ben şaşırıyordum. Son 20 yılda Türkiye'deki siyasi iklimin değişmesi ile bir kısım medyanın Fatih Çarşamba merkezli haberleri de azaldı. Haliyle “oluşturulmak istenen gizem” ortadan kalktı. Ancak İsmailağa Cemaati bu süreçlerde dışarıdan gelen saldırılara karşı bir savunma mekanizması da geliştirmemişti. Yıllarca hedef gösterilmelere ve değerli hocaları katledilmesine rağmen, “Bizim bir suçumuz, yanlışımız yok. Her halimizle ortadayız. İlimden başka bir amacımız, gayemiz olmadı ve olmayacak da. Kim ne derse, kim ne yazarsa yazsın. Sormak isteyene anlatırız” görüşünü benimseyen İsmailağa Cemaati şimdilerde yeni bir sürecin kapısını aralıyor. Tarihte bir ilke imza atılarak hem de. İsmailağa Cemaati, yine gündemde ve bu kez farklı bir noktadan hedefteler. Yine dışarıdan ancak “tabana” yönelik bir ayrışma söz konusu. Cemaatin, 1960'dan beri önderliğini yapan Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi 2022 yılında vefat ettiğinde yerine yoldaşı ve müridi Hasan Kılıç Hocaefendi'yi tayin etmişti. Hasan Kılıç Hoca'nın da geçtiğimiz günlerde vefat etmesi üzerine, İsmailağa Cemaati'nin yeni şeyhinin Ahmet Fikri Doğan Hocaefendi olduğu ilan edildi. Ancak İsmailağa'da yetişen ve uzun zamandır kendi sohbet halkalarını oluşturarak bir bakıma cemaatini de oluşturan Cübbeli Ahmet Hoca yeni şeyhi tanımadığını ilan etti. Arada bir sürü tartışma, açıklama ve iddialar var. Ben bunlara değinmeyeceğim. Ancak İsmailağa Cemaati'nden bir ayrışma hatta bölünme sancıları yaşandığı da ortada. İşte tam da böylesi bir ortamda, dün sabah (1 Mayıs) bir grup gazeteci ile İsmailağa Camii'nde, cemaatin hocalarının daveti üzerine kapalı bir basın toplantısı yapıldı. İsmailağa Cemaati'nin tarihinde bir ilk olan medya buluşmasına; televizyon, gazete ve internet sitelerinde görev yapan, yazı yazıp, programlara çıkan 20 gazeteci katıldı.
Tam iki haftadır kulağı kirişte bekliyorum. Çok sayıda sivil toplum kuruluşunca oluşturulan Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu'nun abluka altındaki Gazze'ye insani yardım götürecek ‘Akdeniz Gemisi'nin yolcuları arasındayım. Hemen her gün ne zaman hareket edeceğimizi sorup durdum. Son netleşen tarih, geçtiğimiz cuma günüydü. WhatsApp gruplarımız bile kuruldu. Geminin çok sayıda ülkeden aktivisti, siyasetçi ve gazetecilerden oluşan yolcuları belirlenmiş, tüm hazırlıklar tamamlanmış ve artık denize açılacaktık. Ancak hesapta olmayan bir erteleme söz konusu. Filoda bulunan 2 geminin bayrak ülkesi olan Guinea-Bissau, İsrail'in baskıları sonucu bayrağını çekti. Gemiler gereken tüm denetimleri geçmiş olmasına rağmen, Guinea-Bissau'nun Uluslararası Gemi Sicili denetmenleri inceleme talebinde bulundu. Olağandışı olmasına rağmen, Uluslararası Özgürlük Filosu Koalisyonu denetleme yapılmasını kabul etti. Denetçiler geçtiğimiz perşembe günü Tuzla'daki limanda bekleyen Akdeniz Gemisi'ne çıktı ve cuma günü de Guinea-Bissau'nun bayrağını geri çektiğini bildirdiler. Yapılan açıkça siyasi bir hamleydi. Soykırıma maruz kalan ve açlıktan ölümlerin yaşandığı abluka altındaki Gazze'deki insanlar için hayati önem taşıyan 5 bin tondan fazla yardım malzemesiyle yüklenmiş olan kargo gemisi bu şekilde, “şimdilik” engellenmiş oldu. Üstelik Birleşmiş Milletler'in, filonun güvence altına alınarak hızlıca Gazze'ye ulaştırılması gerektiğini açıklamasına rağmen yapıldı bu siyasi ve insani olmayan hamle. İsrail ve Amerika bir yandan Gazze'yi ölüme mahkûm ederken bir yandan da soykırımın önüne geçebilecek tüm politik ve sivil girişimleri de engelliyorlar. Şimdi bu büyük ve affedilmez suçlara Afrika ülkesi Guinea-Bissau da ortak oldu. Ancak ilginç başka detaylar da var. Filonun yola çıkmasını Yunanistan da istemiyor. ABD Temsilciler Meclisi Üyesi ve Demokrat Parti'li Chris Pappas öncülüğünde, aralarında Yunanistan kökenli milletvekillerinin de olduğu milletvekilleri 26 Nisan günü filonun engellenmesi çağrısında bulundu. Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken'a bir mektup gönderen Demokrat ve Cumhuriyeti partili milletvekilleri, filonun Türkiye'den yola çıkmasını engellemesini istediler. Milletvekilleri, filonun Gazze'deki insani krizi daha da kötüleştirebileceğinden, bölgesel gerilimleri alevlendirebileceğinden ve devam eden müzakereleri baltalayabileceğinden dem vursalar da bir büyük planın sekteye uğrayacağından korktuklarını dile getiriyorlar aslında. O plan ise Güney Kıbrıs'ta hazırlıkları yapılan geçici liman. İsrail'in, Amerika eliyle Güney Kıbrıs üzerinden Gazze arasında bir liman kurarak bölgeyi dünyadan koparma hedefi geçtiğimiz aylarda açığa çıkmıştı. Güney Kıbrıs'ın İsrail'in Akdeniz'deki karakolu olduğunu bilmeyen yok. Larnaka Limanı üzerinden, denizden insani yardım ulaştırma bahanesiyle Gazze'ye kuvvet gönderen Amerika'nın milletvekilleri de yola çıkmayı bekleyen filonun planlarını sekteye uğratacağını açıkça itiraf ediyorlar aslında. Haliyle, Uluslararası Özgürlük Filosu'nun yola çıkması Akdeniz'de acil ateşkes sağlanması için sivil bir baskı oluşturacak. Filoya Avrupa'dan ve Akdeniz'den yeni katılımlar olması söz konusu. Bunu tabii ki istemiyorlar. Filoyu da bu nedenle engelliyorlar.
Merhabalar Ramazan Bayramı'nızı kutlar küçüklerimin gözlerinden yaşlılarımızın ellerinden öperim (-:Yaşlılarımız demişken; ekser olarak ihmal edilen ama bayram sabahı acile getirilen yaşlılarımızı unutmayalım diye güncel yayınlanan bir makaleyi genel olarak ve ülkemize de uyarlayarak sizlere iletmek istiyorum. Hayırlı bayramlar ve iyi okumalar dilerim. Acil Tıp Hizmet Sunumlarındaki Son Durum Maalesef tüm yaş gruplarında acil servis başvurularındaki büyüme, nüfus artışını aşıyor ve 2030'dan itibaren belirgin şekilde artacağı, artış oranının en yüksek oranda yaşlılarda olacağı tahmin ediliyor. 85 yaş ve üzeri kişilerin acil servis başvurularının 2010'da %100 olan başlangıç seviyesinden 2030'da %236'ya, 2040'ta %402'ye ve 2050'de %574'e çıkacağı tahmin edilmekte.1 Yaşlı insanların acil bakım ihtiyaçları nispeten karmaşıktır ve daha uzun süreler gerektiriyor. Haliyle bu durum, daha yüksek ambulans kullanımı, daha uzun acil servis kalışları ve daha yüksek kabul oranları dahil kaynak gereksinimlerini oluşturmakta.2 İleri yaş ayrıca artan kırılganlık, artan hastane kaynaklı komplikasyonlar, daha uzun süreli yatış süresi ve artan sağlık bakım masraflarını doğurmakta. 3 Acil Servis talebinde öngörülen değişiklikler, sağlık sistemlerinin sürdürülebilirliğini korurken yaşlı insanların ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak için sağlık politikasının, finansman araçlarının, klinisyen eğitiminin, iş gücünün ve bakım modellerinin acilen gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır ve bu bütün sağlık camiası için bir eylem çağrısıdır. Sağlık sistemleri yöneticileri ve politika liderleri: Bir eylem çağrısı Gelişmiş ülkelerdeki sağlık sistemleri liderleri, Uzun Vadeli Sağlık Reformları Yol Haritasında özetlenen reformların uygulanmasını hızlandırmalıdır. Sağlıklı uzun yaşamı ve sağlık sektörünün sürdürülebilirliğini destekleyen reformlara öncelik verilmelidir: 1. Değer ve ihtiyaç temelli sağlık finansmanı, aşağıdakilere yönelik esneklik sağlar: Kanıta dayalı, yenilikçi bakım modellerini teşvik edin Düşük değerli bakıma yatırım yapmayın 2. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin sağlanmasında pratisyen hekimlerin merkezi rolünü kabul edin ve birinci basamak hizmetini giderek parçalayan modellere yatırım yapmayın 3. Bakım ve sağlık sonuçlarını iyileştirmek amacıyla sistemler arasındaki arayüzleri optimize etmek için veri sistemlerinin hastaneler, yaşlı bakımı ve Ulusal Engellilik Sigortası Programı genelinde entegrasyonu 4. Aşağıdakiler aracılığıyla sağlıklı yaşlanmayı desteklemek ve engellilikten uzak yaşam yıllarını en üst düzeye çıkarmak: Birincil önleme ve sağlık okuryazarlığı yatırımı Zamanında ve uygun fiyatlı birinci basamak sağlık hizmetlerine erişimde eşitlik Kanıta dayalı kronik hastalık yönetiminin ve ileri bakım planlamasının teşvik edilmesi 5. Hastane doluluğu ve verimlilik tedbirlerinin uygulanması yoluyla ihtiyaçla orantılı yatırımın sağlanması ve mevcut hastane yatağı kullanımının iyileştirilmesi için sermaye altyapısının ve hastane yataklarının nüfus yaşlanma modellerine göre değerlendirilmesi. 6.Sağlıklı yaşlanma, yaşlıların akut bakımı ve sağlık sistemlerine yönelik araştırma yatırımlarına öncelik verilmesi Acil Servis liderleri ve klinisyenler: Bir eylem çağrısı Acil servisleri ve acil servis klinisyenlerini nüfusun yaşlanmasına hazırlama stratejisi önemli olmasına rağmen, yaşlılara yönelik yetersiz acil servis bakımı, gelişmiş dünyadaki acil servis hastaları için belgelenmiş bir sorundur. 4 Yaşlı insanlara yönelik yetersiz bakım, terapötik nihilizm, bunun sonucunda ortaya çıkan önlenebilir zarar ve artan hastanede yatış süresi, tüm acil servis hastalarına yüksek kaliteli, güvenli bakım sunma yeteneğimizi azaltıyor. Acil servis liderleri ve klinisyenlerin tümü, yaşlı kişilerin acil servis bakımında bir en uygun kültürü yaratma mücadelesine sahip olmalıdır; bunlar arasında aşağıdakiler yer almaktadır: Yaş ayrımcılığını ve bunun yaşlı insanların acil ba...
Ekrem İmamoğlu seçimlere bir hafta kala taktik ve söylem değiştirdi. Hem partisi CHP'yi hem de İstanbul'u bir kenara bıraktı. Biraz da panik yaptı. Çünkü çıktığı yayınlarda vaatlerini hatırlamayan ya da o sözleri neden verdiğinden habersiz bir başkan figürü sergilemişti. Haliyle, İstanbul'dan bihaber olması anketlere olumsuz yansıdı. İmamoğlu da İstanbul'a hizmet etmek için değil de siyasi ikbaline oy istemeye başladı. Ancak bir strateji değişikliği de var. İmamoğlu gittiği her ilçede artık “oyları böldürmeyin” diyor. Kameralar karşısında da şunları söyledi: “Mesele bir belediye başkanlığı seçimini aştı. Bir anlayış meselesinin tarihe gömülmesi meselesi. Tarihe gömülürse demokrasi canlanacak, tarihe gömülürse bu ülkede özgürlük yeniden vücut bulacak. Tarihe gömülürse bu anlayış, 31 Mart öyle bir seçim. Gerçekten hukuk ve adalet kendine gelecek.” İmamoğlu bu üstü kapalı ama bir o kadar da açık çağrısını kime mi yapıyor? Tabii ki DEM Parti seçmenine. “Anlayıştan” kastı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye'nin son 22 yılı. İmamoğlu tam olarak bu anlayışa savaş açmış durumda. İstanbul'u yine paravan yaparak kendi geleceğini kurgulamak istiyor ve kilit konumdaki DEM'i de bu mücadelesine ortak etmenin hesapları içinde. Afyon'da patlak veren DEM Parti krizinde Özgür Özel'i nasıl pasifize ettiğini ve CHP'deki herkesi susturma, sindirme, hatta adaylıktan geri çektirme yetkisi olduğunu çok net gösterdi. Matematik ve anketler ortada. İmamoğlu'nun DEM Parti seçmeninden başka gideceği kapı kalmadı. İstanbul'a hizmet etmemenin ve İstanbul'un sorunlarını ciddiye almamasının kendisinden götüreceği oyları ancak DEM'den “kalacak” oylarla dengeleyeceğini hesaplıyor. Bu hesabı da en fazla Esenyurt üzerinden yapıyor.
Son yıllarda Türkiye'de konser veren yabancı isimler aynı isimlerden oluşuyor. Haliyle bu durum Andaç Üzel ve 10Haber kültür sanat editörü İhsan Dindar'ın dikkatini celp etti. Muhabbir için oturup bu durumu konuştular.
Önümüz Ramazan, ortası ise seçimler. Artık sayılı günler var ama pek seçim havası yok. Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Seçimlerinin henüz 9 ay önce yapılmış olması en büyük etken. Öncesi ve sonrasıyla, Türkiye tarihinin en hareketli, nabzı çok yüksek ve en çekişmeli seçimleri 14-28 Mayıs'ta yapıldı. Siyasetçiler yoruldu. Yıprandı. Haliyle halk da yoruldu. Mahalli seçimlere gidilirken, meydanlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan başka lider yok. Heyecanını hiç yitirmemesi bir yana; sanki 9 ay ay önce tarihi iki seçim kazanmış, tüm rakiplerini saf dışına itmiş değil de ilk defa seçimlere giren bir genel başkan gibi Erdoğan. Muhalefet cephesi ise 28 Mayıs sonrasının hesaplaşmasıyla yeni bir sandık sınavında. Girift ilişkilerin sert ayrışmalara dönüştüğü partiler, şimdi birbirlerine muhalefet ediyorlar. Bu yeni durum; hem siyasetçiler hem teşkilat hem de taban tarafından yadırganıyor. Buradan en zararlı yine CHP çıkacaktır. Çünkü dün kendisine oy veren ve oy toplayan partilerle artık yol yürümüyor. Küçük de olsalar, ittifak ortağı partilerin azmi ve gayretinden yoksun CHP. Üstelik teşkilatında heyecan oluşturamayan yeni bir genel başkanı tecrübe ediyorlar. 14 Mayıs seçimleri öncesinde bu köşede yazmıştım. Altılı Masa partilerin ve tabanlarının değil, liderlerin “siyasi ikbal” ittifakıydı. Hesap makinası siyaseti yaptılar. Kâğıt üzerinde devlet yönetmeye talip oldular. Bu doğrultuda partilerinin tabelalarını söküp, bir uçtan diğer uç olan CHP'ye taşındılar. Sonucunda da iki kez kaybettiler. Küçük partilerin beşer onar vekilden başka kazançları olmadı. Lakin tarihe “küçük hesap partileri” olarak geçtiler. Bu partiler şimdi ise yerel seçimler arifesinde CHP ile göbek bağlarını tamamen kesme ve partilerini yeniden inşa etme derdindeler. “Bizim bir genel başkanımız ve belediye başkan adaylarımız var” demenin dışında bir heyecanları ise maalesef sahaya yansımıyor. Meral Akşener ile Ankaralı bir vatandaşın, İYİ Parti'nin CHP ile ittifakı neden sürdürmediğine dair tartışması mevcut siyaset sosyolojini çok iyi özetliyor. Akşener önünü kesen vatandaşın, "(CHP ile ittifaktan) Niye döndünüz?" demesine üzerine şu tepkiyi göstermişti: "Sizin için mi parti kurduk biz, millet için parti kurduk. Vermeyin bize kardeşim, CHP'ye destek verin, seçtirin. DEM'e teşekkür ediyorsunuz, bize küfür ediyorsunuz."
Son birkaç yıldır dilimizde ve daha çok sosyal medya aracılığı ile hemen önümüzde olan bir kavram var: “Dezenformasyon.” Kökeni Fransızca, kısaca “bilgiyi çarpıtmak” demek. Bir münakaşada taraflardan biri “çarpıtma” der ya hani, öyle bir durum gelebilir akla ama değil. Çok daha fazlası. Anlık bir tepkinin ötesinde, kastı ve kurgusu olan bir çarpıtma söz konusu. Dezenformasyon kavramı, Wikipedia'da TDK'ya dayanılarak şöyle genişletilmiş: “Yanlış veya doğruluğu bulunmayan ve kasıtlı olarak yayılan bilgi; bilgi çarpıtma anlamına gelir.” Bu durumda kasıtlı olarak çarpıtma gibi, çarpıtılmış bilgiyi, bile isteye yaymak da dezenformasyon oluyor. Farkında olmadan yaymaya da “mezenformasyon” deniliyor. İletişim Ansiklopedisi sitesinde mezenformasyon şöyle tanımlanıyor: “Yanlış veya yanıltıcı bilgilerin kasıtsız olarak gerçekmiş gibi sunulmasıdır.” Bilginin çarpıtılması ve yanıltıcı haliyle yayılması, internet çağını yaşayan günümüz insanlığının gündelik yaşamdaki en ciddi problemlerinden. Ancak meseleye sadece sosyal medyadan film şeridi gibi akan, birkaç saat sonra unutulan sahte içerikler ve bile isteye okuduğumuz manipüle edilmiş haberler üzerinden bakmamalıyız. Sosyal medya mecraları, “dezenformasyon” ve “mezenformasyon” düzeninin hem üretim hem de tüketim merkezleri aynı zamanda. “Düzen” derken şöyle açayım: Milyarlarca insan, “kullanıcı” kimlikleriyle iletişim, etkileşim ve kaos denkleminin unsurları haline bu mecralarda getiriliyorlar. Haliyle dezenformasyona uğramış içerikler de gündelik yaşamın bir parçası oluyor. Doğru olmayan içerikler, sürekli maruz kalma sonucunda kullanıcılarda, “istenmeyenden” kabul edilen ve bir şekilde makul görülen bir iletişim gerçeğine dönüştü. Sosyal medya bir yanıyla da çarpıtmanın meşruiyet alanını inşa etmiş oluyor. Bu kısır döngüden çıkmak ve düzene teslim olmamak artık çok güç. Çünkü platformlar, kabul etmeseler ve önlem alıyormuş gibi görünseler de “çarpıtma döngüsün”den besleniyorlar. Fiziki sınırların yok sayıldığı, devletlerin, anayasaların pasifize edildiği “internet dünyasında” durum her geçen gün bir çıkmaza doğru gidiyor. Türkiye'nin de hem devlet hem toplum olarak enerjisini sömüren bu sultayı ancak hakikatin gücü ve etkisiyle alt edebiliriz.
Geçenlerde beş vakit namazlı, kültürlü ve kendince bir okuma disiplini de bulunan bir tanıdıkla sohbet ederken, birden durdu ve şöyle dedi: “Düşündüm de... Yahudilere Kudüs ve Filistin konusunda fazla yükleniyoruz. Tarihî açıdan ele alacak olursak, adamlar zaten haklı. Araplardan önce, Filistin'de Yahudiler vardı. Araplar, kendi davalarını neye göre savunuyor? Tarafların iddialarını ele alınca, Yahudilerin öne sürdüğü gerekçeler bana çok daha mantıklı görünüyor. Kudüs'ü onlar kurmuş zaten. Bütün kaynaklar aynı şeyi teyit ediyor...” Önce şaka yapıyor zannettim. Hayır, gayet ciddiydi. Yahudilerin dünyaya yutturduğu bütün tarih tezlerini güzelce sindirmiş, kendi zihninde tutarlı ve sağlam bir kronolojik akış da bulunmadığından, Arapların haksız olduğuna kanaat getirip dosyayı kapatmıştı. Dilim döndüğünce, meseleyi anlatmaya çalıştım: “Kudüs'ü Yahudilerin kurduğu iddiasından başlayalım... Irk olarak, evet, Kudüs'ün semavî bir şehir olarak kuruluşu, İsrailoğulları eliyle oldu. Hz. Davud ve Hz. Süleyman dönemlerinde şehrin temelleri atıldı, Beyt-i Makdis inşa edildi ve Kudüs tarih sahnesine çıktı. Ancak bu durum, “Kudüs aslında Yahudilerin olmalı” demeye yetmez, zira İsrailoğulları, o dönemin Müslümanlarıydı, çünkü Hz. Davud ve Hz. Süleyman, birer İslâm peygamberiydi. Beyt-i Makdis, bir “Yahudi tapınağı” değil, İslâm mescidiydi, kıblesi de Mekke'ye ve Kâbe'ye dönüktü. Bu noktada bir Müslümanın yapacağı en büyük hatalardan biri, Hz. Âdem'den Hz. Peygamber'e kadar kesintisiz devam eden İslâm peygamberlerinden bazılarını “Yahudilerin peygamberi” diye işaretleyerek zihin dünyasından uzaklaştırmak olacaktır. Böyle yapmak, Kudüs'ü de anlam haritasından çıkaracaktır. Yahudilik ve Hristiyanlık, köken olarak İslâm'dan ayrılmış kollardır. Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. İsa... hepsi birer İslâm peygamberi olduğundan, zihinde bu kronolojiyi yeniden canlandırmak gerekiyor. Öbür türlü, Yahudilik ve Hristiyanlık sanki başından beri müstakil birer dinmiş gibi düşünmek ve böylece İslâm'ın tarih telakkisini ters yüz etmek kaçınılmaz hale gelir.” Sohbetin devamında, peygamberler tarihindeki basit bazı kronolojik illiyetlerin de muhatabımda bulunmadığını gördüm. Örneğin, Hz. İshak kimin oğlu ve kimin babasıydı, haberi yoktu. Zihninde isimler, tarihî sıralamalar ve en temel malumatlar, tümüyle birbirine karışmış haldeydi. Kendinden emin bazı yorumlar yapıyordu, ama yorumlarını üzerine bina ettiği iskelet darmadağındı. Haliyle, vardığı neticeler de çarpık ve bağlamlarından kopuktu.
