POPULARITY
Osmanlı tarihinin en kritik dönemeçlerinden birisiyle karşınızdayız. Henüz kuruluş aşamasında, büyük devlet olma yolunda ilerleyen Osmanlı Devleti, yeni bir rakiple karşı karşıya geliyor. İlhanlı Devleti'nin parçalanmasını iyi değerlendiren Emir Timur ya da nam-ı diğer Timurleng, meşhur Çin Seferine çıkmak için gözünü Yıldırım Bayezid'in yönettiği Anadolu topraklarına diker. Osmanlı ve Timur Devletleri arasında mektuplaşmalar yoluyla başlayan gerilim, gün geçtikçe iki ülkeyi savaşa yaklaştırır. Ankara Savaşına giden yolu açan sürtüşmeler kalemle başlarken kılıçla sona erer.Memlukların, Ahmet Celayir'in, Kara Yusuf'un ve daha birçok şahsiyetin dahil olduğu bu çetin mücadelenin; Ankara Savaşı'na giden yolun ilk aşamasını bu bölümde görebilirsiniz. Özellikle seslendirme konusunda oldukça profesyonel bir çalışma yapıldı. Yıldırım Bayezid'i ünlü aktör, seslendirme sanatçısı Tansu Biçer seslendirmekte. Eski günlerde olduğu gibi podcast formatına geri dönmenin hatta bir nevi radyo tiyatrosu formatında içerik üretmenin mutluluğu içerisindeyim :)Sizlere bu bölümü bir video olarak sunmak isterdim ancak basit haritalı çalışmalar içime sinmeyeceği için bu şekilde yayınlamak istedim. Kulaklığınızı takıp bu özel yapımın tadını çıkartmanızı diliyorum. Normalde bu içerik bir podcast şirketi çatısı altında yayınlanacaktı. Ancak yaşanan gelişmelerin ardından Tarih 101 kanalından yayınlama fırsatı buldum. Umarım hoşunuza gider, keyif alırsınız. Geri dönüşlerinizi her zamanki gibi bekliyorum. Keyifli dinlemeler dilerim.Credits:Music: Ghost Island by SoundridemusicLink to Video: https://youtu.be/6mgzeZeTlBc?si=U08np-nTnTKjE8bKCredits:Music: Bloodlust by SoundridemusicLink to Video: https://www.youtube.com/watch?v=dLybt8Vs-4EKanalımızı desteklemek ve ek içeriklere ulaşmak için;https://www.youtube.com/channel/UCPlTdUoi8jAjEdk1wf5cQug/join
Rönesans'ın dehası Leonardo da Vinci, sadece sanatçı ve mucit değil, aynı zamanda büyük bir hayalperestti. 1502 yılında II. Bayezid'e yazdığı iddia edilen mektupla Haliç üzerine bir köprü inşa etmeyi teklif etti. Peki, bu gerçekten oldu mu? Da Vinci Osmanlı'ya gelmeyi düşündü mü, yoksa bu sadece bir efsane mi? Bu bölümde, tarihin tozlu sayfalarına dalarak bu gizemli hikâyeyi inceliyoruz.*Instagram: www.instagram.com/oradanburadanbilgi/Youtube: youtube.com/oradanburadanbilgiTwitter: https://x.com/oradanburadanb*Reklam ve İş birlikleri için: oradanburadan7@gmail.comKAYNAKLAR*
Osmanlı tarihinin en kritik dönemeçlerinden birisiyle karşınızdayız. Henüz kuruluş aşamasında, büyük devlet olma yolunda ilerleyen Osmanlı Devleti, yeni bir rakiple karşı karşıya geliyor. İlhanlı Devleti'nin parçalanmasını iyi değerlendiren Emir Timur ya da namıdiğer Timurleng, meşhur Çin Seferine çıkmak için gözünü Yıldırım Bayezid'in yönettiği Anadolu topraklarına diker. Osmanlı ve Timur Devletleri arasında mektuplaşmalar yoluyla başlayan gerilim, gün geçtikçe iki ülkeyi savaşa yaklaştırır. Ankara Savaşına giden yolu açan sürtüşmeler kalemle başlarken kılıçla sona erer.Memlukların, Ahmet Celayir'in, Kara Yusuf'un ve daha birçok şahsiyetin dahil olduğu bu çetin mücadelenin; Ankara Savaşı'na giden yolun ilk aşamasını bu bölümde görebilirsiniz. Özellikle seslendirme konusunda oldukça profesyonel bir çalışma yapıldı. Yıldırım Bayezid'i ünlü aktör, seslendirme sanatçısı Tansu Biçer seslendirmekte. Eski günlerde olduğu gibi podcast formatına geri dönmenin hatta bir nevi radyo tiyatrosu formatında içerik üretmenin mutluluğu içerisindeyim :)Sizlere bu bölümü bir video olarak sunmak isterdim ancak basit haritalı çalışmalar içime sinmeyeceği için bu şekilde yayınlamak istedim. Kulaklığınızı takıp bu özel yapımın tadını çıkartmanızı diliyorum. Normalde bu içerik bir podcast şirketi çatısı altında yayınlanacaktı. Ancak yaşanan gelişmelerin ardından Tarih 101 kanalından yayınlama fırsatı buldum. Umarım hoşunuza gider, keyif alırsınız. Geri dönüşlerinizi her zamanki gibi bekliyorum. Keyifli dinlemeler dilerim.Kanalımızı desteklemek ve ek içeriklere ulaşmak için;https://www.youtube.com/channel/UCPlTdUoi8jAjEdk1wf5cQug/join
Cihan padişahı Kânunî son zamanlarda yanlış lanse edilen bir padişah olmuş, hatta bazı maksatlı tarihçiler tarafından Kanunî karısı Hürrem Sultan'ın sözüne uyup, dirâyetli oğlu Mustafa'yı öldürterek, yerine Hurrem Sultan'dan olan II. Selim'i tahtın varisi yaparak böylece Cihan Padişahı'nın, Cihan İmparatorluğu'nu karısına olan zaafına kurban ettiği iddia edilmektedir. Fakat yine bu tarih kitaplarında, Hürrem Sultan'ın büyük oğlu Şehzade Bayezid'in çocuklarıyla sığındığı İran hükümdarı tarafından, Kanunî'nin ricasıyla boğduruldukları yer almaktadır. Mustafa'yı boğdurtacak, II. Selim'i tahta geçirtecek kadar Kanunî'ye hâkim olan Hürrem Sultan, niçin oğlu Bayezid'i ve torunlarını kurtarmadı? Annelik şefkati sadece II. Selim'e mi aitti? Kânûnî Sultan Süleyman, 1553 senesi Ağustos sonunda Nahcıvan sefer-i hümâyûnuna çıktı. Bu müddet içinde, Şehzade Mustafa hakkında bir takım haberler aldı. Bunlarda da onun saltanat dâvasında ısrarlı bulunduğu, hattâ bunun için İran'la elbirliği ettiği ve hattâ “lihye (sakal)” koyuverdiği bildiriliyordu. Sakal koyuvermek ise bir şehzade için, saltanat dâvasına kıyâm demekti. Osmanlı şehzadeleri sultan oluncaya kadar sakal bırakmazlardı. Herhalde Kanûnî'nin bu işi iyice tahkik ve tedkîk ettirdiği, netîcede Şehzade Mustafa'nın isyanına kani bulunduğu anlaşılıyor! Kanûnî şeriate uymaya son derece ehemmiyet veren, vatan ve devlet endîşesini her türlü beşerî zaafların üstünde tutan, milletinin zararda olmaması, dahilî bir harb geçirmemesi için kendini dertlendiren bir pâdişâhtı. Kânûnî bütün hislerini ve aklını “devlet-i ebed müddet”in bekâsı davasına vermişti. Bu sebeple oğlunu Aktepe mevkiindeki ordugâhında idam ettirdi. Şehzadenin cenaze namazını kendisinin kıldırmak isteği, defalarca şiddetli gözyaşlarından namazı bozduğu rivâyet edilir. Bütün şu olaylar onun ne kadar acı ve kederlerle, ne iç paralayıcı mes'uliyetlerle bu kararı verdiği, bunda da sırf dînin selâmeti ve devletin bekâsı endişesinin rol oynadığını gösterir. (Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, s.315-316)
İlim ve irfan dünyamızın seçkin isimlerinden merhum ve mağfur Celal Hoca'nın hayrülhalefi Sadettin Ökten Beyefendi'nin televizyon kanallarında yaptığı sohbetleri arada sırada ben de ilgiyle takip ediyorum. Geçen gün, TRT'nin kültür kanalını rastgele açınca yine o güzel sohbetlerinden birine şahit oldum. Hocamız, Bayezid ve çevresindeki tarihi eserlerden, Bayezid Camii'nden ve bu tarihi mabedin meşhur ve maruf imamı Abdurrahman Gürses'ten, Küllük Kahvesinden söz ediyordu. Bu konular beni de doğrudan alâkadar ettiği için pürdikkat kendisine kulak verdim.
Yetiştirmiş olduğu âlimlerin sayısına ve onların ilmi seviyelerine bakılırsa memleketim olan Tokat'ın ne kadar mümbit bir şehir olduğu derhal anlaşılır. Mesela Fatih Sultan Mehmet'in bile karşılaştığında ayağa kalktığı ve asrımızın İmam-ı Âzamı diye taltif ettiği Molla Hüsrev işte bu büyük âlimlerden biridir. Ayrıca yine aynı hükümdarın özel kütüphanesinin hafız-ı kütübü olan Molla Lütfü de Tokat'ta dünyaya gelen bir ayaklı kütüphanedir. Bunun da kafasının içi, sorumluluğunu üzerine aldığı kütüphane kadar zengindir. Fatih, onunla şakalaşmaktan bile hoşlanıyordu. Bu allame Feshane'nin karşısındaki açık türbesinde yatıyor. Ne yazık ki Sultan İkinci Bayezid zamanında akran hasedine uğrayarak idam edildi.
Üsküdar'da, Sahaf Bahtiyar İstekli'nin dükkânında eski kitapları, eski mecmuaları ve bir takım evrakı fersudeyi gözden geçirirken yıllar önce yayınlanmış “Yelken” isimli bir dergiyle karşılaştım. Bu, “Aylık Sanat ve Edebiyat Dergisi”nin sayfalarını şöyle bir çevirip de Fatih Sultan Mehmed'le, Sultan Abdülhamid Han'ın sanat sevgisiyle ve Ayşe Osmanoğlu'nun babasını anlatan yazısıyla karşılaşınca hemen aldım. Bir göz hatırı için birçok göz sevilirmiş. Üç beş yazının hatırı için koca bir dergiye -hem de yüksek bir para ödemenin- makul bir hareket olduğunu ancak erbabı takdir edebilir. Oysa, bigâneler için bu delilikten başka bir şey değildir. Delilerin de makbulleri vardır, onlara da bilindiği üzere, “mecanin-i kütüp” yani kitap delileri deniliyor. Yelken'de Ziya Erkins imzasıyla yer alan ve Fatih Sultan Mehmed'le ilgili olan yazıyı okurken, özellikle oğlu Sultan İkinci Bayezid'den bahseden bölüm dikkatimi çekti. Belki sizin de dikkatinizi celbeder düşüncesiyle bu kısmı ufak tefek tasarruflarla nakletmek istiyorum. Ziya Erkins, Sultan İkinci Bayezid Han'ı bize şöyle anlatıyor: Şehzade Bayezid hakkında Avrupalılar, Fatih Sultan Mehmed ile Yavuz Sultan Selim arasında olduğu için, iki büyük arasında bir küçük diyorlar. Fakat bu hükümdarın devrine ait belgelerin incelenmesinden sonra anlaşılmıştır ki, Batılıların ve bunlara dayanmış olan bizim bazı tarihçilerimizin tahmin ettikleri gibi o böyle bir padişah değildir. Takip ettiği siyasette bir istikrar, medeni düşüncesinde bir istikamet vardır.
