POPULARITY
10 Mayıs 1922 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinde “Saatler ve Manzaralar” başlığıyla neşrettiği yazıdan anlaşıldığına göre değerli şairimiz Yahya Kemal Beyatlı bir gün ikindiden sonra Ayasofya Camii'ne gidiyor. Dört kürsüde vaaz eden dört vâizi ayrı ayrı ve kalbinin bütün samimiyetiyle dinliyor. Lakin büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. Çünkü onların sözleri, İslam'ı en güzel şekilde anlatan eski âlimlerin o ateşli ve heyecanlı sohbetleri yanında çok sönük kalmaktadır. Hatta bu vâizlerin konuşmaları o kor'un soğumuş külü kadar bile etkileyici değildir.
Canlar, in dieser Folge beschäftigen wir uns mit der mystischen Figur Hz. Hizir/Xizir im alevitischen Islam. Xızır wird als eine Barmherzigkeit Allahs verstanden, die in schwierigen Zeiten zu den Gläubigen eilt, um ihnen mit Weisheit und Führung zu helfen. Als unsterblicher Helfer symbolisiert er die Nähe Gottes und das Streben nach spiritueller Erleuchtung. Wir sprechen über seine Person, seine Bedeutung im alevitischen Glauben und das Xızır-Fasten, eine besondere Praxis, die den Gläubigen hilft, sich mit der göttlichen Weisheit und Barmherzigkeit Xızırs zu verbinden.
Merhaba KeyfeKeder Tayfa , Bu podcastimizde, annemi kaybetme sürecinde iman ve sabırla nasıl ayakta kaldığımı anlatıyorum. Ölümün bir son değil, ebedi bir başlangıç olduğuna inanarak bu büyük acıyı karşılamaya çalıştım. Tevhid ve teslimiyetin, dünyadaki sıkıntılara karşı nasıl bir dayanak sunduğunu konuşacağız. Keyifli dinlemeler…
Canlar in dieser Folge sprechen wir über das Vermächtnis des Propheten Muhammad – den Koran und seine Familie (Ehlibeyt) – und was es heute für uns bedeutet. Wir beleuchten die Bedeutung der Alevitischen Ocaks, ihre Verbindung zur Ehli-beyt und die Rolle moderner Geistlicher wie Dedes und Anas in einer sich wandelnden Welt.
Veysel Karani hazretlerinin bu münacatı Allah Teala'nın rububiyeti karşısında insanın ubudiyetini, Onun izzeti karşısında zilletini, zenginliği karşısında fakirliğini, bekası karşısında fani oluşunu, kuvveti karşısında zayıflığını, cömertliği karşısında miskinliğini anlamasına çok ciddi manada yardımcı olur. Bediüzzaman hazretleri de bu münacatı Risale-i Nur'un acz, fakr, şefkat ve tefekkür mesleğine uygun görmüş, bu nedenle hem kendisi daimî bir virdi olarak okumuş hem de Risale-i Nur'ların farklı yerlerinde bu münacatın hakikatlerini doğrudan veya dolaylı olarak izah etmiştir. Örneğin Kelime-i Tevhid'in mükemmel bir tefsiri olan 20. Mektubun 2. Makamında “Sekizinci Kelime” olarak zikrettiği VE HÜVE HAYYÜN LÂ YEMÛT kelimesinin izahında Veysel Karani hazretlerinin bu münacatına bizzat kendisi geniş bir meal yazmıştır. İsteyenler 20. Mektubun o bölümüne müracaat ederek “Yâ İlahenâ! Rabb'imiz sensin! Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden sensin.” diye başlayan münacata bakabilirler. Bu münacatın bir diğer özelliği de şudur: Duayı veya evrad ü ezkarı hayatına ciddi manada dahil etmek isteyen insanlara bu yolculuğa genellikle Veysel Karani Hazretlerinin münacatı ile başlamaları tavsiye edilir. Çünkü hem kısa ve sadedir hem de oldukça dokunaklı ve zengindir. Süslenmeye ihtiyacı olmayan doğal bir güzelliğe, kendini kanıtlama ihtiyacı duymayan bir büyüklüğe ve derinliğe sahiptir. Bu çok kıymetli duayı, Arapçasından bir kısmı okunduktan sonra Türkçe manasının okunduğu bir şekilde sizlerle buluşturmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Çok fazla örneği olmayan bu orijinal çalışmanın faydalı olmasını Rabbimizden niyaz ederiz.
Canlar dieser Special-Folge zum Andenken an Ahmet Kaya sprechen wir mit seinem ehemaligen Manager Aliekber Koç über das Leben, die Musik und den Kampf des rebellischen Künstlers. Wir beleuchten seine Rolle als Stimme der Unterdrückten, seinen Einsatz für Aleviten und die tragische Zeit im Exil. Dabei hinterfragen wir, inwiefern die türkische kurdische Linke ihn im Stich ließ und welche Verantwortung sie an seinem Schicksal trug. Eine bewegende Hommage an einen Künstler, der Generationen geprägt hat.
Canlar in dieser Folge sprechen wir über die Gefahren, die das Alevitentum zunehmend aushöhlen. Zwischen Assimilation, dem Druck einer islamischen Anpassung und der Einflussnahme vermeintlich alevitisch geführter Verbände steht. Welche Wege gibt es, das Alevitentum vor der Entwurzelung zu bewahren? Und welche Risiken drohen uns, wie sie die Drusen bereits entwurzelt und zum Spielball der Geopolitik gemacht haben? Ein Gespräch über den Erhalt einer von innen und außen bedrohten Identität.
Mekke'nin fethedildiği gün… Şehrin dört bir yanından Kelime-i Tevhid sesleri yükseliyor. Kâbe, bütünüyle putlardan arınmış. Yerlerde paramparça olmuş putlar, yüzlerde bitimsiz bir hamd, sonsuz bir şükür. Habeşli Bilal, o muhteşem peltekliğiyle Ezan-ı Muhammedi okuyor ve çınlatıyor Mekke'nin, ruhun sılasının göğünü. Kâbe'nin bir köşesinden, ufak tefek, fakirliği her halinden belli bir Bedevi yaklaşıyor. Bir sahabenin önünde duruyor ürkerek. Sorusunu güçlükle duyuyor sahabe. Soru şu: “Muhammed hanginiz?”
Önemli bir konuyu yeniden yazıyorum: Gençlik meselesini. Gençlik elimizde kayıp gidiyor. Gençliğini kaybeden beş toplumun geleceği karanlıktır, çıkmaz sokaktır. Gazze'deki soykırımdan sonuç itibariyle hiç de farklı olmayan ürpertici bir sorunumuz var: Çocuklarımızı kaybediyoruz… Liselerdeki çocuklarımız hız, haz ve ayartı peşinde koşturuyor. Üniversitelerdeki çocuklarımız da aynı şekilde. Popüler kültür ve popüler kültürün en yaygın mecrası sosyal medya, bu kültürel soykırımı katmerli hâle getiriyor. Soru şu burada: Liselerdeki çocuklarımızın kaçta kaçının İslâm diye bir derdi, davası, iddiası, hayali ve rüyası vardır? Üniversitelerdeki çocuklarımızın kaçta kaçı Gazalî'yi, İbn Sina'yı, İbn Arabi'yi, İbn Haldun'u, Cezerī'yi, Birûnī'yi, Sinan'ı, Itrī'yi ideal model olarak görüyor acaba? Bu sorular hayatî sorular ve verilen cevaplar hayal kırıklığına yol açacak kadar ürpertici. Her zaman söylediğim gibi: Genç kuşaklarını ihmal edenler, geleceklerini imha ederler. Çocuklarımız hız, haz ve ayartı rejimi dromokrasinin pençesinde kıvranıyor. Hedonizmin, egoizmin, nihilizmin kurbanları olmak üzereler… Bütün bu akımlar, deizmin, ateizmin kucağına itiyor çocuklarımızı. DEİZM VE ATEİZM DALGASI… Peygamber'siz din olmaz. Peygambersiz din, asliyetini ve hüviyetini de, varlığını ve anlamını da yitirir. Ama çağımızda peygamber fikrine saldırı var. Deizm, Tanrı fikrini, inancını kabul eder ama peygamberi, peygamber fikrini ve inancını reddeder. Deizm, Tanrı fikrini kabul etse de, sonuçta, deizmin tanrı inancı, pagandır: Hayata karışmaz, hayatın dışındadır deizmin tanrısı. Hayata karışmayan bir Tanrı fikri, Yaratıcı olamaz, yaratılanların icat ettiği bir mahlûkât olabilir ancak. Deist olup da dindar olduğunu söyleyen insanlar var. Deizm, hakîkî dinin, inancın altını oyar. Deist, her ne kadar Tanrıya inandığını söylese de, inanan biri değildir, inançla, din'le dalga geçen, kafasına, keyfine göre hem tanrı hem de din icat eden biridir. Deist, tastamam palyaçoyu andırır: Deistleri en iyi açıklayacak ifade palyaço metaforudur. KALICI ÇIKIŞ YOLU: TEVHİD İNANCI VE NÜBÜVVET FİKRİ Din'in temeli tevhid'dir. Tevhid, hem yaratıcının tekliğini ve benzersizliğini ifade eder hem de hayatın birliğini teminat altına alır, kosmos yerine kaosun, vahdet yerine kesret'in hâkim olmasını önler. Tevhid inancı, bütün fikrine dayanır. Bütün fikri, insanın parça'nın, dolayısıyla atomun dünyasında kaosun eşiğine sürüklenmesinin önüne set çeker. Bütün fikri, her bir parça'nın hem kendi varlığı ve anlamı hem de diğer parçalarla ve bütün'le ilişkisi açısından hayatta kozmos'un, düzenin, nizamın teminatıdır. Bütün fikrinin yitirildiği bir yerde, parça bütün'ü de paramparça eder; hayatı kaosun, anlamsızlığın ve nihilizmin eşiğine sürükler. Bütün fikri'nin ve parça'nın bütün'le kopmaz irtibatının ve hayatın anlamını, insanın da özgürlüğünü yitirmemesinin yegâne kaynağı nübüvvet fikri'dir. Nübüvvet fikri hem tevhid akîdesinde kristalize olan bütün fikri'nin hem de insanın özgürlüğünün yegâne sigortasıdır. Peygamber'i devre dışı bırakan bir din, kısa devre yapar ve ortaya kelle sayısı kadar din yorumu çıkar. Tevhid fikri, dinin temeli. Nübüvvet fikri ise sütunu. Diyanet ve diğer devlet yetkilileri, propagandasını yapmamak için açıklamaktan çekinseler de, deizmin ve hatta ateizmin hızla yaygınlaştığını, insanların dini hızla terkettiklerini ya da dine karşı ilgisiz ve kayıtsız bir tavır sergilediklerini gözlemliyoruz. ÜLKENİN ELİMİZDEN GİTMEMESİ İÇİN…
Canlar in dieser Folge besprechen wir die spirituelle und kulturelle Bedeutung des Fastens im Monat Muharram , besonders aus der Perspektive der Aleviten. Muharram ist ein heiliger Monat im Islam, der besonders für die Aleviten von großer Bedeutung ist. Wir beleuchten die historischen Hintergründe und die tragischen Ereignisse von Karbala, die das Fasten in dieser Zeit prägen.Hört rein, um zu verstehen, wie das Fasten im Muharram nicht nur eine religiöse Pflicht, sondern auch ein Akt des Gedenkens und der Solidarität ist. Diese Episode bietet einen Einblick in die alevitische Spiritualität beim Fasten und zeigt, wie tief verwurzelte Traditionen heute noch gelebt und gepflegt werden.