Aralık ayında bir sonraki yıl emekçi halkın yaşam ve geçim koşullarını belirleyen çok önemli kararlar alınacak. Bunlardan ilki TBMM'den geçecek olan 2024 yılı bütçesi. Patron partisi AKP tarafından meclise sunulan bütçe teklifi büyük çoğunluğu patronlardan, patron avukatlarından ve toprak ağalarından oluşan milletvekilleri tarafından oylanacak. Haliyle bu bütçeden patron sınıfına vergi muafiyetleri, teşvik ve destekler yağacak, yerli yabancı tefecilere milyarlarca faiz ödemesi yapılacak, işçinin payına ise ay sonunu zaten zor getirdiği maaşının gelir vergisi ile dilim dilim doğranması düşecek. Diğer önemli karar ise Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda 2024 yılı için belirlenecek olan asgari ücret. Bu komisyon 15 kişiden oluşuyor. Hükümet 5 kişi, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu 5 kişi, Türk-İş de 5 kişiyle temsil ediliyor. Şöyle de diyebiliriz. Patron hükümetinden 5 kişi, patronların kendi temsilcilerinden 5 kişi, patron işbirlikçisi Türk-İş tepe yönetiminin atadığı 5 kişi! Buradan da ne çıkacağı belli. Sürpriz yok. Açlık ücreti! Zaten her yıl asgari ücret adeta açlık sınırına endekslenmiş şekilde belirleniyor. Yıl boyunca da artan hayat pahalılığı ile açlık sınırının iyice altına düşüyor. Son yıllarda Temmuz ara zamlarına rağmen asgari ücret açlık sınırının üstüne hiç çıkmadı. Bu sene ise Erdoğan tek zam yapılacak diyor. Şimdi diyorlar ki bu sene dört işçi getirilecekmiş, komisyona asgari ücretle nasıl geçineceklerini anlatacaklarmış. Oraya çıkacak işçi kardeşlerimiz yaşadığımız gerçekleri ne kadar anlatırsa anlatsın karar veren onlar yani patronlar, patronların adamları ve patronların yalakaları olduktan sonra ne değişir? İşçiler esaret zincirlerini kırarak sendikalaşmalıdır. Ancak bu başlangıçtır; sendikaların da sarı, işbirlikçi sendika ağalığı zincirinden kurtarılması, sendikaların içindeki sınıf mücadeleci eğilimlerin hâkim olması gerekir. Örgütlü işçi sınıfının aynı anda hem patronlarla hem de patronlarla işbirliği içindeki sendika ağalarıyla karşı karşıya olduğu bir sınıf savaşı alanı var. Bu savaş alanı MESS sözleşmesidir. 130 bin metal işçisi, işçi sınıfının öncü gücü, Amerikan, Avrupalı, Japon emperyalist tekellerin ve Koç Holding gibi onların ortağı olan en büyük sermaye gruplarının örgütü MESS'le karşı karşıya. Bu kavgada metal işçisi sadece MESS'le değil grev yasaklarıyla ve patronların tarafında yer alan iktidarla da karşı karşıya. Bu kavganın sonucunu işçinin kararı belirleyecek. 1963'te Kavel işçisi kararını verdi, grev hakkını grevle kazandı. Bu hakkı tüm işçi sınıfına armağan etti. 2023'te Bekaert ve Schneider işçileri kendi kararını verdi, grev yasağını grevle yırttı attı. Şimdi MESS sözleşmelerinde işçi sınıfı seyirci değil sahanın tam ortasında. Metal işçilerinin en mücadeleci kesimlerini temsil eden DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş sendikası, 2-3 Aralık'ta kongresini yaptı, kongre salonu fabrikalar MESS'e mezar olacak sloganlarıyla çınladı. Bu mücadele kararı metal işçisinin denetimi ve iradesi ile sahaya taşınmalıdır. Ne gerekiyorsa o! İşgal, grev, direniş! Bu karara sarı sendikacı Türk Metal ve Öz Çelik-İş ağaları katılmayacaktır elbette, ama tüm bu sendikaların üyesi olan işçilerin isteği ve özlemi de bu yöndedir. Ayrı gayrı demeden işçilerin iradeleri birleşmelidir. Bu mücadele kararlılığı Türk-İş'teki ve diğer konfederasyonlardaki tüm mücadeleci sendikalar ve sendikacılarla, örgütlü örgütsüz tüm öncü işçilerle buluşmalı ve bir Birleşik İşçi Cephesi olarak büyümelidir. Metal işçisi mücadele kararını verip de MESS masasına yumruğunu vurduğunda bu sesi tüm emekçi halk duyacaktır. Emekçi halk yüzünü zincirli meclisten, tiyatro oynanan komisyonlardan sınıf mücadelesine ve sınıf siyasetine çevirecektir. Emekçi halk işçi sınıfı öncülüğünde siyaset masasına yumruğunu vurmalıdır. Patronlara göre ayarlanmış bütçe, açlığa endekslenmiş asgari ücret dayatması ve emekçi halka vurulan tüm zincirler böyle kırılacaktır. Ekmek, gül ve hürriyet günlerine bu şekilde varılacaktır!
Kamu yönetiminde dana metaforu da nedir diye soranlar olacaktır elbette. Öğrenebilmek için yazının sonuna kadar sabredilmesi gerekiyor. Son derece saygı duyduğum lise hocam yıllar önce dana metaforunu anlatmıştı. Ben de sadece kamuya uyarladım ve formüle ettim. DANAYI YEMESEYDINIZ BU HALDE OLMAZDINIZ Yıllar önce bir lisede öğretmenlik yapan hocam başından geçen bir olayı anlatarak kamu yöneticilerine ışık tutuyor. Sınıf geçmenin ve okul bitirmenin zor olduğu günlerde bütünleme sınavları da çetin olurdu. Hatırlı bir ailenin çocuğu lisede bütünlemeye kalmıştır. Haliyle bütünlemeye kalan öğrencinin ister istemez babası da bundan etkilenir ve üzülür. İster istemez babalığın verdiği saikle çare arayışına girer. Bu arayış neticesinde bakar ki bütünlemeye kalan oğlunun sınavını yapacak öğretmenler, üniversiteden sınıf arkadaşıdır. Baba olunca da evlat deyip her çareye başvurulur. Baba da haliyle bütünleme sınavını yapacak öğretmenlerle diyalog kurmak ister. Diyalog yollarından birisi de eskiyi yad etmek bahanesiyle tertiplenecek bir ziyafettir. Adamcağız pazardan bir dana alarak bütünleme sınavını yapacak öğretmenlere ziyafet vermek ister. Telefonla öğretmenleri arayarak vaktini belirlediği günde köyde ve nezih bir mekanda ziyafete davet eder. Öğretmenlerden birisi sınava girecek çocuğun babasının davetine icabet etmek istemez. Diğer öğretmenler ısrar etse de sonuç değişmez. Öğretmenin gerekçesi çok açıktır. Sınava girecek çocuğun babası, arkadaşı da olsa sınavda etki altında kalabileceğini iddia ederek davete katılmayacağını söyler ve katılmaz. DAVET ZAMANI GELIR VE ÖĞRETMENLER ZIYAFETE KATILIR Daveti veren, bütünleme sınavını yapacak öğretmenlerin üniversiteden arkadaşları olunca sorun olamayacağı düşünülerek ziyafete katılınır ve kesilen dana afiyetle yenilir. O gün öğretmenler açısından oldukça keyifli geçmiştir. Hem arkadaşlarını ziyaret etmişler hem geçmişi yad etmişler hem de güzel bir ziyafette nar gibi kızarmış danayı yemişler. Bir de oyun bozanlık yaparak davete icabet etmeyen öğretmen arkadaşları olmasa ziyafet sorunsuz geçecekti. Ne yapsınlar zorla getirecek halleri olmadığı için bir eksik kadroyla ziyafette keyifli bir gün geçirmişlerdir. Davet sahibi öğretmen arkadaşının niçin gelmediğini elbette sormuştur. Davete katılanlar, arkadaşlarının katı prensipleri olduğunu belirterek onun bu tür davetlere katılmadığını davet sahibine iletmişlerdir. Davet sahibi haliyle üzülmüş ve biz arkadaşız bunda ne var ki demiş ve ziyafete devam etmişler. BEN DANAYI YEMEDIM, DANAYI YIYENLER DÜŞÜNECEK
Türkiye ekonomisi 2023 yılının üçüncü çeyreğinde tahminlerin de üstünde % 5,9 büyüdü. Bu performans şaşırtıcı mı, Türkiye ekonomisinin geçmiş deneyimlerine baktığımız da pek de şaşırtıcı değil aslında. Son örneğini pandemi dönemindeki büyüme performansından hatırlıyoruz. O dönemde Avrupa Birliği ve OECD ülkelerinden pozitif manada ayrışmayı başarmıştı. Bugün gelinen noktada da sahip olmuş olduğu güçlü altyapı ve potansiyel ile yüksek enflasyon döneminde büyüme performansı göstermeyi başarıyor SEKTÖREL GÜÇ: SANAYİ VE İNŞAAT 2023 yılı üçüncü çeyrek büyümesinde dikkat çeken iki iktisadi faaliyet kolu öne çıkıyor. İnşaat sektörü ortalamanın üzerinde %8,1 ile sanayi sektörü de ortalamaya yakın %5,7'lik bir büyüme hızıyla Galatasaray'ın Manchester maçında gösterdiği direnci gösteriyor. Özellikle 14 Mayıs seçimleri sonrasında deprem bölgesi başta olmak üzere hız kazanan inşa faaliyetleri ekonomik büyüme performansının baş aktörlerinden biri. Emeğin yoğun olarak kullanıldığı inşaat sektörü pek çok sektör için de itici güç. Mühendisinden inşaat işçisine, malzeme tedarikçisinden denetim ve kontrolüne örneklerini artırabileceğimi onlarca sektörü yıllık bazda pozitif yönde etkilemeyi üçüncü çeyrekte sürdürmeyi başarmışa benziyor. BÜYÜMEYİ DANSA KİM KALDIRDI? Tıpkı ikinci çeyrekte olduğu gibi üçüncü çeyreğin başrolünde de hanehalkının tüketimi yer alıyor. Hanehalkı tüketimlerindeki yıllık % 11,2 büyüme hızı üçüncü çeyreğin başrolüne vatandaşın tüketimini koyuyor. TÜİK verisinde net bir şekilde görülüyor ki devletin nihai tüketim harcamaları ve gayrisafi sabit sermaye oluşumu da tüketim tarafında üçüncü çeyreğin diğer aktörleri. Haliyle üçüncü çeyrekte ekonomideki büyümenin anahtarı hâlâ iç talebin yani harcama tarafının elinde. Vatandaş yüzde 60'lık bir enflasyon patikasında hem tüketiyor hem büyütüyor. 2023 yılının üçüncü çeyreğinde de yıllık bazda vatandaşın tüketim davranışının “normalleş”mediği, beklentilerin yönetilemediği kendini açıkça gösteriyor. Vatandaş olan Özgür fiyat oynaklıkları karşısında tüketim davranışının normal olduğunu düşünüyor, uzman olan Özgür ise vatandaşın son iki yılda fiyatlardaki aşırı oynaklıklardan ötürü anormali normal bir davranış haline getirdiğini düşünüyor. Hanehalkı, birey, tüketici aslında sen ya da ben enflasyon gölgesinde faiz enstrümanı ile hız sınırına uymaya davet ediliyoruz. Üstelik, trafik cezasının erken ödeme indiriminin olduğu, faize karşı duyarsız olmanın ise giderek telafisinin zorlaştığı bir durumda. BÜYÜME DİREKSİYONUNA CARİ DENGEYİ GEÇİRME ÇABALARI 2023 yılının ikinci çeyreğinde dramatik bir şekilde daralan ihracat harcamaları bu çeyrekte toparlanmışa benziyor. İthalattaki azalmayla birlikte cari dengenin büyüme üzerindeki etkisi bu çeyrekte de negatif olsa da ikinci çeyreğe göre katkısı pozitif. Yani ihracat ve ithalat arasındaki denge ihracat lehine döndükçe ekonomik büyümeye etkisi giderek olumlu hale geliyor. Yüksek teknoloji ihracatı, alternatif ve bütünleşmiş pazarlar, finansmana erişim olanaklarının etkin kullanımı cari denge lehine olacak önümüzdeki dönemde. Ancak, dış ticaret istatistikleri Ithalat kalemindeki daralmanın ara malı (kauçuk, mikroçip vb) ithalatındaki daralmadan kaynaklandığına işaret ediyor. Ama, ara malı ithalatındaki daralmaya makine, üretim ekipmanları, taşıma araçları gibi sermaye mallarının
10 Kasım'da, Doğu Akdeniz'de “eğitim amaçlı sorti yapan” bir Amerikan askeri uçağı düştü! ABD'nin Avrupa Komutanlığı, ilk açıklamasında olayın bir kaza olduğunu öne sürdü ve can kaybı hakkında bilgi vermedi. 12 Kasım'da, “Yakıt ikmali sırasında yaşanan kazada, 5 Amerikan askerinin hayatını kaybettiği” rapor edildi! -Olayla ilgili soruşturma başlatıldı. BATTI KARİZMA, YAN GOING Haydut Devlet ABD, “Karizmasının çizilmesinden” nefret eder! Haliyle “izah edemediği, etmesinin hiç de işine gelmeyeceği” hadiseler için tak “kaza” etiketini yapıştırıverir. Amerikan makamları... Geçtiğimiz Eylül'de, Charleston'ın kuzeydoğusunda “gizemli bir biçimde düşen” F-35B jeti için de kayda değer bir izah getirememişlerdi. İKİ OKUMA PARÇASI Bu sütunda, 20 Eylül 2023 tarihli “Sam Amca söylüyor: Bana kaderimin bir oyunu mu, bu?” başlıklı yazımızda son yıllarda F-35'lerin başına gelenler anlatılıyordu. O yazıda atıfta bulunulan mevzuyla alakalı bir başka yazımız ise 22 Aralık 2020'de yayınlanan “Palamut bitti, Kalkan var!” başlığını taşıyor. Yankilere ait jetlerin veyahut askeri uçakların birbiri ardına “enteresan bir şekilde düşmeleri” hakkında yeterince fikir verebilecek okuma parçalarıdır. Amerikalı yetkililerin optik çarpıtma, hileyle yönlendirme ve yalanlarına karşı hakikate ulaşmak isteyenler içindir! MADEM ÖYLE, GEL BÖYLE Tam da burada... Sovyet sinema yönetmeni Sergey Eisenstein'ın (1898-1948) özellikle unutulmaz “Potemkin Zırhlısı” filminde yaptığı gibi... Sahneleri, pek manidar bir biçimde birbirine bağlayalım! -Nasıl mı? Henüz hafızalarımızda taze... 6 Ekim'de, Suriye'nin kuzeyinde ABD, kasten Türk SİHA'sını düşürdü! Türkiye, YPG-PKK'ya ait enerji ve altyapı-üstyapı tesislerini vurduğunda... Terör örgütünün hamisi ABD... Buna karşılık olarak, Ürdün'den kaldırdığı uçağıyla SİHA'mızı hedef almıştı! Ankara ise Haydut Devlet ABD'nin bu saldırısını milli hafızasını kaydetmiş “vakti geldiğine gereğinin yapılacağını” beyan etmişti. Yıllarca önce, ekranlardaki bir Türk dizisinde geçen ilginç bir replik vardı! Şöyle: “Hafıza-i devlet, nisyan (unutma) ile malul değildir!”
İsrail ne vadediyor? Önce bedava ev, bedava arazi, bedava yaşam... İşgalciler yoksul ve düşkün olduğu yerlerden Filistin topraklarına bu vaatlerle geldi, getirildi. Karşılığını da buldular. Elbette dünyada bedava bir şey olmaz. O yüzden çaldılar. Evleri, arazileri, yaşamları çaldılar. Ya da en yumuşatılmış haliyle çalıntı mala, çalıntı bir hayata çöktüklerini bilerek kulakları üstüne yattılar. Hırsızlık aşaması büyük oranda tamamlandıktan sonra İsrail güvenlik ve refah vadetti. Güvenlik vaadi hızlı karşılık buldu. ABD, askeri koruma sağladı ve güvenlik desteğini sürekli artırdı. Güvenlik sağlanınca refah da gecikmedi. Zaten bu ikisi arasında korelasyon vardır. İsrail inişli çıkışlı ve enflasyonist dönemlerden sonra zenginlik vaadini de İsraillilere sundu. Böylece insan yaşamına göre dahi kısa bir dönemi sürdürdüler. Bugünse durum farklı... İsrail artık halkına güvenlik sunamaz halde, hiçbir zaman da yeniden sunamayacak. Daha doğrusu güvenliği yeniden sağlama ihtimali kalmadı. Çünkü İsrail, sadece bölge halkları için değil, tüm insanlık için bir tehdit olduğunu gösterecek kadar terör üretti. Bu durumu tersine çevirmek de İsrail halkı için her geçen gün daha zor. Haliyle İsrail'in refah devleti imajı da yıkılıyor. İsrail para birimi şekel, piyasaya yapılan dolar enjeksiyonuna rağmen olayların başlangıcından bu yana %10 değer kaybetti. Borsasındaki değer kaybı gene %10 civarında. (Türkiye için de durum benzer diyen olacaksa gerçekle spekülasyon arasındaki farkı anlamamış olanlardır.) İsrail ekonomisi hızlı büyürken (2021 %8,6 ve 2022 %6,5) bugün resesyona düşmesi kaçınılmaz olarak değerlendiriliyor. İsrail toplumu herhangi bir toplum değil. Ekonomik göstergeleri göz ardı edemezler. Belki Netanyahu (daha iyisi netansatan) ve avenesi (savaş kabinesi) bugün ekonomik kayıplara uğramayı yarınki kazanımlarına tercih ediyor olabilir. Fakat hangi kazanımlara yürümek istediğini açık edemeyeceğinden ve etse dahi gücü yetmeyeceğinden toplumu ikna etmesi mümkün değil. Bu yüzden İsrail halkının ekonomik kayıplara tepkisi Netanyahu'nun umduğundan şiddetli olacaktır. İsrailliler artık buralarda huzur bulamaz, eğer Netanyahu ve avenesini bir an önce yargılayıp insanlık suçları nedeniyle cezalarını kesemezlerse. Geciktikleri her gün güvenlikleri ve refahlarında gidiyor. Yakında ikisi de kalmayacak. Hatta ekonomik şartlar İsrail halkı için çok daha kötü olacak. Netanyahu ve avenesini yargılayabileceklerini düşünmüyorlarsa İsraillilerin yapacakları en iyi iş İsrail'i ivedilikle terk etmek olur. Çünkü biliyorlar ki kendi katillerini kendileri değil, başkaları durdurmak zorunda kalırsa sonu kimse için güzel bitmez. HARVARDLI ÖĞRENCILERIN BILDIRISİNİ OKUR MUSUN
İsrail'le mücadele söz konusu olunca bazı marka ve ürünler hem de yanlı yanlış tepkiyle karşılaşıyor. Hiçbiri umurumda değil, karıştırılan markalar olması da. Üstelik bu tepkiyi de çok değerli buluyorum. İyi niyetli olduğunu ve tabanın duygularını ifade ettiğini düşünüyorum. Fakat İsrail'le mücadelenin hamburgerle yapılamayacağını bildiğimden meseleyi doğru zemine çekmek istiyorum. İsrail'le mücadele yüzeysel ele alınmamalıdır. Çok daha derine inilmelidir. Çok daha stratejik düşünülmelidir. Yani İsrail'le mücadele etmek isteyen kapitalizmin kalbini hedeflemelidir. Tıpkı Dracula filmlerinde gümüş mızrağın vampirin tam kalbine saplanması gerektiği gibi. İsrail'le mücadele faizsizlikle yapılabilir. İsrail'i ve İsrail gibileri var eden kapitalizmdir. Tefeci sermaye sistemidir. Faiz alanlar ve verenler, Allah ve Resul'ü ile nasıl savaşa girdiklerini Gazze'de görmüş olmalı. Bu savaş her gün başka biçimde gerçekleşiyor da Gazze'deki halini göremeyen de artık kör olmamışsa nedir? Müslümanlar faizcilerle iş tutmayı bırakırsa hacim ve derinlik kaybolacağından sistemi batırmaya yeter. Müslümanlar belli markalara karşı takındığı tavrı bu tarafa yöneltip faizli muameleleri bırakırsa İsrail'in de, İsrail'in sırtını sıvazlayanların da, İsrail'i besleyen sistemin de adil ve demokratik yaklaşımlar getirmekten başka çaresi kalmaz. AVRUPA'DA YASAKLAR Hani Disney Türkiye'deki ünlüleri mamayı kesmekle korkutmuştu da söz konusu Atatürk iken süt dökmüş kediye dönmüşlerdi. Bir benzerini daha görüyoruz. İnsan hakları vaazları veren Avrupalılar tarihin gördüğü en büyük vahşetlerden birinin gerçekleştiği bugünlerde Disney beslemesi ünlüler gibi sessiz. İnsanın onuru, inandığı doğrular satılık olamaz demeye lüzum etmez. Mekkeli müşrikler de bir zaman, “şereflerinin deve kervanlarının sırtında olduğunu,” söylemişlerdi. SMS MESELESİ Mobil numaram epey eski. O yüzden sanırım pazarlama amaçlı ilgili ilgisiz yüzlerce mesaj her gün önüme düşüyor. Açmıyorum bile. Öyle bir vaktim yok çünkü. Bir de sürekli kumar mesajları geliyor. Görseniz kumar masalarından kalkmıyorum, kumar sadece benim telefonda dönüyor sanırsınız. Haliyle son günlerde tartışma konusu olan kısa mesajın bana da gelmesi gerekirdi. Ama numaram o kadar da düşmemiş olacak ki gelmedi. BU ORTAMA ERDOĞAN İLE GİRMEK Dünyada konjonktür fena halde sıkıştı. Ukrayna ateşiyle Karadeniz sıcakken Akdeniz de kaynamaya başladı. Konjonktür bu denli sıkışmışken Türkiye'nin Erdoğansız ilerlemeye çalıştığını düşünmek bile bir kâbus gibi. Düşünsenize Batı medyasının yılın en önemli seçimi olarak not ettikleri seçimi Erdoğan kaybetmiş. Olacakları şöyle bir hayal edelim. Rusya ile bağlar çoktan kopmuştu. Şimdi biri Filistin'i biri İsrail'i tutuyor olurdu. Öbürü Gazze'ye otobüs tutup Suriyeli savaşçı sevkiyatı yaparken diğeri İran'a destek mesajları açıklıyor olurdu. MİT, toprak satan Filistinlileri destekleyen sosyal medya kullanıcılarını kamplara toplamış gaz odalarında öldürüyor olurdu. Koltuklar, anayasa kitapçıkları, yumruklar havada uçuşuyor olurdu. Macron'dan ayar yerken PKK ve Suriye'nin kuzeyindeki enikleri, içeride sırtını kendilerine yaslayan işbirlikçileriyle işgale hazırlanıyor olurdu.