“İman sahibi, azık hazırlar. Kâfir ise yer içer, keyfine bakar, ötesini düşünmez. İman sahibi, bir yolcu gibidir. Kendini öyle görür. Burada az zaman kalacağını bilir. Malını alır, azla yetinir. Arta kalanı âhiret âlemine bırakır. Nefsine yeteri kadar burada harcar. Varlığını taşıtacak kadar nefsini doyurur. «Bütün emeli âhiret içindir. Bütün gücünü ve kuvvetini oraya verir. Dünya ve onun ehline önem vermez. Kalbi dünyadan kesilmiştir. Dünya ve ehli onun yanında önem taşımaz. Yanında tatlı bir dünyalık varsa fakirlere verir. Âhiret için azığın böyle yapılacağını bilir. Dünyada verdiği az şeyin, âhirette daha büyük ve daha iyi bir şeyle karşılık bulacağına inanır. İrfan sahibi ve bilgi sahibi olan, bütün gücünü Hakk'a yakın olmaya harcar. Âhirete geçmeden önce Hak yakınlığını burada bulmayı arzular. Gayretini bu yolda harcar. Hak yakınlığı bulunduğu an, kalp yolculuğu biter. Ondan öte yol yoktur. Sır âleminin yürüyüşü de sona erer. Seni daima secde, kıyam ve rükû hâlinde görmekteyim. Bunlardan bir sürü de yorgunluk duyuyorsun; ama kalbin, bunlardan bir iz almıyor. Hakk'a yakın olmuyor. Yaptığın işler ona tesir etmiyor. Kalbin, şu kalıptan bir türlü çıkmıyor. Rabbini doğru ara. Bu yolda doğru ol. Bu doğruluğun seni yorgunluktan kurtarır. Doğruluk gaganla vücut yumurtasını del, halka bağlılıktan kurtul. Dünyalık eşyalara karşı zühd elini çıkar; bütün arzularını kır. Kalbinle uçmaya koyul. Hak yakınlığı sahiline varıncaya kadar uçuşa devam et. O denizin sahiline yanaş. Geçmişin kurtarıcısı sana gelir. Onun yanında yardım gemisi de bulunur. Elinden tutar. Rabbine götürür. Bu dünya, bir denizdir. İmanın da bir gemidir. Gemi sağlam olursa burada boğulmaktan kurtulursun. Buna benzer Lokman Hekim'in bir sözü vardır. Oğluna öğüt verirken şöyle der: - Oğulcuğum! Dünya denizdir, iman da onun içinde gemi... Gemiyi yürüten, Allah'a kulluktur. Sahil âhiret âleminin başlangıcıdır. Ey günahlarda ısrar edenler, yakında sizi körlük kaplayacak. Kulaklarınız duymayacak. Kötürüm olacak, yerinizden kalkamayacaksınız. İsyankâr olduğunuzdan, kullar da sizin için acıma hissi duymayacak. Malınız telef olacak... Hırsızlar gelecek, her biri bir parça alıp götürecek... Fırtına esecek, âfet inecek, diğerlerini telef edecek, siz de perişan olacaksınız. Akıllı olunuz. Rabbinize dönünüz. Allah'a karşı olarak, malınızı çıkarmayınız. Allah'ı bırakıp mülke bel bağlamayınız. Hakk'ı bırakıp mülke dayanmayınız. Kalbinize Allah sevgisini koyunuz; mülk sevgisini çıkarınız. Malınız evinizde dursun; ceplerinizde ve çocuklarınızın elinde beklesin. Malınızı, vekilleriniz kimse onlar idare etsin, siz bir yanda bekleyiniz. Ölümü gözetleyiniz. Hırsınızı azaltınız, ümitlerinizi biraz kısınız. Bayezid-i Bistamî (Allah ona rahmet eylesin), şöyle der: - İman ve irfan sahibi, Allah'tan dünya istemez. Âhiret talebinde bulunmaz. Mevlâ'sından Mevlâ'yı ister. Ey evlâd! Kalbinle Allah'a dön. Allah'a tevbe ile dönülür. Tevbe eden ona dönmüş sayılır. Allahü Teâlâ'nın: - «Rabbinize inabe ediniz.» (Zümer/54) Buyurması, Rabbinize dönünüz demektir.
“İman sahibi, azık hazırlar. Kâfir ise yer içer, keyfine bakar, ötesini düşünmez. İman sahibi, bir yolcu gibidir. Kendini öyle görür. Burada az zaman kalacağını bilir. Malını alır, azla yetinir. Arta kalanı âhiret âlemine bırakır. Nefsine yeteri kadar burada harcar. Varlığını taşıtacak kadar nefsini doyurur. «Bütün emeli âhiret içindir. Bütün gücünü ve kuvvetini oraya verir. Dünya ve onun ehline önem vermez. Kalbi dünyadan kesilmiştir. Dünya ve ehli onun yanında önem taşımaz. Yanında tatlı bir dünyalık varsa fakirlere verir. Âhiret için azığın böyle yapılacağını bilir. Dünyada verdiği az şeyin, âhirette daha büyük ve daha iyi bir şeyle karşılık bulacağına inanır. İrfan sahibi ve bilgi sahibi olan, bütün gücünü Hakk'a yakın olmaya harcar. Âhirete geçmeden önce Hak yakınlığını burada bulmayı arzular. Gayretini bu yolda harcar. Hak yakınlığı bulunduğu an, kalp yolculuğu biter. Ondan öte yol yoktur. Sır âleminin yürüyüşü de sona erer. Seni daima secde, kıyam ve rükû hâlinde görmekteyim. Bunlardan bir sürü de yorgunluk duyuyorsun; ama kalbin, bunlardan bir iz almıyor. Hakk'a yakın olmuyor. Yaptığın işler ona tesir etmiyor. Kalbin, şu kalıptan bir türlü çıkmıyor. Rabbini doğru ara. Bu yolda doğru ol. Bu doğruluğun seni yorgunluktan kurtarır. Doğruluk gaganla vücut yumurtasını del, halka bağlılıktan kurtul. Dünyalık eşyalara karşı zühd elini çıkar; bütün arzularını kır. Kalbinle uçmaya koyul. Hak yakınlığı sahiline varıncaya kadar uçuşa devam et. O denizin sahiline yanaş. Geçmişin kurtarıcısı sana gelir. Onun yanında yardım gemisi de bulunur. Elinden tutar. Rabbine götürür. Bu dünya, bir denizdir. İmanın da bir gemidir. Gemi sağlam olursa burada boğulmaktan kurtulursun. Buna benzer Lokman Hekim'in bir sözü vardır. Oğluna öğüt verirken şöyle der: - Oğulcuğum! Dünya denizdir, iman da onun içinde gemi... Gemiyi yürüten, Allah'a kulluktur. Sahil âhiret âleminin başlangıcıdır. Ey günahlarda ısrar edenler, yakında sizi körlük kaplayacak. Kulaklarınız duymayacak. Kötürüm olacak, yerinizden kalkamayacaksınız. İsyankâr olduğunuzdan, kullar da sizin için acıma hissi duymayacak. Malınız telef olacak... Hırsızlar gelecek, her biri bir parça alıp götürecek... Fırtına esecek, âfet inecek, diğerlerini telef edecek, siz de perişan olacaksınız. Akıllı olunuz. Rabbinize dönünüz. Allah'a karşı olarak, malınızı çıkarmayınız. Allah'ı bırakıp mülke bel bağlamayınız. Hakk'ı bırakıp mülke dayanmayınız. Kalbinize Allah sevgisini koyunuz; mülk sevgisini çıkarınız. Malınız evinizde dursun; ceplerinizde ve çocuklarınızın elinde beklesin. Malınızı, vekilleriniz kimse onlar idare etsin, siz bir yanda bekleyiniz. Ölümü gözetleyiniz. Hırsınızı azaltınız, ümitlerinizi biraz kısınız. Bayezid-i Bistamî (Allah ona rahmet eylesin), şöyle der: - İman ve irfan sahibi, Allah'tan dünya istemez. Âhiret talebinde bulunmaz. Mevlâ'sından Mevlâ'yı ister. Ey evlâd! Kalbinle Allah'a dön. Allah'a tevbe ile dönülür. Tevbe eden ona dönmüş sayılır. Allahü Teâlâ'nın: - «Rabbinize inabe ediniz.» (Zümer/54) Buyurması, Rabbinize dönünüz demektir.
İyi ki semboller var! Aksi halde düşünmenin kendisini geriye çektiği ve görselliğin onun tahtına yerleştiği şu zamanda inanç farkını, milli karakteri, tarihi hakikatleri… beyan eden imalar, işaretler, semboller de olmasa, gemi azıya alan kafirlerle benzeşme, benzeştirilme furyasında -Allahuâlem- tuz gibi eriyip giderdik. 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Avusturya'ya iki gol atan Türk futbolcunun yaptığı kurt figürüne getirmek istiyorum sözü. Futboldan hiç anlamam, kurtla işim olmaz, Türkçülüğe bir Yahudi tezgâhı olması bakımından aşırı derecede mesafeliyim ama söz konusu olay perdesinin gerisinde ne olduğunu bilmek konusunda hassasım. Kurt işareti UEFA'nın eteklerini tutuşturdu; Alman İçişleri Bakanı (ki kendisi aynı zamanda cinsel sapkınlığın da savunucusudur) konuyu “aşırı sağcılık” vurgusuyla siyaset sahnesine taşıdı. Böylece konu Modernizmin en yaygın ayinlerinden biri olan futbolu ve bir futbolcunun gol sevincini aşıp, bir çatışmaya evrildi. Bu evriliş Avrupa'nın Türklere olan kadim düşmanlığını; insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü vb. terimlerinin birer Batı fantazmasından ibaret olduğunu; Avrupalıların kafir, Türklerin ise Müslüman olmaları bakımından -ki Avrupa'da Türk demek Müslüman demektir- ikisinin arasında daima var olan tarihi çatışmanın bugün de sıcaklığından ve gerçekliğinden hiçbir şey kaybetmediğini yeniden gösterdi. Bunlardan bazılarını uçuk ya da fazla abartılı olarak değerlendirmek mümkün olmakla birlikte, hepsinin özünü oluşturan inanç ve tarih çatışmasının tevili; “Türkler Avrupalı değildir ama Avrupa'ya mecburdur” sözüyle özetlenen hakikatin başka yere, söze veya şekle taşınması mümkün değildir. Bunu tarihten iki örnekle açıklayacak olursak: Birincisi Osman Gazi'nin Bizans'ı yıkmadaki kararlılığıdır. Büyük Oğuz Kurultayı'nın (1281-82), İlhanlılar'la iktidar çatışmasına girmek yerine Bizans'a ve devamında Avrupa'ya akınlar düzenlemesi yönündeki kararına yaslanan Osman Gazi, i‘lâ-yi kelimetullah uğrunda, halkının geniş ve verimli topraklara, ek insan emeğine olan ihtiyacını da gözeterek “Batı'ya yürümeyi” seçmiştir. (Bkz.: Âşıkpaşazâde) Yürümek Türk'ün kaderidir. Bu nedenle Türklerin durmak fiiliyle başı hiç hoş olmamış, ne zaman dursalar bir fetret devri yaşamışlardır. Öte yandan Âl-i Selçûk'tan beri Rûmî nisbesini kazanmış olan Anadolu Müslümanları, önceki Batı medeniyetlerinin mülküne de hakim olma anlamında bu nisbenin hakkını vermekten de hiç geri kalmamışlardır. Vereceğimiz ikinci örnek ise Yıldırım Bayezid'le (1389-1403) ilgilidir. Yıldırım ile Timur Şah arasında baş gösteren -gereksiz- iktidar dalaşına konu mektupların birinde Timur Şah, Yıldırım'ı Bizans Tekfuru olarak niteleyip ona - mealen- şöyle demiştir: “Madem Bizans'tan bir tekfurluk elde etmişsin, Geriye dönüp bizimle uğraşarak güç kaybedeceğine, önünde açık duran Avrupa'ya doğru yürü.” Timur Şah'ın, Ankara Savaşı'ndan önce (1402) Yıldırım'ı küçümsemek kastıyla söylediği bu sözler, Osman Gazi ile somutlaşan tarihi misyonun teyit edilmesi bakımından son derece önemlidir; neticede Timur da mezkur üslubuyla Avrupa'yı asıl hedef olarak işaretlemiştir.
Professor Dr. Nabil Al-Tikriti beautifully narrates the origin, rise and decline of the Ottoman Empire. A surprising dream from Allah predicting the Ottoman Empires' glory for years to come. And detailed story telling of the major Ottoman sultans and their achievements. An interesting conspiracy about the jewish messiah and the fall of the ottoman empire. Finally, why the Muslim world collapsed and are we witnessing its return? #ottoman #history #podcast #islamic #turkey 0:00 Intro 01:06 Ottoman Origin Story 03:52 The Founding Myth 08:29 Usmans Dream from Allah 12:00 The 1st Conquest 16:07 The Ghazi Thesis. Why the Ottomans became a great empire 25:00 Murad I, Bayezid & the Janessaries 36:00 The Rise of Mehmet I 38:30 Story of Mehmed the Conqueror/Conquest of Constantinople 55:30 The Famous Year of 1453 1:09:37 Rise of Beyezid II 1:15:00 The Jewish Messiah Conspiracy 1:25:09 The clash of the 4 princes 1:35:40 Salim The Grim 1:44:27 The Muslim world in Year 1500 1:51:00 The Ottoman Decline Theory 1:57:00 Why did the Muslim world Collapse 2:00:00 End of Times: Is the Muslim World Rising?