6. Bir kimse ancak bir kâfirin yapabileceği bir fiili yapar ya da ancak bir kâfirden sudûr edebilecek (meydana gelebilecek) bir sözü söylerse; müslüman olduğunu ikrâr edip “La ilâhe illallâh, Muhammedur Resûlullâh” dese dahi bu fiil ve söz sebebiyle kâfir olur. Mesela, puta, güneşe veya aya secde etse, Yahudi veya Hıristiyanlarla beraber kilise ve havralara gitse, zünnar, haç gibi onlara mahsus olan kıyafetleri giyse, bu hareketleri sebebiyle kâfir olur. Kelime-i Tevhid'i ikrârına bakılmaz. 7. Bir kimse Allâh (c.c.)'un haram kıldığı içki, kumar, faiz, zinâ ve diğer haramlardan herhangi birini helâl kabul etse kâfir olur. 8. Bir kimse şeraitin tevatür ile nesilden nesile aktarılarak bize intikâl etmiş olan temel kaidelerinden herhangi birisini inkâr etse kâfir olur. Meselâ, namazın beş vakit olduğunu kabul etmese ya da “Kur'an'da sadece namaz deniliyor. Namaz duâ demektir. Namazın diğer şekil ve hareketlerine dair bilgi sünnet kaynaklıdır. Sünnet de haber-i vâhid olarak bize intikâl etmiştir” diyerek namaz hakkında görüş beyân etse kâfir olur. Çünkü bu hususlar fiil-i muttasıl bir tevâtür olarak bize intikâl etmiştir. Hac vs. ile ilgili meseleler hakkında da hüküm böyledir. 9. Bir kimse “Cennet'i, Cehennem'i, haşrı, neşri vb. inkâr etse ya da bunlar semboldür, zahiri anlamları kast edilmiş değildir, bunların farklı manaları vardır” dese kâfir olur. 10. Bir kimse icma-i ümmet'in vaki olduğu herhangi bir meseleyi inkâr etse kâfir olur. Burada icmanın namaz, hac vs. ibâdetlerdeki gibi doğrudan Kur'an, sünnet kaynaklı olmasıyla “Peygamber (s.a.v.)'e hakâret eden öldürülür” hükmü gibi, Kur'an, sünnet muhtevâsına uygun olması arasında bir fark yoktur. Zira Efendimiz (s.a.v): “Kim Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat inancına bir karış muhâlefet ederse, boynundaki İslâm bağını kaldırıp atmış olur” buyurmaktadır. (Kadı İyaz, Şifa-i Şerif)
Canlar, in dieser Folge erkunden wir das Leben und Vermächtnis von Imam Ali. Wir wollen gemeinsam mehr über die politischen und spirituellen Herausforderungen erfahren, denen Imam Ali gegenüberstand, und wie seine Entscheidungen und Taten die Entwicklung des Islam maßgeblich beeinflussten. Wir beleuchten seine Rolle als erster Muslim und seine unerschütterliche Loyalität zum Propheten.
Canlar willkommen zu einer besonderen Folge, in der wir das Leben und die Botschaft des Propheten Muhammed zum einstieg ein wenig näher kennenlernen. Wir beleuchten die mysteriösen Bedeutung , die seine Geburt umgaben, und verfolgen seinen Weg von einem Waisenjungen zum Licht der Welt voller unwissender. Spirituelle Weisheiten und moralischen Lehren unseres heiligen Propheten , die nicht nur den Islam, sondern die gesamte Menschheit beeinflussten.
Abdülkadir Geylani Sohbetleri 14 “Ey içi dışına uymayan münafık. Allah yeryüzünü senden temiz kılsın... İçinin bozukluğu yetmiyor mu? Herhalde yetmiyor. İlim adamlarını, velî kulları ve iyileri kötülemek hevesindesin. Onların manevî varlığına diş geçirmekle eline ne geçer?.. Sen ve senin yarenlerin yakında ölecek. Etlerinizi kurtlar didecek. Dilinizi parçalayacak. Sinirlerinizi tahrip edecek. Kemiklerinizin bir yanından girip öbür yanından çıkacak. Yer sizi sıkacak. Zeminine çekecek. Bir aşağı, bir yukarı çevirecek. Allah'a karşı iyi düşünceye sahip olmayana felah yoktur. Salih kullar için yersiz düşünceyi kalbinde besleyen necata eremez. Onlara karşı engin gönül taşımayan, perişan olur. Allah, bağlılığı ve çözülmeyi onlara verdi. Yâni: Velîlere... Sema onlar için yağmur yağdırır. Yer, bitkisini onlar için bitirir. Bütün halk onların manevî himayesine muhtaçtır. Onlar, birer birer dağlar gibidir. Âfetler onları yerinden oynatamaz. Musibet onlara tesir etmez. Allah'ı Tevhid ile bilirler. O'ndan razıdırlar. Bu hâlleri sarsılmaz. Hem kendilerine, hem de başkalarına, iyilik ederler. Siz edebli olmalısınız. Sizden öncekiler öyleydi. Siz de onlar gibi olunuz. Geçmiş büyüklere nisbetle siz mertlikten mahrumsunuz. Cesaretiniz yok. Erliğiniz ölmüş. Kahramanlığınız yok. Bahadırlığınız, nefsiniz emir verince geliyor. Tabiî heva ve arzunuz, size bir emir verince hemen cesaretiniz toplanıyor... Böyle olmaz. Asıl kahramanlık hakkı yerine getirmektir. Hakkı sahibine teslim etmek, büyük kahramanlıktır. Bunu yapmaya bak. Hakîm ve yüce bilgi sahiplerine kötü gözle bakmayınız. Onların sözü şifadır. Ağızlarından çıkan her kelime, bir vahy meyvesidir. Aranızda artık peygamber yoktur. Boşuna, uymak için peygamber aramayın. Peygambere gönülden bağlı bulunanlara uyarsanız, Peygamber'e (S.A.) uymuş olursunuz. Onları görünce ellerine yapışın. Onlar peygamberler gibidirler. Mütteki ve kötülüklerden çekinen bilgi sahipleri ile sohbete devam ediniz. Onların hoş sohbeti olur; ruhunuzu bereket kaplar. Bilgisinin gereğini yapmayan dünyalık âlimlerle oturmayınız. Onların konuşmasında uğursuzluk vardır. Takva ve bilgide senden ileri olanlarla yaptığın sohbet hoştur; huzur bulursun. Takvası olmayan, ayrıca bilgiden de mahrum yaşayanla oturup kalkman, sana felâket ve belâ getirir. Yazık sana, Rabbin tarafına geç. Başkalarından kesil. Peygamber (S.A.) efendimiz: - «Rabbinizle aranızda olan bağları devam ettiriniz, saadete erersiniz.» buyurur. Rabbinizle aranızda bulunan yolları ayıklayınız; huzur bulursunuz. Salih kulların kalbini kazanırsanız, rahata erersiniz. Ey evlâd! Zenginle fakiri ayırt etme. İkisini de eşit bil. Bunu yapmıyorsan sana felah yoktur. Fakirleri sabırlı gör. Onları tebrik et. Sana geldikleri zaman, yüzlerine gül. Onlarla otur. Peygamber (S.A.) efendimiz, fakirlerin hâlini şöyle anlatır: - «Sabırlı fakirler, Rahman'ın arkadaşlarıdır.» Bu âlemde kalplerinde Rahman'ın tecellisini bulurlar, öbür âlemde bizzat ererler. Onlar dünyada kalplerini dünya süsünden berî ettiler. Dünyalık şeyleri kalplerine sokmadılar. Onlar, fakirliği zenginliğe tercih eder ve kalplerini sabra alıştırmaya çalışırlar. Sonra, âhirete dönerler. Oraya bir zaman bağlı kalır, sonra onu da bir tarafa atarlar. Bilirler ki; Rablarının rızası, oraya bağlı kalmakla hasıl olmaz. Yüce Yaratanımız, şöyle buyurdu: - «Onlar, katımızda sevilmiş ve seçilmişlerdir.» (Sad/47) İşbu Âyet-i Kerime'nin tefsiri şöyle olur: - Kalpleri Biz'de. Göçleri uğrumuzda. İç âlemleri Biz'e yönelmiş, özleri bizimle dolmuştur. Dünyada ve âhirette onlar böyledir. Bu hâle eren bir cemaat için dünyanın ne değeri olur? Âhiret neye yarar?.. Dünya bir çöp kadar kıymetli olmaz; âhiret yine öyle... İşe bak. Cahil olma. Sen, bilgi ile yıkılan insana benziyorsun. Bilgi, gereği yapılmazsa insanı yıkar. Hakk'a varmak arzusu kalbinde varsa, elinde bulunan dünya malından fakirlere ver. Sadaka vermek, fakirlere ihsan etmek, Hak'la iş yapmaktır. Allah, iyi zengindir.
In dieser Podcast-Folge über das Gedicht "Birlik destani“ unseres alevitischen Dichters Asik Veysel wird die tiefe theopoetische und spirituelle Bedeutung dieses Werkes beleuchtet.Es wird auf seine Inspiration für das Gedicht und die tiefe Botschaft, die es vermittelt eingegangen. Zudem ist Asik Veysel, ein bedeutender Vertreter der alevitischen Dichtung, und vermittelt in diesem Gedicht die Botschaft der Einheit und Verbundenheit aller Menschen die nur durch Allahs Gebote entstehen kann .
In dieser Podcast-Folge wird eingehend über die Herausforderungen und Probleme der alevitischen Community gesprochen. Es werden Themen wie Vorurteile, kulturelle Identität und religiöse Vielfalt angesprochen um ein Verständnis für die Situation zu schaffen. Diese Folge bietet einen Einblick in einen Teil der Probleme, mit denen die alevitische Gemeinschaft konfrontiert ist, und regt zum Nachdenken und zur Sensibilisierung an.
In dieser Podcast-Folge besprechen wir die Unterscheidung zwischen Aleviten und Ideologen auch die Herausforderungen und Missverständnisse, denen Menschen begegnen können, die sich als Aleviten identifizieren. Insgesamt bietet die Podcast-Folge eine informative und reflektiertes Bild über diese beiden Identitäten und lädt die Zuhörer dazu ein, über Stereotypen und Vorurteile nachzudenken.
Ütopik düşünmek gibi distopik düşünmek de faydasız hatta zararlıdır. Umuttur insanı hayatta tutan; endişedir insana önlemler aldıran. Şu halde en doğrusu, hal ve istikbale dair bir yandan endişe duymak; öte yandan umut beslemektir. Zira bütün çözümler, endişe ve umudun izdivacından doğar. Geçen haftaki yazımızda Cenâb-ı Hakk'a dair samimi bir tevhid inancının, mutlaka “ehl-i tevhid ile ittihad” şuurunu beslemesi gerektiğinden söz etmiştik. Ancak Müslümanların birleşemediklerinden de esef etmiştik. Öncelikle şu hususun altını çizelim ki, iki milyarlık bir bünyede elbette farklı yorumlar ve yönelimler olacaktır. Ancak Müslümanların, “ümmet”i ilgilendiren temel meselelerde itikâdî, fikrî, siyâsî, ictimâî ve iktisâdî açıdan mümkün mertebe birlik olmayı başarabilmeleri, bu gaye uğrunda çabalamaları, en azından bu birliğin önemine samimiyetle inanmaları gerekir. Buna inanan ve bu uğurda gayret sarf eden milyonlarca samimi ve ihlaslı Müslümanın ve binlerce kurum, kuruluş, cemaat ve cemiyetin olduğu da müsellemdir. Ancak İslâm dünyasının umumi manzarasına bakıldığında, bir dağınıklık ve parçalanmışlık halinin varlığı da yadsınamayacak bir olgudur. Madem, tablo vahim; öyleyse gelin, umum itibarıyla “Müslümanlar tevhid ve ittihad şuurunda olsalardı ne olurdu?” sorusunu cevaplamaya çalışalım. *İslâm'ın hikmetli öğretilerinin, çok kapsamlı ve dünya çapında organize olmuş meydan okumalarla karşılaştığı günümüzde; İslâm'ın (dolayısıyla kendilerinin) modern çağda varlığını tehdit eden bu meydan okumalarla mücadeleye odaklanırlar; birbirleriyle lüzumsuz bir kör düğüşün içine girmezlerdi. *Siyasi ve içtimai konulardaki görüş farklılıklarını, milli kültürlerinden kaynaklanan kendilerine has bazı gelenek ve göreneklerini, coğrafi sınırlarını vb. kendilerini “ümmet”in ana gövdesinden ayıran önemli bir “ayırıcı unsur” olarak görmezlerdi. Bilakis bunları, o ana gövdenin gücüne ve kuşatıcılığına katkı sağlayan “zenginleştirici unsur” olarak görürlerdi.