Tarihin tekerrürden ibaret oluşunun derin acılarını yaşadığımız zamanlardayız. Dönemsel acıları yarıştırmak değil tabi fekat insan hakkı, demokrasi, eşitlik, adalet söyleminin bu denli sakız edildiği ve ihlal edildiği başka zaman yaşandığını sanmıyorum. İnsanlık tarihi esasında insanın insana yaşattığı acıların tarihidir. Buna şüphe yok. Ancak zaten savaşların, silahların hüküm sürdüğü, adaletin kılıçla sağlandığı dönemde acı eşiği çok yüksektir. Modern zaman, acı eşiklerinin düştüğü, hukuk söyleminin zirveye çıktığı, insanın her şeyden kıymetli olduğunun iddia edildi dönemken insanlık adına en ciddi acıların sergilendiği çağ da oluyor. Evet, öyle bir çağ yaşıyoruz ki; hep birlikte yaşıyoruz. Eskilerde Asya'nın ortasında yaşanan şeyin Güney Amerika'ya bilgi olarak gitmesi yıllar alır, bu yolculuk esnasında bilgi de dönüşürdü. Haliyle başarılar destana, hatalar aksi anlatımla abartıya ulaşırdı. Şimdi ise haberdar olmak an meselesi. Tabi ki haber dediğimiz de artık kaynağından çıkıp hedefe varana kadar yön değiştiriyor. Ama sağlama yapmanın yolları da var. Ve bu çok iyi bir şey değil. Filistin'e yaşananların an be an dünyana dört bir yanına ulaşıyor olması harika. Lakin görsel delilin bile basit kurgu ve kelime oyunlarıyla manipüle edilebiliyor oluşu berbat. Hastaneye bomba atıp yüzlerce kişiyi katleden vahşinin saatler içerisinde yüz milyonlarca kişinin telefonuna bilgi olarak düşmesi harika. Fekat ondan birkaç gün önce “savaşta sivil öldürülebilir aslında” haberlerinin en büyük medya kuruluşunda yapılmış olması iğrenç. Ve bütün bunları bir mail izler gibi izliyor oluşumuz... Sinema var olduğu zamandan beri vizyona giren en acıklı filmin hem izleyicisi, hem de oyuncusuyuz. Senaryoyu kim yazıyor, bilemiyoruz. Yönetmen zaten perde arkasında. Ancak! Bu senaryoya müdahale etmek insanların elinde.
En başta yapılması gerekeni, yazının en başında ifade edeyim; Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, tasarruf tedbirleri genelgesini akaryakıt zamlarından önce yayımlamalıydı. 15 Temmuz gecesi salalar okunurken akaryakıta gelen ÖTV zammından bahsediyorum. Zamlar, sadece arabası olanları etkilemeyecek. Temel gıda başta birçok ürüne yapılacak yeni zamların meşru sebebi olacak. Haliyle dar gelirlinin yükü ağırlaşacak. Memure, emekliye ve asgari ücretlinin maaş artışları da “vergi” yoluyla geri alınacak. Bu bir döngü ve fatura her seferinde ilk olarak alt gelir grubuna kesilmiş olacak. 28 Mayıs seçimlerinden sonra bir takım ekonomik tedbirlerin alınacağı hem konuşuluyor hem de bekleniyordu. Ancak akaryakıttaki ÖTV'nin 5 TL birden artacağı beklenmiyordu. Hazine ve Maliye Bakanlığı akaryakıt ürünlerindeki ÖTV'nin iki sebeple artırıldığını duyurdu. Birincisi; depremin yol açtığı ilave maliyetlerin bütçe üzerindeki etkisini bir miktar azaltmak. İkinci olarak da uluslararası petrol fiyatları ve döviz kurundaki artışlara rağmen 2016 yılından itibaren bugüne kadar neredeyse hiç vergi artışı yapılmamış olmasından dolayı ÖTV tutarlarının enflasyon karşısında erimesinin önüne geçmek. Kahraman-maraş merkezli depremlerin Türkiye ekonomisine
CHP, hiç kimseye altın tepsi içinde Genel Başkanlık sunmaz!” Kılıçdaroğlu “evlatlıktan reddetme” noktasına geldiği Ekrem Müdafa'ya böyle seslendi. Muhalif CHP'li Mehmet Sevigen, işte bu lafına karşılık Bay Kemal'e öyle bir gol attı ki... Eh, FIFA'nın Ferenc Puskas Ödülü'ne aday olabilecek niteliktedir: “Fetullah Gülen, sana altın tepsi içinde sunarken hiç sesin çıkmıyordu!” Bir nevi Yabancı Kaleci Kılıçdarson'un gıkı çıkmadı; kıpırdayamadı bile! Çünkü: Verebileceği, ikna edici hiçbir cevap yok! SİYASİ GERİLİM FİLMİ Kılıçdaroğlu'nun CHP'si, on üç senedir Baykal'a yönelik kaset operasyonunun perde arkasını zinhar aralamadı! Törkiş Gladyo & FETÖ Yapımı kaset işini deştiği takdirde, Kemal Bey “Atını Vuran Kovboy” haline gelecekti! Haliyle, kendi ayağına ateş etmedi. “Kontrollü Kemal” olarak geldiği için kaset olayını irdelemeyi aklının ucundan bile geçirmedi, geçirmiyor. UFAK AT DA, DELEGELER YESİN 2010'da kasetle gelen Mister Kemal, tam 13 seçim yenilgisine rağmen Genel Başkanlığı bırakmıyor. Koltuğuna adeta yapışmış vaziyette! Hal böyleyken... Kılıçdaroğlu'nun “Yaşamımın hiçbir döneminde koltuk hırsım olmadı” demesi bir anlamda “Kara Mizah” şaheseridir! DEFANS'TAKİ GEDİKLER Ekrem İmamoğlu, CHP Genel Başkan adaylığını sürekli ima edip de bir türlü ilan edemiyor. Mevcut şartlar aleyhinde! Yerel Seçim öncesindeki Muhtemel Kurultay'da aday olursa, Kılıçdaroğlu'nu alt edebilmesi mümkün görünmüyor. Parti içinde aradığı desteği bulabilmiş değil! “Tüzük değişikliğine umut bağlamış vaziyette” debelenip, duruyor. Genel Başkan'ını kuşatabilme gayreti içinde ama bunu gerçekleştirebilme şansı yok. Ekim'e kadar tamamlanacak il ve ilçe kongrelerinde ona hatırı sayılır seviyede delege çıkmayacağı da belli... Kemal Bey, teşkilata hâkim durumda! Değişim isteyen “evladı” Ekrem'in bir de “Yargı Süreci” engeli var! Kemal Kılıçdaroğlu, kendisine özetle “Otur oturduğun yerde ve İstanbul'u bir kere daha kazan da gel!” diyor. Kazanırsa da Kemal Bey'in işine gelir, kaybetse de! KİFAYETSİZ MUHTERİS Ekrem imamson'un, üç hafta kadar önce (15 Haziran'da) İstanbul'daki on sekiz ilçe başkanıyla Emirgan'da toplantı yaptığı ortaya çıktı. Ekrem Müdafa Bey, kuytularda “gizli kapaklı işler çeviren bir muhteris” olarak sobelendi. Ona “Kifayetsiz Muhteris” demek, çok daha isabetli ya, neyse...
Bölümün Youtube videosu; https://youtu.be/rab_pELiiFw Destek vermek isterseniz; Youtube linki: www.youtube.com/@yasinacarpodcast Instagram linki: www.instagram.com/yasinacar50 Patreon Hesabım: www.patreon.com/yasinacar/membership
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in, dünkü kongre konuşmasında neler söyleyeceğini çok fazla merak ediyordum. Son iki yıldır çıktığı bütün yayınları, TBMM grubu ve salon toplantıla- rındaki konuşmalarını dikkatle izliyorum. Notlar alıyorum. Kendisi üzerinden öngörülerde bulunuyorum. Son bir yıldır en az 10 yazımda Meral Akşener'e atıf yapmışımdır. Çünkü satır aralarından çok fazla mesaj veriyor, duygularına hâkim olamıyor. Halet-i ruhiyesi ya sözlerine yansıyor ya jestlerine ya da beden diline. Artık içinde tuttuklarını dışarı vurma vakti gelmişti... En başından düğmeyi yanlış ilikleyen Akşener, CHP ile masaya oturduktan sonra çok fazla hata yaptı. En yakınındakiler dahil çok fazla kişiye siyasi kozlar verdi. Kendini hak iddia eden konumdan haksız duruma düşürdü. Geri adımlar attı. Linç edildi. Hakaretlere maruz kaldı. Yolda bırakıldı. Sonuçta 15 gün içinde bir değil üç kez yenildi. Haklı çıktı ama masadaki ortakları hezimeti kabul etmediklerinden en büyük kaybeden oldu. Haliyle de Akşener'in bu siyasi enkazdan nasıl çıkacağı, toparlayacağı, kimlerle nasıl hesaplaşacağı merak ediliyordu. Yollarda olmama rağmen bir kenara çekip izledim konuşmasını... Yeniden aday olmayacağını düşünüyordum. Bu yönde bilgiler de vardı. Anlaşılan Meral Akşener'in hırsı ağrı bastı. Hesaplaşma arzusu ve partisini geri almak uğruna torun sevme özlemini de ertelemiş oldu. Akşener, 25 Şubat'ta çıktığı bir FOX TV yayınında, o günlerde pek üzerinde durulmayan ancak benim bu köşeye taşıdığım hafif yollu şu tehdidi savurmuştu: “Benim korkum, burada biriken öfke, buradaki kendini beğenmişliğin sonra yarın kaybedildiğinde o bitmeyen rövanşı ortaya koyması...” İşte “o bitmeyen rövanşın” fitilini ateşledi dün Akşener. En başından başladı. Önce kendisiyle hesaplaştı. Nasıl aciz kaldığını, ne şekilde teslim alındığını itiraf etti. “Hayatının en büyük pişmanlığı” olarak nitelendirdiği “Kiralık vekil” boyunduruğunu söküp atarcasına şunları söyledi: “Biz bu parti seçime girebilsin diye CHP'den 15 milletvekili istedik, hayatımın en büyük pişmanlığıdır. Savaşmalıydık, bileğimizin gücüyle o seçime girmeliydik, girmiyorsak da gereğini yapmalıydık. Savaşmadık! 15 vekil istedik, Kılıçdaroğlu'na bir kez daha teşekkür ediyorum. Ama o gün bugün 15 milletvekilinin bedelini ödeyemedik. Ömer Seyfettin'in diyetine döndü bu iş.” İYİ Parti lideri dün, kendisini seçim yenilgisinden sorumlu tutanlara yanıt verirken, 2024 yerel seçimlerinde sergileyecekleri tutumu da ilan etti: “Anlıyorum, eşitlemeye çalışıyorsunuz, korktunuz. Aynı, ‘İstanbul'un kazanılmasının sebebi HDP'dir' dediğiniz gibi... İyi, bundan sonra size hayatta başarılar diliyorum!” Akşener bu çıkışıyla sadece CHP ile köprüleri atmadı. Kemal Kılıç-daroğlu'nun önünü kesmek için Cumhur-başkanı aday olmalarını istediği ve her ortamda, platformda desteklediği, ancak o cesareti göstermeyen ve kendisini yarı yolda bırakan Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu'ndan 2024 seçimleri öncesinde “peşin intikam” aldı. Özellikle de Ekrem İmamoğlu için bundan sonrası daha karışık ve içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.
İngiltere'deki Oxford ve Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü'nün 2023 Dijital Haber Raporu'na göre... -Cumhuriyet, Türkiye'deki En Güvenilir Gazete! Cumhuriyet, bu haberi 16 Haziran'daki nüshasında manşetine yerleştirmişti... -Hava atıyordu! D'İngiltere'de “En Güvenilir Gazete!” seçilmeleri, elbette boşuna değil... -Acayip “hak edilmiş” bir unvandır! Bunun en çarpıcı, en ibretlik örneklerden biri; Cumhuriyet'in seçimin ertesi günü yani 15 Mayıs 2023'te attığı manşettir! Yani? -Erdoğan Kaybetti! Gördüğünüz gibi, “En Güvenilir Gazete!” olabilmek veya seçilebilmek öyle kolay bir iş değil, büyük meziyet istiyor! ALAYINA ACİL ŞİFALAR Erdoğan ilk turda “kaybettiğine” göre... -Seçimi Kılıçdaroğlu “kazanmış” olmalı! Öyle değil mi? Oxford & Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü! Üstelik... Ekrem İmamson Efendi, 14 Mayıs akşamı Kemal Kılıçdaroğlu'nu “13. Cumhurbaşkanı” ilan etmişti, ya! Hani şu; İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi ile balıkçıda buluşan Pek Mutemet Eleman... Pardon “En Güvenilir Belediye Başkanı!” Ekrem Müdafa! ÇİKOLATA KUTULARINDA PARA Sakil bir sihirbazlık numarasıyla bir anda “13. Cumhurbaşkanı!” yapıverdiği Kemal Bey'i... Şu sıralar “Değişimin önünü aç; sen kalk, ben oturayım!” diye ablukaya alan İmamson Ekrem'i bir kenara (gözde bir tatil yöresine) bırakıp... Yine “En Güvenilir Gazete”den devam edelim! Alev Coşkun'un imtiyaz sahipliğindeki Cumhuriyet hakkında çarpıcı bir iddia kapıyı çaldı: “Kasıtlı haber yapma karşılığında çikolata kutularında para aldılar!” Cumhuriyet gazetesinin eski Genel Yayın Yönetmeni, İdari ve Mali İşler Müdürü ile Reklam Müdürü'nün e-ticaret yasası aleyhine manipülatif haber yapma karşılığında... -500 Bin TL kayıt dışı para aldıkları öne sürüldü! Tam da, D'İngiltere'den malum unvanları gelmişken, olacak iş miydi, bu? Haliyle... “En Güvenilir Gazete” unvanı, kayıt dışı bir unvandır! ÖZGÜRLÜKÇÜ ÇAMURİYET İddiayı konu edinen yazısı sansüre takılıp yayınlanmayan Yayın Yönetmeni Tuncay'ın görevine son verildi. Tercümesi şudur: “Alev Coşkun, Tuncay'ı azletti!” Gazeteden yapılan açıklama şuydu: “Altı aydır Genel Yayın Yönetmenliği yapan Tuncay Mollaveisoğlu, Cumhuriyet gazetesine uyum sağlayamadı. Yönetim yeteneği gösteremedi... Cumhuriyet'in Genel Yayın Yönetmeni makamının ne derecede önemli olduğunu özümseyemedi!” THE WASHINGTON PORTAKALI Uzun yıllardır “Solcu-Devrimci” geçinip aslında Komprador Burjuvazi'nin çıkarlarına hizmet eden Cumhuriyet gazetesi, aslında bir Vaşington Portakalı'dır.
Ekrem Müdafa İmamson, Fatih Altaylı'ya “Sayın Genel Başkan'ın değişimin önünü açacağını zannediyorum” demiş! Kılıçdaroğlu'nın koltuğunu bırakmaya zinhar niyetli olmadığı bir vasatta... Evladı Ekrem'in böylesine bir umudu taşımasının... Haliyle gizlediği, tek bir nedeni olabilir. Nedir? Ekrem İmamson, Kılıçdarson'u 2010'da CHP'nin başına getiren derin karargâhın (Komprador Burjuvazi); 28 Mayıs sonrasını planlarken, Genel Başkan değimini gerekli göreceğini ve bu minvalde kendisini tercih edeceğini hesaplıyor! Ekrem Bey'in bu öngörüsünün tutup tutmayacağını görmesi ise fazlaca bir vakit almayacaktır. RİYAKÂRLIĞIN RESMİ Mister İmamson, Costanzo da Ferrara tarafından 542 yıl önce yapılan Fatih Sultan Mehmet madalyonunu... 1453 Tarih Müzesinde ziyarete açtı! Madalyon, İBB tarafından Londra'daki bir müzayedede satın alınarak İstanbul'a getirilmişti. Aynı Ekrem İmamson, “Ayasofya'nın ibadete açılması gibi bir ihtiyacın olduğuna inanmıyorum” demişti. Bu lafıyla Yunanlıları sevindirmişti. 2019'da İstanbul seçimini kazandığında, Yunanistan medyası kendisini “İstanbul'u fetheden adam!” diye lanse etmişti. Meral Hanım ise Ekrem Müdafa kardeşi için “İkinci Fatih” diyerek, trajikomik bir hal almıştı! 86 yıl sonra, 24 Temmuz 2020'de tekrar ibadete açılan Ayasofya Camii bizlere Fatih Sultan Mehmet'in vasiyeti ve emanetidir. İstanbul'un BŞB Başkanı İmamson mu? –Ayasofya'nın yeniden ibadete açıldığı gün, orada değildi! Ya? Ankara'daydı. Türkiye'deki Hristiyanların belli özel günlerindeki ayinleri kaçırmayan İmamson Efendi'den bahsediyoruz! Hal böyleyken... Nazım Hikmet'in bir şiirinden ilhamla soralım: “Bana riyakârlığın resmini yapabilir misin, Abidin?” BAY KEMAL'İN DANIŞMANLARI On Üçüncü Seçim Yenilgisine rağmen, Genel Başkanlık koltuğuna yapışan Kemal Bey... Parti kurullarında değişikliğe gittikten sonra, üstüne bir de bütün danışmanlarını görevden aldı! Bu danışmanların içinde öyle bir isim var ki, onun bahsi geçtiğinde “Kara Mizah” bile çaresiz kalır! Karikatürcülerin alayı dükkân kapatır! 3 Aralık 2022 tarihinde CHP'nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” buluşmasına “çevrimiçi” katılan Amerikalı Jeremy Rifkin'den söz ediyoruz. TUZLU YANKİ Rifkin, Kılıçdaroğlu'nun “Ekonomi Baş Danışmanı” olarak sunulmuştu! O günden sonra; Jeremy Bey'i ne gören oldu, ne de sesini duyan! –O, şimdi Hayalet! Mister Kemal, kendisine “danışabilmek için” aslında bir şans yakalamıştı; Almanya ziyaretinde onunla da görüşecekti! Amma velakin... Ekrem ile Meral'in Saraçhane Mitingini haber alır almaz, apar topar Almanya'dan döndü; “Rifkin Buluşması” da yalan oldu! Bir kez uzaktan sahne alıp, bir daha da görünmeyen Yanki Rifkin, Türkiye'ye ayak basamadan, CHP Genel Merkezi'ni bir kez bile göremeden görevden alındı. Jeremy Tuzlu Rifkin için CHP kaç dolar ödedi, acaba? “Uyanık” geçinen CHP'li Gürsel Tekin...