Tarihçilerin anlattığına göre 1389 yılındaki Kosova Muharebesi, bir imparatorluk olma yolunda hızla ilerleyen Osmanlı'nın en zorlu duraklarından biri olmuştur. Kalabalık bir Balkan ordusu ile 8 saat boyunca kılıç şakırdatan Osmanlı açısından savaşın dönüm noktası, o sıralarda yaman bir şehzade olan Yıldırım Bayezid'in bütün savaş alanını sağdan sola geçerek o esnada zor durumda bulunan ordunun sol kanadını toparlaması olmuştur. Malumunuzdur. Bir Sırp suikastçısı, savaş bittikten sonra Murat Hüdevandigar'ı hançerlemiş, padişah savaş meydanında ruhunu teslim ederek şehit düşmüştür. Rivayet odur ki, son nefesinden hemen önce oğlu Yıldırım'a tavsiyeler veren, ardından kelime-i şahadet getiren Murat Hüdevandigar'ın ölmeden önceki son sözü “Attan inmeyesüz” olmuştur. Murat Hüdevandigar, şüphe yok ki bu son cümlesini büyük bir tecrübenin içinden söylemişti. Dedesi Osman'ın tabiri caizse “bir evlek” olan topraklarını babası Orhan sadece 33 yılda Ankara'dan Rumeli'ye değin genişletmişti ve bunu “attan inmeden” başarmıştı. Murat Hüdavendigar ise, 30 yıl süren saltanatında Osmanlı Devleti'nin sınırlarını Antalya'dan Macaristan'a uzanan geniş bir araziye yaymıştı. Tabii ki “attan inmeden…” Bunu biraz geriden alayım. Biz, yani başta Osmanlı olmak üzere tüm Müslümanlar attan ineli beri, merhameti de, vicdanı da, adaleti de başkalarından arar hale geldik. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin, Cenevre Sözleşmesi'nin, Birleşmiş Milletlerin, Lahey'in, Brüksel'in merhametine kaldık geldiğimiz nokta itibarıyla. Mesele sadece bununla kalsa “neyse” deyip geçeriz belki de ama mesele sadece bununla sınırlı değil. Attan indik ineli, düşmanlarımızın asla mağlup edilemeyeceğine dair bir tutukluk, eziklik, cesaretsizlik biçimi de geliştirdik. Üstelik bunu, düşmanlarımızla mücadele etmenin değil de onları yenmenin üzerimize farz olduğunu düşünerek, bu zihinsel sapmayı da ta iliklerimize kadar hissederek hayata geçirdik.
*Bayezid-i Bistâmî Hazretleri der ki: “Bütün iç dinamizmimi kullanarak Cenâb-ı Hakk'a tam otuz sene ibadet ettim. Sonra gaybdan, ‘Ey Bâyezid, Cenâb-ı Hakk'ın hazineleri ibadetle doludur. Eğer gayen O'na ulaşmaksa, Hak kapısında kendini küçük gör ve amelinde ihlâslı ol!' sesini duydum ve tembihini aldım…” (12:20) *Zikredilen hadis-i şerif ahiret yolcusu için adeta bir manifestodur. Bununla beraber, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'in bu mübarek beyanı bir de hizmet-i imaniye ve Kur'aniye açısından değerlendirilmelidir. Gemi, yol, azık, yük, sarp yokuş ve ihlas gibi hususların adanmış ruhlar için neler ifade etmesi gerektiği üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. (14:15) * جَدِّدِ السَّفِينَةَ فَإِنَّ الْبَحْرَ عَمِيقٌ Gemini restorasyona tâbi tut, sağını solunu gözden geçir; tamir isteyen yanlarını onar ve bakımını tamamla. Çünkü, ruhlar âleminden Cennet'e uzanan uçsuz bucaksız ummanda dağvârî dalgalarla karşılaşman kaçınılmazdır. Gemin sağlam olmalıdır ki, uzun sefere, hırçın dalgalara ve korkunç fırtınalara dayanabilsin. Küçük bir gölde tenezzüh için kullanılan kayık ile okyanus geçilemez; tekne ile açık denizde uzun süre yol alınamaz. Gemini öyle yenile, o kadar geliştir ve o denli bakımlı tut ki, bir transatlantiğin üzerinde ilerliyormuş gibi aşabilesin en zorlu engelleri!.. Bu hususun bir de iman hizmetine bakan yanı vardır. Adanmış ruhlar, kendi çağlarını ve içinde bulundukları şartları çok iyi okumalı; ona göre olgunluğa ermeli ve metafizik gerilimlerini hep korumalıdırlar. (14:33) Bu video 27/10/2013 tarihinde yayınlanan “Adanmışın Manifestosu” isimli bamtelinden alınmıştır.
İstanbul'un tarihi hazirelerindeki hazineleri, yani buraları cennet bahçeleri haline getiren âlimleri, ârifleri ve bilumum büyük insanları ziyaret edip, onlarla ülfet ve ünsiyet tazelemekten az da olsa manevi bir zevk alıyorum. Bu maksatla, özellikle selatin camilerinin yanı başında bulunan hazirelere arada bir uğruyorum. Böylece “Dünya işlerinizden sıkıldığınız zaman kabristanları ziyaret ediniz” hadis-i şerifindeki tavsiye-i Peygamberiden belki hissedar olurum diye ümitleniyorum. Birkaç aydan beri Süleymaniye Camii'ni ve haziresini ihmal etmiştim. Dün, eski Diyanet İşleri başkanlarımızdan merhum Lütfü Doğan hocamızın, ikinci defa kılınacak olan cenaze namazına katılmak üzere yine bu tarihi mabede gittim. Merhumun namazı o koca avluyu dolduracak kadar kalabalık bir cemaatle kılındı ve okunan dualar eşliğinde ilahi rahmete tevdi edildi. İstanbul'un diğer hazirelerinde olduğu gibi, Süleymaniye Haziresi'nde de birçok tarihi şahsiyetin türbesi ve kabri bulunuyor. Fatih Sultan Mehmed'le oğlu Sultan İkinci Bayezid gibi, cihan hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesi de kendi camiinin hemen önündeki bu tarihi kabristanda yer alıyor. Osmanlı padişahları genellikle kıble tarafındaki bu türbeleriyle, bir bakıma her birisi muhteşem bir selatin camisi olan bu eserlerini mühürlemiş oluyorlar. Ulema ve mutasavvıf meşheri diyebileceğimiz bu tarihi hazirede en eski ve en çok ziyaret edilen türbe -tabii ki- karaların ve denizlerin hâkimi Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesidir. Giriş kapısının üstünde Hacerü'l-Esved'den küçük bir parça bulunmaktadır. Unutmadan söyleyeyim ki bu padişahımızın biri Zigetvar'da, diğeri de Süleymaniye'de olmak üzere iki türbesi bulunuyor. Tarihçilerimiz büyük hükümdarın cenaze namazının ihtişamı ve defin merasimindeki heyecanı eserlerinde anlatırken o gün İstanbul'da yer yerinden oynadı, diyorlar. Mesela Reşad Ekrem Koçu, bu merasimi şöyle tasvir ediyor: “Cenaze Belgrad'dan yola çıkmış haberi geldi. İstanbul şöyle bir titredi. Edirne'yi geçmiş haberi gelince, şehir yavaş yavaş boşalmaya başladı. O tarihte İstanbul'un nüfusu sekiz yüz binle bir milyon arasında tahmin edilebilir. Şehirde yalnız kadınlar, sabiler, hastalar kaldı. Müslim, gayr-i müslim bütün İstanbullular, takatlerine göre, Çekmecelere, Silivri'ye kadar büyük padişahlarının mübarek nâşını karşılamak için yola döküldü. Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile bütün ulema ve şeyhler Küçükçekmece'de karşılamıştı. Oradan İstanbul'a Kur'an ile tekbir ve tehlil ile gayet ağır bir vaziyette gelindi. Mevsim tam kış ağzı, 1566 yılı Kasım'ının 28. perşembe günü tabut Süleymaniye Camii'nin musalla taşına kondu. Ulema arasında kısa bir münakaşa oldu; bir cenaze namazı Zigetvar'da, ikinci cenaze namazı Belgrad'da kılınmıştı. İstanbul'da da namaz kılınacak mıydı? Cenaze namazının tekrarı caiz miydi? Şeyhülislam Efendi, hiç tereddüt etmedi, caizdir dedi ve hemen imamet mevkiine geçti. Büyük padişahın İstanbul'da üçüncü namazı kılındı.
Sarp yokuşlarla dolu bu yol azık, teyakkuz ve temkin istiyor!.. *Yunus Emre'nin deyişiyle, “Bu yol uzaktır, menzili çoktur, geçidi yoktur, derin sular var.” Bu yolda kat' edilmesi gereken nice mesafe, geçilmesi gereken nice derya ve aşılması gereken nice tepe mevcuttur. Zorlardan zor bu meşakkatli yolculukta maddî-mânevî hiçbir engele takılıp kalmamak, dünyanın aldatıcı cazibedar güzelliklerinin ağına düşmemek ve yol yorgunluğu yaşamamak için her zaman ciddi teyakkuz ve temkine ihtiyaç vardır. *Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ebû Zerr hazretlerinin şahsında bütün ümmet-i Muhammed'e şöyle buyurmuştur: جَدِّدِ السَّفِينَةَ فَإِنَّ الْبَحْرَ عَمِيقٌ وَخُذِ الزَّادَ كَامِلاً فَإِنَّ السَّفَرَ بَعِيدٌ وَخَفِّفِ الْحِمْلَ فَإِنَّ الْعَقَبَةَ كَئُودٌ وَأَخْلِصِ الْعَمَلَ فَإِنَّ النَّاقِدَ بَصِيرٌ “Gemini bir kere daha elden geçirerek yenile, çünkü deniz çok derin. Azığını tastamam al, şüphesiz yolculuk pek uzun. Sırtındaki yükünü hafif tut, çünkü tırmanacağın yokuş sarp mı sarp. Amelinde ihlâslı ol, zira her şeyi görüp gözeten, tefrik eden ve hakkıyla değerlendiren Allah, senin yapıp ettiklerinden de haberdardır.” *Bayezid-i Bistâmî Hazretleri der ki: “Bütün iç dinamizmimi kullanarak Cenâb-ı Hakk'a tam otuz sene ibadet ettim. Sonra gaybdan, ‘Ey Bâyezid, Cenâb-ı Hakk'ın hazineleri ibadetle doludur. Eğer gayen O'na ulaşmaksa, Hak kapısında kendini küçük gör ve amelinde ihlâslı ol!' sesini duydum ve tembihini aldım.” Bu video 23/08/2015 tarihinde yayınlanan “Hal ve Ümit” isimli bamtelinden alınmıştır. Tamamı burada: https://www.herkul.org/bamteli/bamtel...