### Leyl Suresi #### Arapça ve Türkçe Meali **بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ** **Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla** **1. وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَىٰ** 1. Örtüp bürüdüğü zaman geceye andolsun, **2. وَالنَّهَارِ إِذَا تَجَلَّىٰ** 2. Parlayıp aydınlandığı zaman gündüze andolsun, **3. وَمَا خَلَقَ الذَّكَرَ وَالْأُنثَىٰ** 3. Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki, **4. إِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتَّىٰ** 4. Sizin gayretleriniz gerçekten çeşit çeşittir. **5. فَأَمَّا مَنْ أَعْطَىٰ وَاتَّقَىٰ** 5. Kim (Allah için) verir ve (Allah'a karşı gelmekten) sakınırsa, **6. وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَىٰ** 6. Ve en güzel olanı (Kelime-i Tevhid'i) tasdik ederse, **7. فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَىٰ** 7. Biz de onu en kolay olana muvaffak kılacağız. **8. وَأَمَّا مَن بَخِلَ وَاسْتَغْنَىٰ** 8. Fakat kim cimrilik eder ve kendini müstağni görürse, **9. وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَىٰ** 9. Ve en güzel olanı yalanlarsa, **10. فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرَىٰ** 10. Biz de onu en zor olana muvaffak kılacağız. **11. وَمَا يُغْنِي عَنْهُ مَالُهُ إِذَا تَرَدَّىٰ** 11. Düştüğü zaman malı ona fayda vermez. **12. إِنَّ عَلَيْنَا لَلْهُدَىٰ** 12. Şüphesiz doğru yolu göstermek bize aittir. **13. وَإِنَّ لَنَا لَلْآخِرَةَ وَالْأُولَىٰ** 13. Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir. **14. فَأَنذَرْتُكُمْ نَارًا تَلَظَّىٰ** 14. Sizleri alev alev yanan bir ateşle uyardım. **15. لَا يَصْلَاهَا إِلَّا الْأَشْقَى** 15. O ateşe ancak en bedbaht olan girer. **16. الَّذِي كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ** 16. O ki yalanlamış ve yüz çevirmiştir. **17. وَسَيُجَنَّبُهَا الْأَتْقَى** 17. Ondan en çok sakınan uzaklaştırılır. **18. الَّذِي يُؤْتِي مَالَهُ يَتَزَكَّىٰ** 18. O ki malını verip temizlenir. **19. وَمَا لِأَحَدٍ عِندَهُ مِن نِّعْمَةٍ تُجْزَىٰ** 19. Ve onun yanında kimseye ait bir nimet yoktur ki karşılık verilsin. **20. إِلَّا ابْتِغَاءَ وَجْهِ رَبِّهِ الْأَعْلَىٰ** 20. Ancak en yüce Rabbinin rızasını (isteyerek verir). **21. وَلَسَوْفَ يَرْضَىٰ** 21. Ve elbette (o Allah'tan razı olacak) ve Allah da ondan razı olacaktır. ### Leyl Suresi'nin Faziletleri Leyl Suresi, Kur'an-ı Kerim'in önemli surelerinden biridir ve bazı hadislerde bu surenin faziletlerine dair bilgiler bulunmaktadır. İslam literatüründe Leyl Suresi'nin çeşitli faziletleri şu şekilde ifade edilmiştir: 1. **Korunma ve Güvenlik**: - Leyl Suresi'nin okunmasının, kişinin Allah'ın koruması altında olmasını sağlayacağına inanılır. Gece okunan surelerin, özellikle bu surenin, kişiyi kötülüklerden ve tehlikelerden koruduğu düşünülür. 2. **Rızık ve Bereket**: - Leyl Suresi'ni düzenli olarak okuyan kişilerin rızkının genişleyeceğine ve bereketleneceğine inanılır. Rızık konusunda sıkıntı çeken kişilerin bu sureyi okuyarak Allah'tan yardım dilemeleri teşvik edilir. 3. **Sıkıntıların Giderilmesi**: - Kişi, hayatında karşılaştığı sıkıntı ve zorlukların giderilmesi için Leyl Suresi'ni okuyabilir. Bu surenin manevi olarak rahatlama ve huzur getirdiği kabul edilir. 4. **İman ve Takva**: - Leyl Suresi'ni düzenli olarak okumak, kişinin imanını güçlendirmesine ve takvasını artırmasına yardımcı olur. Sure, Allah'a olan bağlılığı pekiştirmekte ve kişinin manevi hayatını zenginleştirmektedir. 5. **Ahiret Hazırlığı**: - Leyl Suresi, kişinin ahiret hayatına hazırlık yapmasına vesile olur. Surede geçen ayetler, kişiye dünya ve ahiret hayatındaki sorumluluklarını hatırlatır ve ahiret bilincini artırır. 6. **Hayırlı Amellere Teşvik**: - Surede, hayırlı amellerde bulunanların mükafatlandırılacağına dair ifadeler yer aldığı için, Leyl Suresi'ni okuyan kişilerin hayırlı işler yapmaya teşvik edildiği kabul edilir. ### Hadislerde Leyl Suresi - **Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilen bazı hadislerde Leyl Suresi'nin faziletleri üzerinde durulmuştur**: - "Her kim Leyl Suresi'ni okursa, Allah ona kolay bir hesap ve mutlu bir hayat nasip eder." (Hadis-i Şerif) - "Leyl Suresi'ni okumak, kişiye hem dünya hem de ahiret mutluluğu getirir." (Hadis-i Şerif)
Hikmetli Kitap'ın ve İzzetli Din'in en önemli kavramıdır tevhîd. Cenâb-ı Peygamber (sav), bir muallim-i tevhiddir. Bu itibarla Elmalılı, O'ndan bahsederken “Üztaz-ı medrese-i ehadiyyet” ifadesini kullanır. (Elmalılı, Makaleler I, 15). Tevhid, Vâhid ve Ehad'in vahdâniyetini ikrar etmek demektir. Türkçesi “birlemek”tir. Kimi? “Bir” ve “Tek” olanı. İttihad da, aynı kökten türetilmiş olup “birleşmek” demektir. Kiminle birleşmek? Ehl-i tevhid ile. Peki, “niçin tevhid, ittihadı gerektirsin? Madem, ben bir muvahhidim; madem, benim inandığım Peygamber ve Kitap, bana en önemli kavram, gaye ve ideal olarak tevhidi göstermiş; o zaman benim en esaslı meselem “Bir”i anlamak ve o “Bir”deki vahdetin ve ehadiyyetin zevkine varmak olmalıdır. O zevki tahsil ettikten sonra, aynı gayenin ve zevkin peşinden koşanların, benimle aynı sevdaya ve ülküye sahip olduklarını idrak edip, teferruatta farklılıklar olsa da, onları “tevhiddaş” olarak görebilmeliyim. Ben, o Yüce Dost'un “bir”liğini idrak etmeye talipsem, aynı gayeye –farklı yol ve yöntemlerle olsa da- gönül verenler, benim Dost'umun dostları hükmündedir. Şu halde onlarla aramda manevî bir kardeşlik var demektir. Bu kardeşlik, biyolojik kardeşlikten daha kıymetlidir aslında. Meriç'in ifade ettiği gibi “İnananlar kardeştir, diyor İslâmiyet. Kan biyolojik bir mefhum: karanlık, esrarlı, kör. İnsanlaşmak biyolojinin esaretinden kurtulmaktır. Tek insanî değer var: iman. İman, ayırmaz, birleştirir” (Umrandan Uygarlığa, 126-7). Madem, iman birleştirir ve madem, tevhid “Bir”liği idrak etmektir. Şu halde ehl-i tevhid olanlar niçin ittihad edemiyor, “bir”leş(e)miyorlar? El cevap: Hakiki manada tevhid ehli ol(a)madıkları için. Zira Vâhid'i bulan, Ehad'i bilen; “vahdet”in zevkini almış olur ve artık kesret peşinde ol(a)maz. “Ehl-i tevhidim” deyip de, ehl-i tevhidin ittihadına çalışmayan, bilakis -bilerek veya bilmeyerek- ehl-i tevhidi “tefrik” eden eylemlerde bulunanlar, “tevhid”in yalnızca hecelemesini öğrenmiş zavallılardır. Zira “Bir”in peşinde olan, “Bir'in peşinde olanlar”la “bir” olur, birlik olur ve onları, birliğe çağırır. Hâsılı; İslâm'ın anlattığı tevhid, itikadî ve irfânî muhtevasının tabii bir neticesi olarak ictimâî ve siyasî manada “ittihad”ı/”bir”liği iktiza eder. İ. Raci Farukî, bu birliği “düşüncede, iradede ve eylemde birlik” (Bk. Tevhid, 167-176) şeklinde ifade eder. Elbette ki, onlarca farklı etnisiteden oluşan iki milyarlık bir bünyede; farklı düşünceler, kültürler, yöntemler ve ekoller olacaktır. Ancak bütün bünyeyi ilgilendiren temel mevzularda, “Bir”in, dolayısıyla “Bir”liğin sevdalısı olanların bir şekilde “bir”leşmeleri gerekir. “Bir”in âlî hatırı bunu gerektirir. Tevhid ehli olmak, “Vâhid”e, “Bir”e odaklanmak demektir. “Bir”i birlemeye lâyıkıyla odaklanmış bir gönül ve zihin, asla ehl-i tevhidin arasında ikiliği yay(a)maz. İslâmî bir cemaat ya da vakıf bünyesinde hizmet etmeye çalışan ya da bunlara dâhil olmak isteyen talebelerim ve dostlarıma acizâne tavsiyem şu olmuştur: Bu cemaatin, ümmet tasavvuruna iyi bakın. Kendisini, ümmetin bir parçası olarak görüp görmediğini dikkatlice araştırın. Şayet güçlü bir ümmet tasavvuru yoksa, Müslümanların ittihadını dert edinmiyorsa, oraya girmeyin. Zira orası “cem eden bir cemaat” değil “tefrik eden bir fırka”dır. Bir oluşumun “cemaat” mı “fırka” mı olduğunu anlamanın yolu ise şudur: Şayet bu oluşumun lider kadrosu, yalnızca kendilerinin doğru yolda olduklarını; diğer İslâmî cemaatlerin -tamamının ya da ekseriyetinin- yanlış yolda olduğunu düşünüyorlarsa, orası bir “fırka”dır, oraya girmeyin; girmişseniz de bir an evvel çıkın. Zira oradan, Müslümanlara fayda değil zarar gelir. Eğer bir cemaat, kendisini ve istikamet sahibi diğer cemaatleri ümmet ağacının bir dalı, budağı, yaprağı ya da meyvesi gibi görüyorsa, orası faydalı bir ocaktır. O ocaktan faydalanın ve oraya hizmet edin.
Hikmetli Kitap'ın ve İzzetli Din'in en önemli kavramıdır tevhîd. Cenâb-ı Peygamber (sav), bir muallim-i tevhiddir. Bu itibarla Elmalılı, O'ndan bahsederken “Üztaz-ı medrese-i ehadiyyet” ifadesini kullanır. (Elmalılı, Makaleler I, 15). Tevhid, Vâhid ve Ehad'in vahdâniyetini ikrar etmek demektir. Türkçesi “birlemek”tir. Kimi? “Bir” ve “Tek” olanı. İttihad da, aynı kökten türetilmiş olup “birleşmek” demektir. Kiminle birleşmek? Ehl-i tevhid ile. Peki, “niçin tevhid, ittihadı gerektirsin? Madem, ben bir muvahhidim; madem, benim inandığım Peygamber ve Kitap, bana en önemli kavram, gaye ve ideal olarak tevhidi göstermiş; o zaman benim en esaslı meselem “Bir”i anlamak ve o “Bir”deki vahdetin ve ehadiyyetin zevkine varmak olmalıdır. O zevki tahsil ettikten sonra, aynı gayenin ve zevkin peşinden koşanların, benimle aynı sevdaya ve ülküye sahip olduklarını idrak edip, teferruatta farklılıklar olsa da, onları “tevhiddaş” olarak görebilmeliyim. Ben, o Yüce Dost'un “bir”liğini idrak etmeye talipsem, aynı gayeye –farklı yol ve yöntemlerle olsa da- gönül verenler, benim Dost'umun dostları hükmündedir. Şu halde onlarla aramda manevî bir kardeşlik var demektir. Bu kardeşlik, biyolojik kardeşlikten daha kıymetlidir aslında. Meriç'in ifade ettiği gibi “İnananlar kardeştir, diyor İslâmiyet. Kan biyolojik bir mefhum: karanlık, esrarlı, kör. İnsanlaşmak biyolojinin esaretinden kurtulmaktır. Tek insanî değer var: iman. İman, ayırmaz, birleştirir” (Umrandan Uygarlığa, 126-7). Madem, iman birleştirir ve madem, tevhid “Bir”liği idrak etmektir. Şu halde ehl-i tevhid olanlar niçin ittihad edemiyor, “bir”leş(e)miyorlar? El cevap: Hakiki manada tevhid ehli ol(a)madıkları için. Zira Vâhid'i bulan, Ehad'i bilen; “vahdet”in zevkini almış olur ve artık kesret peşinde ol(a)maz. “Ehl-i tevhidim” deyip de, ehl-i tevhidin ittihadına çalışmayan, bilakis -bilerek veya bilmeyerek- ehl-i tevhidi “tefrik” eden eylemlerde bulunanlar, “tevhid”in yalnızca hecelemesini öğrenmiş zavallılardır. Zira “Bir”in peşinde olan, “Bir'in peşinde olanlar”la “bir” olur, birlik olur ve onları, birliğe çağırır. Hâsılı; İslâm'ın anlattığı tevhid, itikadî ve irfânî muhtevasının tabii bir neticesi olarak ictimâî ve siyasî manada “ittihad”ı/”bir”liği iktiza eder. İ. Raci Farukî, bu birliği “düşüncede, iradede ve eylemde birlik” (Bk. Tevhid, 167-176) şeklinde ifade eder. Elbette ki, onlarca farklı etnisiteden oluşan iki milyarlık bir bünyede; farklı düşünceler, kültürler, yöntemler ve ekoller olacaktır. Ancak bütün bünyeyi ilgilendiren temel mevzularda, “Bir”in, dolayısıyla “Bir”liğin sevdalısı olanların bir şekilde “bir”leşmeleri gerekir. “Bir”in âlî hatırı bunu gerektirir. Tevhid ehli olmak, “Vâhid”e, “Bir”e odaklanmak demektir. “Bir”i birlemeye lâyıkıyla odaklanmış bir gönül ve zihin, asla ehl-i tevhidin arasında ikiliği yay(a)maz. İslâmî bir cemaat ya da vakıf bünyesinde hizmet etmeye çalışan ya da bunlara dâhil olmak isteyen talebelerim ve dostlarıma acizâne tavsiyem şu olmuştur: Bu cemaatin, ümmet tasavvuruna iyi bakın. Kendisini, ümmetin bir parçası olarak görüp görmediğini dikkatlice araştırın. Şayet güçlü bir ümmet tasavvuru yoksa, Müslümanların ittihadını dert edinmiyorsa, oraya girmeyin. Zira orası “cem eden bir cemaat” değil “tefrik eden bir fırka”dır. Bir oluşumun “cemaat” mı “fırka” mı olduğunu anlamanın yolu ise şudur: Şayet bu oluşumun lider kadrosu, yalnızca kendilerinin doğru yolda olduklarını; diğer İslâmî cemaatlerin -tamamının ya da ekseriyetinin- yanlış yolda olduğunu düşünüyorlarsa, orası bir “fırka”dır, oraya girmeyin; girmişseniz de bir an evvel çıkın. Zira oradan, Müslümanlara fayda değil zarar gelir. Eğer bir cemaat, kendisini ve istikamet sahibi diğer cemaatleri ümmet ağacının bir dalı, budağı, yaprağı ya da meyvesi gibi görüyorsa, orası faydalı bir ocaktır. O ocaktan faydalanın ve oraya hizmet edin.