Bölümün Youtube videosu; https://youtu.be/4888IonjRW8 Destek vermek isterseniz; Youtube linki: www.youtube.com/@yasinacarpodcast Instagram linki: www.instagram.com/yasinacar50 Patreon Hesabım: www.patreon.com/yasinacar/membership
Genç kuşak ne kadar tanıyor, bilmiyorum. Bizim kuşaktan, beş parmağında beş marifet bir karikatürist, İrfan Sayar, 1970'li yılların kıpır kıpır Türkiyesi'nin zor ama dipdiri ortamında Zihni Sinir adını verdiği bir “Porof”un “proce”lerini, yani bilimsel buluşlarını, teknolojik uygulamalarını çizerdi. Karikatüristin başarısı biraz da karakterlerinin, mizahının halkın günlük kültürünün, sohbetlerinin içine ne kadar sızdığıyla ölçülür. O dönemin Türkiye halkı eğitimi daha düşük ama zekâsı daha uyanık mıydı neydi, karikatürü baş tacı eder ve kanlı cinayetlerle bezeli örtülü iç savaş ortamına rağmen kendine gülmeyi çok iyi bilirdi. 21. yüzyılın en başarılı Zihni Sinir procesine ödül verilecek olsa, jüri muhtemelen madalyayı Porof Kemal Kılıçdaroğlu'na verirdi. Ne müthiş bir proje idi Altılı Masa ve Millet İttifakı! Siz 2017-2018 döneminden başlayıp, Türkiye'nin en büyük muhalefet partisinin bütün emeğini bu muazzam ittifakı kurmaya harcayın. Bir milyonun üzerinde üyesi olan partiyi, halkın arasında yıllarca propagandaya koşmak, yeni üyeler kazanmak, AKP'nin politikalarının dinî kisve altında aslında nasıl maddi dünyevi çıkarlara hizmet ettiğini anlatmak gibi zor işlere sokmaya ne gerek var? Zihni Sinir 21 yıllık AKP iktidarını ve Erdoğan'ın istibdadını yerle bir edecek formülü buldu ve uyguladı. Projenin adı “hasmını, ona en çok benzeyen ittifakla yenme procesi” idi. Özelliklerinin hepsini yazamayacağız, bazısı şöyleydi: • Cumhur İttifakı'nın istibdadı ve gericiliği neye dayanıyor? İslam dinini istismar eden bir parti ile ırkçı-faşist bir partinin işbirliğine değil mi? O zaman onu yenilgiye uğratmak için açık arttırmaya gitmeli. Zihni Sinir o faşist partiden kopan bir partiyi meclise sokmak için halkın CHP'nin ideolojik ve politik doğrultusuna verdiği oylarla seçilen CHP milletvekillerini faşist bir partiye aktararak onu ayağa kaldırdı. • Cumhur'un faşizmine faşizmle karşılık verilmişti. Güzel. Ama din sömürücülüğü? Atatürk'ün partisi olmakla övünen CHP o rolü kendisi üstlenecek değildi herhalde. Zihni Sinir fırsatları değerlendirir. Tam o sırada AKP'den kopan biri Suriye katili, öteki Londra ve New York borsalarının Türkiye'deki simsarı iki karanlık şahıs (adları Davutoğlu ve Babacan) yeni partiler kurmuşlardı. Kör tek göz istemiş Allah iki vermiş! Zihni Sinir bunların üzerine atladı. Bir de bu cepheyi Erbakan'ın partisinin son üyesi olan Madımak katliamı dönemi Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ile tahkim etti. İşte güçlü cephe: “Cumhur'da köktendinci parti sadece bir tane, bende üç” diye seviniyordu Porof'umuz. • Bunlar yetmezdi. Sinir hoca gösteri yapmak için tesettürü yasallaştırmak istedi. Bu sefer el yükselten Erdoğan oldu. “Madem istiyorsun anayasallaştıralım” dedi. Tesettür anayasa hükmü oluyordu. Arada da “aileyi koruyucu” nefret hükümleri yer alacaktı. Zihni beyefendiyi kendi procesinden deprem acısı kurtardı. • Faşistlere karşı da el yükseltmek gerekiyordu. Sinan Ateş'in cinayetini öne sürerek Zihni hocamız çoktan beri eliyle yapmaya alıştığı bozkurt işaretini yapmaya devam etmekle yetinmedi, “CHP'nin ülkücüleri”nden söz etmeye başladı. Daha anlatılacak çok şey var ama yerimiz sınırlı. Önemli olan, procenin ne sonuç elde ettiği. Berrak yazalım ki Porof Zihni Sinir de anlasın: (1) CHP'nin %25 + İyi Parti'nin %10 + HDP'nin %10'unu toplayın. Zihni Bey kendisi birinci turda bu kadar oy aldı. Altılı Masa'nın ortaklarından ne geldi, Allah bilir. İkinci turda oyu biraz arttı. O da faşist Zafer Partisi'ne Kürtlerin yaşadığı bölgede seçilen belediye başkanlarının terörist sayılacağına söz verdiği için geldi. Haliyle oy yetmedi. Erdoğan yine seçildi. (2) İyi Parti dışındaki partilerden kendisine ihmal edilebilir oranda oy geldi ama CHP'den onlara 40'a yakın milletvekili gitti. CHP bu proce sayesinde mecliste çok daha zayıf temsil ediliyor. Sinir hocamız İyi Parti'ye ödünç milletvekili vermişti. Şimdi ötekilere hediye paketinde milletvekili verdi.
İbrahim Ekinci yorumluyor: Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasına döviz mutedil, borsa ise sert tepki verdi. Dövizin mutedil tepkisinde arka kapı satışları da etkili olmuş olabilir. Borsa ise seçim sonrası ilk iş gününe yüzde 6.4 düşüşle başladı, bankacılık hisselerinde daha yüksek oranlı düşüşler oldu. Haliyle devre kesici çalıştı. Günü yüzde 5.61 düşüşle kapattı. Böylece iyimser beklentiye dayalı yükseliş geri alındı. Fakat en sert tepki CDS'lerde göründü. Kılıçdaroğlu'nun kazanma ihtimalinin yükseldiği kanaati ile birlikte uzun zaman sonra 500 puanın altına indi. Seçimlerden sonra ise yeniden 500'ün üzerine çıktı ve 606'ya kadar tırmandı.
Meral Akşener az önce Türkiye'de siyaset tarihinin gördüğü en büyük dönüşlerden birini gerçekleştirdi. Haliyle hem araç içinden hem de yoldakilerden kırılıp dökülenler oldu. #akşener #masa Jenerik müziği: Rahman Altın
Batı cephesinde yeni bir şey var'. İki Batı cephesi var artık. İkisi de Amerika'ya çalışıyor. Biri kerhen, ayaklarını sürüye sürüye ABD'ye çalışıyor, kurtulmaya çalışıyor, olmuyor, çünkü gidecek yeri yok... İkincisi, seve seve ABD'ye çalışıyor; hem Rusya'ya düşmanlığı kusursuz hem de “doğru yoldan ayrılmasınlar” için birinci Avrupa'yı baskılıyor... Haliyle hepsi Amerika'ya çalışıyor. Son zamanlarda Avrupa medyasında atılan, “savaştan ABD kazanıyor, silah satışları ve enerji satışları Washington'a kazandırıyor” haberlerinin kökeni bu... Birinci Avrupa, “merkez Avrupa'dır”. Çekirdeği Fransa ve Almanya'dır, bakarak diğerlerini listeleyebilirsiniz. İkincisi Doğu Avrupa'dır. Doğu Avrupa, Rusya hakkında
Çin'de yeniden yükselen Covid salgını ülkede sadece virüsün değil, protesto eylemlerinin de yayılmasına sebep oluyor. İlginç bir vaka bu; dünya ‘epidemi'ye ilgi göstermiyor ama ‘A4' eylemlerini sayfa sayfa yayıyor... Asıl merak ise Pekin'in neden “sıfır vaka” hedefini halkını iyice darlayacak biçimde dayattığı. Haliyle, Çin'in içine kapanarak küresel ekonomiyle bağını azaltması, üretim darboğazına girerek dünyayı ve ABD'yi peşinden sürükleyeceği korkusu/teorisi güç kazanıyor... Eğer Çin ekonomisi savrulmaya başlarsa, zaten patinaj çeken dünya iyice çamura saplanabilir. Öte yandan ‘Orta Yol'la alakasını kesmiş değil ülke. Biz hava harekâtını yaparken, Astana'da Türkiye-İran-Rusya, Suriye'yi konuşuyordu. Ruslar, ‘Çin'i de aramıza alalım' teklifi getirmişler. (‘Astana'ya yeni aktör Çin', M. Güller, 26/11, Cumhuriyet.) ‘Gözlemci' statüsü ama çok dikkat çekici! Suriye denklemine 3'üncü süper gücü almak? İran, ‘tamam' demiş. Ankara, ‘bi bakayım'!..
Yay Yeniayı 24 Kasım 202224 Kasım 2022 tarihinde 01:57 'de 1° Yay burcunda bir Yeniay gerçekeleşecek. Yay burcu ateş elementi ve değişken nitelikte bir burçtur. Şartların ve koşulların değişeceği bir yeniaya ilerliyoruz. Aynı anda birden fazla konu ile ilgilenmeniz gerekebilir. Bu yeniaya Merkür ve Venüs eşlik ediyor. Haliyle hem ilişkiler hem de verilecek kararlar önemli olacaktır. Bir ortaklık konusunda karar vermek, önemli finansal anlaşmalar, yapılacak yatırımlar ve barış anlaşmaları gündeme gelebilir. Yapacağınız açıklamaların başkalarını kızdırabileceğinin de farkında olun. Yay burcu özellikle uluslararası konuları, hukuki süreçleri, eğitim ve yolculukları temsil eder. Bu konularda vereceğiniz kararlarda fazla iyimser davranmak, ayrıntıları atlamak sonrasında sorunların büyümesine neden olabilir.Bu yeniay zamanında Merkür ve Venüs Antares sabit yıldızı ile kavuşuyor. Akrebin Kalbi olarak geçer. Daha çok savaşlarda alınacak başarıları temsil eder. Hızlı harekete geçme kabiliyeti getirir. Başlayacağınız aksiyonlarda adil olmaya gayret edin, öfke ile hareket edenler bir hüsranla karşılaşabilirler. 8 Aralık tarihinde gerçekleşecek dolunay 'a Mars eşlik edecek. Bu nedenle tartışmalar, sözlü saldırılar ve gerginlikler dolunay zamanında patlak verebilir.Bu yeniay 19. Menzilde gerçekleşiyor. 19. Menzil: al-Saula 21°25' Akrep ile 4°17' Yay | Uygun: Tarım ve inşaat için iyi. | Uygun Değil: İş ve alışveriş için uygun değil. İlişkiler ve ailevi konular için uygun değil. Deniz yolculukları önerilmez.Üye Olarak sitedeki e-kitapları okuyabilirsiniz.Yeniay 'ın Burcunuza Etkisi 'ni burcunuza ve yükselen burcunuza göre okuyun. Eğer yükseleninizi bilmiyorsanız Yükselen Burç Hesaplama sayfasından öğrenebilirsiniz.Yeniaydan Etkilenen Burçlar 2022Bu yeniaydan öncelikle Yay ve İkizler burçları etkilenecek. Başak ve Balık burçları da yeniaydan etkilenecek diğer burçlar arasında. Koç ve Aslan burçları ise bu yeniaydan fayda sağlayabilirler.24 Kasım 2022 Yay Yeniayı Burç Yorumlarını blogdan okuyabilirsiniz.https://www.astrokronos.com/post/yeniay
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu anlatılıyor: “Ben günde yüz defa Allâh (c. c.)'a tevbe ederim.” Bir başka rivâyette: “Ey insanlar, Allâh (c. c.)'a tevbe ediniz. Ben, bir gün ve bir gecede yüz defa Allâh (c.c.)'a tevbe ederim.” Resûlullâh (s.a.v.)'in hâline bir bakın. Geçmiş ve gelecek günâhları bağışlandığı hâlde devamlı Allâh (c.c.)'a tevbe ediyor. O (c.c.)'dan bağış talebinde bulunuyor. O hâlde bağışlanıp bağışlanmadığı belli olmayan kimse, neden Allâh (c.c.)'a tevbe edip yalvarmıyor? Neden dili ile Allâh (c.c.)'dan bağış talebinde bulunmuyor? İbn Abbas (r.a.) bir defâsında şu âyeti okudu: “İnsan, önündeki kıyâmeti yalanlamak istiyor.” (Kıyâme s. 5) ve şöyle tefsir etti: Günâh işlemeye devam eder. Tevbeyi de erteler. Sonra tevbe ederim, der durur; ölüm gelinceye kadar. Ölümü gelince bulunduğu kötülük üzere gider. Bu mânâda İbn Abbas (r.a.)'in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: “Musevvifler, helâk oldu.” Yâni, sonra tevbe ederim diyen kimseler. İnsan için lüzumlu olan devamlı Allâh (c.c.)'a tevbe etmektir. Ölüm geldiği zaman kendisini tevbe üzerinde bulsun. Allâhü Teâlâ, tövbeyi kabul eder. Çünkü bu mânâda şöyle buyurdu: “Muhakkak Allâh kullarından tevbeyi kabul eder. Günâhlarından da geçer.” (Tevbe s. 104) Haliyle, tevbe ettikleri ve günâhtan tam döndükleri zaman bu hâl mümkündür. Tevbe, kalben günâha pişmanlık duymaktır. Dille de istiğfar etmektir. Bir daha aynı günâha dönmemeyi kalben beslemektir. Abdullah b. Mes'ud (r.a.) anlatıyor: “Bir kimse üç defa “Hay, Kayyum, kendisinden başka ilâh olmayan Allâh (c.c.)'dan günâhlarıma mağfiret talep ediyorum” dese; Allâh (c.c.), bu kimsenin günâhlarını bağışlar. İsterse o kimsenin günâhı deniz köpüğü kadar olsun. (Ebu'l Leys Semerkandî, Tenbihu'l Gafilîn, s.117-118)
Bugün Tuğba ile gençlik hayallerini kurcaladık. Hayallerimiz de bizimle birlikte yaşlanır mı? İçimizi genç ve diri tutma konusunda ne tip isleve sahiptir bu hayaller? Haliyle mevzuya Büyük İskender'den girdik Kadiköy sokaklarından çıktık
Ünlü bilim adamı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ABD'deki seçkin temasları devam ediyor. Yurda dönüşte “Altılı Masa'dan Tavşan Çıkarmak” gibi akla ziyan buluşları hayata geçirmesi bekleniyor. ŞAKA BİR YANA CHP'nin Başı, ABD ziyaretinin ilk ayağı olan Boston'daydı. MIT ve Harvard üniversitelerinde bazı görüşmeler yaptı. « Ardından, İktisat Profesörü Daron Acemoğlu'nun başını çektiği bir grupla akşam yemeğinde buluştu. İSTİKAMET: IMF 2018'in yazında, necip medyamızda Acemoğlu'nu “Yeni Kemal Derviş” olarak lanse eden övücü yazılar döktürülmüştü. Bu kampanyanın öncülüğünü Ertuğrul Özayemef yapıyordu. « O günlerde... Acemoğlu “Türkiye'ye IMF programının yardımcı olacağını düşünüyorum” demişti! (Cumhuriyet, 2 Temmuz 2018) GÜL'DEN ÖDÜL FETÖ'nün 17-25 Aralık Operasyonu'nun yaşandığı günlerde... Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Daron Acemoğlu'na ödül vermişti! (24 Aralık 2013) BİR NEVİ “AKIL HOCASI” Ankara kulislerinde... “Kılıçdaroğlu'na, ABD ziyaretinde Daron Acemoğlu ile görüşmesini öneren kişinin 11. Cumhurbaşkanı olduğu” konuşuluyor. « Keza, CHP Genel Başkanı'nın bir süredir dillendirdiği “Helalleşme” söyleminin, yine aynı adresten fısıldandığı öne sürülüyor. KİMİN DAMADI? 1993'den beri Massachusetts Institute of Technology'de (MIT) İktisat Profesörü olan Daron Acemoğlu... Dönemin Başbakanı Turgut Özal'ın Ocak 1985'te “bakanlık görevinden aldığı” İsmail Özdağlar'ın damadıdır. « Acemoğlu'nun eşi Asuman Özdağlar da Kemal Kılıçdaroğlu'nun yemeğine katılanlar arasındaydı. « Asuman Hanım “Oyun Teorisi” üzerine yaptığı araştırmalarla biliniyor. 2017'de MIT'deki Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimleri Bölüm Başkanlığı'na atanmıştı. “AYEMEF” FAİK ABD gezisinde Kemal Baydınoğlu'na eşlik edenler arasında Faik Öztrak da yer alıyor. IMF'nin CHP'deki elemanı gibidir Mister Öztrak! « Şubat 2001'deki büyük ekonomik krizin ardından Kemal Derwish tarafından “Hazine Müsteşarı” olarak atanmıştı. IMF, o dönemde “sömürge yasalarını” Mister Öztrak aracılığıyla dayatmıştı! « Yeri gelmişken, hatırlayalım... Eylül 2019'da, IMF temsilcilerinin bir otelde CHP'li Faik Öztrak ve de İP'li Durmuş Yılmaz ile “gizli kapaklı” buluştuğu ortaya çıkmıştı! KISSADAN HİSSE Henüz adaylığı bile garanti değil amma velakin... 2023 yılında kendisinin Cumhurbaşkanı seçilip CHP'nin de iktidara geleceğine kesin gözüyle bakan Mister Kılıçdaroğlu'nun... Şayet hayalleri gerçekleşirse, ekonomiyi Profesör Daron Acemoğlu'na teslim etmeyi düşündüğünü öngörmek zor değildir. « Haliyle, hemen ardından da... “-Hoş geldin IMF” diyeceklerdir!
10 yaşından beri terapiye giden insan her gün bulunmuyor. Haliyle herkes terapiye dair ne sorusu varsa, beni bulmuşken soruyor. Ben de gelen soruları topladım, kendimle karşı karşıya oturdum, kendim sordum, kendim cevapladım. Bu bölüm terapiye gidenler, gitmek isteyenler ya da sadece -dümdüz- terapiyi merak edenler için. Bölümde bahsettiğim Hiwell Online Psikolojik Danışmanlık uygulamasından alacağınız seanslarda yüzde 10 indirim sağlayan kodunuz: deniz10 Uygulama linki: https://onelink.to/hp4g5b Psikolog özgeçmişlerinin linki: https://www.hiwellapp.com/psikologlar
Azerbaycan-Ermenistan ikinci savaşı olabilecek parlamanın perde arkası merak ediliyor. Hatta dış oyuncular, üzerinde zıt yönlü etki yaratmaya çalışıyor. Şanghay İşbirliği Örgütü'nün zamanla-masında patlayan kriz zirvenin zaafiyetlerinden biri olarak ele alındı. Tıpkı, yine eş zamanlamayla alevlenen Kırgızistan-Tacikistan çatışması gibi. Kundaklamadan şüphelenenler de oldu ve haklıydılar... Özellikle Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarının yüksel(til)mesi, ŞİÖ'nün veya genel olarak bölgeden ABD'nin arındırılması sürecinin yarattığı korkuyla ilgili. Haliyle, ŞİÖ'nün veya benzerlerinin-BRİCS, Türk Devletleri Teşkilatı, Yeniden Asya, Avrasya Ekonomik Birliği, Hazar Havzası anlaşmaları, vb.-taşıdığı potansiyelin bebekken boğulması planı sahaya sürülmüş durumda. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Erivan ziyareti de bu politikanın uzantısı ama öte yandan da Avrasya'da mevcut sayısız anlaşmazlıkların kaşınmasında kimin parmağı bulunduğunun-failin olay mahalline dönmesi metaforunu doğrular biçimde-delili...
Başlık, “Tarkan konseri ya da...” olacaktı ve Turgut Özal'dan bu yana değişen “kurtuluş kutlamaları”nın, belleğe bir katkı olarak değil, eğlence rüzgârı eşliğinde tarihi unutturma hamlesi olarak düzenlenişine dair yazacaktım. Konser yazacak iken miting yazmış bulundum. Haliyle farkında olmadan yazdığım miting kelimesi bana bambaşka bir izlek açtı. Farkında olmadan zihnimde meydana gelmiş olan konser-miting değişimi üzerine düşündüm ve günlerdir sosyal medyadan takip ettiğim Tarkan konseri üzerinden “yeni düşman inşa etme gayreti”ni yazının bel kemiği yapmaya karar verdim. İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı, İzmir'in kurtuluşunun 100. yıl dönümünde; sanki İzmir işgal edilmemiş gibi Yunanların Manisa ve İzmir çevresini yakıp yıktığını hiç dile getirmeden, kadınların ve çocukların hunharca öldürülüşüne hiçbir göndermede bulunmadan, Yunan askerlerinin İngiliz himayesinde Ege'de cirit atmasına hiç atıfta bulunmadan, biz ve onlar söyleminde ONLAR hanesine, Türkiye'yi işgal edenleri değil, şehit ve gazi torunlarını, BURADA olanları, Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlarını yerleştirdi. 100 yıl önce emperyalistlere karşı verilmiş mücadeleyi parantez içine alarak işgal güçlerinin torunlarına “mega star” aracılığı ile selam gönderip pop Kemalizm için resmi açılış töreni yapmış oldu. II- Zihin sürçmeleri, dil sürçmeleri üzerinde uzun uzun düşünmek gibi bir alışkanlığım var. Konser yerine miting yazmama yol açan zihinsel sürçme üzerinde fikrimi yorarken iki muhtemel sebep bulabildim düşünce silsilemin koridorlarında. Birincisi, hükümet karşıtlarının “eğlenmek için eğlenmek” amacıyla değil de, 'İzmir'in Kurtuluşu'nu kutlama etiketi altında muhalefetin gövde gösterisine katkı sunmak üzere meydanı doldurması. Muhaliflerin, iki milyon kişinin katıldığı konseri CHP'nin iktidarı gönderme provası olarak sunup “Gittiklerinde daha çok eğleneceğiz” propagandasını yapması, konseri konser boyutundan çıkarıp miting olarak hafızaya yerleştirdi. Ekonomik sıkıntının her geçen gün arttığı, üç yıl öncesine göre alım gücünün bir hayli düştüğü Türkiye gerçeğinde, insanlar günlük eğlencelerden ziyade daha müreffeh bir yarın vaadi bekliyor. Yakın tarih bu vaatlerin pek gerçekleşemediğini, seçmenlere ateşin bir tecrübe ile göstermiş olsa da, insanlar umutları ile yarına tutunur ve bu umudun beslenmesi için siyasilerin tedbir alıp teklif sunması, sunduğu teklifleri anlaşılır içeriklerle kitleye ulaştırması beklenir. “İktidar gidince daha çok eğleneceğiz” söylemi, ancak orta üst sınıf için bir mutlu gelecek beklentisi inşa edebilir. Konser yerine miting yazmış olmam, muhtemelen “Tarkan mitingi”nin olduğu hafta Halide Edip Adıvar'ın 1922 yılında İkdam gazetesinde tefrika olarak yayınladığı Ateşten Gömlek romanını sesli kitap olarak dinlemem ile alakalı olmalı. 'Karantina günleri'nden bu yana ilk gençlik yıllarında okuduğum klasikleri, özellikle de Türk klasiklerini sesli kitap olarak dinliyorum ve metnin edebî değerinden ziyade sosyoloji için, sosyal tarih için katkı sunan sahnelerine odaklanıyorum.