Hayal Kuşunun Kanatlarından Bursa Hayal kuşuna binip Bursa semalarına doğru süzülmek ister misiniz? Cevabınız “Evet” ise tutunun kuşumuzun kanatlarına. Bakalım neler görüp neler duyacağız? Bu tarihî şehirde nelere şahitlik edeceğiz? Bursa'ya ne yönden girersek girelim, bizleri yeşil bir deniz karşılar. Tepelerden aşağı doğru süzülürken bakışlarımız mavi ile yeşilin kesiştiği büyülü bir çizgiye takılır. Bu güzel tablo bizleri kendine çeker. Bursa semalarında süzülürken ilk molamızı Tophane sırtlarında veriyoruz. Buradan şehri seyretmek doyumsuz bir zevk. Ama asıl ilgimizi çeken, burada yatan iki Osmanlı padişahı: Biri Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi, diğeri onun oğlu ve Bursa'nın fatihi Orhan Gazi. Tarihe yön veren iki büyük insanın huzurunda saygı ve edep içerisinde Fatihalar okuyoruz. Dalgın dalgın türbeleri seyrederken ak saçlı, ak sakallı bir dede yanımıza yaklaşıyor. Merakımızı ve heyecanımızı hissetmiş olacak ki “Gelin size bu iki padişahı anlatayım.” diyor. Dedeyi dinledikten sonra vedalaşıp Tophane sırtlarından, Ulu Cami'ye süzülüyoruz. Koca mabet tüm ihtişamıyla karşımızda duruyor. Cami, bizi önüne geçilmez bir merakla içine çekiyor. Duvarları kesme taşlarla örülü camiye üç büyük kapıdan girilebiliyor. Bu görkemli yapı, on iki kalın ayağın üzerine oturtulmuş yirmi kubbeden oluşuyor. Ortadaki kubbenin altında on altı köşeli bir havuz dikkatimizi çekiyor. Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan bu caminin inşaatında üç bin işçinin çalıştığı ifade ediliyor. Rivayete göre Bursa'nın meşhur evliyalarından Somuncu Baba, küçücük fırınında bu üç bin işçiye her gün ekmek çıkarırmış. Bursa halkı “Böyle küçük bir fırında, bu kadar ekmek nasıl çıkar!” diye hayretlerini gizleyemezmiş. Ulu Cami'nin açılış merasiminde; Somuncu Baba'nın Allah'ın sevgili bir kulu olduğu anlaşılmış. Cami cemaati, çıkış kapılarında bu güzel insanın elini öpmek için sıraya geçmiş. Ancak ne hâldir bilinmez, caminin her üç kapısından çıkan insanlar da “Somuncu Baba'nın elini öptük!” diye sevinmişler. O günden sonra bu veli zatı Bursa'da bir daha gören olmamış. Bu arada bahsetmeden geçmeyelim: Gölge oyununun başkahramanları Hacivat ve Karagöz, rivayete göre Ulu Cami'nin inşaatında çalışmış. Esprileriyle işçilere hoş anlar yaşatmışlar. Ulu Cami'den yükselip “Nereden devam edelim!” diye Bursa'yı süzerken Uludağ'ın heybetli duruşu gözlerimizi alıyor. Uludağ kış mevsiminde bir başka güzel. Karlardan yapılmış bembeyaz kürkünü sırtına almış. Eteklerine de çam yeşili nakışlar kondurmayı ihmal etmemiş. Yeşille beyazın böylesine uyumla kucaklaştığı bir başka yer var mıdır bilemeyiz. 2543 metre yüksekliğindeki Uludağ, ziyaretçileri yaz kış eksik olmayan bir yer. Bu nedenle de bol miktarda otel ve dinlenme tesisi mevcut. Kayak sporunun yapılması için gerekli altyapı hizmetleri de var. Uludağ'a ziyaretçilerin bir kısmı arabalarla, bir kısmı da teleferikle çıkmayı tercih ediyor. Bize sorarsanız teleferikle çıkmanızı tavsiye ederiz. Teleferik, çelik halatların takıldığı ayaklardan hızla aşağı doğru kayarken çoğumuzu heyecanlandırıyor. Uludağ'a çıkmışken millî parka da uğramayı ihmal etmiyoruz. Parkı sınırlayan tellerden geyiklere yiyecek atmak insanı çok mutlu ediyor. Yolculuğumuz devam ediyor. Derken kendimizi Emir Sultan Hazretleri'nin türbesinde buluyoruz. Yıldırım Bayezid'in hem damadı olan, hem de onu aydınlatan bu gönül insanının huzurunda Fatihalar okuyoruz. Kestane ağaçlarını geçip Bursa'nın alt kısmına yöneliyoruz. Ovayı sıra sıra şeftali bahçeleri süslüyor. Tekrar şehrin merkezine doğru süzülüyoruz. Yeşil Cami, Yeşil Türbe, Muradiye Külliyesi, II. Murat Türbesi, Cem Sultan Türbesi, Arkeoloji Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Osmanlı Evi Müzesi ve daha nice tarihî mekânlar âdeta el sallıyor. “Bizi de gezin.” diyor. Fakat hayal kuşumuz bir hayli yoruldu ve vaktimiz doldu. “Bursa'ya doyum olmaz.” diyor. Dolu dolu bir gün geçirmiş olmanın huzuruyla evimize yöneliyoruz. Orhan Keskin (Düzenlenmiştir.)
The Crusaders have reached Nicopolis! But as the Crusaders settle in and prepare for a siege the Ottoman army led by Sultan Bayezid the Thunderbolt is making it's way north. Time Period Covered: 1396-1398 Notable People: John the Fearless, Sigismund of Luxembourg, Mircea the Elder, Bayezid the Thunderbolt, Engeurrand de Coucy, Philip of Artois Count of Eu, Jean Le Maingre/Boucicaut, Stefan Lazarevic, Philip the Bold, Dino Rapondi Thank you to Bry from Pontifacts and Ben from Wittenberg to Westphalia for reading the quotes for this episode. Cover Art by Brandon Wilburn Music by Zakhar Valaha
Beyazıt'ta bir Hamam-ı Kebir: II. Bayezid Türk Hamam Kültürü Müzesi --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/yeditepe-fatih/message
In 1396, Count John of Nevers, son of Duke Philip the Bold of Burgundy, led a Crusade against the Ottoman Empire. In this second part of three on the Crusade of Nicopolis we will explore the legacy of the Crusades in Late Medieval Europe and begin our march towards Nicopolis. Time Period Covered: ~1300 - 1396 Notable People: John the Fearless, Philip the Bold, Philippe de Mezieres, King Charles VI of France, King Richard II of England, John of Gaunt, Louis of Orleans, Sigismund of Luxembourg, Mircea the Elder, Bayezid the Thunderbolt Notable Events/Developments: Fall of Outremer, The Truce of Leulinghem, Battle of Vidin (1396), Siege of Oryahovo (1396) Thank you to Gary Girod from the French History Podcast and Emmanuel Dubois from La Fayette, We Are Here! for reading the quotes for this episode. Cover Art by Brandon Wilburn Music by Zakhar Valaha
In 1396, Count John of Nevers, son of Duke Philip the Bold of Burgundy, led a Crusade against the Ottoman Empire. In this first part of three on the Crusade of Nicopolis we will explore the two other major players in this crusade. The Kingdom of Hungary which initiated the call, and the Ottoman Empire, the target of the Crusade. Time Period Covered: 1299 - 1395 Notable People: Charles Robert of Hungary, Louis the Great of Hungary, Sigismund of Luxembourg, Mircea the Elder, Osman I, Orhan I, Murad I, Bayezid the Thunderbolt, Lazar of Serbia, Stefan Lazarevic Notable Events/Developments: Angevin Rule in Hungary, Rise of the Ottomans, Battle of Maritsa, Battle of Kosovo Thank you to Veronica Fortune from the Passed Podcast and Roberto Toro from The History of Saqartvelo Georgia and Tsar Power for reading the quotes for this episode. Cover Art by Brandon Wilburn Music by Zakhar Valaha
Mehmet II's death leads to a brief power struggle between his two sons: Bayezid and Cem. In the end, the Janissaries pick Bayezid and Cem finds himself packed off to Rome. Bayezid enlarges the Ottoman Empire picking up new territory in northern Syria. His death leads to his son, Selim I, taking the throne. Selim I expands the Ottoman Empire even further than his grandfather, ending the Mamluk Empire and extending Ottoman control to the Holy Land.Website: www.westerncivpodcast.comAd-Free Shows: www.patreon.com/westernicivpodcastWestern Civ 2.0 Free Trial: www.glow.fm/westernciv
Gazetelerde ve dergilerde Hakkı Şinasi Çoruh imzasıyla yayımlanan yazıları bir zamanlar büyük bir ilgiyle okurdum. Özellikle Şevket Rado'nun çıkardığı Tarih ve Edebiyat Mecmuasıyla neşredilen makalelerini muhakkak gözden geçirirdim. Hatta bunlardan bazılarını kesip saklardım. Bir gün, Cağaloğlu'ndaki Diyanet Kitabevi'nde şahsen de tanışınca kendisine duyduğum gıyabi muhabbet daha da ziyadeleşti. Geçen gün eski dosyaları karıştırırken işte böyle kesip sakladığım bir yazısıyla karşılaştım. “Tozlardan Yapılan Kerpiç” başlığını taşıyan ve 22 Eylül 1981 tarihli “Dünyada ve Türkiye'de Sabah” gazetesinde yayımlanan bu makaleyi bir kere daha ilgiyle okudum. Kırk bir yıl önce kaleme alınan bu yazının verdiği ilhamla ben de toz, toprak ve çamur hakkında bir iki kelam edeceğim. Daha doğrusu, Sultan İkinci Bayezid'in vefatından sonra mezarına konulmasını vasiyet ettiği tozlar ile oğlu Yavuz Sultan Selim'in çamur sıçrayan ve türbesinde muhafaza edilen kaftanını hatırlatacağım. Evet, insan olarak hepimiz -temizlik namına- tozdan, topraktan, çamurdan uzak dururuz ve böylece doğru hareket etmiş oluruz. Ama unutmayalım ki, bazı önemli şahsiyetler, bu nesneler vasıtasıyla tarih sahnesini bir takım ibret tablolarıyla süslemişlerdir. Önce tozdan başlayalım. Bu kelimenin Arapçası “Gubar” olup “ğayn” harfiyle yazılır. Tevazuyu çok önemseyen bazı şairlerin “Gubari” mahlasını aldıklarını biliyoruz. Yunus Emre'miz de bir şiirinde şöyle diyor: “Hep gubar olmuş tenleri, Hakka ulaşmış canları / Gördün ölenleri Yunus nevbet sana gelmiş yatur” Hat sanatında nesih, rik'a gibi ince yazılmaya elverişli yazıların toz gibi gözle görülemeyecek kadar küçük yazılmış şekline de “Gubari” denildiğini bu arada hatırlatmış olalım. Hem ilmi eserleriyle, hem de nefis yazılarıyla tanınmış olan şair Gubari Abdurrahman Efendi, bu yazı türünün önemli temsilcilerindendir. İbrahim Alaaddin Gövsa, “Türk Meşhurları”nda şöyle diyor: “Kanuni Sultan Süleyman zamanında orduyla Irak Seferi'ne kâtip sıfatıyla iştirak etmişti. Bu sefer esnasında yazdığı bir manzumenin şu beyti pek güzeldir: Gubârî, makdem-i Şâhi'den istersen haber almak / Gubâr ol yollar üstünde gelenden sor, gidenden sor” Tozun anası olan toprağın aslen temiz olduğunu, ilk insan ve ilk peygamber Hazreti Âdem'in ondan yaratılması zaten açık seçik gösteriyor. Toprak temiz olmasaydı su yerine kullanılıp teyemmüm edilir miydi? Ulemadan Mehmet Feyzi Efendi toprağın bu özelliğine şu ilgi çekici cümleyle işaret ediyor: “Mü'minlerin cesetleri toprakta çürümekle istihale olur. (Halden hale geçer.) Kabirde çürümek tathir (temizlik) içindir. Enbiyanın, şühedanın ve kibar-ı evliyanın cesetleri mutahhardır. (temizdir) Temizlenmeye lüzum yoktur. Onun için onların cesetlerini toprak yiyemez.” Hakkı Şinasi Çoruh, yazısına şöyle başlıyor: “Benim bildiğim iki hükümdar öldüklerinde başlarının altına bir kerpiç konulmasını vasiyet etmişlerdir. Biri, Hamdani hükümdarı Seyfüddevle, diğeri de Osmanlı padişahı sultan II. Bayezid'dir. Kerpiç konusunun dayandığı hadis şudur: 'Hak yolunda ayakları tozlananı Allah cehennem ateşinden kurtarır.'” İkinci Bayezid'in böyle bir vasiyetine başka kaynaklarda da rastlanıyor. Mesela Namık Kemal'in, Yavuz Sultan Selim'le ilgili kitabında bunu görüyoruz. Bu padişahın babası II. Bayezid'le ilgili son derece alaka çekici bir ilavede bulunan Ahmed Ersin Yücel, nâm-ı diğer “Zaptiye Ahmed”, yazısının bir yerinde şöyle diyor: “Sultan Bayezid'in yaratılışı sulha meyyal olmakla beraber, dini fikirleri dolayısıyla, cihad sevabını çok aziz bildiğinden muharebelerinde elbisesine ve ayakkabılarına isabet eden tozları ve çamurları büyük bir dikkatle toplattırarak, bunların vefatında yanaklarının altına konmasını vasiyet etmiştir. Ta ki Sadeddin'in tabiriyle, 'Bûy-ı lâtif-i gazâ, kabrini mis gibi muattâr ve ber mûcib-i Hadis-i Şerif âteş-i cahimi ondan dûr olsun'”
4 Mart 2022 tarihli sabah kaydında, İranli mutasavvıf Bayezid-i Bistami hazretlerinin yaşadığı iddia edilen bir öykü paylaşılmıştır.