Ey evlâd! Afiyet, afiyeti aramamaktır. Afiyeti arayan, afiyeti bulmamıştır. Zengin, zenginliği aramaz. Zenginliği fakirler arar. Şifa aramak hastalar içindir. Şifa, şifayı aramamaktadır. Bütün şifa, Hakk'a teslim olmaktadır. Sebepleri bir yana at. Kalbini temizle. Putlar varsa çıkar. Her derdin dermanı vardır. Onu bulmak icap eder. Şifaların en büyüğü, Allah'ın tevhididir. O'nu birlemek iman sahibinin vazifesidir. Tevhid, yalnız dille olmaz, kalple de olmalı... Tevhid ve zühd dille ve dış varlıkla olmaz. Akıllı ol. Yapmacıkları bırak. Hevese kapılma. Bir iş yapmak için, câhil hareketleri terk et. Bulunduğun hâl, yapmacık ve hevesten ibarettir. Riyakârlık da var. Nifak (içi başka dışı başka) hâli de mevcut. Bütün gücünün hedefi halkın sana tapması oluyor; onların yararını bekliyorsun. Şunu bil ki, halka bir adım atsan; Hakk'tan uzak kalırsın. Sen Hakk'ı aradığını söylüyorsun; halbuki, halkı arıyorsun. - Ben Mekke'ye gidiyorum, deyip Horasan yolunu tutana benziyorsun. Tabiî, Horasan'a yakın oldukça Mekke'den uzak kalırsın. İç âleminin temiz olduğunu söylüyorsun; fakat onlardan hem korkuyor hem de bir şeyler bekliyorsun. Dıştan her kötü şeyi bırakmış gibisin, içten ise ona karışma yollarını arıyorsun. İçin halk sevgisi ile dolu; dıştan Hakk'ı sevdiğini anlatıyorsun. Bu hâller, dil gürültüsü ile olmaz. Salih olan o muvahhid kullar, diğer kullara örnektir. Onların her birinin hâli başkadır. Onların bir kısmı dışından dünyayı bırakır. Bir kısmı içinden bırakır. Bu hâlleri, onlara zarar doğurmaz. Her biri kendi hâline göre iş eder. Hak Teâlâ'nın kudsî varlığından başkasını göremezler. Bunların kalbi saf ve temizdir. Bu âleme kavuşan, dünya mülkünü kazanmış olur. Kahraman odur. Bahadır odur. İslâm dininin dış emirleri insanın dışını süsler. İçe hitap eden gerekleri ise, ruhu nurlandırır; tevhid ve marifet iç âlemi temiz eden gereklerden sayılır. Karşımda duran! Dediler ve diyoruz, şeklindeki sözlerini açıkla, ne demek istiyorsun?.. Bu sözün ne getirebilir?.. Bir şeyin haram olduğunu söylüyorsun. Ama, durmadan yapmaktasın. Bir şeyin helâl olduğunu söylerken yapmıyorsun. Sende sadece bir iştiha var. Başka bir şey yok. Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyururlar: - «Cahile bir defa yazıklar olsun, âlime yedi defa...» Cahile bir defa... sebebi, bilgisiz kalışı. Âlime yedi defa... sebebi, o bildiği ile iş tutmayışı... İlmin bereketi ondan uzaktır; yalnız vebalini yüklenmiştir. Öğren, sonra amel et. Sonra halkı bir yana at, Hak'la ol. Hak sevgisini kalbine yerleştir. Hak'la olma arzusu ve O'nun sevgisi sende ciddî bir hâl alınca, Mevlâ seni kendine yaklaştırır. Kendi öz varlığına iletir; orada yok eder. Sonra O dilerse seni halka teşhir eder, arzu buyurursa halk arasına katar. Dünyalık nasiplerini bol bol almak için her varlığı sana iletir. Rüzgârları sana emirle gelir. O'nun bilgisi seni kuşatmıştır. İşlerine halk da muttali olur. Bunlar kendi varlığını bıraktığın anda gelir. O'nunla halka karışırsın; seninle değil... Nefsin şomluğu (uğursuzluğu) ölür. Tabiat zararlı hâlini yitirir. Her şey sana bol gelir. Nefis, heva ve tabiat onlardan kısmet alamaz. Kalbin daima Hak'la olur. Şu kalp Hakk'a yakın olmadıkça felah bulamaz. Hak Azizdir, Celildir. Evveli, âhiri yoktur. Boşuna sıkışma, zavallı içi bozuk, yanında hayır diye bir şey yoktur. Dediğim hâllerden sende bulunmaz. Sen, ekmeğin ve katığın kölesisin. Helvaya kulsun. Emrinde bulunduğun efendinin ve atın bendesisin. Doğru olan kalp, halkı bir yana atar, Hakk'a doğru yolculuğa başlar. Yollarda bir şeyler görse, selâm verir, geçer. İlmiyle âmil olanlar, Peygamber (S.A.) efendimizin vârisleridir. Geçmişteki büyüklerin vekilleridir. Arta kalan halk ise onlara yardımcıdır. Onlarla iş yaparlar. Dinin gereklerini onların vasıtası ile yerine getirirler. Onlara iyiliği, kötülüğü söylerler. Cümle halk o sevgili kulların emrine hazır bekler. O büyük insanlar, kıyamet günü peygamberlerin yanında bulunur. Rabları tarafından peygamberlere ne verildi ise onlara da verilir.
Önceki yazılarda Ramazan'ın “benzersizliğini” mercek altına almış ve çeşitli yönleriyle göstermeye çalışmıştım bunu. Bu yazıdaysa, bu kez “orucun benzersizliğini” tattırmak istiyorum sizlere... Kutlu Kitabımız'da “Ramazan” ya da “Ramazan orucu” gibi isimlendirmeler yapılmaz. Oruç âyetinde doğrudan “Ramazan ayı / şehr-i Ramazan” nitelemesi yapılır. Bunun başlıca sebebi, Ramazan'ın İslâm'ın özü, özeti ve özetlendiği bir bilme, bulma ve olma yolculuğu olması, bunun iklimini sunmasıdır. RAHMAN, RAHMET KANATLARINI BÜTÜN VARLIĞA GERER CÖMERTCE... Ramazan ayı, benzersizliğini ve bu benzersizliğinden kaynaklanan “gücünü” sadece oruç tutanlara değil, oruç tutmayanlara da hissettiren, gösteren çok katmanlı bir varoluş iklimidir. Bu açıdan Ramazan ayının bahşettiği iklimi ve havayı, oruç tutan-tutmayan, inanan- inanmayan herkes farklı ölçülerde de olsa bizatihî solur, yaşar, tecrübe eder. Ramazan'ın havasını ve oluşturduğu biliş, oluş ve varoluş, direniş, diriliş ve arınış yolculuğunu yalnızca insanlar yaşamaz iliklerine kadar; bütün varlıklar da yaşar kendilerince... Ramazan'ın bütün varlığı kucaklayan varedici ve diriltici mevsimi, Rahman'ın rahmet kanatlarını bütün varlıklar üzerine gerdiği bir bütünleşme mevsimidir: Tevhid'in zaferi! SADECE KEŞİF DEĞİL, MÜKÂŞEFE YOLCULUĞU... Bu ayın gelişi de, gidişi de, etkisini belirgin bir şekilde hissettirir herkese. Tıpkı her iklim gibi bu iklimin de bir başı ve sonu var, oruç tutma eyleminin de. Ama bu kutlu ayda gerçekte “sonu olmayan” bambaşka bir fenomenle karşı karşıyayız: Bu kutlu ayın kanatlandırıcı bir yolculuk ayı, bir keşf, bir varoluş, bir diriliş, kısacası, bir mükâşefe yolculuğu mevsimi olmasıdır bu. Ramazan ayını benzersiz kılan belki de en önemli özelliklerinden biri işte bu çok katmanlı, çok boyutlu, çok sonuçlu bereketli yolculuk: Bu dünya hayatı boyunca bitmeyen, yeni boyutlar kazanarak sürgit devam eden hakikat yolculuğu... RAMAZAN'IN BEYAZ ATLARI... İnsan, Ramazan ayının başlamasıyla birlikte adeta bir beyaz ata biner ve bu beyaz atla tarifsiz haritalar çizer, tarifi imkânsız varoluş ve diriliş coğrafyalarında, varediş ve varkılış kıtalarında, varlığın, hakikatin ve varoluşun mânâ sırlarında ve sınırlarında dolaşır, derûnî bir keşf ve mükâşefe yolculuğuna çıkar... Ramazan orucuyla birlikte “beyaz atlar” kişner; beyaz atlı akıncı, benini, bedenini, bencilliğini ayaklar altına alarak atlar atına ve arınmış, kendini aşmış, hayali sınır tanımayan ufuklara kadar uzanan bir cihada koyulur: Nefsiyle mücahedeye, mücadeleye... Büyük cihada doğru kanat çırpar: Yayını hazırlar, okunu kuşanır. Nefes nefese mücadele eder nefsiyle. Nefes nefese hazırlanır okunu atmaya...
İslâm düşmanları her dönem bir kavramın arkasına sığınarak, düşmanlıklarını sürdürdüler. En meşhur kavramları ‘irtica' olmuştu. Müslümanların dini değerlerine karşı, her türlü saldırıyı, her türlü engellemeyi ‘irtica' kavramının arkasına saklanarak gerçekleştirdiler. Namaz kılana gerici, başını örtene örümcek kafalı, sakal bırakana yobaz diyerek dini değerleri hep aşağıladılar. “Bunu niye yapıyorsunuz, siz Müslüman değil misiniz, İslâm'a düşman mısınız” denildiğinde, “Babaannem başörtülüydü, dedem hacıydı” diye cevap verdiler. İrtica bahanesiyle, binlerce kadını eğitimden mahrum bıraktılar, devletin çeşitli kademelerinde görev yapan dindar insanlara zulmettiler. Namaz kıldığı için TSK, yargı, polis başta olmak üzere, memuriyette binlerce insan ya görevinde yükselemedi ya da meslekten ihraç edildi. Sadece devlet bürokrasisinde yaşanmadı bu olaylar... Siyasette, ticarette, her alanda karşımıza çıktı bu ayrımcılık. Sermayeyi yeşile boyadılar. Siyasette her türlü yaftalamayı yaptılar. Cumhuriyet düşmanı ilan ettiler, lakap taktılar, alay ettiler... Rahmetli Özal'a abdest aldığı için ‘Takunyalı' dediler. MÜLTECİ KARŞITLIĞI GÖRÜNTÜSÜYLE EKİLEN DÜŞMANLIK TOHUMLARI Son zamanlarda özellikle de 15 Temmuz'dan sonra Türkiye'de büyük bir yabancı düşmanlığı kampanyası başlatıldı. Mülteci karşıtlığıyla başlayan düşmanlık, tüm Müslüman turistleri kapsayacak bir sonuca vardı. Müslüman düşmanlığını Arap karşıtlığı ile kamufle etmeye çalıştılar. Suriye'de Esedci, Libya'da Hafterci oldular. Gerekçeleri malum; bu iki isim laik... Mülteci karşıtlığı üzerinden ekilen düşmanlık tohumları, ülkede güvenlik meselesi haline geldi. İslami tüm simge ve kavramlar hedef haline getirildi. Siyonist terör devleti İsrail'in Filistin'de uyguladığı soykırıma karşı yılbaşı sabahı yapılan yürüyüşün ardından meydana gelen saldırı, Arap karşıtlığı görünümlü İslâm düşmanlığının boyutunun nerelere vardığını gözler önüne serdi. Üniversiteli cahil bir genç, Kelime-i Tevhid yazılı flama taşıyan bir vatandaşa saldırdı. Önce ‘Arabistan bayrağı' dediler. Cahillikleri ortaya çıkınca da ‘Hilâfet bayrağı' yalanını uydurdular. Hâlbuki Kelime-i Tevhid yazılı yeşil bez hemen hemen her Müslüman cenazesinin tabutuna sarılır.