“Ben Devlet Bahçeli'den çok daha fazla milliyetçiyim, ülkücüyüm...” ««« -Fıkra, bu kadar! ««« Girişteki akla ziyan lafın sahibi Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'de genelde Batı'nın özelde ABD'nin çıkarları doğrultusunda siyaset yapan Ana Muhalefet Partisi'nin başındaki kişidir. Baykal'a kaset operasyonunun ardından CHP'nin başına getirilmesi (2010) bundan dolayıdır. HAYALLER GERÇEK OLSA Kemal Çantada-keklik-oğlu, adaylığından emin olmanın dahi ötesinde kendisini daha şimdiden Cumhurbaşkanı seçilmiş görüyor! Haliyle... Politik filmin finalinde yaşayacağı “hayal kırıklığı” da, işte bu “pek emin” vaziyeti ile “doğru orantılı” olacaktır. ««« Kemal Kılıçdaroğlu “Altılı Masa, benim ismim üzerinde uzlaşırsa Cumhurbaşkanlığı adaylığına hazırım” dedi. (5 Eylül 2022) Böylelikle, kararlılığını açığa vururken diğer bir yandan da İmamoğlu ile Yavaş'a adaylık kapılarını kapatmış oldu. Bu beyanının “Abdullah Gül'e de geçit yok” anlamına geldiğini, söylemeye gerek var mı? ŞAKASI BİLE GEÇMEMİŞ Altılı Masa'nın toplantılarında adaylık konusunun “şakasının dahi geçmediğini” söyledi, Kemal Bey... Aylardır görüşüyorlar, amma velakin şakası bile yapılamıyor! -Sahi, neden böyle? Asıl irade, Altılı Ganyan'daki liderlerde değil de ondan! DERİN SUFLE Kemal Kasetdaroğlu'nu CHP'nin başına getiren Komprador Burjuvazi'nin “iradesi, tercihi” adayın kim olacağını belirleyecek! Yani, nedir? “Dışarıya Bağlı-Bağımlı Büyük Sermaye” Sahipleri, adaylığını uygun bulmadıkları takdirde... Mister Kemal, çok arzulu ve de kararlı olmasına rağmen hatta “ağzıyla kuş tutsa” bile aday olamaz. İP'TEKİ ANAHTAR Altılı Ganyan'da Kemal Bey'in adaylığına sıcak bakan bir tek Gültekin Uysal var. Karamollaoğlu, Davutoğlu ve Babacan'ın olumlu bakmadığı aşikâr... Siyasi anahtar ise Akşener'in elinde... Meral Hanım şu ana kadar Kemal Bey'e “yeşil ışık” yakmış değil! “Kazanabilecek aday” kıstasını biteviye dile getiriyor olması... CHP'nin Başı'na ortak adaylık için “vize vermeyeceğini” düşündürtüyor. ARIZA'NIN HABERCİSİ GELİŞMELER Son günlerde... Akşener'in partisindeki belli siyasilerin Mansur Yavaş'ın ismini seslendirmesi de pekâlâ Kemal Kılıçdaroğlu'nun aleyhine bir gelişme olarak okunabilir. Buna bir de, Gürsel Tekin'in “İktidar olduğumuzda HDP'ye bakanlık verebiliriz” açıklamasıyla İP'te patlayan belli tepkileri ekleyelim. Değindiğimiz işbu yarılmalar giderek kuvvetlenirse, Akşener'in Kılıçdaroğlu'nun ortak adaylığına “Hayır” diyeceği noktaya gelineceğini öngörmek zor değildir.
27 Ağustos 2022 - 11:16 'da Başak Burcu 'nunun 4° 'sinde bir yeniay gerçekleşiyor. Başak burcu Değişken Nitelik ve Toprak Elementi bir burçtur. Bu nedenle de sağlık ve çalışma koşullarında bir değişim sürecini harekete geçirecektir. Bu yeniay Mars 'ın başrolünde gerçekleşiyor. Sağlık koşullarında yaşanacak muhtemel girişimler öne çıkabilir. Küresel olarak pandemi ve benzeri konuların tekrar stres nedeni olması olasıdır. Bazı sosyal kısıtlamalar tekrar gündeme gelebilir. Özellikle sosyal etkinlikler açısından olası düzenlemeler konuşulabilir. Çalışma koşullarında yaşanacak değişim de bir diğer konu olacak. Bu süreçte yeni girişimler özellikle sağlık konularında yaşanabilir. Yeni bir çalışma düzeni oluşturmak, mesai saatlerinin tekrar düzenlenmesi, çalışanların itirazları da bu süreçte sıklıkla karşımıza çıkacaktır.Yeniay Başak burcunda olacak. Bazı ortaklıkların tekrar değerlendirilmesi olasıdır. Finansal piyasalar açısından da zorlu koşullar olduğunu söyleyebiliriz. Bireysel hayatlarımızda daha çok sağlık ve çalışma koşulları için yeni girişimler yapılabilir. Yeniay Mars ile kare açı yapıyor. Önünde Uranüs ve Pluto ile bir üçgen var. Toprak Elementi güçlü konumda. Bu da maddi konularda destekleyici bazı adımların atılmasını sağlayabilir.Venüs Satürn karşıtlığına Uranüs ve KAD bir kare açı yapıyor. Finansal piyasalar açısından radikal değişimler gözleyebiliriz.Bu yeniayın dolunayında Merkür retroya başlıyor. Yeniayın yönetici gezegeni konumunda olduğu için bu retro önemli. Merkür retrosu 10 Eylül -2 Ekim arasında olacak. Haliyle bu yeniay zamanı aldığımız kararlar ve attığımız adımlar bir tekrar içerebilir. Bu nedenle de 10 Eylül tarihindeki Dolunay gerçekleşene kadar temkinli adımlarla ilerleyin.Yükselen burç hesaplama sayfasından doğum bilgilerinizi girerek yükselen burcunuzu öğrenebilirsiniz.Burç yorumları blogda astrokronos.com
CNN'de 6 Ocak 2021'deki “Kongre Baskını” konuşulurken; “Burada değil de, başka ülkelerde darbe planlarına yardım ettim!” dedi. « Haliyle... Eski “Ulusal Güvenlik Danışmanı” John Bolton'ın bu itirafı, 15 Temmuz'u akla getirdi. « Tam altı yıl evvel, FETÖ'nün hain darbe girişimi yaşanırken... Bay Pos Bıyık, FOX
Oğlak Burcunda Dolunay 13 Temmuz 2022OĞLAK BURCUNDA DOLUNAY 202213 Temmuz 2022 günü 21:37 ‘de Oğlak burcunda bir dolunay yaşayacağız. Oğlak burcu daha çok kariyer hayatını, nerelerde daha profesyonel olduğumuzu gösterir. Burçlar arasında en geleneksel ve muhafazakâr burçtur.Bu dolunay, geçtiğimiz 29 Haziran tarihinde yeniay zamanında attığımız adımların sonuçlarını gösterecektir. Haliyle bu tarih aralığındaki ana konunuzun sonuçlarını alacağız.Bu dolunaya Venüs Neptün arasındaki bir kare açı eşlik ediyor. Bu nedenle hem maddi konularda hem de ilişkiler konusunda yanılgılara açığız. Bu nedenle ilişkiler konusunda hayati kararlardan uzak durun. Bu dolunay Merkür ve Uranüs arasında güzel bir açı var. Eğitim, yolculuklar ve rasyonel konular için oldukça destekleyici bir açı bu. Bu konularda güzel gelişmeler yakalayabiliriz.Bu dolunay zamanında herşey beklediğinizden hızlı gelişebilir. Özellikle sağlık konuları ve sağlık sektörü bu dolunayda dikkat çekebilirler. Aynı zamanda yöneticiler ve otorite konumundaki figürlerin de öne çıkacağı bir dolunay olacaktır.Güneş Castor sabit yıldızı ile kavuşumda. Kurnaz bir zekanın göstergesidir. Başarı ve ün getirse bile sonrası için çok da parlak tanımlar yapılmamıştır. Astrolojide şansız bir sabit yıldız olarak ünlenmiştir. Yönetim kademesi için bir ünvan kaybı olarak karşımıza çıkabilir. Önemli bir figürün ceza alması veya taciz ile suçlanması Castor Güneş kavuşumlarında karşımıza çıkan olasılıklar arasında. Nikola Tesla ve Bill Cosby bu sabit yıldız için sıkça verilen iki örnektir.Savaş da bu tarihlerde gündemi meşgul edecek konular arasında. Özellikle diğer ülkelerin savaşa yaklaşımları dolunay zamanında karşımıza sıkça çıkacak haberler arasında olacaktır.Bu dolunay zamanında ay 23. Menzilde23. Menzil: Sa'd Bula 12°51 Oğlak' ile 25°42'Oğlak | Uygun: Boşanmak için uygun. Tedavi için iyi. | Uygun Değil: Evlilik ve ilişkiler için uygun değil.Yükselen burç hesaplama sayfasından doğum bilgilerinizi girerek yükselen burcunuzu öğrenebilirsiniz.Oğlak Burcunda Dolunay Burç Yorumları ‘nı blogdan okuyabilirsiniz.
Birkaç aydır Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki şehirlerine gidiyorum. Batman, Siirt, Diyarbakır, Bitlis, Van, Ağrı ve Adıyaman'da AK Parti'nin Teşkilat Akademisi eğitimlerine katıldım. Batman'dan girip Ağrı'dan çıktığım da oldu, Malatya'ya inip Batman'dan döndüğüm de. Zaman darlığından dolayı şehirlerde kalmak pek mümkün olmasa da Van'dan Iğdır'a giderken bir zamanlar PKK'nın çalışma yaptırmadığı, mühendislerin kaçırılıp şehit edildiği ve iş makinalarının yakıldığı Tendürek Geçidi'nin artık duble olan yolundan geçtim. Iğdır'dan gelen yol arkadaşımdan geçide dair acı olayları dinledim. Adıyaman'dan Siirt'te geçerken ise kuleleri ile Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü andıran Nissibi'den geçtim. Tıpkı Yavuz gibi asma köprü olan Nissibi, Atatürk Barajı gölü üzerine inşa edilmiş ve Adıyaman'ı 2018 yılından beri Şanlıurfa ve Diyarbakır'a bağlayan can damarı olmuş. Saatlerce beklenen feribot sıraları ise geçmişte kalmış. Şehirleri gezemedim lakin Diyarbakır'da yarım gün geçirme fırsatım oldu. Dağ Kapı'dan Ulu Cami'ye kadar yürüdüm. Haliyle çarşıyı da baştan sona dolaştım. Dikkatinizi ilk olarak canlılık çekiyor. Birkaç yıl öncesinin ‘hareketli ve olaylı' Diyarbakır'ını bilenler bu değişim ve güveni hemen gözlemleyebiliyor. Ulu Cami'nin avlusunda oturdum bir süre ve ‘anı yaşayan' Diyarbakır'ı seyre koyuldum. Sonra da yaptığım paylaşımları görüp ‘abi Diyarbakır'a gelmişsin' mesajları atan gençlerle buluştum. Saatlerce sohbet edip, Diyarbakır'ı, hendek olaylarının izlerinin nasıl silindiğini, şehirde olan bitenleri konuştuk.
Vaktiyle “Devlet Güvenlik Mahkemeleri” vardı. DGM denildiğinde, Nusret Demiral akla gelirdi. Bu tartışmalı mahkemelerin “fevkalade tartışmalı” başsavcısıydı! « 1984-1995 yılları arasında “Ankara DGM Başsavcısı” olarak görev yaptı. Her biri, “Alacakaranlık Kuşağı” dizisinin bölümlerini andıran soruşturmaların sembol ismiydi. Korku filmlerinin aktörleri bile Demiral'ın yanında “sempatik” kalırdı! « Başsavcılık sonrasında siyasete girdi... “Ezan Türkçe okunsun!” çıkışıyla büyük tepki çekti... Haliyle, MHP'deki politik ömrü pek kısa sürmüştü. « İşte bu Nusret Demiral (92), birkaç gün önce geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etti. NUSRET ÖRTBAS Mister Demiral'ın dönemindeki birçok sarsıcı suikast karanlıkta kaldı. Dahası, itina ile üzerleri örtüldü. 1990'daki Muammer Aksoy'dan 1993'teki Uğur Mumcu suikastına kadar, laik aydın cinayetlerinin hiçbiri aydınlatılamadı. « 1988'de Özal'a yönelik suikast girişiminin dosyası da kapatıldı. « Mister Demiral, Komprador Burjuvazinin “mutemet adamı” olarak örtbas çalışıyordu! HASIRALTI EDİLEN NEYDİ? Uğur Mumcu Suikastının en başından beri kamuoyu taammüden yanıltıldı. Hayali “İran Bağlantısı” veya uydurma İslamcı örgütler işaretlenerek Törkiş Gladyo gerçeğinin üzeri örtüldü! Medya, DYP-SHP Koalisyon Hükümeti, Emniyet, Yargı; hep birlikte yaptılar, bunu... « Dönemin DGM Başsavcısı Nusret Demiral da “Amerikalılara yapılmış olan bir saldırıda kullanılan plastik bomba ile benzerlik var” diyerek dezenformasyona eşlik ediyordu. « Güldal Mumcu'nun “İçimden Geçen Zaman” adlı kitabında (um:ag, Kasım 2012) Nusret Demiral'ın cinayet soruşturmasını nasıl savsakladığına dair kimi örnekler de yer alıyor. Bunlardan birine göz atmakla yetinelim: “Soruşturmanın neden ilerlemediğini sorduk. Yetkisinin yeterli olmadığını söyledi. 'Yetkileriniz Yunanistan'ın veya İspanyol savcılarından daha mı az? Onlar ki, birçok siyasal cinayetleri aydınlatabildiler?' diye sorunca; bu defa da, şöyle dedi: -Tam yetkisiz değiliz ama durum biraz daha değişik...” KUŞKULU ÖLÜMLER Uğur Mumcu Suikastındaki ikinci savcı Kemal Ayhan, 26 Haziran 1995'te evinde ölü bulundu. Cenazesi aynı gün otopsi dahi yapılmadan Başsavcı Demiral'ın talimatıyla defnedildi! « Mumcu Soruşturmasındaki üçüncü savcı Tevfik Hancılar ise 27 Kasım 1997'de şüpheli bir biçimde hayatını kaybetti. Onun ölümü için de aynen Kemal Ayhan gibi “kalp krizi” denildi ve otopsi yapılmadı! ENGEL İDMAN YURDU TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'nun çalışmalarını engelleyenler arasında DGM'nin Başsavcısı Demiral, Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş başı çekiyordu. İTİRAF GİBİ Cindoruk'un Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Hanım'a taziyeye gittiğinde söylediği cümle şok edicidir: “-Zaten bekliyorduk!” (İçimden Geçen Zaman, Sayfa: 20) FETULLAH'IN ANONSU Locaefendi, Mumcu Cinayetinden bir hafta öncesinde (17 Ocak 1993), İzmir'de Bozyaka Yurdu'ndaki sohbetinde 'Devlet kademelerine öyle bir nüfuz ediyoruz ki, jiletle kazısalar bile yok edemeyecekler, bizi!' diyerek -daha o tarihte- çok iddialı bir şekilde konuşuyordu! « 1995 yılında Fetullahçılardan kopan ve sonraki yıllarda Paralel Yapı üyesi polislerin hedefi haline gelen bir doktorun dar dairede yapılan işbu sohbetten naklettiğine göre... Fetullah Gülen, o gün -isim vermeden- “Çok yakında büyük bir suikast haberi duyacaksınız. Üzerinde yıllarca konuşulacak, bir suikast' diyordu!”
Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşünü (1980) sağlayan Orgeneral Kenan Evren'i “kim” ikna etmiş? El Cevap: Dönemin MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık! « Bu bilgi, Emekli Büyükelçi Daryal Batıbay'ın “Diplomasi Koridoru” adlı sitedeki yazısında yer alıyor. Batıbay, 12 Eylül darbesinden sonra kurulan Ulusu Hükümetinde Dışişleri Bakanı olan İlter Türkmen'in “özel danışmanı” o dönemde... Kendisinden dinlemiş; vetonun kalktığından Dışişleri Bakanı Türkmen'in de haberi olmamış! « Haliyle, İlter Türkmen istifasını vermiş ama Ulusu kabul etmemiş... Vaziyeti öğrenen Evren Paşa, Türkmen'le baş başa görüşmek isteyip, onu çağırtmış... Evren Paşa, işte bu görüşmede “Rogers Planını kabule Haydar Saltık tarafından ikna edildiğini” söylemiş! Neticede, Türkmen istifadan vazgeçirilmiş! « Tam da burada, İlter Türkmen'in TBMM'de Darbeler Komisyonuna 2012'de söylediklerini hatırlayalım: “12 Eylül darbesinde ABD parmağı, tam bir şehir efsanesidir!” Komprador Burjuvazinin mutemet elemanı Mister Türkmen; “Rogers Planı ile refüze edilen bir Dışişleri Bakanı” sıfatıyla, 12 Eylül'ün derin arka planına ait gerçeği -işbu kendisinin dahi inanmadığı cümleyle- örtmeye çabalamıştı! TARİH: 17 EKİM 1980 O gün, Brüksel'deki NATO Merkezinin Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Osman Olcay ile Ankara arasında bir şifreli telefon görüşmesi gerçekleşti. Ankara'dan arayan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral Haydar Saltık'tı! Saltık, Olcay'a “Orgeneral Rogers size gelecek ve Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşüyle ilgili bazı açıklamalar yapacak. Onun istediği çerçevede hareket edin” diyordu! « Bu bilgiler de, o dönemde Brüksel'de Olay Yeri'nde bulunan diplomatlardan Büyükelçi Ümit Pamir'in tanıklığına dayanarak Sedat Ergin'in Hürriyet'teki köşesinde (21 Mayıs '22) yer aldı. « Bu emrivaki karşısında Dışişleri'nin yaşadığı büyük hayal kırıklığını söylemeye gerek var mı? 12 Eylül 1980 öncesindeki Demirel ile Ecevit hükümetleri döneminde Yunanlıları veto etme kararlılığı, Askeri Rejim tarafından bir kalemde çöpe atılıyordu! ABA ALTINDAN SOPA Sedat Ergin “Evren'in Yunanistan'a vetonun kalkacağını ABD Başkanı Carter'a Org. Rogers kendisine gelmeden iki hafta önceden taahhüt etiğini” de yazdı. (1 Haziran '22) « 12 Eylül darbesinden üç hafta sonra (4 Ekim 1980) Başkan Carter'ın Evren'e yazdığı mektup, 6 Ekim günü dönemin ABD'nin Ankara Elçisi James Spain tarafından Evren'e takdim edildi. « Spain “General Rogers sizi ziyaretinde veto olayını başaramazsa, Başkan Carter konuyla şahsen ilgilenmek zorunda kalacaktır” diye bir uyarı da yaptı! Evren, Spain aracılığıyla Jimmy Carter'a “Yunanistan'a vetoyu kaldıracağının” sözünü (aslında garantisini) verdi... 17 Ekim'de (1980) Rogers Ankara'yı ziyaret etti... Kısa bir süre sonra da (20 Ekim), resmen “yok pahasına” Yunanistan'a veto kaldırıldı.
Amerika Birleşik Devletleri, dünya üzerinde bireysel silahlanmanın en yüksek olduğu ülke. Küçük Silah Anketi adlı araştırma kuruluşunun yaptığı çalışmalarda ortaya çıkan sonuçlara göre ülke çapında şahıslarda bulunan, tabanca ve tüfek gibi ruhsatlı ateşli silah sayısı 393 milyon. Haliyle ateşle silahla vurulma sonucu ölümlerin en çok yaşandığı ülke Amerika. Ülkede işlenen cinayetler, tüm suçların 3'te birini oluşturuyor. Ortalama bir tabancanın 200 dolar, ortalama bir tüfeğin ise 1500 dolar olduğu ülkede 2020 yılında en az 45 bin 200 kişi ateşli silahlarla vurulma sonucu hayatını kaybetti. Bunlardan yaklaşık 19 bin 400'ünün cinayete kurban gittiği, diğerlerinin ise intihar ya da kaza ile hayatını kaybettiği belirtiliyor. Tüm bu atmosferin değişememesindeki en büyük etkense, ülkede son derece güçlü olan silah lobisi. Peki kim bunlar? Propaganda serimizde anlattık.