Ki bir şehr var âlemde meşhûr Ki dirler ana Sıtanbul-ı ma‘mûr Orada vaz‘ idüp ol şehr-bânı Deniz üstine bünyâd itmiş anı Bayezid-i Veli devrinde Memluk elçisi olarak geldiği İstanbul'a hayranlığını böyle dile getirmiş İbrahim İbn Bali. Onun gibi nicesini güzelliğine bende eden İstanbul, 5 asır boyunca İslam âleminin merkezi, insanlık tarihinin en yüksek kültür odağı olmuş, sürekli gelişme göstermiş, eskilerin deyimiyle mütekâmil, yani olgunlaşmış şehrin bir remzine dönüşmüştür. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
Kapalıçarşı… İç içe geçmiş yüzlerce sokağıyla âdeta sınırları içinde küçük, kapalı bir şehir. Kendine özgü alışveriş kuralları ve açık dükkân anlayışıyla, yılda 45 milyon ziyaretçiyi ağırlıyor. Sur içinin geleneksel ticaret bölgesinin tam odağında, Nuruosmaniye ile Bayezid camileri arasındaki geniş alanda yayılan bu abidevi yapı, İstanbul Valiliği, Fatih Belediyesi ve Kapalıçarşı yönetimi arasında imzalanan “Kapalıçarşı'nın Beden Duvarlarının ve Sokaklarının Düzenlenmesine İlişkin” protokolle restore ediliyor. Ticari faaliyetlerin aksamaması ve ziyaretçi akışının kesintiye uğramaması için proje 5 etap hâlinde planlandı. Restorasyonun yenileme alanına ilişkin çalışma ilkeleri; projelendirme, yönetim planı, alt yapı, beden duvarları ve çatı restorasyonu olarak belirlendi. 2009 yılında başlatılan projelendirme aşaması 2014 yılında sonlandı. Ardından Kapalıçarşı içinde yer alan adalara ilişkin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri onaylandı. Çarşıyı çevreleyen hanların proje onay süreci ise devam ediyor. Kapalıçarşı'nın restorasyon aşamalarını "Kapalıçarşı Restorasyon Bilim Kurulu" üyelerine sorduk. --- Send in a voice message: https://anchor.fm/yeditepe-fatih/message
Kültür tarihimizin felaketlerinden birini de şehirlerde çıkan yangınlar esnasında yok olan kitaplar teşkil ediyor. Ne yazık ki, bu konuda da kadim şehir İstanbul başı çekiyor. Eski İstanbul'da binalar ahşap olduğu için bir semtte çıkan yangın derhal diğer semtlere de sıçrıyor, böylece koca şehir adeta cehenneme dönüşüyordu. Eski İstanbul yangınlarını anlatan kitaplardan ve yazılardan öğrendiğimize göre bu arada kültür varlıklarımızın başında gelen kitaplar ve kütüphaneler de mahvoluyor. Yanan evler tekrar yapılıyor ama giden kitaplar bir daha geri gelmiyor. Ali Emiri Efendi, “Tarih ve Edebiyat Mecmuası”nda yayımladığı bir makalede bu konuya da temas edip bazı üzücü örnekler veriyor. Buna göre Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin ilk hafız-ı kütübü Hafız Tahsin Efendi işte böyle bir felaketle karşılaşıyor. Beyazıt civarında, Emin Bey Mahallesi'nde çıkan müthiş bir yangında merhumun eşyasıyla beraber birbirinden değerli kitapları da cayır cayır yanıyor. Ömrünü nadir kitap toplamakla geçiren Tahsin Hoca, bu yangından sonra Kabasakal'da bir ev kiralıyarak oraya taşınıyor. Merhum, kurtarabildiği kitaplarıyla ve bir takım levhalarıyla bir dereceye kadar teselli bulduysa da birkaç gün sonra orada da çıkan yangın herşeyi mahvetti. Tahsin Efendi, ancak üstündeki elbiseyle canını kurtarabildi. Birkaç ay sonra – belki de bu korkunç yangının etkisiyle- bu fani dünyaya veda etti. Yangın faciasına maruz kalan kitaplar arasında dünyaca ünlü hattat Yakut-u Müstasımî'nin hattıyla yazılmış nefis bir Kur'an-ı Kerim de bulunuyordu. Sadece bu Kelâm-ı Kadim mi; yine meşhur hat üstadı Amasyalı Şeyh Hamdullah hattıyla İkinci Bayezid adına yazılmış “Yusuf ile Züleyha”nın şairi Akşemseddinzade Hamdi Çelebi'nin manzum “Leyla ve Mecnun”u, ayrıca Şeyh Galib'in kendi el yazısıyla kaleme aldığı şiirler mecmuası da bu yangından nasibini alan kitaplar arasındaydı. Ali Emiri Efendi yangınzede kitapları konu aldığı bu yazısında, sadece Yakut-u Müstasımi hattıyla yazılmış olan o nefis mi nefis Kur'an-ı Kerim'e Allah'ın aciz kulu olan ben bütün perişanlığıma rağmen otuz altın lira verdim ama sahibi razı olmadı diyor. İstanbul yangınlarında yok olan kitapları ve diğer bir takım tarihi eşyayı konu alan bir eser yazılsa -emin olunuz- birkaç cilt ortaya çıkar.
20 HAZİRAN 2021 DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 404 - Ayasofya, çıkan isyanlar sırasında yakıldı. 1837 - Kraliçe Victoria, 18 yaşında Birleşik Krallık tahtına çıktı. 63 yıldan fazla tahtta kalarak en uzun süre saltanat süren Birleşik Krallık Hükümdarı olacaktır. 1840 - Samuel Morse, telgrafın patentini aldı. 1877 - Alexander Graham Bell, dünyanın ilk ticari telefon hizmetini Kanada'nın Ontario Eyaleti'ndeki Hamilton şehrinde başlattı. 1991 - Alman Parlamentosu, ülkenin başkentini Bonn'dan tekrar Berlin'e taşıma kararı aldı. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1481 - II. Bayezid ile Cem Sultan arasında Yenişehir Ovası'nda yapılan taht savaşını, Cem Sultan kaybetti. 1938 - 19 Mayıs, 3466 sayılı kanunla Millî Bayram olarak kabul edildi. Gençlik Marşı, Gençlik ve Spor Bayramı Marşı olarak kabul edildi. 1987 - Pınarcık katliamı: PKK militanları, Mardin'in Ömerli ilçesindeki Pınarcık köyünde 16'sı çocuk 30 kişiyi öldürdü. BUGÜN DOĞANLAR 1723 - İskoç Aydınlanmasının filozofu ve tarihçi Adam Ferguson, doğdu. 1916 - Türk ses sanatçısı Hamiyet Yüceses, dünyaya geldi. 1946 - Türk müzisyen, yazar, yönetmen ve politikacı Zülfü Livaneli, doğdu. BUGÜN ÖLENLER 1277 - Karamanoğulları Beyliği'nin kurucusu ve ilk Hükümdarı Karamanoğlu Mehmed Bey, vefat etti. 1984 - Türk diplomat ve Türkiye'nin Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ateşesi ("Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgütün düzenlediği suikast sonucu) Erdoğan Özen, hayatını kaybetti.
26 MAYIS 2021 DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1538 - Jean Calvin ve yandaşları Cenevre'den sürgün edildi. Kalvenizm'in kurucusu olan Fransız din adamı, 1541'de tekrar Cenevre'ye döndüğünde katı bir teokratik yönetim kurdu. 18 Mayıs 1564'te "Cenevre Diktatörü" olarak öldü. 1647 - Alse Young adındaki bir kadın, Amerikan kolonilerinde cadılık suçlamasıyla idam edilen ilk şahıs olmuştur. Young, Hartford'ta asılarak idam edilmişti. 1832 - Québec'te Asya kolerası salgını: Yaklaşık 6000 kişi öldü. 1889 - Eyfel Kulesi'nin ilk asansörü halka açıldı. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1926 - Millî Mücadele'ye katılmayan memurların görevlerine son verilmesine ilişkin kanun kabul edildi. 1971 - Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca tutuklandı. 1992 - Orhan Kemal Roman Ödülü'nü, "Köylüler" romanıyla Talip Apaydın aldı. 1999 - Danıştay Sekizinci Dairesi, başı açık görev yapmayı kabul etmeyen baş örtülü memurların, uyarı cezası verilmeden işten çıkarılmasına karar verdi. BUGÜN ÖLENLER 1421 - Osmanlı'nın 5. Padişahı Çelebi Mehmet, vefat etti. 1512 - Osmanlı'nın 8. Padişahı II. Bayezid, hayatını kaybetti. 1895 - Türk devlet ve bilim adamı, tarihçi, hukukçu ve şair Ahmed Cevdet Paşa, vefat etti. 1976 - Alman varoluşçu filozof Martin Heidegger, hayatını kaybetti.
24 NİSAN 2021 DÜNYA TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 1704 - Amerika'nın ilk gazetesi olan The Boston News-Letter, John Kampbell tarafından Boston'da basıldı. 1800 - Dünyanın en büyük kütüphanesi olan Kongre Kütüphanesi kuruldu. 1898 - İspanya, Küba'nın bağımsızlığını destekleyen ABD'nin Ada'nın boşaltılması isteğini reddederek, ABD'ye savaş ilan etti. 2012 - ABD Başkanı Barack Obama, Ermenilerin 1915'te yaşanan olayları anma günü olarak seçtiği 24 Nisan'daki konuşmasında, geçen yıl olduğu gibi "Büyük Felaket" anlamına gelen "Meds Yeghern" ifadesini kullandı. TÜRKİYE TARİHİNDE BUGÜN YAŞANANLAR 2004 - Kıbrıs'ta Annan Planı için referandum yapıldı. Türk tarafının kabul ettiği plan, Rum tarafının reddetmesi sonucu hayata geçirilemedi. 2007 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül'ü Cumhurbaşkanlığına aday göstereceklerini açıkladı. Abdullah Gül de Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı adaylığı için TBMM Başkanlığına başvurdu. BUGÜN DOĞANLAR 1845 - Carl Spitteler, İsviçreli şair ve yazar doğdu. 1929 - Ferit Tüzün, Türk besteci dünyaya geldi. BUGÜN ÖLENLER 1513 - II. Bayezid'in en büyük oğlu ve Amasya Valisi Ahmed Sultan, vefat etti. 1731 - İngiliz yazar Daniel Defoe, hayatını kaybetti. 1967 - Sovyet kozmonot ve aynı zamanda bir uzay görevi sırasında hayatını kaybeden ilk insan Vladimir Komarov, öldü. 1991 - Türk gazeteci, yazar ve şair Ali Rıza Alp, vefat etti.
Come listen as Kepler tells us about why the Crusaders were defeated so totally at this legendary battle that ended a Crusade.
Osmanlı devletini kurmuş olan Orhan Gazi, bir taraftan idari, askeri ve adlî teşkilatını yaparken diğer taraftan onlarla beraber ilmî ve içtimaî teşkilâtı da ihmal etmemiş ve bir aralık küçük beyliğine merkez yaptığı İznik'de cami imaretiyle beraber bir de medrese yaptırmak suretiyle bu hususta da ilk adımı atmıştır. İznik medresesi 1331'de yani buranın fethinden bir sene sonra yapılmış ve devrinin büyük âlim ve mütefekkirlerinden Davud-ı Kayserî müderris tâyin edilmiştir. İznik medresesinin başında Davud-ı Kayserî gibi hem zahir ve hem bâtın ilimlerinde derin görüşlü bir mütefekkirin bulunması ve burada okutulan dersler arasına kelâm konması, o zamana göre bu müesseseye verilmiş olan ehemmiyeti göstermektedir. Osmanlı devleti hududunu genişlettikçe mühim şehirlerde de ilmî ve sosyal kurumlar vücuda gelmekte idi. İznik'ten sonra büyük medreseleri Bursa'da görmekteyiz. Orhan Gazi hicri 736, miladi 1335 tarihinde Bursa'da da bir cami, imaret, tabhane ve bir ribat yani han yaptırdığı gibi yine Bursa hisarındaki kiliseyi medreseye çevirtmiş ve talebeler için odalar yaptırmış ve vakfiyesini tertip ettirmiştir. Gene burada I. Murad, Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed ve II. Murad taraflarından yaptırılan müesseseler ilim hareketlerini arttırdığı gibi bu medreselerden sonra ikinci ve üçüncü derecelerde vezir ve beylerbeyi tarafından yaptırılan bu kabil kurumlar da Osmanlı memleketlerindeki ilim cereyanlarını genişletmiştir. Bu medreseler, okutulan derslere göre yüksek, orta ve ilk olarak birtakım derecelere ayrılmıştı; bu devirlerde tedrisat dinî, riyazî ve edebî olarak yapılmakta idi; bunlardan padişah medreseleri ilk safta geliyordu. Osmanlıların bu devirlerinde neresi devlet merkezi olursa orasının ilim ve fikir hareketlerinde daima önde bulunduğu görülmektedir ki bu şekil sonraki asırlarda da tabiî olarak devam etmiştir. (Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, c.1, s.522-523)
114 kişinin hayatını kaybettiği 30 Ekim 2020 İzmir Depremi vesilesiyle alınması gereken tedbirler üzerine belki birkaç gün daha düşünmemizi sağlar umuduyla... Ayşe Hür: "Bizans dönemindeki adıyla Konstantinopolis'te irili ufaklı 50’den fazla deprem olduğu sanılıyor. Bunlardan kayda geçen ilki 402 yılında. 407, 437, 447, 450, 542 yılında olanlar ise çok şiddetliydi. Halkın "Kıyamet-i Suğra" (Küçük kıyamet) adını verdiği 1509 depreminde sarsıntılar 45 gün sürmüş, bazı kaynaklara göre 15 bin kişi ölmüştü. II. Bayezid, Topkapı Sarayı’nı terk edip 10 gün bahçedeki çadırda yaşamış, sarsıntılar durmayınca Edirne Sarayı'na taşınmıştı..."