Milli İrade Platformu üyesi 308 sivil toplum kuruluşu (STK) ve AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın yöneticisi olduğu TÜGVA'nın öncülüğünde “Şehitlerimize Rahmet, Filistin'e Destek, İsrail'e Lanet” yürüyüşü sonrsında elinde "Kelime-i Tevhid” bayrağı bulunan İsmail Aydemir'e Ege Akersoy isimli üniversite öğrencisi yumruk attı. Yumruk atan Akersoy tutuklandı. Hilafet çağrısı suç mu? İfade özgürlüğü nerede başlar, nerede biter? Çifte standart uygulamalar muhalifleri kaygılandırıyor mu? İktidara muhalif olan kesimler yaşam biçimine müdahale edildiğini hissediyor mu?, Hilafet çağrısı dindarlarda karşılık bulur mu? Gökçe Çiçek Kösedağı soruyor, siyaset bilimi profesörü İştar Gözaydın, MAZLUMDER eski başkanı Ahmet Faruk Ünsal ve anayasa profesörü Süheyl Batum yanıtlıyor.
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın operasyonuyla MOSSAD ajanlığı yaptığından şüphelenilen 34 kişi yakalandı. MİT'i bu başarılı operasyonundan dolayı tebrik edelim. Ancak şimdi soru şu: Türkiye'de yakalanmayan, deşifre olmayan böyle kaç ajan daha var? Hakan Fidan'ın MİT müsteşarı olması MOSSAD ve CIA'yı öyle tedirgin etmişti ki, 2012 sonrası Türkiye çok sayıda operasyona maruz kaldı. 7 Şubat MİT Krizi, Gezi olayları, 17-25 Aralık, MİT Tırları vakası ve 15 Temmuz darbe girişimi kamuoyuna yansıyan, kökü dışarda, FETÖ adlı MOSSAD/CIA ajanlarının faaliyetleriydi. Türkiye bunların tamamını püskürtmeyi başardı. Durmadıklarını, vaz geçmediklerini, Türkiye üzerine operasyonlarına son vermediklerini biliyoruz. Filistin'de soykırım devam ederken ve Türkiye'nin duyarlılığı had safhadayken yeni operasyonlar tasarladıklarına şüphe yok. Riyad'daki futbol krizi ve Türkiye'ye yansımaları hayatın olağan akışına aykırı şekilde gelişti. 1 Ocak'ta Galata Köprüsü'nde şehitlerimiz ve Gazze için yapılan, 250 bin insanın katıldığı muhteşem miting, bir magandanın yumruğu ve bu yumruğa sahip çıkan siyasi partiler aracılığıyla gölgelenmek istendi. Bir şeylerin kurgulandığı, Ümit Özdağ ve avanesinin bu kurgunun odağında olduğu çok açık. Suriye düşmanlığının Arap düşmanlığına evrildiğini, Arap düşmanlığının da İslam düşmanlığını perdelediğini çok net görüyoruz. Merhum Metin Yüksel'in tabutunu göstererek açıktan tehdit ediyor, sinir uçlarımıza dokunuyorlar. Müslümanlığımızın temel direği Kelime-i Tevhid'e dil uzatacak kadar cüretkarlar. Mahkeme basacak kadar pervasızlar. MOSSAD/CIA Türkiye'de bir şeyler deniyor; çok tehlikeli bir oyun kurguluyor. Bugüne kadar tutmayan operasyonlara şimdi bir yenisini ama en tehlikelisini ekliyor, gençler üzerinden bir şiddet sarmalını tetiklemek için her çirkin yolu devreye alıyorlar. Son gelişmeler boş verilecek, müsamaha gösterilecek, rehavetle izlenecek gelişmeler değil. Bir noktadan sonra kontrolü kaybetmek dahi -Allah korusun- söz konusu olabilir. Şimdiden tedbir almak, yılanın başını erkenden koparmak gerekiyor. Devletin tüm kurumlarıyla müteyakkız olmasını gerektirecek bir vahim fotoğrafla karşı karşıyayız. 12 Eylül öncesi manzara unutulmasın. Gençlerin eline silah tutuşturdular. Provokasyonlarla gençlerin birbirlerine kıymasını sağladılar. MİT, Emniyet, asker, yargı kenardan sadece izlediler. Kenan Evren'in sonradan itirafıyla “şartların olgunlaşması” için oluk oluk kan akmasına seyirci kaldılar. 12 Eylül sabahı bir anda kesilen çatışmaları yıllarca bilerek, isteyerek durdurmadılar.
Kendine "Türk'üm" diyen genç Kelime-i Tevhid bayrağı taşıyan kişiye yumruk attı. İYİ Parti'li gençler bildiri dağıtırken gözaltına alındı. Türkiye'de gençler arasında milliyetçilik fikri yayılıyor ve artıyor mu, politik gerekçeleri neler, sosyal medyanın etkisi var mı, Z Kuşağı bize ne söylüyor? Gökçe Çiçek Kösedağı soruyor, Ali Bayramoğlu ve Emre Erdoğan yanıtlıyor. Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta düzenlenen saldırıda Hamas'ın siyasi kanadının liderlerinden Salih Aruri (57) öldürüldü. Gazeteci Bülent Şahin Erdeğer yorumluyor. Editör: Aliye Altınışık 03.01.2023
Milli İrade Platformu üyesi 308 sivil toplum kuruluşu (STK) ve AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın yöneticisi olduğu TÜGVA'nın öncülüğünde “Şehitlerimize Rahmet, Filistin'e Destek, İsrail'e Lanet” yürüyüşü düzenlendi. Mitinge katılanlar arasında elinde "Kelime-i Tevhid” bayrağı bulunan İsmail Aydemir'e Ege Akersoy isimli genç yumruk attı. Kısa sürede Türkiye'nin gündemi haline gelen olayla ilgili siyasetçiler de açıklama yaptı. Gazeteci İslam Özkan ve ceza hukukçusu Timuçin Köprülü değerlendiriyor. Editör: Aliye Altınışık 02.01.2023
Milli İrade Platformu üyesi 308 sivil toplum kuruluşu (STK) ve AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın yöneticisi olduğu TÜGVA'nın öncülüğünde “Şehitlerimize Rahmet, Filistin'e Destek, İsrail'e Lanet” yürüyüşü düzenlendi. Mitinge katılanlar arasında elinde "Kelime-i Tevhid” bayrağı bulunan İsmail Aydemir'e Ege Akersoy isimli genç yumruk attı. Kısa sürede Türkiye'nin gündemi haline gelen olayla ilgili siyasetçiler de açıklama yaptı. Galatasaray ve Fenerbahçe tarihi bir karar alarak, Süper Kupa maçına çıkmama kararı aldı. Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da oynanması planlanan karşılaşmada Mustafa Kemal Atatürk'ün fotoğrafı olan pankartlara ve tişörtlere izin verilmeyince takımlar sahaya çıkmadı ve Türkiye'ye döndü. Hilafet çağrısı yapmak suç mudur? Yumruk atan gence tutuklama kararı vermek doğru mu? GS - FB karşılaşmasında krizin faturası kime ait? Gökçe Çiçek Kösedağı sordu, Nuray Mert yanıtladı.
İki bakanlığın adının başında “Milli” ifadesi yer alıyor. Milli Savunma Bakanlığı ve Milli Eğitim Ba-kanlığı. Milli Savunma her zaman terör örgütlerinin hedefinde oldu. PKK silahlı eylemler yaparken, FE-TÖ de TSK'ya sızarak orduyu içeriden zaafa düşürmeye kalkıştı. Milli Eğitim Bakanlığı ise FETÖ'nün kuluçka merkezi oldu. Fetullahçı Terör Örgütü eğitim merkezli bir ihanet şebekesidir. Osmanlı devletini kılıç zoruyla yıkamayan Haçlılar, çareyi içeri sızarak bünyeyi çürütmekte bulmuştu. 1800'lerin başında Osmanlı coğrafyasında küçük çaplı okullar açmaya başlayan Haçlı misyonerler, 1900'lerin başında büyük yol aldılar. Misyonerlerin okul sayısı Birinci Dünya Savaşı sonunda çeşitli kaynaklara göre, 4 bin ile 6 bin arasında olduğu bilgisi yer alıyor. Bu okullarda özellikle gayrimüslim Osmanlı vatandaşları eğitim alıyordu. Ve ne yazık ki Ermeni ve Rum çetelerinin temelleri bu okullarda atıldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı devletine içeriden yapılan ihanetlerin büyük kısmı bu okullarda yetiştirilen militanlar tarafından gerçekleştirildi. Aynı ihaneti Kurtuluş Savaşı sırasında da görüyoruz. İtilaf devletlerinin içerideki aparatlarıydı, bu okullarda yetişenler. Sadece silahlı militanlar yoktu bunların arasında. Gazeteci, doktor, hukukçu, işadamı, her çeşitten meslek erbabı vardı bunların arasında. EĞİTİM ÜZERİNDEN TÜRKİYE'YE OPERASYONLAR HİÇ BİTMEDİ! Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması'nın müzakerelerinde yabancı okullar önemli yer alıyor. İtilaf devletleri yabancı okulların varlıklarını sürdürmesi için ısrar ederken, Türk heyeti okulların kapatılması için ısrarlıydı. Nitekim geçici bir formülle süreç zamana yayıldı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla yabancı okullar kontrol altına alındı. Konumuz yabancı okullar olmadığı için ayrıntıya girmiyorum. Ancak, eğitim üzerinden Türkiye'ye operasyonlar hiç bitmedi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD ile kurulan ilişki ve imzalanan ‘eğitim anlaşması' ile aynı hedefler doğrultusunda faaliyetlerine devam ettiler. TBMM'de bütçe görüşmeleri hareketli geçer. Hatırlanacağı üzere geçen yıl İçişleri Bakanlığı bütçesi çok hararetli geçmişti. Malum terör operasyonlarından rahatsız olanlar vardı. 2024 Yılı Bütçesi'nde en ha-raretli gün Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesinin görüşülmesi sırasında yaşandı. Muhalefet partileri milletvekilleri özellikle HDP/DEM sıralarından Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e yüksek sesli sataşmalar oldu. Belki bazıları Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesi görüşülürken niye bu ka-dar hararet yaşandığına şaşırmış olabilir.
“Hepimizi ve Kâinatı yaratan Allâhü Teâlâ Hazretleri tarafından Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in getirip tebliğ ettiği şeyleri, İslâm Şeriati'nin hükümlerini kalb ile tasdîk ve dil ile ikrâr etmeye imân denir. İmân tasdîk ve ikrârdan ibarettir. Bu duruma göre imân, Allâh (c.c.)'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmaktır.” “Cenâb-ı Allâh'ın varlığına, birliğine, benzeri, dengi ve ortağı olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in kulu ve son peygamberi olduğuna ve İslâm dininin (ihtivâ ettiği) diğer temellerine inanan kimseye mü'min denir.” Şüphesiz ölünceye kadar imânlı durmaya gayret göstermek, ölürken de imânlı (mü'min) olarak kabir âlemine yönelmek ve böylece âhiret âlemine îmân nuru ile göçüp gitmek ne güzeldir. Efendimiz (s.a.v.): “Allâh'ım! Senin dînin (İslâm) üzerine kalbimi sabit kıl” (Cevheretü't-Tevhid) diye duâ etmiştir. İmânı korumak için sevgili Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'i çok iyi tanımak ve O (s.a.v.)'e tâbi olmak lâzımdır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in âdet konusunda yaptığı şeyler bulunmaktadır. Bulunduğu memleketlerin, şehrin ve beldenin âdetleri arasında iyi, güzel ve faydalı gördüğü şeyler vardır. Bunları beğenmeyenler, çirkindir diyenler kâfir olurlar. Allâh (c.c.) muhâfaza, küfür sözü söyleyen insanın (mü'min kişinin) o ana kadar hâsıl olmuş bütün sâlih amelleri bâtıl olur ve boşa gider. Küfür sözü söyleyenin nikâhı düşer, daha doğrusu düşer ve tamir cihetine gitmedikçe zina kapısı açılmış olur. Eğer tevbe etmeden ölürse cehennemde ebediyen kalır. Küfür söyleyerek her şeyini kaybeden kişinin, bundan sonra akıllıca yapacağı ilk iş tevbe etmektir. Her şeyin aslına vâkıf olmak için bilenlerden, ehil kimselerden sorup öğrenmek ve böylelikle bilgisizlikten kurtulmak icab eder. ÎMÂN VE NİKÂH TAZELEME DUÂSI: “Allâhümme innî ürîdü en-üceddidül îmâne ven-nikâhe tecdîden bi kavli lâ ilâhe illallâh Muhammedür-resûlullâh.” (Hüseyin Âşık Efendi, Elfâz-ı Küfür, s.20-30)
Merhabalar arkadaşlar, Bugün uzun bir aradan sonra bir Gökhan Özkan içeriği ile karşınızdayız. Podcastimizin konusu, Nur-u Tevhid İçinde Sırrı Ehadiyetin İnkişafı. Tadı damağınızda kalacak, ilmi derinliğe sahip güzel bir video olduğuna inanıyoruz. Videoyu beğenmeyi, arkadaşlarınızla paylaşmayı ve yorumlarınızla desteklemeyi lütfen ihmal etmeyin.