Akrep burcunda 16 Mayıs 2022 tarihinde bu yılın ilk Ay Tutulması yaşanacak. Bu tutulma ile Akrep burcunun temsil ettiği konularda netlik kazanacağız. Akrep burcu kredi, sigorta, faiz, tazminat, nafaka ya da başkaları ile olan ortak kazançları temsil eder. Bu tutulma güney ay düğümü tarafında olacak. Bu nedenle de bu konularda bir defterin kapanması gerekecektir. Bir borcu kapatmak, finansal bir davanın sonuçlanması, bir ödemenin netleşmesi gibi bir tema karşınıza çıkabilir. Devam edebilmek için birşeylerden vazgeçmeniz gerekebilir.Her ay tutulması bir dolunaydır. Dolunaylar bir sonuç aldığımız, belirsiz konuların netlik kazandığı, herşeyin görünür olduğu zamanları gösterir. Tutulmalar elbette bir yeniay - dolunay döngüsünden daha uzun süre etkilidir. Bu nedenle hayatınızda önemli bir etkisi olacak konular karşımıza çıkabilir. Örneğin bir almak için bir kredi çekme planınız belki burada netlik kazanır. Ancak bunun ödemeleri daha uzun bir zamana yayılabilir. Veya aldığınız ev hayatınızda önemli bir dönemeç olabilir. Tıpkı bunun gibi kısa sürede sonuçlansa bile etkisinin yıllar süreceği konular karşımıza çıkacaktır.30 Nisan 2022 tarihinde Boğa burcunda Güneş tutulması yaşadık. Bu bir yeniaydı. Bu nedenle bu tarihlerde attığımız adımların sonuçlarını bu ay tutulmasında göreceğiz. Boğa burcunda Uranüs 'ün de etkin olduğu bir tutulma yaşadık. Bu tutulmada hayatınızda artık sıkışmış olduğunuz konular için radikal çözümler aramış olabilirsiniz. Artık daha özgür olmanızı sağlayacak bir iş ya da yaşam tarzına geçiş yapmanız olasıdır. Önemli değişimleri kapımıza getirecek bu tutulmada bazı sürprizler de yaşamış olabilirsiniz. Şimdi bunların sonucunu alacağımız bir ay tutulması ile karşı karşıyayız. Haliyle 30 Nisan tarihinden bu yana karşınıza çıkan gelişmeleri iyi takip edin. Özellikle finansal konularda bir yüzleşme yaşamanız çok olası.Bu tutulmaya Kova burcundaki Satürn 'ün zorlayıcı bir açısı da olacak. Bu nedenle tutulma zamanında atacağımız adımlar biraz mecburi olabilir. Satürn kısıtlamaları, kuralları, kıtlığı temsil eden bir gösterge. Özellikle vergi ve faizlerle ilgili kurallar ve yaptırımlar gündeme gelebilir. Bireysel hayatlarımızda ise iyi bir bütçe yapmak durumunda kalabiliriz.Tutulmada Pluto 'da etkin konumda. Akrep burcunun modern yöneticisidir. Roma 'da Pluton (Zengin), Yunan 'da Hades (Görünmez) diye bilinir. Hesiodos Tanrıların Yaratılış 'ında " Güçlü Hades, yüreği acımak nedir bilmeyen tanrı" diye betimlenmiştir. Ölüler diyarının, yeraltının tanrısıdır. Yunanlılar adını anmaktan korkup ona Eubuleus "iyi öğüt veren" gibi sıfatlarla seslenmiştir. Arkeologları, narkotikle uğraşanları, jeologları, araştırmacıları, suçluları, güç sahibi ve zengin kişileri, dedektif ve psikanalistleri de temsil eder. Böcekler ve böcek bilimi de Pluto ‘nun temsil ettiği konular arasında yer alır.Kalıtsal hastalıklar, arınmayla ilgili olduğu için boşaltım sistemini temsil eder. Cinsel organlar ve hastalıklarla ilgilidir. Bu tutulma zamanında sosyal medyada, haberlerde sıklıkla bu sembolojiye rastlayabilirsiniz.Yakın zamanda benzer bir tutulmayı 16 Mayıs 2003 tarihinde yaşadık. Yaşı elverenler bu tarihlerde karşılarına çıkan konuları anımsamaya çalışabilirler. Benzer temaların tekrar etmesi olasıdır.19 Kasım 2021 tarihinde Boğa burcunda bir Ay Tutulması yaşadık. Bu tutulma Boğa- Akrep aksındaki ilk tutulmaydı. Kasım ayında yaşanan tutulma da bir ay tutulmasıydı. Ancak ozaman Boğa burcunda ve Kuzey Ay Düğümü tarafında yaşanmıştı. Bu nedenle o tarihte yaşadığınız konular daha fazla işbirliğine dayanan konular olabilir. Burada ise bir sürecin geride bırakılması daha olasıdır.Burç yorumları blogda astrokronos.com/blog
İsmail Kılıçarslan'ın başına gelenleri okudunuz mu? Uçak kapısından nasıl nezarete alındığını anlattığı dünkü yazısını yani. O sabah ilk beni aramış. Saat 9'da. Ramazan ayının ilk günü diye telefonu sessize almıştım. İki saat sonra geri döndüğümde cevap vermedi. Ertesi gün konuştuk. Şaşkındı. Biriyle muhabbetiniz varsa, arkadaşsanız, onu iyi tanıyorsanız telefonda da olsa anlarsınız. Yorgunluğu, üzüntüsü, öfkesi, hayreti sesine yansır. İsmail abinin sesi ne kırgın ne kızgın ne de öfkeliydi. Şaşkındı. Anlattıkça ben de 'Nasıl yani? Nasıl yani?' deyip durdum. Mustafa İslamoğlu, attığı tweete dava açmış. İsmail Kılıçarslan'ın 'kötücül' anlamıyla kullandığı 'habis' ifadesini, “Bana 'alçak' dedi” diye tevil etmiş. Bunun üzerine de hakaret davası açılmış. Fakat dava edilenin bundan haberi yok. İsmail Kılıçarslan, Gaziantep'ten Sabiha Gökçen'e inince uçağın kapısında onu bir polis karşılıyor ve “Aranıyorsunuz beyefendi, benimle gelmeniz gerekiyor” diyor. Ne bir bildirim ne tebligat ne de e-devlete düşen bir mesaj. Haliyle de tanınan, bilinen, yazan, okunan, Twitter'dan DM atsan cevap verecek gazeteciyi uçak kapısından “almak zorunda” kalmışlar. Bu iletişim kazası da gelip, Mustafa İslamoğlu'nun açtığı dava ile İsmail Kılıçarslan'ı bulmuş. Neyse ki kendi iradesiyle gidip ifade verdi de belki de koluna kelepçe takılmaktan kurtuldu. Bazı gazetecilerin bir ayağı adliyededir. Onlardan biriyim. Bunu övünmek için söylemiyorum. İşimin bir parçası ve gereği bu. FETÖ'nün yargıyı elinde bulundurduğu 17-25 Aralık süreçlerinde başlayan dava bombardımanlarından öyle saçma kararlar çıktı ki, bugün hâlâ 'nasıl olur' diyorum. Mesela abonesi olduğumuz İhlas Haber Ajansı'nın servis ettiği bir fotoğrafı internet sitemizde yayınladığımız için önce telif davası açıldı. Ardından 12 ay hapis cezası aldım. Bize dava açan Gezgin Dergisi'nin sahibi Halit Ömer Çamcı para istemişti, vermedik. Fotoğrafı, abonesi olduğumuz ajanstan aldığımızı ispatlamamıza rağmen telif davası açtı. Üstelik o fotoğrafı İHA'ya bizzat Halit Ömer Çamcı vermişti. Yine de ceza davası 'açtılar' ve hâkim 12 ay hapis cezası verip, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla saldı beni. Bu ceza beş yıl boyunca peşimden koştu. Şaka gibi ama o günlerde çok normaldi aslında. Bir de Bank Asya davası var. 2014 yılının başlarıydı. Önce dönemin yetkili kurumları soruşturma açtı. Sonra Bank Asya'yı batırmaya yönelik örgüt icat edip, beni de üyesi yaptılar. İfadeye gittiğim gün adliyede gözaltı yapacaklardı. Avukatım çekip ellerinden aldı. Selahattin Demirtaş'a, 6-7 Ekim olayları sonrasında basın açıklaması yaparken, tweet atıp “yalancı” dediğim için kaç kez talimatlı ifade verdiğimi hatırlamıyorum. Çengelköy Polis Karakolu'nu bir ara yol etmiştim.
Bir yemek tüketildikten sonra gelen el ayak üşümesi, kalp çarpıntısı, aşırı tatlı isteği gibi ani gelen açlık, halsizlik, baş ağrısı gibi şikayetleriniz var.Haliyle iyi ihtimalle şüphelenip doktora gittiniz. Açlık kan şekerinize hatta insülin seviyenize de bakıldı. Bu değerler belki sınırda, ya da genel olarak hafif bir dengesizlik, belki prediyabet ya da insülin direnci görüldü ya da görülmedi ya da ifade edilmedi. Ya da insülin değerleri ve açlık kan şekeriniz arasında bir tutarsızlık var ama üstünde çok da durulmadı.İyi beslenin, hareket edin ha bir de belki kilo verin dendi. Bir şeyler yapmaya çalıştınız ancak semptomlarınız anlayamadığınız şekilde bazen geliyor ve gidiyor. Kendi deneyimlerinizle belki belli başlı şeyleri kendinize göre anladınız ama tam da belli değil. Genel olarak açlığa dayanamam gibi kendinizi tanımlıyor olabilirsiniz. Acıkınca ya da yemek gecikince anksiyete yaşama, sinirlilik de eşlik ediyor ya da etmiyor olabilir.Ailenizde diyabet öyküsü var ya da yok. Kilo fazlanız var ya da yok. Görece iyi besleniyorsunuz, spor yapıyorsunuz ya da yapmıyorsunuz. Hatta bazen spor sonrasında bu semptomlar artıyor. Kilo vermeye çalışıyorsanız az yediğinizden galiba diyip devam ediyorsunuz. Bunların hepsinin üstüne belki ya da değil özellikle bu tatlı isteğinizin belki de psikolojik olduğunu düşünüp kendinizi zaman zaman yetersiz ya da kötü hissediyorsunuz.Amacımız yukarıdaki semptomlara bakıp google doktorculuğu yapmak değil. Bu semptomların sıklıkla bu mecrada bahsettiğim başka sebepleri de olabilir. Ancak yukarıdaki senaryo-lar size tanıdık geliyorsa, @eyvahdiyetimbozuldu ‘nun son bölümü bölüm 22-Reaktif Hipoglisemi sizi bekliyor.
Selam ben geçmişi olmayan adam nasılsın? Film incelemelerimize devam ediyoruz efendim. Bugünkü konuşacağımız Merakla beklenen kitap uyarlaması yapım Dune: Çöl Gezegeni Denis Villeneuve'ün zor bir görevi üstlendiği Çöl Gezegeni, yönetmenin tıpkı Blade Runner 2049 filminde kullandığı teknikleri içeriyor. Yavaş ilerleyen ve atmosferi buram buram karakter odaklı olan anlatısıyla beraber, görkemli bir sinematografiyle baş başa kalıyoruz. Dune Net bir sonla bitmese de serinin devam filmleri için umut verici bir yapım. Zimmer'in Müzikleri beklenen kadar fazla olan beklentiyi karşılayamıyor.. Filmin en büyük sıkıntısıysa uzun süresine rağmen hikaye anlatıcılığı konusunda kısır kalışı ve merak ögesinin tahmin edilebilir aksiyon sahneleri nedeniyle neredeyse ilerleyen filmler özelinde olsa da bu film özelinde hiç olmayışı. Öyle ki Protagonistimiz Paul için kendisini feda eden bir insanın ölüşü bile çok havada kalıyor. Filmde yapay zekanın bu olaylar öncesinde insanlara büyük zararlar verdiğini ve bu yüzden insanların artık bunları kullanmadığını anlatan bir kısımda yoktu. Akıllara izlerken bu adamlar neden bıçakla savaşıyor sorusunu sormanıza sebep olan durumda bundan kaynaklanıyor. Haliyle bu durum bazı klişe diyaloglara ve bu olaylar da ne anlama geliyor şimdi sorusunu beraberinde getiriyor. Yine de bunlar ilk bakışta gözümüze çok çarpmıyor. Kitaba sadık kalınarak çekilen bir iş olarak düşünüldüğünde benim gibi hikayeyi okumadıysanız kafanızda ilk film özetinde hikaye kısmında bir hayli soru işareti bırakan ama izlerken düşük temposuna rağmen neredeyse hiç sıkmayan devasa bir iş. Son olarak. gerek kadrosuyla gerek prodüksiyonun harcadığı emekler göz önüne alınırsa Dune: Çöl Gezegeni uzun soluklu bir seri için fena olmayan bir açılış filmi. Ödül döneminde; Ses tasarımı, görsel efekt ve sinematografi alanında iddialı olabilir. Filme puanım 7.1. Başka bir bölümde görüşmek üzere. Filmle kalın takipte kalın seyir kalın görüşürüz efendim.
Başta Avrupa mimarisini hem de Batı ittifakını, NATO dahil yeniden yapılandıracak zaman akarken, böyle devam ederse olmayacak işi başarıp Çin-Rus askeri ittifakı da doğurtacaklar... Çıkan kısmın fevkalade özeti şu; Biden-Putin görüşmesinin ardından, Rusya'nın boğazına dayanmış bıçak saydığı Ukrayna merkezli Avrupa sınırlarının üzerine iteklenmesi ve kimi rahatsız edici silahların konuşlandırılmasından sonra Moskova, “şu 90'lı yılların hesabını kapatalım. Sözünüze güvenilmediği ortada. Vesikaya bağlayalım” teklifini/baskısını yükseltti. ABD de arkasına aslında hepsi aynı ortak kümenin karakterleri, AB/NATO/İngiltere/G7'yi alarak Rusya'ya yükseldi. Haliyle Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile Vladimir Putin arasında herkesi 'bağlayacağı' anlaşılan zirve gerekti ve yapıldı. Bu sırada ABD ile Rusya, 'anlaşma' için alış-veriş arayışları sürdürüyordu...
Politik mizahtan başladık konuşmaya. Bastırdığımız şeylere gülüyoruz dedik. Haliyle neleri bastırdığımızı anlamaya çabaladık. Bir zamanlar ortasınıf ülkesi olan Türkiye'de yaşanan sınıf atlamalarının yarattığı sonradan 'görme' hallerine gülmemizden gurbetçi şakalarına geçerek oradan mizahin geçirdiği 'dijital evrime' geldik. Yeni nesil neye gülüyor, haliyle neyi neden komik buluyor veya 'bastırıyor'a gelmiştik de 'öyle işte' diyerek muhabbeti kestik. İyi dinlemeler
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde işe alınan personelden 557'sinin terör örgütü bağlantılı olduğu açıklandı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu TBMM'deki bütçe görüşmelerinde, hangi terör örgütüyle bağlantılı kaç İBB çalışını olduğunun detaylarını da verdi: “İstanbul'a yaklaşık 33 bin kişi alındı ve bu 33 bin kişiden ancak 14 bin kişinin bilgisi bize intikal ettirildi ve 12 bin kişiye ancak bakıldı, 455'inin PKK ve KCK kaydı var. Sekseninin DHKP-C kaydı var, 20'sinin de MLKP kaydı var. İkisinin MKP kaydı var ve diğerlerinin de kayıtlarını her birinize gönderebilirim.” Haliyle yer yerinden oynadı. Nasıl olur? İstanbul'un kalbi, ruhu, stratejik binaları, devasa şirketleri, yöneticileri geldi akıllara... PKK, KCK, FETÖ, DHKP/C, MLKP, MKP... Alfabede harf bırakmayan terör örgütleri İBB'ye nasıl sızmıştı? Sorular üst üste sıralanırken Ekrem İmamoğlu, terör örgütü bağlantılı 577 kişiyi İBB'ye aldığını kabul etmedi: “Bekledim ki herhalde gelip onları alacaklar İBB'den. Öyle ya, terör örgütü üyesiyse gelip tutuklayacak bunu. Yalanı konuş, iftirayı at, köşene çekil! Bu arada kimse gelmedi yani. Siz de duymadınız herhalde.”
Diyabet ile idrar bağlantısı çok eskilerden beri bilinmektedir. “Çok fazla idrar boşaltma” ile karakterize edilen bir hastalık, antik çağda MÖ 1500'lerdeki Mısır el yazmalarında bile yerini bulur. Karıncaları cezbettiği için Hintli doktorlar buna madhumeha (bal idrarı) adını verirler. “Kayserili Arete” olarak da bilinen Kapadokyalı Aretaeus, MS 1. Yüzyılda; “…içeceklerin hiçbir önemli kısmı vücut tarafından emilmezken, etin büyük bir kısmı idrarla sıvılaştırılır.” diye gözlemlerini aktarır ve “diyabet” (Yunanca, "sifon") kelimesini literatüre kazandırır. “Mellitus” (Latince, "bal gibi tatlı") teriminin eklenmesi için aradan yüzlerce yıl geçmesi gerekir. Hastalığı, idrarın tatsız olduğu diğer diyabet hastalığından (insipidus) ayırt etmek için 1798'de İngiliz Genel Cerrahı John Rollo “Diyabetes Mellitus” terimini oluşturur. Ortada test imkanı olmayınca, iş doktorlara düşer. Mesela Londralı bir doktor olan Willis, yüzlerce yıldır uygulanan bir yöntemin iyice duyulmasına yol açar; hastalarının “idrarının tadına bakma”sıyla meşhur olur. İdrar şekerli ise hasta Diyabetli tanısı alır, dosya kapanır. Neyse ki ilerleyen yıllarda teknoloji aşama aşama gelişir, doktorlar glukometre, diller test strip'i olmaktan kurtulur. Sürekli Kan Şekeri Takibi Nasıl Mümkün Oldu? İdrarda glukoz miktarını belirleme girişimleri, insülinin keşfinden daha öncesine, 1800'lerin ortalarına kadar uzanır. 1883'de George Oliver yatak başı idrarda glukoz ölçümünü tanımlar. Stanley Benedict, bu yöntemi 1908'de modifiye eder ve bakır reaktifi ile idrar glukozu ölçümü yapılır. Bu yöntem 50 yılı aşkın süre bazı modifikasyonlara uğrayarak kullanılmaya devam eder. Yöntemin en büyük zorluğu ısıtma işlemi gerektirmesidir. Ancak 1945'te modifiye bakır reaktif tabletleri içeren Clinitest (Ames, Elkhart, ABD)'in piyasaya çıkması ile işler biraz kolaylaşır. Bu testte glukoz oksitlenir ve “glukozüri miktarının, ısıtılan çözeltinin rengiyle orantılı olduğu” prensibiyle sonuç elde edilir. Aynı yıllarda benzer yöntemle idrarda keton da bakılmaya başlanır. İdrarda Glokuz ölçüm sistemi Clinitest (1950'ler) 1950'lerin ortalarında, glukoz oksidaz içeren “kuru strip”ler geliştirilir. 1957'de Miles-Ames laboratuvarı, idrar glukozu için daldır ve ölç (dipstick) denilen Clinistix adındaki stripleri geliştirir. Ancak bu yöntemin birçok kısıtlılığı vardır. Bir kere örneğin alım şeklinden ve örnek miktarından fazlasıyla etkilenir. Sonra glukozun saptanabilmesi için “bir hayli” yüksek olması gerekir. 1965 yılında Ames firması ilk kan şekeri test stripini geliştirir: Dextrostix adı verilen bu strip, üzerine bir damla kan damlatılması 60 saniye sonra yıkanması ile çalışır; ortaya çıkan renk şişe üzerindeki bir tabloyla karşılaştırılarak sonuç elde edilir. Haliyle bu strip, ev kullanımı için değil, doktor muayenehaneleri için üretilmiştir ve “Göz var izan var” prensibine dayandığı için sonuçları birazcık “göreceli”dir. İlk glukometre 1970'lerde Dextrostix ile kullanılır, ancak sonuçlar hala istenildiği düzeyde tutarlı değildir. 1970'lerin ortalarında, hastaların evde kan şekeri takiplerini yapabilmeleri fikri iyiden iyiye düşünülmeye başlar. Hem teknoloji elverişlidir, hem de hastalığın matematiği enikonu ortaya çıkar. 1977'de Glikozile Hemoglobin (HbA1c) ölçümü ile ilgili çalışmalar başlar. Uzun süreli kan şekeri kontrolünün iyi olmasının, diyabete bağlı komplikasyonların önlenmesinde çok önemli olduğu barizdir; ancak sıkı glisemik kontrol, beraberinde ölümcül bir risk de taşımaktadır: Hipoglisemi. Çare sık kan şekeri takibi ve buna izin verecek cihazlardır şüphesiz. Ames firmasının parmak ucu kan şekeri ölçüm cihazı (1990'lar) 1980'de Dextrometer piyasaya sürülür; bu glukometrede de Dextrostix kullanılmakta, ama artık sonuçlar dijital ekranda görünmektedir. 1980'lerde sektör çığ gibi büyür; giderek daha başarılı, daha ucuz, kullanımı daha kolay glukometre ve stripler kullanılmaya başlar. İmkanların genişlemesiyle bakım kalitesi de artar; hastaların kan şekeri ta...
“Türkiye'nin Suriye'ye yönelik askeri taaruzları, ABD'nin ulusal güvenliği ve dış politikasına karşı alışılmadık ve olağanüstü tehdit oluşturuyor”... Başkan Biden'ın bir müttefike söylenmeyecek kadar ağır ithamlarına 'alınıyoruz' ama gerçeği de biliyoruz; ABD Türkiye'yi müttefik olarak zaten görmüyor. Daha doğrusu, onun 'müttefik' olarak tarif ettiği 'köleliğe' biz uymuyoruz. Türk-Amerikan ilişkilerinde değişen şey bu. Haliyle, hüzünlenmeye gerek yok. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun, “ABD, PKK'yı terör örgütü kabul ederken YPG'yle işbirliği yaptı. ABD'nin burada bulunma amacının da DEAŞ'la mücadele olmadığını çok iyi biliyoruz. Bir terör örgütüne Amerika destek veriyor. Ayrıca Suriye'den teröristleri
Her milli gün ve bayramda “Acaba bu kez manevi değerlerimize ve inancımıza nasıl hakaret edecekler, nasıl saldıracaklar” endişesini yaşıyoruz. Karşı çıksanız “Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı” yaftası yapıştıracaklar, razı olsanız vicdan rahat değil. Bu durum istisnasız yıllarca böyle yaşanıyor. “10 Kasım'da Anıtkabir'e gitti gitmedi, camilerde dualar yapıldı yapılmadı.” Bu tartışmalar milli gün ve bayramlarda hiç eksik olmadı hayatımızdan. İşte yine böyle günlerden geçiyoruz. Ağustos ayı Türk tarihi için zaferler ayıdır. 1071 Malazgirt Zaferi'yle yurt edindiğimiz Anadolu'yu 30 Ağustos 1922'de terk etmeyeceğimizi tüm dünyaya ilân ettiğimiz tarihi zaferlerin yıl dönümlerini coşkuyla kutluyoruz.
7 Eylül Yeniayında Uranüs etkin. Haliyle bizleri değişime doğru itiyor. Astrokronos 'da yeni üyelik Sitedeki e-kitaplara ulaşabilmek için astrokronos.com/uyelik Eğitimlere katılabilmek için astrokronos.com/etkinlikler
Haydut Devlet'in Siyonist Başkanı Biden, “ABD, Afganistan'da El Kaide'yi yok ederek ve Usame Bin Laden'i öldürerek misyonunu tamamladı” dedi! « Düzenbazlık eseri bu cümlesinin neresini düzeltelim? Evvela, şuradan başlayalım: “El Kaide” vaktiyle Derin ABD'nin kurduğu bir “kontra” terör örgütüdür. Merhum Mahir Kaynak'ın deşifre ettiği üzere “El Kaide” CIA operasyonunun kod adıdır! -El Kaide'nin eylemlerini CIA yürütür. « Bin Laden'den devam edelim: Bu sütunda defalarca yazdığımız gibi... Usame Bin Laden'in 20 Şubat 2007'de böbrek yetmezliğinden öldüğü kesindir. Haliyle, 2 Mayıs 2011 tarihinde Amerikan Özel Timi'nin Pakistan'daki evinde düzenlediği operasyonda öldürülmesi... Yani “bir kez daha ölmesi” asla mümkün değildir! 21. Yüzyılın bu en büyük yalanlarından biri, Dönemin Başkanı Obama tarafından dünyaya ilan edilirken; Joe Biden Başkan Yardımcısı idi. Mendebur Joe Biden'ın, Düzenbaz Obama ve Sahtekâr Hillary Clinton ile birlikte “Pakistan'daki malum operasyonu dikkatle ve heyecanla izlerken” çekilen o fotoğrafı da unutmuyoruz. Beyaz Saray'ın “afiyetle yiyelim” diye servis ettiği o fotoğraf karesinde ‘En Başarılı Oyunculuk' performansını Hillary hak ediyordu! « Orada seyrettikleri gerçekten bir “operasyon” idi; Bin Laden'in bazı yakınları da katledildi... Gelgelelim, Olay Yeri'nde Bin Laden yoktu! 20 Şubat 2007'den itibaren hayatta olmadığı için, o “Kanlı Müsamere”ye katılması mümkün değildi! PÜF NOKTASI O resmi dünyaya servis eden Beyaz Saray; Bin Laden'in “cesedine” dair tek bir fotoğraf karesini veyahut görüntüyü, on yıldır neden gösteremedi? Cevabı çok basit: Çünkü “öldürülme” diye bir olay yok! 2011'den bu yana, bu mevzuda birçok yalan beyan veya kurmaca yayın sahne aldı; hepsi çöpe gitti... Bin Laden hayatını kaybettiğinde, Obama ile Biden'ın Beyaz Saray'a yerleşmesine neredeyse iki yıl vardı!