Türkiye ile Yunanistan'ın deniz savaşlarının eşiğine geldiği günlerde denizcilik tarihimize bakmak kıssadan hisse çıkarmak açısından önemli görünüyor... Ayşe Hür: "İlk kez Fatih Sultan Mehmed döneminde hutbelerde ‘‘Sultan-ül Berreyn’’ yerine ‘‘Hakan-ül Bahreyn ve Sultan-ül Berreyn’’ ifadesi kullanılmaya başlandı. Lala Şahin Paşa’nın girişimleriyle Gelibolu’da denizci ocağı kuruldu. II. Bayezid döneminin ünlü korsanı Kemal Reis 1470 yılında Vezîrâzam Mahmud Paşa’nın emri altında, bir azap olarak Eğriboz seferine katılmış, adanın fethinden sonra oraya yerleşmişti. I. Selim dönemin ünlü korsanları Kurdoğlu (Cartulli) Muslihiddin ile Midilli Vardari Yakup Ağa'nın İshak, Oruç, Hızır ve İlyas adlı dört oğlu idi..."
This episode is about what is probably Bayezid I's greatest victory.Episode Website is here: https://www.lang4life.com/l/4and3/Thanks Nathaniel for your hard work!
In this episode we discuss the life and reign of Bayezid II.Thanks for your hard work Henry!
This is the third batch of Part 1 podcasts. Today will cover the enemies of Bayezid I.The Episode Webpage is here: https://www.lang4life.com/l/4and6/Thanks Jake for your hard work!
More information about the Ottoman's foe at the battle of Ankara.Podcast episode here: https://www.lang4life.com/l/4and5a/Thanks to Henry for putting this together.
The Battle of Ankara was a defining moment in early Ottoman History. Timur and Bayezid meet and do battle for control of Anatolia!Episode webpage at: https://www.lang4life.com/l/beyazid-and-timur-the-battle-of-ankara/By Rhanor
Dünyanın bilinen en eski belediye kanunu Sultan II. Bayezid tarafından çıkarılmıştır. İstanbul'da belediyeciliğin esasını teşkil eder. Osmanlı kadısı, Avrupa şehirlerinde olduğu gibi, adlî işler yanında başka vazifelerle de mükellef tutulmuştur. Kadı, aynı zamanda bulundukları şehrin belediye reisidir. Belediye hizmetlerinin zaten çok inkişaf etmediği bir zamanda, devlet, bu işi ulemadan birisine vererek şehirlerdeki muhtemel çekişmelerin önüne geçmek istemiştir.
Tarihçi Ayşe Hür bu hafta, Batı'da Soytarı'nın Doğu'da Dalkavuk'un Kısa Tarihini anlatıyor: Muktedirin, kralın, sultanın, padişahın "dev aynası" ; Türkçedeki Türkçe “soytarı”, Arapça, sahte penis takarak gülünç veya müstehcen oyunlar oynayan kişiler için kullanılan sa’tir’den geliyor. Bunun kaynağı ise Yunan mitolojisinde sahte penis ve keçi ayaklarla tasvir edilen mitolojik yaratık Satyros. Roma İmparatorluğu’nda savaştan dönen muzaffer bir komutanı halk coşkuyla karşılarken hemen yanında bulunan bir kişi şöyle dermiş komutana: "Unutmayın efendim, siz tanrı değilsiniz!" Gaddarlığıyla tanınan İngiliz Kralı VIII. Henry’nin soytarısı Will Somers, “Harry” diye hitap ettiği Henry’nin önünde asla eğilmez, konuşmaya başlamadan önce “Yüce majesteleri! gibi hitapları asla kullanmaz ve sözünü asla esirgemezdi. Püritenler 1642’de İngiliz tiyatrolarını kapatmış, 1660’ta tekrar açmışlardı ama bu tarihten itibaren kaba sabalıkları, bel altı esprileri halkın çok hoşuna giden soytarılara sahnede yer yoktu. “Aaaa Kral çıplak!” nidası ise Kibritçi Kız, Prenses ve Bezelye Tanesi, Küçük Deniz Kızı gibi masallarıyla hafızalarda silinmez izler bırakan Danimarkalı Hans Christian Andersen’in ünlü “Kralın Yeni Elbisesi” masalından mirasıdır. Şemseddin Sami Kamûs-ı Türki'sinde dalkavuğu şöyle tanımlar: “Para kazanmak için birini öven kendi ağırlık ve onurunu koruyamayan.” Reşat Ekrem Koçu: “İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan dalkavuk esnafına zelil adamlar kabul edilmişti. Bunlara toplum içinde derhal seçilmemeleri için ‘dalkavuk’ olmaları, yani kavuklarına hiçbir şey sarmamaları emrolundu, bu suretle kendileri de alameti farikaları olan serpuşlarına nispetle ‘Dalkavuk’ adını aldılar. Halife Harun Reşid'in dalkavuklarının adları Eşebi, Ebul Hasan; Halife Mütevekkil'in dalkavuğunun adı Ebul Enhas, Gazneli Mahmut'un dalkavuğunun adı Telhek idi. Reşat Ekrem Koçu’ya göre Osmanlı sarayında dalkavuk bulundurma geleneğini Yıldırım Bayezid başlatmıştı, gelenek Tanzimat’la birlikte bitmişti. Peçevi’ye göre III.Murad'ın Nasuh ve Cuhud isimli cüceleri çok ünlüydü. İkili kurdukları rüşvet ağı sayesinde çok büyük bir servet biriktirmişlerdi. Gözden düştüklerinde kendileriyle birlikte bir çok makam sahibi de azledilmişti. Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan ve 1.Mahmud dönemine (1730-1754) bir arzuhalde “Dalkavuk Kulları” padişahtan aralarına sızan kötü ünlü dalkavukları ayıklamasını ve dalkavukların uyacakları kuralları tekrar belirlemesini istiyorlardı. Dalkavuklara yapılacak “latife”lerin tarifesi vardı. En ucuz “latife” dalkavuğun başına fiske vurmak olup fiske başına 20 para idi. En pahalı “latife” bostan dolabına bağlanarak bostan kuyusu içine dönme olup bedeli 600 para idi. Koçu’ya göre dalkavuklar çoğunlukla Şapur Çelebi, Kahkaha Molla, Ebülef Efendi, Burnaz Ağa, Çıplak Kadı, Kız Pehlivan, Kabrankulak Ağa, Hacı Fışfış, Hacı Samandıra gibi takma isimlerle tanınmışlardı.
Tarihçi Ayşe Hür, bu haftaki programında, 'Babanın oğula düşman olduğu sistemin adı parlamenter sistem mi yoksa Osmanlı saltanat sistemi midir?' sorusunu yanıtlıyor. Ayşe Hür: ''Parlamenter sistem değil ama tarihimizde gerçekten babayı oğula, kardeşe düşman eden bir siyasi sistem vardı. Hem de ölümüne bir düşmanlık… Osman Gazi amcası Dündar’ın tekfurun elini öpmesine kızmış ve onu okla öldürmüştü. Bu olay “devletin bekası için, en yakınların bile öldürülmesi caizdir” geleneğin başlangıcı idi. Orhan Gazi, 1362’de öldüğünde oğlu Murad, Kadı Çandarlı Halil’in yardımıyla tahta çıktı ve kardeşleri İbrahim ile Halil’i öldürttü. I. Bayezid, 1402’de Ankara Savaşı’nda Aksak Timur’a yenilince, oğullardan İsa, Süleyman, Musa ve Mehmet arasında taht kavgası başladı. Oğullardan üçü daha önce ölmüştü.''
This episode takes us from the highs of the Battle of Kosovo to the lows of the Battle of Ankara. The mercurial figure of Bayezid "The Thunderbolt" is a study in the value of humility, and the trouble you can get into by being overconfident. He was winning everything, right up until he wasn't. Lots of battles in this one, because frankly, that's all Bayezid did. I realize it's pretty long, but think of it as making up for my extended absence.Support the show (https://www.patreon.com/historyoftheottomanempire)
Sultan Bayezid is finally roused from his slumber in Edrine. Mustering his army he sets out from Bursa to stop Timur's army as the Asian Warlord bears down on him from the City of Sivas. Arriving outside the Town of Ankara the Sultan finds his own army exhausted and thirsty. Timur manages to slip past Ottoman scouts leading to the fateful battle on the plains of Ankara. The deaths of both Bayezid and Timur is explored along with a detailed break down of both armies order of battles. Announcements at the end of the show and a hint of a special episode to be released later this week. You can visit the show’s website at http://www.empiresofhistorypodcast.blubrry.net subscribe for updates. Please consider a donation on the Patreon Page to help keep Empires of History Podcast: The Ottoman Series alive and well. Follow the show on Twitter: @EmpiresPodcast You can find this episode and more: Have an Android? Subscribe here: https://subscribeonandroid.com/empiresofhistorypodcast.blubrry.net/feed/podcast/ Click here to subscribe/leave review Apple Podcasts(iTunes) Click here to subscribe/leave review Stitcher Click here to subscribe/leave review Spotify If you wish to support Empires of History Podcast please consider a donation. Click for our Patreon Page You can visit the show’s website at http://www.empiresofhistorypodcast.blubrry.net subscribe for updates.
Teselligah - Dervişin teselli Koleksiyonu - 100 soru ve cevap
Dervişin Teselli Koleksiyonu kitabının yazarından, kitap içeriği üzerine kısa sohbetler. Doğu’dan Batı’dan 99 Teselli Kederli günlerden geçen derviş, rüya âleminde bir adaya uğrar. Gördüğü şey mucizevidir. Peygamberler, veliler, âlimler ve filozoflar bir halka şeklinde oturmakta ve anlaşıldığı kadarıyla birini beklemektedirler. Derviş de onlarla birlikte beklemeye durur ancak asıl misafirin kendisi olduğunu anlaması uzun sürmez. Halkanın ortasında kendisine gösterilen yere oturur ve her kederine bir teselli verecek olan bu nurani meclisi dinlemeye koyulur. Halkanın bir tarafında Abdulkadir Geylani’den Yunus Emre’ye, İmam Gazali’den Mevlana’ya ve İbn Arabi’ye birçok gönül doktoru… Halkanın diğer tarafında Sokrates, Hegel, Kant, Kierkegaard, Spinoza ve Schopenhauer gibi hikmet âşıkları… Halkanın bir başka yanında ise Geothe’den Cibran’a, Tanpınar’dan Dostoyevski’ye, Sadi Şirazi’den Rilke’ye ve Proust’a acılarını kelimelerin büyülü dünyasında dindirmeye uğraşan kalem erbabı… Bu teselli halkası öylesine geniştir ki, dindiremeyeceği keder, zayıflatamayacağı acı, sevdiremeyeceği dert yok gibi gözükmektedir. Sözler sözleri, anlatımlar anlatımları, teselliler tesellileri takip eder. Derviş uyandığında yalnızca güneş doğmamıştır, kendi içsel karanlıklarından da aydınlığa çıkmıştır. Dervişin Teselli Koleksiyonu doğunun ve batının binlerce yılda oluşturduğu teselli birikimini yaralı gönüllere cömertçe ulaştıran bir çalışma. Teselliden kasıt zihnin düşünceler yoluyla uyuşturulması değil, bilakis acı karşısında uyumayı seçen zihnin uyandırılması… Kadim teselli ustalarıyla, teselliye muhtaç gönülleri buluşturmak, bu kitabın varoluş sebebi! Dervişin Teselli Koleksiyonu’nda Gönlünüze Dokunacak Olanlardan Bazıları Âlimlerden... Abdulkadir Geylani, Ataullah İskenderi, Aziz Mahmud Hüdâyî, Bayezid-i Bistami, Bediüzzaman Said Nursi, Ebu’l İz El Cezeri, Feriduddin Attar, Frithjof Schuon, Habib Baba, Hacı Bektaş Veli, Hasan Basri, Hasan Harakani, İbn-i Abbas, İbn-i Mübarek, İbrahim Ethem, İbrahim Hakkı, İmam Gazali, İsfehani, Lokman Hekim, Merkez Efendi, Mevlana, Muhyiddin İbn Arabi, Somuncu Baba, Sümbül Efendi, Şeyh Edebali, Şibli, Zünnun-i Mısrî (...) Filozoflardan... Albert Camus, Aldous Huxley, Anaksagoras, Aristophanes, Aurelius, Bernard Shaw, Blaise Pascal, Boethius, Buda, Clive Staples Lewis, Cemil Meriç, Dionysius, Epiktetos, Epikuros, Filibeli Ahmed Hilmi, Frederic Amiel, Halil Cibran, Gabriel Marcel, Hegel, Heisenberg, Icarus, Immanuel Kant, İbn-i Haldun, İbn-i Kemal, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, John Berger, John Locke, Soren Kierkegaard, Kindi, Konfüçyüs, Lao Tzu, Leibniz, Nietzsche, Platon, Sartre, Schopenhauer, Seneca, Simone de Beauvoir, Sokrates, Spinoza, Wittgenstein, Zenon (...) Yazarlardan... Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim, Andre Gide, Arif Nihat Asya, Attila İlhan, Baudelaire, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreya, Cenap Şehabettin, Cesare Pavese, Charles Dickens, Dostoyevski, Eşrefoğlu Rumi, Exupery, Fernando Pessoa, Fuzuli, Geothe, Haldun Taner, Hermann Hesse, Ivan Turgenyev, İ. Oktay Anar, Kafka, Marcel Proust, Marquez, Mehmet Akif Ersoy, Milton, Montaigne, Muhibbi, Oğuz Atay, Orhan Veli, Oscar Wilde, Pablo Neruda, Paulo Coelho, Peyami Safa, Rainer Maria Rilke, Sadi Şirazi, Safiyyüddin el-Hillî, Samuel Beckett, Sezai Karakoç, Stefan Zweig, T.S. Eliot, Tolstoy, Virginia Woolf, Yunus Emre (...)