1924'te eğitim ve öğretim birliğini sağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1926'da Türk Medeni Kanunu'nun kabulü, 1934'te seçme ve seçilme hakkını kadınların da elde etmesinin üzerinden neredeyse bir asır geçti. 100 yıl önce yapılan bu reformlar sayesinde milyonlarca “Cumhuriyet Kadını” toplumda aktif bir rol üstlendi, siyasette ve devlet kademelerinde görev aldı. Ancak 2023 genel seçim sonuçlarına göre, meclisteki kadın milletvekili oranı yüzde 20'yi bile bulmuyor! COSMO TÜRKÇE bugün, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana kadının toplum içinde değişen rolüne ayna tuttu. Kuzey Ren Vestfalya Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nden Sevinç Ekinci sorularımızı yanıtladı. Mikrofonda Çelik Akpınar ve Serap Doğan var. Von Celik Akpinar.
Diyanet ve diğer devlet yetkilileri, propagandasını yapmamak için açıklamaktan çekinseler de, deizmin ve hatta ateizmin hızla yaygınlaştığını, insanların dini hızla terkettiklerini ya da dine karşı ilgisiz ve kayıtsız bir tavır sergilediklerini gözlemliyoruz. Deist ve ateist olanları suçlamak çok yanlış. İlle de suçlanacak birileri varsa, onlar bizleriz, mütedeyyin olduğunu iddia eden insanlar. Meselenin temel sebebi hem teslimiyet'te hem de temsiliyet'te sorun yaşanıyor olmasıdır. Dindar insanların masa, kasa ve nisa konusunda seküler insanları hayal kırıklığına uğratacak kadar dini kötü temsil etmeleri, toplumun dinden soğumasına, ülkede deizmin ve ateizmin yaygınlaşmasına yol açıyor. Bu konu sosyal bilimcilerin özellikle araştırmaları gereken taze araştırma alanlarından biri şu ân. Deizmin yaygınlaştığı bir yerde, dinin bütün temelleri aşınır ve varlık sebebi sorgulanır. Din, zamanla anlamını yitirir, hayattan uzaklaşır, silinir gider... Bütün bu sorunları, güçlü, esaslı bir tevhid inancı ile anlayabilir ve aşabiliriz. Tevhid inancını korumanın yolu, güçlü bir nübüvvet fikrine sahip olmaktan geçer. Mevlid-i Nebî haftası vesilesiyle bu haftaki yazılarımda nübüvvet fikrini derinlemesine işleyeceğim. İlk yazım, burada daha önce aynı başlıkla yayınlanmış, tefekkür dünyamızı zenginleştireceğini umduğum bir metin. Meseleyi tartışmaya giriş için iyi bir başlangıç yazısı olabilir... BÜTÜN YOLLAR, TEVHİD'E ÇIKAR... Tevhid inancının muhkem bir şekilde korunabilmesinin tek şartı, nübüvvet / peygamberlik fikri'nin muhkem olmasıdır. Tevhid inancı, her şeyin başıdır: Hakikatin tecellîsi de, adaletin tesisi de, insanın özgürlüğünü teminat altına alması da tevhid'le, tevhid akidesiyle kâimdir. Başka bir ifadeyle, her şey, tevhid'le başlar, tevhid'le biter. Bütün yollar, Tevhid'e çıkar. Tevhid, İslâm inancının, âmentüsünün en temel şartı, en sarsılmaz temelidir. Şöyle izah edebiliriz bu şaşmaz ilkeyi: Allah'a (cc), Allah'ın birliğine, benzersizliğine, yaratıcılığına iman, Tevhid akidesinin temeli; Hz. Peygamber'e (sav) iman ise sütunudur. Temel olmadan, bina inşa edilemez. Sütun olmadansa, bina ayakta duramaz, çöker. Peygamber inancı, tevhid inancının sigortasıdır. Nübüvvet fikri ve inancı olmayan hiçbir din, tevhid inancını da, insanın özgürlüğünü de koruyamaz. Nübüvvet fikrini ve inancını yitiren bir din, paganlaşmaktan kurtulamaz ve kişilerin dini kendi kafalarına, zihin setlerine, keyiflerine, Kur'ân'ın ifadesiyle “heva ve heveslerine göre” tahrif etmeleri önlenemez. Mesele, sadece tevhid inancının korunabilmesiyle sınırlı değildir. İnsanın özgür iradesini ve özgürlüğünü koruyabilmesi, insanlığın yararına kullanabilmesiyle de ilgilidir. Nübüvvet fikrini yitiren bir din, tevhid inancını yitirir; tevhid inancını yitiren bir dinse, insanın özgür iradesini ve özgürlüğünü yitirmekten kurtulamaz. İnsan, Allah'ın bütün isim ve sıfatlarının mazhargâhı ve âlemin ruhu olan bir varlıktır. Bunun yegâne ve kâmil timsali âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber'dir. İslâm'ın tenzîhî ve teşbîhî boyutları aynı anda kâmil mânâda peygamberimizde tecellî ve tezahür eder. Yeryüzünü Allah'ın rahmetinin kaplaması, peygamberimizin rahmet elçisi olması ve bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmesi sırrının eseridir.
Şefkat abidelerine sükunet, temkin ve teyakkuzun temsilcisi olmak düşüyor!.. *Böyle bir dönemde sükûnet, sekîne, temkin ve teyakkuzun temsilcisi olan insanlara, çok ağır başlı ve okkalı düşünceli olmak düşüyor. Tedbir ve temkin bütünüyle onlara düşüyor. Fitne tsunamileri ve fesat seylapları karşısında göğsünü gerecek, onları önlemeye çalışacak akl-ı selîm, kalb-i selîm, hiss-i selîm, ruh-u selîm sahibi insanlara.. mülahaza ve beyanları selim insanlara.. vurulduğu, dövüldüğü anda bile el kaldırmayacak ve karıncaya dahi basmayacak kadar şefkat abidelerine… Belki böyle davrananlar dünya cihetiyle kaybedebilirler fakat öbür tarafta Sahabe efendilerimizle ve Enbiyâ-ı izamla haşrolurlar. Allah onlarla haşreylesin!.. “Osmanlı” derken, hatta Kelime-i Tevhid ile gürlerken, ahireti kaybediyorlar!.. *Dünyevî kaybetme önemli değildir; asıl musibet, ahireti kaybetmektir. Bazıları daha şimdiden ahireti kaybetmiş gibi görünüyorlar. İnsan öldürmekle, öldürme ortamı hazırlamakla, öldürmeye zemin hazırlamakla bir şeyler elde etme peşinde koşuyorlar. Genel atmosferi kendi istikballerini garanti altına alma adına kullanıyorlar. Dolayısıyla ahireti kaybediyorlar. Kimileri mabette ahireti kaybediyorlar.. bazıları Allah karşısında yer yer el pençe divan da duruyor ama namaz kılarken ahireti kaybediyorlar.. “Lâ ilâhe illallah” derken ahireti kaybediyorlar.. “Muhammedun Rasûlullah” derken ahireti kaybediyorlar.. “Sahabe” derken ahireti kaybediyorlar.. “Osmanlı” derken ahireti kaybediyorlar!.. *Fakat unutmayın, ahireti kaybetmekle kalmayacaklar!.. Allah âdil-i mutlaktır! Küfür devam eder, mahkeme-i kübraya, ma'dele-i ulyâya kalır ama zalim cezasını dünyada bulur. Çok yakın bir gelecekte kaderin şiddetli tokatlarıyla derbeder olup gidecekler!.. *Bugün bu zulüm tablolarını hazırlayanlar, insanları birbirlerine karşı zulme sevk edenler, birbirine musallat edenler; kanda, irinde, gözyaşında kendi istikballerini imar etmeye çalışanlar… Bu mimar bozuntularının çok yakın bir gelecekte derbeder olup gittiklerini, kaderin şiddetli tokatlarıyla onlara “yeter artık!” dendiğini göreceksiniz. Entelektüel buna “yeter” demedi; birkaç tane elit bunlara “yeter” demedi; kendi içlerinden inanan gibi görünen bazı kimseler de “Bu kadarı fazla!” demedi. Onlar demedikleri için, dediği hora geçen ve mutlaka olan “Kün fekân” Sultanı dediği zaman zîr ü zeber olacaklarında tereddüdünüz olmasın. *Fakat o zaman da şu anda içinizde yaşattığınız o şefkat duygusuyla belki onlara acıyacaksınız, ızdırap duyacaksınız; “Keşke” diyeceksiniz “vaktinde iyiyi, güzeli, doğruyu keşfetselerdi; doğru yolda kaybedenlerden olmasalardı; sırât-ı müstakimde trafik kazası yapmasalardı; sırât-ı müstakimde şeytanın oyuncağı haline gelmeselerdi.” Fırtınaya maruz kalmış ağaçlar gibi yıkılıp gittiklerinde onlar için üzülen yine siz olacaksınız!..