Katarsis'in 13. bölümünde Ayça Yönyül, Jose Saramago'nun Kopyalanmış Adam romanını ve sinemaya uyarlaması olan Enemy filmini masaya yatırıyor. Editör: Enzel Yılmaz Kurgu: Abdurrahim Kınıklı
Doğan Gürpınar ve Liora ile birlikte özel isimlerin sosyal değişimlerden nasıl etkilendiği üzerine konuştuk. İsim, ailelerin çocuklarına değerlerini yansıttığı bir sembol muhakkak. Haliyle ideolojilerin, sınıfsal ayrıştırmaların ve popüler kültürün de işin içine girdiği karmaşık bir sürecin eseri. Biz de Türkiye'deki özel isimlerin tarihini konuşurken daldan dala konunun inceliklerine ve ilginç yerlerine değinmeye çalıştık. Keyifli dinlemeler! Bahsi geçen kitap: https://www.kitapyurdu.com/kitap/turkiyede-ozel-isimlerin-tarihi/579511.html
Merhaba haziran ayı burç yorumunu konuşacağız ama önce Haziran ayının genel dinamiğini değerlendirelim. Önemli bir aya giriş yapıyoruz. Bu ay bir güneş tutulmamız var. Bu da bizi önemli bir yol ayrımına getiriyor.Mayıs ayının son günlerinde Merkür retrosu başladı. 23 Hazirana kadar sürecek. Yay burcunda bir ay tutulması yaşadık Mayıs ayında. Bu bir sonlanmayı karşımıza çıkarmış olabilir. Bu ay ise yeni bir başlangıca adım atıyoruz. Ancak bunun için belki bir süre beklemede kalmamız gerekecek. Veya eski bir konu tekrar gündeme taşınacak.2 Haziran tarihinde Venüs yengeç burcuna geçiş yapıyor. Hemen sonrasında ayın 4ünde Jupiter ile uyumlu bir açısı olacak. Venüs ve Jupiter astrolojide iki iyicildir. Bu ikisi arasındaki uyumlu açı oldukça destekleyici. Her ne kadar ayın ışığı yavaş yavaş küçülüyor olsa da bu şanslı açıyı iyi değerlendirin. İlişkiler, ortaklıklar ya da maddi konularda bazı fırsatlar yakalayabilirsiniz. Dinlenme ve tatil için de kullanılabilir. Ancak ertesi gün oldukça riskli. Bu nedenle bu tarihte tutamayacağınız sözler vermeyin. Tekin olmayan kişilerden ve ortamlardan uzak durun. 5 Haziran küresel anlamda da riskli bir tarih. Pandemi açısından da yeni bir mutasyon karşımıza çıkabilir. Umalım ki gücünü yitireceği bir varyasyon olsun. Aynı gün Merkür ve Neptün arasında da bir kare açı gerçekleşecek. Spekülasyon ve sansasyonlara dikkat. Merkür retro olduğu için 23 mayıs tarihindeki konular da gündeme gelebilir.10 Haziran tarihinde bir Güneş Tutulması yaşayacağız. Bu önemli bir başlangıcı hayatımıza taşıyabilir. Elbette geçmişle bir bağlantısı olacaktır. Merkür retro konumda olduğu için bir süre beklemede kalmak, gecikmeler, tekrarlar olasıdır. 11 Haziran tarihinde Mars Aslan burcuna geçiş yapıyor ve risk almaya daha yatkın bir duruma geçiyoruz. Ancak burada Satürn ‘ün bazı engelleyici etkilerini Temmuz ayında gözleyeceğiz. Bu nedenle aldığınız riskler konusunda yine de temkinli olun.15 Haziran tarihinde Satürn Uranüs arasındaki kare açı ikinci kez tekrar ediyor. Bu açıyı daha önce 17 Şubat tarihinde yaşadık. Finans dünyası açısından önemli bir açı. Daha çok bitcoin ve türevleri, regülasyon ve kitlesel hareketlerin sonuçlarını gözlediğimiz bir süreçten geçiyoruz. Bu nedenle açının ikinci tekrarı 17 şubat tarihinde karşımıza çıkan dinamikleri tekrar değerlendirmemizi gerektirecektir.20 Haziranda ise Jupiter Balık burcunda Retro yapacak. Tekrar Kova burcuna geçiş yapmaya hazırlanıyor. Balık burcuna ikinci kez geri dönüşü 2022 ‘nin ilk 6 ayında olacak. Haliyle bu zaman aralığını iyi değerlendirmek gerek. Özellikle su burçları olan Yengeç/Akrep ve Balıklar açısından şanslı zamanlar. Bu retro hareket sonrasında Kova burcuna geçecek. Bitcoin ve teknoloji alanında yine önemli gelişmelere tanıklık edeceğiz.21 Haziran tarihinde Güneş Yengeç burcuna geçiş yapıyor. Böylece resmen yaz mevsimi başlamış oluyor. Yengeç burçları içinse yeni bir solar yılın başlangıcı. Onlar için önlerindeki bir senenin nasıl geçeceğini görebilecekleri bir zaman aslında. Balık burcunda hareket eden Jupiter ‘den destek alan ilk dekan oldukça avantajlı konumda. Bu yıl önemli başarılara imza atabilirler. 23 Haziran tarihinde Merkür ileri gitmeye başlayacak. Bu tarih her anlamda destekleyici, artık önemli adımlar ve kararlar için harekete geçebilirsiniz.24 Haziran tarihinde Oğlak burcunda bir dolunay gerçekleşecek. Bu dolunayın yeniayı bir tutulmaydı. O tarihte Merkür de retroydu. Oğlak burcu kariyer ve devletle ilgili konuları anlatır. Burada önemli sonuçlar alabiliriz. Meslek hayatımız ya da geleceğimizi ilgilendiren önemli konularda kararlar karşımıza çıkacaktır.27 Haziran tarihinde Venüs Aslan burcuna geçiş yapacak. Maddi konularda ve ilişkilerde risk almaya açığız. Ancak tekrar hatırlatalım, tam karşıda hareket eden Satürn karşımıza bazı engeller de çıkaracaktır.Eğitim ve Danışmanlık için astronos.com
Son yılların en narsist canlı ya da cansızları olan virüslerden biraz uzaklaşıp konuyu bakterilere getirmek istedik bugün. Bakteri ve virüsler arasındaki temel farklılık nedir ile başladık. Haliyle konu canlı ya da cansız arasındaki sınırı nasıl çizebiliriz ile devam etti. Bakterilerin evriminde neler ilginç ve insan vücuduyla olan en temel ilişkileri nelerdir ile devam ettik. Keyifli dinlemeler.
Yaşasın Bağzı Filmler ekibimiz bu hafta, içinde bulunduğumuz durağan sinema gündeminde ilaç gibi gelecek bir derlemeyle karşınızda! Furkan ve Burak; kendi tozlu raflarını karıştırarak az kişi tarafından bilinen aşırı iyi filmleri, saklı hazineleri masaya yatırıyor. Haliyle farklı filmler keşfetmek isteyenler için birbirinden iyi film önerilerinin havada uçuştuğu bir bölüm ortaya çıkıyor.
Macbeth'de kazana konan malzemeler gerçek mi? Kazanın sırrı ve cadı ile ilişkisi ne? Kutsal kase ile bağlantısı nedir kısaca ele aldım. İyi seyirler
Telefonların hayatımızda ne kadar büyük bir yer tuttuğunun sanırım hepimiz farkındayızdır. Mesajlarımız, fotoğraflarımız, notlarımız, hatta sırlarımız ve şifrelerimiz bu aygıtın içerisinde. Haliyle güvenliğinin de epey bir önemi var. Bu bölümde telefonunuzun güvenliği için sizlere birkaç tüyo verdik. İyi dinlemeler.
Bir Kadın (94) - Sedef Ecer: "Hikaye anlatan delilik haliyle çocukluğumda tanıştım" by Medyascope
2020 felaketler yılı olmuştu. Bir çok kişi 2020 bitsin artık demişti. Peki 2021 nasıl bir yıl olacak? 2021 neler getirecek? Propaganda'nın bu bölümünde yeni yılın neler getireceğini anlattık. Geçtiğimiz gün dünya sağlık otoriteleri, İngiltere'de virüsün mutasyona uğradığını, %70 daha hızlı yayılan bir formunun ortaya çıktığını duyurdu. Avrupa ülkeleri tek tek İngiltere'den gelen uçuşları durdurdu, bunu dünyanın diğer ülkeleri takip etti. Hastalık artık yeni bir forma daha girdi, hatta yeni bir isim dahi aldı, ancak endişenmeye gerek yok, Almanya Sağlık Bakanı mevcut aşıların bu mutasyonu da kapsadığını bildirdi. Test edilmeden nasıl ulaşıldı ki bu bilgiye diye soruyorsanız sormaya devam edebilirsiniz. Çünkü sorularınızı duyan kimse yok. Sadece biz sıradan insanlar için değil, 2020 alanında uzman doktorların kısıtlamaları aşırı bulduğunu belirttiği için işinden kovulduğu, medyadan silindiği bir yıl oldu. The Irish Time'a verdiği röportaj ardından kovulan Dublin Midlands Hastane Grubu'nun klinik direktörü Dr. Martin Feeley bu doktorlardan sadece biri. Haliyle oto-sansür ve sessizlik sadece toplumu değil, tıp ve bilim dünyasını da sardı. Bu sansür ve sessizlik içinde yeni normal artık “normal” hale gelirken, kitleler de gerçek arayışı ile değil “normalden atılma” korkusu ile hareket etmeye başladı. Çünkü normallikten atılma, arkadaş kaybı, statü kaybı, gelir kaybı gibi bir çok cezayı da beraberinde getirir ki bunlar göze alması cesaret isteyen cezalardır. Ancak bununla kalmadı, bugün artık açık şekilde dillendirilen söylemlere göre yeni normali sorgulayanlar yakın gelecekte uçağa, otobüse dahi binemeyecek; kamu hizmetlerinden yararlanamayacak. 2020 yılında Black Mirror adlı dizinin bölümlerini aratmayacak sahnelere tanık olduk. Londra'nın ortasında sosyal mesafe izleme kuleleri, dronelarla kovalanan yaşlı insanlar, bomboş sokakta sokağa çıkma yasağını deldiği için ters kelepçeyle göz altına alınan insanlar...
Charlie Kaufman'ın gerek süresi, gerek metaforlarıyla dikkat çeken filmini Salon'umuza konuk ettik. Haliyle film, gereksiz roleplay'lerimize salça olmaktan kurtulamadı. Lütfü'nün filmi uzun süre önce izleyip anlamamış olması da I'm Thinking of Ending Things adına eşsiz bir "inceleme" çıkarmamızı sağladı.
24 Kasım 2019… TATKON 2019 bitmiş, Antalya’dan İstanbul’a dönüş yolunda uçaktayız. Kucağımda alacalı gri TATKON 2019 hatıra çantası, içinde kongrede tuttuğum notlar ve eşantiyonlar… Üzerinde “Yalnız Değilsiniz” yazıyor. Gerçekten de kongrede geçen birkaç gün yalnız olmadığımızı hissettirmiş, keyfim yerinde. Elimi atıp çantamdan ufak bir kart çekiyorum. Üzerinde 2020’de düzenlenecek kongreyle ilgili bilgiler yer alıyor. Adres Antalya’da marka bir otel. “Seneye şunun şurasında ne kaldı?” diye düşünüyorum. “Hayat, biz gelecek için planlar yaparken başımızdan geçenlerdir.”Allen Saunders TATKON... ONLINE... Aralık sonunda Çin’de tanı alan ilk vakaların ardından hızla dünyaya yayılan ve halk sağlığı ders notlarımızın bir köşesine iliştirdiğimiz “Epidemi-pandemi” kavramlarını oralardan çıkararak hayatımızın orta yerine getiren COVID-19’dan burada fazlaca bahsetmeme gerek yok sanırım. Sağlıktan ulaşıma, eğitimden bilime, mimariden sanata aklınıza gelen her alanda değişime ve dönüşüme yol açan Pandemi, elbette tıp eğitimini de vurdu. Toplantılar çevrimiçi yapılmaya başladı, eğitimler ve kongreler iptal oldu veya süresiz ertelendi. Bu koşullar altında TATKON 2020’nin de online şartlarda yapılacağı haberini almak, her ne kadar üzücü olsa da, sürpriz olmadı. Online… Peki nasıl olacaktı? Teknolojiye küçüklüğümden beri yoğun bir ilgim var. Günlük teknoloji tüketimim saymak istemeyeceğim kadar çok saatleri buluyor. Buna rağmen, online görüntülü iletişim hala hayatımda pek de yer bulmuyor. Pandemi ile birlikte katıldığım online toplantıların sayısı artsa da, son bir yıldaki görüşme sayımın yarısını geçtiğini söyleyemeyeceğim mesela. Yemeğin lezzetinin açlıkla artması gibi, bir şeyin uğruna ne kadar emek harcadıysam, ondan o kadar yararlanacağıma inanırım. Bir kongre, kongre salonlarına girmeden, hatta daha kongrenin düzenlendiği şehre gelmeden çok önce, o kongreye katılmaya karar verdiğinizde başlar. Yol arkadaşlarınızla her konuşmanızda, konuşmacı listelerine her bakmanızda, havalimanına giderken, uçakta, otelde vs. sürekli bir şeyler deneyimler; farkında bile olmadan zihninizi kongrede edineceklerinize hazırlarsınız. Sonra kongre başlar; şıkır şıkır katılımcılar salonları doldurur. Sunumunuzu katılımcıların gözlerine bakarak yapar, sunumları konuşmacıların gözlerine bakarak dinlersiniz. Kahve aralarında elinize içeceğinizi alır, koyu sohbetlere dalarsınız. Haliyle online bir kongre ile ilgili ilk düşüncelerim karmaşıktı. Sanırım bir çok kişi de benim gibi düşünmüştür. Kapılar Açılıyor TATKON 2020’nin sloganı “Değişen Dünya - Changing World” olarak belirlenmişti. Hemen akla pandemi gelse de, seçilen konu ve konuşmacılara bakıldığında pandeminin ötesine geçilerek, Acil Tıbbın ve dünyanın geleceği üzerine fikirlere odaklanıldığı anlaşılıyordu. 20 Kasım sabahı “Bakalım neler göreceğiz?” düşüncesiyle masaüstü bilgisayarımın başına oturdum. “Fiber” olduğu iddia edilen ama bence buna kendisi de inanmayan internet bağlantım, şarjını tamamen doldurduğum, gereğinde mobil veriye dönmeye hazır telefonum, yanıma aldığım kahvem ve atıştırmalıklarımla online kongre deneyimine hazırdım. Kongrenin online olmasının en önemli avantajlarından birinin sunumlardan spot bilgileri kaydetmenin kolaylaşması olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kongrelerde önemli gördüğüm bir slaytın fotoğrafını çekebilmek çoğunlukla mümkün olmuyor (Ne zaman heyecanla elim telefonuma gitse, çekeceğim slayt değişir. Murphy kanunu gibi bir şey). Bilgisayar başında ise bu çok daha kolay. Kongre boyunca çeşitli kişisel notlar tuttum, "kamuya mal olması" gerektiğine inandığım bilgilerle de bolca Twitter paylaşımı yaptım. Bunlara ek olarak katılamadığım oturumlarda paylaşılan tweetleri de takip etmeye çalıştım. Bu yazıdaki amacım, işte bu notlardan ve tweetlerden bir derleme yapmak. Notlarım Sayın Arzu Denizbaşı toksikoloji alanında literatürde değişenlerden bahsetti. Hala destek tedavi, çoğu toksisitede (ne yazık ki) tek seçenek.
24 Kasım 2019… TATKON 2019 bitmiş, Antalya’dan İstanbul’a dönüş yolunda uçaktayız. Kucağımda alacalı gri TATKON 2019 hatıra çantası, içinde kongrede tuttuğum notlar ve eşantiyonlar… Üzerinde “Yalnız Değilsiniz” yazıyor. Gerçekten de kongrede geçen birkaç gün yalnız olmadığımızı hissettirmiş, keyfim yerinde. Elimi atıp çantamdan ufak bir kart çekiyorum. Üzerinde 2020’de düzenlenecek kongreyle ilgili bilgiler yer alıyor. Adres Antalya’da marka bir otel. “Seneye şunun şurasında ne kaldı?” diye düşünüyorum. “Hayat, biz gelecek için planlar yaparken başımızdan geçenlerdir.”Allen Saunders TATKON... ONLINE... Aralık sonunda Çin’de tanı alan ilk vakaların ardından hızla dünyaya yayılan ve halk sağlığı ders notlarımızın bir köşesine iliştirdiğimiz “Epidemi-pandemi” kavramlarını oralardan çıkararak hayatımızın orta yerine getiren COVID-19’dan burada fazlaca bahsetmeme gerek yok sanırım. Sağlıktan ulaşıma, eğitimden bilime, mimariden sanata aklınıza gelen her alanda değişime ve dönüşüme yol açan Pandemi, elbette tıp eğitimini de vurdu. Toplantılar çevrimiçi yapılmaya başladı, eğitimler ve kongreler iptal oldu veya süresiz ertelendi. Bu koşullar altında TATKON 2020’nin de online şartlarda yapılacağı haberini almak, her ne kadar üzücü olsa da, sürpriz olmadı. Online… Peki nasıl olacaktı? Teknolojiye küçüklüğümden beri yoğun bir ilgim var. Günlük teknoloji tüketimim saymak istemeyeceğim kadar çok saatleri buluyor. Buna rağmen, online görüntülü iletişim hala hayatımda pek de yer bulmuyor. Pandemi ile birlikte katıldığım online toplantıların sayısı artsa da, son bir yıldaki görüşme sayımın yarısını geçtiğini söyleyemeyeceğim mesela. Yemeğin lezzetinin açlıkla artması gibi, bir şeyin uğruna ne kadar emek harcadıysam, ondan o kadar yararlanacağıma inanırım. Bir kongre, kongre salonlarına girmeden, hatta daha kongrenin düzenlendiği şehre gelmeden çok önce, o kongreye katılmaya karar verdiğinizde başlar. Yol arkadaşlarınızla her konuşmanızda, konuşmacı listelerine her bakmanızda, havalimanına giderken, uçakta, otelde vs. sürekli bir şeyler deneyimler; farkında bile olmadan zihninizi kongrede edineceklerinize hazırlarsınız. Sonra kongre başlar; şıkır şıkır katılımcılar salonları doldurur. Sunumunuzu katılımcıların gözlerine bakarak yapar, sunumları konuşmacıların gözlerine bakarak dinlersiniz. Kahve aralarında elinize içeceğinizi alır, koyu sohbetlere dalarsınız. Haliyle online bir kongre ile ilgili ilk düşüncelerim karmaşıktı. Sanırım bir çok kişi de benim gibi düşünmüştür. Kapılar Açılıyor TATKON 2020’nin sloganı “Değişen Dünya - Changing World” olarak belirlenmişti. Hemen akla pandemi gelse de, seçilen konu ve konuşmacılara bakıldığında pandeminin ötesine geçilerek, Acil Tıbbın ve dünyanın geleceği üzerine fikirlere odaklanıldığı anlaşılıyordu. 20 Kasım sabahı “Bakalım neler göreceğiz?” düşüncesiyle masaüstü bilgisayarımın başına oturdum. “Fiber” olduğu iddia edilen ama bence buna kendisi de inanmayan internet bağlantım, şarjını tamamen doldurduğum, gereğinde mobil veriye dönmeye hazır telefonum, yanıma aldığım kahvem ve atıştırmalıklarımla online kongre deneyimine hazırdım. Kongrenin online olmasının en önemli avantajlarından birinin sunumlardan spot bilgileri kaydetmenin kolaylaşması olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kongrelerde önemli gördüğüm bir slaytın fotoğrafını çekebilmek çoğunlukla mümkün olmuyor (Ne zaman heyecanla elim telefonuma gitse, çekeceğim slayt değişir. Murphy kanunu gibi bir şey). Bilgisayar başında ise bu çok daha kolay. Kongre boyunca çeşitli kişisel notlar tuttum, "kamuya mal olması" gerektiğine inandığım bilgilerle de bolca Twitter paylaşımı yaptım. Bunlara ek olarak katılamadığım oturumlarda paylaşılan tweetleri de takip etmeye çalıştım. Bu yazıdaki amacım, işte bu notlardan ve tweetlerden bir derleme yapmak. Notlarım Sayın Arzu Denizbaşı toksikoloji alanında literatürde değişenlerden bahsetti. Hala destek tedavi, çoğu toksisitede (ne yazık ki) tek seçenek.
Geçtiğimiz hafta Galatasaray ile Espor alanında partnerlik imzalayan Ingame Group CEO'su Burak Gözalan ile oyun ve Espor ekosistemini, Türkiye ve globaldeki rakamsal gelişimini ve son olarak da bu dikeydeki marka ve spor kulübü iş birliklerini konuştuk. En basit haliyle Espor nedir, bu alanda ne durumdayız öğrenmek isteyenler keyifle dinleyebilir.