Teselligah - Dervişin teselli Koleksiyonu - 100 soru ve cevap
Dervişin Teselli Koleksiyonu kitabının yazarından, kitap içeriği üzerine kısa sohbetler. Doğu’dan Batı’dan 99 Teselli Kederli günlerden geçen derviş, rüya âleminde bir adaya uğrar. Gördüğü şey mucizevidir. Peygamberler, veliler, âlimler ve filozoflar bir halka şeklinde oturmakta ve anlaşıldığı kadarıyla birini beklemektedirler. Derviş de onlarla birlikte beklemeye durur ancak asıl misafirin kendisi olduğunu anlaması uzun sürmez. Halkanın ortasında kendisine gösterilen yere oturur ve her kederine bir teselli verecek olan bu nurani meclisi dinlemeye koyulur. Halkanın bir tarafında Abdulkadir Geylani’den Yunus Emre’ye, İmam Gazali’den Mevlana’ya ve İbn Arabi’ye birçok gönül doktoru… Halkanın diğer tarafında Sokrates, Hegel, Kant, Kierkegaard, Spinoza ve Schopenhauer gibi hikmet âşıkları… Halkanın bir başka yanında ise Geothe’den Cibran’a, Tanpınar’dan Dostoyevski’ye, Sadi Şirazi’den Rilke’ye ve Proust’a acılarını kelimelerin büyülü dünyasında dindirmeye uğraşan kalem erbabı… Bu teselli halkası öylesine geniştir ki, dindiremeyeceği keder, zayıflatamayacağı acı, sevdiremeyeceği dert yok gibi gözükmektedir. Sözler sözleri, anlatımlar anlatımları, teselliler tesellileri takip eder. Derviş uyandığında yalnızca güneş doğmamıştır, kendi içsel karanlıklarından da aydınlığa çıkmıştır. Dervişin Teselli Koleksiyonu doğunun ve batının binlerce yılda oluşturduğu teselli birikimini yaralı gönüllere cömertçe ulaştıran bir çalışma. Teselliden kasıt zihnin düşünceler yoluyla uyuşturulması değil, bilakis acı karşısında uyumayı seçen zihnin uyandırılması… Kadim teselli ustalarıyla, teselliye muhtaç gönülleri buluşturmak, bu kitabın varoluş sebebi! Dervişin Teselli Koleksiyonu’nda Gönlünüze Dokunacak Olanlardan Bazıları Âlimlerden... Abdulkadir Geylani, Ataullah İskenderi, Aziz Mahmud Hüdâyî, Bayezid-i Bistami, Bediüzzaman Said Nursi, Ebu’l İz El Cezeri, Feriduddin Attar, Frithjof Schuon, Habib Baba, Hacı Bektaş Veli, Hasan Basri, Hasan Harakani, İbn-i Abbas, İbn-i Mübarek, İbrahim Ethem, İbrahim Hakkı, İmam Gazali, İsfehani, Lokman Hekim, Merkez Efendi, Mevlana, Muhyiddin İbn Arabi, Somuncu Baba, Sümbül Efendi, Şeyh Edebali, Şibli, Zünnun-i Mısrî (...) Filozoflardan... Albert Camus, Aldous Huxley, Anaksagoras, Aristophanes, Aurelius, Bernard Shaw, Blaise Pascal, Boethius, Buda, Clive Staples Lewis, Cemil Meriç, Dionysius, Epiktetos, Epikuros, Filibeli Ahmed Hilmi, Frederic Amiel, Halil Cibran, Gabriel Marcel, Hegel, Heisenberg, Icarus, Immanuel Kant, İbn-i Haldun, İbn-i Kemal, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, John Berger, John Locke, Soren Kierkegaard, Kindi, Konfüçyüs, Lao Tzu, Leibniz, Nietzsche, Platon, Sartre, Schopenhauer, Seneca, Simone de Beauvoir, Sokrates, Spinoza, Wittgenstein, Zenon (...) Yazarlardan... Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim, Andre Gide, Arif Nihat Asya, Attila İlhan, Baudelaire, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreya, Cenap Şehabettin, Cesare Pavese, Charles Dickens, Dostoyevski, Eşrefoğlu Rumi, Exupery, Fernando Pessoa, Fuzuli, Geothe, Haldun Taner, Hermann Hesse, Ivan Turgenyev, İ. Oktay Anar, Kafka, Marcel Proust, Marquez, Mehmet Akif Ersoy, Milton, Montaigne, Muhibbi, Oğuz Atay, Orhan Veli, Oscar Wilde, Pablo Neruda, Paulo Coelho, Peyami Safa, Rainer Maria Rilke, Sadi Şirazi, Safiyyüddin el-Hillî, Samuel Beckett, Sezai Karakoç, Stefan Zweig, T.S. Eliot, Tolstoy, Virginia Woolf, Yunus Emre (...)
Teselligah - Dervişin teselli Koleksiyonu - 100 soru ve cevap
Dervişin Teselli Koleksiyonu kitabının yazarından, kitap içeriği üzerine kısa sohbetler. Doğu’dan Batı’dan 99 Teselli Kederli günlerden geçen derviş, rüya âleminde bir adaya uğrar. Gördüğü şey mucizevidir. Peygamberler, veliler, âlimler ve filozoflar bir halka şeklinde oturmakta ve anlaşıldığı kadarıyla birini beklemektedirler. Derviş de onlarla birlikte beklemeye durur ancak asıl misafirin kendisi olduğunu anlaması uzun sürmez. Halkanın ortasında kendisine gösterilen yere oturur ve her kederine bir teselli verecek olan bu nurani meclisi dinlemeye koyulur. Halkanın bir tarafında Abdulkadir Geylani’den Yunus Emre’ye, İmam Gazali’den Mevlana’ya ve İbn Arabi’ye birçok gönül doktoru… Halkanın diğer tarafında Sokrates, Hegel, Kant, Kierkegaard, Spinoza ve Schopenhauer gibi hikmet âşıkları… Halkanın bir başka yanında ise Geothe’den Cibran’a, Tanpınar’dan Dostoyevski’ye, Sadi Şirazi’den Rilke’ye ve Proust’a acılarını kelimelerin büyülü dünyasında dindirmeye uğraşan kalem erbabı… Bu teselli halkası öylesine geniştir ki, dindiremeyeceği keder, zayıflatamayacağı acı, sevdiremeyeceği dert yok gibi gözükmektedir. Sözler sözleri, anlatımlar anlatımları, teselliler tesellileri takip eder. Derviş uyandığında yalnızca güneş doğmamıştır, kendi içsel karanlıklarından da aydınlığa çıkmıştır. Dervişin Teselli Koleksiyonu doğunun ve batının binlerce yılda oluşturduğu teselli birikimini yaralı gönüllere cömertçe ulaştıran bir çalışma. Teselliden kasıt zihnin düşünceler yoluyla uyuşturulması değil, bilakis acı karşısında uyumayı seçen zihnin uyandırılması… Kadim teselli ustalarıyla, teselliye muhtaç gönülleri buluşturmak, bu kitabın varoluş sebebi! Dervişin Teselli Koleksiyonu’nda Gönlünüze Dokunacak Olanlardan Bazıları Âlimlerden... Abdulkadir Geylani, Ataullah İskenderi, Aziz Mahmud Hüdâyî, Bayezid-i Bistami, Bediüzzaman Said Nursi, Ebu’l İz El Cezeri, Feriduddin Attar, Frithjof Schuon, Habib Baba, Hacı Bektaş Veli, Hasan Basri, Hasan Harakani, İbn-i Abbas, İbn-i Mübarek, İbrahim Ethem, İbrahim Hakkı, İmam Gazali, İsfehani, Lokman Hekim, Merkez Efendi, Mevlana, Muhyiddin İbn Arabi, Somuncu Baba, Sümbül Efendi, Şeyh Edebali, Şibli, Zünnun-i Mısrî (...) Filozoflardan... Albert Camus, Aldous Huxley, Anaksagoras, Aristophanes, Aurelius, Bernard Shaw, Blaise Pascal, Boethius, Buda, Clive Staples Lewis, Cemil Meriç, Dionysius, Epiktetos, Epikuros, Filibeli Ahmed Hilmi, Frederic Amiel, Halil Cibran, Gabriel Marcel, Hegel, Heisenberg, Icarus, Immanuel Kant, İbn-i Haldun, İbn-i Kemal, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, John Berger, John Locke, Soren Kierkegaard, Kindi, Konfüçyüs, Lao Tzu, Leibniz, Nietzsche, Platon, Sartre, Schopenhauer, Seneca, Simone de Beauvoir, Sokrates, Spinoza, Wittgenstein, Zenon (...) Yazarlardan... Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim, Andre Gide, Arif Nihat Asya, Attila İlhan, Baudelaire, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreya, Cenap Şehabettin, Cesare Pavese, Charles Dickens, Dostoyevski, Eşrefoğlu Rumi, Exupery, Fernando Pessoa, Fuzuli, Geothe, Haldun Taner, Hermann Hesse, Ivan Turgenyev, İ. Oktay Anar, Kafka, Marcel Proust, Marquez, Mehmet Akif Ersoy, Milton, Montaigne, Muhibbi, Oğuz Atay, Orhan Veli, Oscar Wilde, Pablo Neruda, Paulo Coelho, Peyami Safa, Rainer Maria Rilke, Sadi Şirazi, Safiyyüddin el-Hillî, Samuel Beckett, Sezai Karakoç, Stefan Zweig, T.S. Eliot, Tolstoy, Virginia Woolf, Yunus Emre (...)