İsmâil Râcî Fârûkî (ö.1986), İslam felsefe tarihi üzerinden felsefecilerin aktif ve pasif tanrı tartışmasındaki yanlışlıklara işaret ederek, bu yanlışların okasyona-lizm doktrinini keşfeden ilahiyatçılar tarafından bu minvalde aşıldığını belirtmiş ve oluşan yeni anlayışı şöyle özetlemiştir: “Bu anlayışa göre, Tanrı âlemi her an yaratmakta ve yaratma fiilinin olmadığı bir an bile geçmemektedir. Dolayısıyla, varlık âleminde her olgu ve olay Allah'ın bilfiil yaratmasının bir sonucudur. Bu durumda onlar, nedenselliğin zorunluluğu yerine, adil ve kullarına doğru yolu gösteren Tanrı'nın, onların her zaman doğru sebebi takip etmesini sağlayacağı ve bu düzenliliği bozmayacağı inancını ortaya koydular. Netice olarak bu yorum, salt nedenselliğin değil, aksine ilahi kudret ve iradeye bağlı bir nedenselliğin yani sünnetullâhın tesisi idi. Böylece ilahiyatçılar, filozoflara karşı büyük bir zafer elde etmiş oluyorlardı.” (Tevhid, Trc.: Ejder Okumuş, Mahya Yayınları, İstanbul 2018) Gerçi bu zaferin bizim zamanımızdaki karşılıkları şu iki nedenle çok olumlu değildir: 1-Evveli İmam Gazzalî ile İmam Rabbânî'ye kadar indirilen tecdit hareketinin, Şah Veliyyullâh Dihlevî'den (ö. 1762) sonra ve dolayısıyla bizim zamanımızda tarihselci, modernist, Arap ırkçısı, akılcı ve reformcu bazı kişiler tarafından, bir çözüm arayışı olmaktan çıkarılıp, bizzat sorunun kendisi haline getirilmesi, 2- Bu sonuca sebep olanların eserlerinden tek kelime okumadıkları halde kamuoyunu belirleme gücüne sahip kimi cemaat / tarikat liderlerinin ilgili kişileri tekfire kalkışmaları ve dolayısıyla tecditte de bir tecdit imkanını da asılsız rivayetlerle, iftiralar yoluyla kapatmış olmalarıdır. İkinci hususa bağlı olarak istitraden şu ayrımı hemen iletmeliyim: Fârûkî'nin ilahiyatçılardan kastı, Türkiye'de elan din mühendisliği yapan ilahiyatçılar değildir. Bunlardan hareketle bizde vesilecilik, âdiyye, aranedencilik şeklinde anılan okasyonalizmle ilgisi tartılabilir olmakla birlikte, Fârûkî'nin özetlediği tarzda, üstelik felsefeden de hareketle bir İslamî anlayışı, kendisine özel yeni kavramlar eşliğinde tesis etmeye çalışan Taha Abdurrahman'ın (d. 1944) Türkçe'ye tercüme edilen eserlerine okurlarımın dikkatini çekmek istiyorum. Yeni Şafak'ta, 10 ve 20 Haziran 2023 tarihlerinde yayımlanan Yavuz Köktaş imzalı “Taha Abdurrahman'ın felsefesine dair bazı mülahazalar” başlıklı yazılarla, GZT Mecra'da yayımlanan Salih Karaduman imzalı, “Özgün ve çağdaşımız bir düşünür: Taha Abdurrahman” başlıklı bir yazıya yakın zamanlı olmaları bakımından işaret ederek Taha Abdurrahman'ın şu ana kadar dilimize çevrilen eserlerini -Türkçe adlarıyla- şöyle sıralayabiliriz: -Bilgi Ahlaktan Ayrıldığında, Muhammet Ateş, 2020 -Dini Amel ve Aklın Yenilenmesi, Trc.: Mehmet Emin Güleçyüz,2020 -Ahlak Sorunsalı -Batı Modernitesinin Ahlaki Eleştirisine Bir Katkı-, Trc.: Tahir Uluç, 2020 -Amel Sorunsalı -Bilim ve Düşüncenin Pratik Temelleri Üzerine Bir Araştırma, Trc.: Tahir Uluç, 2021 -Dinin ruhu -Sekülarizmin Sığlığından İlahi Sözleşme ve Emanet Paradigmasının Enginliğine-, Trc.: Soner Gündüzöz, 2021
“Allahım, büyük Peygamberimiz'e salât ve selâm eyle. Bu salât ve selâm ondan sonra gelen ve zamanında yaşayan yakınlarına da olsun... «Bize bol sabır ver. Bu yolda yürümemiz için bize kuvvet ihsan eyle.» (Bakara, 250) Bizlere iyiliğini arttır. Verdiklerine de şükretmeyi nasip et... Ey cemaat! Sabırlı olun, içinde bulunduğunuz dünya, âfet ve musibet doludur. Bunların gayrisi nadirdir. Yok denecek kadar azdır. Arkasına belâyı saklamayan iyilik bulunmaz. Her genişliğin bir sıkıntısı çıkar. Her ferahlıkta bir darlık saklıdır. Maddî hayatınızı dünyaya verin. Kısmetinizi meşru yoldan alın. Dertlerinizin devası budur. İyi yollardan gelen dünyalık size yeter. Ey evlâd! Kısmetini, meşru olduğuna inanınca al; alırken iman eliyle al. Hakikî yolu arıyorsan, böyle seçmelerdensen, doğrulara katışmışsan emirle al. Hakk'ı bulmuş ve hâl âlemine ermişsen, Hak yakınlığında kendini kaybetmişsen, o zaman başka hâl olur. Senin hükmün orada geçmez. Sana gönderirler. Emir seni yürütür. O âlem seni kötülüklerden korur. Hak işler varlığını, harekete geçirir. Olanlar olur, ama sen yoksun onlarda... İnsanları senin, için üçe böleceğim: Birincisi, cahil, hakikî âleme sevgisi yok. İkincisi, seçme ve iyilerle olan. Üçüncüsü, iyilerin bizzat kendileri ve esasen iyiler. Hakikî âleme sezisi ve duygusu olmayana «âmi» tabir edilir. Bu, îslâm dininin temel prensiplerine uyar. Hiç ayrılmaksızın, Allah ne buyurmuş. Peygamber (SA.) efendimiz ne demişse onu bilir ve bu bilgisinin dış kabuğunu bir türlü yırtamaz, dolayısıyla ötelere geçemez. Bu adam, şu İlâhi fermanın hükmü altındadır: «Peygamber size ne getirmişse ona uyunuz ve her neyi yasak etmiş ise, ondan da sakınınız.» (Haşr, 7) O «âmi» tabir ettiğimiz, bu yolu kendine seçer, işlerini yukarıda beyan edilen ferman dahilinde yürütürse, saf bir gönül sahibi olur. Ama biraz da iç âleme yönelmesi şarttır. Biraz daha ilerler, hakikatlere daha çok anlayış peyda ederse, Mevlâ ona ilham kapısını açar. İyiliğini ve kötülüğünü o ilhamla seçer. Bir Âyet-i Kerimede şöyle beyan edilir: - «Allah ona iyiliğini ve kötülüğünü ilham etti.» (Şems, 8) İşbu anlatılan vasıflar, «âmi» kulun vasfıdır Bu zatın kalbi, yanlış yol tutmaktan titrer. Her şeyde bir işaret bekler. Kur'ân-ı Kerim okur. Orada bulamayınca, Peygamber (S.A.) efendimizin emirlerine bakar; orada da bulamazsa bekler. İşinde çalışırken, bir melek onu idare eder. Yolunu aydınlatır. Bu anlatılanlar, İslâm dininin zahirde beyan edilen emirlerini yerine getirdikten sonra başlar. İmanı kuvvet bulur. Tevhid nuru kalbe yerleşir. Sonra dünya kalbinden çıkar. Daha sonra halkın hayrını ve şerrini görmek de kaybolur. Her türlü maddî iş ve korku gidince, İlâhî ilham gözükmeye başlar; ama bu gözün göreceği cinsten değil. Artık sabah olmuştur. İkinci hal başlar. İyilere mensup olur. İman nuru gelir. Takva ışığı peyda olur. Amel nuru, sabır nuru, sevgi ve olgunluk nuru da gelir; cümle nurlar birleşir ve artık o da bir insan olur. Bunlar, tek tek, birer meyvedir. Ancak İslâm dininin hakkı ödendikten sonra başlar ve onun bereketi ile olgunlaşır. Artık abdâllık başlamıştır. Abdallar bizzat iyilerdir. Seçmelerin seçmesidir. Bunlardan öte kulluk makamı yoktur. Bunlarda bir iş için evvelâ İslâm dininin emri gözetilir. Sonra bizzat emir alınır; sonra bizzat İlâhî hareket ve ilham beklenir. Saydığımız üç şeyin ötesinde hayat yoktur. Manevi ölüm vardır. Haram üstüne haram, hastalık üstüne hastalık, dert üstüne dert vardır. Ve sadece baş ağrısı vardır. Çünkü dinin baş emirlerini zedelemişlerdir. Kalp de ezginliğe ve bezginliğe uğramıştır. Ve artık ceset de yara ve bere içindedir. Ey cemaat! Mevlâ'nın tasarrufu sizde devamlıdır. Her an biraz daha tekâmül eder. Bu tekâmül sonunda, işlerinize dikkat edilir. Sebat gösterebiliyor musunuz yoksa hemen dağılıyor musunuz?.. Yalancılığınız ve doğruluğunuz meydana çıksın. Kadere uymayan, şefkat bulamaz ve kimse ona uymaz. İlâhî hükümlere boyun eğmeyene rıza yolu kapalıdır ve hiç kimse ondan memnun değildir.
KABİRDEKİ İLK GECE... / Kerem Önder ÖLDÜKTEN HEMEN SONRA RUHUMUZA NE OLUR? Soru: Hocam, ölüm korkumu yenebilmem için öldükten sonra ruhumuza ne olur söyleyebilir misin? Bu konuda rivayetler var mı? Cevap: En evvel gözleri açılır. Ahirete dair duyduğu veya okuduğu şeylerin doğru olduğunu o an anlar. (Ona) “Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; Artık bugün gözün keskindir” (denir.) (Kâf 22) Sonra olacakları da son Peygamber Muhammed aleyhisselam anlatıyor: "Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor: Resûlullah ile (a.s.m.) birlikte Ensar'dan birisinin cenazesine katılmıştık. Cenaze defnedileceği sırada kabristana vardık. Resûlullah (a.s.m.) oturdu. Biz de, sanki başımızda bir kuş varmışcasına sessiz ve sakin bir şekilde oturduk. Peygamberimiz (a.s.m.) elindeki bir sopayla yeri çiziyordu. Başını kaldırdı. İki ve üç defa, “Kabir azabından Allah'a sığınırım.” dedikten sonra şöyle buyurdu: “Mü'min kabre konulduğunda, dostları dönüp gittiği ve onların ayak sesleri henüz işitildiği sırada iki melek gelir. Onu oturturlar ve aralarında şu konuşma geçer: ‘”Rabb'in kimdir?' “'Rabb'im Allah'tır.' “'Dinin nedir?' ‘”Dinim İslam'dır.' ‘”Size doğru yola çağırmak üzere Allah tarafından gönderilmiş olan zat kimdir?' ‘”O zat, Allah'ın Resûlüdür.' ‘”Bunu nereden öğrendin?' ‘”Allah'ın kitabını okuyup ona iman ettim ve onun doğruluğunu kabul ettim.' “İşte, Allah'ın, ‘Allah iman edenleri, dünya hayatında da ahirette de o sağlam Kelime-i Tevhid ile sabit kılar.' (İbrâhim Sûresi, 27) âyetinin manası budur. “Sonra gökten bir ses gelir: ‘Kulum doğru söyledi. Onu cennete layık bir şekilde yerleştirin. Ona cennet elbiseleri giydirin. Ona cennete bakan bir kapı açın!' “Ve ona cennetin rahatlığı ve güzelliği bahşedilir. Kabri, gözünün gördüğü mesafeye kadar genişletilir. “Eğer ölen kâfir veya münafık ise, kabre konulduğu zaman ruhu bedenine iade edilir. İki melek gelir, onu oturturlar ve aralarında şu konuşma geçer: ‘”Rabb'in kimdir?' ‘”Hı, hı? Bilmiyorum.' ‘”Dinin nedir?' ‘”Hı? Bilmiyorum.' ‘”Size, doğru yola çağırmak üzere Allah tarafından gönderilmiş olan zat kimdir?' ‘”Hı? Bilmiyorum.' ‘”Sonra gökten bir ses gelir: ‘Bu, yalan söyledi! Ona cehenneme yaraşır bir yer hazırlayın. Ona cehennem elbiseleri giydirin. Ve ona cehenneme bakan bir kapı açın!' “Sonra cehennem ateşinin sıcaklığı ve kavurucu rüzgârı gelir. Kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar kabri daraltılır. Daha sonra onun başına kör ve dilsiz bir zebani musallat edilir. Onun demirden bir tokmağı vardır ki, dağa vurulsa, dağı toz toprak hâline çevirir. Bu zebani ona bu tokmakla öyle bir darbe indirir ki, insan ve cinlerin dışında, doğuda, batıda, dünyanın her tarafında bulunan bütün varlıklar bu dehşetli darbeyi işitir. Ve o şahıs toprak hâline döner. Sonra ruhu tekrar iade edilir [bu şekilde işkence devam edip gider]." (Müslim, Cennet: 71.) * mezardaki ilk sorular. İlk gece kabir azabı var mı?
İbrahim Kalın ile “Kendi Gökkubbemiz” kendine has üslubuyla farklı ufuklara yelken açtırmaya kaldığı yerden devam ediyor. Her hafta farklı konulara değinerek izleyicilerine yeni fikir kapıları aralayan İbrahim Kalın bu bölümde "İkilik, Düalizm ve Tevhid" kavramları üzerinde duruyor. Kendi Gökkubbemiz'in yeni bölümde başlıca şunlar konuşuldu; Serdar Tuncer: Hocam hoş geldiniz. Bu bölüm, geçen bölümden yarım bıraktığımız mevzuyu sorarak başlamak isterim müsadenizle. Hani tevhidin çocuklarıyız, olmaya gayret ediyoruz ama ikilikte yakamızı hiç bırakmıyor. Akıl, kalp, zahir, batın, dünya, ahiret, fizik, metafizik filan... Fizik, bugün gelinen noktada metafiziğin varlığını ispat etmeye memur bir hale geldi demişti bir fizikçi... Bu hadiseyi nasıl okuyorsunuz? Bununla başlayalım sonrasında daha önemli bir soru soracağım... İbrahim Kalın: Hoş bulduk. İlk kısımla ilgili işaret ettiğiniz nokta son derece önemli. İkilikle düalizm arasında bir fark var. İkiliği kabul etmek ile ikiciliğe (düalizme) savrulmak arasında çok önemli bir fark var. İslam düşünce geleneği ikiliğin hakikatini kabul eder; zahir batın, gece gündüz, sıcak soğuk, akıl kalp... Ama düalizm bu iki hakikati eşit varlık seviyesine getirerek bunların sürekli bir kavga yahut bir tahakküm ilişkisi içerisinde olduğunu iddia eder. Halbuki tevhid, ikilikleri aşarak teke, tek varlığa, vahdete ulaşmaktır. Dolayısıyla sıcağın soğuğun ötesinde dengeye ulaşmaktır, gecenin gündüzün ötesinde gündüze ulaşmaktır, güne ulaşmaktır, hakikate ulaşmaktır... İyilik kötülük vardır, iyi de vardır kötü de vardır ama nihayi olarak amaç iyiye gitmektir çünkü... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Bakara suresi içerisinde bulunan bir sure olan Ayet-el Kürsi; Tevhid ilmiyle alakalı en büyük Ayet-i Kerimedir. Bu yönüyle Ayet-el Kürsi çok derin anlamlar taşıyan kutsal kelimelerden oluşur. Peki inancımızda Ayet-el Kürsi okumanın faydaları neler...