16 Ekim 2020 – Terazi Burcunda Yeniay gerçekleşiyor. Terazi burcu evlilik, ortaklık, anlaşmalar ve danışmanlıkları anlatır. Birileri ile ortak bir işe başlayabilir, yeni bir ilişkiye adım atabilirsiniz. Elbette Terazi aynı zamanda ikili ilişkilerin her türünü anlattığı için danışmanlıkları, terapileri, özel olarak birebir aldığınız her hizmeti de içinde barındırır. Estetik, tasarım ve güzellikle çok bağlantılıdır. Aslında yeniay oldukça şanslı bir derecede oluyor. Özellikle sanat, tasarım ve yaratıcılık içeren konularda önemli fırsatlar karşınıza çıkabilir. İşbirliklerine de açık olan bu yeniay zamanında gelebilecek desteklere karşı açık olmakta fayda var. Yine de diğer göstergeleri de dikkate almakta fayda var. Oğlak burcundaki Pluto gibi ağır bir gezegen bu yeniaya bir kare yapıyor. Retro hareketi devam eden Mars ise Koç burcundan yeniaya bir karşıt açı yapıyor. Haliyle bu yeniay oldukça stresli ve zorlayıcı bir ortaklığı ya da anlaşmayı karşımıza getiriyor. Mars, rekabeti arttıran bir etki yaratırken, Pluto karşımıza çıkan ortaklık ya da ilişkilerde baskı ya da zorluklar olabileceğini gösteriyor. Terazi burcunun yöneticisi Venüs ise, Neptün gibi yanıltıcı ve aldatıcı bir gezegenle karşıt yapıyor. Bu haliyle ilişkiler açısından hassasiyeti arttırıyor. Bu yeniay zamanında ilişkilerde bir sadakat testinden geçebileceğimizi söyleyebiliriz. İş ortaklıklarında ise maddi tarafların adil bir ortaklığa adım attıklarından emin olmalarında fayda var. Yeniayın burcunuzu nasıl etkileyeceği Astrokronos Dergi 'de
Kaçış Rampası'nın yeni bölümü yayında. Eğitim Şart sloganının eskiden herkesin diline pelesenk olduğunu hatırlarsınız. Eskide kaldı çünkü bu sorunu çözdük. Fakat şöyle bir sıkıntı oldu: Yanlış çözdük. Cumhuriyet tarihinin en zirve dönemini yaşıyoruz bu konuda. Herkes üniversite okuyor; evet herkes kitap da okuyor, okuma yazma da geri değil. Fakat bu üniversiteler birçok niteliksiz mezun üretti. Haliyle de bir sürü diplomalı işsiz. Sadece İstanbul'da 51 üniversite var. İyi olduğunu düşündüğümüz okullarımızın yalnızca 8 tanesi Dünya sıralamasında ilk 1000'in içinde. Geçmişi ve günümüz şartlarını değerlendirip sentezlediğimizde ortaya şöyle bir teori bırakmak istiyorum. Odaklanmış Eğitim Modeli. Yani bir çocuğu farklı alanlarda yormak yerine, yetişmişlik seviyesine gelene kadar tek bir hedefe odaklayan bir eğitim modeli. Yeteneğine göre erken yaşta yönlenen ve saçma sınavlara tabi olmayan nesiller yetiştirmeliyiz. Bunu yaparken de toplumun kabullenmesi için her zamanki gibi ilgi çekici olmalıyız. Peki bunu nasıl yapacağız? O Zaman Bu Aleme Hoş Geldiniz!
Uzmanlaşma zamanımızın moda terimlerinden. Ne zaman birisi 'uzmanı olduğu' konu dışına çıksa, hemen bir kaş çatılır ya da herbokolog imasıyla burun kıvırılır. Konu karmaşık. Haliyle sadece 'uzmanlaştığı' alanda değil, diğer pek çok alanda da ilgi ve bilgisı olan birine soralım dedik mevzuyu. Nasıl ve ne zaman başlıyor misal bu herşeye merak duymak? Farklı alanlara ilgi duyan insanlar neden garipseniyor? Ya da bu 'farklı alanlar' hep var mıydı? Merak için merak mi yoksa problem çözmek için merak mı daha makul? Türkiye'de akademinin gelişimiden savaşların bilimin gelişmesindeki rolüne, teknik üniversitelerdeki mühendislik eğitiminden yabancı dilde eğitime kadar pek çok konuyu Celal ile konuşmuş olduk. Aman hoca demeyin, çok pis kızıyor=)
Aralık 2019’da hayatımıza giren SARS-CoV-2, asemptomatik subklinik enfeksiyon tablosundan ARDS’ye kadar giden geniş bir spektrumda hastalık tablosuna yol açabilen ve kardiyovasküler etkileri açısından da başından beri tıp camiasında pek çok tartışmayı beraberinde getiren bir patojen. Halihazırda kardiyovasküler komorbiditelere sahip hastalarda mortalite ve morbidite artarken, virüsün kendisinin yol açtığı miyokardiyal hasar da beraberinde ek kardiyak komplikasyonlar getirebiliyor. Bu nedenle SARS-CoV-2’nin kardiyovasküler etkileri üzerine bir derleme yapmak istedim. COVID-19 hakkında güncel verilerin oldukça dinamik bir şekilde değiştiğini ve yazının mevcut tarihe dek olan literatürü kapsadığını hatırlatarak keyifli okumalar diliyorum. SARS-CoV-2 ve Özellikleri Kardiyak etkilerini daha iyi anlamak adına öncelikle virüsün kendisinden ve oluşturduğu tablonun patofizyolojisinden bahsedelim. Coronavirüsler, Coronaviridae familyası içinde 26 ila 32 kb uzunluğunda tek sarmallı pozitif RNA virüsleridir. SARS-CoV-2 ise bu ailenin betacoronavirüs kolundandır, enfekte hücreye S1 ucu ile bağlanırken, S2 ucu enfekte olmuş hücreye füzyonuna yardımcı olur. S1 alt birimi, N-terminal alanı ve C-terminal alanı olmak üzere iki alana bölünür. SARS-CoV ve SARS-CoV-2 (ve bir alfacoronavirüs olan HCoV-NL63), C-terminal alanı yoluyla tip II alveoler epitelyal hücreler, bağırsak epiteli, makrofajlar, perisitler ve diğer hücrelerde bulunan anjiyotensin dönüştürücü enzim 2 (ACE2) reseptörüne bağlanır. SARS-CoV-2, SARS-CoV'ye göre daha yüksek afiniteyle ACE2'ye bağlanır ve daha fazla bağlanma ve etkileşim bölgesi içerir. 1 Peki kardiyovasküler açıdan bunlar neden önemlidir? ACE2, perisitlerde yüksek oranda eksprese edildiğinden mikrovasküler disfonksiyon gelişimine ve dolayısıyla akut koroner sendromlar başta olmak üzere vasküler hasarlanmaya yol açabilir.2 Dahası, kalp yetmezliği olan hastalarda ACE2 ekspresyonu up-regüle edilir, bu da kalp yetmezlikli hastalarda virüsün yüksek enfektivitesini ve kalp yetmezliği olan hastalarda yüksek mortalite oranlarını açıklar. Ayrıca, coronavirüslerin hücreye ACE2 yoluyla girişi, vasküler instabilite ve hipotansiyona sebep olarak, bilinen hipertansiyonu olan enfekte hastalarda mortaliteyi arttırır.ACE2 inhibisyonu, immün sistem regülasyonunda bozulma, sitokin aktivitesine bağlı artan metabolik talep ve prokoagülan aktivite, COVID-19 ile ilişkili kardiyovasküler hastalığı olanlarda istenmeyen sonuçlara yol açan olası etkenler olarak görünmekte. Bir tablo ile bunları özetleyerek devam edelim.3 SARS-CoV-2 ve kardiyovasküler etkiler Miyokardiyal Hasar Bilindiği üzere inflamatuar miyokarditlerin en sık nedeni viral enfeksiyonlardır.4 Haliyle miyokard hasarı yapan ilk virüs coronavirüs değildi. Aynı aileden SARS da hastalarda kalp yetmezliği, aritmi, sistolik/diyastolik disfonksiyon ve ani ölüme sebep olabiliyordu.5 Ancak SARS-CoV-2 için miyokard hasarını gösteren belirteçler, diğer Coronavirüslere göre daha somut şekilde ortaya konmuş durumdadır. Özellikle COVID-19 kritik hastalarında miyokardiyal hasar ve inflamasyonun belirteçleri olan yüksek NT-proBNP, yüksek cTnI, yüksek hs-CRP gibi faktörler ve ileri yaş, erkek cinsiyet, bilinen hipertansiyon ve koroner kalp hastalığı varlığı gibi risk faktörleri, yoğun bakım gereksiniminde ve mortalitede artış ile ilişkili bulunmuştur.6 7 8 Ek olarak, SARS-CoV-2 nedeniyle takip edilen 150 hastanın dahil edildiği ve 68 hastanın hayatını kaybetmesi sonucu mortalite verilerinin incelendiği bir çalışmada, ölen hastaların 5'inde ölüm nedeni olarak dolaşım yetmezliğine yol açan miyokard hasarı ve 22’sinde miyokard hasarının eşlik ettiği solunum yetmezliği görülmüştür.9 Ölen hasta grubundaki kardiyak troponin ve miyoglobin düzeyleri iyileşen gruba göre anlamlı derecede yüksek bulunmuş ve ölen hastaların bazılarında fulminan miyokardit gelişmiş olabileceğinden şüphelenilmiştir. Miyokard hasarı ve miyokardit spesifik olmayan ST segment-T dalga anorma...
Son zamanların gözde konusu karantinalar ve okulların öyle ya da böyle tatil edilmesi. Haliyle bir çok yerde tekrar gündeme gelen 'online eğitim' konusu üzerinde biraz lafladık. Nedir üniversitelerin ve eğitimin işlevi? Eğitimin online olmasının ne gibi avantajları ve sıkıntıları olabilir. İyi dinlemeler
Nedir bu gece kulubü endüstrisinin aslı ve nasıl işliyor yönetimsel süreçleri? Tavernalardan diskolara barlardan gece kuluplerine şöyle bir muhabbet ettik. Haliyle konu bu mekanların içinde asıl dönen olaylara geldi: Cinsel çekim, seks, sosyalleşme, sosyal onay, eşleşme, güzellik, alkol ve nicesi. ABD'deki alkol yasağı ile ilgili güzel bir belgesel önerisi: Prohibition: A Film by Ken Burns and Lynn Novick | Netflix
Bos zaman yasadigimiz cagin en buyuk endustri. Ister zamana dolu tarafindan bakip isleri analiz edelim, istersen bos tarafindan bakip hobi ve turevlerini, neticede hep ayni duraga cikiyoruz: Sosyal siniflar ve statu arayisimiz. Haliyle biz de o durakta Merve ile biraz bu endustrinin olusumu uzerine lafladik. Neticede ortaya bos zamanlarimizin tarihsel olarak dolu zamandan ayrilisi uzerine bir girizgah, sonrasinda gittigimiz yerler, satin aldigimiz kulturel urunler ya da genel olarak tuketim kulturumuz hakkinda ufak bir sorgulama ortaya cikti. Velhasil, bos zamanimizi filanca ust statuye ait olmak icin "harcayayim" derken bizzat kendi hayatimizi harcamamamiz dilegi ile
120 saatlik ateşkes süresi doluyor, Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi “Suriye İhaneti” başlıklı oturum için toplanmaya hazırlanıyor, Erdoğan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Kobane-Menbiç ve muhtemelen İdlib’i görüşüyor.Türkiye son Suriye operasyonunu Rusya’nın bilgisiyle ancak NATO desteğiyle gerçekleştirmiş görünüyor. Bu durum özellikle Tahran’da “Türkiye, NATO’ya Suriye desteğine karşılık İran’a karşı destek sözü mü verdi” kuşkusu doğmasına yol açıyor. Tahran’dan Ankara’ya sert mesajlar gönderilirken Erdoğan da İran’a üzüntülerini iletiyor.Kartların yeniden karıldığı, sahadaki ittifakların yeniden şekillendiği bir dönemden geçiyoruz. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın İdlib’i ziyareti buradaki harekatın eli kulağında olduğunu gösteriyor. Esad, Kürtlerden İdlib harekatı için destek isteyecek mi, Kürtler bunu hangi koşullarla kabul edecek? Bu ve benzeri soruları Fehim Taştekin ile konuştuk… İşte anlattıkları:“Türkiye’nin 9 Ekim’de başlayan müdahalesiyle ilgili İran’ın tutumu hayli dikkat çekici. Tahran Tükiye’nin güvenli bölge fikrine karşı. Erdoğan da buna tepkisini gösterdi. Bunun birkaç nedeni var: İran, Türkiye’nin bütün aradaki gerilimlere rağmen NATO-Amerikan eksenine yani Amerikan oyununa dönme ihtimalini dışlamıyor. Güvenli bölgenin eninde sonunda Suriye ve müttefikleri aleyhine bir plana dönüşeceğine inanıyorlar. Türkiye birkaç yıl önce güvenli bölge önerisini gündeme getirdiği andan itibaren bu şüphe var. Hatta Beşşar el Esad, Tahran’a gittiğinde dini lider Ali Hamaney güvenli bölge planlarının tehlikeli bir oyun olduğunu belirtip bunun önlenmesi için ortak hareket edilmesi gerektiğini söylemişti.İran tıpkı Rusya gibi geliştirilen tüm hamlelerin Amerikan askeri varlığını bitirip bitirmeyeceğine bakıyor. Bugün gelinen noktada Trump’ın çekilme kararının yeni bir kurguya dönüştüğünü görüyoruz. Türkiye’ye alan açmanın Amerika’ya alan açmak olduğunu düşünen İran’ın durduğu yer açısından alarm nedeni olan bir gelişme. Trump, Amerikan kamuoyundaki fırtınayı dindirmek için yeni bir kurguya yöneliyor. Senatör Graham’a bunu dört ayaklı bir hedefle dillendirmiş. İlk ayak Türkiye’nin güvenliğinin tarihi bir çözüm ile temini. İkincisi Kürtlerin güvenliğinin tarihi bir çözüm ile temini. Üçüncüsü IŞİD’in yeniden doğmasının önlenmesi. Ve en önemlisi Suriye petrolünün Suriye devleti ve İran’ın eline geçmesini önlemek için petrol sahalarının geliştirilmesi ve gelirin garantiye alınması amacıyla Suriye Demokratik Güçleri ve Amerikalılar arasında ortak bir teşebbüsün kurulması.Bu çok ilginç bir durum. Buradaki petrol ABD’nin küresel hesaplarını etkileyecek bir büyüklükte değil ama Suriye’de oynanan oyunda ve yerel müttefiklerin finanse edilmesinde kayda değer. Bu yaklaşımla Trump, Kongre’de kendisine bir kalkan edinmiş oluyor. Fakat bu plan Türkiye’nin beklentilerine ters. Türkiye her şeyden önce ABD’nin Kürtlerle ilişkisinin kesilmesini istiyor. Özerkliğin mutlak surette dağıtılmasını şart koşuyor. Bunu hem Amerikalılardan hem Rusya üzerinden Şam’dan bekliyor. Amerikalılar ateşkes sağlarken Ras’ul Ayn (Serekaniye) ve Tel Ebyad (Gire Spi) dışındaki bölgelerde Türkiye’ye garanti vermedi. Bu iki yerin dışındaki bölgeler için Rusya kapısını gösterdiler. Haliyle ateşkes bittiğinde sahadaki yeni durum, tamamen Ruslarla pazarlıkların nereye gideceğine bağlı. Rusya ise Suriye ordusunun intikalini sağlarken Türkiye’nin Kobani, Kamışlı gibi yerlere müdahalesine yeşil ışık yakmaz. Sadece Türkiye’nin şu an bulunduğu yerde kalmasına dönük bir al-ver süreci işletebilirler.Erdoğan 12 gözlem noktası kurmayı yeni hedef olarak önüne koydu. Bunu Suriye kesinlikle istemeyecektir. Bu konuda olası taviz için Türkiye’nin Fırat’ın batısından ne kadar vazgeçip geçmeyeceği hesaba dikkate alınacaktır. Ayrıca operasyonun genişlemesi Amerikan cephesini de karşı önlemler (yaptırımlar) için tetikleyebilir. Bu pazarlıklara rağmen genişleme olmasa da ateşin kesilmeyeceği anlaşılıyor. Türkiye bulunduğu yerlere yığınak yapıyor. Nokta atışlarıyla saldırılarını sürdürebilir ve çok taraflı bir baskı mekanizması geliştirebilir.”
İnsan müdahalesinin olmadığı bir doğa mümkün mü? İnsan etkisi, hayvan etkisi ve insan dışı doğa meseleleri bugüne kadar konuşulageldi. Anadolu Meraları ekibinden Durukan Dudu ve Can Kazaz, gündelik rutinleri üzerinden açtıkları bu sohbeti, mizantropi (insana karşı güvensizlik ve nefret) eleştirisini de kapsayan bir noktaya taşıyor. “İnsan türünün doğadaki yeri nedir?” ya da “İnsan olmasa Dünya daha güzel bir yer olabilir miydi?” sorularına dokunan sohbetlerinde insanın yönetme ve yöneterek güzelleştirme potansiyelini tartışıyor. Haliyle “müdahalesiz tarım”ın ne olduğu ve mümkün olup olmadığının yanısıra “onarıcı tarım” konusu da kısaca bu bölümde kendine yer buluyor.
Kuran Ahlakına Doğru 5 - M. Fethullah Gülen Hutbe Serisi 30 Mayıs 1980 - Bornova Camii - Müslüman davranış insanıdır, söylediğini yaşar - Mus’ab bin Umeyr 500 kelime konuşmamıştı - Mus’ab bin Umeyr ’in Uhud’da şehadeti, yüzünü saklaması - Dil insanı cenneti götüren mühim bir vasıtadır Hutbenin yazıya dökülmüş haline aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz: https://drive.google.com/open?id=1ptKgjMkm0BIUXsZFKflOx3PTucn_Renm
Bu endişe, aslında çok dramatik olsa da insanı komik hallere sokan bir duygu. Resmen kendi kendimize huzur vermemek için uğraştığımız bir durum. Etrafımda bir zamanlar ki kendimden sonra bu endişeyi en çok yaşadığına şahit olduğum kişi; kuzen Deniz:)) Deniz'in katıldığı podcast'leri dinleyenler neden gülerek yazdığımı anlamışlardır. Biz elbette bu konudan yola çıktık güldük eğlendik ama iş bir noktadan sonra sorunun kaynağı olan aşamalara indi. Haliyle; değersiz hissetme, kendini sevememe gibi alt benlik konularını konuştuk. Ve bu duygulardan kurtulmak için kısa kısa tüyolar verdik. Ben de çook büyük kararlar aldım yayın sırasında. Güzel sürprizlerim olacak ileri ki yayınlarda. Bence hemen dinlemeye başlayın.Konuk: Deniz Zoroğluarkafonhikayeleri.podcast@gmail.comhttps://www.instagram.com/nilufer_sasmaz/Support the show (https://open.spotify.com/show/7y3wrODRJ3L9ZxctFV84zC)
İlginç ve maceracı karakterlerin tuhaf keşifleri ve olağanüstü gözlemleri Hafiye'de kendine yer buluyor. Hafiye'nin her programında enerjileri hiç bitmeyen meraklı şahsiyetlerin yolculuklarına dahil olacağız. Bu programda da, yolculuk dedik iki gezgin hafiyeyle başlayalım. Gezginlik TRT'de çok uzun yıllardır Gezelim Görelim programını sunan Nuray Yılmaz, dünyayı hala kazan kepçe gezen Çoşkun Aral ve kutupta kıbleyi bulan Saadettin Teksoy'lu zamanlardan bu yana çok yol kat etti. Şimdi internet dünyasında sayıları yüzleri aşan bloggerlar var. Seyahatperest.com, kesfetsene.com, yoldaolmak, dünyayayıgezmek! Ve bu blogları aktif bir şekilde güncelleyen, bunlara emek harcayan yeni nesil seyyahlar var. Haliyle ortam çok sesli konularda çok çeşitli. Mutlaka bir gezilmesi gereken 25 şehir var. Ulaşım, konaklama, yeme-içme rehberleri var. Vizesiz gidilebilen yerler var. Alan bu anlamda çok demokratik haliyle de rekabet de çok. Hatta seyahat blogları arasında yarışmalar düzenleniyor. Şimdi bu programda iki tane gezgin bloggerla başlayacağız. Biraz önce bahsettiğim bu dünyaya onların gözünden bakmaya çalışacağız. İlk önce kendini Google'a sevdiren gezgin Osman Kurt, blogunun adı da cokgezenadam.com ve kendini emekliler gezgini diye tanımlayan Pınar Bulut onun blogunun adı ise kutubaligi.com İlk önce çalışkan bir analiz insanı olan Çok Gezen Adam ile başlayalım. O bize Türkiye'de insanların gezerken en çok ne aradığını anlatacak.
Geçtiğimiz hafta çok güzel çalışıp sitemizi ve elimizdeki her şeyi AWS'e geçirdik. Haliyle bu hafta konuşmasak olmazdı. E tabi yine gündemimizde sıcak konulardan biri olarak Ethereum var. Madem dedik bu kadar füturistik konuları konuşuyoruz o zaman neden bilimkurguya da girmeyelim! Kapanışta da yerli amatör gruplara yer vermeye başladık, ilk şarkı DUDE'den geldi. Katılımcılar: Mert Susur, Deniz İrgin, Deniz Özgen, Uğur Atar, Fırat Özbolat ve Barış Özaydın Kapanış şarkısı: Shape Of You - DUDE (Ed Sheeran Cover) https://www.youtube.com/watch?v=zn_o7zS6N70
Genel Secimler oncesi Karabekir Akkoyunlu ile secim heyecanimizi programlastirdik! Haliyle rengimizi de belli ettik. Esantiyondan: 8 Haziran 2015'de nasil bir ulkeye uyanmak istersin; demeyecegiz!
Bol çapraz referanslarla bezediğimiz yüksek enerjimizi muhabbetimize akıttık. Zira Facebook halka arzı yüzüne gözüne bulaştırdı. Haliyle tekurrür eden konumuz: Güven. Facebook'a güveniyor muyuz? Eşantiyon konu: Avrupa hafta sonu Yunanistan'ı Euro'dan atıcak mı?