Teselligah - Dervişin teselli Koleksiyonu - 100 soru ve cevap
Dervişin Teselli Koleksiyonu kitabının yazarından, kitap içeriği üzerine kısa sohbetler. Doğu’dan Batı’dan 99 Teselli Kederli günlerden geçen derviş, rüya âleminde bir adaya uğrar. Gördüğü şey mucizevidir. Peygamberler, veliler, âlimler ve filozoflar bir halka şeklinde oturmakta ve anlaşıldığı kadarıyla birini beklemektedirler. Derviş de onlarla birlikte beklemeye durur ancak asıl misafirin kendisi olduğunu anlaması uzun sürmez. Halkanın ortasında kendisine gösterilen yere oturur ve her kederine bir teselli verecek olan bu nurani meclisi dinlemeye koyulur. Halkanın bir tarafında Abdulkadir Geylani’den Yunus Emre’ye, İmam Gazali’den Mevlana’ya ve İbn Arabi’ye birçok gönül doktoru… Halkanın diğer tarafında Sokrates, Hegel, Kant, Kierkegaard, Spinoza ve Schopenhauer gibi hikmet âşıkları… Halkanın bir başka yanında ise Geothe’den Cibran’a, Tanpınar’dan Dostoyevski’ye, Sadi Şirazi’den Rilke’ye ve Proust’a acılarını kelimelerin büyülü dünyasında dindirmeye uğraşan kalem erbabı… Bu teselli halkası öylesine geniştir ki, dindiremeyeceği keder, zayıflatamayacağı acı, sevdiremeyeceği dert yok gibi gözükmektedir. Sözler sözleri, anlatımlar anlatımları, teselliler tesellileri takip eder. Derviş uyandığında yalnızca güneş doğmamıştır, kendi içsel karanlıklarından da aydınlığa çıkmıştır. Dervişin Teselli Koleksiyonu doğunun ve batının binlerce yılda oluşturduğu teselli birikimini yaralı gönüllere cömertçe ulaştıran bir çalışma. Teselliden kasıt zihnin düşünceler yoluyla uyuşturulması değil, bilakis acı karşısında uyumayı seçen zihnin uyandırılması… Kadim teselli ustalarıyla, teselliye muhtaç gönülleri buluşturmak, bu kitabın varoluş sebebi! Dervişin Teselli Koleksiyonu’nda Gönlünüze Dokunacak Olanlardan Bazıları Âlimlerden... Abdulkadir Geylani, Ataullah İskenderi, Aziz Mahmud Hüdâyî, Bayezid-i Bistami, Bediüzzaman Said Nursi, Ebu’l İz El Cezeri, Feriduddin Attar, Frithjof Schuon, Habib Baba, Hacı Bektaş Veli, Hasan Basri, Hasan Harakani, İbn-i Abbas, İbn-i Mübarek, İbrahim Ethem, İbrahim Hakkı, İmam Gazali, İsfehani, Lokman Hekim, Merkez Efendi, Mevlana, Muhyiddin İbn Arabi, Somuncu Baba, Sümbül Efendi, Şeyh Edebali, Şibli, Zünnun-i Mısrî (...) Filozoflardan... Albert Camus, Aldous Huxley, Anaksagoras, Aristophanes, Aurelius, Bernard Shaw, Blaise Pascal, Boethius, Buda, Clive Staples Lewis, Cemil Meriç, Dionysius, Epiktetos, Epikuros, Filibeli Ahmed Hilmi, Frederic Amiel, Halil Cibran, Gabriel Marcel, Hegel, Heisenberg, Icarus, Immanuel Kant, İbn-i Haldun, İbn-i Kemal, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, John Berger, John Locke, Soren Kierkegaard, Kindi, Konfüçyüs, Lao Tzu, Leibniz, Nietzsche, Platon, Sartre, Schopenhauer, Seneca, Simone de Beauvoir, Sokrates, Spinoza, Wittgenstein, Zenon (...) Yazarlardan... Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim, Andre Gide, Arif Nihat Asya, Attila İlhan, Baudelaire, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreya, Cenap Şehabettin, Cesare Pavese, Charles Dickens, Dostoyevski, Eşrefoğlu Rumi, Exupery, Fernando Pessoa, Fuzuli, Geothe, Haldun Taner, Hermann Hesse, Ivan Turgenyev, İ. Oktay Anar, Kafka, Marcel Proust, Marquez, Mehmet Akif Ersoy, Milton, Montaigne, Muhibbi, Oğuz Atay, Orhan Veli, Oscar Wilde, Pablo Neruda, Paulo Coelho, Peyami Safa, Rainer Maria Rilke, Sadi Şirazi, Safiyyüddin el-Hillî, Samuel Beckett, Sezai Karakoç, Stefan Zweig, T.S. Eliot, Tolstoy, Virginia Woolf, Yunus Emre (...)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de…” (Nisâ 59) * "Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır" diye bir söz var hani. Aslı, "Her başarılı idarecinin arkasında bir alim vardır" sözünden gelmedir... Osman Gazi’nin ardında Şeyh Edebali; Yıldırım Bayezid’in ardında Emir Buhari; Yavuz Selim'in ardında Şeyhülislam İbni Kemal; Kanuni Sultan Süleyman'ın ardında Ebussuud Efendi; Fatih Sultan Muhammed hanın ardında da Akşemseddin hazretleri var idi.. Sultan Mehmed, Şeyhi Akşemseddin’e tâbi olmayıp ilahiyat okusaydı, İstanbul’un fethi hadisine hiç inanmayacak ve dolayısıyla fetih çilelerini çekmek zorunda da kalmayacaktı! Lakin ceddimiz, zor olan yolu tercih ederek, sahabiler gibi bir hadisi şerif uğruna tonla çileye katlandı ve sonucunu da aldı: Sonsuza kadar 'Hayırlı Kumandan...' (Öncülerimizin hepsine selam olsun) 47. Mektup Bu mektûb, yine nakîb ya’nî diyânet işleri reîsi, seyyid şeyh Ferîde gönderilmişdir. Geçen senelerdeki kâfirlerin azgınlığından şikâyet etmekde, müslimânların, dîne hürriyyet veren hükûmete düâ etmesi lâzım olduğunu bildirmekdedir: Allahü teâlâ sizi, iyilerin iyisi olan atalarınızın yolunda bulundursun ve onların önce, en üstününe “aleyhissalâtü vesselâm”, sonra geridekilerin hepsine, düâlarımızı ve selâmlarımızı erişdirsin! İslâm âlimi, milletin yanında, bedendeki kalb gibidir. Kalb, temiz, iyi olunca, beden iyi işler yapar. Kalb bozuk olunca bütün uzvlar, hep kötü iş yapar. Bunun gibi, âlimler iyi ise, millet de iyi olur. İleriye gider. Onlar, bozuk olursa, millet de bozulur. Felâkete gider. Ekber Şâhın hükûmeti zemânında, müslimânların başına ne sıkıntılar, ne felâketler gelmişdi, hepimiz biliyoruz. Bin yıl önce, müslimânlar kendi dinlerinde olacak, kâfirler de kendi yollarında kalacakdı. Nitekim, Kâfirûn sûresi, bu hâli haber vermekdedir. Bundan birkaç sene önce ise, din düşmanları, müslimânların önünde, dinsizliklerini açıkca yapıyor, bu mubârek islâm memleketinde ya’nî Hindistânda, müslimânlar, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapamıyorlardı. Yerlerin, göklerin, her çeşid enerjinin sâhibi olan, Allahü teâlânın sevgilisi, Muhammed aleyhisselâma inananların, onun ışıklı yolunda ilerliyenlerin aşağılanması, hırpalanması, ona inanmıyanların, ona düşman olanların el üstünde tutulması, beğenilmesi, ne kadar acı ve korkunç bir alçaklık idi. Müslimânlar, yaralı kalbleri ile, sabr ediyorlardı. İslâm düşmanları [yazıları ile, kalemleri ile, sözleri ile, mevkı’ kuvveti ile ve her vâsıta ile], alay ederek, taşkınca, azgınca saldırarak, yaralara tuz serpiyordu. Hidâyet, se’âdet güneşi, dalâlet ve irtidâd bulutları ile örtülmüş, hak, fazîlet ışıkları, haksızlık, ahlâksızlık perdeleri altına çekilmişti.
From Anatolia to the Adriatic, from the Black Sea to Thessaly, Sultan Bayezid is expanding his empire in all directions. However, there are new challenges to Ottoman dominance coming. Supporters like you make this podcast happen! Check out www.patreon.com/bulgarianhistorypodcast to see the great perks you can get for supporting us. You can find images for this episode at: www.bghistorypodcast.com/posts/052-bayezid-the-lightning-bolt
Today, we'll follow Johann Schiltberger's journey under Bayezid's control. There will be an escape attempt, epic battles, an epic snake battle, and some Ottoman history. I hope you like it. Thanks for listening everybody! Enjoy. If you like what you hear and want to chip in to support the podcast, my Patreon is here, my Ko-fi is here, and Paypal is here. I'm on Twitter @circus_human, Instagram @humancircuspod, and my website is www.humancircuspodcast.com. Sources: Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices
We begin the travels of Johann Schiltberger, a 14th/15th century, Bavarian Marco Polo who left his home for the crusade against the Ottomans and didn't make it back for a long, long time. In the intervening 30 years, he travelled widely as a prisoner, first with the Ottoman Sultan, Bayezid, and then with Timur (aka Tamerlane) and those who succeeded him, reporting on the world and its monsters, miracles, and numerous battles. Schiltberger lived a full life at a fascinating time in history. I'll be telling his story and discussing his times over the course of 4 episodes. With episode one, we'll take Schiltberger up to the Battle of Nicopolis and the first massive shift in his fortunes. Hope you enjoy it! If you like what you hear and want to chip in to support the podcast, my Patreon is here, my Ko-fi is here, and Paypal is here. I'm on Twitter @circus_human, Instagram @humancircuspod, and my website is www.humancircuspodcast.com. Learn more about your ad choices. Visit megaphone.fm/adchoices
87. A Prince and a DiplomatGenelde hükümdar merkezli bir siyasi tarih anlayışı geliştiren Osmanlı tarihyazımı ironik bir şekilde bu hükümdarlar üzerine kapsamlı biyografiler üretememiştir. Bu podcastimizde Collège de France ve Sorbonne Üniversitesi’nden Dr. Güneş Işıksel ile II. Selim’in şehzadelik dönemine odaklanarak üzerine pek fazla bilgimizin olmadığı bir alan olan Osmanlı diplomasisini inceledik. Modern Osmanlı Devleti’nin oluşumu ve egemenlik anlayışı gibi kavramlar çerçevesinde bir şehzadenin diplomatik etkinliğini ele alarak, gereğinden fazla payitaht merkezli bir Osmanlı siyasi tarihinin de eleştirisini yapmaya çalıştık. Even though Ottoman historiography was generally centered on Sultans and their reigns, ironically, it did not produce biographies of these rulers. In this episode, Güneş Işıksel explores Selim II's period as a prince and his role in diplomacy during the reign of his father Suleiman the Magnificent (note: this episode is in Turkish). Yeniçağ Osmanlı İmparatorluğu ve Diplomasi Tarihi üzerine uzmanlaşan Dr. Güneş Işıksel Collège de France ve Paris-Sorbonne Üniversitesi'nde (Paris IV) doktora sonrası çalışmalarını yürütmektedir. (see academia.edu)Yeniçağ Akdeniz ve Osmanlı İmparatorluğu üzerine uzmanlaşan Dr. Emrah Safa Gürkan Bahçeşehir Üniversitesi Tarih Bölümü'nde ders vermektedir. (see academia.edu)Citation: "Diplomat bir Şehzade'nin portresi: II. Selim," Güneş Işıksel, Emrah Safa Gürkan, and Chris Gratien, Ottoman History Podcast, No. 87 (January 4, 2013) http://www.ottomanhistorypodcast.com/2013/01/sultan-selim-ii-biography-prince-diplomat.htmlSelect BibliographyGüneş Işıksel, "A letter of Shahzade Selîm to Charles IX of France on “Nassi Affair”", Cuadernos de Estudos Sefarditas, VII (2007): 245-254.Güneş Işıksel, "La politique étrangère ottomane dans la seconde moitié du XVe siècle : le cas du règne de Selîm II (1566-1574)" (Doktora Tezi, EHESS, 2012).İsmail Hakkı Uzunçarşılı, "İran Şahı’na İltica Etmiş Olan Şehzade Bayezid`in Teslimi için Sultan Süleymân ve Oğlu Selim Tarafından Şah’a Gönderilen Altınlar ve Kıymetli Hediyeler", Belleten, XXIV/93 (1960): 103-110.Gilles Veinstein, "Une lettre de Selim II au roi de Pologne Sigismond-Auguste sur la campagne d’Astrakhan de 1569", Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, LXXXII (1992): 397-420.Gilles Veinstein, "Autour de la lettre de Selim II aux andalous et des origines de la guerre de Chypre", in Encarnación Sanchez, García Pablo Martín Asuero, Michele Bernardini (éd.), España y el Oriente islámico entre los siglos XV y XVI. Imperio Otomano, Persia y Asia central (Istanbul, Isis, 2007): 271-281.Bülent Arı, "Early Ottoman diplomacy: ad hoc period" in A. Nuri Yurdusev (éd.), Ottoman diplomacy: conventional or unconventional? (Basingstoke, Palgrave, 2004): 36-65.Metin Kunt, “A prince goes forth (perchance to return)” in Identity and Identity Formation in the Ottoman World: A Volume of Essays in Honour of Norman Itzkowitz, eds. B. Tezcan and Karl K. Barbir (Wisconsin: Wisconsin University Press, 2007), pp. 63-71Music: Golden Horn Ensemble - Hicaz Sirto