Bakara suresi içerisinde bulunan bir sure olan Ayet-el Kürsi; Tevhid ilmiyle alakalı en büyük Ayet-i Kerimedir. Bu yönüyle Ayet-el Kürsi çok derin anlamlar taşıyan kutsal kelimelerden oluşur. Peki inancımızda Ayet-el Kürsi okumanın faydaları neler...
• Allah Resulü ve tevhid akidesi. • Tevhid ile beşer, beşere kulluktan kurtuldu. • Kalben mümin, fakat kafa ile kâfir olma nasıl olur? • Öldükten sonra dirilmeye inanmanın önemi ve nesilleri bu şuurda yetiştirme. • Allah Resulü'nün cübbesini çeken bedevi. • Hz.Ömer'in (ra) adalet anlayışı. • Feyruzu'd Dehlemi'nin, bir gence yumruk vurması üzerine Hz. Ömer (ra)... • Hz. Ömer'e bir yıl ızdırap çektiren neydi? • Takva ve takvanın kazandırdıkları. • Ve O'nun yolunda gidenlerden misaller.
Savaş Şafak Barkçin Çağrışımlar'ın bu bölümünde günahı, riyayı, gafleti ve kusurlarımızı anlatıyor. Savaş Şafak Barkçin bu bölümde başlıca şunları anlattı; Serdar Tuncer: "Ben günah kadar beyazım, O tövbe kadar kara" Bir Sezai Karakoç mısraı... Abi, bir Allah dostu müridlerine demiş ki; "Siz günahın da ne olduğunu bilmiyorsunuz." Günah deyince bedenin günahları geliyor aklımıza hep... Adam öldürmüyoruz diyoruz, zina etmiyoruz diyoruz, hırsızlık yapmıyoruz o zaman ne günahımız var ki... Halbuki erenler diyorki işin aslı böyle değil! Peki işin aslı nasıl? Başka ne gibi günahlar var? Savaş Şafak Barkçin: Bu çok doğru bir şey. Tabi insan böyle lekeleri, pasları kendine pek değdirmeyi istemiyor, sevmiyoruz... Halbuki hepimiz kusurluyuz, hepimizde hata var, günah var... Bir kere bunu ikrar etmek çok önemli çünkü harbilik bence müminliğin diğer adıdır. Mümin harbi olur. Ama şu değil davul, zurnayla bakın ben ne halt yedim, ooo gelin anlatayım, sıradan anlatayım o değil elbette... Fakat kendini böyle pürüzsüz, net, diğer insanları kusurlu görmek o galiba çok büyük bir vebal çünkü insan sonuçta kendi muhasebesini kendisi yapıyor ve kendisi hesaba çekilecek yani diğer insanlar mesul ise, çocuğu, bir ilişkisi varsa şudur budur... Ama sonuçta biz kendimizden hesap göreceğiz o yüzden insanın en çok kaçınması gerektiği şey kendisinin kusursuz olduğu zannıdır, bu bir zandır. Herkes kusurludur... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Ömer Tuğrul İnançer Dinle Neyden'in bu bölümünde Peygamberimizin inceliğini, Tevhid dini islamı ve Sahabe-i Kiram efendilerimizi anlatıyor. Ömer Tuğrul İnançer bu bölümde başlıca şunları anlattı; Şöyle bir sohbet edelim mi ne dersiniz? Diyeceksiniz ki biz size cevap veremiyoruz ki neden soruyorsunuz bunu? Cevap veriyorsunuz sevgili dostlar, veriyorsunuz... Nasıl cevap veriyorsunuz? Programı takip ederek çünkü ben o teknik işlere pek fazla akıl erdiremem daha doğrusu sevmediğim için akıl erdirmeyi istemem. Her şeyi ehli yapsın... Takip ediliyor yani söylediklerimizi dinlemeye layık buluyorsunuz bunun için hem teşekkür ediyorum hem de bu yakınlıktan dolayı ben de doğrusu çok rahat ediyorum. Aramızdaki ilişki netice itibari ile muhabbet ilişkisi... Hep arz ediyorum, muhabbet sohbet demek değil ama sohbet denilen yüce kurum birbirine muhabbeti olanlar arasında yapılır. Ötekilerin konuşmalarına yani birbirine muhabbeti olmayanların konuşmalarına sohbet denmez. Ders denir, konferans denir, daha ileri gidince münakaşa, münazara, kavga denir. Onun için sizin, benim sualime müspet cevap verdiğinizi kabul ederek şu bahsi konuşalım... Malum, tevhid dini olan islam kul bazında bir kişi ile başlamıştır. Tabi islam yanlış oldu Muhammedilik diyelim ona. Çünkü islam hazreti adem ile başlamıştır. Kur'an-ı Kerim'de havarilerin, bir çok Peygamberin ene evvelül müslimin, nahnül müslimin gibi ifadelerle müslüman olduklarının ifade edildiği ayet-i kerimeler var ama Muhammedilik ondan önce yoktu müslümanlar Hz. Muhammed (s.a.v) ile başladı... Böyle düşünenler var maalesef bunlar ayet-i kerimeleri bile anlamıyorlar. Hasılı, Muhammedilik bir kişi ile başladı, tevhid ile... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Bertan Rona Bakışlar'ın bu bölümünde oldukça ilginç bir konu başlığını ele alıyor: "Orkestrayı yönetmek istiyorsanız, kalabalıklara sırtınızı dönmek zorundasınız." Bertan Rona bu bölümde başlıca şunları anlattı; Efendim. bir söz okumuştum nerede okudum hatırlamıyorum aslında söyleyen kişinin adını da biliyordum da bazen böyle unutkanlık had safada oluyor bende. Şöyle demiş söyleyen kişi; "Orkestrayı yönetmek istiyorsanız, kalabalıklara sırtınızı dönmek zorundasınız." Bu bir benzetme tabiki. Burada insanın toplulukla ilişkisi yani cemiyetle ilişkisi öte yandan insanın ferdi olarak varlığı ya da bu ikisi arasında bir irtibat sağlayabilecek bir başka görünümü var mı? gibi sorular ya da sorunlar akla geliyor hemen tabiki. Şimdi, şunu söyleyelim; hakikat dediğimiz şey tevhid ilkesi üzerine kurulu aslında. Tevhid ne demektir? Bu çok çok uzun tartışılabilir... Zaman zaman bana soruluyor orkestra şefi gerçekten orkestrayı yönetiyor mu? Orkestra şefi olmasa ne olur? Size bilirkişi olarak söylüyorum, burada tevazu göstermeme gerek yok mesleğim bu olduğu için, uzun zaman icra ettiğim için söylüyorum; eserine göre değişir ama genellikle pek çok yapıtta orkestra şefi diyelim ki konserden ya da operada temsilden 5 dakika önce rahatsızlansa perde kapanır. Yani anons yapılır seyirciye efendim orkestra şefimiz rahatsızlandı, konser yapılamayacak. Demekki şef olmadan gerçekten olmuyor... Devamı videoda... Gelin, Beraber Yürüyelim...
Şuara suresi (Arapça: سورة الشعراء) adını, 224. ayetinde geçen ve "şairler" anlamına gelen "Şuarâ" kelimesinden almıştır. Müşrikler, Kur'an'ın bir şair tarafından meydana getirilmiş olduğunu iddia ediyorlardı. Bu surede, Hz. Peygamber'in (s.a.a) öğretisi ile daha önceki peygamberlerin öğretilerinin özde birleştiği ve Kur'an'ın bir şair eseri olmadığı ispat edilerek, bu iddia çürütülmekte ve reddedilmektedir. Sure 227 ayettir. Mekke'de, Vâkıa suresinden sonra inmiştir. Mushaf'taki resmi sırası itibarıyla 26, iniş sırasına göre ise 47. suredir Surenin bir diğer adı ise “Camia”dır, zira çeşitli ve farklı konulardan bahsettiği gibi bazı peygamberlerin, kavimlerin ve milletlerin durumundan da bahsetmektedir. Mushaf'taki resmi sıralamada yirmi altıncı, nüzul sırasına göre ise kırk yedinci suredir. Kufe, Şam ve Medine karilerine göre 227 ayet, başka karilere göre ise 226 ayettir, ancak birinci görüş daha doğru ve meşhurdur. Kelime sayısı 1.223, harf sayısı ise 5.630'dır. Boyut olarak mesani ve orta surelerdendir. Tam olarak yarım cüzdür.[4] Şuara suresi, Mukatta harfleri olan ‘‘Ta-Sin-Mim'' ile başladığı için ‘‘Tavasin'' surelerinden sayılmaktadır.[5] İçeriği Bu sure, farklı ve çeşitli konuları içermektedir. Örneğin: tevhit, ahiretten korku, Hz. Muhammed'e (s.a.a) vahyin tasdiki, peygamberi tekzip etmeninin dünya ve ahiretteki akıbetinden sakındırılması ve herkesin koşarak Resulullah'a (s.a.a) iman etmesi gerektiği beyan edilmektedir. El-Mizan tefsiri, surenin asıl hedefinin; kavminin yalanlama ve iftiraları karşısında Peygamber Efendimiz'e (s.a.a) teselli vermek olduğuna inanıyor. El-Mizan tefsirinin yazdığına göre; sure, geçmiş peygamberlerin öykülerini, peygamberlere düşman olanların akıbetini ve peygamberi inkâr edenlere uyarı niteliği taşımaktadır. [6] Tefsir-i Numune, Şuara suresinin içeriğini üç ayrı bölümde ele almıştır: Birinci Bölüm: Kur'an'ın azameti, Peygamberi teselli etmek, Tevhid ve Allah'ın sıfatları; İkinci Bölüm: Hz. Nuh (a.s), Hz. İbrahim (a.s), Hz. Lut (a.s), Hz. Hud (a.s), Hz. Salih (a.s), Hz. Şuayb (a.s) ve özellikle de Hz. Musa (a.s) gibi peygamberlerin öyküsü, peygamberleri inkâr edenlerin yanlış mantık yürütmeleri ve onların yürüttüğü yanlış mantığın Allah Resulü'nü (s.a.a) inkâr edenlerin yürütmüş olduğu yanlış mantığa benzemesi ve geçmiş peygamberleri inkar edenlerin akıbeti; Üçüncü Bölüm: Önceki bölümlerden sonuç alınması, Peygamber Efendimiz'e (s.a.a) İslam dinine davet ve müminlere karşı nasıl davranması gerektiği noktasında tavsiyeler, peygamberi teselli etmek ve müminlere müjde. [7] Ayrıca Hz. Musa (a.s) ve Hz. Harun'un (a.s) Firavun ve büyücülerle mücadelesi, Hz. İbrahim'in (a.s) babası (amcası) ve kavmi ile mücadelesi, Hz. Salih'in (a.s) Semud kavmi ile mücadelesi ve deve olayı, Hz. Nuh (a.s) ve gemi yapımı, Hz. Lut (a.s) ve kavminin durumu, Hz. Hud (a.s) ve Ad kavminin durumu ele alınmaktadır.[8] [göster]Şu'ara Suresi'nin İçeriği[9] Meşhur Ayetler İnzar Ayeti وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ Ve en yakın hısımlarını korkut. (Şu'arâ Suresi / 214) Sünni ve şia kitaplarında bu ayet-i kerime hakkında birçok rivayet nakledilmiştir. Şiiler, bu ayet-i kerimenin nüzulünün ardından Allah Resulü'nün (s.a.a) İmam Ali (a.s) hakkında söylemiş olduğu hadis-i şerifi, kendi mezheplerinin hak oluşuna kanıt olarak sunmaktalar. [10] Bu ayet-i kerimenin iniş zamanını, Peygamber Eefendimiz'in (s.a.a) peygamberliğe seçildiği ilk 3 yıl içinde olduğuna inanmaktadırlar. [11] Bu ayet-i kerimenin nazil olmasının ardından, İslam peygamberi (s.a.a) kendi akrabalarını ve yakınlarını İslam dinine davet etmek ve korkutmakla görevlendirildi. Şii ve bazı Ehli Sünnet tefsirlerinin yazdığına göre; bu ayet-i kerimenin nazil olmasının ardından, Peygamber Efendimiz (s.a.a) kendi akraba ve yakınlarından 40 kişiyi yemeğe davet etti ve Müslüman olmalarını istedi ve şöyle söyledi: Her kim bana iman ederse, benim vasim ve ardılım olacaktır. O meclis de sadece İmam Ali (a.s), Allah Resulü'ne (s.a.a) iman getirdi. [12]